Sureler
Mealler
Önceki
Tevbe Suresi
Sonraki
Hûd Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif, Lâm, Râ. Bunlar, Elif Lâm Râ gibi basit harflerden oluşan, fakat hem lafzı hem de manasıyla eşsiz bir mucize olan bu mesajlar, insanı dünya ve âhirette kurtuluşa iletecek hikmetli Kitabın ayetleridir.
2 İçlerinden bir adama, "İnsanlığı ilâhî azap ile uyar ve iman edenlere, Rab'lerinin katında doğruluk ve erdemliliklerinin ödülü olarak cennetin en yüce makamına sahip olacaklarını müjdele!" diye mesaj göndermemiz, insanların tuhafına mı gitti?

Çünkü inkârcılar, Kur'an'ın kitlelerce benimsenmesini engellemek için, "Okuduğu o büyüleyici sözlerle vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu adam, besbelli ki bir büyücüdür. Yoksa okuma yazması dahi olmayan bir insanın dudaklarından böylesine harikulade sözlerin dökülmesi başka türlü izah edilemez." diyorlar. Böylece, Kuran'ın insanüstü bir kaynaktan geldiğini itiraf ediyor, ama onun Allah'tan geldiğini inkâr ediyorlar. Çünkü kibir ve inatçılıkları onları imandan alıkoyuyor. Ayrıca, Allah'ın insan hayatına müdahale edeceğine inanmak ve bu imana göre hayatı yeni baştan kurmak hiç mi hiç işlerine gelmiyor. Oysa Yaratan yarattığına müdahale etmez mi?
3 Sizin Rabb'iniz, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, fakat sonra mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan, aksine, bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere Egemenlik Tahtı'na oturan Allah'tır. O'nun otorite ve hükmüne karışabilecek bir ortağı, eşi veya benzeri olmak şöyle dursun, O'nun izni olmadıkça —Allah katındaki derecesi ne kadar üstün olursa olsun— hiç kimse suçluları hak ettikleri cezadan kurtarmak için aracılık, yani şefaat edemeyecektir.

İşte sizin boyun eğmeniz gereken gerçek Efendiniz, sahibiniz ve Rabb'iniz olan Allah budur. Öyleyse, yalnızca O'na kulluk ve itaat edin. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
4 Hepiniz eninde sonunda ölecek ve Rabb'inizin huzurunda hesaba çekilmek üzere O'na döneceksiniz. Bu, Allah'ın gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan sözüdür. Çünkü O, tüm varlıkları önce yoktan yaratır, sonra bunu yani yaratmayı tekrar yapar ve huzurunageri getirir ki, böylece iman edip güzel ve yararlı işler yapanları adaletle ödüllendirsin. Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere gelince, nankörlüklerinin cezası olarak, onlara cehennemde kızgın bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.

İşte bu feci akıbete uğramamak için Rabb'inizi iyi tanımalısınız:
5 Güneş'i bir ısı ve ışık kaynağı, Ay'ı da aldığı ışığı yansıtan bir aydınlık kılan, takvim ölçümlerini, yılların sayısını ve vakitlerin hesabı öğrenesiniz diye Ay'a her ayın başından sonuna kadar her gün için belirli evreler tayin eden O'dur. Allah bütün bunları anlamsız ve amaçsız birer tesadüf eseri olarak değil, ancak ve ancak yüce bir hikmet uyarınca ve belirli bir gaye için yaratmıştır.

Allah, akıllarını kullanacak ve hakikati bilip anlayacak bir toplum için, ayetleri işte böyle açık ve net olarak ortaya koyuyor.
6 Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yaratmış olduğu bunca varlıklarda, aklını kullanan ve haksız önyargılardan sakınan bir toplum için O'nun sonsuz kudret ve merhametini gösteren nice mucizeler, ibret verici mesajlar ve işaretler vardır.

Kâinat kitabının sayfalarına nakşedilmiş bunca mucizelere ve apaçık delillere rağmen:
7 Mahşer günü huzurumuza çıkacaklarını hesaba katmayan, şu gelip geçici dünya hayatını âhirete tercih ederek nihaî mutluluk ve huzuru onda arayan ve böylece, Kur'an'dan yüz çevirerek ayetlerimizden ilgiyi koparanlar var ya;
8 Yapmakta oldukları kötülükler yüzünden, onların varacağı yer ateştir!
9 İman eden ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösteren kimselere gelince, imanları sayesinde Rab'leri onları, içerisinde ırmaklar çağıldayan nimetlerle dolu cennet bahçelerine iletecektir. Öyle muhteşem bir cennet ki:
10 Onlar orada, "Sen ne yücesin Allah'ım!" diyerek Rab'lerine seslenecekler. Birbirlerini, "Selâm sizlere,selâm!" sözleriyle tebrik edip selâmlayacaklar ve dualarının sonu, daima "Hamd, âlemlerin Rabb'i Allah'a! Sonsuz şükürler olsun, bize bunca nimetleri bahşeden yüce Rabb'imize!" şeklinde olacak.
11 İnsanların iyiliği sabırsızlıkla ve aceleyle istedikleri gibi, Allah da onları suç işler işlemez derhâl cezalandırmış olsaydı, çoktan işleri bitirilmiş olurdu. Fakat onları cezalandırmakta acele etmeyiz. Hesap vermek üzere huzurumuza çıkacaklarını ummayan o inkârcıları, bir süre daha azgınlıkları içinde bocalar bir hâlde bırakırız. Böylece, tövbe edip imana gelmeleri için onlara bir fırsat daha veririz. Fakat pek çokları, bu fırsatı doğru değerlendiremez:
12 İnsanın başına bir belâ veya sıkıntı geldiğinde, gerek uzanırken gerek otururken gerek ayakta iken, kısaca her an ve her durumda bize yalvarıp durur. Fakat onu sıkıntısından kurtardığımız zaman, verdiği sözleri hemen unutur ve başına gelen bu belâdan dolayı sanki bize hiç yalvarmamış gibi kendisini yeniden hayatın akışına kaptırarak yoluna kaldığı yerden devam eder. İşte kendilerine bahşedilmiş olan akıl, güç, sağlık, servet gibi nimetleri kötü yolda kullanarak ömürlerini boş yere harcayan bu müsriflere, yaptıkları kötü işler böyle güzel ve çekici görünmektedir.
13 Gerçek şu ki, sizden önce gelip geçennice nesilleri, elçileri onlara apaçık deliller ve mucizeler getirdiği hâlde, haksızlık ve zulümden vazgeçmedikleri ve artık imana gelme ihtimalleri kalmadığı için helâk etmiştik. İşte biz, suçlu bir toplumu böyle cezalandırırız!
14 Sonra onların ardından, sizleri üstün yeteneklerle donatıp yeryüzünde hüküm süren halifeler kıldık ve çeşitli vesilelerle imtihana tâbi tuttuk ki, nasıl davranacağınızı görüp hakkınızda hükmü verelim.

Hal böyleyken:
15 Ne zaman onlara apaçık birer belge olan ayetlerimiz tebliğ ve uyarı amacıyla okunsa, Hesap Gününde huzurumuza geleceklerini ummayan o inkârcılar, "Bize bundan farklı bir Kur'an getir ya da hiç değilse işimize gelmeyen ayetleri iptal edip keyfimize uygun hâle getirerek onda bazı değişiklikler yap!" diyorlar.

Onlara de ki: "Kur'an'ı kendi görüşlerim doğrultusunda değiştirmeye benim yetkim yoktur. Zira o benim değil, Allah'ın sözüdür. Ben ancak, bana gönderilen emir ve direktiflere uyarım. Çünkü Rabb'ime karşı gelecek olursam, isyankârları perişan edecek olan büyük bir günün azabından korkarım."
16 Ey Muhammed! Kur'an'ı senin uydurduğunu iddia eden o cahillere öğüt vererek de ki: "Bu kitap doğrudan doğruya Allah'ın sözüdür ve O'nun emriyle size bildirilmektedir. Nitekim Allah size bu hakikati ulaştırmamı dilemeseydi, ben bunu size okuyamazdım. Çünkü Kur'an gibi bir şaheseri meydana getirebilecek ne bilgim, ne de yeteneğim var ve siz de bunu gayet iyi bilirsiniz. Kaldı ki, Allahdileseydi onu size hiçbir şekilde bildirmezdi de. Madem size lütfedip böyle muhteşem bir kitap gönderdi, onun kıymetini bilmeniz gerekmez mi? Şimdi düşünün: Ben Peygamber olmadan önceki bütün hayatımı sizin aranızda geçirdim, şu ana kadar bir kez olsun yalan söylediğime şahit oldunuz mu? Veya bugüne kadar benden, Kur'an'a benzer sözler işittiniz mi? Çocukluğumdan beri beni ‘emin' (dürüst ve güvenilir kişi) lakabıyla çağıran sizler, şimdi nasıl olur da Allah adına yalan uydurduğumu iddia edebilirsiniz? Üstelik ne şiir, ne din, ne de felsefe alanında hiçbir bilgi ve tecrübesi olmayan benim gibi ümmî birinin, bütün şairleri, filozofları, sosyal bilimcileri dize getiren Kur'an gibi bir şaheser meydana getirmesi nasıl mümkün olabilir, hiç düşünmüyor musunuz?"
17 Şu hâlde, ne cüretle Allah'ın ayetlerini değiştirmemi bana teklif ediyorsunuz? Allah'ın kitabında değişiklikler yaparak Allah adına yalan uyduran ya da sizin yaptığınız gibi O'nun ayetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Gerçek şu ki, suç işlemekte ısrar edenler asla kurtuluşa eremezler. Nitekim Kur'an'ı reddedenler, bakın nelerin peşine düşüyorlar?
18 Allah'ı bırakıyorlar da, kendilerine hiç bir zarar veya fayda veremeyecek olan putlara ve sahte ilâhlara kulluk ediyor ve "Bunlar, Allah katında bizim için aracılık ederek kurtuluşumuzu sağlayacak olan efendilerimiz ve şefaatçilerimizdir!" diyorlar. De ki: "Siz göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Böyle şefaatçiler var da, Allah'ın bundan haberi mi yok? Hayır, Allah hiç kimseye böyle bir şefaat yetkisi vermemiştir. Zira Allah, onların müşrikçe yaklaşımlarından tamamen uzaktır, yücedir. Zaten insanoğlu, bu hakikate uygun bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Fakat bazı cahiller, zamanla hak dini tahrif edip uydurdukları hurafeleri din haline getirdiler:
19 İnsanlar, başlangıçta İslâm inancında birleşen tek bir toplumdan ibaretti. Fakat zamanla hak dinden uzaklaşarak farklı görüşlere ayrıldılar. Eğer bu dünyanın imtihan yeri olduğuna ve her şeyin tam karşılığının âhirette verileceğine dair Rabb'in tarafından ezelden verilmiş bir hüküm olmasaydı, ayrılığa düştükleri bu gibi konularda aralarında çoktan hüküm verilmiş ve kötülerin cezası derhal verilerek her türlü anlaşmazlık bitirilmiş olurdu. Fakat ilâhî hikmet, bu dünyanın bir mücadele ve imtihan yurdu olmasını uygun gördü:
20 Kur'an, apaçık ve gerçek bir mucize olarak ortada dururken, yine de kalkmışlar, "Ona Rabb'inden bizim istediğimiz türden bir mucize indirilmeli değil miydi?" diyorlar. Evrendeki sayısız mucizeleri görmezlikten gelerek, sırf itiraz edebilmek için bu gibi isteklerde bulunan önyargılı inkârcılara de ki: "Allah böyle bir mucize gönderir mi göndermez mi, onu bilemem. Size kendi gücümle mucize de gösteremem. Çünkü yaratılmışların bilgi ve idrak sahasının ötesinde bir âlem olan gayb, yalnızca Allah'a aittir ve her şeyi bilen sadece O'dur. Öyleyse bekleyin bakalım, Allah başınıza neler getirecek, ben de sizinle beraber beklemekteyim.
21 Biz bu tür nankör insanlara, başlarına gelen deprem, kıtlık, kaza, hastalık, fakirlik gibi bir sıkıntının ardından katımızdan azıcık bir rahmet ve esenlik tattıracak olsak, hemen o acı günleri unutur, ayetlerimize karşı hile ve entrikalar düzmeye başlarlar. Bu gibi felâketlerin ilâhî ceza ile hiçbir bağlantısı olmayan tesadüfî olaylardan ibaret olduğunu iddia ederler. Elde ettikleri nimetleri kendilerinden bilir, "Biz bunları kendi çabamız ve dirayetimiz sayesinde elde ettik. Allah ne diye bizim işimize karışsın ki?" derler. Böylece Allah'ı ve ayetlerini inkâr eder, müminlere karşı haince plânlar, komplolar düzenlerler. Onlara de ki: "Plan kurma konusunda Allah sizden çok daha hızlıdır. Siz Kur'an'a ve Müslümanlara karşı böyle hilekârlık peşinde koşup dururken Allah başınıza öyle bir felaket gönderir ki, maksadınıza ermeye vakit bulamadan helak olur gidersiniz. Kaldı ki, iş bununla da bitmeyecek, asıl belâyı âhirette göreceksiniz: Kuşkusuz elçilerimiz olan melekler, kurmakta olduğunuz bütün hile, entrika ve tuzakları bir bir yazmaktadırlar. Ve zamanı gelince, hepsinin hesabını vereceksiniz.
22 Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Doğayı ve ondaki kanunları yaratan, size eşyayı kullanma güç ve yeteneğini bahşederek denizde, karada ve havada yolculuk yapmanızı sağlayan Allah'tır. Öyle ki, engin denizlere açılmak üzere gemilere bindiğinizde yaşadıklarınızı bir düşünün: Hani gemiler, ilâhî kudret sayesinde esen tatlı bir rüzgârla içindeki yolcularla birlikte denizi yara yara akıp giderken ve yolcular, bu güven verici ortamda kendilerini huzur ve esenlik içinde hissettikleri bir sırada, ansızın şiddetli bir fırtına gelip çatar ve gemiyi çatırdatan dev dalgalar, dört bir yandan üzerlerine hücum eder. İşte o zaman,korkunç bir belâyla çepeçevre kuşatıldıklarını ve Allah'ın yardımına sığınmaktan başka çare olmadığını anlarlar da, tüm batıl inançlarından bir anda sıyrılır ve tertemiz bir inançla Allah'a yönelerek O'na tüm içtenlikleriyle yalvarıp yakarırlar: "Ey yüce Rabb'imiz!" derler, "Eğer bizi bu felâketin pençesinden kurtaracak olursan, yemin olsun ki, bundan böyle sana kulluk edip şükreden kimselerden olacağız!"
23 Fakat Allah onları kurtarıp sağ salim karaya çıkarınca, hemen sözlerinden cayarak tekrar eski inkârcılıklarına dönerler. Hak, hukuk, adalet ve insaf ilkelerini hiçe sayarak yeryüzünde yeniden terör estirmeye, zayıf ve mazlum halklara saldırarak haksız yere azgınlık yapmaya devam ederler. Ey haddini aşan küstah insanlar! Bu azgınlığınız, sonuç itibariyle ancak kendi aleyhinizedir. Böyle zulüm ve haksızlık peşinde koşmakla bu dünya hayatının gelip geçici menfaatini arzu ediyorsunuz. Fakat unutmayın ki, ne kadar güçlü ve kudretli olursanız olun, gün gelecek sizler de ölümü tadacak ve eninde sonunda dönüşünüz bize olacaktır. İşte o zaman, hayatta iken yapıp ettiğiniz her şeyi size haber vereceğiz ve her zulmün hesabını bir bir soracağız.

İnkârcıların peşine takıldıkları şu dünya zevklerinin, sonsuz âhiret nimetlerine oranla ne kadar değersiz olduğunu şu örnek ne güzel anlatıyor:
24 Bu dünya hayatının göz alıcı ve gönül çelici, fakat bir o kadar da gelip geçici oluşunun misali, aynen şuna benzer:

Gökten bereket yüklü bir yağmur indiririz de, insanların ve hayvanların beslendikleri yeryüzü bitkileri onun sayesinde filizlenir, boy atar ve dal budak salıp birbirine girer. Nihayet yeryüzü rengârenk çiçeklerle, iştah kabartıcı tatlı meyvelerle süslenip bezenerek tüm görkem ve güzelliğiyle bir gelin gibi arzı endam ettiği ve sahiplerinin, orada yetki ve egemenlik sahibi olduklarını ve onu keyiflerine göre kullanabileceklerini sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz vakti oraya emrimiz —korkunç bir afet şeklinde— gelir ve o güzelim bağı bahçeyi, sanki daha dün orada değilmiş gibi kökünden biçip yok ederiz. İşte ey insan, dünyanın nimet ve zevkleri de gün gelecek böyle yok olup gidecektir. Bakın, düşünüp ibret alacak insanlar için, ayetlerimizi böyle açık ve net olarak ortaya koyuyoruz.
25 Böylece Allah, kullarını barış ve esenlik yurdu olan cennet yurduna çağırmakta ve bu çağrıya uyarak ilâhî lütuf ve rahmete nail olmak isteyen herkesi dosdoğru bir yola iletmektedir. O hâlde, cennet yolcularına müjdeler olsun:
26 Güzel ve yararlı davranış gösterenlere, hak ettiklerinden daha güzel bir mükâfat bağışlanacak ve hatta bunlardan daha da fazlası verilecektir. Onlara akla hayale gelmedik nimetler takdim edilecek ve nihayet, bütün bu nimetleri unutturacak o muhteşem nimeti tadacaklar: Rab'lerinin cemalini görecek ve O'nun ebedi hoşnutluğunu kazanacaklar.

O dehşet verici Hesap Gününde ne yüzlerine bir günah lekesi bulaşacak, ne de çehrelerini bir utanç ve aşağılanma bürüyecek. Muratlarına ermenin yanı sıra, can sıkacak, yüz kızartacak, küçük düşürecek her türlü leke ve kederden emin ve salim olacaklar. İşte onlar cennet halkıdırlar, sonsuza dek orada kalacaklar.
27 Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misliyledir. İyi davranışlar için vadedilen kat kat mükâfatın tersine, kötülük yapanlar yalnızca yaptıkları kötülük kadar ceza görecekler. Onları tepeden tırnağa bir aşağılık ve zillet kaplayacaktır. Kendilerini Allah'a karşı koruyabilecek hiç kimse yoktur. Bu bedbahtlar öylesine iç karartıcı bir durumda olacaklar ki, yüzlerini âdeta gecenin zifiri karanlıkları bürümüş gibi utanç ve zillet altında ezilecekler. İşte onlar da cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
28 O gün insanların ve cinlerin hepsini bir araya toplayacağız. Sonra da dünyada kimi varlıkları yüceltip ilâhlaştırarak veya makam, şöhret, servet ve benzeri değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşmuş olanlara, "Geçin yerlerinize, siz ve hayattayken emir ve otoritesine boyun eğdiğiniz ortaklarınız!" diyeceğiz. Böylece, her birini lâyık olduğu yere koyarak onları birbirlerinden tamamen ayıracağız. İşte o zaman, onların Allah'a ortak koştuğu kimseler, kendilerini ilâhlık makamına yücelten müşriklere seslenerek, "Siz aslında bize ibadet etmiyordunuz! Sizin asıl tapındığınız şey, kendi arzu ve heveslerinizden başkası değildi!" diyecekler. Ve sözlerine devam edecekler:
29 "Artık bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Doğrusu biz, sizin bize tapındığınızın farkında bile değildik. Ve asla ilâhlık iddiasında da bulunmamıştık. O hâlde, yaptıklarınızın sorumluluğu yalnızca size aittir."
30 İşte o zaman, herkes geçmişte yaptıklarının hesabını verecek ve bütün insanlar ve cinler, gerçek sahipleri ve efendileri olan Allah'ın huzuruna getirilecekler. Gerek "Bunlar bize Allah katında şefaat edecek!" diye uydurdukları sahte ilâhları, gerekse din adına uydurdukları batıl inançları, onları yüzüstü bırakarak ortadan kaybolup gitmiş olacak. Böylece, acı gerçekle baş başa kalacaklar.
31 O hâlde ey Müslüman! Allah'ın egemenliğini reddederek adım adım bu korkunç akıbete yürüyen inkârcılara de ki: "Sizi gökten indirdiği ve yerden çıkardığı nimetlerle besleyen kimdir?

Yahut kimdir, bu nimetlerden yararlanmanızı sağlayan kulaklara ve gözlere hükmeden ve görme, işitme, hissetme gibi harika yetenekleri size bağışlayan?

Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Dün ortada yokken bugün bir bitki, bir hayvan, bir insan meydana geliyor. Bir yandan alınan gıdalar vücudunuzda hayata dönüşürken, öte yandan bir süre sonra onlar da canlılık özelliğini kaybedip ölüyor ve bu mükemmel sistem hiç aksamadan sürüp gidiyor. Söyleyin, ölüm ve hayat gibi birbirine tamamen zıt iki olguyu birbirine dönüştüren kudret kimdir?

Ve kimdir, bunlar gibi daha nice olayların ve oluşların yönetimini elinde tutan, varlıkları şaşmaz kanunlara bağlı kılarak evrendeki muazzam sistemi sevk ve idare eden?"

Bu can alıcı sorular karşısında, en inatçı kâfirler bile gerçeği itiraf etmekten kendilerini alamayacak ve "Evet, bütün bunları yapan ve yaratan Allah'tır!" diyecekler. O zaman sen de onlara de ki: "Öyleyse, hâlâ kötülükten, zulümden, inkârdan sakınmayacak mısınız?"
32 İşte budur, sizin gerçek sahibiniz, yöneticiniz, efendiniz ve Rabb'iniz olan Allah! Şimdi söyleyin, bunun ötesinde bir yol, bir gerçek var mı? Öyle ya, hakikat inkâr edildikten sonra geriye sapıklıktan başka ne kalır? Şu hâlde ey halkım, nasıl oluyor da sizi yönlendiren zalimlerin sözlerine aldanıpbatıl yollara döndürülüyorsunuz?
33 İşte böylece, günaha batmış ahlâk ve şeref yoksunu kimselerin, hakikati idrak etseler bile ona asla iman etmeyeceklerine dair Rabb'inin toplumsal ve bireysel bir yasa olarak verdiği hükmü gerçekleşmiş oldu.
34 Öyleyse ey Müslüman! De ki: "Ey inkârcılar! Emir ve otoritesine kayıtsız şartsız boyun eğerek kendilerini Allah'a ortak koştuğunuz sahte ilâhlarınız, arasında, evreni ve hayatı yoktan var edip de, ölümünden sonra onu yenidenhayata döndürebilecek biri var mı?" Cevabı kendin vererek de ki: "Sizin de itiraf edeceğiniz gibi, evreni ve hayatı yoktan var eden ve ölümünden sonra onu yenidenhayata döndüren yalnızca Allah'tır! Şu hâlde ey halkım, nasıl oluyor da, tepenizde ilâhlık taslayan kâfirlerin propagandasına kapılıpinkâra, zulme yönlendiriliyorsunuz?"
35 Bıkıp usanmadan hakikati haykırmaya devam ederek de ki: "Sizin Allah'a ortak koştuğunuz sahte ilâhlarınız, liderleriniz, efendileriniz arasında, her türlü beşeri zaaf ve önyargılardan uzak biçimde, insanoğlunu dünya ve âhirette mutluluğa ulaştıracak mutlak hakikati ortaya koyarak sizi doğru yola iletebilecek biri var mı?" Yine cevabı kendin vererek de ki: "Sizin de itiraf edeceğiniz gibi,bahşettiği akıl, sezgi ve sağduyu sayesinde vegönderdiği kitaplar ve elçiler vasıtasıyla insanoğlunu mutlak hakikate ileten yalnızca Allah'tır! Şimdi söyleyin, insanı yaratan ve onu doğru yola ileten sonsuz kudret sahibi Allah mı itaat edilmeye daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmedikçe doğru yolu bulamayacak kadaraciz olan yaratıklar mı? Şu hâlde ey halkım, neyiniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?"

Allah'ın ayetlerini reddeden bu insanlar, bakın kendilerine neyi rehber ediniyorlar?
36 Onların çoğu, hiçbir dayanağı olmayan kuruntu ve zandan başka bir şeye uymazlar. Oysa zan, ne kadar gösterişli ve yaldızlı olursa olsun, hiçbir zaman hakikat bilgisinin yerini tutamaz. Hiç kuşkusuz Allah, onların yapıp ettikleri her şeyi en ince ayrıntısıyla bilmektedir. Vecezalarını da mutlaka verecektir.Bu durumda yapmanız gereken, bütün bu zanlardan, önyargılardan sıyrılarak Allah'ın kitabına yönelmek ve onu ciddî bir incelemeye tâbi tutmaktır. Bunun sonucunda bizzat siz de göreceksiniz ki:
37 Bu Kur'an doğrudan doğruya Allah'ın kelamıdır, asla Allah'tan başkası tarafından tasarlanmış olamaz! O ancak, kendinden önceki ilâhî vahiylerin ilk gönderildiği hallerini onaylayan ve o kitaplarda yapılan değişiklikleri düzeltip onların aslî şeklini ortaya koyarak bütün vahiylerin özü ve esası olan Allah katındaki ana Kitabı açıklayan hidayet kaynağıdır. Onda akıl ve sağduyu ile örtüşmeyen hiçbir hüküm, insanı şüpheye düşürebilecek hiçbir çelişki, eğrilik, tutarsızlık ve şüphe yoktur. Zira o, âlemlerin Rabb'i ve mutlak hâkimi olan Allah tarafından gönderilmiş bir ilâhî mesajdır.

