Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 360
3. Hâl böyleyken, Allah'ı yegâne yaratıcı olarak kabul eden o müşrikler, O'nun yanı sıra kulluk ve itaate layık gördükleri melekler, cinler, peygamberler, veliler, önderler ve bunları sembolize eden taştan tunçtan heykeller, putlar gibi birtakım düzmece ilâhlar edindiler. Oysa kendileri de çok iyi biliyor ki, tapınıp durdukları o varlıklar bir zerreyi bile yoktan var edemez, kesinlikle bir şey yaratamazlar. Bilakis diğer bütün varlıklar gibi onlar da yüce Allah tarafından yaratılmaktadırlar. O sözde ilâhlar öylesine aciz varlıklardır ki; bırakın o müşriklere fayda vermeyi, kendilerine bile herhangi bir zararı giderme veya fayda verme gücüne sahip değildirler. Ayrıca ne ölüme, ne hayata ve ne de yeniden dirilişe asla hükmedemezler. Allah'ın akıl ve idrak bahşederek yüceltmiş olduğu insan, böyle aciz ve zavallı varlıklara değil, her şeyi yoktan var eden, ölüme ve hayata hükmeden Allah'a kulluk etmeli, yalnızca O'ndan medet ummalı ve O'nun hükümlerine boyun eğmelidir.
KUR'ÂN MUHAMMED'İN SÖZÜ DEĞİLDİR
4. Eşya ve hadiseleri böylesine çarpık bir muhakeme ile değerlendiren inkârcılar, Kur'an âyetleri hakkında da, "Bunlar ancak Muhammed'in uydurduğu ve Allah'a nispet ettiği düzmece sözlerdir; başka birileri de ona bu hususta yardım etmiştir." dediler. Zira Muhammed (s)'in okuduğu bu muhteşem âyetlerin ona ait sözler olmadığını, olamayacağını çok iyi biliyorlardı. Geçmiş kavimler, peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, yaratılış ve ölüm ötesi hayat gibi konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler veren bir kitap beşer sözü olamazdı. Muhammed (s)'e bunları, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği ilim ve hikmet sahibi bir kudret öğretiyor olmalıydı. İşte tam bu noktada, "Evet; Kur'ân bir beşer sözü olamaz, o ancak Allah'ın kelamıdır!" demeleri gerekirken, kibir ve inada kapılarak ahmakça tevillere giriştiler. Kur'ân'ın Hristiyan bir köle yahut esrarengiz bir topluluk tarafından Peygamber'e öğretildiğini iddia ettiler. Böylece, bile bile gerçeği çarpıtarak hem kendilerine hem de Peygamber'e karşı apaçık bir haksızlık yapmış ve hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği çirkin bir iftira ortaya atmış oldular.
5. Ve insafsızca iftiraya devam ederek, "Bu Kur'an, önceki milletlerin dilden dile nakledilen masal ve efsanelerinden başka bir şey değildir. Muhammed okuma yazma bilmediği için onu başkalarına yazdırmış; bu hikâyeler, ezberlesin diye ona gece gündüz okunup duruyor!" dediler.
6. De ki: "Her bir âyeti birer mucize hükmünde olan bu Kur'an'ın bizzat kendisi şahittir ki, onu göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilen Allah göndermiştir. Samimi bir kalple Kur'an'ı incelediğiniz takdirde siz de bunu açıkça göreceksiniz. O halde, kibir ve inadı bırakın ve günahlarınızdan tövbe edip hakka yönelin. Unutmayın ki, Allah, hatasında ısrar etmeyip tövbe eden kullarına karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Kur'ân'a ve Peygamber'e karşı böyle küstahça iftirada bulunanların derhal helak edilmeyişi de, işte bu engin rahmet ve merhamet sayesindedir."
MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER ANLAYIŞI
7. Peygamberlerin gönderilmesindeki amaç ve hikmeti idrak edemeyen inkârcılar, "Bu ne biçim bir peygamber ki," dediler, "Ölümlü bir varlık gibi yiyip içiyor, sıradan insanlar gibi rızkını temin etmek için sokak ve çarşılarda gezip dolaşıyor! O gerçekten peygamber olsaydı, kendisine Allah tarafından bir melek gönderilmeli ve gözlerimizle görebileceğimiz bu melek, ona destek olup onunla birlikte insanları uyarmalı değil miydi?"
8. "Ya da ona gökten bir hazine indirilmeli yahut hiçbir emek harcamadan ürünlerini zahmetsizce devşirip yiyebileceği mucizevî bir bahçeye sahip olmalı değil miydi? Allah'ın Elçisi ve seçkin kulu olduğunu iddia eden birinin, böyle beşerî ihtiyaçlar içinde bulunması olacak şey midir?"
Hak ve hakikati insafsızca tersyüz ederek bizzat kendilerine haksızlık eden bu zalimler, önceki bütün iddialarını çürütecek bir başka iddia ortaya attılar ve Peygamber'in çağrısına gönül veren müminlere, "Siz ancak ilâhlarımızın lânetine uğrayıp büyülenmiş ve bu yüzden aklını yitirmiş bir adamın peşine takılmışsınız!" dediler. Peygamber'e büyülenmiş diyen bu inkârcılar; büyülenmiş bir akıldan Kur'ân gibi emsalsiz bir mucizenin nasıl çıktığını izah edemediler.
9. Ey Peygamber! Allah aşkına hele bir bak; o zalimler gerçeği çarpıtmak için senin hakkında kimi zaman büyücü, kimi zaman büyülenmiş, bazen zeki bir düzenbaz, bazen deli, bazen da şair diyerek nasıl saçma, tutarsız ve anlamsız örnekler getirdiler de, sağlıklı muhakeme yeteneklerini büsbütün kaybederek doğru yoldan saptılar. Bu tavırlarından vazgeçmedikleri sürece de, bir daha asla doğru yola gelemezler.
Demek o kâfirler, gökten indirilen bir hazineye ve mucizevî bir bahçeye sahip olmadığın için sana iman etmiyorlar, öyle mi?
10. Her türlü nimet, lütuf ve bereketin sahibi ve yaratıcısı olan o yüceler yücesi Allah, dilerse sana bu dünyada, inkârcıların sözünü ettiği o hazineden ve bir tek bahçeden çok daha iyisini; ağaçlarının altından ırmaklar akan eşi görülmemiş güzellikte bağlar, bahçeler ve her tarafı altın, gümüş, elmas gibi mücevheratla süslenmiş muhteşem köşkler, saraylar verebilir. Bütün bunları yapmaya Allah'ın elbette gücü yeter. Ancak o, bu dünyanın imtihan yurdu olmasını takdir etmiş ve bu nimetleri, çok daha fazlasıyla âhirette müminlere vereceğini vaad etmiştir.
Kâfirlerin bunca itirazlarının arkasında yatan gerçek sebep şudur:
"YETİŞ EY ÖLÜM, KURTAR BİZİ!"
11. Aslında onlar, kendilerine herhangi bir ahlaki ve insani sınırlama getirmeyen, istedikleri her türlü zulüm, günah ve haksızlığı rahatça yapabilecekleri sorumsuzca bir hayat yaşamak istedikleri için, diriliş ve hesaba çekilme saati olan kıyameti inkâr ediyorlar. Oysa biz, kıyamet saatini ve o saatte gerçekleşecek olan ilahi adaleti inkâr edenlere, alev alev yanan çılgın bir ateş hazırlamışızdır. Öyle ki: