Sureler
Mealler
Önceki
Hûd Suresi
Sonraki
Ra'd Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif. Lâm. Râ. Bunlar, Allah, insan, kâinat ilişkilerini ve ilâhî düzeni açıklayan, açık seçik kitabın, Kur’ân’ın âyetleridir.
2 Biz bu kitabı, Kur’ân’ı, bütün ilâhî kitaplardaki dinî-ilmî esasları içeren, açık, edebî, Arapça, okunan bir metin halinde indirdik. Umulur ki, aklınızı kullanıp anlar, faydalanırsınız.
3 Biz sana bu Kur’an’ı vahyetmekle en güzel kıssayı sana anlatacağız. Oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın.
4 Hani Yûsuf babası Yakub’a: 'Babacığım, ben rüyamda, on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Onları, bana saygılarından secde ederlerken gördüm.' demişti.
5 Babası: 'Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana, kötülük yapmak için sinsi planlar hazırlarlar. Şeytan insanın açıkça düşmanıdır.' dedi.
6 'Demek ki, Rabbin seni seçecek, sana, meselelerin, olayların tahlilini, ilmî esaslara dayalı yorumunu, doğacak sonuçları hesap edebilmeyi, akıl yürütmeyi, rüyaların tâbirini öğretecek; daha önce, iki atan İbrâhim ve İshak’a nimetini, peygamberliği ve devletini tamamladığı gibi, sana ve Yâkup soyuna da nimetini peygamberliği ve devletini tamamlayacaktır. Rabbin her şeyi bilir, hikmet sahibi ve hükümrandır.' dedi.
7 Andolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin kıssalarında, soranlara, hakikati arayanlara, ibret almak isteyenlere Allah’ın kudretini, hikmet sahibi olduğunu, kullarına lütfunu gösteren birçok dersler vardır.
8 Hani kardeşleri: 'Yûsuf ve kardeşi Bünyamin babamızın iki sevgili oğulları. Bizden ilerdeler. Bizse güçlü ve tutkun bir cemaatiz. Babamız bu iki kardeşimize aşırı sevgisi sebebiyle bir sevgi sarhoşluğu içinde.' dediler.
9 'Yûsuf’u öldürün veya onu uzak bir yere atın ki, babanızın teveccühü, sevgisi yalnız size kalsın. Bundan sonra da, tevbe ederek, dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi müslüman, sâlih kimseler olursunuz.' dediler.
10 İçlerinden sözü dinlenen biri: 'Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka ona bir şey yapacaksanız, onu suyu çekilmek üzere olan bir kuyuya atın da, geçen kervanlardan biri onu alıp götürsün' dedi.
11 Oğulları : 'Ey babamız, neden, Yûsuf’la ilgili bize güvenmiyorsun? Oysa ki, biz ona iyi davranıyor, onun iyiliğini istiyoruz.' dediler.
12 'Yarın onu bizimle gönder. Gezsin, bol bol yesin, içsin, oynasın. Kesinlikle biz onu koruyacak güce sahibiz.' dediler.
13 Babaları: 'Onu götürmeniz beni üzer. Korkarım ki onu bir kurt yer de, sizin haberiniz olmaz.' dedi.
14 Kardeşleri: 'Biz güçlü ve tutkun bir cemaatken, eğer onu kurt yerse, o zaman biz, gerçekten âciz, zavallı kimseler sayılırız' dediler.
15 Onu götürüp, suyu çekilmek üzere olan bir kuyuya atmaya birlikte karar verdikleri zaman biz Yûsuf’a: 'Andolsun ki, sen onların bu planlarını, onlar farkında değillerken, kendilerine haber vereceksin' diye vahyettik.
16 Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
17 'Ey babamız, biz yarış yaparken uzaklaştık. Yûsuf’u eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş. Biz doğru söylesek bile sen bize itimat etmeyeceksin.' dediler.
18 Üzerinde yalancıktan bir kan lekesiyle gömleğini getirdiler. Yakup: 'Hayır, size inanmıyorum. Nefisleriniz sizi aldatarak kötü bir plan yapmaya sürükledi. Artık bana, güzelce sabretmek, metanetli olmak düşüyor. Bu yakıştırmalarınıza karşı, yardımına sığınılacak olan yalnız Allah’tır.' dedi.
19 Bir kervan gelmiş, sakalarını-sucularını, kuyuya su almaya göndermişlerdi. Su kovasını dibe saldığında, Yûsuf’u görünce: 'Hey, müjde! İşte bir erkek çocuk!' dedi. Onu ticaret malı olarak gizleyip korudular. Allah onların ne yapacaklarını biliyordu.
20 Onu düşük bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Onlar da Yûsuf’u önemsemeyenlerdendi.
21 Onu satın alan Mısırlı, eşine: 'Onu konağa yerleştir, izzet ikramda bulun, güzel ağırla. Umulur ki bize faydası olur. Ve onu kendimize oğul ediniriz.' dedi. Böylece o ülkede, Yûsuf’a makam, mevki, güç ve itibar hazırladık. Ona, meselelerin, olayların tahlilini, ilmî esaslara dayalı yorumunu, doğacak sonuçları hesap edebilmeyi, akıl yürütmeyi, rüyaların tâbirini öğrettik. Allah’ın, planını icra etmeye gücü kudreti yeter. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
22 O erginlik, yiğitlik çağına-onsekiz yaşına gelince, ona hükümranlık, yargı ve icra yetkisi, şeriat ve ilim verdik. İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, idarecileri, mü’minleri, işte biz böyle mükâfatlandırırız.
23 Evinde bulunduğu kadın, Yûsuf’a yakınlık gösterip hile yaparak sahip olmaya kalkıştı. Kapıları iyice kapattı: 'Haydi gel!' dedi. Yûsuf: 'Allah korusun, kocanız benim velinimetimdir, bana güzel baktı, yer yurt ihsan etti. Unutma ki, iyiliğe kötülükle mukabele eden zâlimler iflah olmaz, ebedî nimetlerle mutluluğa eremez' dedi.
24 Andolsun ki, hanım, ona karşı gerçekten arzu doluydu. Rabbinin ikazını, emir ve hükümlerini, koyduğu ahlâkî kuralları düşünmemiş olsaydı, Yûsuf da ona meyletmiş gitmişti. Biz kötülük ve zinayı, gayri meşrû ilişkileri, haddi aşmayı, cimriliği, ahlaksızlığı ondan uzaklaştırmak için böyle hatırlatmalarda bulunduk. O bizim samimi, ihlâslı davranışlarda bulunan kullarımızdan biri idi.
25 İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın asılıp Yûsuf’un gömleğini arkadan yırtmıştı. Kapıda kadının kocasıyla karşı karşıya geldiler. Kadın: 'Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, kesinlikle zindana atılmak ve can yakıcı, inletici müthiş bir işkencedir' dedi.
26 Yûsuf: 'O, bana sahip olmaya kalkıştı' dedi. Hanımın akrabalarından, meseleye çözüm getirebilecek tecrübeli, ileri gelen birisi: 'Eğer Yûsuf’un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor. Yûsuf yalancılardandır.' diye fikrini beyan etti.
27 'Şayet Yûsuf’un gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylüyor. Yûsuf doğru söyleyenlerdendir.' diye devam etti.
28 Vezir, Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce: 'Bu, siz kadınların kurduğu tuzaklardan. Sizin ağınız büyüktür.' dedi.
29 Kadının akrabası: 'Ey Yûsuf, sen bu konuyu hiçbir yerde açma. Sen de (ey Züleyha) günahından dolayı af dile. Sen hata edenlerden, günahkârlardansın.' dedi.
30 Şehirdeki kadınlar fikir birliği etmişçesine: 'Şu devletlü vezirin karısı, genç kölesine, sık sık yakınlık gösterip hile yaparak sahip olmaya kalkışıyormuş. Yûsuf’un sevdası onun yüreğini yakıp kavuruyormuş. Kadını açıkça yoldan çıkmış biri olarak görüyoruz.' dediler.
31 Kadın, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını duyunca, onları davet etmek için adamlar gönderdi. Onlara rahat koltuklar, meyva dolu siniler hazırlamıştı. Onların her birine birer bıçak verdi. Yûsuf’a da: 'Çık şunların karşılarına' dedi. Onu gördüklerinde, gözlerinde çok büyüttüler. Şaşkınlıktan ellerini kestiler. 'Hâşâ, Allah için, bu bir beşer değil, bu ancak, üstün vasıflı bir melek' dediler.
32 Devletlü vezirin karısı: 'İşte bu gördüğünüz, kendisine ilgi duyduğum, beni kınadığınız şahıs. Ben ona yakınlık göstererek hile ile sahip olmaya kalkıştım. O namuslu davrandı, kendisini korudu. Yemin ederim ki, emirlerimi yerine getirmezse, kesinlikle zindana atılacak ve sürünenlerden olacaktır.' dedi.
33 Yûsuf: 'Rabbim, zindan bana, bunların beni davet ettiklerinden daha hayırlı. Eğer sen, bu kadınların bana karşı sinsice hazırladıkları planlarını bozmazsan, ben de onlara kapılırım, ihtiraslı tutarsız, muhakemesiz, cahilce davranışlarda bulunanlardan olurum.' dedi.
34 Rabbi onun duasını kabul edip yerine getirdi. Onların Yûsuf’a karşı hazırladıkları sinsi planlarını da bozdu. Çünkü O, dualara icabet eder, her şeyi bilir.
35 Bu kadar delili gördükten sonra yine de, vezir ve yakınlarında, dedikoduların unutulacağı kadar bir süre, onu zindana atma düşüncesi ağır bastı.
36 Yûsuf ile birlikte iki genç daha hapse girmişti. Birisi: 'Rüyamda kendimi üzüm sıkarken gördüm.' dedi. Öteki de: 'Ben de başımda somun ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize bunun yorumunu bildir. Biz seni iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar yapan idarecilerden, rüyaların yorumunu iyi bilenlerden biri olarak görüyoruz.' dedi.
37 Yûsuf: 'Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce, rüyaların tâbirini size bildireceğim. Meselelerin ve olayların tahlili, ilmî yorumu, akıl yürütme, rüyaların tâbiri, Rabbimin vahiy ve ilham ile bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben Allah’a iman etmeyecek olan bir kavmin geleneksel düzeninden, hayat tarzından uzaklaştım. Onlar özellikle âhireti, ebedî yurdu inkâr ediyorlardı.' dedi.
38 'Atalarım, İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine, sünnetine, İslâm dinine tâbi oldum. Bizim, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamız yakışmaz, bu mümkün değildir. Bu bize ve bütün insanlara Allah’ın bir lütfudur. Fakat insanların çoğu lütfun kıymetini bilmiyor, şükretmiyorlar.' dedi.
39 'Ey benim, zindan arkadaşlarım, helâller ve haramlar koyan itaati zaruri, ayrı ayrı birçok otorite mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı konulmayan, her şeye hâkim olan bir tek Allah mı?' dedi.
40 'Sizin Allah’ı bırakıp, kulu durumundakilerden taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu hayal mahsûlü isimlerden ibaret. Bu konuda, Allah size bir ferman indirmiş de değildir. Hükümranlık, yargı ve icra kesinlikle Allah’a aittir. O size, kendisinden başkasını ilâh tanımamanızı, candan bağlanarak teslim olmamanızı, başkasına kulluk ve ibadet etmemenizi, yalnızca kendi şeriatına bağlanmanızı, kendisine boyun eğmenizi emretti. İşte doğru ve insanlığı, insanî değerleri ayakta tutan din, medeniyet, zamanla değişmeyen tabii hukuk kurallarını içeren şeriat, düzen budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.' dedi.
41 'Ey benim zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine yine üzüm suyu sunacak. Diğeri de asılacak, kuşlar başını didikleyerek yiyecek. Yorumunu sorduğunuz konular da böylece halloldu.' dedi.
42 Yûsuf, zindandan kurtulacağına inandığı iki gençten birine: 'Efendinin yanında benden bahset' dedi. Fakat şeytan, efendisinin yanında, Yûsuf’tan söz etmeyi ona unutturdu. Bu yüzden Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı.
43 Kral: 'Ben rüyamda, yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördüm. Ey devlet büyükleri, âlimler, siz, eğer rüya tâbir edebiliyorsanız, benim bu rüyamın tâbirini bana bildirin.' dedi.
44 İleri gelenler: 'Bunlar karmakarışık düşler. Biz böyle karmakarışık düşlerin yorumunu bilmiyoruz.' dediler.
45 Zindandan kurtulmuş olan genç, bir müddet sonra Yûsuf’u hatırlayarak: 'Ben size o rüyanın tâbirini haber veririm. Yeter ki benim zindana girmeme müsaade edin.' dedi.
46 'Ey Yûsuf, ey doğruluk sembolü! Yedi arık ineğin yediği, yedi semiz inek ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak konusunda bize yorumunu söyle. Ümit ederim ki, insanlara isabetli yorumlarla dönerim. Umulur ki, onlar da doğruyu öğrenirler.' dedi.
47 Yûsuf: 'Yedi sene eskisi gibi ekin ekeceksiniz. Biçtiğiniz ekinleri başağında bırakınız. Ancak yiyeceğiniz kadarının tanelerini alınız.' dedi.
48 'Sonra bunun arkasından yedi kurak sene gelecek, kıtlık yılı olacak. Saklayacağınız bir miktar tohumluk hariç, önceki biriktirdiklerinizi yiyip bitireceksiniz.' dedi.
49 'Sonra, bu yılların arkasından yağışlı seneler gelecek. Halk o yıllarda sıkıntıdan kurtulacak, hayvanları sağacaklar, meyva suları sıkacaklar, yağlı bitkilerden yağ çıkaracaklar.' dedi.
50 Kral: 'Yûsuf’u bana getirin.' dedi. Kralın habercisi yanına gelince Yûsuf: 'Efendine geri dön, ona, ellerini kesen kadınların zoru ne imiş, bir sor. Benim Rabbim onların sinsice hazırladıkları kötülük tuzaklarını çok iyi bilir.' dedi.
51 Kral, kadınlara: 'Yakınlık gösterip Yûsuf’a sahip olmayı arzuladığınızda sizi buna iten sebep ne idi? Onda size karşı bir meyil mi gördünüz?' dedi. Kadınlar: 'Hâşâ, Allah için, biz onun aleyhine olacak bir kötülüğünü bilmiyoruz' dediler. Devletlü vezirin karısı ise: 'Şimdi hak ve hakikat olduğu gibi ortaya çıktı. Ben yakınlık gösterip hile yaparak ona sahip olmaya kalkıştım. O kesinlikle doğru söyleyenlerdendi.' dedi.
52 Dürüstlüğü sabit olduktan sonra Yûsuf: 'Bunu sormam, Devletlü vezirin yokluğunda, ona hıyanet etmediğimi, Allah’ın hainlerin sinsi planlarını başarıya ulaştırmayacağını onun bilmesi içindi.' dedi.
53 'Bununla beraber ben nefsimi, kendimi temize çıkaramam. Çünkü nefis ısrarla kötülüğü emreder, kötülükte rehberlik eder. Ancak Rabbimin rahmetiyle muamele ettiği, koruduğu durumlarda, insan nefsin elinden kurtulabilir. Rabbim kullarını koruma kalkanına alır, çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.'
54 Kral: 'Yûsuf’u bana getirin, onu kendime özel danışman yapayım' dedi. Onunla konuşunca: 'Bugün, sen, yanımızda yüksek makam sahibi, itibarlı ve güvenilir birisin' dedi.
55 Yûsuf da, Kral’a: 'Beni, ülkenin hazinelerinin, depolarının, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının tasarrufunun, devletin başına getir. Ben iyi korurum. Bunların dağıtım, kayıt ve koruma işlerini iyi bilirim.' dedi.
56 Böylece Yûsuf’a, Allah’ın sünneti, düzeninin yasaları ve iradesinin tecellisi içinde dilediği yerde ikamet etmek, dilediği gibi hareket etmek üzere, ülke içinde yetki, güç, itibar ve iktidar verdik. Biz rahmetimizi, sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere nasip ederiz. İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan önderlerin, idarecilerin ve mü’minlerin mükâfatını zâyi etmeyiz.
57 İman edip, Allah’a sığınanlar, emirlerine yapışmaya, günahlardan arınıp, azaptan korunmaya, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranmaya, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olmaya devam edenler için âhiret, ebedî yurt mükâfatı daha hayırlıdır.
58 Bir gün, Yûsuf’un kardeşleri çıkageldiler. Onun huzuruna girdiler. Yûsuf onları görür görmez tanıdı. Oysa onlar, Yûsuf’u tanıyamamışlardı.
59 Onlara vereceğini verip, yüklerini, denklerini hazırlayınca: 'Baba bir kardeşinizi de buraya, bana getirin. Benim ölçeği tam doldurduğumu görmüyor musunuz? Ben misafirperverlerin en iyisiyim.' dedi.
60 'Siz eğer onu bana getirmezseniz, bundan sonra, benim hazinelerimden size bir ölçek zahire bile yok. Bana da yaklaşmayın' dedi.
61 Kardeşleri: 'Onu getirmek için babasını iknaya çalışacağız. Herhalde de, bunu başaracağız.' dediler.
62 Yûsuf, genç hizmetkârlarına, adamlarına: 'Verdikleri altın ve gümüş paraları, bedel olarak getirdiklerini geri verin, yüklerinin içine koyun. Ailelerine döndüklerinde, bunun farkına varırlar da, belki daha istekli geri gelirler.' diye tenbih etti.
63 Babalarının yanına vardıklarında: 'Ey babamız, erzak almak bize yasaklandı. Kardeşimiz Bünyamin’i bizimle beraber gönder de, biz de ölçekler dolusu erzak alalım. Biz onu kesinlikle koruruz.' dediler.
64 Babaları: 'Benim, onu size emanet etmem mümkün mü? Ya daha önce, size emanet ettiğimde kardeşinin başına gelenlere benzer şeyler başına gelirse? Allah en hayırlı koruyucudur. O merhamet edenlerin en merhametlisidir.' dedi.
65 Yüklerini, denklerini çözüp açtıklarında ödedikleri paraların geri verildiğini gördüler. 'Ey babamız, daha ne istiyoruz. İşte sermayemiz bize geri verilmiş. Onunla ailemize yine yiyecek getiririz. Kardeşimizi koruruz. Bir deve yükü de fazla alırız. Zaten bu sefer çok az bir zahire aldık.' dediler.
66 Babaları: 'Hepiniz kuşatılıp, çaresiz kalmadıkça, onu mutlaka bana getireceğinize dair Allah adına bir söz, bir yemin vermedikçe, onu asla sizinle göndermem' dedi. Onlar da, Allah’a and içerek babalarına söz verince, babaları: 'Bu söylediklerimizi denetleyen, kaydeden, hesabını soracak, şâhitlik edecek olan Allah’tır' dedi.
67 Onlara: 'Oğullarım, şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Size Allah’tan gelecek hiçbir şeyi engelleyemem. Hükümranlık ve icraat yalnız Allah’a aittir. O’na dayanıp güvendim, işlerimi O’na havale ettim. Bütün tevekkül sahipleri O’na, sadece O’na dayanıp güvensinler.' dedi.
68 Babalarının kendilerine emrettiği yerlerden şehre girdiklerinde, bu tedbir Allah’tan gelecek hiçbir şeyi engelleyemezdi. Sadece Yâkup, oğullarının sağsalim şehre varmalarıyla ilgili gönlündeki bir dileği yerine getirdi. Şüphesiz o ilim sahibiydi. Çünkü ona ilmi biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmez.
69 Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde ötekilerin dalgınlıklarından istifade kardeşini kucakladı. Ve gizlice: 'Ben senin kardeşinim. Onların yapmaya devam ettikleri şeylere üzülme.' dedi.
70 Yûsuf, onların yüklerini, denklerini hazırlarken altın su tasını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir tellal: 'Hey kervancılar, siz hırsızsınız' diye bağırdı.
71 Yûsuf’un kardeşleri onlara dönerek: 'Ne kaybettiniz de arıyorsunuz?' dediler.
72 Onlar: 'Kaybettiğimiz kralın altın su tasını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü bahşiş var.' dediler, içlerinden biri: 'Buna ben de kefilim' dedi.
73 Yûsuf’un kardeşleri: 'Allah’a andolsun ki, bizim ülkede, yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz.' dediler.
74 Yûsuf’un adamları: 'Peki yalanınız ortaya çıkarsa, cezası nedir?' dediler.
75 Onlar: 'Onun cezası, su tası kimin yükünde bulunursa yükünde bulunan şahısı alıkoymak, ona el koymaktır. Biz, zâlimlere işte böyle ceza veririz.' dediler.
76 Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce, ötekilerin yüklerini aramaya başladı. Sonra da tası kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yûsuf’a böyle taktik uygulattık. Yoksa, kralın mevzuatına, kanunlarına göre kardeşini alıkoyamayacaktı. Ancak Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olduğu takdirde, diyecek yoktur. Biz, sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kullarımızdan bazılarının ilim ve hikmetteki derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen biri, Allah vardır.
77 Kardeşleri: 'Eğer o çalmışsa, çok görülmez, daha önce onun kardeşi Yûsuf da çalmıştı' dediler. O vakit Yûsuf bunu içine attı. Onlara hiç belli etmeden: 'Siz daha kötü durumdasınız. Allah anlattıklarınızı, yakıştırdıklarınızı çok iyi bilir.' dedi.
78 Kardeşleri: 'Ey Devletlü vezirim, onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Biz seni iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan idarecilerden ve mü’minlerden biri olarak görüyoruz.' dediler.
79 Yûsuf: 'Eşyamızı yanında bulduğumuz şahıstan başkasına el koymaktan Allah’a sığınırız. O takdirde biz gerçekten zâlimlerden oluruz.' dedi.
80 Kardeşlerini kurtarmaktan ümitlerini kesince, gizli görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri: 'Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf’la ilgili verdiğiniz söze hıyanet ederek, yalan bir senaryo icat ettiğinizi bilmiyor musunuz? Babam, bana izin verinceye veya benimle ilgili Allah’ın hükmü gelinceye kadar, bu ülkeden asla ayrılmayacağım. O hâkimlerin en âdili, en hayırlı icraat yapanıdır.' dedi.
81 'Babanıza dönün ve ey babamız, oğlun hırsızlık yaptı. Biz çaldığını görmedik. Ancak, altın tasın yükünden çıkarıldığına şahidiz, gözümüzün önünde olmayan bir şeyden dolayı onu koruyamazdık, deyin.'
82 'İstersen, içinde bulunduğumuz şehire, Mısır halkına sor. Aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz, deyin.'
83 Babaları: 'Söyledikleriniz kabul edilecek şeyler değil, nefisleriniz sizi aldatarak kötü bir plan yapmaya sürükledi. Artık bana düşen, güzelce sabretmek, metanetli olmaktır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana geri getirir. Her şeyi bilen hikmet sahibi ve hükümran olan yalnız O’dur.' dedi.
84 Onlardan uzaklaştı. 'Ah! Yûsuf’un üzüntüsü yüreğimi yakıyor!' diye sızlandı. Kederini içine atması yüzünden gözlerine boz indi.
85 Oğulları: 'Allah’a andolsun ki, sen hâlâ Yûsuf’u sayıklayıp duruyorsun. Sonunda ya üzüntüden yatağa düşeceksin, yahut da eriyip tükeneceksin.' dediler.
86 'Ben gamımı, kederimi sadece Allah’a arzediyorum, şikâyet arzedilecek merci olarak sadece Allah’ı tanıyorum. Ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri, Allah tarafından gelen vahy ile biliyorum.' dedi.
87 'Oğullarım, gidin, Yûsuf’u ve kardeşini iyi araştırın. Allah’ın hayat bahşeden rahmetinden ümit kesmeyin. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfir bir kavimden başkası Allah’ın hayat bahşeden rahmetinden ümit kesmez.' dedi.
88 Sonra tekrar Mısır’a gidip, Yûsuf’un huzuruna girince: 'Ey Devletlü vezir, biz ve ailemiz felâketler, sıkıntılar içinde, ekonomik dar boğazda, kıtlık seneleri yaşıyoruz. Pek az bir sermaye ile geldik. Bize dolu dolu ölçeklerle ver; ayrıca bize, zekâtına, sadakana sayarak bağışta bulun. Allah, imanda sadakatlerinin ve kemallerinin ifadesi olan sadaka, zekât verenleri, bağışta bulunanları mükâfatlandırır.' dediler.
89 Yûsuf: 'Bilgi ve muhakemeden yoksunluğunuz, ihtirasınız, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf’a ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?' dedi.
90 Onlar: 'Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?' dediler. 'Ben Yûsuf’um. Bu da kardeşim. Birbirimize kavuşmayı Allah bize lütfetti. Çünkü kim Allah’a sığınır, emirlerine yapışır, günahlardan arınıp, azaptan korunur, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranır, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olur ve sabrederek mücadeleye devam ederse, Allah iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman idarecilerin ve müslümanların mükâfatını zâyi etmez.' dedi.
91 Onlar: 'Allah’a yemin olsun ki, Allah seni bize üstün kıldı. Biz hata ettik, günahkârız, kusurluyuz.' dediler.
92 Yûsuf: 'Bu gün, kınanıp, azarlanmayacaksınız. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.' dedi.
93 'Benim şu gömleğimi götürün, babamın yüzüne koyun, gözü açılır, görür. Bütün ailenizi buraya, bana getirin.' dedi.
94 Kafile Mısır’dan ayrılınca, babaları: 'Eğer, bana bunamış demezseniz, ben Yusuf’un kokusunu aldığımı hissediyorum' dedi.
95 Yanındakiler: 'Allah’a yemin olsun ki sen, Yusuf’a olan sevginin geçmiştekine benzer sarhoşluğu içindesin' dediler.
96 Müjdeci gelip, gömleği Yâkup’un yüzüne koyduğu zaman sevinçten gözleri sağlığına kavuşarak görmeye başladı. 'Ben size söylememiş miydim, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah’tan gelen vahiylerle ben biliyorum' dedi.
97 Oğulları: 'Ey babamız, bizim günahlarımızın bağışlanmasını dile. Çünkü biz gerçekten günahkâr idik.' dediler.
98 Yâkub: 'Duanın makbul olduğu (cuma gecesi) seher vaktinde, sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. En çok bağışlayan ve en çok merhametli olan yalnız O’dur.' dedi.
99 Yûsuf’un yanına girdikleri zaman Yusuf anasını babasını kucakladı. 'Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygunsa, güven içinde Mısır’a girin' dedi.
100 Anasını, babasını yüksek bir taht üzerine oturttu. Hepsi birden saygılarından, sübhânallah diyerek Yûsuf için secdeye kapandılar. Yûsuf: 'Babacığım, bu daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Bana ihsanda bulundu. Beni zindandan çıkardı. Şeytan, şeytanî güçler benimle kardeşlerimin arasına fitne sokarak bozduktan sonra sizi, sıkıntılı zor bir hayattan, çölden kurtararak getirtti. Rabbimin kulları için, sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olan şeyleri yapmasına akıl sır ermez. İlim, hikmet sahibi ve hükümran olan yalnızca O’dur.
101 'Rabbim, bana devletten saltanattan payımı verdin. Bana, meselelerin, olayların tahlilini, ilmî esaslara dayalı yorumunu, doğacak sonuçları hesap edebilmeyi, akıl yürütmeyi, rüyaların tâbirini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette, ebedi yurtta da benim velimsin, işlerimi havale ettiğim hâmimsin, emrinde olduğum otoritesin. İslâm’ı yaşayan müslüman olarak benim ruhumu alıp ölümümü gerçekleştir. Beni dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi mü’minler, sâlihler, peygamberler zümresine kat.'
102 İşte bu, Yûsuf kıssası, insanlığa ders olsun diye anlatılan, bilmediğiniz tarihin, gayb âleminin ibret verici haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar sinsice hile planları yaparak, birlikte planlarına karar verdikleri zaman, sen onların yanında değildin.
103 Sen ne kadar üstüne düşsen de, insanların çoğu iman edecek değildir.
104 Halbuki sen, onlardan bunun için bir ücret de istemiyorsun. Okunması ibadet olan Kur’ân, âlemler, insanlar ve cinler için ancak bir öğüttür, bir ikazdır. Bir şereftir, bir övünç kaynağıdır.
105 Bununla beraber, göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren ne kadar işaret, delil var ki, onlarla yüzyüze gelirler de, gene de ilgilenmezler.
106 İnsanların çoğu, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşarak gizli şirke düşüp başkalarını da otorite kabul ettikleri bir düzen içinde Allah’a sözde iman ediyorlar.
107 Onların, Allah’ın azâbından kendilerini saracak bir felâketin gelmesinden veya farkında olmadan, ansızın kıyametin kopacağı an ile karşı karşıya kalmalarından bir endişeleri yok mu, bundan emin midirler?
108 Rasûlüm: 'İşte bu benim yolumdur, İslamî hayat tarzıdır. Ben, önümü görerek bilinçli bir şekilde Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana, benim sünnetime tâbi olanlar, kesinlikle emin ve aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı tesbih ve tenzih ederim, ben ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşanlardan, gizli şirke düşüp başka otoriteler de kabul edenlerden değilim.' de.
109 Senden önce özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendiğimiz peygamberler de, kesinlikle yerleşik toplum hayatı yaşayan insanlar arasından, kendilerine vahiy verdiğimiz liyâkatli ve güvenilir erkeklerdi. Kâfirler, yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler, incelesinler, ibret alsınlar. Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan, takvâya dayalı düzeni benimseyen mü’minler için âhiret yurdu, ebedî yurt elbette daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
110 Nihayet Rasullerin ümitlerini kestikleri; tâbilerinin rasulleri yalana âlet edilmiş kimseler sandıkları bir sırada, onlara yardımımız gelip yetişti. Sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimseler kurtarıldı. İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsi, suçlu, günahkâr bir topluluktan azâbımız geri çevrilmez.
111 Andolsun, onların, geçmiş peygamberler ve ümmetlerin kıssalarında akıl ve vicdan sahipleri için, pek çok ibretler vardır. Kur’ân uydurularak derlenmiş sözler değildir.Bir kısım insanlar bu hakikati kabul etmeseler de, vahyine muhatap olan önündeki zatın, Peygamber Muhammedin tebliğinin, sözlerinin samimiliğini, doğruluğunu tasdik eden, her şeyi, ayrıntılarıyla açıklayan, iman eden bir kavme hidayet rehberi ve rahmet olan bir kitaptır.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠ 1
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ 2
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ 3
اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ 4
قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ 5
وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ 6
لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ 7
اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ 8
اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ 9
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ 10
قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ 11
اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 12
قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ 13
قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ 14
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 15
وَجَٓاؤُٓ۫ اَبَاهُمْ عِشَٓاءً يَبْكُونَۜ 16
قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ 17
وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ 18
وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ 19
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا ف۪يهِ مِنَ الزَّاهِد۪ينَ۟ 20
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 21
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 22
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ 23
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ 24
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 25
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 26
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 27
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ 28
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ 29
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 30
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ 31
قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ 32
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ 33
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 34
ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟ 35
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 36
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ 37
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ 38
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ 39
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 40
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ 41
وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟ 42
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ 43
قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ 44
وَقَالَ الَّذ۪ي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُونِ 45
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ 46
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِن۪ينَ دَاَباًۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ ف۪ي سُنْبُلِه۪ٓ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تَأْكُلُونَ 47
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تُحْصِنُونَ 48
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ ف۪يهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَف۪يهِ يَعْصِرُونَ۟ 49
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰت۪ي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِكَيْدِهِنَّ عَل۪يمٌ 50
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ 51
ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ 52
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 53
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ 54
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ 55
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 56
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ 57
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ 58
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ 59
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ 60
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ 61
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 62
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 63
قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظاًۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ 64
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ 65
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ 66
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ 67
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ 68
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 69
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ 70
قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ 71
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ 72
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ 73
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ 74
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ 75
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ 76
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ 77
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 78
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟ 79
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ 80
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ 81
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 82
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ 83
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ 84
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ 85
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 86
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ 87
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ 88
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ 89
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 90
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ 91
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ 92
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ 93
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ 94
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ 95
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 96
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ 97
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ 98
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ 99
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ 100
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ 101
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ 102
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ 103
وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟ 104
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ 105
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ 106
اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 107
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 108
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 109
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ 110
لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 111
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠
Elif. Lâm. Râ. Bunlar, Allah, insan, kâinat ilişkilerini ve ilâhî düzeni açıklayan, açık seçik kitabın, Kur’ân’ın âyetleridir.
1
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ
Biz bu kitabı, Kur’ân’ı, bütün ilâhî kitaplardaki dinî-ilmî esasları içeren, açık, edebî, Arapça, okunan bir metin halinde indirdik. Umulur ki, aklınızı kullanıp anlar, faydalanırsınız.
2
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ
Biz sana bu Kur’an’ı vahyetmekle en güzel kıssayı sana anlatacağız. Oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın.
3
اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ
Hani Yûsuf babası Yakub’a: 'Babacığım, ben rüyamda, on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Onları, bana saygılarından secde ederlerken gördüm.' demişti.
4
قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Babası: 'Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana, kötülük yapmak için sinsi planlar hazırlarlar. Şeytan insanın açıkça düşmanıdır.' dedi.
5
وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
'Demek ki, Rabbin seni seçecek, sana, meselelerin, olayların tahlilini, ilmî esaslara dayalı yorumunu, doğacak sonuçları hesap edebilmeyi, akıl yürütmeyi, rüyaların tâbirini öğretecek; daha önce, iki atan İbrâhim ve İshak’a nimetini, peygamberliği ve devletini tamamladığı gibi, sana ve Yâkup soyuna da nimetini peygamberliği ve devletini tamamlayacaktır. Rabbin her şeyi bilir, hikmet sahibi ve hükümrandır.' dedi.
6
لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ
Andolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin kıssalarında, soranlara, hakikati arayanlara, ibret almak isteyenlere Allah’ın kudretini, hikmet sahibi olduğunu, kullarına lütfunu gösteren birçok dersler vardır.
7
اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ
Hani kardeşleri: 'Yûsuf ve kardeşi Bünyamin babamızın iki sevgili oğulları. Bizden ilerdeler. Bizse güçlü ve tutkun bir cemaatiz. Babamız bu iki kardeşimize aşırı sevgisi sebebiyle bir sevgi sarhoşluğu içinde.' dediler.
8
اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ
'Yûsuf’u öldürün veya onu uzak bir yere atın ki, babanızın teveccühü, sevgisi yalnız size kalsın. Bundan sonra da, tevbe ederek, dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi müslüman, sâlih kimseler olursunuz.' dediler.
9
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
İçlerinden sözü dinlenen biri: 'Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka ona bir şey yapacaksanız, onu suyu çekilmek üzere olan bir kuyuya atın da, geçen kervanlardan biri onu alıp götürsün' dedi.
10
قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ
Oğulları : 'Ey babamız, neden, Yûsuf’la ilgili bize güvenmiyorsun? Oysa ki, biz ona iyi davranıyor, onun iyiliğini istiyoruz.' dediler.
11
اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
'Yarın onu bizimle gönder. Gezsin, bol bol yesin, içsin, oynasın. Kesinlikle biz onu koruyacak güce sahibiz.' dediler.
12
قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ
Babaları: 'Onu götürmeniz beni üzer. Korkarım ki onu bir kurt yer de, sizin haberiniz olmaz.' dedi.
13
قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ
Kardeşleri: 'Biz güçlü ve tutkun bir cemaatken, eğer onu kurt yerse, o zaman biz, gerçekten âciz, zavallı kimseler sayılırız' dediler.
14
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onu götürüp, suyu çekilmek üzere olan bir kuyuya atmaya birlikte karar verdikleri zaman biz Yûsuf’a: 'Andolsun ki, sen onların bu planlarını, onlar farkında değillerken, kendilerine haber vereceksin' diye vahyettik.
15
وَجَٓاؤُٓ۫ اَبَاهُمْ عِشَٓاءً يَبْكُونَۜ
Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
16
قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ
'Ey babamız, biz yarış yaparken uzaklaştık. Yûsuf’u eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş. Biz doğru söylesek bile sen bize itimat etmeyeceksin.' dediler.
17
وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
Üzerinde yalancıktan bir kan lekesiyle gömleğini getirdiler. Yakup: 'Hayır, size inanmıyorum. Nefisleriniz sizi aldatarak kötü bir plan yapmaya sürükledi. Artık bana, güzelce sabretmek, metanetli olmak düşüyor. Bu yakıştırmalarınıza karşı, yardımına sığınılacak olan yalnız Allah’tır.' dedi.
18
وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Bir kervan gelmiş, sakalarını-sucularını, kuyuya su almaya göndermişlerdi. Su kovasını dibe saldığında, Yûsuf’u görünce: 'Hey, müjde! İşte bir erkek çocuk!' dedi. Onu ticaret malı olarak gizleyip korudular. Allah onların ne yapacaklarını biliyordu.
19
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا ف۪يهِ مِنَ الزَّاهِد۪ينَ۟
Onu düşük bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Onlar da Yûsuf’u önemsemeyenlerdendi.
20
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Onu satın alan Mısırlı, eşine: 'Onu konağa yerleştir, izzet ikramda bulun, güzel ağırla. Umulur ki bize faydası olur. Ve onu kendimize oğul ediniriz.' dedi. Böylece o ülkede, Yûsuf’a makam, mevki, güç ve itibar hazırladık. Ona, meselelerin, olayların tahlilini, ilmî esaslara dayalı yorumunu, doğacak sonuçları hesap edebilmeyi, akıl yürütmeyi, rüyaların tâbirini öğrettik. Allah’ın, planını icra etmeye gücü kudreti yeter. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
21
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
O erginlik, yiğitlik çağına-onsekiz yaşına gelince, ona hükümranlık, yargı ve icra yetkisi, şeriat ve ilim verdik. İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, idarecileri, mü’minleri, işte biz böyle mükâfatlandırırız.
22
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Evinde bulunduğu kadın, Yûsuf’a yakınlık gösterip hile yaparak sahip olmaya kalkıştı. Kapıları iyice kapattı: 'Haydi gel!' dedi. Yûsuf: 'Allah korusun, kocanız benim velinimetimdir, bana güzel baktı, yer yurt ihsan etti. Unutma ki, iyiliğe kötülükle mukabele eden zâlimler iflah olmaz, ebedî nimetlerle mutluluğa eremez' dedi.
23
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ
Andolsun ki, hanım, ona karşı gerçekten arzu doluydu. Rabbinin ikazını, emir ve hükümlerini, koyduğu ahlâkî kuralları düşünmemiş olsaydı, Yûsuf da ona meyletmiş gitmişti. Biz kötülük ve zinayı, gayri meşrû ilişkileri, haddi aşmayı, cimriliği, ahlaksızlığı ondan uzaklaştırmak için böyle hatırlatmalarda bulunduk. O bizim samimi, ihlâslı davranışlarda bulunan kullarımızdan biri idi.
24
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın asılıp Yûsuf’un gömleğini arkadan yırtmıştı. Kapıda kadının kocasıyla karşı karşıya geldiler. Kadın: 'Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, kesinlikle zindana atılmak ve can yakıcı, inletici müthiş bir işkencedir' dedi.
25
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Yûsuf: 'O, bana sahip olmaya kalkıştı' dedi. Hanımın akrabalarından, meseleye çözüm getirebilecek tecrübeli, ileri gelen birisi: 'Eğer Yûsuf’un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor. Yûsuf yalancılardandır.' diye fikrini beyan etti.
26
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
'Şayet Yûsuf’un gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylüyor. Yûsuf doğru söyleyenlerdendir.' diye devam etti.
27
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ
Vezir, Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce: 'Bu, siz kadınların kurduğu tuzaklardan. Sizin ağınız büyüktür.' dedi.
28
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟
Kadının akrabası: 'Ey Yûsuf, sen bu konuyu hiçbir yerde açma. Sen de (ey Züleyha) günahından dolayı af dile. Sen hata edenlerden, günahkârlardansın.' dedi.
