Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 9
58. Hani İsrailoğulları'na Kudüs'ü ele geçirmelerini emrederek demiştik ki: "Yöneticileri zalim olan şu şehre girin ve orada dilediğiniz yerden bol bol yiyin için. Fakat şehri ele geçirdiğiniz zaman kapısından kibir ve çalımla değil, ‘Bağışla bizi ya Rab!' diyerek alçakgönüllülük ve saygıyla eğilerek girin ve şehir halkına karşı merhametli, bağışlayıcı olun ki, biz de sizin günahlarınızı bağışlayalım. Günahlarınızın bağışlanmasını istiyorsanız, siz de başkalarını affetmelisiniz. Şunu iyi bilin ki, emrimize uyup iyilik yapanları hak ettiklerinden çok daha fazlasıyla ödüllendireceğiz."
Allah İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkardıktan sonra onlara Kudüs'e girmelerini ve orada yaşayan Amalikler'i şehirden çıkarmalarını emretmişti. Fakat İsrailoğulları, Allah'ın bu emrine karşı gelerek demişlerdi ki:
"Ya Musa, orada zorba ve acımasız bir millet yaşıyor. Onlar oradan çıkmadıkça, biz kesinlikle o şehre girmeyiz. Eğer kendiliklerinden çıkıp giderlerse, ancak o zaman oraya gireriz (Mâide, 5/22). Sen ve Rabb'in gidin ve onlarla kendiniz savaşın; biz burada oturup bekleyeceğiz!" (Mâide, 5/24)
Bunun üzerine Allah, İsrailoğulları'nı kırk yıl boyunca çölde perişan bir hâlde dolaşmaya mahkûm etti. Bu dönemin sonunda yetişen yeni nesil, Yuşa Peygamber'in liderliği altında bu kasabayı fethederek şehre girdiler. Allah onlara şehrin kapısından kibirlenmeden, taşkınlık göstermeden alçakgönüllü ve saygılı bir şekilde girmelerini, günahlarının affedilmesi için O'na dua etmelerini emretmiş ve böyle davrandıkları takdirde günahlarını bağışlayacağını; adaleti, dürüstlüğü ve güzel ahlâkı karakter edinen kimselere bunun da ötesinde üstün nimetler ve imtiyazlar bağışlayacağını vaad etmişti. Fakat onlar bütün bu emirleri çiğneyip tersine çevirdiler ve şehre barbar, acımasız despotlar gibi girdiler.
Kur'ân'ın eğitimi altında ahlâkî olgunluğun zirvesine ulaşan Hz. Muhammed (sav), Mekke'ye zafer kazanmış bir komutan olarak girerken, âyette istenen güzel davranışın en mükemmel örneğini göstermişti. Fethettiği şehre mağrûr ve muzaffer bir kumandan edasıyla değil, son derece mütevâzı bir hâlde, mübarek sakalları devesinin semerine değecek kadar tevazuundan eğilmiş, adeta secde eder bir vaziyette ve Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz lütuflarına şükrederek girmişti (Heysemî, VI/169).
Âyette geçen "Hıtta" (affet, bağışla) kelimesi iki şekilde anlaşılabilir ki, ikisi de doğrudur: 1- Allah'tan günahlarınızın bağışlanmasını dileyerek şehre girin. 2- Şehir halkının bağışlanma talebini geri çevirmeyin. Genel af ilân edin ve halkı öldürmekten, şehri talan etmekten kaçının.
59. Fakat o zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. İsrailoğulları içindeki isyankârlar, Allah'ın emrini hiçe sayarak kibir, çalım ve taşkınlık gösterileri içinde şehre girdiler. Tövbe istiğfar etmek şöyle dursun, iyice günaha ve zulme daldılar. Üstelik "hıtta" kelimesini, "buğday" anlamına gelen "hınta" ile değiştirerek Allah'ın emrini alaya aldılar.Böylece ilâhî yasaları ya açıkça reddettiler ya da keyiflerince yorumlayarak kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalıştılar.
Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı, o zalimlerin üzerine gökten korkunç bir azap indirdik. Yaptıkları kötülüklerden dolayı onlara gökten, yani doğrudan doğruya kendi katımızdan bela ve musibetler gönderdik. Bulaşıcı hastalıklar, kıtlık, yenilgi, iç savaş ve benzeri toplumsal felaketlerle onları cezalandırdık.
