|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ Zirveye tırmananlar |
1 |
|
فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ Yük altına girenler |
2 |
|
فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ Kolayca yol bulanlar |
3 |
|
فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ ve işi paylaştıranlar hakkı için,[*] |
4 |
|
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ Size vadedilen doğrudur; |
5 |
|
وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ hesap günü gerçekleşecektir. |
6 |
|
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْحُبُكِۙ Yörüngelerle dolu gök hakkı için, |
7 |
|
اِنَّكُمْ لَف۪ي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍۙ siz gerçekten çelişkili söylemler içindesiniz. |
8 |
|
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ اُفِكَۜ Hesap verme inancından çevrilebilen çevriliyor. |
9 |
|
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَۙ Kurgularını gerçek gibi sunanlar kahrolsunlar. |
10 |
|
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ Onlar duygularına hakim olamayarak yanlış yapanlardır[*]. |
11 |
|
يَسْـَٔلُونَ اَيَّانَ يَوْمُ الدّ۪ينِۜ Hesap verme günü ne zaman diye sorarlar. |
12 |
|
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ Sordukları, kendilerinin ateşte yanacakları gündür! |
13 |
|
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ O gün onlara; “Yaktığınız ateşin tadına varın; bir an önce gelmesini istediğiniz işte bu” denecek. |
14 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ Kendini bozmamış olanlar[*] ise bahçelerde ve pınar başlarında olurlar, |
15 |
|
اٰخِذ۪ينَ مَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِن۪ينَۜ Rablerinin (Sahiplerinin) ikramını alırlar. Onlar daha önce iyi davranan kimselerdi. |
16 |
|
كَانُوا قَل۪يلاً مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ Geceleri az uyurlar. |
17 |
|
وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ Seher vakitlerinde bağışlanma dilerler. |
18 |
|
وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ Mallarından, isteyenlere ve yoksullara pay ayırırlar. |
19 |
|
وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ Kesin bilgi sahibi olmak isteyenler için yeryüzünde belgeler var! |
20 |
|
وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ Kendinizde de var; gözlemlemiyor musunuz? |
21 |
|
وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ Rızkınız göklerde; size söz verilenler de oradadır. |
22 |
|
فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟ Göğün ve yerin Rabbinin (Sahibinin) hakkı için o (söz verilen şey), aranızdaki konuşmalar kadar gerçektir. |
23 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ İbrahim’in ikramını gören konukların bilgisi sana ulaştı değil mi? |
24 |
|
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ Hani yanına girmiş, “Selam!” demişlerdi. O (İbrahim): “Size de selam, tuhaf bir topluluksunuz” demişti. |
25 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ Sezdirmeden hane halkına yönelmiş; besili bir buzağı (pişirtip) getirmişti. |
26 |
|
فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۘ Önlerine koydu; “Yemez misiniz?” dedi. |
27 |
|
فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْۜ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ Hallerinden içine korku düştü. “Korkma” dediler ve ona, bilgili bir oğul müjdesi verdiler. |
28 |
|
فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ Eşi çığlık atarak döndü ve ellerini yüzüne vurarak: “Kocamış kısır bir kadından mı?” dedi. |
29 |
|
قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ “Aynen öyle; bunu Rabbin (Sahibin) söyledi” dediler. “O, doğru kararlar veren ve her şeyi bilendir” |
30 |
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ İbrahim: “Elçiler! Asıl göreviniz nedir?” diye sordu. |
31 |
|
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ “Günahkar bir topluluğa gönderildik” dediler. |
32 |
|
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ “Üzerlerine (pişmiş) balçıktan taş yağdırmak için görevlendirildik.” |
33 |
|
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ "Rabbin (Sahibin) katında damgalanmış, aşırı davrananlara özel taşlar..." |
34 |
|
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ Orada inananlardan kim varsa dışarı çıkardık... |
35 |
|
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ Bir ev dışında Allah’a tam teslim olmuş (müslüman) kimse bulamadık. |
36 |
|
وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ Üzüntü verici azaptan korkanlar için orada bir belge (ayet) de bıraktık. |
37 |
|
وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ Bir de Musa var. Onu açık bir delil (mucize) ile Firavun’a elçi gönderdik. |
38 |
|
فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ Firavun ve çevresi ona yakınlık göstermedi: “Ya büyücü, ya da cinlerin etkisine girmiş biri” dediler. |
39 |
|
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ Nihayet Firavunu tuttuk, ordusuyla birlikte denizin içinde darmadağınık ettik. O sırada o, kendini kınıyordu. |
40 |
|
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ Ad Kavmi hakkında da bilgin var. Hani üzerlerine köklerini kurutan bir rüzgar göndermiştik. |
41 |
|
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ Üstünden geçtiği hiç bir şeyi bırakmıyor, kül gibi savuruyordu. |
42 |
|
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ Semud topluluğu da öyle. Onlara: “Bir süre oyalanın” denmişti. |
43 |
|
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ Rablerinin (Sahiplerinin) emrinden uzaklaşıp büyüklenmişlerdi. Sonra göz göre göre onları yıldırımlar çarpmıştı. |
44 |
|
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ Yerlerinden kalkamadılar, kimseden de yardım görmediler. |
45 |
|
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟ Daha önce Nuh’un toplumuna da (yardım edilmedi). Onlar da yoldan çıkmış bir topluma dönüşmüşlerdi. |
46 |
|
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ Göğü ellerimizle bina gibi yaptık. Biz bunu yapacak güçteyiz. |
47 |
|
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ Yeryüzünü de dayayıp döşedik. Onu ne güzel beşik yaptık[*]. |
48 |
|
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Yarattığımız her şeyi iki eş olarak yarattık; belki bilginizi kullanırsınız. |
49 |
|
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ “Öyleyse Allah’a (yoluna) koşun. Ben O’nun size gönderdiği doğruları açıklayan bir uyarıcıyım. |
50 |
|
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ “Allah’ın yanına başka ilah katmayın. Ben O’nun size gönderdiği doğruları açıklayan bir uyarıcıyım.” |
51 |
|
كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ Hep öyle oldu; daha önce de hangi elçi gelse, ya büyücü ya da cinlerin etkisine girmiş dediler. |
52 |
|
اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ Ağız birliği mi yapıyorlar? Aslında, onlar azgınlar topluluğudur. |
53 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ Artık onlarla ilgilenme; sen bundan dolayı kınanacak değilsin. |
54 |
|
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ Yalnızca (Kuran’dan) bilgi ver. Çünkü o bilgi inananlar için yararlı olur. |
55 |
|
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ Cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım. |
56 |
|
مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ Onlardan ne bir nimet beklerim ne de beni doyurmalarını isterim. |
57 |
|
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ Bütün nimetleri veren Allah’tır. O çok güçlüdür; sapasağlamdır. |
58 |
|
فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ Yanlış yapanların cezası (aynı suçu işleyen) arkadaşlarının cezasına denk ceza olacaktır ; acele etmesinler. |
59 |
|
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ Ayetleri görmezlikten gelenlerin (kafirlerin), tehdit edildikleri gün gelince çekecekleri var. |
60 |