|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفاًۙ (1-2) Andolsun (emrimizle) iyilik için gönderilen meleklere/vahiylere, Şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara, |
1 |
|
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفاًۙ (1-2) Andolsun (emrimizle) iyilik için gönderilen meleklere/vahiylere, Şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara, |
2 |
|
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْراًۙ (3-4) Tohumları/bulutları yaydıkça yayanlara, (Hak ile batılı) birbirinden ayıranlara, |
3 |
|
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقاًۙ (3-4) Tohumları/bulutları yaydıkça yayanlara, (Hak ile batılı) birbirinden ayıranlara, |
4 |
|
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْراًۙ (5-7) Arındırmak ve sakındırmak için İlahi mesajı peygamberlere iletenlere andolsun ki, vaad olunduğunuz, (kıyamet) vuku bulacaktır. |
5 |
|
عُذْراً اَوْ نُذْراًۙ (5-7) Arındırmak ve sakındırmak için İlahi mesajı peygamberlere iletenlere andolsun ki, vaad olunduğunuz, (kıyamet) vuku bulacaktır. |
6 |
|
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ (5-7) Arındırmak ve sakındırmak için İlahi mesajı peygamberlere iletenlere andolsun ki, vaad olunduğunuz, (kıyamet) vuku bulacaktır. |
7 |
|
فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ (8-11) Yıldızların ışığı söndürüldüğü, gök yarıldığı/parçalandığı, dağlar toz gibi ufalandığı ve peygamberlerin (Allah'ın mesajlarını ilettikleri kişi ve topluluklar aleyhine veya lehine şahitlik yapmaları için) tanıklık sıraları geldiği zaman (artık kıyamet kopmuştur). |
8 |
|
وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ (8-11) Yıldızların ışığı söndürüldüğü, gök yarıldığı/parçalandığı, dağlar toz gibi ufalandığı ve peygamberlerin (Allah'ın mesajlarını ilettikleri kişi ve topluluklar aleyhine veya lehine şahitlik yapmaları için) tanıklık sıraları geldiği zaman (artık kıyamet kopmuştur). |
9 |
|
وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ (8-11) Yıldızların ışığı söndürüldüğü, gök yarıldığı/parçalandığı, dağlar toz gibi ufalandığı ve peygamberlerin (Allah'ın mesajlarını ilettikleri kişi ve topluluklar aleyhine veya lehine şahitlik yapmaları için) tanıklık sıraları geldiği zaman (artık kıyamet kopmuştur). |
10 |
|
وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْۜ (8-11) Yıldızların ışığı söndürüldüğü, gök yarıldığı/parçalandığı, dağlar toz gibi ufalandığı ve peygamberlerin (Allah'ın mesajlarını ilettikleri kişi ve topluluklar aleyhine veya lehine şahitlik yapmaları için) tanıklık sıraları geldiği zaman (artık kıyamet kopmuştur). |
11 |
|
لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْۜ (Bunları duyanlar şöyle derler:) Bu tanıklık hangi güne ertelenmiştir? |
12 |
|
لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ (Doğru ile eğrinin, hak ile bâtılın) birbirinden ayrılıp hükme bağlanacağı güne (ertelenmiştir). |
13 |
|
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِۜ Hüküm ve ayırım gününün ne olduğunu biliyor musun? |
14 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Bunu) yalanlayanların o gün vay haline! |
15 |
|
اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّل۪ينَۜ Biz, (peygamberlerini inkâr eden kavimlerden) evvelkileri, helâk etmedik mi? |
16 |
|
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِر۪ينَ Sonra arkadan gelen (inkârcı)ları da (kötü niyetleri yüzünden) onların peşine takacağız. |
17 |
|
كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ Biz suçlulara işte böyle yaparız. |
18 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Allah'ın ayetlerini) yalanlayanların o gün vay haline! |
19 |
|
اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı? |
20 |
|
فَجَعَلْنَاهُ ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۙ (21-22) Sonra o suyu, (doğum için) belirli bir vakte kadar sağlam bir yerde (rahimde) muhafaza ettik. |
21 |
|
اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍۙ (21-22) Sonra o suyu, (doğum için) belirli bir vakte kadar sağlam bir yerde (rahimde) muhafaza ettik. |
22 |
|
فَقَدَرْنَاۗ فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ Biz o sıvı damlacığın gelişmesini (insanın yaratılışını) aşamalı bir plânla gerçekleştirdik. Bizim gerçekleştirme kudretimiz ne mükemmeldir! |