29
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Şehirdeki kadınlar fikir birliği etmişçesine: 'Şu devletlü vezirin karısı, genç kölesine, sık sık yakınlık gösterip hile yaparak sahip olmaya kalkışıyormuş. Yûsuf’un sevdası onun yüreğini yakıp kavuruyormuş. Kadını açıkça yoldan çıkmış biri olarak görüyoruz.' dediler.
30
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ
Kadın, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını duyunca, onları davet etmek için adamlar gönderdi. Onlara rahat koltuklar, meyva dolu siniler hazırlamıştı. Onların her birine birer bıçak verdi. Yûsuf’a da: 'Çık şunların karşılarına' dedi. Onu gördüklerinde, gözlerinde çok büyüttüler. Şaşkınlıktan ellerini kestiler. 'Hâşâ, Allah için, bu bir beşer değil, bu ancak, üstün vasıflı bir melek' dediler.
31
قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ
Devletlü vezirin karısı: 'İşte bu gördüğünüz, kendisine ilgi duyduğum, beni kınadığınız şahıs. Ben ona yakınlık göstererek hile ile sahip olmaya kalkıştım. O namuslu davrandı, kendisini korudu. Yemin ederim ki, emirlerimi yerine getirmezse, kesinlikle zindana atılacak ve sürünenlerden olacaktır.' dedi.
32
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Yûsuf: 'Rabbim, zindan bana, bunların beni davet ettiklerinden daha hayırlı. Eğer sen, bu kadınların bana karşı sinsice hazırladıkları planlarını bozmazsan, ben de onlara kapılırım, ihtiraslı tutarsız, muhakemesiz, cahilce davranışlarda bulunanlardan olurum.' dedi.
33
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Rabbi onun duasını kabul edip yerine getirdi. Onların Yûsuf’a karşı hazırladıkları sinsi planlarını da bozdu. Çünkü O, dualara icabet eder, her şeyi bilir.
34
ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟
Bu kadar delili gördükten sonra yine de, vezir ve yakınlarında, dedikoduların unutulacağı kadar bir süre, onu zindana atma düşüncesi ağır bastı.
35
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Yûsuf ile birlikte iki genç daha hapse girmişti. Birisi: 'Rüyamda kendimi üzüm sıkarken gördüm.' dedi. Öteki de: 'Ben de başımda somun ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize bunun yorumunu bildir. Biz seni iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar yapan idarecilerden, rüyaların yorumunu iyi bilenlerden biri olarak görüyoruz.' dedi.
36
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ
Yûsuf: 'Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce, rüyaların tâbirini size bildireceğim. Meselelerin ve olayların tahlili, ilmî yorumu, akıl yürütme, rüyaların tâbiri, Rabbimin vahiy ve ilham ile bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben Allah’a iman etmeyecek olan bir kavmin geleneksel düzeninden, hayat tarzından uzaklaştım. Onlar özellikle âhireti, ebedî yurdu inkâr ediyorlardı.' dedi.
37
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
'Atalarım, İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine, sünnetine, İslâm dinine tâbi oldum. Bizim, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamız yakışmaz, bu mümkün değildir. Bu bize ve bütün insanlara Allah’ın bir lütfudur. Fakat insanların çoğu lütfun kıymetini bilmiyor, şükretmiyorlar.' dedi.
38
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ
'Ey benim, zindan arkadaşlarım, helâller ve haramlar koyan itaati zaruri, ayrı ayrı birçok otorite mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı konulmayan, her şeye hâkim olan bir tek Allah mı?' dedi.
39
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
'Sizin Allah’ı bırakıp, kulu durumundakilerden taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu hayal mahsûlü isimlerden ibaret. Bu konuda, Allah size bir ferman indirmiş de değildir. Hükümranlık, yargı ve icra kesinlikle Allah’a aittir. O size, kendisinden başkasını ilâh tanımamanızı, candan bağlanarak teslim olmamanızı, başkasına kulluk ve ibadet etmemenizi, yalnızca kendi şeriatına bağlanmanızı, kendisine boyun eğmenizi emretti. İşte doğru ve insanlığı, insanî değerleri ayakta tutan din, medeniyet, zamanla değişmeyen tabii hukuk kurallarını içeren şeriat, düzen budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.' dedi.
40
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ
'Ey benim zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine yine üzüm suyu sunacak. Diğeri de asılacak, kuşlar başını didikleyerek yiyecek. Yorumunu sorduğunuz konular da böylece halloldu.' dedi.
41
وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟
Yûsuf, zindandan kurtulacağına inandığı iki gençten birine: 'Efendinin yanında benden bahset' dedi. Fakat şeytan, efendisinin yanında, Yûsuf’tan söz etmeyi ona unutturdu. Bu yüzden Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı.
42
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ
Kral: 'Ben rüyamda, yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördüm. Ey devlet büyükleri, âlimler, siz, eğer rüya tâbir edebiliyorsanız, benim bu rüyamın tâbirini bana bildirin.' dedi.
43
قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ
İleri gelenler: 'Bunlar karmakarışık düşler. Biz böyle karmakarışık düşlerin yorumunu bilmiyoruz.' dediler.
44
وَقَالَ الَّذ۪ي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُونِ
Zindandan kurtulmuş olan genç, bir müddet sonra Yûsuf’u hatırlayarak: 'Ben size o rüyanın tâbirini haber veririm. Yeter ki benim zindana girmeme müsaade edin.' dedi.
45
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
'Ey Yûsuf, ey doğruluk sembolü! Yedi arık ineğin yediği, yedi semiz inek ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak konusunda bize yorumunu söyle. Ümit ederim ki, insanlara isabetli yorumlarla dönerim. Umulur ki, onlar da doğruyu öğrenirler.' dedi.
46
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِن۪ينَ دَاَباًۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ ف۪ي سُنْبُلِه۪ٓ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تَأْكُلُونَ
Yûsuf: 'Yedi sene eskisi gibi ekin ekeceksiniz. Biçtiğiniz ekinleri başağında bırakınız. Ancak yiyeceğiniz kadarının tanelerini alınız.' dedi.
47
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تُحْصِنُونَ
'Sonra bunun arkasından yedi kurak sene gelecek, kıtlık yılı olacak. Saklayacağınız bir miktar tohumluk hariç, önceki biriktirdiklerinizi yiyip bitireceksiniz.' dedi.
48
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ ف۪يهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَف۪يهِ يَعْصِرُونَ۟
'Sonra, bu yılların arkasından yağışlı seneler gelecek. Halk o yıllarda sıkıntıdan kurtulacak, hayvanları sağacaklar, meyva suları sıkacaklar, yağlı bitkilerden yağ çıkaracaklar.' dedi.
49
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰت۪ي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِكَيْدِهِنَّ عَل۪يمٌ
Kral: 'Yûsuf’u bana getirin.' dedi. Kralın habercisi yanına gelince Yûsuf: 'Efendine geri dön, ona, ellerini kesen kadınların zoru ne imiş, bir sor. Benim Rabbim onların sinsice hazırladıkları kötülük tuzaklarını çok iyi bilir.' dedi.
50
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
Kral, kadınlara: 'Yakınlık gösterip Yûsuf’a sahip olmayı arzuladığınızda sizi buna iten sebep ne idi? Onda size karşı bir meyil mi gördünüz?' dedi. Kadınlar: 'Hâşâ, Allah için, biz onun aleyhine olacak bir kötülüğünü bilmiyoruz' dediler. Devletlü vezirin karısı ise: 'Şimdi hak ve hakikat olduğu gibi ortaya çıktı. Ben yakınlık gösterip hile yaparak ona sahip olmaya kalkıştım. O kesinlikle doğru söyleyenlerdendi.' dedi.
51
ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ
Dürüstlüğü sabit olduktan sonra Yûsuf: 'Bunu sormam, Devletlü vezirin yokluğunda, ona hıyanet etmediğimi, Allah’ın hainlerin sinsi planlarını başarıya ulaştırmayacağını onun bilmesi içindi.' dedi.
52
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
'Bununla beraber ben nefsimi, kendimi temize çıkaramam. Çünkü nefis ısrarla kötülüğü emreder, kötülükte rehberlik eder. Ancak Rabbimin rahmetiyle muamele ettiği, koruduğu durumlarda, insan nefsin elinden kurtulabilir. Rabbim kullarını koruma kalkanına alır, çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.'
53
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ
Kral: 'Yûsuf’u bana getirin, onu kendime özel danışman yapayım' dedi. Onunla konuşunca: 'Bugün, sen, yanımızda yüksek makam sahibi, itibarlı ve güvenilir birisin' dedi.
54
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ
Yûsuf da, Kral’a: 'Beni, ülkenin hazinelerinin, depolarının, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının tasarrufunun, devletin başına getir. Ben iyi korurum. Bunların dağıtım, kayıt ve koruma işlerini iyi bilirim.' dedi.
55
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Böylece Yûsuf’a, Allah’ın sünneti, düzeninin yasaları ve iradesinin tecellisi içinde dilediği yerde ikamet etmek, dilediği gibi hareket etmek üzere, ülke içinde yetki, güç, itibar ve iktidar verdik. Biz rahmetimizi, sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere nasip ederiz. İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan önderlerin, idarecilerin ve mü’minlerin mükâfatını zâyi etmeyiz.
56
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟
İman edip, Allah’a sığınanlar, emirlerine yapışmaya, günahlardan arınıp, azaptan korunmaya, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranmaya, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olmaya devam edenler için âhiret, ebedî yurt mükâfatı daha hayırlıdır.
57
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ
Bir gün, Yûsuf’un kardeşleri çıkageldiler. Onun huzuruna girdiler. Yûsuf onları görür görmez tanıdı. Oysa onlar, Yûsuf’u tanıyamamışlardı.
58
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ
Onlara vereceğini verip, yüklerini, denklerini hazırlayınca: 'Baba bir kardeşinizi de buraya, bana getirin. Benim ölçeği tam doldurduğumu görmüyor musunuz? Ben misafirperverlerin en iyisiyim.' dedi.
59
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ
'Siz eğer onu bana getirmezseniz, bundan sonra, benim hazinelerimden size bir ölçek zahire bile yok. Bana da yaklaşmayın' dedi.
60
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ
Kardeşleri: 'Onu getirmek için babasını iknaya çalışacağız. Herhalde de, bunu başaracağız.' dediler.
61
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Yûsuf, genç hizmetkârlarına, adamlarına: 'Verdikleri altın ve gümüş paraları, bedel olarak getirdiklerini geri verin, yüklerinin içine koyun. Ailelerine döndüklerinde, bunun farkına varırlar da, belki daha istekli geri gelirler.' diye tenbih etti.
62
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Babalarının yanına vardıklarında: 'Ey babamız, erzak almak bize yasaklandı. Kardeşimiz Bünyamin’i bizimle beraber gönder de, biz de ölçekler dolusu erzak alalım. Biz onu kesinlikle koruruz.' dediler.
63
قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظاًۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ
Babaları: 'Benim, onu size emanet etmem mümkün mü? Ya daha önce, size emanet ettiğimde kardeşinin başına gelenlere benzer şeyler başına gelirse? Allah en hayırlı koruyucudur. O merhamet edenlerin en merhametlisidir.' dedi.
64
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ
Yüklerini, denklerini çözüp açtıklarında ödedikleri paraların geri verildiğini gördüler. 'Ey babamız, daha ne istiyoruz. İşte sermayemiz bize geri verilmiş. Onunla ailemize yine yiyecek getiririz. Kardeşimizi koruruz. Bir deve yükü de fazla alırız. Zaten bu sefer çok az bir zahire aldık.' dediler.
65
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ
Babaları: 'Hepiniz kuşatılıp, çaresiz kalmadıkça, onu mutlaka bana getireceğinize dair Allah adına bir söz, bir yemin vermedikçe, onu asla sizinle göndermem' dedi. Onlar da, Allah’a and içerek babalarına söz verince, babaları: 'Bu söylediklerimizi denetleyen, kaydeden, hesabını soracak, şâhitlik edecek olan Allah’tır' dedi.
66
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Onlara: 'Oğullarım, şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Size Allah’tan gelecek hiçbir şeyi engelleyemem. Hükümranlık ve icraat yalnız Allah’a aittir. O’na dayanıp güvendim, işlerimi O’na havale ettim. Bütün tevekkül sahipleri O’na, sadece O’na dayanıp güvensinler.' dedi.
67
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟
Babalarının kendilerine emrettiği yerlerden şehre girdiklerinde, bu tedbir Allah’tan gelecek hiçbir şeyi engelleyemezdi. Sadece Yâkup, oğullarının sağsalim şehre varmalarıyla ilgili gönlündeki bir dileği yerine getirdi. Şüphesiz o ilim sahibiydi. Çünkü ona ilmi biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmez.
68
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde ötekilerin dalgınlıklarından istifade kardeşini kucakladı. Ve gizlice: 'Ben senin kardeşinim. Onların yapmaya devam ettikleri şeylere üzülme.' dedi.
69
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ
Yûsuf, onların yüklerini, denklerini hazırlarken altın su tasını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir tellal: 'Hey kervancılar, siz hırsızsınız' diye bağırdı.
70
قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ
Yûsuf’un kardeşleri onlara dönerek: 'Ne kaybettiniz de arıyorsunuz?' dediler.
71
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ
Onlar: 'Kaybettiğimiz kralın altın su tasını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü bahşiş var.' dediler, içlerinden biri: 'Buna ben de kefilim' dedi.
72
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ
Yûsuf’un kardeşleri: 'Allah’a andolsun ki, bizim ülkede, yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz.' dediler.
73
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ
Yûsuf’un adamları: 'Peki yalanınız ortaya çıkarsa, cezası nedir?' dediler.
74
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ
Onlar: 'Onun cezası, su tası kimin yükünde bulunursa yükünde bulunan şahısı alıkoymak, ona el koymaktır. Biz, zâlimlere işte böyle ceza veririz.' dediler.
75
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ
Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce, ötekilerin yüklerini aramaya başladı. Sonra da tası kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yûsuf’a böyle taktik uygulattık. Yoksa, kralın mevzuatına, kanunlarına göre kardeşini alıkoyamayacaktı. Ancak Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olduğu takdirde, diyecek yoktur. Biz, sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kullarımızdan bazılarının ilim ve hikmetteki derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen biri, Allah vardır.
76
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ
Kardeşleri: 'Eğer o çalmışsa, çok görülmez, daha önce onun kardeşi Yûsuf da çalmıştı' dediler. O vakit Yûsuf bunu içine attı. Onlara hiç belli etmeden: 'Siz daha kötü durumdasınız. Allah anlattıklarınızı, yakıştırdıklarınızı çok iyi bilir.' dedi.
77
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Kardeşleri: 'Ey Devletlü vezirim, onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Biz seni iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan idarecilerden ve mü’minlerden biri olarak görüyoruz.' dediler.
78
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟
Yûsuf: 'Eşyamızı yanında bulduğumuz şahıstan başkasına el koymaktan Allah’a sığınırız. O takdirde biz gerçekten zâlimlerden oluruz.' dedi.
79
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Kardeşlerini kurtarmaktan ümitlerini kesince, gizli görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri: 'Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf’la ilgili verdiğiniz söze hıyanet ederek, yalan bir senaryo icat ettiğinizi bilmiyor musunuz? Babam, bana izin verinceye veya benimle ilgili Allah’ın hükmü gelinceye kadar, bu ülkeden asla ayrılmayacağım. O hâkimlerin en âdili, en hayırlı icraat yapanıdır.' dedi.
80
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ
'Babanıza dönün ve ey babamız, oğlun hırsızlık yaptı. Biz çaldığını görmedik. Ancak, altın tasın yükünden çıkarıldığına şahidiz, gözümüzün önünde olmayan bir şeyden dolayı onu koruyamazdık, deyin.'
81
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
'İstersen, içinde bulunduğumuz şehire, Mısır halkına sor. Aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz, deyin.'
82
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Babaları: 'Söyledikleriniz kabul edilecek şeyler değil, nefisleriniz sizi aldatarak kötü bir plan yapmaya sürükledi. Artık bana düşen, güzelce sabretmek, metanetli olmaktır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana geri getirir. Her şeyi bilen hikmet sahibi ve hükümran olan yalnız O’dur.' dedi.
83
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ
Onlardan uzaklaştı. 'Ah! Yûsuf’un üzüntüsü yüreğimi yakıyor!' diye sızlandı. Kederini içine atması yüzünden gözlerine boz indi.
84
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ
Oğulları: 'Allah’a andolsun ki, sen hâlâ Yûsuf’u sayıklayıp duruyorsun. Sonunda ya üzüntüden yatağa düşeceksin, yahut da eriyip tükeneceksin.' dediler.
85
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
'Ben gamımı, kederimi sadece Allah’a arzediyorum, şikâyet arzedilecek merci olarak sadece Allah’ı tanıyorum. Ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri, Allah tarafından gelen vahy ile biliyorum.' dedi.
86
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
'Oğullarım, gidin, Yûsuf’u ve kardeşini iyi araştırın. Allah’ın hayat bahşeden rahmetinden ümit kesmeyin. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfir bir kavimden başkası Allah’ın hayat bahşeden rahmetinden ümit kesmez.' dedi.
87
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ
Sonra tekrar Mısır’a gidip, Yûsuf’un huzuruna girince: 'Ey Devletlü vezir, biz ve ailemiz felâketler, sıkıntılar içinde, ekonomik dar boğazda, kıtlık seneleri yaşıyoruz. Pek az bir sermaye ile geldik. Bize dolu dolu ölçeklerle ver; ayrıca bize, zekâtına, sadakana sayarak bağışta bulun. Allah, imanda sadakatlerinin ve kemallerinin ifadesi olan sadaka, zekât verenleri, bağışta bulunanları mükâfatlandırır.' dediler.
88
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ
Yûsuf: 'Bilgi ve muhakemeden yoksunluğunuz, ihtirasınız, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf’a ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?' dedi.
89
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Onlar: 'Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?' dediler. 'Ben Yûsuf’um. Bu da kardeşim. Birbirimize kavuşmayı Allah bize lütfetti. Çünkü kim Allah’a sığınır, emirlerine yapışır, günahlardan arınıp, azaptan korunur, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranır, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olur ve sabrederek mücadeleye devam ederse, Allah iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman idarecilerin ve müslümanların mükâfatını zâyi etmez.' dedi.
90
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ
Onlar: 'Allah’a yemin olsun ki, Allah seni bize üstün kıldı. Biz hata ettik, günahkârız, kusurluyuz.' dediler.
91
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ
Yûsuf: 'Bu gün, kınanıp, azarlanmayacaksınız. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.' dedi.
92
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟
'Benim şu gömleğimi götürün, babamın yüzüne koyun, gözü açılır, görür. Bütün ailenizi buraya, bana getirin.' dedi.
93
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ
Kafile Mısır’dan ayrılınca, babaları: 'Eğer, bana bunamış demezseniz, ben Yusuf’un kokusunu aldığımı hissediyorum' dedi.
94
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ
Yanındakiler: 'Allah’a yemin olsun ki sen, Yusuf’a olan sevginin geçmiştekine benzer sarhoşluğu içindesin' dediler.
95
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Müjdeci gelip, gömleği Yâkup’un yüzüne koyduğu zaman sevinçten gözleri sağlığına kavuşarak görmeye başladı. 'Ben size söylememiş miydim, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah’tan gelen vahiylerle ben biliyorum' dedi.
96
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ
Oğulları: 'Ey babamız, bizim günahlarımızın bağışlanmasını dile. Çünkü biz gerçekten günahkâr idik.' dediler.
97
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Yâkub: 'Duanın makbul olduğu (cuma gecesi) seher vaktinde, sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. En çok bağışlayan ve en çok merhametli olan yalnız O’dur.' dedi.
98
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ
Yûsuf’un yanına girdikleri zaman Yusuf anasını babasını kucakladı. 'Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygunsa, güven içinde Mısır’a girin' dedi.
99
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Anasını, babasını yüksek bir taht üzerine oturttu. Hepsi birden saygılarından, sübhânallah diyerek Yûsuf için secdeye kapandılar. Yûsuf: 'Babacığım, bu daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Bana ihsanda bulundu. Beni zindandan çıkardı. Şeytan, şeytanî güçler benimle kardeşlerimin arasına fitne sokarak bozduktan sonra sizi, sıkıntılı zor bir hayattan, çölden kurtararak getirtti. Rabbimin kulları için, sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olan şeyleri yapmasına akıl sır ermez. İlim, hikmet sahibi ve hükümran olan yalnızca O’dur.
100
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ
'Rabbim, bana devletten saltanattan payımı verdin. Bana, meselelerin, olayların tahlilini, ilmî esaslara dayalı yorumunu, doğacak sonuçları hesap edebilmeyi, akıl yürütmeyi, rüyaların tâbirini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette, ebedi yurtta da benim velimsin, işlerimi havale ettiğim hâmimsin, emrinde olduğum otoritesin. İslâm’ı yaşayan müslüman olarak benim ruhumu alıp ölümümü gerçekleştir. Beni dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi mü’minler, sâlihler, peygamberler zümresine kat.'
101
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ
İşte bu, Yûsuf kıssası, insanlığa ders olsun diye anlatılan, bilmediğiniz tarihin, gayb âleminin ibret verici haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar sinsice hile planları yaparak, birlikte planlarına karar verdikleri zaman, sen onların yanında değildin.
102
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Sen ne kadar üstüne düşsen de, insanların çoğu iman edecek değildir.
103
وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟
Halbuki sen, onlardan bunun için bir ücret de istemiyorsun. Okunması ibadet olan Kur’ân, âlemler, insanlar ve cinler için ancak bir öğüttür, bir ikazdır. Bir şereftir, bir övünç kaynağıdır.
104
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
Bununla beraber, göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren ne kadar işaret, delil var ki, onlarla yüzyüze gelirler de, gene de ilgilenmezler.
105
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
İnsanların çoğu, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşarak gizli şirke düşüp başkalarını da otorite kabul ettikleri bir düzen içinde Allah’a sözde iman ediyorlar.
106
اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onların, Allah’ın azâbından kendilerini saracak bir felâketin gelmesinden veya farkında olmadan, ansızın kıyametin kopacağı an ile karşı karşıya kalmalarından bir endişeleri yok mu, bundan emin midirler?
107
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Rasûlüm: 'İşte bu benim yolumdur, İslamî hayat tarzıdır. Ben, önümü görerek bilinçli bir şekilde Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana, benim sünnetime tâbi olanlar, kesinlikle emin ve aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı tesbih ve tenzih ederim, ben ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşanlardan, gizli şirke düşüp başka otoriteler de kabul edenlerden değilim.' de.
108
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Senden önce özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendiğimiz peygamberler de, kesinlikle yerleşik toplum hayatı yaşayan insanlar arasından, kendilerine vahiy verdiğimiz liyâkatli ve güvenilir erkeklerdi. Kâfirler, yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler, incelesinler, ibret alsınlar. Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan, takvâya dayalı düzeni benimseyen mü’minler için âhiret yurdu, ebedî yurt elbette daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
109
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Nihayet Rasullerin ümitlerini kestikleri; tâbilerinin rasulleri yalana âlet edilmiş kimseler sandıkları bir sırada, onlara yardımımız gelip yetişti. Sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimseler kurtarıldı. İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsi, suçlu, günahkâr bir topluluktan azâbımız geri çevrilmez.
110
لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Andolsun, onların, geçmiş peygamberler ve ümmetlerin kıssalarında akıl ve vicdan sahipleri için, pek çok ibretler vardır. Kur’ân uydurularak derlenmiş sözler değildir.Bir kısım insanlar bu hakikati kabul etmeseler de, vahyine muhatap olan önündeki zatın, Peygamber Muhammedin tebliğinin, sözlerinin samimiliğini, doğruluğunu tasdik eden, her şeyi, ayrıntılarıyla açıklayan, iman eden bir kavme hidayet rehberi ve rahmet olan bir kitaptır.
111

Sureler

Mealler
Hûd Suresi
Önceki
Ra'd Suresi
Sonraki