Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 279
103. Ey şanlı Elçi! Biz onların, "Ona bu Kur'an'ı olsa olsa Tevrat ve İncil hakkında bilgisi olan bir insan öğretiyordur. Çünkü Muhammed'in, böylesine harikulâde bir eser meydana getirmesi ve geçmiş kavimler, Peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, evrenin ve insanın yaratılışı ve benzeri konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler vermesi aklen imkânsızdır. Öyleyse ona bu kitabı, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği bir kişi öğretiyor. Bu da olsa olsa, vaktiyle Yahudi ve Hristiyanlardan bir şeyler öğrenmiş olan kölelerimizden biridir. Nitekim Muhammed'in zaman zaman bu kölelerle konuştuğunu görüyoruz." dediklerini elbette biliyoruz.
Oysa Kur'an'ın meydan okuması karşısında düştükleri acziyeti itiraf eden bu adamlar, onun beşer üstü bir kaynaktan geldiğini pekâlâ bilirler. Kaldı ki, onların Kur'an'ı Muhammed'e öğrettiğini iddia ettikleri adamın dili yabancı olduğu ve bu kişi doğru dürüst Arapça konuşamadığı hâlde, bu Kur'an bütün Arap edebiyatçılarını acze düşüren pürüzsüz, dupduru Arapça dili ile gönderilmiş eşsiz bir mucizedir. Üstelik Kur'an, Yahudilerin seçkin ve ayrıcalıklı bir millet olduğu, Âdem'in işlediği günah yüzünden bütün insanların günahkâr olarak doğduğu, İsa Peygamberin çarmıha gerilerek insanlığın günahına kefaret olduğu, onun Allah'ın —hâşâ— oğlu olduğu gibi birçok konuda Yahudi ve Hristiyanların iddialarını reddediyor ve bunların aslını esasını tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Bu durumda, kibir ve inatla hakikati reddeden zalimlerden başka kim, bu kitabın üç beş kelimeden fazla Arapça bilmeyen yabancı bir köle tarafından yazdırıldığını iddia edebilir?
104. Allah, ayetlerine iman etmemekte direten bu zalimleri doğru yola iletmeyecektir. İşte onların hakkı can yakıcı bir azaptır! Çünkü onlar, daha önce kendisini "güvenilir adam (el-emin)" unvanıyla çağırdıkları, kendisine duydukları kin ve nefrete rağmen değerli eşyalarını emanet ettikleri dürüstlük timsali bir Peygamberi —sırf Kur'an'ı reddetmek için— yalancılıkla suçladılar. Oysa yalan söylemek, inanan bir kimsenin yapacağı bir iş değildir.
105. Yalanı, iftirayı ve düzmece iddiaları, ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, işte asıl yalancılar onlardır. Peki, baskı ve işkence altında bulunan bir Müslüman, kendisini bundan kurtarmak için yalan söyleyebilir mi? Böyle bir durumda, Ammar bin Yâsir'in yaptığı gibi dininden döndüğünü söylese, gerçekten kâfir olur mu?
İnkârcılar, Ammar ile ana-babasını zorla dinlerinden döndürmek istediler. Onlar buna direnince, önce annesi Sümeyye'yi, ardından babası Yâsir'i şehit ettiler. Fakat işkencelere daha fazla dayanamayan Ammar, onların duymak istediği sözleri söyleyerek ölümden kurtuldu ve büyük bir üzüntü içinde Peygamber'in yanına geldi. Bunun üzerine, aşağıdaki ayetler nazil oldu:
106. Her kim iman ettikten ve İslâm'ın güzelliklerini bizzat yaşadıktan sonra yeniden küfre dönerek Allah'ın dinini inkâr edecek olursa, —tabii ki bundan maksat, kalbi imanla dopdolu olduğu hâlde, baskı altında inkâr etmiş görünenler değil, tam tersine, imanın coşkusunu tatmış olmasına rağmen gönlünü yeniden inkâra açıp da İslâm'a aykırı herhangi bir inanç veya ideolojiyi bilerek ve isteyerek onaylayan kimselerdir— işte Allah'ın kahredici gazabı onların üzerindedir ve onlar için korkunç bir azap vardır.
Demek ki, baskı altında bulunan bir Müslüman, öldürülme veya bir uzvunun kesilmesi gibi hayati bir tehlikeyle yüz yüze geldiğinde —her ne kadar şehadeti göze alıp direnmesi daha faziletli ise de— kendisini kurtarmak için diliyle inkâr edebilir. Ancak şu da var ki, Peygamberlerin ve onların temsilcisi konumundaki İslâm âlimlerinin, her ne sebeple olursa olsun İslâm'ı inkâr anlamına gelebilecek beyanatta bulunmaları caiz değildir. Çünkü halk, İslâm'ın hükümlerini onlardan öğrenir. Dolayısıyla âlimlerin sözleri bir anlamda hüccet olduğundan ve yalnızca kendilerini değil, onlara itaat etmekle yükümlü olan bütün Müslümanları bağladığından, onların dini hükümler konusunda yalan söylemeleri kesinlikle doğru değildir.
Öte yandan, eğer bir Müslüman maaşının kesilmesi, makamının elinden alınması, eğitim hakkından mahrum bırakılması gibi daha aşağı derecede bir baskı ile karşılaşırsa, yalnızca diliyle bile olsa inkâr edemez, ederse —her ne kadar kâfir olmasa da— günaha girmiş olur. Ancak daha da ileri gidip "gönlünü inkâra açarak" kâfirliği benimsediği takdirde, dinden çıkarak Allah'ın gazabına müstahak olur. Peki, bir insan niçin inkâra yönelir?
107. Çünkü onlar, basit çıkarlar peşinde koşarak bu dünya hayatını âhirete tercih ettiler. Allah ise, hakikati bile bile inkâr eden bir toplumu asla doğru yola iletmez.
108. İşte onlar, Allah tarafından konulan yasalar gereğince, kalpleri, kulakları ve gözleri mühürlemiş olan kimselerdir. Başlarına gelecekleri hiç düşünmeden gaflet ve cehalet içinde yüzenler işte onlardır.
109. Hiç kuşkunuz olmasın ki, âhirette tümüyle kaybedecek olanlar da yalnızca onlardır!
110. Ve ayrıca şunu da bil ki, senin Rabb'in, gerek uğradıkları baskı ve işkenceler, gerekse dünya malına aşırı tutkuları yüzünden dinlerini terk ederek fitneye kapıldıktan sonra yeniden kendisini toparlayan, bu hâle düşmelerine sebep olan ülkeyi, ortamı veya arkadaş çevresini terk edip, Müslümanca yaşayabilecekleri bir yere hicret eden, ardından da zulüm ve haksızlıkların yeryüzünden kaldırılması için Allah yolunda cihada katılan ve bu uğurda karşılaşacağı zorluklara göğüs gererek sabreden o tövbekâr müminlere karşı, evet, yaşadıkları bunca acı tecrübelere, düştükleri nahoş durumlara rağmen, elbette senin Rabb'in onlara karşı bağışlayıcı, merhametlidir. Hem bu dünyada, hem de mahşer gününde: