|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ (1-6) Esip savuran rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca akanlara, iş bölümü yapanlara yemin olsun ki, size vaad edilen kesinlikle gerçekleşecektir; ceza da kesinlikle olacaktır. [582] |
1 |
|
فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ (1-6) Esip savuran rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca akanlara, iş bölümü yapanlara yemin olsun ki, size vaad edilen kesinlikle gerçekleşecektir; ceza da kesinlikle olacaktır. [582] |
2 |
|
فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ (1-6) Esip savuran rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca akanlara, iş bölümü yapanlara yemin olsun ki, size vaad edilen kesinlikle gerçekleşecektir; ceza da kesinlikle olacaktır. [582] |
3 |
|
فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ (1-6) Esip savuran rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca akanlara, iş bölümü yapanlara yemin olsun ki, size vaad edilen kesinlikle gerçekleşecektir; ceza da kesinlikle olacaktır. [582] |
4 |
|
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ (1-6) Esip savuran rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca akanlara, iş bölümü yapanlara yemin olsun ki, size vaad edilen kesinlikle gerçekleşecektir; ceza da kesinlikle olacaktır. [582] |
5 |
|
وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ (1-6) Esip savuran rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca akanlara, iş bölümü yapanlara yemin olsun ki, size vaad edilen kesinlikle gerçekleşecektir; ceza da kesinlikle olacaktır. [582] |
6 |
|
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْحُبُكِۙ Yörüngelere sahip olan göğe yemin olsun ki, |
7 |
|
اِنَّكُمْ لَف۪ي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍۙ Şüphesiz siz çelişkili sözler söylüyorsunuz. |
8 |
|
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ اُفِكَۜ O sözden dolayı imandan döndürülebilen, döndürülüyor. |
9 |
|
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَۙ Kahrolsun o koyu yalancılar! |
10 |
|
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ Onlar cehalet bataklığında ne yaptıklarından habersizdirler. |
11 |
|
يَسْـَٔلُونَ اَيَّانَ يَوْمُ الدّ۪ينِۜ “Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar. |
12 |
|
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ O gün onlar ateşe sokulacaklardır. |
13 |
|
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ “Azabınızı tadın! Acele gelmesini beklediğiniz şey budur” denir. |
14 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ (15-16) Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar. Şüphesiz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı. |
15 |
|
اٰخِذ۪ينَ مَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِن۪ينَۜ (15-16) Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar. Şüphesiz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı. |
16 |
|
كَانُوا قَل۪يلاً مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ Onlar, geceleri pek az uyurlardı. |
17 |
|
وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ Seher vakitlerinde de Allah'tan af dilerlerdi. |
18 |
|
وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı. |
19 |
|
وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde âyetler vardır. |
20 |
|
وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ Kendi iç âleminizde de âyetler vardır. Gözlem yapmıyor musunuz? |
21 |
|
وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ Gökte de rızkınız ve size vaad edilen şeyler vardır. |
22 |
|
فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟ Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, bu Kur'ân, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. |
23 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ İbrâhim'in saygın konuklarının haberi sana geldi mi? |
24 |
|
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ Onlar, İbrâhim'in yanına girip selâm vermişlerdi. İbrâhim de selâmı almış, içinden “Bunlar yabancılar” demişti. |
25 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ Hemen hanımının yanına giderek, semiz bir dana kebabını getirmişti. |
26 |
|
فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۘ Onların önüne koyup, “Yemez misiniz?” dedi. |
27 |
|
فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْۜ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ Hallerinden dolayı içinden bir korku duydu. “Korkma!” dediler ve ona bilgin bir çocuk müjdesi verdiler. |
28 |
|
فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ O esnada, hanımı çığlık atarak, yüzüne vurarak geldi ve “Kısır bir kocakarıdan mı?” dedi. |
29 |
|
قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ Dediler ki: “Evet bu böyledir. Rabbin bunu buyurdu. Çünkü O'nun her işinde hikmet vardır ve her şeyi en iyi bilir.” |
30 |
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ İbrâhim, “Ey elçiler! Sizin göreviniz nedir?” dedi. |
31 |
|
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ Onlar şöyle dediler: “Biz, suçlu bir topluma gönderildik.” |
32 |
|
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ “Üzerlerine taşlanmış çamur yağdırmak için.” |
33 |
|
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ “Rabbinin katından aşırı gidenler için belirlenmiş taşlardan.” |
34 |
|
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. |
35 |
|
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ Fakat orada bir aile dışında Müslüman bulamadık. |
36 |
|
وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ O helak olan toplumu o ülkede, elem verici azaptan korkanlar için bir ders olarak bıraktık. |
37 |
|
وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ Mûsâ'nın başından geçen olaylarda da dersler vardır. Onu apaçık bir delil ile Firavun'a gönderdik. |
38 |
|
فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ Firavun ve yandaşları yüz çevirdi. Firavun, “Bu, bir büyücüdür veya delidir” dedi. |
39 |
|
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ Sonunda onu ve askerlerini denize attık. O, kendini kınayıp duruyordu. |
40 |
|
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ ‘Âd kavminde de dersler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik. |
41 |
|
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu. |
42 |
|
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ Semûd olgusunda da dersler vardır. Çünkü onlara, “Belli süreye kadar nimetlerden faydalanınız” denilmişti. |
43 |
|
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ Buna rağmen Rablerinin emirlerine karşı geldiler de bakıp dururlarken onları yıldırım çarptı. |
44 |
|
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı. |
45 |
|
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟ Bunlardan önce de, Nûh toplumunu helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler. |
46 |
|
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ Göğü kendi kudretimizle biz bina ettik ve biz elbette genişleticiyiz. |
47 |
|
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ Yeri de döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz! |
48 |
|
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Düşünüp öğüt alasınız diye, her şeyi çift yarattık. |
49 |
|
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ Artık hepiniz Allah'a koşunuz. Şüphesiz ben, sizin için O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. |
50 |
|
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ Allah ile birlikte başka bir tanrı edinmeyiniz. Şüphesiz ben, sizin için O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. |
51 |
|
كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ Aynen bunların yaptığı gibi, onlardan öncekilere de bir peygamber geldiğinde ona “büyücü” ya da “deli” demişlerdi. |
52 |
|
اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ Onlar bunu nesilden nesile vasiyet mi etmişlerdi? Doğrusu onlar, haddi aşan bir toplumdur. |
53 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ Artık onlardan yüz çevir! Bundan sonra sen hiç kınanmazsın. |
54 |
|
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ Öğüt ver, çünkü öğüt müminlere fayda verir. |
55 |
|
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. [583] |
56 |
|
مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. |
57 |
|
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ Şüpesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır. |
58 |
|
فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ Bu haksızlığı yapanların, benzerleri gibi elbette azaptan payları vardır. Artık onun acele gelmesini istemesinler. |
59 |
|
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ Uyarıldıkları günden dolayı vay hallerine o inkârcıların! [584] |
60 |