Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 130
19. Ey Muhammed! Senin hak Peygamber olduğuna inanmak için Yahudi ve Hristiyanların tanıklığını şart koşan cahillere de ki: "Söyleyin, sözüne güvenilecek en büyük ve en adil şahit kimdir?" De ki: "Sizinle benim aramda, benim Peygamberliğime bizzat Allah şahittir."
"İlâhi şehadetin en açık kanıtı olan bu Kur'an bana vahy olundu ki, onunla sizi ve kıyamete kadar ulaştığı herkesi uyarayım."
"Şimdi siz, bütün bunlara rağmen Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına şahitlik edebilir misiniz? Buna dair elinizde en küçük bir delil var mıdır?"
De ki: "Allah'tan korkmuyorsanız yalan şahitlikte bulunabilirsiniz, fakat ben böyle bir iftiraya asla şahitlik etmem!"
Artık o inkârcılara karşı açıkça tavrını ortaya koyarak de ki: "Allah, eşi ve ortağı olmayan bir tek ilâhtır. Şunu iyi bilin ki, ben, sizin Allah'a ortak koştuğunuz her şeyden uzak olduğumu ilan ediyorum!"
20. Kendilerine daha önce Kitap verdiklerimiz, yani Yahudi ve Hristiyan bilginleri, aslında Muhammed'in gerçek bir Peygamber olduğunu pekâlâ bilir, hatta onu kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Fakat bile bile kötülüğü tercih ederek kendilerine yazık edenler, çıkarlarına ters gördükleri için Kur'an'a inanmazlar.
21. Kendi uydurduğu hükümleri kutsal kitaba nispet ederek Allah adına yalan uyduran yahut O'nun ayetlerini inkâr edenlerden daha zalim kim olabilir? Gerçek şu ki, zalimler asla kurtuluşa eremezler. Özellikle de Hesap Günü'nde:
22. O gün onların hepsini bir araya toplayacağız, sonra da birtakım varlıkları, kişi ve kurumları yüceltip ilâhlaştırarak veya arzu ve heveslerini hayatın yegâne değer ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşanlara soracağız: "Söyleyin bakalım, emir ve otoritesine boyun eğilmesi gerektiğini iddia ettiğiniz ortaklarınız şimdi neredeler?"
23. Bunun üzerine onların, sahte mazeretler öne sürerek, "Rabb'imiz Allah'a yemin olsun ki, biz O'na asla ortak koşmuş değiliz!" demekten başka bir çareleri kalmayacak.
24. Bak, Mahşer Günü hesap verirlerken kendi vicdanlarına karşı nasıl da yalan söylediler de, tanrı ve kurtarıcı diye uydurdukları şeyler onları nasıl da yüzüstü bırakıp gitti!
Onların bu hâle düşmesinin asıl sebebine gelince:
25. İçlerinde, sana Kur'an okurken kulak verenler de var. Ama biz onların kalplerine, Kur'an'ı sağlıklı olarak anlamalarına engel olacak perdeler geçirmiş, kulaklarına da sağırlık vermişizdir. Yani insanın özüne yerleştirdiğimiz fıtrî özellikler gereğince, Kur'an'a kibir, bencillik, inat, önyargı gibi saplantılarla yaklaşanlar, onu doğru ve sağlıklı bir şekilde değerlendiremez ve yol göstericiliğinden faydalanamazlar. Çünkü alışkanlık hâline getirdiği kötülükler, zamanla kalplerini iyi ve erdemli olan her şeye kapalı hâle getirmiş ve böylece kalpleri mühürlenmiştir. Bu sebep-sonuç ilişkisini bir yasa olarak koyan Allah olduğu için, kalpleri mühürleyen Allah'tır. Fakat bu mühürlemeye sebep insanın kendisi olduğu için, sorumluluk insana aittir. İşte, gerek günahkârca tutum ve davranışları alışkanlık hâline getiren, gerekse geleneksel anlayışlara, önyargılara körü körüne ve inatla sarılan kimseler, zamanla Kur'an'ın güzelliklerini göremez hâle gelirler:
Artık her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar.
O kadar ki, kendilerini inkâra şartlandırmış olan bu insanlar senin yanına geldiklerinde, "Bu Kur'an eskilerin efsane ve masallarından başka bir şey değildir!" diyerek seninle tartışmaya girişirler.
26. Kendileri Kur'an'dan yüz çevirdikleri gibi, başkalarını da ondan vazgeçirmeye çalışırlar. Oysa böyle yapmakla yalnızca kendilerini felâkete sürüklüyorlar, fakat bunun farkında değiller.
27. Onları, zincirlerle bağlanmış bir hâlde ateşin karşısında dururlarken, "Ah, keşke dünyaya geri gönderilseydik de, Rabb'imizin ayetlerini yalanlamayıp inananlardan olsaydık!" dedikleri zamanki içler acısı hâllerini bir görsen!
Ama zannediyor musunuz ki, bu kâfirlerin o zamanki pişmanlıkları ve iman etme arzuları ciddî ve samimî bir imanın belirtisidir?