60. Ey İsrailoğulları! Hani Musa, çölde susuz kalan halkı için Allah'a dua edip su istemişti. Biz de ona, "Asanla şu kayaya vur!" demiştik. Dileseydik, Musa'nın kayaya vurmasına gerek kalmadan da onlara su verebilirdik. Fakat ilâhî hikmet uyarınca, bahşettiğim lütuf ve nimetlerin elde edilebilmesi için kullarımın da istekte bulunmasını ve bu yönde çaba göstermesini gerekli kıldık.
Musa asasıyla kayaya vurur vurmaz, derhâl oradan on iki pınar fışkırmış ve İsrailoğulları'nı meydana getiren on iki boydan her biri, diğerinin hakkına saldırmaksızın kendi su içeceği yeri kolayca öğrenmişti. Musa, "Kayaya vurmayla suyun ne alâkası var? Kupkuru kayadan böyle suyun çıktığı nerede görülmüş?" demedi. Rabb'ine tam bir güven ve bağlılıkla, hiç tereddüt etmeden emri yerine getirdi. Demek ki, bir toplum Allah'ın emir ve yasaklarına riayet ettiği takdirde Allah onları asla yalnız ve yardımsız bırakmayacak; gerektiğinde çöldeki kayadan sular çıkararak imkânsız zannedileni mümkün kılacak, olmazı olur yapacaktır.
İşte o vakitler ilâhî vahye itaat eden İsrailoğulları'na Allah şöyle buyurmuştu: "Allah'ın nimetlerinden yiyin için. Bu nimetlerin devamını istiyorsanız, sakın yeryüzünde bozgunculuk yapıp fitne ve kargaşa çıkarmayın!"
61. Eyİsrailoğulları! Hani siz, "Ey Musa!" demiştiniz, "Biz tek bir çeşit yemeğe artık dayanamayacağız. Her gün aynı yemeği yemekten bıkıp usandık. Artık o gökten gelen ilâhî nimetleri de istemiyoruz. Bizim için Rabb'ine dua et de, bize Mısır'da olduğu gibi toprakta yetişen yeşillik, kabak, sarımsak, mercimek, soğan gibi çeşitli yiyecekler çıkarsın. Böylece biraz da keyfimize göre lüks ve refah içerisinde yaşayalım!"
Bunun üzerine Musa dedi ki: "Siz bu üstün nimeti değersiz bir şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Allah yolunda özgürce mücadele edip cenneti kazanmak yerine, Mısır'da köleyken elde ettiğiniz o lüks, fakat onursuzca hayatı mı tercih edeceksiniz? Allah sizi burada eğiterek dünyanın önderleri yapmak istiyor; fakat siz arzu ve heveslerinizin tatmini peşinde koşuyor, yerleşik hayatın getireceği lüks ve sefahati bir müddet olsun terk etmeye yanaşmıyorsunuz. O hâlde, bir zamanlar kölelik hayatı yaşadığınız Mısır'a hor ve hakir bir hâlde geri dönün; istedikleriniz orada var. Öyle yerlerdezalim diktatörlerin egemenliği altında nisbî bir güvenliğe kavuşur, bol bol sebze meyve yersiniz; fakat yeniden zillet ve esaret altında ezilerek belanızı da bulursunuz!"
Böylece o isyankâr Yahudiler, Allah'ın gazabına uğrayarak aşağılık ve perişanlığa mahkûm edildiler. Musa döneminden birkaç kuşak sonra da çöküş sürecine girdiler. Devletleri yıkıldı, cemiyetleri dağılıp perişan hâle düştüler ve Fâtiha sûresinde ifade edildiği gibi, "gazaba uğrayan" bir toplum oldular.
Çünkü söz ve davranışlarıyla Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor, haksız yere Peygamberleri öldürüyorlardı. Kendilerini ilâhî hükümlere çağıran Peygamberlere ve onların izinden giden davetçilere hayat hakkı tanımıyor, onların toplumdaki saygınlık ve etkinliklerini yok etmeye çalışıyorlardı.
Bunun da sebebi, emrimize isyan etmeleri ve hak hukuk tanımayıp azgınlık ederek sınırı aşmalarıydı.
Bütün bu kötülüklerden korunup dünya ve âhirette kurtuluşa ermenin yolu şudur: