Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 70
154. Derken bu üzüntünün ardından Allah, içinizden ihlas ve samimiyet sahibi bir grubu dalga dalga sarıp kuşatan tatlı bir uyuklama, içinizi okşayan bir huzur ve güven duygusu indirdi. [45] Peygamber (as)'ın bildirdiği ilahi vaade kesin şekilde inanmış olan müminleri bürüyerek korku ve endişe dolu kalplere cesaret ve ümit duyguları bahşeden bu mucizevi uyku, müminlerin yeniden toparlanarak büyük bir yenilgiden kurtulmalarını sağlamıştı. [46]
İmanları henüz kökleşmemiş olan diğer bir grup ise, sırf kendi canlarının derdine düşmüşlerdi. Allah hakkında, İslâm öncesi Cahiliye Devri düşüncesine benzer yalan yanlış düşünceler besliyorlardı. "Muhammed hak Peygamber ise, neden kâfirler karşısında bozguna uğradık?" diyorlardı. Allah'ın müminlere yardım etmeyeceğini, bu davanın artık bittiğini düşünüyorlardı. İşte imanı kökleşmemiş, Allah'a itimatları perçinlenmemiş kimseler her zaman böyle kritik durumlarda sarsıntı geçirirler. Allah yolunda eziyetlere katlanamaz, azıcık bir zor karşısında hemen ümitsizliğe kapılıp davalarından dönüverirler.
Şimdi de kendilerinin sebep olduğu yenilgiden dolayı sızlanıp şikâyette bulunarak diyorlar ki:
"Bu işten bize bir pay var mı? Bu savaşta bize vaad edildiği gibi zafer veya ganimet elde edebildik mi? Bırakın zafer kazanmayı, kâfir Kureyş ordusunun elinden canımızı zor kurtardık. Ayrıca savaş ve barış gibi önemli işlerin kararlaştırılmasında bizim hiçbir yetkimiz yok ki. Yetki ve egemenlikte bizim de payımız olsaydı veya en azından savaş taktiği hususunda bizim sözümüz dinlenseydi bu hâllere düşer miydik?"
Ey Peygamber! Onlara de ki:
"Gerçek şu ki, işin tamamı Allah'a aittir. Sizin savaşınızı, barışınızı ve tüm hayat programınızı belirleme hak ve yetkisi sadece Allah'ın elindedir. Allah, Peygamber'ine indirdiği mesajlarla bu konulardaki hükmünü ve kararını size bildirmektedir. Zafer, üstünlük, kudret ve izzet tamamen ve yalnızca Allah'ın elindedir ve Allah bunları kendi yolunda mücadele eden kullarına vaad etmiştir. Fakat Allah'ın ve Elçisinin emirlerine isyan eden, mücadelenin gerektirdiği sabır ve karalılığı gösteremeyen toplumlar bu vaade asla nail olamazlar."
Aslında onlar, sana açıkça söyleyemedikleri kırgınlıklarını ve İslami idareden memnuniyetsizliklerini içlerinde gizliyorlar. Fakat sarf ettikleri bazı sözler onları ele veriyor:
Peygamber'in, ashabıyla yaptığı istişare neticesinde çoğunluğun görüşüne uyarak düşmanı Medine dışında karşılama kararının yanlış olduğunu iddia ederek diyorlar ki: "Bu işten bize bir pay olsaydı, burada böyle pisi pisine öldürülmezdik. Yani ülke yönetiminde bizim sözümüz geçseydi ve savaş stratejisini belirleme yetkisi bizim elimizde olsaydı, düşmanı açık alanda karşılamak yerine Medine'de şehir savunması yapardık. Böylece bu savaşta kaybettiğimiz dostlarımız, akraba ve yakınlarımız şimdi hayatta olurlardı!"
Ey Peygamber! Onlara de ki:
"Hayır, öyle değil! Bu savaşta çok kayıp vermenizin sebebi Medine'de savunma savaşını tercih etmemeniz değil, içinizden bazılarının Peygamber'in emir ve talimatlarına karşı gelmiş olmasıdır. Düşmanı açık alanda karşılamak yerine savunma savaşını tercih ederek evlerinizde kalmış olsaydınız bile, içinizdeki disiplinsiz askerlerin sorumsuzca davranışları yüzünden yine benzer bir belaya uğrayacaktınız ve içinizden öldürülmeleri takdir edilenler, o zaman da vurulup yatacakları yere çıkıp gideceklerdi. Peygamber'in kesin emrine rağmen mevzilerini terk edip ganimet toplamaya koşan ve böylece sizi düşman saldırısına açık halde bırakan sorumsuz askerler, şehir savunmasında da isyankârlık edecek ve yine çok sayıda kayıp vermenize sebep olacaklardı. Emirlere uymayan, başına buyruk davranan bir ordu nerede ve hangi taktikle savaşırsa savaşsın, başarısızlığa mahkûmdur. Şayet emirlere harfiyen uysaydınız, Bedir Savaşı'nda olduğu gibi burada da düşmanı ağır bir yenilgiye uğratacaktınız. Nitekim yukarıda 152. âyette ifade edildiği gibi, okçular yerlerini terk edinceye kadar düşman karşısında tam bir üstünlük elde etmiştiniz ve neredeyse savaşı kazanmak üzereydiniz. O halde, yenilgi ve başarısızlığa karşı almanız gereken en güzel tedbir, Allah'ın ve Elçisi'nin bütün emir ve yasaklarına harfiyen riayet etmektir."
"Peki, bunca sıkıntılara katlanmamızın hikmeti nedir?" diye soracak olursanız;
Allah, buraya kadar sayılan hikmet ve sebeplerinin yanı sıra, bir de göğsünüzdeki iman ve samimiyet derecesini ölçüp sınamak ve yüreğinizdeki korkaklık, bencillik, miskinlik gibi kötü duygu ve düşünceleri söküp atarak iç dünyanızı tertemiz yapmak için sizi böyle çetin imtihanlardan geçirmektedir.
Hiç kuşkusuz Allah, kalplerin içindeki gizli niyet ve düşünceleri bilendir. İnsanın iç dünyasına nüfuz edebilecek zaafları, psikolojik hastalıkları ve bunların tedavi yöntemlerini de elbette en iyi bilen O'dur.
155. İki ordunun Uhud'da karşı karşıya geldiği gün içinizden bozguna uğrayıp kaçanlara gelince: Şeytan onları, ancak kendi yaptıkları hata ve isyankârlıklarından dolayı böyle tökezletmişti. Yoksa onlar fırsat vermeselerdi, şeytan onları zorla günaha sürükleyemezdi. Savaşın başlangıcında sayılarının çokluğuna güvenerek düşmanı hafife alan ve ayrıca Peygamber'in emrine muhalefet eden bu insanlardaki ahlaki zaafiyet, şeytanın onlara korku, ümitsizlik, kararsızlık gibi vesveseler vermesine zemin hazırlamıştı.
Fakat bununla birlikte, Allah tövbelerini kabul etmiş ve onları kesin olarak affetmiştir. Gerçekten Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
Uhud tecrübesinden alınması gereken derslere gelince:
156. Ey iman edenler! Sakın ola ki, İslam'ı tebliğ etmek için yeryüzünde sefere çıkan veya Allah yolunda savaşa katılan ve bu yolda ölen yahut şehit olan kardeşleri ve yakınları hakkında, "Eğer sözümüzü dinleyip bizim yanımızda kalsalardı ne ölür ne de öldürülürlerdi!" diyen ikiyüzlü inkârcılar gibi olmayın! Uhud Savaşı öncesinde Peygamber'in ordusunu terk edip Medine'ye dönen, bununla da kalmayıp Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden müminleri akılsızlıkla suçlayan o münafıklar gibi davranmayın, onlara benzemeyin ve sözlerine asla itibar etmeyin.
Allah bunungibi kuruntu ve saplantıları, onların kalplerinde sürekli kanayıp duran bir pişmanlık yarası yapacaktır. Âhirete inanmayıp tamamen dünyaya bel bağladıkları için, ne zaman acı bir sürprizle karşılaşsalar büyük bir pişmanlık düşüncesi sürekli içlerini kemirecek, hiçbir zaman teselli bulamayacaklar. Dünyaya dalmış lüks bir hayat içinde yaşarken bile içleri kan ağlayacak, gerçek mutluluk ve huzuru asla tadamayacaklar. Ve Hesap Günü müminleri cennet nimetleri içinde, kendilerini de cehennem ateşinde gördükleri zaman, sonsuza dek sürecek bir acı ve pişmanlıkla kahrolacaklar. Çünkü onlar dünyada iken, ölümden korkarak Allah yolunda mücadeleden uzak durmuşlardı.
Oysa yaşatan da öldüren de Allah'tır. Hayat da ölüm de tamamıyla O'nun emir ve iznine bağlıdır. O hâlde, ölüm korkusu sizi O'nun yolunda mücadeleden alıkoymasın.
Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.
157. Eğer Allah yolunda şehit olur veya şehadeti arzulayarak ölürseniz, en büyük kazancı elde etmiş olursunuz. Zira Allah'ın bağışlaması ve rahmeti, cihadı terk edip mal mülk çoğaltma yarışına girenlerinbiriktirip yığdıkları her şeyden daha hayırlıdır!