Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 95
102. Ey Peygamber! Sen veya senin temsilcin konumundaki bir mümin komutan, cephede müminler arasında bulunup onlara namaz kıldıracağın zaman, mümin askerleri iki gruba ayır; onlardan bir grup düşmana karşı tetikte beklerken, diğer grup silahlarını da yanlarına alarak seninle birlikte arkandasaf tutup namaza dursunlar.
Birinci grup senin imamlığında ilk rekâtı bitirip secde ettikten sonra, ikinci rekâtı tek başlarına tamamlayıp selam versinler. Sonra da arka tarafınızda durup sizi düşmana karşı korusunlar. Yani düşmanın kıble yönünde olup olmaması durumuna göre, sizinle düşman arasında uygun bir yerde siper alıp beklesinler.Bu arada sen imam olarak birinci rekâtı kılmış, ikinci grubun gelmesini bekliyor olacaksın. Daha sonra, henüz namaz kılmamış olan diğer grup gelip senin arkanda aynı şekilde bir rekât namaz kılsın veikinci rekâtı kendi başlarına tamamladıktan sonra tekrar mevzilerindeki yerlerini alsınlar. Böylece askerler de onlara imamlık yapan komutan da ikişer rekât namaz kılmış olacaktır. [75] İmam namazı kısa sureler okuyarak en kısa sürede kıldırsın. Namaz esnasında askerler de komutan da düşmanın saldırı tehlikesine karşı her türlü korunma tedbirlerini alsınlar, silahlarını da yanlarında bulundursunlar. Unutmayın ki;
Kâfirlerden oluşan düşman ordusu, sizin dikkatsizce davranıp silah ve teçhizatınızdan uzak kalmanızı istiyorlar ki, böylece fırsatını bulup sizi ani bir baskınla gafil avlasınlar.
Namaz esnasında silahlarınız üzerinizde bulunsun. Ancak aşırı soğuk, şiddetli fırtına veya yağmurdan dolayı sıkıntıya düşer ya da silah kullanamayacak derecede hasta olursanız, namaz kılarken silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Bununla birlikte, böyle durumlarda bile düşman tehlikesine karşı daima tetikte bulunun; mümkün olan her türlü korunmatedbirinizi alın.
Ey müminler! Siz zalimlere karşı mücadelede üzerinize düşeni yaptığınız takdirde, Allah sizlere zafer ve üstünlük bahşedecek, İslam'a ve Müslümanlara savaş açan inkârcıları ise yenilgiye, zillet ve perişanlığa mahkûm edecektir. Şüphesiz Allah, bile bile hakkı inkâr eden o kâfirler için dünyada da âhirette de alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
Düşmanın saldırma ihtimalinin bulunduğu durumlarda namaz bu şekilde kılınır. Fakat savaş fiilen başladıktan sonra artık îmâ ile de olsa namaz kılınmaz. Vakti geçen bu namazlar, savaş sona erdikten sonra kaza edilir. [76]
Kur'an'ı tatbik etme hususunda müminler için en güzel örnek olan [77] Peygamber (s), "Bu Allah'ın müminlere bir lütfudur, o halde O'nun ikramını geri çevirmeyin!" buyurmak suretiyle, düşman tehlikesi bulunmayan normal yolculuklarda da dört rekâtlık namazların ikişer rekât olarak kılınacağını bildirmiştir. [78]
103. Namazı bitirdiğiniz zaman, gerek ayakta gerek otururken ve gerekse yan tarafınıza uzanırken Allah'ı anın. Namazdan sonra da Allah ile irtibatınızı kesmeyin. Zikir, dua, tilâvet, sohbet ve tefekküre uygun olan her yerde ve her zamanda, gerek kalbinizle, gerek dilinizle, gerekse tavır ve eylemlerinizle Rabb'inizi anın; O'nun sınırsız lütuf ve nimetlerini, yegâne Rab ve İlah olarak varlığını, birliğini, sonsuz kudret ve yüceliğini her an hatırlayın ve hatırlatın.
