|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ (1-4) Sıra sıra dizilenlere, toplayıp sürenlere, Kur'ân okuyanlara andolsun ki sizin tanrınız tektir. [467] |
1 |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ (1-4) Sıra sıra dizilenlere, toplayıp sürenlere, Kur'ân okuyanlara andolsun ki sizin tanrınız tektir. [467] |
2 |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ (1-4) Sıra sıra dizilenlere, toplayıp sürenlere, Kur'ân okuyanlara andolsun ki sizin tanrınız tektir. [467] |
3 |
|
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ (1-4) Sıra sıra dizilenlere, toplayıp sürenlere, Kur'ân okuyanlara andolsun ki sizin tanrınız tektir. [467] |
4 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuş yerlerinin de Rabbidir. |
5 |
|
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ Biz, o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık. |
6 |
|
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ O yakın göğü her türlü inatçı asi şeytandan koruduk. |
7 |
|
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce konseyi dinleyemezler ve her taraftan atışa tutulurlar. |
8 |
|
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ Kovulurlar ve onlar için yakalarını bırakmayan bir azap vardır. |
9 |
|
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ Yüce konseyden/topluluktan bir söz kapan olursa, onu da delice bir alev izler. |
10 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ Şimdi onlara sor: “Yaratılış bakımından kendileri mi daha zor, yoksa bizim yarattıklarımız mı?” Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. |
11 |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ Sen hayran kaldın; onlarsa alay ediyorlar. |
12 |
|
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ Kendilerine öğüt verilse, öğüt almıyorlar. |
13 |
|
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ Bir âyet görseler, alay ediyorlar. |
14 |
|
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ Onlar şöyle derler: “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir.” |
15 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ “Yani biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı diriltileceğiz?” |
16 |
|
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ “Önceki atalarımız da mı?” |
17 |
|
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ De ki: “Evet, siz hem de aşağılanarak diriltileceksiniz.” |
18 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ O iş, sadece korkunç bir sesten ibarettir. Hemen onlar, diriltilmiş olarak bakıyorlardır. |
19 |
|
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ “Vah bize! Bu ceza günüdür” diyecekler. |
20 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ “Bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm günüdür.” |
21 |
|
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ (22-24) Allah, meleklerine şöyle emreder: “Zâlimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını, Allah'tan başka taptıkları tanrılarını toplayınız. Onlara cehennemin yolunu gösteriniz. Onları tutuklayınız, çünkü onlar sorguya çekilecekler.” |
22 |
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ (22-24) Allah, meleklerine şöyle emreder: “Zâlimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını, Allah'tan başka taptıkları tanrılarını toplayınız. Onlara cehennemin yolunu gösteriniz. Onları tutuklayınız, çünkü onlar sorguya çekilecekler.” |
23 |
|
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ (22-24) Allah, meleklerine şöyle emreder: “Zâlimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını, Allah'tan başka taptıkları tanrılarını toplayınız. Onlara cehennemin yolunu gösteriniz. Onları tutuklayınız, çünkü onlar sorguya çekilecekler.” |
24 |
|
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ Size ne oldu ki, birbirinize yardım etmiyorsunuz? |
25 |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Hayır! Onlar o gün teslim olmuşlardır. |
26 |
|
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ Dönüp birbirlerine soracaklar. |
27 |
|
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ Uyanlar, uyduklarına: “Siz, bize sağdan geliyordunuz” diyecekler. |
28 |
|
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ Uyulanlar da şöyle diyecekler: “Siz zaten inanmıyordunuz.” |
29 |
|
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ “Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Siz kendiniz, azgın bir toplum olmuştunuz.” |
30 |
|
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ “Şimdi bize Rabbimizin azap sözü kesinleşti. Artık birlikte tadacağız.” |
31 |
|
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ “Sizi azdırdık, çünkü biz kendimiz azmıştık.” |
32 |
|
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ O gün onlar azap çekmede ortaktırlar. |
33 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ İşte biz suçlulara böyle yaparız. |
34 |
|
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ Çünkü onlara, “Allah'tan başka tanrı yoktur” denildiğinde büyüklük taslarlardı. |
35 |
|
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ Şöyle diyorlardı: “Ne yani, cin çarpmış bir şair için tanrılarımızı terk mi edelim?” |
36 |
|
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ Hayır! O, gerçeği getirdi ve peygamberleri de doğruladı. |
37 |
|
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ Şüphesiz siz acı azabı tadacaksınız. |
38 |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ Size, sadece yaptıklarınızın karşılığı verilecektir. |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak, Allah'ın hâlis kulları istisna edilecektir. |
40 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ Bunlar için bilinen bir rızık vardır. |
