Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 7
38. Böylece Âdem, Havvâ ve İblîs'e seslenerek şöyle dedik: "Hepiniz oradan yeryüzüne inin! Bundan böyle, peygamberler ve kitaplar göndererek size ve sizden sonraki nesillere doğru yolu göstereceğim. Artık benden size bir elçi, bir kitap, bir yol gösterici gelince, kimler benim gösterdiğim yolda yürüyerek hidâyetime tâbi olursa, onlara Hesap Günü'nde korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."
39. "İlâhî hidayetten yüz çevirerek hakikati inkâr eden ve insanlığın dünyada ve âhirette yegâne kurtuluş reçetesi olan âyetlerimizive yol gösterici mesajlarımızı yalanlayanlara gelince, onlar da ateş halkıdırlar ve orada ebedî kalacaklardır."
Âdem (as)'dan bu yana, bu mesajı insanlığa tebliğ eden birçok elçi ve kitap geldi. İlâhî davetin son temsilcisi olarak da, son Peygamber Muhammed (sav) ve Kur'ân-ı Kerîm gönderildi. Bu mesaj sadece Araplara değil, Allah'ın iradesine boyun eğdiğini öne süren İsrailoğulları başta olmak üzere, tüm insanlığa seslenmektedir:
Buraya kadar bütün insanlık hak dine davet edildikten sonra, ilâhî mesajdan yüz çevirmenin ne gibi sonuçlar doğurduğunu gösteren bir örnek olarak İsrailoğulları [21] kıssasını ele alınıyor. Âyetlerde hitap Yahudilere yönelik olmakla birlikte, müminler de aynı duruma düşmemeleri için dolaylı olarak uyarılmaktadır:
40. Ey İsrailoğulları! Size bahşettiğim peygamberlik, kitap, ilim, liderlik, ilâhî yardım gibi nimetlerimi ve emirlerime itaat ettiğiniz sürece, sizi nasıl bütün insanlığa üstün kıldığımı hatırlayın.
Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım. Size vadettiğim zafer ve başarıyı elde etmek ve âhirette ebedî saadete nail olmak istiyorsanız, Son Peygamber de dâhil olmak üzere, gönderdiğim tüm elçilere ve kitaplara iman edin. Ve başkasından değil, yalnızca benden korkun! Bu dünyanın gelip geçici çıkar endişeleri sizi inkâra ve zulme sürüklemesin. Sizi hak dine inanmaktan alıkoymak isteyenlerin tehditlerine de aldırmayın. Asıl benim azabıma uğramaktan ve benim sevgimi kaybetmekten korkun.
41. Yanınızda bulunan Tevrat'ın tahrif edilmemiş kısımlarını onaylayıcı olarak indirdiğimiz bu son vahye iman edin; onu inkâr edenlerin ilki ve öncüleri siz olmayın! [22] Elinizdeki Tevrat'ı size gönderen Allah, şimdi de Kur'ân-ı Kerîm'i göndermiştir. Kur'ân'ı inkâr ettiğiniz takdirde, Tevrat'a iman iddianızın hiçbir anlamı kalmayacak ve sizden etkilenerek inkâra sürüklenecek toplumların vebâli de sizin omuzlarınızda olacaktır.
Benim âyetlerimi ve bu âyetlerin içerdiği hükümleri servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değişmeyin ve başkasından değil, sadece benden sakının! İnsanların övgü ve kınamalarını değil, benim rıza ve hoşnutluğumu dikkate alın.
42. Hakkı bâtıl ile bulandırmayın ve bile bile gerçeği gizlemeyin! Bâtıl yorum ve iddialarınızı Tevrat'a karıştırarak hakikati çarpıtmayın! Ahmed adındaki Son Peygamber'in geleceğini müjdeleyen (Saff Sûresi, 61/6) Tevrat âyetlerini ve kitapta yer alan diğer gerçekleri gizlemeyin.
43. Namazı kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle birlikte rükû edin! Siz de Müslümanlar gibi beş vakit namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'ın hükmüne boyun eğen müminlerle birlikte, Kur'ân'ın ve Son Elçi'nin emirlerine boyun eğin! Unutmayın ki, bedenî ibadetlerin sembolü olan namaz ve mâlî ibadetlerin sembolü olan zekât, bütün peygamberlere ve ümmetlerine emredilen evrensel ibadetlerdendir.
Yahudi din bilginleri, halka kutsal kitaba inanıp onunla amel etmelerini ve Allah'ın rızasına uygun şekilde yaşamalarını öğütlüyor, fakat kendileri tam aksi davranışlar sergiliyorlardı. Ayrıca İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Medine'deki Yahudi bilginlerinden bazıları, kendilerine gizlice gelip "Muhammed hakkında ne dersin?" diye soranlara, "Doğrudur, haktır." diyerek Peygamber'e uymalarını tavsiye ediyor fakat kendileri, emirleri altında bulunanlardan gelecek hediye ve vergilerden mahrum kalma endişesiyle Müslüman olmaya yanaşmıyorlardı.
İşte bu Yahudi bilginlerini çelişkili tutumları ve samimiyetsizlikleri sebebiyle eleştirmek ve aynı zamanda Müslümanları, özellikle ümmetin önderleri konumunda bulunan âlimleri ve yöneticileri böyle bir duruma düşmemeleri konusunda uyarmak üzere aşağıdaki âyet nazil oldu:
44. Ey Yahudi din adamları! Siz insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Oysa kitabı okuyorsunuz, hiç akletmez misiniz?
