Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Sayfa 10
62. Gerçek şu ki, dış görünüşleri itibariyle Kur'ân'a iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve bu üç semavi şeriatın mensupları gibi Allah'a, ilahi vahye ve nübüvvete iman eden Sâbiîler var ya;
Bu gibi Kitap Ehli olup da şirki ve putperestliği reddeden din mensuplarından her kim Allah'ın varlığına, birliğine; her türlü kusur, eksiklik ve acziyetten beri olduğuna ve yapılan her iyilik ve kötülüğün hesabının görülüp karşılığının verileceği âhiret gününe hakkıyla iman eder ve İslâm'ın ortaya koyduğu prensipler doğrultusunda güzel ve yararlı işler yaparsa,
İşte Rablerinin katında onlara iman ve amellerinin karşılığı olarak muhteşem mükâfatlar vardır; Hesap Gününde onlar ne korku duyacak ne de üzüleceklerdir.
Âyette geçen "iman edenler", İslâm toplumuna mensup olup dış görünüş itibariyle kelime-i şehadeti kabul eden kimselerdir. İman ve amel derecesi ne olursa olsun, kendisini Müslüman olarak tanımlayan, İslam toplumunun bir üyesi olan ve zahiren Müslüman görünen herkes "iman edenler" kapsamına girer.
Yahudiler, bilindiği gibi Tevrat ve Zebur'u kutsal kitap kabul edip Hz. İsa'dan önceki peygamberlere iman eden kimselerdir.
Hristiyanlar, Tevrat ve Zebur'un yanı sıra İncil'i de kutsal kitap kabul eden ve Hz. Muhammed'den önceki peygamberlere iman eden kimselerdir.
Sâbiîlere gelince, "Sâbiî" kelimesi, "ortaya çıkmak, zuhur etmek" anlamında "sabee" fiilinden türetilmiş olup, "yeni ortaya çıkan, türedi" anlamına gelmektedir. Arap müşrikleri, puta tapmayı reddeden ve bilinen semavi dinlerden ayrı olarak yeni bir tevhid inancıyla ortaya çıkan kimselere Sâbiî derlerdi. Nitekim İslam öncesi dönemde hanîf inancına mensup olanlara Sâbiî ismini verdikleri gibi, Peygamber'i ve ona tabii olan Müslümanları da bu isimle anmışlardır. Buna göre Sâbiîler, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi yerleşik semavi dinlerden ayrı olarak ortaya çıkan ve Allah'ın varlığına, birliğine, ilahi vahye ve nübüvvete iman edip putlara tapmayı reddeden inanç gruplarına verilen ortak bir isimdir. İslam öncesi dönemdeki hanîfler, Yahya Peygamber'in takipçileri olup bir yönüyle Yahudiliğe bir yönüyle Hristiyanlığa benzeyen ve halen Irak'ta yaşayan Mandenler ve Nasuralar Sâbiî gruplardandır. Şirk inancına sahip oldukları halde, tek tanrılı din mensuplarına tanınan ayrıcalıklardan faydalanmak için kendilerini Sâbiî olarak adlandıran Irak'taki Harranîler, ayette sözü edilen Sâbiîlerle karıştırılmamalıdır.
Âyette sayılan bu dört grubun ortak özelliği, genel olarak Allah'ın birliğine, ilâhî vahye ve peygamberliğe iman etmeleri ve puta tapmayı reddetmeleridir. Bunlar, âyette ifade edilen ve Kur'an'ın başka yerlerinde ayrıntılarıyla açıklanan bu üç şartı yerine getirdikleri takdirde, ebedî kurtuluşu kazanıp cennete girebileceklerdir.
Ayetin muhatabı, ebedî kurtuluş konusunda iddia sahibi olan semavi din mensuplarıdır. Bu yüzden burada müşrik, putperest, mecusi gibi din mensuplarına ve hiçbir ilâhî kaynağa dayanmayan satanist, ateist, agnostik gibi gruplara değinilmemiştir. Zira onların kurtuluşa ermeleri için, her şeyden önce putperestlik ve şirk inancından vaz geçip Allah'ın varlığına, birliğine, O'nun kitap ve elçi gönderdiği gerçeğine iman etmeleri gerekmektedir. Onlar ancak bu şartları yerine getirdikleri takdirde Ehl-i Kitap olarak kabul edilip bu ayetin muhatabı olmaya hak kazanabilirler.
Bu âyet, aynı zamanda, ebedî kurtuluşun kendi tekellerinde olduğunu iddia eden Yahudilere cevap mahiyetinde gelmiştir. Zira Yahudiler, Allah katında özel ve ayrıcalıklı bir toplum olduklarına inanıyorlardı. Bu yüzden iman ve amelleri ne olursa olsun, sadece İsrailoğulları'ndan oldukları için doğruca cennete gideceklerini, diğer insanların ise her hâlükârda cehennemlik olduğunu iddia ediyorlardı. Âyette Yahudilerin bu bâtıl iddiası reddedilerek ebedî kurtuluşun gerçek ölçüsü ortaya konmuştur. Buna göre hiç kimse, şu veya bu dine inandığını öne sürmekle veya herhangi bir ırka, sınıfa, cemaate mensup olmakla kurtuluşa eremez. Çünkü Allah katında özel ve ayrıcalıklı bir sınıf veya toplum yoktur. Cennete girebilmenin tek yolu, Allah'a ve âhiret gününe gereğince inanmak, O'nun gönderdiği emir ve yasaklara riayet etmek ve ilâhî prensiplerin öngördüğü biçimde yararlı ve güzel davranışlar ortaya koymaktır. Âyetin asıl konusu bâtıl bir iddiayı reddetmek olduğundan, Allah'ın rızasını kazanıp cennete girebilmenin temel şartları ana hatlarıyla ortaya konmuş; ancak ayrıntıya girilmemiştir. Ebedî kurtuluş için gereken diğer inanç esasları ve sözü edilen salih amellerin neler olduğu, Kur'ân'ın diğer âyetlerinde yeri geldikçe ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bu konuyla ilgili diğer âyetleri yok sayıp yalnızca bu âyetin yüzeysel anlamını esas alarak Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi işler yapan Yahudi ve Hristiyanların, Hz. Muhammed'e ve Kur'ân'a iman etmeseler dahi mümin sayıldıklarını ve cennete girilebileceklerini söylemek doğru değildir. Zira Allah, Yahudi ve Hristiyanları defalarca ve ısrarla Son Elçi'ye ve Kur'ân'a imana davet etmekte, bu çağrıyı bilerek reddedenleri ise açıkça lanetlemektedir (Bakara, 2/41, 89-91; Nisa, 4/47, 150). Gaflet veya bilgi eksikliği gibi sebeplerle bu daveti reddeden halk kesiminin Allah katında belli şartlarda mazur görülebileceği söylense bile, Hz. Muhammed'i kendi evladını tanıdığı gibi tanıyan (Bakara, 146; En'âm, 20) ve Kur'ân'ın Allah kelamı olduğunu pekâlâ bilen, fakat gerek kibir ve inadından, gerek makam ve itibarını koruma adına bile bile hakkı red ve inkâr eden hahamların, rahiplerin, din âlimlerinin ve önderlerin ilâhî azaba ve lanete müstahak olduklarında şüphe yoktur (Bakara, 2/41, 89-91). Ancak İslam tebliği kendilerine tam olarak ulaşmamış olan Yahudi ve Hristiyanlar şirke ve putperestliğe bulaşmadan Allah'a ve hesap gününe iman ettikleri, hem kutsal kitaplarının hem de akıl ve vicdanın gösterdiği erdemli davranışları yapıp kötülüklerden uzak durdukları takdirde, ilahi rahmete nail olup cennete girebilirler. Burada sözü edilen "Allah'a ve âhiret gününe iman"ın gerçek ve sahih bir iman olması gerektiği açıktır. Mesela, İsa Peygamber'i "Allah" yahut "Allah'ın oğlu" olarak nitelendiren bir kimse Allah'a gerçek anlamda iman etmiş sayılamaz. Aynı şekilde, herhangi bir toplumun âhirette özel ve ayrıcalıklı muameleye tabi tutulacağını, orada iltimas ve kayırma olacağını iddia eden kimse de gerçekte âhirete iman etmiyor demektir.
63. Ey İsrailoğulları! Geçmiş tarihlerde atalarınızın yaşadığı ve kitaplarınızda size nakledilen [26] şu mucizevî olayı hatırlayın: Hani Allah'a verdiğiniz sözün önemini iyice idrak etmeniz ve bu antlaşmayı bozduğunuz takdirde doğabilecek vahim sonuçları zihninizde hep canlı tutabilmeniz için, Sina Dağı'nı yerinden sökmüş ve tıpkı bir bulut gölgesi üzerinize yıkılacakmış gibi kaldırarak sizden şöyle söz almıştık:
"Size verdiğimize sımsıkı sarılın ve içindekileri aklınızda tutun ki, kötülüklerden sakınıp korunabilesiniz. Size bahşetmiş olduğum bu kitaba tüm gücünüzle, ciddiyetle ve karalılıkla sarılın. Kitapta yer alan temel hayat prensiplerini, emir ve yasakları sürekli aklınızda ve gündeminizde tutun ki, yeryüzünde adalet, barış ve huzuru sağlayarak kötülüklerden sakınıp korunabilesiniz ve böylece âhirette ebedî saadete nail olasınız."
64. Ama bütün bunlardan sonra, yine sözünüzden cayıp yüz çevirdiniz.
Allah'ın size lütuf ve merhameti olmasaydı, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olurdunuz. Lütuf ve merhameti sayesinde Allah sizi hemen cezalandırmadı; tövbe etmeniz için size mühlet verdi. Siz de tövbe ettiniz de, büsbütün hüsrana uğramaktan kurtuldunuz. Şimdi de ilahî lütuf ve merhamete lâyık olmak istiyorsanız, Allah'a vermiş olduğunuz sözü yerine getirmeli ve Son Elçiye iman etmelisiniz.
Yahudilerin dönekliğini gösteren çarpıcı bir örnek daha:
Bir zamanlar İsrailoğulları'na, cumartesi günü hiçbir işle meşgul olmayıp dinlenmeleri ve o günü Allah'a adayıp ibadetle geçirmeleri emredilmişti (Tevrat, Çıkış, 31: 12-17). Fakat içlerinden pek çoğu, açgözlülükler ederek çeşitli hilelerle bu yasağı çiğnediler (A'râf, 7/163). Bu yüzden de, –fiziksel veya ahlâkî yönden– maymuna dönüştüler:
65. Ey Yahudiler! Sizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Biz de açgözlülüklerinin cezası olarak onlara, "Aşağılık maymunlara dönüşün! Yani ihtirasları uğruna tüm insanî değerleri ayaklar altına alan onursuz ve kişiliksiz varlıklar olun!" demiştik.
66. İşte bu cezayı, hem o çağda yaşayanlara hem de sonradan geleceklere ibret verici bir ders ve kötülükten sakınanlar için öğüt alınacak bir örnek kıldık.
Dört asırdan fazla Mısır'da kalan Yahudiler, Mısırlıların bazı inançlarından etkilenmişlerdi. Mısır'da sığır mukaddes bir hayvan kabul ediliyordu. Kesilip eti yenmez, çifte koşulmaz, toprak sürmezdi. Bu inanç kısmen Yahudilere de sirayet etmişti. Allah, bu inançlarını kırmak için bir inek kurban etmelerini onlara emretti. Eğer gerçekten Allah'a ve Elçisine iman ediyorlarsa, daha önceden taptıkları putu kendi elleriyle kırmalıydılar. Fakat bir tek Allah'a iman kalplerinde henüz tam olarak yerleşmemişti. Bu yüzden, emri yerine getirmemek için bahaneler öne sürerek işi savsaklamaya çalıştılar. Ayrıntı üzerine ayrıntı sordular, fakat soru sordukça daha da köşeye sıkıştılar. O kadar ki, sonunda onlara açıkça, o dönemde özellikle tapmak için seçilen altın renkli ineği kurban etmeleri emredildi.
67. Bir zamanlar Musa, İsrailoğulları arasında iyice yaygınlaşan batıl inançları yıkmak ve aynı zamanda bir cinayet olayını aydınlatmak üzere kavmine, "Allah size, bir zamanlar "efendileriniz" olan Mısırlıların inançlarına göre kutsal sayılan bir inek kurban etmenizi emrediyor!" demişti.
Onlar da, "Nasıl olur, insanların yüzyıllarca kutsal kabul ettiği bir ineği nasıl kesebiliriz? Hem kurban kesmenin cinayeti çözmeyle ne ilgisi var? Sen bizimle alay mı ediyorsun?" dediler.
Bu küstahça tavır karşısında Musa, "İlâhî buyruklar konusunda gayriciddî davranıp cahillik etmekten Allah'a sığınırım!" dedi.
68. Onlar emri yerine getirmemek için işi yokuşa sürerek, "Bizim için Rabb'ine dua et de, onun nasıl bir inek olduğunu bize açıklasın!" dediler. Fakat her itiraz edişlerinde iş biraz daha zorlaşıyor, yükümlülükleri her seferinde biraz daha artıyordu:
Musa, "Allah onun ne tamamen kocamış ne de çok genç; ikisi arasında orta yaşta bir inek olduğunu söylüyor, haydi size verilen emri yerine getirin!" dedi.
69. Onlar yine, "Bizim için Rabb'ine dua et de, bize onun rengini bildirsin!" dediler.
Musa, "Allah onun, görenlere hayranlık veren sapsarı, parlak renkli bir inek olduğunu söylüyor!" dedi.