Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 18
113. Yahudiler, "Hristiyanlar bir esas üzere değildirler. Onların iddia ettiği dini hiçbir temel dayanakları yoktur!" dediler.
Buna karşılık, onlara kızan bazı Hristiyanlar da, "Yahudiler bir esas üzere değildirler. Asıl onların hiçbir temel dayanakları yoktur!" dediler. Üstelik onlar, Yahudiliğin ve Hristiyanlığın iki ayrı din olamayacağını, her ikisinin de aynı kaynağa dayandığını anlatan Tevrat adındaki kitabı okuyorlar. Yahudilerin ve Hristiyanların kutsal kitap kabul ettikleri Tevrat, her iki grubun da bu iddialarının hakikate aykırı olduğuna şahittir. Zira birçok tahrifat, çarpıtma ve hatta şirk unsuru ile iç içe geçmiş olmasına rağmen, her iki inanç sistemi de aslen vahiy kaynaklıdır ve içerisinde, Müslümanların da kabul edeceği doğru hükümler bulunmaktadır.
İlâhî vahiy ve peygamberlik hakkında bilgi sahibi olmayan müşrik Araplar da onların dediklerine benzer sözler söylediler. Vahiy bilgisinden yoksun olan müşrik Araplar ve Budizm, Hinduizm, Şintoizm, Konfüçyüsçülük, Taoizm gibi yeryüzündeki diğer dinlere mensup olanlar da Yahudi ve Hristiyanların bu iddialarına benzer iddialarda bulunmuşlardı. Onlar da hiçbir kanıta dayanmadan, kendilerinin mensup olduğu din dışındaki dinlerin temelden bâtıl olduğunu ve hiçbir asla dayanmadığını söylüyorlardı.
İşte Müslümanlar böyle olmamalı, öbür dinleri kökünden inkâr etmemelidirler. Bâtıl dinlerde dahi hak unsurların bulunabileceğini hesaba katmalı, bu hak unsurları kabul ve tasdik etmekten asla çekinmemelidirler. Söylediklerini akıl süzgecinden geçirerek söylemeli ve iddialarını daima aklî ve naklî delillere dayandırmalı, belgelerle isbat etmelidirler.
Şunu da unutmamalıdırlar ki, en açık ve ikna edici deliller karşısında bile inatla direten, bâtıl önyargıların ve asılsız iddiaların peşinden körü körüne sürüklenen, fakat buna rağmen kendi tuttuğu yolun hak, diğerlerinin bâtıl ve cehennemlik olduğunu iddia eden gruplar, cemaatler ve din mensupları her zaman olacaktır.
Fakat hak ehli ile bâtıl ehli arasındaki anlaşmazlıklar ebediyete kadar sürüp gidecek değildir. Mahşer Günü Allah, anlaşmazlığa düştükleri her hususta aralarında hükmünü verecektir. O gün, bu dünyada yalan ve şarlatanlıkla, baskı ve zorbalıkla ve daha akla hayale gelmez yollarla ortaya koydukları ve artık kesinlik kazanmış, hiç bozulmaz zannedilen haksız hükümleri Allah iptal edecek ve bütün bu anlaşmazlıkları nihaî hükme bağlayacaktır. Onun için müminler, inandıkları hak yolda sabır ve kararlılıkla yürümeye devam etmeli, fakat hak dini kabul etme hususunda hiç kimseyi zorlamamalı, şiddet ve baskı uygulamamalıdırlar. Başkalarının hakkına tecavüz etmedikleri sürece, her insanın kendi inanç ve kanaatini özgürce ifade etme ve ibadetlerini ifa etme hakkına saygı duymalıdırlar.
İnanç özgürlüğünün en önemli göstergelerinden biri, insanların Allah'a kulluk ettikleri ibadet yerleridir:
Miladi 70 yılında Romalılar, Hristiyanlarla birlikte Kudüs'e saldırarak Yahudileri kılıçtan geçirmişlerdi. Ayrıca Hz. Süleyman tarafından inşa edilen Beyt-i Makdis'i (Mescid-i Aksâ) tahrip etmiş, içine hayvan leşi atmışlardı. Aşağıdaki âyetler bu tarihi olaya atıfta bulunarak, ibadet yerlerinin böyle günahkâr kimselerin elinde değil, Allah'tan korkanların yönetimi altında olması gerektiğini bildirmektedir:
114. Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve içki, kumar, fuhuş gibi türlü ahlâksızlıkları yaygınlaştırarak camiye giden yolları tıkayan, böylece mescitlerin toplumsal etkinlikten yoksun, cemaatsiz ve işlevsiz kalmasına sebep olarak buraların harap olması için çaba harcayan kimselerden daha zalim kim olabilir? Mescitleri harap eden bu zalimler, müminleri kandırmak için zaman zaman mescitlere gidip orada boy gösteriyorlar.
Oysa onların bu mescitlere, ancak müminlerin egemenliği altında ve korku içerisinde girmeleri gerekir. İbadet yerlerinde fesat çıkaran, mescitlerde Allah'ın adının anılmasını yasaklayan ve insanları ibadetten alıkoyan zalimler, yıkmaya çalıştıkları o mescitlere yanaşamamalı, el sürememeli, şayet girerlerse can korkusuyla titreye titreye girebilmelidirler.