41 |
|
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ (42-44) Türlü meyveler vardır. Onlar nimet cennetlerinde karşılıklı koltuklarda ağırlanacaklardır. |
42 |
|
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ (42-44) Türlü meyveler vardır. Onlar nimet cennetlerinde karşılıklı koltuklarda ağırlanacaklardır. |
43 |
|
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ (42-44) Türlü meyveler vardır. Onlar nimet cennetlerinde karşılıklı koltuklarda ağırlanacaklardır. |
44 |
|
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ (45-46) Aralarında bembeyaz, içenlerin lezzet aldığı kaynaklardan doldurulmuş kadehler dolaştırılacaktır. |
45 |
|
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ (45-46) Aralarında bembeyaz, içenlerin lezzet aldığı kaynaklardan doldurulmuş kadehler dolaştırılacaktır. |
46 |
|
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ O içecekte ne sersemletme vardır, ne de ondan dolayı sarhoş olurlar. |
47 |
|
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ Yanlarında, gözlerini kendilerinden ayırmayan güzel gözlü eşleri olacaktır. |
48 |
|
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır. |
49 |
|
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ İşte o zaman, birbirlerine dönerek soracaklar. |
50 |
|
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ İçlerinden biri, “Benim, bir arkadaşım vardı” der. |
51 |
|
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ Derdi ki: “Sen de, öldükten sonra dirilmeye inananlardan mısın?” |
52 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ “Biz ölüp kemik ve toprak haline geldiğimiz zaman, dirilip cezalandırılacak mıyız?” |
53 |
|
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ “Siz onun durumuna vâkıf olmak ister misiniz?” dedi. |
54 |
|
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ Etrafına bakınıp, birden onu cehennemin ortasında görecek. |
55 |
|
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ Ona diyecek ki: “Allah'a andolsun ki, az kalsın beni de helâk edecektin.” |
56 |
|
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ “Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de seninle birlikte orada olanlardan olacaktım.” |
57 |
|
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ (58-59) “Biz, birinci ölümün dışında. bir daha ölmeyeceğiz, değil mi? Biz azap da görmeyeceğiz.” |
58 |
|
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ (58-59) “Biz, birinci ölümün dışında. bir daha ölmeyeceğiz, değil mi? Biz azap da görmeyeceğiz.” |
59 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ İşte asıl büyük mutluluk ve kurtuluş budur. |
60 |
|
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Çalışanlar bunun için çalışsın! |
61 |
|
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ “İkram olarak bu mu daha iyidir, yoksa zakkum ağacı mı?” |
62 |
|
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ Biz o ağacı, zâlimler için bir azap kıldık. |
63 |
|
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır. |
64 |
|
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ Meyveleri şeytanların başları gibidir. |
65 |
|
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ Onlar kesinlikle ondan yiyip, karınlarını onunla dolduracaklar. |
66 |
|
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ Sonra, onun üzerine kaynar su karışımı bir içecek içerler. |
67 |
|
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ Sonra onların dönüşü kesinlikle çılgın ateşe olacaktır. |
68 |
|
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ (69-70) Şüphesiz onlar atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden koşup gittiler. |
69 |
|
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ (69-70) Şüphesiz onlar atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden koşup gittiler. |
70 |
|
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ Andolsun ki, onlardan önce eski milletlerin çoğu sapıklığa düştü. |
71 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ Şüphesiz, biz onlara uyarıcılar göndermiştik. |
72 |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ Uyarılanların sonucunun ne olduğuna bir bak! |
73 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ Allah'ın ihlâslı kulları müstesna. |
74 |
|
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ Andolsun, Nûh bize yalvarıp yakardı. Biz de duayı ne güzel kabul ederiz! [468] |
75 |
|
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ Kendisini ve ehlini o büyük felâketten kurtardık. |
76 |
|
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ Sâdece onun soyunu geriye bırakmıştık. |
77 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ Sonradan gelenler içinde ona iyi bir ün bıraktık. |
78 |
|
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ Âlemlerde Nûh'a selâm olsun. |
79 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İşte biz, iyi iş yapanları böyle ödüllendiririz. |
80 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Çünkü o, bizim inanmış kullarımızdan idi. |
81 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ Sonra diğerlerini suda boğduk. |
82 |
|
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ Şüphesiz İbrâhim de Nûh'un milletinden idi. [469] |
83 |
|
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ Çünkü o, Rabbine samimi bir kalple yönelmişti. |
84 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ O vakit, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Neye tapıyorsunuz?” |
85 |
|
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ “Allah'ı bırakıp uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?” |
86 |
|
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ “Âlemlerin Rabbi hakkında ne düşünüyorsunuz?” |
87 |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ İbrâhim yıldızlara bir göz attı. |
88 |
|
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ “Ben hastayım” dedi. |
89 |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ Onlar da onu bırakıp uzaklaştılar. |
90 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ O da tanrılarına yöneldi, “Yemez misiniz?” dedi. |
91 |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ “Neyiniz var; konuşmuyorsunuz!” |
92 |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ Bütün gücüyle onları kırmaya başladı. |
93 |
|
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ Kavmi, koşarak ona geldi. |
94 |
|
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ İbrâhim onlara şöyle söyledi: “Elinizle yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz?” |
95 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ “Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır.” |
96 |
|
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ Kavmi, “Onun için bir yer yapın ve onu ateşe atın” dediler. |
97 |
|
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ Ona tuzak kurmak istediler. Biz de onları alçaklardan kıldık. |
98 |
|
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ İbrâhim, “Şüphesiz ben Rabbime gidiyorum. O beni doğru yola eriştirecektir” dedi. |
99 |
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ “Ey Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir çocuk ver” dedi. |
100 |
|
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ Bunun üzerine ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik. |
101 |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince, “Yavrucuğum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün; ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşallah beni sabredenlerden bulursun” diye cevap verdi. |
102 |
|
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ Her ikisi de Allah'ın emrine teslim olunca, babası onu yan üstü yatırdı. |
103 |
|
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ (104-105) Biz ona şöyle seslendik: “Ey İbrâhim! Sen kesinlikle rüyanı doğruladın. İşte biz, iyileri böyle ödüllendiririz.” |
104 |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ (104-105) Biz ona şöyle seslendik: “Ey İbrâhim! Sen kesinlikle rüyanı doğruladın. İşte biz, iyileri böyle ödüllendiririz.” |
105 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ Şüphesiz bu büyük bir imtihandır. |
106 |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ Biz ona kurtuluş bedeli olarak büyük bir kurban verdik. |
107 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonra gelenler içinde ona iyi bir ün bıraktık. |
108 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ İbrâhim'e selâm olsun! |
109 |
|
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İyi iş yapanları işte böyle ödüllendiririz. |
110 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Şüphesiz o, inanmış kullarımızdandı. |
111 |
|
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Ona, iyilerden bir peygamber olarak İshâk'ın müjdesini verdik. |
112 |
|
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ Ona da, İshâk’a da bereket verdik. Her ikisinin neslinden iyilik eden de, nefsine apaçık zulmeden de bulunur. |
113 |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ Andolsun, biz Mûsâ ve Hârûn'a da lütufta bulunduk. [470] |
114 |
|
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ O ikisini ve kavimlerini, o büyük felaketten kurtardık. |
115 |
|
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ Onlara yardım ettik. Onlar galip oldular. |
116 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ Onlara apaçık kitabı verdik. |
117 |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ Onları doğru yola yönelttik. |
118 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonra gelenler içinde onlara iyi bir ün bıraktık. |
119 |
|
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ Mûsâ ve Hârûn'a selâm olsun. |
120 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Şüphesiz iyi iş yapanları işte böyle ödüllendiririz. |
121 |
|
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Onlar, inanmış kullarımızdandı. |
122 |
|
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Şüphesiz, İlyâs da peygamberlerdendir. [471] |
123 |
|
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ Bir zamanlar toplumuna şöyle demişti: “Sakınmıyor musunuz?” |
124 |
|
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ “Ba‘l adlı puta tapıyorsunuz da, en güzel yaratıcıyı terk mi ediyorsunuz?” |
125 |
|
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ “Sizin ve atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakıyorsunuz öyle mi?” |
126 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Onu yalanladılar. Onlar bu sebeple sonunda cehenneme atılacaklardır. |
127 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak Allah'ın samimi kulları hariç. |
128 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonra gelenler içinde ona da iyi bir ün bıraktık. |
129 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ İlyâs'a da selâm olsun. |
130 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Şüphesiz, iyi iş yapanları işte böyle ödüllendiririz. |
131 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ O, inanmış kullarımızdandı. |
132 |
|
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Şüphesiz, Lût da peygamberlerdendir. [472] |
133 |
|
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ Biz, onu ve bütün ailesini kurtarmıştık. |
134 |
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ Sâdece yaşlı bir kadın helâk olanlar arasında kaldı. |