23 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Öldükten sonra dirilmeyi) yalan sayanların o gün vay haline! |
24 |
|
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتاًۙ (25-26) Biz yeryüzünü hem dirilere, hem ölülere bir toplanma yeri kılmadık mı? |
25 |
|
اَحْيَٓاءً وَاَمْوَاتاًۙ (25-26) Biz yeryüzünü hem dirilere, hem ölülere bir toplanma yeri kılmadık mı? |
26 |
|
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَٓاءً فُرَاتاًۜ Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi? |
27 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Bütün bu nimetleri) inkâr edenlerin o gün vay haline! |
28 |
|
اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۚ (Kıyameti inkâr edenlere o gün şöyle denir): Haydi yalan saydığınız azaba gidin. |
29 |
|
اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى ظِلٍّ ذ۪ي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ (30-31) “Haydi gidin, üç kola ayrılmış (dumandan) bir gölgeye (ki o) ne gölgelendirir ne de ateşten korur. |
30 |
|
لَا ظَل۪يلٍ وَلَا يُغْن۪ي مِنَ اللَّهَبِۜ (30-31) “Haydi gidin, üç kola ayrılmış (dumandan) bir gölgeye (ki o) ne gölgelendirir ne de ateşten korur. |
31 |
|
اِنَّهَا تَرْم۪ي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِۚ (32-33) Şüphesiz o (cehennem), tomruk/saray gibi kocaman kıvılcımlar saçar. Sanki o kıvılcımın her biri sarı renkte birer halattır. |
32 |
|
كَاَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌۜ (32-33) Şüphesiz o (cehennem), tomruk/saray gibi kocaman kıvılcımlar saçar. Sanki o kıvılcımın her biri sarı renkte birer halattır. |
33 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Bu durumu) yalan sayanların, o gün vay haline! |
34 |
|
هٰذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَۙ Bu, (hakka karşı direnenlerin) konuşamayacakları gündür. |
35 |
|
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ Onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler. |
36 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ İnkâr edenlerin, o gün vay haline! |
37 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّل۪ينَ Bu, sizi ve önceki ümmetleri topladığımız doğru ile eğrinin, hak ile bâtılın ayrıldığı gündür. |
38 |
|
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ Eğer (azabı kaldıracak) bir hileniz varsa, haydi bana hile yapın bakalım! |
39 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ۟ (Öldükten sonra dirilmeyi) inkâr edenlerin o gün vay haline! |
40 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي ظِلَالٍ وَعُيُونٍۙ (41-42) Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar, (serin) gölgeler altında ve pınarlar arasında hem de canlarının istediği meyveler içindedirler. |
41 |
|
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ (41-42) Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar, (serin) gölgeler altında ve pınarlar arasında hem de canlarının istediği meyveler içindedirler. |
42 |
|
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (43-44) (Onlara şöyle denir:) “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere afiyetle yiyin için.” Şüphesiz biz iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. |
43 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ (43-44) (Onlara şöyle denir:) “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere afiyetle yiyin için.” Şüphesiz biz iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. |
44 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Cenneti) inkâr edenlerin, o gün vay haline! |
45 |
|
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَل۪يلاً اِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ (Ey inkârcılar!) Yiyiniz, (dünyada) az bir süre yararlanıp geçininiz. Gerçekten sizler suçlu günahkârlarsınız. |
46 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Peygamberi ve ahiret gününü) yalanlayanların o gün vay haline! |
47 |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ Onlara, “Rükû edin (Allah'a boyun eğin)!” denildiği zaman rükû etmezler (boyun eğmez ve Allah'ın emirlerine itaatte bulunmazlar). |
48 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ (Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün vay haline! |
49 |
|
فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ Artık onlar bundan sonra hangi söze inanacaklar? |
50 |