Onlara bu dünyada zillet ve perişanlık vardır; âhirette ise onların hakkı çetin bir azaptır.
Beyt-i Makdis'i tahrip eden Romalılar hakkında nazil olan bu âyet, ibadet yerlerini tahrip eden, insanların özgürce ibadet etmesine engel olan bütün şer güçleri kapsamaktadır. Bu bakımdan, Peygamber (sav)'i ve Ashabı'nı Kâbe'yi ziyaretten alıkoyan Arap müşrikleri ve kıble değişikliğini hazmedemeyip Müslümanları Kâbe'ye yönelmekten engellemeye çalışan Hicaz Yahudileri de bu âyetin kapsamına girer. Ayrıca, İslam beldelerini talan edip mescitleri yakıp yıkan Haçlı Orduları ve bugün Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de ve dünyanın daha pek çok yerinde Müslümanları katleden, mescitleri tahrip eden kâfirler de bu âyetin kapsamı dâhilindedir.
Kâfirler mescitleri yakıp yıksalar da, o mescitlerden alıkonulan ve Allah'a cidden ibadet etmek isteyen müminler asla ümitsizliğe kapılmamalı, gerçekte hiçbir engelin Müslüman'ı namazdan alıkoyamayacağını, çünkü yeryüzünün tümüyle mescit olduğunu unutmamalıdırlar:
115. Doğu da Allah'ındır, batı da. Sadece mescitler değil, doğusu ve batısı ile yeryüzü bütün yönleri ve istikametleriyle Allah'ındır. Bu bakımdan, Müslüman için yeryüzü bütünüyle mescittir. İbadete elverişli her yerde ve her durumda namazını kılabilir. Şu hâlde, namazda hangi tarafa yönelirseniz yönelin, Allah'ın yüzü, yani hoşnutluğu ve sevgisi oradadır. Kıble yönünü tespit edemediğiniz durumlarda, tahminî bir yöne yönelerek namazınızı kılabilirsiniz. Hiç kuşku yok ki, Allah'ınkudret ve şefkati sınırsızdır, O her şeyi bilendir. Kullarının kendisini nerede, ne zaman ve hangi niyetle zikrettiğini çok iyi bilir.
116. İnkârcılardan bazıları, "Allah çocuk edinmiştir." dediler. "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyen Arap müşrikleri, "Hürmüz ve Ehrimen Allah'ın oğullarıdır." diyen Mecusiler ve özellikle de "İsa Mesih, Allah'ın oğludur." diyen Hıristiyanlar, Allah'a çocuk isnat ederek derin bir sapıklığa düşmüşlerdir. Çocuk edinmek eksiklikten, acizlikten kaynaklanır. Zaten bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, âciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Oysa O, her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır, yücedir. Öyle ki, göklerde ve yerde var olan her şey O'nundur ve hepsi O'na boyun eğmektedir.
117. O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Bütün mevcudatı yoktan var eden O'dur. Bir şeyi yaratmak isteyince, mesela bir çocuğun babasız doğmasını takdir edince, ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir. İşte İsa Peygamber de böyle babasız yaratılmıştır. Nitekim Allah ilk insanı da babasız ve annesiz yaratmıştı.
118. Müşrikler arasından, ilâhî hikmet ve imtihan gerçeğini kavrayamamış bazı cahiller, "Allah mademki inanmamızı istiyor, öyleyse peygamber ve kitap göndereceğine bizimle bizzat kendisi konuşsa veya bize hiçbir şekilde itiraz edemeyeceğimiz bir mucize gönderse ya! Neden her birimize tek tek vahiy göndermiyor da, emir ve yasaklarını elçileri aracılığıyla bize iletiyor?" dediler.
Kendilerinden önceki çağlarda yaşamış kâfirler de tıpkı onların dediklerine benzer sözler söylemişlerdi. Kalpleri inkâr ve inatçılıkta ne kadar da birbirine benzemiş!
Aslında biz, yersiz önyargılardan ve bencillik, haset, kibir gibi saplantılardan arınarak içtenlikle inanmak isteyenler için, onlara fazlasıyla yetecek mucizeleri açıkça ortaya koymuşuzdur. Evet, aklını kullananlar için tüm evren, yüce Yaratıcı'nın ilim, kudret ve merhametini gözler önüne seren sayısız mucizelerle doludur. Bunların da ötesinde:
119. Ey Muhammed! Gerçekten biz seni, iman edenleri cennet ile müjdeleyen ve inkârcıları cehennem ile uyaran hak Peygamber olarak gönderdik. Tüm uyarılara rağmen haktan yüz çevirecek olurlarsa, üzülme. Çünkü sen, kendi arzu ve iradesiyle cehennemlik olanlardan sorumlu değilsin. Öyleyse, kâfirleri ‘kazanma' uğruna bile olsa onlara yaranmaya çalışmamalısın. Unutma ki: