Sureler
Mealler
Önceki
Hûd Suresi
Sonraki
Ra'd Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif, Lâm, Râ. Ey insan! Rabb'inden sana bir mesaj geldi: Bunlar, hidayet ve kurtuluş yollarını gösteren apaçık ve apaydınlık Kitabın ayetleridir.
2 Gerçekten Biz onu, düşünüp anlayabilesiniz diye Arapça bir metin olarak gönderdik. Kur'an'ın ilk muhatabı olan siz Araplar, eğer başka bir dili konuşuyor olsaydınız, o zaman ayetlerimizi o dilde gönderecektik.
3 Ey Muhammed! Sana gönderdiğimiz bu Kur'an ayetleri sayesinde, insanlık tarihinde yaşanmış öykülerin en güzelini anlatacağız. Yoksa sen, bundan önce geçmiş Peygamberlerin kıssaları hakkında hiçbir bilgiye sahip değildin. İşte, İbrahim oğlu İshak oğlu Yakup oğlu Yusuf'un ibretlerle dolu hayat hikâyesi:
4 Bir zamanlar küçük bir çocuk olan Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyamda on bir yıldızı, Güneş'i ve Ay'ı gördüm. Baktım ki, onların hepsi bana secde ediyorlar."
5 Yusuf'un gördüğü rüyanın ne anlama geldiğini bilen babası, "Yavrucuğum!" dedi, "Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa senin üstünlüğünü çekemeyerek şeytana uyarlar da, sana bir kötülük yapmaya kalkışırlar! Çünkü şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır."
6 "Demek ki Rabb'in seni şu tertemiz ahlâkından dolayı seçip yüceltecek, sana rüyada görülen olayları yorumlama ve meselelerin içyüzüne vâkıf olma bilgisini öğretecek ve böylece, tıpkı daha önce ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup ailesine vermiş olduğu nimetleri daha büyük lütuflarla tamamlayacaktır. Hiç kuşkusuz Rabb'in, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir."

Ey dinleyici! Bu kıssayı, sıradan bir hikâye, bir roman zannetme:
7 Gerçekten Yusuf ve kardeşlerinin başından geçen bu öyküde, öğüt almak isteyenler için nice uyarılar ve ibret verici dersler vardır:
8 Hani Yusuf'un kardeşleri, kendi aralarında konuşurlarken diyorlardı ki: "Yusuf ile öz kardeşi Bünyamin, babamızın gözünde bizden daha kıymetli. Oysa onlar iki küçük çocuk, biz ise hem güçlü kuvvetli, hem de on kişilik kalabalık bir topluluğuz. Doğrusu babamız, apaçık bir yanılgı içerisinde."
9 "Bunun için, Yusuf'u öldürmeli yahut onu asla geri dönemeyeceği uzak bir yere atmalısınız ki, babanızın bütün ilgi ve şefkati yalnızca size kalsın! Ondan sonra da, nasıl olsa tövbe eder, iyi birer insan olursunuz!"
10 İçlerinden nispeten daha insaflı olan biri, "Bence Yusuf'u öldürmeyin. Eğer mutlaka bir şey yapacaksanız onu şehrin dışındaki bir kuyunun içine atın, oradan geçen kervanlardan biri onu alıp uzak diyarlara götürsün. Böylece, elimizi kana bulamadan amacımıza ulaşmış oluruz." dedi. Bu teklif, diğerleri tarafından da kabul edildi ve sinsi plân uygulanmaya başlandı:
11 Yusuf'un kardeşleri, babaları Yakup Peygambere gelerek bir kır gezisine çıkmaya karar verdiklerini ve Yusuf'u da yanlarında götürmek istediklerini söylediler. Babaları, bunun tehlikeli olabileceğini söyleyince, "Ey babamız!" dediler, "Yusuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Oysa biz ne de olsa onun kardeşleriyiz ve her zaman onun iyiliğini isteriz."
12 "Yarın çıkacağımız gezintide onun da bize katılmasına izin ver de, çocukcağız kırlarda, bayırlarda gönlünce gezip oynasın. Sen hiç merak etme, biz onu gözümüz gibi koruruz!"
13 Babaları, "Onu götürmeniz beni gerçekten çok üzer. Çünkü onun bir an bile yanımdan uzak kalmasına dayanamam. Ayrıca, gideceğiniz yer tehlikelerle dolu. Siz başka işlerle meşgul olurken, bir anlık dalgınlığınıza denk gelir de, kurdun biri onu kapar diye endişe ediyorum!" dedi.
14 Bunun üzerine onlar, "Biz bu kadar güçlü ve hazırlıklı bir topluluk olduğumuz hâlde yine de onu kurt kapacaksa, o zaman yazıklar olsun bize!" dediler.
15 Böylece, babalarını ikna ederek Yusuf'u yanlarına alıp yola çıktılar. Onu götürüp kervanların uğrak yeri olan eski bir kuyunun içine atmaya karar verdiklerinde, büyük bir üzüntü ve endişe içinde olan Yusuf'a şöyle vahyettik: "Ey Yusuf! Sakın korkma, ümitsizliğe kapılma! Çünkü Biz seni buradan kurtaracak ve yüce makamlara ulaştıracağız. Yıllar sonra, kardeşlerinle tekrar karşılaşacaksın. İşte o gün, onlar seni tanımadıkları için olup bitenlerin farkında bile değillerken, bu çirkin davranışlarını onlara haber vereceksin. O zaman, hepsi utanç ve pişmanlıkla başlarını öne eğip senden özür dileyecekler."
16 Yusuf'un kardeşleri, onu kuyuya atmadan önce gömleğini almışlardı. Öldürdükleri bir hayvanın kanına buladıkları bu gömleği de yanlarına aldılar ve akşamüzeri, ağlaya ağlaya babalarının yanına geldiler.
17 "Ey babamız!" dediler, "Biz aramızda yarışmak için konakladığımız yerden azıcık uzaklaşmış, Yusuf'u da eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Döndüğümüzde ne görelim, bir onu kurt parçalamış! Fakat biliyoruz ki, biz her ne kadar doğruyu söylüyor olsak da, sen bize haklı olarak inanmayacaksın!"
18 Daha sonra, Yusuf'un yalancıktan kana bulanmış gömleğini çıkarıp gösterdiler. Yüreği kan ağlayan Yakup, "Hayır!" dedi, "Bu anlattıklarınız hiç de inandırıcı gelmiyor bana! Bu ne merhametli bir kurtmuş ki, gömleğini yırtmadan Yusuf'umu parçalamış! Aslında, kıskançlık ve ihtiraslarınız sizi fena bir işe sürüklemiş. Ben de sizi Allah'a havale ediyorum. Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, bu anlattığınız olaylar karşısında, bana dayanma gücü vermesi için Allah'ın yardımına sığınmaktan başka çarem yok."

Yusuf'un durumuna gelince:
19 Şam diyarından Mısır'a doğru gitmekte olan bir kervan, Yusuf'un atıldığı kuyuya yakın bir yere gelip konakladı. Kervan sahipleri, her zamanki gibi su görevlisini kuyuya gönderdiler. Su görevlisi, kuyunun başına gelip kovasını daldırdı. Kuyunun içinde bir çocuk olduğunu görünce, "Yaşasın! Mısır'da köle olarak satabileceğimiz bir erkek çocuk bu!" diye sevinçle bağırdı. Sonra onu kervan sahiplerinin yanına getirdi. Böylece kervancılar, Yusuf'u ailesine teslim etmek yerine, onu satmak amacıyla köle olarak alıp sakladılar. Oysa Allah, ne çirkin bir iş yaptıklarını gayet iyi biliyordu.
20 Uzun bir yolculuğun sonunda, nihayet kervan Mısır'a vardı. Yusuf'u köle pazarına çıkardılar ve onu ucuz bir fiyata, birkaç gümüş dirheme sattılar. Çalıntı bir çocuk olduğu için onu uzun süre ellerinde tutmak istemiyorlardı.
21 Onu satın alan Mısırlı, kralın önde gelen vezirlerinden biriydi. Yusuf'u alıp sarayına götürdü ve Züleyha adındaki karısına dedi ki: "Ona iyi bak ve en güzel şekilde yetişmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınma. Bu çok zeki ve yetenekli bir çocuğa benziyor, belki bize ileride faydası olur yahut onu kendimize evlat ediniriz."

İşte böylece Biz, Yusuf'a o ülkede güzel bir ortam hazırladık ve rüyada görülen olayları yorumlama ve meselelerin içyüzüne vâkıf olma bilgisini ona öğretmek için, kendisini katımızdan bir ilham ile destekledik. İşte Allah, iradesini yerine getirmekte böylesine güçlüdür. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler.
22 Böylece, aradan yıllar geçti. Yusuf gençlik dönemini bitirip olgunluk çağına ulaşınca, ona katımızdan derin bir bilgelik ve ilim bahşettik. İşte Biz, güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.
23 Bu arada, içinde yaşadığı evin hanımı nasıl olduysa Yusuf'a göz koymuş ve onu elde etmek için plânlar kurmaya başlamıştı. Bunun için, kocasının evde olmadığı bir gün bütün kapıları kilitledi ve "Haydi, yanıma gelsene!" dedi. Fakat Yusuf, "Böyle bir alçaklıktan Allah'a sığınırım!" diye karşılık verdi, "Rabb'im bana bunca iyilikler bahşetmişken, O'na karşı nasıl nankörlük edebilirim? Ayrıca, beni öz evladı gibi bağrına basan efendime nasıl ihanet edebilirim? Gerçek şu ki, zalimler asla kurtuluş yüzü göremezler!"
24 Gerçekten kadın Yusuf'u arzulamıştı; eğer ihanet ve nankörlüğün çirkin bir davranış olduğuna dair Rabb'inin kendisine ilham ettiği uyarı ve işaretini göz ardı etmiş olsaydı, Yusuf da nefsine yenilip ona yönelecekti. Fakat Allah'ın yardımı sayesinde, arzularına gem vurarak iffetini korumasını bildi. İşte böylece, onu kötülük ve ahlâksızlıktan korumak için kalbine sebat ve kararlılık verdik. Çünkü o, dürüstlüğü, samimiyeti ve tertemiz ahlâkıyla seçkin kullarımızdan biriydi.
25 Derken Yusuf hızla oradan uzaklaşmaya başladı. Kendisi önde, Züleyha arkada, ikisi birden kapıya doğru koşmaya başladılar. Yusuf tam kapıya varmıştı ki, kadın yetişip onun gömleğini arkadan çekerek boydan boya yırttı. Ve tam o sırada, kapının hemen yanında kadının kocasıyla burun buruna geldiler! Kadın, Yusuf'un kendisine saldırdığını öne sürerek, büyük bir pişkinlikle, "Senin hanımına böyle bir kötülük yapmaya kalkışan birinin cezası, zindana atılmaktan veya can yakıcı bir işkenceye uğramaktan başka ne olabilir?" dedi.
26 Yusuf ise kendisini savunarak, "Hayır, yalan söylüyor! Asıl o beni elde etmeye kalkıştı!" dedi. Bunun üzerine, kadının akrabalarından bilgili ve tecrübeli biri —ki o sırada vezirin yanında bulunuyordu— olayı aydınlatmak üzere şöyle hakemlik yaptı: "Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmışsa; kadın doğru, kendisi yalan söylüyor demektir."
27 "Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, o zaman kadın yalan, Yusuf doğru söylüyor demektir."
28 Vezir, Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına dönerek, "Anlaşıldı, bu da siz saray sosyetesinin hile ve entrikalarından biri. Doğrusu ey kadınlar, sizin entrikalarınız çok çetindir!" dedi. Fakat onu cezalandırmadı da. Zira olayın dillere düşmesinden korkuyordu. Bunun için:
29 "Yusuf, lütfen bunu hiç kimseye anlatma. Ve ey kadın, sen de günahından dolayı tövbe ve istiğfar et! Çünkü sen gerçekten büyük bir günah işledin!" diyerek olup bitenleri örtbas etmek istedi. Fakat olayın yayılmasına engel olamadı:
30 Şehirdeki saray çevresine mensup bazı kadınlar, kendi aralarında, "Duydunuz mu? Vezirin karısı kölesine göz koymuş, onun aşkıyla yanıp tutuşuyormuş. Ne ayıp, âşık olmak için bula bula bir köleyi mi bulmuş? Bize öyle geliyor ki, bu kadın düpedüz sapıtmış!" diyorlardı.
31 Vezirin karısı, kadınların kendi aleyhindeki dedikodularını işitince, onlar için dört başı mamur bir sofra hazırlayıp kendilerini yemeğe davet etti. Ayrıca her birinin önüne, sunulan meyveleri soymak için birer bıçak koydu. Kadınlar gelip yemeklerini yedikten sonra tam meyveleri soyarlarken, perde arkasında bekleyen Yusuf'a gizlice, "Şimdi onların karşısına çık!" diye emretti. Kadınlar onu anîden karşılarında görünce, olağanüstü güzelliği karşısında âdeta büyülendiler; şaşkınlıktan, meyve yerine ellerini kestiler ve "Aman Allah'ım, bu güzellikteki bir varlık insan olamaz; olsa olsa yüce bir melektir bu!" dediler
32 Bu anı bekleyen Züleyha, "İşte budur," dedi, "kendisine âşık olduğum için beni kınadığınız adam! Şimdi söyleyin, ona vurulmakta haksız mıymışım? Evet, ben onu gerçekten de elde etmek istedim, fakat onun dürüstlüğü tuttu. İşte, hepinizin önünde uyarıyorum; eğer kendisine emrettiğim şeyi yapmamakta ısrar ederse, yemin ederim, zindanları boylayıp rezil kepaze olacaktır!"
33 Bu tehditler karşısında Yusuf, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Bu kadınların çirkin arzularına boyun eğmektense, hapse girmeyi tercih ederim! Çünkü benim için hapse girmek, bunların bana teklif ettiği çirkin işi yapmaktan çok daha iyidir! Fakat bunca baskı ve tahrikler karşısında daha ne kadar dayanabilirim, bilemiyorum. Senin yardımına muhtacım, Allah'ım! Eğer beni onların hile ve entrikalarından kurtarmazsan, olur ki bir an zaafa düşer, onlara uyup bir cahillik yaparım!"
34 Allah da onun dualarını kabul buyurdu ve samimî bir kalple kendisine yönelen her mümine yaptığı gibi sabrını, takvasını pekiştirmek suretiyle o kadınların hile ve tuzaklarını ondan uzak tuttu. Çünkü O her şeyi işiten, her şeyi bilendir.

