Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 441
13. Ey Peygamber! Onlara, bir zamanlar Elçilerimizi gönderdiğimiz bir şehir halkını ibret verici örnek olarak anlat.
Bu olayın nerede, ne zaman yaşandığı ve kahramanlarının hangi isimleri taşıdığı hiç önemli değil. Önemli olan, içinde barındırdığı ve tüm insanlığa ışık tutacak ibret dolu mesajlardır. Bu örnek toplumda üç sınıf insan var: Elçiler, onlara karşı gelen inkârcılar ve elçilere destek olmak için bütün varlıklarını ortaya koyan fedakâr müminler. Bu kıssa size şunu anlatıyor: "Eğer içinde yaşadığınız toplumda sizden önce Allah'ın mesajı duyulmadı ise, hemen işe başlayın, artık Peygamberin göreviyle görevli bir elçisiniz. Birileri size engel olmaya çalışacak, fakat korkmayın, Allah mutlaka yardımını gönderecektir. Yok, eğer toplumda sizden önce Peygamberin görevini kendilerine görev bilenler vazifeyi omuzlamışlarsa, size düşen onların yardımına koşmak, davanın başarıya ulaşması için onlara cansiperane destek olmaktır. Dikkat edin, eğer karşı safta yer alır veya hak ile batılın mücadelesinde tarafsız kalırsanız, o zaman sonunuz kesinlikle hüsran ve helâk olacaktır!" İnsanlık tarihinin her devrinde tekrar tekrar yaşanacak olan kıssa şöyle başlıyor:
14. Biz o şehirde yaşayan insanlara iki Elçi göndermiştik. Fakat onlar ikisini de yalanladılar. Bunun üzerine, onları üçüncü bir Elçi ile destekledik. Böylece üçü birden, "Ey insanlar!" diye seslendiler, "Gerçekten biz, sizlere Allah tarafından gönderilmiş elçileriz! O'nun size yönelik emir ve talimatları var, onları size bildirmek için geldik!"
15. Buna karşılık şehir halkı, "İyi ama!" dediler, "Siz de bizim gibi yiyip içen sıradan birer insansınız. Melekler dururken Allah elçi olarak sizi mi gönderdi? Zaten Rahman bize vahiy namına hiçbir şey göndermiş değildir. Her şeyi yoktan var eden, sahip olduğumuz bütün nimetleri bize bahşeden yüce bir yaratıcının varlığına inanırız. Fakat O'nun kitap ve Elçi göndererek hayatımıza kurallar koyacağını kabul edemeyiz. O bizim yeme içmemizle, basit hayatımızla uğraşmaz. Bizleri tamamen serbest bırakmıştır, dilediğimizi yapar, dilediğimiz gibi yaşarız. Siz ancak yalan söylüyorsunuz."
16. Elçiler, "Sizin bu itirazlarınız bizi asla yılgınlığa, ümitsizliğe düşüremeyecektir. Çünkü bütün insanlık inkâr etse de, Rabb'imiz biliyor ki, biz gerçekten size hakkı tebliğ etmek için görevlendirilmiş elçileriz. O'nun gönderdiği inanç sistemine bir göz attığınız zaman, siz de bunu açıkça göreceksiniz!" dediler ve eklediler:
17. "Ama yine de siz bilirsiniz. Bize düşen, yalnızca açık ve net olarak tebliğ etmektir. İnkârınızdan dolayı başınıza geleceklerden sadece siz sorumlusunuz."
18. Gerçekten de o şehir halkı isyanlarından dolayı birtakım belalara, felâketlere maruz kaldılar. Bunun üzerine, iyice küstahlaşarak, "Yeter artık!" dediler, "Doğrusu biz, sizin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Ortaya attığınız iddialarla, insanları birbirine düşürüp fitne çıkardınız. Yoksulları, köleleri, zayıfları, efendilerine karşı kışkırtarak anarşi çıkardınız. Ayrıca, ilahlarımız aleyhinde ileri geri konuştuğunuz için başımıza musibetler, felâketler yağmaya başladı. Eğer bu işe bir son vermezseniz, her işimizde Allah'ın hayata karışıp durduğunu hatırlatmaya devam ederseniz, gözünüzün yaşına bakmadan sizi ölümüne taşa tutacağız ve hem sizi, hem de size inanacak olan herkesi en korkunç işkencelere mahkûm edeceğiz. Ya bunu böylece kabul eder, bizi sever, bizimle birlikte bizim gibi aynı hayatı yaşarsınız, ya da çeker gider, ülkemizi terk edersiniz!"