Tehlikeli durumlardan uzaklaşıp yeniden güvenli bir ortama kavuşunca da, namazı kısaltılmış veya geciktirilmiş olarak değil, savaştan önceki durumda olduğu gibi zamanında ve eksiksiz olarak kılmaya devam edin. Okuduğunuz âyetlerin manalarını düşünerek, Allah'tan hangi mesajları aldığınızın ve O'na hangi sözleri verdiğiniz farkında olarak namazlarınızı kılın. Çünkü namaz, inananlar için sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere belirli vakitlerde farz kılınmış en önemli kulluk görevi ve mümini kâfirden ayırt eden en belirgin alâmeti fârikadır.
Namazın size kazandıracağı bu bilinç ve cesaret, Allah yolunda cihad azminizi de artıracaktır:
104. Ey iman edenler! Düşman ordusunu savaş meydanında karşılama, onlarla kıyasıya çarpışma ve dağılıp kaçtıklarında o topluluğu takip etme hususunda yılgınlık ve gevşeklik göstermeyin! Eğer siz savaşın sıkıntı ve zorlukları yüzünden acı çekiyorsanız, unutmayın ki, sizin çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Kâfirler bâtıl bir dava uğrunda bu kadar sabır gösterirlerken, müminlerin hak davaları uğrunda gevşeklik göstermeleri olacak şey midir? Üstelik siz, onların ümit etmedikleri ve asla edemeyeceklericennetnimetlerini kazanmayı ve ilahi yardıma nail olmayı ümit ediyorsunuz. İnkârcıların ebedî hayattan bir beklentileri yoktur, elde etmeyi hedefledikleri kazanç yalnızca bu dünya ile sınırlıdır.Müminler ise dünyada zafer ve üstünlük elde etmenin yanı sıra, Allah'ın rızasını kazanmak ve bunun sonucunda âhirette ebedî hayata nail olmak gibi ilahi teşviklere mazhar bulunmaktadırlar.O hâlde, müminler Allah'ın vaadine güvenmeli ve O'nun uğrunda her türlü zorluğa göğüs gererek azim ve kararlılıkla mücadele etmelidirler. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, her konuda en doğru, en güzel hüküm verendir.
Daha önce hırsızlık vukuatları olan Tu'me (veya Büşeyr) bin Ubeyrik adındaki bir Müslüman, komşusunun zırhını çalmış ve ilkönce kendisinden şüphelenileceğini bildiği için onu bir Yahudi'ye emanet etmişti. Zırhın sahipleri olayı araştırınca bu işi Tu'me'nin yaptığına dair bazı ipuçları buldular. Bunun üzerine Tu'me, suçu o Yahudi'nin üzerine attı. Yahudi ise zırhı kendisine Tu'me'nin emanet ettiğini, bu konuda şahitlerinin de bulunduğunu söyleyerek suçlamayı reddetti. Tu'me'nin kabilesi o gece konuyu aralarında gizlice görüştüler ve her ne pahasına olursa olsun arkadaşlarını savunmaya karar verdiler. Ertesi gün hep birlikte Peygamber'in huzuruna gelerek Tu'me lehinde şahitlik ettiler. Ayrıca bir Yahudi karşısında Tu'me'nin suçlu ilan edilmesinin Müslümanların itibarını zedeleyeceğini ve müminler aleyhinde propaganda yapan Yahudilerin eline koz vereceğini söylediler. Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, o insanların şahitliğine güvenerek Yahudi'nin suçlu olduğuna karar vermek üzereydi ki, asıl suçlunun Tu'me adındaki o sözde Müslüman olduğunu haber vererek kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için mükemmel bir adalet ölçüsü ortaya koyan aşağıdaki ayetler nazil oldu:
105. Ey Muhammed! Biz bu kitabı sana hak olarak, yani hakve hakikatin ölçüsünü ortaya koyarak zulüm ve haksızlıklara son veren mükemmel bir inanç, hukuk ve ahlak sistemi olarak indirdik ki, Allah'ın sana bu kitapta gösterdiği ve öğrettiği şekilde, insanlar arasında tam bir adaletle hüküm verebilesin.
O hâlde, hangi dine, hangi ırka, hangi cemaate mensup olursa olsun, asla yalancıların, haksızlık yapanların, hilekârların, hainlerin –bilmeyerek de olsa–destekleyicisi ve savunucusu olma! Sana gelen davaları iyice incelemeden, meseleyi her yönüyle ele alıp derinlemesine araştırma yapmadan karar verme! Aksi halde, Müslüman kimliği taşıdığı halde zulüm ve haksızlık yapan kimseleri farkında olmadan desteklemiş olursun! [79]