Fakat imtihan devam ediyordu:
35 Daha sonra vezir ve arkadaşları, Yusuf'un iffetli ve masum olduğunu gösteren kesin delilleri gördükleri hâlde, sırf halkın dedikodusunu kesmek için onu suçlu gösterip bir süre için zindana atmaya karar verdiler.

Böylece, Yusuf'un hayatında yeni dönem başlıyordu:
36 Onunla birlikte, iki genç adam daha zindana girmişti. İkisi de kralın yakın hizmetçisi olan bu insanlar, onu zehirlemeye teşebbüs etmekle suçlanıyorlardı. Yusuf'la aynı mekânı paylaşan bu gençler, onun dürüstlüğüne ve rüyaları yorumlamadaki yeteneğine hayran kalmışlardı. Bir gün bu iki gençten biri, "Ey Yusuf! Rüyamda kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm." dedi. Diğeri ise, "Ben de kendimi, başımın üzerinde bir ekmek taşırken gördüm. Kuşlar ekmeği gagalayıp yiyorlardı." dedi. Yusuf'a ricada bulunarak, "Lütfen bunların ne anlama geldiğini bize söyler misin? Gördüğümüz kadarıyla, sen çok iyi bir insana benziyorsun." dediler.
37 Yusuf, "Hayhay!" dedi, "Merak etmeyin, daha yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden, size rüyanızın yorumunu bildireceğim. Ama önce, birkaç dakika beni dinlemenizi rica ediyorum. Bakın; bu bilgi ve yetenek benim kendi maharetim değil, doğrudan doğruya Rabb'imin bana öğrettiği şeylerdendir. Ve bana öğretilenler, yalnızca rüya yorumlamaktan ibaret değildir. Doğrusu ben, Allah'a kulluk ve itaate layık yegâne Rab ve İlâh olarak inanmayan ve bunun en doğal sonucu olarak öte dünyanın varlığını inkâr eden şu içerisinde yaşadığınız toplumun batıl inanç ve hurafelerle dolu dinini ve bu dine göre oluşturulan hayat tarzını terk ettim! Bunun yerine;
38 Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup'un bir sancak gibi elden ele taşıdıkları; akıl, vicdan ve sağduyu ile birebir örtüşen ve doğrudan doğruya Allah'tan gelen o mükemmel inanç sistemini kabul ettim. Bakın arkadaşlar; bizim hiç kimseyi ve hiçbir şeyi itaat edilmesi gereken mutlak otorite kabul etmeye, yani onları Allah'a ortak koşmaya hakkımız yoktur. İşte bu dupduru tevhid inancı, Allah'ın hem bize, hem de diğer bütün insanlara bahşetmiş olduğu en büyük lütfudur. Ne var ki, insanların çoğu, kendilerine bunca nimetlerini bahşeden Rab'lerine kulluk görevini yerine getirmiyor, O'na gereğince şükretmiyorlar.
39 Ey hapishane arkadaşlarım! Lütfen cevap verin! Çeşit çeşit tanrıların varlığına inanıp yüzlerce efendiye kul köle olmak mı daha iyidir, yoksa her şeye gücü yeten bir tek Allah'a kulluk ederek özgür ve onurlu bir hayata kavuşmak mı?
40 Allah'ı bırakıp da kendilerine kulluk ettiğiniz varlıklar, sizin ve sizden önceki atalarınızın uydurmuş olduğu birtakım hayal ürünü isimlerden başka bir şey değildir. O sözde ilâhların yetki alanlarını, kudret sınırlarını, verdikleri ve verecekleri hükümleri; kısaca, sahip oldukları tüm özellikleri belirleyen de, onlara kulluk edilmesi gerektiğini iddia eden de sizsiniz. Oysa Allah, onlara ilâhî bir yetki verildiğine dair haklarında herhangi bir delil göndermemiştir. Ama kitap ve peygamber göndererek, kalplerinizin derinliklerine bir tek Allah'a kulluk etme duygusunu yerleştirerek ve O'nun sonsuz ilim, hikmet, kudret, adalet ve merhametine tanıklık eden sayısız yaratılış mucizesini gözlerinizin önüne sererek, eşi ortağı olmayan bir tek ilah olduğunu ve yalnızca kendisine kulluk etmeniz gerektiğini sizlere bildirmiştir.

O hâlde, iyi-kötü, doğru-eğri, faydalı-zararlı gibi değer yargıları belirleme ve hüküm verme yetkisi, yalnızca Allah'a aittir. Ve O, tüm sahte ilâhları reddederek, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emrediyor. İşte dosdoğru din budur. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmiyor.
41 Ey hapishane arkadaşlarım! Gelelim rüyalarınızın tabirine: Biriniz beraat edip hapisten kurtulacak ve daha önce olduğu gibi efendisine şarap sunmaya devam edecektir. Diğeri ise, suçlu bulunup maalesef idam edilecek ve leş yiyici kuşlar onun başından etlerini koparıp yiyecekler. Açıklanmasını istediğiniz konu, işte böylece cevaplandırılmış ve kesin bir sonuca bağlanmıştır."
42 Yusuf, bu ikisinden hapisten kurtulacağını düşündüğü kişiye, "Buradan çıkıp saraya döndüğünde, efendinin huzurunda benim size anlattığım bu gerçeklerden söz et ve haksız yere zindana atıldığımı ona söyle!" diye tembihledi.

Sonra Yusuf'un yorumu aynen gerçekleşti. Adamlardan biri idam edildi, diğeri de krala hizmet etmek üzere eski görevine geri döndü. Fakat şeytan, Yusuf'un durumunu krala arz etmeyi ona unutturdu. Çünkü Yusuf'un zindandaki eğitimi bir süre daha devam edecekti. Böylece Yusuf, birkaç yıl daha zindanda kaldı.
43 Ve yıllar birbirini kovaladı. Günlerden bir gün kral, ülkenin önde gelen bilginlerini, kâhinlerini topladı ve onlara, "Rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve yedi kurumuş başak vardı. Kurumuş başaklar, yeşil başakları yiyordu. Ey ileri gelenler, eğer rüya yorumunu biliyorsanız, benim rüyamı açıklayınız!" dedi.
44 Kâhinler, "Bunlar hiçbir anlamı olmayan karmakarışık hayallerdir. Biz böyle hayallerin yorumunu bilemeyiz!" dediler. Böylece, o zamanın en usta rüya tabircileri bile, kralın rüyasını yorumlamaktan acze düştüler. Çünkü rüyaları doğru tabir etmek, ancak vahiy bilgisi ile mümkündür ki, bu bilgi yalnızca Peygamberlere verilmiştir.
45 İşte tam o sırada, bir zamanlar Yusuf'la birlikte hapis yatan iki kişiden biri olan ve onun haber verdiği gibi ölümden kurtulan adam, aradan geçen bunca zaman sonra Yusuf'un dediklerini hatırladı ve "Ben size bu rüyanın yorumunu söyleyebilirim. Bunun için zindandaki bir mahkûmu görmem lâzım, beni hemen hapishaneye gönderin!" dedi.
46 Sonra alelacele Yusuf'un yanına gelerek, "Ey Yusuf, ey doğru sözlü adam!" dedi, "Kralımız tuhaf bir rüya görmüş ve hiç kimse rüyasını yorumlayamıyor. Bunu ancak sen bilebilirsin. Rüyada görülen yedi cılız ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve yedi kuru başak ne anlama geliyor, bunlar hakkında bize bilgi ver. Ümit ederim ki, benden haber bekleyen insanlara senin isabetli yorumunla dönerim de, böylece kralın rüyasının ne anlama geldiğini ve senin değerini onlar da öğrenirler.
47 Yusuf, "O hâlde iyi dinle!" dedi, "Önümüzdeki yedi yıl boyunca, hiç ara vermeden her yıl ekin ekecek ve bol bol ürün elde edeceksiniz. Fakat yemek için ayıracağınız az bir miktar dışında, hasat ettiğiniz bütün ekini öylece başağında bırakmalısınız."
48 "Çünkü bu yedi yıllık bereketli dönemin ardından, yedi yıl süren müthiş bir kıtlık dönemi başlayacak ve bu kıtlık, ayırdığınız az bir miktar dışında, o zamana kadar biriktirdiğiniz bütün mahsulü yiyip bitirecektir."
49 "Bu kıtlık yıllarının ardından da, yağmurların bolca yağacağı ve yetiştirilen meyvelerin, zeytinlerin sıkılıp bol bol meyve suyu ve zeytinyağı yapılacağı bereketli bir yıl gelecek."
50 Bu sözleri dikkatlice dinleyen kralın hizmetçisi, hemen saraya dönüp Yusuf'un yorumunu olduğu gibi krala aktardı. Bundan son derece etkilenen kral, "Onu bana getirin!" diye emretti. Kralın özel davetçisi olan elçi, Yusuf'u zindandan çıkarıp saraya götürmek üzere yanına gelince, Yusuf ona, "Benim suçsuz olduğum ispatlanmadan, kralınızın himmetiyle buradan çıkmak istemiyorum. Şimdi, efendine dön ve ona, "Ellerini kesen o kadınların durumu neymiş?" diye benim adıma sor. Sor ki, olup bitenleri iyice araştırsın ve gerçeği ortaya çıkarsın. Senin efendin olayın içyüzünü öğrenebilir mi bilmem, ama benim Rabb'im, o kadınların sinsi tuzaklarını ve ne çirkinlikler peşinde koştuklarını gayet iyi bilmektedir."
51 Böylece elçi, tekrar kralın yanına gelip bu sözleri ona iletti. Bunun üzerine kral, olayla ilgili geniş çaplı bir araştırma başlattı. Sözü geçen kadınları topladı ve onlara, "Yusuf'u baştan çıkarmak istediğinizde, durumunuz neydi? Yusuf size bir kötülük yapmak istedi mi?" diye sordu. Kadınlar, "Hâşâ; Allah var ki, biz ondan en ufak bir kötülük görmedik!" dediler. Vezirin karısı ise, utanç ve pişmanlık içinde, "Şimdi gerçek ortaya çıktı!" diye itiraf etti, "Evet, onu baştan çıkarmak isteyen bendim, o ise daima dürüst ve iffetli davrandı. Yusuf, kesinlikle doğru söylüyor."

Böylece olay çözümlenmiş, Yusuf'un suçsuzluğu ortaya çıkmış oldu. Kralın elçisi, tekrar hapishaneye dönüp olup bitenleri Yusuf'a anlattı. Yusuf da elçiye şunları söyledi:
52 "Krala de ki: Bu soruşturmanın yapılmasını istemem, beni evinde barındıran vezirin şerefine asla leke sürmediğimi, o evde yanımızdayken onun hanımına nasıl yan gözle bakmadıysam, yokluğunda da kendisine hiçbir zaman ihanet etmediğimi ve Allah'ın, hainlerin hilesini asla başarıya ulaştırmayacağını herkesin bilmesi içindir."
53 "Gerçi ben, bu sözlerle kendimi temize çıkarıyor değilim. Eğer günahlardan uzak durabildiysem, bu ancak Rabb'imin lütuf ve inayeti sayesinde olmuştur. Rabb'imin yardımı olmasaydı, şeytanın ayartmaları karşısında kim günaha düşmekten kurtulabilirdi? Çünkü arzu ve ihtiraslar, insanı daima kötülüğe çağırır; ancak Rabb'imin rahmet edip esirgemesi hariç. Bununla beraber, arzu ve heveslerine yenik düşerek günah işleyenler ümitsizliğe kapılmasınlar, tövbe edip Rabb'imin merhametine sığınsınlar. Şüphesiz Rabb'im çok bağışlayıcı, çok merhametlidir."
54 Yusuf'un bu sözleri kendisine iletilince kral, onun ne kadar üstün bir kişiliğe sahip olduğunu anlayarak, "Onu bana getirin, kendime özel danışman ve yakın dost edineyim!" dedi. Nihayet Yusuf, kralın yanına gelmeyi kabul etti. Kral onunla yaptığı sohbetin ardından, "Sen artık bu günden itibaren, gönlümüzde taht kurmuş son derece itibarlı ve güvenilir bir şahsiyetsin!" dedi.

Sonra gördüğü rüyanın yorumunu bizzat Yusuf'un ağzından dinledi. Büyük bir kıtlığın kapıda olduğunu öğrenince, Yusuf'a fikrini sordu. Yusuf da, "Bana sorarsan, ilk yedi yıllık bolluk döneminde çiftçiler bol bol ekin eksinler. Büyük depolar inşa edilsin ve toplanan mahsuller orada saklansın. Kıtlık gelince, bu fazla ürünler satılır ve hem insanların sıkıntıya düşmesi önlenmiş, hem de hazineye büyük gelir sağlanmış olur." dedi. Kral, "Peki bu işleri kim yapacak?" diye sorunca, Yusuf:
55 "Beni bu ülkenin hazineleri üzerinde tam ve tek yetkili olarak görevlendir. Çünkü ben, ülke kaynaklarını çok iyi korurum ve yönetim işlerini de gayet iyi bilirim!" dedi. Zaten bu teklifi bekleyen kral ve etrafındakiler, tüm krallık yetkilerinin Yusuf'a devredilmesini kabul ettiler.
56 İşte böylece Biz, Yusuf'a o ülkede kudret ve egemenlik bahşettik. Öyle ki, ülkenin her yerinde onun sözü geçiyordu. Evet, Biz lütuf ve rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz ve iyilik yapanların mükâfatını çoğu zaman daha dünyadayken verir, onların iyiliklerini kesinlikle boşa çıkarmayız.
57 Fakat âhirette verilecek mükâfat, Allah'ın ayetlerine yürekten inanan ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimseler için elbette çok daha hayırlıdır.

Derken kralın rüyası, aynen Yusuf'un yorumladığı gibi gerçekleşti. Yedi yıllık bolluk döneminin ardından hem Mısır'ı, hem de komşu ülkeleri kasıp kavuran müthiş bir kuraklık ve kıtlık baş gösterdi. Mısır'da ihtiyaç fazlası erzak stokları bulunduğunu duyan insanlar, kervanlar halinde oraya akın etmeye başladılar. Bu arada, Yusuf'un babası Yakup Peygamber de kıtlıktan etkilenmiş ve Bünyamin dışındaki bütün çocuklarını erzak satın almaları için Mısır'a göndermişti:
58 Yusuf'un kardeşleri Mısır'a geldiler ve erzak almak isteyen herkes gibi, durumlarını arz etmek üzere onun huzuruna çıktılar. Yusuf, —tıpkı kuyudayken Rabb'inin kendisine bildirdiği gibi— onları görür görmez tanıdı, fakat bunu belli etmedi, onlar ise onu tanıyamamışlardı.

Yusuf, stokların herkese yetebilmesi için kişi başına ancak bir deve yükü erzak verileceğini ilân etmişti. Bu yüzden Yusuf'un kardeşleri, Bünyamin adında bir üvey kardeşlerinin daha olduğunu, fakat babalarının onu çok sevdiği için yanından ayrılmasına izin vermediği için kendileriyle birlikte gelemediğini söyleyerek onun için de erzak talep ettiler. Yusuf da onların bu talebini kabul etti.
59 Sonra erzaklarını hazırlatınca onlara dedi ki: "Şimdilik bir deve yükü fazla erzak veriyorum, fakat bana bir dahaki gelişinizde üvey kardeşinizi de getirin. Bana yalan söylemediğinizi başka türlü nasıl anlayabilirim? Kardeşiniz için endişelenmenize hiç gerek yok. Ölçüp tartarken ne kadar adil davrandığımı ve misafirlerime karşı ne kadar konuksever ve cömert olduğumu görmüyor musunuz?"
60 "Şayet onu bana getirmezseniz —ki bu sizin yalan söylediğinizi gösterir— o zaman benden size bir ölçek bile erzak yoktur ve o takdirde, artık yanıma da yaklaşmayın!"
61 Çaresizlik içinde, "Peki!" dediler, "Onun bizimle birlikte gelmesi için babasını ikna etmeye çalışacağız. Evet, bir yolunu bulup bunu yapacağız!" dediler.
62 Kardeşleri dönüş yolculuğu için hazırlıklara başlayınca, Yusuf hizmetçilerine, "Bunların bize ödedikleri altın, gümüş ve değerli eşyalardan oluşan sermayelerini yüklerinin içine geri koyun ki, yurtlarına varıp yüklerini açtıklarında onları görsünler de, kendilerine iyilik yapıldığını anlayıp tekrar gelsinler." diye tembihledi.

Yusuf bütün bunları, Rabb'inin kendisine verdiği talimatlar doğrultusunda yapıyordu. Ona kalsa babasına derhal müjdeyi ulaştırır ve ailesini yanına alırdı. Fakat ilâhî hikmet, öykünün bütün kahramanlarını farklı şekillerde etkileyen imtihanın tamamlanmasını gerektiriyordu.
63 Böylece Yusuf'un kardeşleri babalarının yanına döner dönmez, daha yüklerini açmadan, "Ey babamız!" dediler, "Bünyamin'i de yanımızda götürmediğimiz takdirde, bundan böyle Mısır'dan erzak almamız bize yasaklandı! O hâlde, bir daha Mısır'a gidişimizde küçük kardeşimiz Bünyamin'i de bizimle beraber gönder ki, onun sayesinde bol bol erzak satın alalım. Bünyamin için endişelenmene gerek yok. Sana söz veriyoruz, biz onu gözümüz gibi koruyacağız!"
64 Babaları, "Tıpkı bir zamanlar kardeşini emanet ettiğim gibi, şimdi de onu mu size emanet edeyim? Daha önce Yusuf için de aynı yeminleri etmiştiniz, şimdi size güvenmemi nasıl beklersiniz benden? Fakat anlaşılan o ki, başka çarem de yok. Eğer mutlaka gitmesi gerekiyorsa, ben onu size değil, Allah'a emanet ediyorum. Çünkü en iyi koruyucu, Allah'tır. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
65 Bu ayaküstü konuşmanın ardından, yüklerini indirmeye başladılar. Eşyalarını açtıklarında, erzak almak için ödedikleri bütün sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. "Baba, baba!" diye sevinçle haykırdılar, "Bak, daha ne istiyoruz; işte sermayemiz de bize geri verilmiş! Bununla ailemize yeniden erzak alabiliriz. Öyleyse izin ver, Bünyamin de bizimle gelsin. Korkma, biz kardeşimizi koruruz, üstelik onun da gelmesiyle bir deve yükü fazladan erzak almış oluruz. Çünkü bu ilk seferde getirdiğimiz az bir miktardır, bize ve ailemize yetmez."
66 Bunun üzerine Yakup, "Etrafınız düşmanlarla kuşatılıp eliniz kolunuz bağlanmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah adına bana söz vermeden, onun sizinle gitmesine asla izin vermeyeceğim!" dedi. Çocukları ona istediği şekilde söz verince, "Bu konuştuklarımıza Allah da şahittir!" dedi.
67 Sözlerine devamla, "Oğullarım!" dedi, "Mısır'a vardığınız zaman şehre hepiniz tek bir kapıdan girmeyin, çünkü bu gereksiz yere dikkatleri üzerinize çekmenize sebep olur. Onun için, ikişerli üçerli gruplara ayrılın ve ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne kadar tedbirimi alsam da, Allah'ın takdirini önleyemem. Dolayısıyla, sizi Allah'tan gelebilecek hiçbir şeye karşı koruyamam. Ben ancak, bir beşer olarak üzerime düşeni yapar, tedbirimi alırım. Takdir ise Allah'ındır. Çünkü her konuda son sözü söyleme ve hüküm verme yetkisi sadece Allah'a aittir. Onun içindir ki, ben yalnızca O'na güvenir, yalnızca O'na dayanırım. Öyleyse, yüce bir kudrete dayanıp huzur ve güvene kavuşmak isteyenler, dünyada ve âhirette kurtuluşu arayanlar, yalnızca O'na güvenip dayansınlar."
68 Derken Yusuf'un on bir kardeşi, uzun bir yolculuğun sonunda Mısır'a vardılar ve gerçekten de babalarının kendilerine emrettiği şekilde şehre farklı kapılardan girdiler. Böylelikle, kendilerince bir tedbir almış oldular. Fakat bu tedbir, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savacak değildi; yalnızca Yakup, —çocuklarının güvenliğinden sorumlu bir baba olarak— içine doğan bir dileği yerine getirmiş ve böylece, "Acaba bir tedbirsizlik mi yaptık?" türünden şüpheleri bertaraf etmiş oldu. Fakat bunu yaparken, Allah'ın takdirine güvenmek gerektiğini aklından çıkarmamıştı. Çünkü o, kendisine öğrettiğimiz Kitap ilmi sayesinde, tedbir almak ve ilâhî takdire boyun eğmek arasında mükemmel bir denge kurabilecek bilgiye sahipti. Ne var ki, insanların çoğu beşerî yetenekleri kullanarak tedbir almanın, tevekkülün bir parçası olduğunu bilmezler. Bir kısmı kendi gayret ve tedbirlerine güvenip Allah'a tevekkülü terk eder, diğer bir kısmı da sadece "tevekkül" eder, fakat problemlerini çözmek için herhangi bir pratik çareye başvurmazlar.
69 Böylece kardeşleri huzuruna çıktıklarında, Yusuf öz kardeşi Bünyamin'i gizlice odasına aldı, gözyaşlarıyla onu kucaklayıp bağrına bastı ve "Ben senin bir zamanlar öldü zannettiğin kardeşinim! Üvey kardeşlerimiz çok büyük günah işlediler. Fakat sen onların yaptıklarına üzülme!" dedi. Sonra Yusuf başından geçenleri Bünyamin'e bir bir anlattı ve onu Mısır'da alıkoymak için şu plânı hazırladı:
70 Yusuf onların yükünü hazırlatırken, kendisine ait değerli bir su kabını gizlice kardeşi Bünyamin'in eşyaları arasına yerleştirdi. Daha sonra, kardeşlerinin de içinde bulunduğu kervan tam hareket etmek üzereyken bir tellal, "Ey kervan sahipleri, durun! Çünkü siz hırsızlık yapmışsınız!" diye seslendi.
71 Kardeşleri, bu beklenmedik suçlama karşısında görevlilere dönerek, "Durun hele, hemen bizi suçlamayın!" dediler, "Çalındı zannettiğiniz şey belki de kaybolmuştur. Önce söyleyin bakalım, nedir kaybettiğiniz?"
72 "Kralın su kabını arıyoruz!" dediler, "Onu bulup getirene, ödül olarak bir deve yükü erzak verilecek. Kralın temsilcisi olarak buna bizzat ben kefilim."
73 Buna karşılık onlar, "Allah'a yemin olsun!" dediler, "Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, biz bu ülkeye bozgunculuk yapmak için gelmedik ve kesinlikle hırsız da değiliz!"
74 Yusuf'un adamları, "Peki," dediler, "eğer yalan söylüyorsanız ve içinizden biri kralın su tasını çalmışsa, bunun cezası ne olsun?"
75 "Bunun cezası, çalınan mal kimin eşyaları arasından çıkarsa, bizzat o kişinin kendisidir. Yani hırsız, çaldığı malın miktarına göre belli bir süre mal sahibinin hizmetinde çalıştırılır. Fakat çok değerli bir mal çalmışsa, onun kölesi yapılır. Biz ülkemizdeki geçerli kanunlara göre, hırsızlık yapan zalimleri böyle cezalandırıyoruz!" dediler. Böylece, yüklerinin aranması için Yusuf'un huzuruna çıkarıldılar.
76 Yusuf, aramayı bizzat kendisi yaptı. Şüphe çekmemek için de, kardeşi Bünyamin'den önce diğerlerinin eşyalarından başladı. Sonunda, su tasını kardeşinin eşyaları arasında bulup çıkardı. Bünyamin ise, plân gereğince hiç sesini çıkarmadı. Yusuf, bunları kendiliğinden yapmış değildi. Tüm olup bitenler, ilâhî kudretin yönlendirmesiyle şekilleniyordu:

İşte biz, Bünyamin'i yanında tutabilmesi için Yusuf'a böyle bir çıkış yolu öğrettik. Yoksa kralın ceza kanunlarına göre, kardeşini Mısır'da alıkoyması —Allah başka türlüsünü dilemedikçe— mümkün değildi. Nitekim O diledi, Bünyamin Mısır'da kaldı. Biz dilediğimizi işte böyle derece derece yüceltiriz. Unutmayın, her ilim sahibinin üzerinde, daha iyi bilen birisi vardır. Ve hepsinin de üstünde, her şeyi bilen bir Allah vardır.
77 Bunun üzerine kardeşleri, "Bu işte bir yanlışlık olmalı, o hırsızlık yapmış olamaz!" diyerek Bünyamin'i savunacakları yerde, "Eğer o çaldıysa —ki çalmış görünüyor— buna pek de şaşırmadık, çünkü bir zamanlar Yusuf adındaki abisi de hırsızlık yapmıştı!" dediler.

Kardeşlerinin bu apaçık iftirası karşısında Yusuf, az kalsın dayanamayıp yalanlarını yüzlerine vuracaktı. Fakat ilâhî talimatlara uyması gerekiyordu. Bu yüzden, bu duygusunu içinde gizledi, onlara açmadı. Yalnızca içinden, "Sizin durumunuz çok daha kötü ve gerçekten acınacak bir hâldesiniz. Doğrusu Allah, anlattıklarınızın içyüzünü gayet iyi bilmektedir!" dedi.
78 Daha sonra Yusuf'un kardeşleri, "Ey vezir hazretleri!" dediler, "Bünyamin'in suçlu olduğunu kabul ediyoruz, fakat onun ihtiyar bir babası var. Onu kaybetmeye yüreği dayanamaz. Ne olur, onun yerine içimizden birini al. Görüyoruz ki, sen çok iyi bir insansın."
79 Yusuf, "Öyle şey mi olur?" diye karşılık verdi, "Çalınan eşyamızı yanında bulduğumuz hırsızdan başkasını tutuklamaktan Allah'a sığınırız! Eğer böyle bir şey yapacak olursak, o takdirde büyük bir haksızlık etmiş oluruz!" Böylece Yusuf, kesin hükmünü belirterek tartışmaya son noktayı koydu.
80 Yusuf'un kardeşleri, Bünyamin'i artık kurtaramayacaklarını anlayıp ondan iyice ümitlerini kesince, meseleyi aralarında görüşmek üzere bir kenara çekildiler. İçlerinden en yaşlı olanı —ki vaktiyle Yusuf'un öldürülmesine karşı çıkan da oydu— büyük bir üzüntü içinde kardeşlerine seslenerek dedi ki: "Babanızın Bünyamin hakkında sizden Allah adına söz aldığını ve daha önce Yusuf hakkında işlediğiniz günahı unuttunuz mu? Şimdi kardeşimizi burada bırakırsak, dönüp babamızın yüzüne nasıl bakacağız? Artık ben, yanına gidebilmem için babam bana izin vermedikçe ya da Allah benim hakkımda hükmünü bildirmedikçe, buradan asla ayrılmayacağım! Elbette O, hükmedenlerin en hayırlısıdır!"
81 "Şimdi babanızın yanına dönün ve ona deyin ki: "Baba, inan ki oğlun Bünyamin hırsızlık yaptı. Gerçi onu hırsızlık yaparken görmedik, biz ancak bilgimiz ölçüsünde olup bitenlere şahit olduk. Bilgi ve idrak sınırlarımızın ötesinde neler olup bittiğini, yani gaybı elbette bilemeyiz."
82 "Bize inanmıyorsan, olay sırasında içinde bulunduğumuz şehir halkına ve birlikte geldiğimiz kervana sor. Onlar da şahitlik edeceklerdir ki, biz gerçekten doğru söylüyoruz!"
83 Bu sözleri dinleyen babaları, "Yazıklar olsun size!" dedi, "Demek Bünyamin'in hırsız olduğuna hemencecik inanıverdiniz! Hayır, aslında, yine ihtiraslarınız ve kıskançlığınız, sizi fena bir işe sürükledi. Ben de, yine sizi Allah'a havale ediyorum. Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne Yusuf'tan, ne Bünyamin'den, ne de büyük kardeşinizden ümidimi kesmedim. Ümit ediyorum ki, Allah onların hepsini günün birinde bana geri getirecektir. Çünkü O her şeyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir."
84 Ve gözyaşlarıyla ıslanan yüzünü onlardan çevirip "Ah, Yusuf'um!" diye inledi. Öyle dayanılmaz acılarla sarsıldı ki, sonunda üzüntüden gözlerine ak düştü, göremez hâle geldi. Artık kederini içine atıyor, acıdan yutkunup duruyordu.
85 Onun bu içler acısı hâlini gören oğulları, "Allah aşkına!" diyorlardı, "Yusuf'u o kadar anıyorsun ki, bu gidişle tamamen çökeceksin, hatta bu keder yüzünden korkarız kahrından ölüp gideceksin! Böyle ağlayıp sızlanmakla neyi değiştirebilirsin ki?"
86 Yakup, "Sizin beni anlamanızı beklemiyorum. Ben derdimi ve tasamı, ancak Allah'a şikâyet ediyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum." dedi. Ve ekledi:
87 "Oğullarım; şimdi tekrar Mısır'a gidin ve Yusuf ile kardeşi hakkında geniş bir araştırma yapın. Bu arada, sakın Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Gerçek şu ki, Allah'ın rahmetinden ancak inkârcı bir toplum ümidini keser."
88 Böylece hem araştırma, hem de erzak temin etme amacıyla Mısır'a geldiler. Yusuf'un huzuruna çıkınca, "Ey vezir hazretleri!" dediler, "Bizi ve çoluk çocuğumuzu kıtlık perişan etti ve işte yine erzak satın almak üzere, şu gördüğün değersiz sermaye ile huzuruna geldik. Sen yine de bize tam ölçekle dolu dolu erzak ver ve bize bağışta bulun. Elbette Allah, muhtaç kullarına bağışta bulunanları ödüllendirecektir."

İşte o anda, Yusuf'un kendisini tanıtma zamanı gelmişti:
89 Yusuf, kardeşlerinin bu halini görünce onlara, "Hani cahillik çağınızda Yusuf'a ve kardeşine neler yapmıştınız, hatırlıyor musunuz?" diye sordu.
90 Bu sözler üzerine, bütün ihtişamıyla karşılarında duran krala yeniden ve dikkatle bir daha baktılar. Sonra hayret ve dehşet içinde, "Aman Allah'ım!" diye haykırdılar, "Sen, yoksa sen Yusuf musun?" O da: "Evet, ben Yusuf'um ya!" diye karşılık verdi. Sonra Bünyamin'i göstererek, "İşte bu da kardeşim. Allah ikimize de lütufta bulundu. Evet, her kim dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınır ve zorluklar karşısında göğüs gererek sabretmesini bilirse, hiç kuşkusuz Allah, iyilik yapanların emeğini boşa çıkarmayacaktır!"
91 Kardeşleri, "Allah'a yemin olsun ki!" dediler, "Bu dürüstlük ve samimiyetin sayesinde, Allah seni hepimizden üstün kıldı. Biz ise, gerçekten büyük bir suç işlemiştik."
92 Yusuf, Peygambere yakışan bir tavırla, "Korkmayın, üzülmeyin!" diye karşılık verdi, "Bugün sizi kınamak, ayıplamak yok! Benim açımdan mesele kapanmıştır. İntikam duygularına kapılıp da sizi cezalandıracak değilim. Eğer gönülden tövbe ederseniz, Allah sizi affedecektir. Çünkü O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
93 "Şimdi şu benim gömleğimi alıp Kenan diyarına götürün ve onu, üzüntüden gözleri görmez olan babamın yüzüne sürün, Allah'ın izniyle yeniden görmeye başlayacaktır. Sonra da, bütün ailenizi toplayıp yanıma getirin."
94 Böylece Yusuf'un kardeşleri, babalarına müjdeyi vermek üzere yola çıktılar. Kervan Mısır'dan henüz ayrılmıştı ki, yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan babaları, yanındakilere seslenerek, "Eğer beni bunaklıkla suçlamayacaksanız, inanın ki ben Yusuf'umun kokusunu alıyorum!" dedi.
95 Onlar da, "Pes doğrusu!" dediler, "Vallahi sen, hâla o eski şaşkınlığında bocalamaya devam ediyorsun!" Oysa kimin "şaşkınlık içinde bocaladığı" biraz sonra ortaya çıkacaktı:
96 Nihayet, uzun bir yolculuğun ardından kervan, Kenan diyarına ulaştı. Öncü olarak gönderilen müjdeci koşa koşa Yakup'un yanına gelip gömleği onun yüzüne sürünce, Yakup mucizevî bir şekilde yeniden görmeye başladı ve büyük bir heyecanla, "Ben size, ‘Allah tarafından, sizin bilmediklerinizi bilirim." dememiş miydim!" diye haykırdı.
97 Derken oğulları, tüm olup bitenleri anlatıp suçlarını itiraf ettikten sonra, "Ey babamız!" dediler, "Günahlarımızdan dolayı bizim için Allah'tan bağışlanma dile. Çünkü biz gerçekten büyük bir günah işledik."
98 Yakup Peygamber, "Acele etmeyin, sizin için Rabb'imden daha sonra af dileyeceğim. Doğrusu Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir." diye cevap verdi.
99 Böylece tüm aile toplanıp Mısır'a doğru yola çıktılar. Kervanın yaklaştığını haber alan Yusuf, onları karşılamak üzere şehir dışında bir karargâh kurdu. Nihayet kervan, sevinç gösterileri içinde oraya vardı. Tüm aile fertleri Yusuf'un huzuruna çıkınca, Yusuf babasını ve anasını kucaklayıp bağrına bastı ve "Allah'ın izniyle, huzur ve güven içinde Mısır'a girin!" dedi.
100 Hep birlikte şehre girdiler. Yusuf, anne ve babasını ellerinden tutarak kendi tahtına oturttu. Daha sonra, herkes onun huzurunda sevgi ve saygıyla eğildiler. İşte o anda Yusuf, "Ey babacığım!" dedi, "Bir zamanlar yıldızların bana secde etmesiyle ilgili gördüğüm rüyanın yorumu buymuş demek. İşte Rabb'im onu aynen gerçekleştirdi. Doğrusu Rabb'im, bana büyük lütufta bulunmuştur. Çünkü beni zindandan kurtarmakla kalmadı, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, sizi ta çöllerden geçirip buralara kadar getirdi. Şüphesiz ki Rabb'im, dilediğine dilediği ölçüde ilim, hikmet ve kudret bahşeder. Hiç kuşkusuz O her şeyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir."
101 "Ey Rabb'im, bu hükümranlığı bana sen bahşettin ve rüyada görülen olayları yorumlama ve meselelerin hakikatine nüfuz etme bilgisini bana sen öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan yüce Rabb'im, dünyada da âhirette de benim yegâne dostum, yardımcım sensin! Senden ne makam istiyorum, ne şöhret, ne de servet! Bunlardan daha kalıcı ve hayırlı bir şey istiyorum: Beni son nefesime kadar, buyruklarına yürekten boyun eğen bir Müslüman olarak yaşat, bir Müslüman olarak canımı al ve mahşerde beni salih kullarının arasına kat ya Rab!"
102 İşte ey Muhammed, bütün bu anlatılanlar, sana vahiyle bildirdiğimiz ve daha önce hiç bilmediğin gayb haberlerindendir. Yoksa Yusuf'un kardeşleri ona karşı sinsice plânlar kurarak yapacakları işe karar verirlerken, sen onların yanında değildin. Dolayısıyla, insanoğlunun bilgi ve tecrübe sınırlarını aşan bu ve benzeri olayları bizzat görmüşçesine haber vermen, senin Peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir. Bununla beraber:
103 Sen ne kadar arzu etsen de, yine de insanların çoğu hakikate inanmayacaktır.
104 Oysa sen, bu çağrına karşılık onlardan herhangi bir menfaat beklemiyorsun ki, samimiyetinle ilgili bir şüpheye kapılsınlar. Bu mesaj ancak, bütün insanlığa sunulan bir uyarı, bir öğüttür. Üstelik bu uyarılar, sadece Kur'an'dan ibaret de değildir:
105 Göklerde ve yerde Allah'ın varlığını, birliğini, kudret ve merhametini gözler önüne seren nice deliller vardır ki, inkârcılar gece gündüz onların yanından geçerler de, bu muhteşem mucizelerden ibret almadan yüz çevirip giderler.
106 Ve onların çoğu, arzu ve heveslerini yahut uydurdukları birtakım düzmece ilâhları Allah'a ortak koşmaksızın, O'na inanmazlar.
107 Peki bu durumda onlar, Allah'tan bir ceza olarak her şeyi sarıp kucaklayan bir felâketin tepelerine inmeyeceğinden ya da hiç ummadıkları bir anda ansızın kıyametin başlarında kopmayacağından nasıl emin olabiliyorlar?
108 O hâlde ey Peygamber, onlara de ki: "İşte benim yolum budur. Ben ve benim izimden gidenler, öyle körü körüne ve bilgisizce değil, Kur'an ve Sünnetin ışığında; akıl, mantık ve sağduyu ölçülerine göre ve apaçık delillere dayanarak, yani tam bir basiret üzere insanlığı Allah'ın yoluna çağırıyoruz. Bakın, Allah her türlü acizlik ve noksanlıktan uzaktır, yücedir! İşte açıkça ilan ediyorum: Ben, Allah'tan başkasının egemenliğine boyun eğen o müşriklerden değilim ve onların batıl inançlarını ve bu inanca dayalı hayat tarzını reddediyorum!"

Eğer "Allah neden elçi olarak bir melek göndermedi?" diye itiraz edecek olurlarsa, şunu iyi bilsinler ki:
109 Biz senden önce de, her ülkenin kendi halkından, vahiyle desteklediğimiz fani insanlardan başkasını elçi olarak göndermedik. Bu inkârcılar yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önceki güçlü toplumların ve medeniyetlerin nasıl ve ne sebeple yok olup gittiğine bakıp ibret alsınlar!

Evet, dürüst ve erdemlice yaşayan ve kötülüklerden titizlikle sakınan o takva sahipleri için âhiret yurdu, şu gelip geçici dünya hayatından elbette çok daha iyidir. Ey akıl sahipleri, hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?
110 Şu anda içinde bulundukları refah ve zenginlik, sakın o kâfirleri aldatmasın. Öte yandan, uğradıkları sıkıntılar da müminleri yılgınlığa düşürmesin. Nitekim önceki elçilerimiz de aynı sıkıntılarla yüz yüze gelmişlerdi. Nihayet elçiler, kâfirlerin iman etmesinden iyice ümit kestikleri ve yalancı çıkacaklarını düşünmeye başladıkları bir sırada onlara yardımımız yetişti ve dilediğimiz mümin kimseler azaptan kurtarıldı. Kâfirler de en ağır cezaya çarptırıldı. Çünkü azabımız, suç işlemekte ısrar eden bir toplumdan asla geri çevrilmez!
111 Gerçekten bu anlattığımız elçilerin hayat hikâyelerinde, akıl ve sağduyu sahipleri için nice dersler, nice ibretler vardır. Bu kıssaları size bildiren Kur'an, kesinlikle insan ürünü bir kelâm, uydurulmuş bir söz değildir. Aksine, kendisinden önceki kutsal metinleri —bozulmuş kısımlarını düzelterek— onaylamak, insanın hem dünyada hem de âhirette kurtuluş ve mutluluk yolunda ihtiyaç duyabileceği her şeyi açıkça ortaya koymak ve hakka yürekten iman eden bir topluma hakikati gösteren bir hidayet ve rahmet kaynağı olmak üzere bizzat Allah tarafından gönderilmiş son İlâhî Kitaptır.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠ 1
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ 2
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ 3
اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ 4
قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ 5
وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ 6
لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ 7
اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ 8
اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ 9
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ 10
قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ 11
اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 12
قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ 13
قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ 14
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 15
وَجَٓاؤُٓ۫ اَبَاهُمْ عِشَٓاءً يَبْكُونَۜ 16
قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ 17
وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ 18
وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ 19
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا ف۪يهِ مِنَ الزَّاهِد۪ينَ۟ 20
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 21
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 22
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ 23
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ 24
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 25
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 26
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 27
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ 28
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ 29
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 30
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ 31
قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ 32
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ 33
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 34
ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟ 35
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 36
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ 37
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ 38
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ 39
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 40
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ 41
وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟ 42
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ 43
قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ 44
وَقَالَ الَّذ۪ي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُونِ 45
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ 46
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِن۪ينَ دَاَباًۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ ف۪ي سُنْبُلِه۪ٓ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تَأْكُلُونَ 47
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تُحْصِنُونَ 48
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ ف۪يهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَف۪يهِ يَعْصِرُونَ۟ 49
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰت۪ي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِكَيْدِهِنَّ عَل۪يمٌ 50
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ 51
ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ 52
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 53
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ 54
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ 55
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 56
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ 57
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ 58
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ 59
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ 60
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ 61
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 62
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 63
قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظاًۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ 64
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ 65
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ 66
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ 67
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ 68
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 69
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ 70
قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ 71
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ 72
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ 73
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ 74
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ 75
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ 76
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ 77
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 78
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟ 79
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ 80
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ 81
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 82
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ 83
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ 84
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ 85
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 86
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ 87
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ 88
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ 89
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 90
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ 91
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ 92
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ 93
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ 94
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ 95
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 96
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ 97
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ 98
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ 99
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ 100
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ 101
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ 102
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ 103
وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟ 104
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ 105
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ 106
اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 107
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 108
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 109
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ 110
لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 111
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠
Elif, Lâm, Râ. Ey insan! Rabb'inden sana bir mesaj geldi: Bunlar, hidayet ve kurtuluş yollarını gösteren apaçık ve apaydınlık Kitabın ayetleridir.
1
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ
Gerçekten Biz onu, düşünüp anlayabilesiniz diye Arapça bir metin olarak gönderdik. Kur'an'ın ilk muhatabı olan siz Araplar, eğer başka bir dili konuşuyor olsaydınız, o zaman ayetlerimizi o dilde gönderecektik.
2
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ
Ey Muhammed! Sana gönderdiğimiz bu Kur'an ayetleri sayesinde, insanlık tarihinde yaşanmış öykülerin en güzelini anlatacağız. Yoksa sen, bundan önce geçmiş Peygamberlerin kıssaları hakkında hiçbir bilgiye sahip değildin. İşte, İbrahim oğlu İshak oğlu Yakup oğlu Yusuf'un ibretlerle dolu hayat hikâyesi:
3
اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ
Bir zamanlar küçük bir çocuk olan Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyamda on bir yıldızı, Güneş'i ve Ay'ı gördüm. Baktım ki, onların hepsi bana secde ediyorlar."
4
قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Yusuf'un gördüğü rüyanın ne anlama geldiğini bilen babası, "Yavrucuğum!" dedi, "Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa senin üstünlüğünü çekemeyerek şeytana uyarlar da, sana bir kötülük yapmaya kalkışırlar! Çünkü şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır."
5
وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
"Demek ki Rabb'in seni şu tertemiz ahlâkından dolayı seçip yüceltecek, sana rüyada görülen olayları yorumlama ve meselelerin içyüzüne vâkıf olma bilgisini öğretecek ve böylece, tıpkı daha önce ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup ailesine vermiş olduğu nimetleri daha büyük lütuflarla tamamlayacaktır. Hiç kuşkusuz Rabb'in, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir."

Ey dinleyici! Bu kıssayı, sıradan bir hikâye, bir roman zannetme:
6
لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ
Gerçekten Yusuf ve kardeşlerinin başından geçen bu öyküde, öğüt almak isteyenler için nice uyarılar ve ibret verici dersler vardır:
7
اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ
Hani Yusuf'un kardeşleri, kendi aralarında konuşurlarken diyorlardı ki: "Yusuf ile öz kardeşi Bünyamin, babamızın gözünde bizden daha kıymetli. Oysa onlar iki küçük çocuk, biz ise hem güçlü kuvvetli, hem de on kişilik kalabalık bir topluluğuz. Doğrusu babamız, apaçık bir yanılgı içerisinde."
8
اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ
"Bunun için, Yusuf'u öldürmeli yahut onu asla geri dönemeyeceği uzak bir yere atmalısınız ki, babanızın bütün ilgi ve şefkati yalnızca size kalsın! Ondan sonra da, nasıl olsa tövbe eder, iyi birer insan olursunuz!"
9
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
İçlerinden nispeten daha insaflı olan biri, "Bence Yusuf'u öldürmeyin. Eğer mutlaka bir şey yapacaksanız onu şehrin dışındaki bir kuyunun içine atın, oradan geçen kervanlardan biri onu alıp uzak diyarlara götürsün. Böylece, elimizi kana bulamadan amacımıza ulaşmış oluruz." dedi. Bu teklif, diğerleri tarafından da kabul edildi ve sinsi plân uygulanmaya başlandı:
10
قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ
Yusuf'un kardeşleri, babaları Yakup Peygambere gelerek bir kır gezisine çıkmaya karar verdiklerini ve Yusuf'u da yanlarında götürmek istediklerini söylediler. Babaları, bunun tehlikeli olabileceğini söyleyince, "Ey babamız!" dediler, "Yusuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Oysa biz ne de olsa onun kardeşleriyiz ve her zaman onun iyiliğini isteriz."
11
اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
"Yarın çıkacağımız gezintide onun da bize katılmasına izin ver de, çocukcağız kırlarda, bayırlarda gönlünce gezip oynasın. Sen hiç merak etme, biz onu gözümüz gibi koruruz!"
12
قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ
Babaları, "Onu götürmeniz beni gerçekten çok üzer. Çünkü onun bir an bile yanımdan uzak kalmasına dayanamam. Ayrıca, gideceğiniz yer tehlikelerle dolu. Siz başka işlerle meşgul olurken, bir anlık dalgınlığınıza denk gelir de, kurdun biri onu kapar diye endişe ediyorum!" dedi.
13
قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ
Bunun üzerine onlar, "Biz bu kadar güçlü ve hazırlıklı bir topluluk olduğumuz hâlde yine de onu kurt kapacaksa, o zaman yazıklar olsun bize!" dediler.
14
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Böylece, babalarını ikna ederek Yusuf'u yanlarına alıp yola çıktılar. Onu götürüp kervanların uğrak yeri olan eski bir kuyunun içine atmaya karar verdiklerinde, büyük bir üzüntü ve endişe içinde olan Yusuf'a şöyle vahyettik: "Ey Yusuf! Sakın korkma, ümitsizliğe kapılma! Çünkü Biz seni buradan kurtaracak ve yüce makamlara ulaştıracağız. Yıllar sonra, kardeşlerinle tekrar karşılaşacaksın. İşte o gün, onlar seni tanımadıkları için olup bitenlerin farkında bile değillerken, bu çirkin davranışlarını onlara haber vereceksin. O zaman, hepsi utanç ve pişmanlıkla başlarını öne eğip senden özür dileyecekler."
15
وَجَٓاؤُٓ۫ اَبَاهُمْ عِشَٓاءً يَبْكُونَۜ
Yusuf'un kardeşleri, onu kuyuya atmadan önce gömleğini almışlardı. Öldürdükleri bir hayvanın kanına buladıkları bu gömleği de yanlarına aldılar ve akşamüzeri, ağlaya ağlaya babalarının yanına geldiler.
16
قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ
"Ey babamız!" dediler, "Biz aramızda yarışmak için konakladığımız yerden azıcık uzaklaşmış, Yusuf'u da eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Döndüğümüzde ne görelim, bir onu kurt parçalamış! Fakat biliyoruz ki, biz her ne kadar doğruyu söylüyor olsak da, sen bize haklı olarak inanmayacaksın!"
17
وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
Daha sonra, Yusuf'un yalancıktan kana bulanmış gömleğini çıkarıp gösterdiler. Yüreği kan ağlayan Yakup, "Hayır!" dedi, "Bu anlattıklarınız hiç de inandırıcı gelmiyor bana! Bu ne merhametli bir kurtmuş ki, gömleğini yırtmadan Yusuf'umu parçalamış! Aslında, kıskançlık ve ihtiraslarınız sizi fena bir işe sürüklemiş. Ben de sizi Allah'a havale ediyorum. Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, bu anlattığınız olaylar karşısında, bana dayanma gücü vermesi için Allah'ın yardımına sığınmaktan başka çarem yok."

Yusuf'un durumuna gelince:
18
وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Şam diyarından Mısır'a doğru gitmekte olan bir kervan, Yusuf'un atıldığı kuyuya yakın bir yere gelip konakladı. Kervan sahipleri, her zamanki gibi su görevlisini kuyuya gönderdiler. Su görevlisi, kuyunun başına gelip kovasını daldırdı. Kuyunun içinde bir çocuk olduğunu görünce, "Yaşasın! Mısır'da köle olarak satabileceğimiz bir erkek çocuk bu!" diye sevinçle bağırdı. Sonra onu kervan sahiplerinin yanına getirdi. Böylece kervancılar, Yusuf'u ailesine teslim etmek yerine, onu satmak amacıyla köle olarak alıp sakladılar. Oysa Allah, ne çirkin bir iş yaptıklarını gayet iyi biliyordu.
19
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا ف۪يهِ مِنَ الزَّاهِد۪ينَ۟
Uzun bir yolculuğun sonunda, nihayet kervan Mısır'a vardı. Yusuf'u köle pazarına çıkardılar ve onu ucuz bir fiyata, birkaç gümüş dirheme sattılar. Çalıntı bir çocuk olduğu için onu uzun süre ellerinde tutmak istemiyorlardı.
20
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Onu satın alan Mısırlı, kralın önde gelen vezirlerinden biriydi. Yusuf'u alıp sarayına götürdü ve Züleyha adındaki karısına dedi ki: "Ona iyi bak ve en güzel şekilde yetişmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınma. Bu çok zeki ve yetenekli bir çocuğa benziyor, belki bize ileride faydası olur yahut onu kendimize evlat ediniriz."

İşte böylece Biz, Yusuf'a o ülkede güzel bir ortam hazırladık ve rüyada görülen olayları yorumlama ve meselelerin içyüzüne vâkıf olma bilgisini ona öğretmek için, kendisini katımızdan bir ilham ile destekledik. İşte Allah, iradesini yerine getirmekte böylesine güçlüdür. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler.
21
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Böylece, aradan yıllar geçti. Yusuf gençlik dönemini bitirip olgunluk çağına ulaşınca, ona katımızdan derin bir bilgelik ve ilim bahşettik. İşte Biz, güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.
22
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Bu arada, içinde yaşadığı evin hanımı nasıl olduysa Yusuf'a göz koymuş ve onu elde etmek için plânlar kurmaya başlamıştı. Bunun için, kocasının evde olmadığı bir gün bütün kapıları kilitledi ve "Haydi, yanıma gelsene!" dedi. Fakat Yusuf, "Böyle bir alçaklıktan Allah'a sığınırım!" diye karşılık verdi, "Rabb'im bana bunca iyilikler bahşetmişken, O'na karşı nasıl nankörlük edebilirim? Ayrıca, beni öz evladı gibi bağrına basan efendime nasıl ihanet edebilirim? Gerçek şu ki, zalimler asla kurtuluş yüzü göremezler!"
23
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ
Gerçekten kadın Yusuf'u arzulamıştı; eğer ihanet ve nankörlüğün çirkin bir davranış olduğuna dair Rabb'inin kendisine ilham ettiği uyarı ve işaretini göz ardı etmiş olsaydı, Yusuf da nefsine yenilip ona yönelecekti. Fakat Allah'ın yardımı sayesinde, arzularına gem vurarak iffetini korumasını bildi. İşte böylece, onu kötülük ve ahlâksızlıktan korumak için kalbine sebat ve kararlılık verdik. Çünkü o, dürüstlüğü, samimiyeti ve tertemiz ahlâkıyla seçkin kullarımızdan biriydi.
24
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Derken Yusuf hızla oradan uzaklaşmaya başladı. Kendisi önde, Züleyha arkada, ikisi birden kapıya doğru koşmaya başladılar. Yusuf tam kapıya varmıştı ki, kadın yetişip onun gömleğini arkadan çekerek boydan boya yırttı. Ve tam o sırada, kapının hemen yanında kadının kocasıyla burun buruna geldiler! Kadın, Yusuf'un kendisine saldırdığını öne sürerek, büyük bir pişkinlikle, "Senin hanımına böyle bir kötülük yapmaya kalkışan birinin cezası, zindana atılmaktan veya can yakıcı bir işkenceye uğramaktan başka ne olabilir?" dedi.
25
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Yusuf ise kendisini savunarak, "Hayır, yalan söylüyor! Asıl o beni elde etmeye kalkıştı!" dedi. Bunun üzerine, kadının akrabalarından bilgili ve tecrübeli biri —ki o sırada vezirin yanında bulunuyordu— olayı aydınlatmak üzere şöyle hakemlik yaptı: "Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmışsa; kadın doğru, kendisi yalan söylüyor demektir."
26
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
"Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, o zaman kadın yalan, Yusuf doğru söylüyor demektir."
27
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ
Vezir, Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına dönerek, "Anlaşıldı, bu da siz saray sosyetesinin hile ve entrikalarından biri. Doğrusu ey kadınlar, sizin entrikalarınız çok çetindir!" dedi. Fakat onu cezalandırmadı da. Zira olayın dillere düşmesinden korkuyordu. Bunun için:
28
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟
"Yusuf, lütfen bunu hiç kimseye anlatma. Ve ey kadın, sen de günahından dolayı tövbe ve istiğfar et! Çünkü sen gerçekten büyük bir günah işledin!" diyerek olup bitenleri örtbas etmek istedi. Fakat olayın yayılmasına engel olamadı:
29
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Şehirdeki saray çevresine mensup bazı kadınlar, kendi aralarında, "Duydunuz mu? Vezirin karısı kölesine göz koymuş, onun aşkıyla yanıp tutuşuyormuş. Ne ayıp, âşık olmak için bula bula bir köleyi mi bulmuş? Bize öyle geliyor ki, bu kadın düpedüz sapıtmış!" diyorlardı.
30
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ
Vezirin karısı, kadınların kendi aleyhindeki dedikodularını işitince, onlar için dört başı mamur bir sofra hazırlayıp kendilerini yemeğe davet etti. Ayrıca her birinin önüne, sunulan meyveleri soymak için birer bıçak koydu. Kadınlar gelip yemeklerini yedikten sonra tam meyveleri soyarlarken, perde arkasında bekleyen Yusuf'a gizlice, "Şimdi onların karşısına çık!" diye emretti. Kadınlar onu anîden karşılarında görünce, olağanüstü güzelliği karşısında âdeta büyülendiler; şaşkınlıktan, meyve yerine ellerini kestiler ve "Aman Allah'ım, bu güzellikteki bir varlık insan olamaz; olsa olsa yüce bir melektir bu!" dediler
31
قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ
Bu anı bekleyen Züleyha, "İşte budur," dedi, "kendisine âşık olduğum için beni kınadığınız adam! Şimdi söyleyin, ona vurulmakta haksız mıymışım? Evet, ben onu gerçekten de elde etmek istedim, fakat onun dürüstlüğü tuttu. İşte, hepinizin önünde uyarıyorum; eğer kendisine emrettiğim şeyi yapmamakta ısrar ederse, yemin ederim, zindanları boylayıp rezil kepaze olacaktır!"
32
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Bu tehditler karşısında Yusuf, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Bu kadınların çirkin arzularına boyun eğmektense, hapse girmeyi tercih ederim! Çünkü benim için hapse girmek, bunların bana teklif ettiği çirkin işi yapmaktan çok daha iyidir! Fakat bunca baskı ve tahrikler karşısında daha ne kadar dayanabilirim, bilemiyorum. Senin yardımına muhtacım, Allah'ım! Eğer beni onların hile ve entrikalarından kurtarmazsan, olur ki bir an zaafa düşer, onlara uyup bir cahillik yaparım!"
33
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Allah da onun dualarını kabul buyurdu ve samimî bir kalple kendisine yönelen her mümine yaptığı gibi sabrını, takvasını pekiştirmek suretiyle o kadınların hile ve tuzaklarını ondan uzak tuttu. Çünkü O her şeyi işiten, her şeyi bilendir.

Fakat imtihan devam ediyordu:
34
ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟
Daha sonra vezir ve arkadaşları, Yusuf'un iffetli ve masum olduğunu gösteren kesin delilleri gördükleri hâlde, sırf halkın dedikodusunu kesmek için onu suçlu gösterip bir süre için zindana atmaya karar verdiler.

Böylece, Yusuf'un hayatında yeni dönem başlıyordu:
35
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Onunla birlikte, iki genç adam daha zindana girmişti. İkisi de kralın yakın hizmetçisi olan bu insanlar, onu zehirlemeye teşebbüs etmekle suçlanıyorlardı. Yusuf'la aynı mekânı paylaşan bu gençler, onun dürüstlüğüne ve rüyaları yorumlamadaki yeteneğine hayran kalmışlardı. Bir gün bu iki gençten biri, "Ey Yusuf! Rüyamda kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm." dedi. Diğeri ise, "Ben de kendimi, başımın üzerinde bir ekmek taşırken gördüm. Kuşlar ekmeği gagalayıp yiyorlardı." dedi. Yusuf'a ricada bulunarak, "Lütfen bunların ne anlama geldiğini bize söyler misin? Gördüğümüz kadarıyla, sen çok iyi bir insana benziyorsun." dediler.
36
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ
Yusuf, "Hayhay!" dedi, "Merak etmeyin, daha yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden, size rüyanızın yorumunu bildireceğim. Ama önce, birkaç dakika beni dinlemenizi rica ediyorum. Bakın; bu bilgi ve yetenek benim kendi maharetim değil, doğrudan doğruya Rabb'imin bana öğrettiği şeylerdendir. Ve bana öğretilenler, yalnızca rüya yorumlamaktan ibaret değildir. Doğrusu ben, Allah'a kulluk ve itaate layık yegâne Rab ve İlâh olarak inanmayan ve bunun en doğal sonucu olarak öte dünyanın varlığını inkâr eden şu içerisinde yaşadığınız toplumun batıl inanç ve hurafelerle dolu dinini ve bu dine göre oluşturulan hayat tarzını terk ettim! Bunun yerine;
37
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup'un bir sancak gibi elden ele taşıdıkları; akıl, vicdan ve sağduyu ile birebir örtüşen ve doğrudan doğruya Allah'tan gelen o mükemmel inanç sistemini kabul ettim. Bakın arkadaşlar; bizim hiç kimseyi ve hiçbir şeyi itaat edilmesi gereken mutlak otorite kabul etmeye, yani onları Allah'a ortak koşmaya hakkımız yoktur. İşte bu dupduru tevhid inancı, Allah'ın hem bize, hem de diğer bütün insanlara bahşetmiş olduğu en büyük lütfudur. Ne var ki, insanların çoğu, kendilerine bunca nimetlerini bahşeden Rab'lerine kulluk görevini yerine getirmiyor, O'na gereğince şükretmiyorlar.
38
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ
Ey hapishane arkadaşlarım! Lütfen cevap verin! Çeşit çeşit tanrıların varlığına inanıp yüzlerce efendiye kul köle olmak mı daha iyidir, yoksa her şeye gücü yeten bir tek Allah'a kulluk ederek özgür ve onurlu bir hayata kavuşmak mı?
39
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Allah'ı bırakıp da kendilerine kulluk ettiğiniz varlıklar, sizin ve sizden önceki atalarınızın uydurmuş olduğu birtakım hayal ürünü isimlerden başka bir şey değildir. O sözde ilâhların yetki alanlarını, kudret sınırlarını, verdikleri ve verecekleri hükümleri; kısaca, sahip oldukları tüm özellikleri belirleyen de, onlara kulluk edilmesi gerektiğini iddia eden de sizsiniz. Oysa Allah, onlara ilâhî bir yetki verildiğine dair haklarında herhangi bir delil göndermemiştir. Ama kitap ve peygamber göndererek, kalplerinizin derinliklerine bir tek Allah'a kulluk etme duygusunu yerleştirerek ve O'nun sonsuz ilim, hikmet, kudret, adalet ve merhametine tanıklık eden sayısız yaratılış mucizesini gözlerinizin önüne sererek, eşi ortağı olmayan bir tek ilah olduğunu ve yalnızca kendisine kulluk etmeniz gerektiğini sizlere bildirmiştir.

O hâlde, iyi-kötü, doğru-eğri, faydalı-zararlı gibi değer yargıları belirleme ve hüküm verme yetkisi, yalnızca Allah'a aittir. Ve O, tüm sahte ilâhları reddederek, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emrediyor. İşte dosdoğru din budur. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmiyor.
40
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ
Ey hapishane arkadaşlarım! Gelelim rüyalarınızın tabirine: Biriniz beraat edip hapisten kurtulacak ve daha önce olduğu gibi efendisine şarap sunmaya devam edecektir. Diğeri ise, suçlu bulunup maalesef idam edilecek ve leş yiyici kuşlar onun başından etlerini koparıp yiyecekler. Açıklanmasını istediğiniz konu, işte böylece cevaplandırılmış ve kesin bir sonuca bağlanmıştır."
41
وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟
Yusuf, bu ikisinden hapisten kurtulacağını düşündüğü kişiye, "Buradan çıkıp saraya döndüğünde, efendinin huzurunda benim size anlattığım bu gerçeklerden söz et ve haksız yere zindana atıldığımı ona söyle!" diye tembihledi.

Sonra Yusuf'un yorumu aynen gerçekleşti. Adamlardan biri idam edildi, diğeri de krala hizmet etmek üzere eski görevine geri döndü. Fakat şeytan, Yusuf'un durumunu krala arz etmeyi ona unutturdu. Çünkü Yusuf'un zindandaki eğitimi bir süre daha devam edecekti. Böylece Yusuf, birkaç yıl daha zindanda kaldı.
42
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ
Ve yıllar birbirini kovaladı. Günlerden bir gün kral, ülkenin önde gelen bilginlerini, kâhinlerini topladı ve onlara, "Rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve yedi kurumuş başak vardı. Kurumuş başaklar, yeşil başakları yiyordu. Ey ileri gelenler, eğer rüya yorumunu biliyorsanız, benim rüyamı açıklayınız!" dedi.
43
قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ
Kâhinler, "Bunlar hiçbir anlamı olmayan karmakarışık hayallerdir. Biz böyle hayallerin yorumunu bilemeyiz!" dediler. Böylece, o zamanın en usta rüya tabircileri bile, kralın rüyasını yorumlamaktan acze düştüler. Çünkü rüyaları doğru tabir etmek, ancak vahiy bilgisi ile mümkündür ki, bu bilgi yalnızca Peygamberlere verilmiştir.
44
وَقَالَ الَّذ۪ي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُونِ
İşte tam o sırada, bir zamanlar Yusuf'la birlikte hapis yatan iki kişiden biri olan ve onun haber verdiği gibi ölümden kurtulan adam, aradan geçen bunca zaman sonra Yusuf'un dediklerini hatırladı ve "Ben size bu rüyanın yorumunu söyleyebilirim. Bunun için zindandaki bir mahkûmu görmem lâzım, beni hemen hapishaneye gönderin!" dedi.
45
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
Sonra alelacele Yusuf'un yanına gelerek, "Ey Yusuf, ey doğru sözlü adam!" dedi, "Kralımız tuhaf bir rüya görmüş ve hiç kimse rüyasını yorumlayamıyor. Bunu ancak sen bilebilirsin. Rüyada görülen yedi cılız ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve yedi kuru başak ne anlama geliyor, bunlar hakkında bize bilgi ver. Ümit ederim ki, benden haber bekleyen insanlara senin isabetli yorumunla dönerim de, böylece kralın rüyasının ne anlama geldiğini ve senin değerini onlar da öğrenirler.
46
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِن۪ينَ دَاَباًۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ ف۪ي سُنْبُلِه۪ٓ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تَأْكُلُونَ
Yusuf, "O hâlde iyi dinle!" dedi, "Önümüzdeki yedi yıl boyunca, hiç ara vermeden her yıl ekin ekecek ve bol bol ürün elde edeceksiniz. Fakat yemek için ayıracağınız az bir miktar dışında, hasat ettiğiniz bütün ekini öylece başağında bırakmalısınız."
47
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تُحْصِنُونَ
"Çünkü bu yedi yıllık bereketli dönemin ardından, yedi yıl süren müthiş bir kıtlık dönemi başlayacak ve bu kıtlık, ayırdığınız az bir miktar dışında, o zamana kadar biriktirdiğiniz bütün mahsulü yiyip bitirecektir."
48
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ ف۪يهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَف۪يهِ يَعْصِرُونَ۟
"Bu kıtlık yıllarının ardından da, yağmurların bolca yağacağı ve yetiştirilen meyvelerin, zeytinlerin sıkılıp bol bol meyve suyu ve zeytinyağı yapılacağı bereketli bir yıl gelecek."
49
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰت۪ي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِكَيْدِهِنَّ عَل۪يمٌ
Bu sözleri dikkatlice dinleyen kralın hizmetçisi, hemen saraya dönüp Yusuf'un yorumunu olduğu gibi krala aktardı. Bundan son derece etkilenen kral, "Onu bana getirin!" diye emretti. Kralın özel davetçisi olan elçi, Yusuf'u zindandan çıkarıp saraya götürmek üzere yanına gelince, Yusuf ona, "Benim suçsuz olduğum ispatlanmadan, kralınızın himmetiyle buradan çıkmak istemiyorum. Şimdi, efendine dön ve ona, "Ellerini kesen o kadınların durumu neymiş?" diye benim adıma sor. Sor ki, olup bitenleri iyice araştırsın ve gerçeği ortaya çıkarsın. Senin efendin olayın içyüzünü öğrenebilir mi bilmem, ama benim Rabb'im, o kadınların sinsi tuzaklarını ve ne çirkinlikler peşinde koştuklarını gayet iyi bilmektedir."
50
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
Böylece elçi, tekrar kralın yanına gelip bu sözleri ona iletti. Bunun üzerine kral, olayla ilgili geniş çaplı bir araştırma başlattı. Sözü geçen kadınları topladı ve onlara, "Yusuf'u baştan çıkarmak istediğinizde, durumunuz neydi? Yusuf size bir kötülük yapmak istedi mi?" diye sordu. Kadınlar, "Hâşâ; Allah var ki, biz ondan en ufak bir kötülük görmedik!" dediler. Vezirin karısı ise, utanç ve pişmanlık içinde, "Şimdi gerçek ortaya çıktı!" diye itiraf etti, "Evet, onu baştan çıkarmak isteyen bendim, o ise daima dürüst ve iffetli davrandı. Yusuf, kesinlikle doğru söylüyor."

Böylece olay çözümlenmiş, Yusuf'un suçsuzluğu ortaya çıkmış oldu. Kralın elçisi, tekrar hapishaneye dönüp olup bitenleri Yusuf'a anlattı. Yusuf da elçiye şunları söyledi:
51
ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ
"Krala de ki: Bu soruşturmanın yapılmasını istemem, beni evinde barındıran vezirin şerefine asla leke sürmediğimi, o evde yanımızdayken onun hanımına nasıl yan gözle bakmadıysam, yokluğunda da kendisine hiçbir zaman ihanet etmediğimi ve Allah'ın, hainlerin hilesini asla başarıya ulaştırmayacağını herkesin bilmesi içindir."
52
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
"Gerçi ben, bu sözlerle kendimi temize çıkarıyor değilim. Eğer günahlardan uzak durabildiysem, bu ancak Rabb'imin lütuf ve inayeti sayesinde olmuştur. Rabb'imin yardımı olmasaydı, şeytanın ayartmaları karşısında kim günaha düşmekten kurtulabilirdi? Çünkü arzu ve ihtiraslar, insanı daima kötülüğe çağırır; ancak Rabb'imin rahmet edip esirgemesi hariç. Bununla beraber, arzu ve heveslerine yenik düşerek günah işleyenler ümitsizliğe kapılmasınlar, tövbe edip Rabb'imin merhametine sığınsınlar. Şüphesiz Rabb'im çok bağışlayıcı, çok merhametlidir."
53
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ
Yusuf'un bu sözleri kendisine iletilince kral, onun ne kadar üstün bir kişiliğe sahip olduğunu anlayarak, "Onu bana getirin, kendime özel danışman ve yakın dost edineyim!" dedi. Nihayet Yusuf, kralın yanına gelmeyi kabul etti. Kral onunla yaptığı sohbetin ardından, "Sen artık bu günden itibaren, gönlümüzde taht kurmuş son derece itibarlı ve güvenilir bir şahsiyetsin!" dedi.

Sonra gördüğü rüyanın yorumunu bizzat Yusuf'un ağzından dinledi. Büyük bir kıtlığın kapıda olduğunu öğrenince, Yusuf'a fikrini sordu. Yusuf da, "Bana sorarsan, ilk yedi yıllık bolluk döneminde çiftçiler bol bol ekin eksinler. Büyük depolar inşa edilsin ve toplanan mahsuller orada saklansın. Kıtlık gelince, bu fazla ürünler satılır ve hem insanların sıkıntıya düşmesi önlenmiş, hem de hazineye büyük gelir sağlanmış olur." dedi. Kral, "Peki bu işleri kim yapacak?" diye sorunca, Yusuf:
54
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ
"Beni bu ülkenin hazineleri üzerinde tam ve tek yetkili olarak görevlendir. Çünkü ben, ülke kaynaklarını çok iyi korurum ve yönetim işlerini de gayet iyi bilirim!" dedi. Zaten bu teklifi bekleyen kral ve etrafındakiler, tüm krallık yetkilerinin Yusuf'a devredilmesini kabul ettiler.
55
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
İşte böylece Biz, Yusuf'a o ülkede kudret ve egemenlik bahşettik. Öyle ki, ülkenin her yerinde onun sözü geçiyordu. Evet, Biz lütuf ve rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz ve iyilik yapanların mükâfatını çoğu zaman daha dünyadayken verir, onların iyiliklerini kesinlikle boşa çıkarmayız.
56
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟
Fakat âhirette verilecek mükâfat, Allah'ın ayetlerine yürekten inanan ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimseler için elbette çok daha hayırlıdır.

Derken kralın rüyası, aynen Yusuf'un yorumladığı gibi gerçekleşti. Yedi yıllık bolluk döneminin ardından hem Mısır'ı, hem de komşu ülkeleri kasıp kavuran müthiş bir kuraklık ve kıtlık baş gösterdi. Mısır'da ihtiyaç fazlası erzak stokları bulunduğunu duyan insanlar, kervanlar halinde oraya akın etmeye başladılar. Bu arada, Yusuf'un babası Yakup Peygamber de kıtlıktan etkilenmiş ve Bünyamin dışındaki bütün çocuklarını erzak satın almaları için Mısır'a göndermişti:
57
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ
Yusuf'un kardeşleri Mısır'a geldiler ve erzak almak isteyen herkes gibi, durumlarını arz etmek üzere onun huzuruna çıktılar. Yusuf, —tıpkı kuyudayken Rabb'inin kendisine bildirdiği gibi— onları görür görmez tanıdı, fakat bunu belli etmedi, onlar ise onu tanıyamamışlardı.

Yusuf, stokların herkese yetebilmesi için kişi başına ancak bir deve yükü erzak verileceğini ilân etmişti. Bu yüzden Yusuf'un kardeşleri, Bünyamin adında bir üvey kardeşlerinin daha olduğunu, fakat babalarının onu çok sevdiği için yanından ayrılmasına izin vermediği için kendileriyle birlikte gelemediğini söyleyerek onun için de erzak talep ettiler. Yusuf da onların bu talebini kabul etti.
58
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ
Sonra erzaklarını hazırlatınca onlara dedi ki: "Şimdilik bir deve yükü fazla erzak veriyorum, fakat bana bir dahaki gelişinizde üvey kardeşinizi de getirin. Bana yalan söylemediğinizi başka türlü nasıl anlayabilirim? Kardeşiniz için endişelenmenize hiç gerek yok. Ölçüp tartarken ne kadar adil davrandığımı ve misafirlerime karşı ne kadar konuksever ve cömert olduğumu görmüyor musunuz?"
59
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ
"Şayet onu bana getirmezseniz —ki bu sizin yalan söylediğinizi gösterir— o zaman benden size bir ölçek bile erzak yoktur ve o takdirde, artık yanıma da yaklaşmayın!"
60
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ
Çaresizlik içinde, "Peki!" dediler, "Onun bizimle birlikte gelmesi için babasını ikna etmeye çalışacağız. Evet, bir yolunu bulup bunu yapacağız!" dediler.
61
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Kardeşleri dönüş yolculuğu için hazırlıklara başlayınca, Yusuf hizmetçilerine, "Bunların bize ödedikleri altın, gümüş ve değerli eşyalardan oluşan sermayelerini yüklerinin içine geri koyun ki, yurtlarına varıp yüklerini açtıklarında onları görsünler de, kendilerine iyilik yapıldığını anlayıp tekrar gelsinler." diye tembihledi.

Yusuf bütün bunları, Rabb'inin kendisine verdiği talimatlar doğrultusunda yapıyordu. Ona kalsa babasına derhal müjdeyi ulaştırır ve ailesini yanına alırdı. Fakat ilâhî hikmet, öykünün bütün kahramanlarını farklı şekillerde etkileyen imtihanın tamamlanmasını gerektiriyordu.
62
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Böylece Yusuf'un kardeşleri babalarının yanına döner dönmez, daha yüklerini açmadan, "Ey babamız!" dediler, "Bünyamin'i de yanımızda götürmediğimiz takdirde, bundan böyle Mısır'dan erzak almamız bize yasaklandı! O hâlde, bir daha Mısır'a gidişimizde küçük kardeşimiz Bünyamin'i de bizimle beraber gönder ki, onun sayesinde bol bol erzak satın alalım. Bünyamin için endişelenmene gerek yok. Sana söz veriyoruz, biz onu gözümüz gibi koruyacağız!"
63
قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظاًۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ
Babaları, "Tıpkı bir zamanlar kardeşini emanet ettiğim gibi, şimdi de onu mu size emanet edeyim? Daha önce Yusuf için de aynı yeminleri etmiştiniz, şimdi size güvenmemi nasıl beklersiniz benden? Fakat anlaşılan o ki, başka çarem de yok. Eğer mutlaka gitmesi gerekiyorsa, ben onu size değil, Allah'a emanet ediyorum. Çünkü en iyi koruyucu, Allah'tır. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
64
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ
Bu ayaküstü konuşmanın ardından, yüklerini indirmeye başladılar. Eşyalarını açtıklarında, erzak almak için ödedikleri bütün sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. "Baba, baba!" diye sevinçle haykırdılar, "Bak, daha ne istiyoruz; işte sermayemiz de bize geri verilmiş! Bununla ailemize yeniden erzak alabiliriz. Öyleyse izin ver, Bünyamin de bizimle gelsin. Korkma, biz kardeşimizi koruruz, üstelik onun da gelmesiyle bir deve yükü fazladan erzak almış oluruz. Çünkü bu ilk seferde getirdiğimiz az bir miktardır, bize ve ailemize yetmez."
65
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ
Bunun üzerine Yakup, "Etrafınız düşmanlarla kuşatılıp eliniz kolunuz bağlanmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah adına bana söz vermeden, onun sizinle gitmesine asla izin vermeyeceğim!" dedi. Çocukları ona istediği şekilde söz verince, "Bu konuştuklarımıza Allah da şahittir!" dedi.
66
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Sözlerine devamla, "Oğullarım!" dedi, "Mısır'a vardığınız zaman şehre hepiniz tek bir kapıdan girmeyin, çünkü bu gereksiz yere dikkatleri üzerinize çekmenize sebep olur. Onun için, ikişerli üçerli gruplara ayrılın ve ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne kadar tedbirimi alsam da, Allah'ın takdirini önleyemem. Dolayısıyla, sizi Allah'tan gelebilecek hiçbir şeye karşı koruyamam. Ben ancak, bir beşer olarak üzerime düşeni yapar, tedbirimi alırım. Takdir ise Allah'ındır. Çünkü her konuda son sözü söyleme ve hüküm verme yetkisi sadece Allah'a aittir. Onun içindir ki, ben yalnızca O'na güvenir, yalnızca O'na dayanırım. Öyleyse, yüce bir kudrete dayanıp huzur ve güvene kavuşmak isteyenler, dünyada ve âhirette kurtuluşu arayanlar, yalnızca O'na güvenip dayansınlar."
67
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟
Derken Yusuf'un on bir kardeşi, uzun bir yolculuğun sonunda Mısır'a vardılar ve gerçekten de babalarının kendilerine emrettiği şekilde şehre farklı kapılardan girdiler. Böylelikle, kendilerince bir tedbir almış oldular. Fakat bu tedbir, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savacak değildi; yalnızca Yakup, —çocuklarının güvenliğinden sorumlu bir baba olarak— içine doğan bir dileği yerine getirmiş ve böylece, "Acaba bir tedbirsizlik mi yaptık?" türünden şüpheleri bertaraf etmiş oldu. Fakat bunu yaparken, Allah'ın takdirine güvenmek gerektiğini aklından çıkarmamıştı. Çünkü o, kendisine öğrettiğimiz Kitap ilmi sayesinde, tedbir almak ve ilâhî takdire boyun eğmek arasında mükemmel bir denge kurabilecek bilgiye sahipti. Ne var ki, insanların çoğu beşerî yetenekleri kullanarak tedbir almanın, tevekkülün bir parçası olduğunu bilmezler. Bir kısmı kendi gayret ve tedbirlerine güvenip Allah'a tevekkülü terk eder, diğer bir kısmı da sadece "tevekkül" eder, fakat problemlerini çözmek için herhangi bir pratik çareye başvurmazlar.
68
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Böylece kardeşleri huzuruna çıktıklarında, Yusuf öz kardeşi Bünyamin'i gizlice odasına aldı, gözyaşlarıyla onu kucaklayıp bağrına bastı ve "Ben senin bir zamanlar öldü zannettiğin kardeşinim! Üvey kardeşlerimiz çok büyük günah işlediler. Fakat sen onların yaptıklarına üzülme!" dedi. Sonra Yusuf başından geçenleri Bünyamin'e bir bir anlattı ve onu Mısır'da alıkoymak için şu plânı hazırladı:
69
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ
Yusuf onların yükünü hazırlatırken, kendisine ait değerli bir su kabını gizlice kardeşi Bünyamin'in eşyaları arasına yerleştirdi. Daha sonra, kardeşlerinin de içinde bulunduğu kervan tam hareket etmek üzereyken bir tellal, "Ey kervan sahipleri, durun! Çünkü siz hırsızlık yapmışsınız!" diye seslendi.
70
قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ
Kardeşleri, bu beklenmedik suçlama karşısında görevlilere dönerek, "Durun hele, hemen bizi suçlamayın!" dediler, "Çalındı zannettiğiniz şey belki de kaybolmuştur. Önce söyleyin bakalım, nedir kaybettiğiniz?"
71
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ
"Kralın su kabını arıyoruz!" dediler, "Onu bulup getirene, ödül olarak bir deve yükü erzak verilecek. Kralın temsilcisi olarak buna bizzat ben kefilim."
72
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ
Buna karşılık onlar, "Allah'a yemin olsun!" dediler, "Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, biz bu ülkeye bozgunculuk yapmak için gelmedik ve kesinlikle hırsız da değiliz!"
73
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ
Yusuf'un adamları, "Peki," dediler, "eğer yalan söylüyorsanız ve içinizden biri kralın su tasını çalmışsa, bunun cezası ne olsun?"
74
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ
"Bunun cezası, çalınan mal kimin eşyaları arasından çıkarsa, bizzat o kişinin kendisidir. Yani hırsız, çaldığı malın miktarına göre belli bir süre mal sahibinin hizmetinde çalıştırılır. Fakat çok değerli bir mal çalmışsa, onun kölesi yapılır. Biz ülkemizdeki geçerli kanunlara göre, hırsızlık yapan zalimleri böyle cezalandırıyoruz!" dediler. Böylece, yüklerinin aranması için Yusuf'un huzuruna çıkarıldılar.
75
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ
Yusuf, aramayı bizzat kendisi yaptı. Şüphe çekmemek için de, kardeşi Bünyamin'den önce diğerlerinin eşyalarından başladı. Sonunda, su tasını kardeşinin eşyaları arasında bulup çıkardı. Bünyamin ise, plân gereğince hiç sesini çıkarmadı. Yusuf, bunları kendiliğinden yapmış değildi. Tüm olup bitenler, ilâhî kudretin yönlendirmesiyle şekilleniyordu:

İşte biz, Bünyamin'i yanında tutabilmesi için Yusuf'a böyle bir çıkış yolu öğrettik. Yoksa kralın ceza kanunlarına göre, kardeşini Mısır'da alıkoyması —Allah başka türlüsünü dilemedikçe— mümkün değildi. Nitekim O diledi, Bünyamin Mısır'da kaldı. Biz dilediğimizi işte böyle derece derece yüceltiriz. Unutmayın, her ilim sahibinin üzerinde, daha iyi bilen birisi vardır. Ve hepsinin de üstünde, her şeyi bilen bir Allah vardır.
76
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ
Bunun üzerine kardeşleri, "Bu işte bir yanlışlık olmalı, o hırsızlık yapmış olamaz!" diyerek Bünyamin'i savunacakları yerde, "Eğer o çaldıysa —ki çalmış görünüyor— buna pek de şaşırmadık, çünkü bir zamanlar Yusuf adındaki abisi de hırsızlık yapmıştı!" dediler.

Kardeşlerinin bu apaçık iftirası karşısında Yusuf, az kalsın dayanamayıp yalanlarını yüzlerine vuracaktı. Fakat ilâhî talimatlara uyması gerekiyordu. Bu yüzden, bu duygusunu içinde gizledi, onlara açmadı. Yalnızca içinden, "Sizin durumunuz çok daha kötü ve gerçekten acınacak bir hâldesiniz. Doğrusu Allah, anlattıklarınızın içyüzünü gayet iyi bilmektedir!" dedi.
77
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Daha sonra Yusuf'un kardeşleri, "Ey vezir hazretleri!" dediler, "Bünyamin'in suçlu olduğunu kabul ediyoruz, fakat onun ihtiyar bir babası var. Onu kaybetmeye yüreği dayanamaz. Ne olur, onun yerine içimizden birini al. Görüyoruz ki, sen çok iyi bir insansın."
78
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟
Yusuf, "Öyle şey mi olur?" diye karşılık verdi, "Çalınan eşyamızı yanında bulduğumuz hırsızdan başkasını tutuklamaktan Allah'a sığınırız! Eğer böyle bir şey yapacak olursak, o takdirde büyük bir haksızlık etmiş oluruz!" Böylece Yusuf, kesin hükmünü belirterek tartışmaya son noktayı koydu.
79
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Yusuf'un kardeşleri, Bünyamin'i artık kurtaramayacaklarını anlayıp ondan iyice ümitlerini kesince, meseleyi aralarında görüşmek üzere bir kenara çekildiler. İçlerinden en yaşlı olanı —ki vaktiyle Yusuf'un öldürülmesine karşı çıkan da oydu— büyük bir üzüntü içinde kardeşlerine seslenerek dedi ki: "Babanızın Bünyamin hakkında sizden Allah adına söz aldığını ve daha önce Yusuf hakkında işlediğiniz günahı unuttunuz mu? Şimdi kardeşimizi burada bırakırsak, dönüp babamızın yüzüne nasıl bakacağız? Artık ben, yanına gidebilmem için babam bana izin vermedikçe ya da Allah benim hakkımda hükmünü bildirmedikçe, buradan asla ayrılmayacağım! Elbette O, hükmedenlerin en hayırlısıdır!"
80
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ
"Şimdi babanızın yanına dönün ve ona deyin ki: "Baba, inan ki oğlun Bünyamin hırsızlık yaptı. Gerçi onu hırsızlık yaparken görmedik, biz ancak bilgimiz ölçüsünde olup bitenlere şahit olduk. Bilgi ve idrak sınırlarımızın ötesinde neler olup bittiğini, yani gaybı elbette bilemeyiz."
81
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
"Bize inanmıyorsan, olay sırasında içinde bulunduğumuz şehir halkına ve birlikte geldiğimiz kervana sor. Onlar da şahitlik edeceklerdir ki, biz gerçekten doğru söylüyoruz!"
82
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Bu sözleri dinleyen babaları, "Yazıklar olsun size!" dedi, "Demek Bünyamin'in hırsız olduğuna hemencecik inanıverdiniz! Hayır, aslında, yine ihtiraslarınız ve kıskançlığınız, sizi fena bir işe sürükledi. Ben de, yine sizi Allah'a havale ediyorum. Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne Yusuf'tan, ne Bünyamin'den, ne de büyük kardeşinizden ümidimi kesmedim. Ümit ediyorum ki, Allah onların hepsini günün birinde bana geri getirecektir. Çünkü O her şeyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir."
83
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ
Ve gözyaşlarıyla ıslanan yüzünü onlardan çevirip "Ah, Yusuf'um!" diye inledi. Öyle dayanılmaz acılarla sarsıldı ki, sonunda üzüntüden gözlerine ak düştü, göremez hâle geldi. Artık kederini içine atıyor, acıdan yutkunup duruyordu.
84
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ
Onun bu içler acısı hâlini gören oğulları, "Allah aşkına!" diyorlardı, "Yusuf'u o kadar anıyorsun ki, bu gidişle tamamen çökeceksin, hatta bu keder yüzünden korkarız kahrından ölüp gideceksin! Böyle ağlayıp sızlanmakla neyi değiştirebilirsin ki?"
85
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Yakup, "Sizin beni anlamanızı beklemiyorum. Ben derdimi ve tasamı, ancak Allah'a şikâyet ediyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum." dedi. Ve ekledi:
86
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
"Oğullarım; şimdi tekrar Mısır'a gidin ve Yusuf ile kardeşi hakkında geniş bir araştırma yapın. Bu arada, sakın Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Gerçek şu ki, Allah'ın rahmetinden ancak inkârcı bir toplum ümidini keser."
87
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ
Böylece hem araştırma, hem de erzak temin etme amacıyla Mısır'a geldiler. Yusuf'un huzuruna çıkınca, "Ey vezir hazretleri!" dediler, "Bizi ve çoluk çocuğumuzu kıtlık perişan etti ve işte yine erzak satın almak üzere, şu gördüğün değersiz sermaye ile huzuruna geldik. Sen yine de bize tam ölçekle dolu dolu erzak ver ve bize bağışta bulun. Elbette Allah, muhtaç kullarına bağışta bulunanları ödüllendirecektir."

İşte o anda, Yusuf'un kendisini tanıtma zamanı gelmişti:
88
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ
Yusuf, kardeşlerinin bu halini görünce onlara, "Hani cahillik çağınızda Yusuf'a ve kardeşine neler yapmıştınız, hatırlıyor musunuz?" diye sordu.
89
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Bu sözler üzerine, bütün ihtişamıyla karşılarında duran krala yeniden ve dikkatle bir daha baktılar. Sonra hayret ve dehşet içinde, "Aman Allah'ım!" diye haykırdılar, "Sen, yoksa sen Yusuf musun?" O da: "Evet, ben Yusuf'um ya!" diye karşılık verdi. Sonra Bünyamin'i göstererek, "İşte bu da kardeşim. Allah ikimize de lütufta bulundu. Evet, her kim dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınır ve zorluklar karşısında göğüs gererek sabretmesini bilirse, hiç kuşkusuz Allah, iyilik yapanların emeğini boşa çıkarmayacaktır!"
90
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ
Kardeşleri, "Allah'a yemin olsun ki!" dediler, "Bu dürüstlük ve samimiyetin sayesinde, Allah seni hepimizden üstün kıldı. Biz ise, gerçekten büyük bir suç işlemiştik."
91
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ
Yusuf, Peygambere yakışan bir tavırla, "Korkmayın, üzülmeyin!" diye karşılık verdi, "Bugün sizi kınamak, ayıplamak yok! Benim açımdan mesele kapanmıştır. İntikam duygularına kapılıp da sizi cezalandıracak değilim. Eğer gönülden tövbe ederseniz, Allah sizi affedecektir. Çünkü O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
92
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟
"Şimdi şu benim gömleğimi alıp Kenan diyarına götürün ve onu, üzüntüden gözleri görmez olan babamın yüzüne sürün, Allah'ın izniyle yeniden görmeye başlayacaktır. Sonra da, bütün ailenizi toplayıp yanıma getirin."
93
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ
Böylece Yusuf'un kardeşleri, babalarına müjdeyi vermek üzere yola çıktılar. Kervan Mısır'dan henüz ayrılmıştı ki, yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan babaları, yanındakilere seslenerek, "Eğer beni bunaklıkla suçlamayacaksanız, inanın ki ben Yusuf'umun kokusunu alıyorum!" dedi.
94
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ
Onlar da, "Pes doğrusu!" dediler, "Vallahi sen, hâla o eski şaşkınlığında bocalamaya devam ediyorsun!" Oysa kimin "şaşkınlık içinde bocaladığı" biraz sonra ortaya çıkacaktı:
95
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Nihayet, uzun bir yolculuğun ardından kervan, Kenan diyarına ulaştı. Öncü olarak gönderilen müjdeci koşa koşa Yakup'un yanına gelip gömleği onun yüzüne sürünce, Yakup mucizevî bir şekilde yeniden görmeye başladı ve büyük bir heyecanla, "Ben size, ‘Allah tarafından, sizin bilmediklerinizi bilirim." dememiş miydim!" diye haykırdı.
96
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ
Derken oğulları, tüm olup bitenleri anlatıp suçlarını itiraf ettikten sonra, "Ey babamız!" dediler, "Günahlarımızdan dolayı bizim için Allah'tan bağışlanma dile. Çünkü biz gerçekten büyük bir günah işledik."
97
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Yakup Peygamber, "Acele etmeyin, sizin için Rabb'imden daha sonra af dileyeceğim. Doğrusu Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir." diye cevap verdi.
98
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ
Böylece tüm aile toplanıp Mısır'a doğru yola çıktılar. Kervanın yaklaştığını haber alan Yusuf, onları karşılamak üzere şehir dışında bir karargâh kurdu. Nihayet kervan, sevinç gösterileri içinde oraya vardı. Tüm aile fertleri Yusuf'un huzuruna çıkınca, Yusuf babasını ve anasını kucaklayıp bağrına bastı ve "Allah'ın izniyle, huzur ve güven içinde Mısır'a girin!" dedi.
99
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Hep birlikte şehre girdiler. Yusuf, anne ve babasını ellerinden tutarak kendi tahtına oturttu. Daha sonra, herkes onun huzurunda sevgi ve saygıyla eğildiler. İşte o anda Yusuf, "Ey babacığım!" dedi, "Bir zamanlar yıldızların bana secde etmesiyle ilgili gördüğüm rüyanın yorumu buymuş demek. İşte Rabb'im onu aynen gerçekleştirdi. Doğrusu Rabb'im, bana büyük lütufta bulunmuştur. Çünkü beni zindandan kurtarmakla kalmadı, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, sizi ta çöllerden geçirip buralara kadar getirdi. Şüphesiz ki Rabb'im, dilediğine dilediği ölçüde ilim, hikmet ve kudret bahşeder. Hiç kuşkusuz O her şeyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir."
100
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ
"Ey Rabb'im, bu hükümranlığı bana sen bahşettin ve rüyada görülen olayları yorumlama ve meselelerin hakikatine nüfuz etme bilgisini bana sen öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan yüce Rabb'im, dünyada da âhirette de benim yegâne dostum, yardımcım sensin! Senden ne makam istiyorum, ne şöhret, ne de servet! Bunlardan daha kalıcı ve hayırlı bir şey istiyorum: Beni son nefesime kadar, buyruklarına yürekten boyun eğen bir Müslüman olarak yaşat, bir Müslüman olarak canımı al ve mahşerde beni salih kullarının arasına kat ya Rab!"
101
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ
İşte ey Muhammed, bütün bu anlatılanlar, sana vahiyle bildirdiğimiz ve daha önce hiç bilmediğin gayb haberlerindendir. Yoksa Yusuf'un kardeşleri ona karşı sinsice plânlar kurarak yapacakları işe karar verirlerken, sen onların yanında değildin. Dolayısıyla, insanoğlunun bilgi ve tecrübe sınırlarını aşan bu ve benzeri olayları bizzat görmüşçesine haber vermen, senin Peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir. Bununla beraber:
102
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Sen ne kadar arzu etsen de, yine de insanların çoğu hakikate inanmayacaktır.
103
وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟
Oysa sen, bu çağrına karşılık onlardan herhangi bir menfaat beklemiyorsun ki, samimiyetinle ilgili bir şüpheye kapılsınlar. Bu mesaj ancak, bütün insanlığa sunulan bir uyarı, bir öğüttür. Üstelik bu uyarılar, sadece Kur'an'dan ibaret de değildir:
104
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
Göklerde ve yerde Allah'ın varlığını, birliğini, kudret ve merhametini gözler önüne seren nice deliller vardır ki, inkârcılar gece gündüz onların yanından geçerler de, bu muhteşem mucizelerden ibret almadan yüz çevirip giderler.
105
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
Ve onların çoğu, arzu ve heveslerini yahut uydurdukları birtakım düzmece ilâhları Allah'a ortak koşmaksızın, O'na inanmazlar.
106
اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Peki bu durumda onlar, Allah'tan bir ceza olarak her şeyi sarıp kucaklayan bir felâketin tepelerine inmeyeceğinden ya da hiç ummadıkları bir anda ansızın kıyametin başlarında kopmayacağından nasıl emin olabiliyorlar?
107
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
O hâlde ey Peygamber, onlara de ki: "İşte benim yolum budur. Ben ve benim izimden gidenler, öyle körü körüne ve bilgisizce değil, Kur'an ve Sünnetin ışığında; akıl, mantık ve sağduyu ölçülerine göre ve apaçık delillere dayanarak, yani tam bir basiret üzere insanlığı Allah'ın yoluna çağırıyoruz. Bakın, Allah her türlü acizlik ve noksanlıktan uzaktır, yücedir! İşte açıkça ilan ediyorum: Ben, Allah'tan başkasının egemenliğine boyun eğen o müşriklerden değilim ve onların batıl inançlarını ve bu inanca dayalı hayat tarzını reddediyorum!"

Eğer "Allah neden elçi olarak bir melek göndermedi?" diye itiraz edecek olurlarsa, şunu iyi bilsinler ki:
108
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Biz senden önce de, her ülkenin kendi halkından, vahiyle desteklediğimiz fani insanlardan başkasını elçi olarak göndermedik. Bu inkârcılar yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önceki güçlü toplumların ve medeniyetlerin nasıl ve ne sebeple yok olup gittiğine bakıp ibret alsınlar!

Evet, dürüst ve erdemlice yaşayan ve kötülüklerden titizlikle sakınan o takva sahipleri için âhiret yurdu, şu gelip geçici dünya hayatından elbette çok daha iyidir. Ey akıl sahipleri, hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?
109
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Şu anda içinde bulundukları refah ve zenginlik, sakın o kâfirleri aldatmasın. Öte yandan, uğradıkları sıkıntılar da müminleri yılgınlığa düşürmesin. Nitekim önceki elçilerimiz de aynı sıkıntılarla yüz yüze gelmişlerdi. Nihayet elçiler, kâfirlerin iman etmesinden iyice ümit kestikleri ve yalancı çıkacaklarını düşünmeye başladıkları bir sırada onlara yardımımız yetişti ve dilediğimiz mümin kimseler azaptan kurtarıldı. Kâfirler de en ağır cezaya çarptırıldı. Çünkü azabımız, suç işlemekte ısrar eden bir toplumdan asla geri çevrilmez!
110
لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Gerçekten bu anlattığımız elçilerin hayat hikâyelerinde, akıl ve sağduyu sahipleri için nice dersler, nice ibretler vardır. Bu kıssaları size bildiren Kur'an, kesinlikle insan ürünü bir kelâm, uydurulmuş bir söz değildir. Aksine, kendisinden önceki kutsal metinleri —bozulmuş kısımlarını düzelterek— onaylamak, insanın hem dünyada hem de âhirette kurtuluş ve mutluluk yolunda ihtiyaç duyabileceği her şeyi açıkça ortaya koymak ve hakka yürekten iman eden bir topluma hakikati gösteren bir hidayet ve rahmet kaynağı olmak üzere bizzat Allah tarafından gönderilmiş son İlâhî Kitaptır.
111

Sureler

Mealler
Hûd Suresi
Önceki
Ra'd Suresi
Sonraki