19. Buna karşı elçilerimiz şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Başınıza gelen kötülükler bizzat sizden kaynaklanıyor. Size güzelce öğüt verildi diye mi siyasi, ekonomik, toplumsal, ekolojik buhranlara, felaketlere uğradınız? Hayır, gerçekte siz, ilâhî buyrukları reddeden, hak hukuk tanımayan ve her türlü ahlâkî sınırı aşan azgın bir toplum olduğunuz için bunca felaketlere uğruyorsunuz."
20. Davetçilerle inkârcılar arasında bu mücadele sürüp giderken, şehrin ta öte ucundan bir yiğit adam, başına gelecek her şeyi göze alarak koşa koşa oraya geldi. Nefes nefese, "Ey halkım!" diyordu, "Gelin bu Elçilere uyun!"
21. "Sizden herhangi bir dünyevî karşılık beklemeyen ve insanın yaratılış özellikleriyle birebir örtüşen inanç sistemleri ve sahip oldukları tertemiz ahlâkları ile dosdoğru yolu izleyen bu insanlara uyun da, dünyada ve âhirette kurtuluşa erin!"
Demek ki, Allah'ın dinini tebliğ edenler bu elçilerin sahip olduğu özellikleri taşımalıdırlar. Davetçinin sözleri ve davranışları ilâhî ölçülere uygun olmalı, hem de bu iş karşılığında herhangi bir dünyalık beklememelidir. Tarih boyunca, bu özellikleri taşımayan hiçbir davetçi başarıya ulaşamamıştır.
Evet, Elçileri desteklemek üzere canını dişine takıp koşarak gelen adam, sözlerine devamla dedi ki:
22. "Dinleyin ey halkım! Beni yoktan var eden ve bana bunca nimetler bahşeden yüce Rabb'ime ne diye kulluk etmeyeyim ki? O'na kulluktan kaçınmaya ne hakkım var benim? Bundan daha büyük bir ahlaksızlık, daha büyük bir nankörlük olabilir mi? Unutmayın ki, hepiniz eninde sonunda O'na döndürülecek ve tüm yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz."
23. "Hiç olacak şey mi? Ben nasıl olur da, O'nun yanı sıra, hayatıma karışmaya yetkili başka ilâhlar edinirim? Peki, diyelim öyle yaptım, o zaman beni O'nun gazabından kim kurtaracak? Sonsuz Merhamet Sahibi Allah bana bir sıkıntı vermek istese, onların sözde şefaati bana hiçbir şekilde fayda vermeyeceği gibi, onlar beni cehennem azabından da kurtaramazlar."
24. "İşte o takdirde ben, göz göre göre kendimi ateşe atmış, apaçık bir dalalete dalmışım demektir!"
25. "O hâlde, ey beni şimdi duyan ve kıyamete kadar duyacak olanlar! Ben sadece benim değil, bütün insanların ve bu arada özellikle sizin gerçek Sahibiniz, Efendiniz ve Rabb'iniz olan Allah'a iman ettim, gelin dinleyin beni! Siz de hayat programınızı çizmeye tam yetkili, kulu kölesi olacağınız Allah'a inanın ve bu imanın güvencesi altında, dünya ve âhirette huzura, esenliğe ulaşın."
26. Bu sözleri duyunca çılgına dönen zalimler, o fedakâr insanı oracıkta şehit ettiler. Böylece ona, "Şehitler için hazırlanmış olan şu cennete gir!" denildi. Fakat o, hâlâ halkının içler acısı durumunu düşünüyordu: "Keşke!" dedi, "Beni kanlara bulayan halkım, şimdi ne durumda olduğumu bilseydi!"
27. "Rabb'imin, geçmişteki günahlarımı silip beni bağışladığını ve cennet bahçelerinden bir bahçe olan şu yüce makamda, beni muhteşem nimetlerle ödüllendirip seçkin kulları arasına katarak ikram edilenlerden kıldığını keşke görselerdi de, inadı bırakıp Elçilere iman etselerdi. Hayatımdan ibret almadılar, bari ölümümden ibret alsalardı!"
Peki, onu katleden zalimlerin sonu ne oldu dersiniz?