Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 177
1. Ey Peygamber! Müminler sana, düşmanla savaşarak ele geçirdikleri silah, mal ve erzak gibi ganimetlerin kime ait olduğunu soruyorlar. Üstelik bu konuda yersiz ve kırıcı tartışmalara girişiyorlar. Bazıları, İslâm öncesi uygulamada olduğu gibi savaşta ele geçirdikleri ganimetlerin kendilerine ait olduğunu ileri sürüyorlar. Diğerleri ise, kaçmaya başlayan düşmanı takip ettikleri ve Allah'ın Elçisini korudukları için ganimet toplamaya fırsat bulamadıklarını, bu yüzden alınan ganimetlerde kendilerinin de pay sahibi olduğunu —haklı olarak— iddia ediyorlar.
De ki: "Her konuda olduğu gibi, ganimetler hakkında da hüküm verme yetkisi Allah'a ve O'nun hükümlerini size ileten bir elçi olarak Peygambere aittir. Yani ganimet onu ele geçiren savaşçıya değil, kamuya ait bir maldır ve kimler arasında hangi oranda paylaştırılacağı 41. ayette bildirilecektir.
O hâlde, Allah'tan gelen ilkeleri çiğnememe konusunda son derece dikkatli ve duyarlı olun. Dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının. Aranızdaki ilişkileri iyileştirip geliştirmeye çalışın!
Ve gerçekten inanan kimseler iseniz, Allah'a ve Elçisine kayıtsız şartsız itaat edin!
2. Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah'ın adı anıldığı zaman yürekleri korku ve heyecanla ürperir. Kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğu zaman, bu onların inancını pekiştirerek artırır ve onlar, yalnızca Rab'lerine dayanıp güvenirler.
3. Onlar ki, Müslümanlığın vazgeçilmez şartı olan namazı —ona gereken dikkat ve özeni göstererek, dosdoğru ve aksatmadan— kılarlar ve kendilerine bağışladığımız nimetlerden bir kısmını toplum yararına fedakârca paylaşarak Allah için yoksullara harcarlar.
4. İşte gerçek anlamda inanmış olanlar bunlardır. Onlara Rableri katından yüksek dereceler, bağışlanma ve pek kıymetli nimetler vardır. Bu muhteşem nimetlerin yanında dünya malının, savaş ganimetlerinin sözü mü olur? Öyleyse ganimet elde etmek için değil, Allah'ın rızasını kazanmak ve böylece sonsuz âhiret nimetlerini elde etmek için çaba harcamalısınız. İşte o zaman hiç kuşkunuz olmasın ki, nihaî zafer kesinlikle inananların olacaktır! İşte buna çarpıcı bir örnek, Bedir Savaşı:
Hicretin ikinci yılında (miladi 624) Mekke müşrikleri Medine'de oluşan İslâm toplumunu imha etmek amacıyla kapsamlı bir saldırıya karar verdiler. Bunun için de, tüm gelirini bu savaş için harcamak üzere ortaklaşa hazırladıkları büyük bir ticaret kervanını Ebû Süfyan komutasında Suriye'ye gönderdiler. Kervan, dönüş yolculuğunda Medine yakınlarından geçecekti. Bunu haber alan Peygamber (s), kervanı ele geçirmek üzere 313 kişilik küçük bir askerî birlikle harekete geçti. Çünkü bu kervan, yurtlarından sürülen Müslümanların geride bıraktıkları tüm mal varlığına el koyan müşriklere aitti. Bu arada, Ebû Süfyan'ın acil yardım çağrısını alan bin kişilik tam teçhizatlı Kureyş ordusu, kervanı kurtarmak amacıyla Mekke'den yola çıktı. Bunun üzerine Rasul-ü Ekrem, Allah'tan aldığı emir uyarınca kervanı ele geçirmekten vazgeçip bu güçlü orduyla savaşmak üzere Bedir vadisine doğru yöneldi. Aslında Müslümanlar, böyle bir savaş için hazırlıklı değillerdi. Bu yüzden, kendilerinin en az üç katı olan tam teçhizatlı bir orduyla savaşa girmekten çekindiler. Fakat ashabın önde gelenleri, Allah'a ve Elçisi'ne sonsuz güven duyduklarını ve ölünceye kadar Peygamber'in izinden ayrılmayacaklarını söyleyerek tüm tereddütleri bertaraf ettiler. Böylece iki ordu Bedir'de karşı karşıya geldi ve Müslümanlar Allah'ın yardımıyla Kureyş ordusunu tamamen bozguna uğratarak büyük bir zafer kazandılar. Müşriklerden yetmiş tanesi öldürüldü, bir o kadarı da esir alındı.
Bedir Savaşı öncesinde de, tıpkı ganimetler konusunda olduğu gibi yersiz itirazlar ve tartışmalar yaşanmıştı:
5. Evet, Allah müminlere vaad ettiği dünya ve âhiret nimetlerini elbette verecektir. Nitekim Bedir Savaşı öncesinde Rabb'in, seni hak uğrunda savaşmak ve büyük bir zafer kazanmak üzere evinden çıkarıyordu. Fakat müminlerden bir bölümü, güçlü Kureyş ordusuyla karşılaşacaklarını anlayınca bundan hoşlanmamışlardı.
6. Oysa kervana saldırmaktan vazgeçip Kureyş'in güçlü ordusuna doğru yönelmenizi size emreden Allah'tan başkası değildi. Bunun böyle olduğuna dair hakikat tamamen ortaya çıkmış olmasına rağmen, o güçlü orduyla savaşmayı tehlikeli görerek sanki göz göre göre ölüme gidiyorlarmış gibi o konuda seninle tartışıyorlardı.
7. Hani Allah, bu iki topluluktan birinin —ya Kureyş ordusunun ya da kervanın— elinize geçeceğini Peygamber'e müjdeleyerek size söz vermişti.
Fakat siz güçlü Kureyş ordusunu bozguna uğratıp muhteşem bir zafer kazanmak yerine, kuvvetsiz olan kervanı ele geçirmek istiyordunuz.
Oysa Allah, buyruklarıyla hakkı —yani hak ve adalet prensiplerine dayanan ve hakikatin ta kendisi olan bu dini— yeryüzünde egemen kılmak ve hakkın karşısında duran zalimleri bozguna uğratarak kâfirlerin kökünü kazımak istiyordu.
8. Allah zalimlerle savaşmanızı emrediyordu ki, ilahi emirlere başkaldıran o mücrimler istemeseler de, hakikati yeryüzünde egemen kılsın ve inkâr, zulüm, haksızlık temeline dayanan bâtılı ortadan kaldırsın.