135 |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ Sonra diğerlerini helâk ettik. |
136 |
|
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ Sizler sabahleyin, onların helâk oldukları yerden geçersiniz. |
137 |
|
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ Akşamleyin de. Hiç düşünmez misiniz? |
138 |
|
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendir. [473] |
139 |
|
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ Bir vakit, dolu gemi ile kaçmıştı. |
140 |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ Kura çekti ve kaybedenlerden oldu. |
141 |
|
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ Balık onu yuttu. O kınanmayı hak etmişti. |
142 |
|
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ (143-144) Eğer Allah'ı sıkça ananlardan olmasaydı, kıyamet gününe kadar balığın karnında kalırdı. |
143 |
|
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (143-144) Eğer Allah'ı sıkça ananlardan olmasaydı, kıyamet gününe kadar balığın karnında kalırdı. |
144 |
|
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ Onu bitkin bir halde açık araziye attık. |
145 |
|
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ Üzerini kabakgillerden bir bitki ile örttük. |
146 |
|
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ Onu, nüfusu yüzbin veya daha fazla sayıda olan bir topluma peygamber olarak gönderdik. |
147 |
|
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ Ona inandılar, bu sebeple biz de onları belli bir süreye kadar refah içinde yaşattık. |
148 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ Müşriklere sor: “Kızlar Rabbinin de, erkekler onların mıdır?” [474] |
149 |
|
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ “Yoksa biz, melekleri onların gözü önünde kız olarak mı yarattık?” |
150 |
|
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ Dikkat ediniz, kesinlikle onlar yalan uydurup duruyorlar. |
151 |
|
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “Allah doğurdu” diyorlar. Şüphesiz onlar yalancıdırlar. |
152 |
|
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş? |
153 |
|
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? |
154 |
|
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ Hiç düşünmüyor musunuz? |
155 |
|
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ Yoksa sizin açık bir deliliniz mi var? |
156 |
|
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getiriniz. |
157 |
|
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Allah ile, görünmeyen varlıklar arasında bir soy bağı kurdular. Oysa görünmeyen varlıklar, müşriklerin cehenneme hazır edilecekler olduğunu bilmektedirler. [475] |
158 |
|
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır. |
159 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Allah'ın samimi kulları hariç. |
160 |
|
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ (161-163) Sizler ve taptıklarınız, cehenneme girecek olandan başkasını kandırıp Allah'ın yolundan çıkaramazsınız. |
161 |
|
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ (161-163) Sizler ve taptıklarınız, cehenneme girecek olandan başkasını kandırıp Allah'ın yolundan çıkaramazsınız. |
162 |
|
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ (161-163) Sizler ve taptıklarınız, cehenneme girecek olandan başkasını kandırıp Allah'ın yolundan çıkaramazsınız. |
163 |
|
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ Melekler şöyle derler: “Bizim her birimiz için bilinen bir makam vardır.” |
164 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ “Biz saf tutarız.” |
165 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ “Elbette Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutarız.” |
166 |
|
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ (167-169) Müşrikler, “Öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka Allah'ın ihlaslı kulları olurduk!” diyorlardı. |
167 |
|
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ (167-169) Müşrikler, “Öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka Allah'ın ihlaslı kulları olurduk!” diyorlardı. |
168 |
|
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ (167-169) Müşrikler, “Öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka Allah'ın ihlaslı kulları olurduk!” diyorlardı. |
169 |
|
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Buna rağmen Kur'ân'ı inkâr ettiler. Ama ileride bileceklerdir. |
170 |
|
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ Andolsun, peygamber kullarımıza söz vermişizdir. |
171 |
|
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ Doğrusu, onlar yardım göreceklerdir. |
172 |
|
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. |
173 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Bir süreye kadar onlara aldırış etme. |
174 |
|
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Onların halini gözetle; onlar da gözetleyeceklerdir. |
175 |
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ Azabımızı acele mi istiyorlar? |
176 |
|
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ O azap yurtlarına indiğinde, uyarılmış olup da yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur! |
177 |
|
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. |
178 |
|
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Onların halini gözetle; onlar da gözetleyeceklerdir. |
179 |
|
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ Senin güçlü olan Rabbin, onların nitelendirmelerinden uzaktır. |
180 |
|
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ Peygamberlere selâm olsun. |
181 |
|
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ Övgü de âlemlerin Rabbi Allah'a olsun. [476] |
182 |