Siz başkalarına güzel şeyleri öğütlerken, kendinizi neden ihmal ediyorsunuz? Sırrınızı ifşa etmeyeceğine güvendiğiniz kimselere gizlice Müslüman olmalarını tavsiye ederken, neden kendiniz hak dinden yüz çeviriyorsunuz? Oysa içerisinde birtakım tahrifatlar olsa bile, bütün peygamberlere imanı emreden; dürüst, tutarlı ve ahlâklı olmayı öğütleyen Tevrat'ı okuyup duruyorsunuz. Siz hiç aklınızı kullanmaz, yaptığınız işin neticesini düşünmez misiniz? [23]
45. Sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin. Doğrusu bu, Allah'a saygıyla bağlananlardan başkasına ağır gelir. Ey Yahudiler! Son kitaba iman etmenizi engellemeye çalışan şer güçlere boyun eğmeyin! Onlara karşı sabırla göğüs gerip direnin ve namazla, duayla Rabb'inizden yardım dileyin. Eğer dürüstlük ve samimiyetten ayrılmaz, zorluklar karşısında yılmayıp direnirseniz, Allah size elbette yardım edecektir. Gerçi bu ağır ve zor bir görevdir, ama Allah'a saygıyla bağlananlar için; binlerce yıllık geleneklerin ürettiği toplumsal baskıları, çıkar kaygılarını ve önyargıları aşıp hak dine iman etmek hiç de zor değildir.
46. O saygılı kimseler ki, bir gün mutlaka Rablerine kavuşacaklarını, eninde sonunda O'na döneceklerini bilirler. Allah'a saygıyla bağlanan insanlar, hangi ırktan ve hangi dinden olurlarsa olsunlar, bir gün mutlaka Allah'ın huzuruna çıkacaklarını ve bu dünyada yapıp ettikleri her şeyin hesabını vereceklerini bilirler. Bu bilinç, onları hakkı kabul etmeye ve doğru davranışlar göstermeye sevk eder.
47. Ey İsrailoğulları! Size bahşettiğim nimetlerimi ve ilâhî yasalara itaat ettiğiniz sürece sizi âlemlere, yanikendi döneminizdeki toplumlaranasıl üstün kıldığımı hatırlayın. Size daha önceki peygamberler döneminde bahşettiğim nimetlerimi hatırlayın. O vakitler elçilerime iman ve itaat ettiğiniz sürece, sizi insanlığın önderleri ve efendileri kılmıştım. Bugün de bu nimete nail olmak ve müminlere vaad ettiğim zafer ve başarıyı elde edip âhirette ebedî saadeti kazanmak istiyorsanız, gönderdiğim Son Elçi'ye ve Kur'ân'a iman edin.
48. Ve öyle bir günden sakının ki; o gün hiç kimse başkası adına bedel ödeyemeyecek yahut başkasının cezasını çekmeyecek, hiç kimsenin cezayı hak eden kişinin kurtuluşu için iltimas, aracılık ve şefaat etmesine izin verilmeyecek, hiç kimseden kurtuluş fidyesi kabul edilmeyecek ve ilâhî yardımı hak etmeyen hiç kimseye yardım edilmeyecektir.
Ey Yahudiler! Mahşer günü gelip çattığı zaman, mensubu olmakla övündüğünüz ırkınız, meşrebiniz, toplumuz, cemaatiniz size fayda vermeyecek, ilâhî adalet karşısında hiçbir kişi veya toplum özel ve ayrıcalıklı muamele görmeyecektir. Bugün ilâhî mesajdan yüz çevirdiğiniz takdirde, "Peygamber torunları" veya "Şanlı bir tarihin evlatları" olmanız sizi azaptan kurtaramayacaktır. Mahşer günü kişiye ancak imanı ve salih amelleri fayda verecektir. Sözde aracıların, şefaatçilerin hiç kimseye faydası dokunmayacaktır.
Şefaat, yetkili kimse nezdinde aracılık ederek bir kimsenin bağışlanmasına veya bir nimete kavuşmasına vesile olmak demektir. Dinî bir terim olarak ise, günahkâr bir kimsenin, Allah katında mertebesi yüksek olan bir zatın Allah'a dua etmesi sonucunda affedilmesi anlamına gelmektedir. Kur'ân, ancak Allah'ın dilediği kimselerin (Yûnus, 10/3; Tâhâ, 20/109; Sebe, 34/23; Necm, 53/26) yine ancak O'nun tayin ettiği kimselere (Enbiyâ, 21/28) şefaat edebileceğini bildirmiştir. Yani kimlerin şefaate lâyık olduğunu ve bu kimselere kimlerin şefaat edeceğini Allah belirlemektedir. Buna göre, şefaat yetkisi verilecek olanlar, diledikleri kişilere değil, ancak şefaati hak ettiği bildirilen kişilere şefaat edeceklerdir. Demek ki asıl ikram şefaat edilene değil, şefaat edene yapılmaktadır. Yani Allah, rızasını kazanmış olan bir kulunu onurlandırmak için, affa layık gördüğü günahkâr bir kulunu azaptan kurtarması için ona şefaat yetkisi vermektedir. Bunun benzeri dünyada da yaşanmaktadır. Örneğin Allah, herhangi bir şekilde hidâyeti hak eden bir kimseyi, razı olduğu bir kulu aracılığıyla hidâyete ulaştırır. Böylece hidâyeti hak eden bir kulunu inkârdan kurtarırken, aynı zamanda o kişinin hidâyetine vesile olan kimseye de ikramda bulunmuş olur.
Şu da unutulmamalıdır ki, şefaat yetkisi tamamen ve yalnızca Allah'ın elindedir (Zümer, 39/43) ve Allah'ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyecektir. Şu hâlde, şefaat kullardan değil Allah'tan istenmeli ve aracıları memnun etmek için değil, Allah'ın rızasını kazanmak için çaba gösterilmelidir.