|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ (1-2) Andolsun (ruhları) şiddetle çekip çıkaranlara. Ve kolaylıkla çıkarıp alanlara. |
1 |
|
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ (1-2) Andolsun (ruhları) şiddetle çekip çıkaranlara. Ve kolaylıkla çıkarıp alanlara. |
2 |
|
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ (3-4) Ve sür'atle yüzenlere. Ve çabukça ileri geçenlere. |
3 |
|
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ (3-4) Ve sür'atle yüzenlere. Ve çabukça ileri geçenlere. |
4 |
|
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ (5-6) Hangi bir mühim işi tedbir edenlere. O gün sarsılacak, sarsılacaktır. |
5 |
|
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ (5-6) Hangi bir mühim işi tedbir edenlere. O gün sarsılacak, sarsılacaktır. |
6 |
|
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ (7-8) O sarsanın ardından biri de gelecektir. Kalpler o günde pek muztariptir. |
7 |
|
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ (7-8) O sarsanın ardından biri de gelecektir. Kalpler o günde pek muztariptir. |
8 |
|
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ Onların gözleri de pek zelilane bir vaziyettedir. |
9 |
|
يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ Derler ki: «Biz mi hayata hakikaten döndürülmüş kimseler olacağız?» |
10 |
|
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ «Biz mi çürümüş kemikler olduğumuz zaman?» |
11 |
|
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ (12-13) Dediler ki: «Bu, o halde ziyanlı bir dönüş.» Fakat şüphe yok ki o, bir tek sayhadır. |
12 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ (12-13) Dediler ki: «Bu, o halde ziyanlı bir dönüş.» Fakat şüphe yok ki o, bir tek sayhadır. |
13 |
|
فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ Artık onlar, o zaman bir düz yer üzerindedirler. |
14 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ (15-16) Sana Mûsa'nın kıssası geldi mi? O vakit ki, O'na Rabbi, mukaddes Tuvâ vadisinde nidâ etmişti. |
15 |
|
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ (15-16) Sana Mûsa'nın kıssası geldi mi? O vakit ki, O'na Rabbi, mukaddes Tuvâ vadisinde nidâ etmişti. |
16 |
|
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ (17-18) Fir'avun'a gidiver, muhakkak ki, o pek azmıştır.» İmdi de ki: «Senin temizlenmekliğine meylin var mıdır?» |
17 |
|
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ (17-18) Fir'avun'a gidiver, muhakkak ki, o pek azmıştır.» İmdi de ki: «Senin temizlenmekliğine meylin var mıdır?» |
18 |
|
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ «Ve sana Rabbin yolunu göstereyim de O'ndan korkasın.» |
19 |
|
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ Artık O'na pek büyük mûcize gösterdi. |
20 |
|
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ O ise yalanladı ve isyan etti. |
21 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ (22-23) Sonra da koşarak geriye döndü. Artık topladı da nidâ etti. |
22 |
|
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ (22-23) Sonra da koşarak geriye döndü. Artık topladı da nidâ etti. |
23 |
|
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ «Ben sizin en yüksek Rabbinizim,» dedi. |
24 |
|
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ Fakat Allah, onu ahiretin de, dünyanın da ukûbetiyle yakaladı. |
25 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟ Şüphe yok ki, bunda korkar olan kimse için elbette bir ibret vardır. |
26 |
|
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ Sizler mi yaradılış itibariyle daha çetinsiniz, yoksa gök mü ki, onu binâ etti? |
27 |
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ Onun yükseklik miktarı yükseltti, sonra onu tesviye kıldı. |
28 |
|
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ (29-31) Ve gecesini karanlık etti, gündüzünü de çıkardı (aydınlattı). Ve ondan sonra da yeri yaydı. Ondan suyunu ve otlağını çıkarıverdi. |
29 |
|
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ (29-31) Ve gecesini karanlık etti, gündüzünü de çıkardı (aydınlattı). Ve ondan sonra da yeri yaydı. Ondan suyunu ve otlağını çıkarıverdi. |
30 |
|
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ (29-31) Ve gecesini karanlık etti, gündüzünü de çıkardı (aydınlattı). Ve ondan sonra da yeri yaydı. Ondan suyunu ve otlağını çıkarıverdi. |
31 |
|
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ Dağları da tesbit etti. |
32 |
|
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ Sizin için ve hayvanlarınız için bir menfaat olarak. |
33 |
|
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ Artık o vakit ki, pek büyük bir âfet zuhûra gelir. |
34 |
|
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ İnsan neye koşup durmuş olduğunu o gün hatırlar. |
35 |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى gören kimseler için cehennem hortlatıldığı zaman, |
36 |
|
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ Artık kim azmışsa |
37 |
|
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ (37-38) Artık kim taşkınlık etmiş ise. Ve dünya hayatını tercih eylemiş ise. |
38 |
|
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ Artık şüphe yok ki, cehennemdir, odur onun yurdu. |
39 |
|
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ Fakat kim ki, Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini hevâdan nehyetmiş ise. |
40 |
|
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ Artık cennette, o da (o kimse için) yurttur. |
41 |
|
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ (42-44) Sana Kıyametten sorarlar ki, onun vukû'u ne zamandır? Sen onu yâdetmek hususunda ne haldesin? Onun sonu Rabbine varır. |
42 |
|
ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ (42-44) Sana Kıyametten sorarlar ki, onun vukû'u ne zamandır? Sen onu yâdetmek hususunda ne haldesin? Onun sonu Rabbine varır. |
43 |
|
اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ (42-44) Sana Kıyametten sorarlar ki, onun vukû'u ne zamandır? Sen onu yâdetmek hususunda ne haldesin? Onun sonu Rabbine varır. |
44 |
|
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ Şüphe yok ki sen, ancak ondan korkanlara bir korkutucusun. |
45 |
|
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا Onlar, o Kıyameti gördükleri gün sanki bir akşam veya bir kuşluk vaktinden başka kalmamış gibi olurlar. |
46 |