Bütün bu açıklamalardan sonra, Kur'an'a inanmamak için hâlâ kayda değer bir şüphe, bir itiraz öne sürülebilir mi?
38 Yoksa inkâr edenler, "Kur'an'ı Muhammed uydurdu!" mu diyorlar? O zaman onlara de ki: "EğerMuhammed gibi şiir ve edebiyattan uzak, dinî veya felsefî bir eğitim almamış, okuma yazması dahi olmayan bir kişi bütün insanları dize getiren böyle muhteşem bir kitap yazabiliyorsa, öyleyse siz de ifade güzelliği, haber verdiği hakikatler ve ortaya koyduğu mükemmel hayat ilkeleri bakımından Kur'an ile boy ölçüşebilecek bir kitap veya en azından ona denk bir sure meydana getirin! Eğer Kur'an'ı Muhammed uydurduysa, onu alt etmek ve susturmak için bundan daha iyi bir fırsat olabilir mi? Öyle ya, İslâm'ı yok etmek için bunca zahmet çekmeye, malınızı mülkünüzü, çoluk çocuğunuzu bu uğurda feda etmeye ne gerek vardı? Bir masa başına oturup onun ‘uydurduğu!' sureler gibi birkaç sure yazarsınız, olur biter. Hadi buna tek başınıza gücünüz yetmedi diyelim, o zaman Allah'tan başka yardıma çağırabileceğiniz kim varsa, becerisine güvendiğiniz bütün şairlerinizi, edebiyatçılarınızı, filozoflarınızı, ilim, fikir ve din adamlarınızı çağırın! Çağırın da, hepiniz el ele vererek Kur'an gibi bir kitap yahut en azından bir tek sure meydana getirin; eğer bu iddianızda samimî iseniz...
39 Hayır! Aslında onlar, meseleye önyargıyla yaklaştıkları için, hakkında yeteri kadar bilgi edinmedikleri ve gerçek anlamını henüz kavrayamadıkları şeyi, yani Kur'an'ı,ölçüp biçmeden yalanladılar! Çünkü ona inanıp dürüst ve erdemli yaşamak, hiç mi hiç işlerine gelmiyordu. Geçmişte bunun birçok örnekleri var. Nitekim onlardan öncekiler de kendilerine bildirilen hakikati böyle sahte gerekçelerle yalanlamaya kalkmışlardı. Fakat bir görsen, o zalimlerin sonu nice oldu!
40 Onların arasında, kibir ve önyargı zincirlerini kırarak Kur'an'a iman edecek olanlar da var, ona inanmamakta diretecek olanlar da! Fakatsen üzülme,hakkı inkâr eden ve başkalarını da hakka yönelmekten alıkoyan bozguncuları, senin Rabb'in gayet iyi biliyor!
41 O hâlde, ey Müslüman!Bütün bunlara rağmen, yine de seni yalanlayıp kaba kuvvet ve zorbalıkla sesini kısmaya kalkışırlarsa, o zaman onlara de ki: "Bakın, ben hiç kimseyi iman etmesi için zorlamıyorum, siz de bizim inancımıza müdahale etmeyin. Öyle ya, benim yaptıklarım bana, sizin yaptıklarınız da size aittir. Eğer ben bir yalancıysam, bunun sonuçlarına katlanacak olan benim; yok eğer sizler hakikati inkâr eden kimselerseniz, bunun zararı da bana değil, sizlere dokunacaktır. Çünkü siz benim yaptıklarımdan sorumlu olmadığınız gibi, ben de sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim."

Fakat inkârcılar, bu çağrıya çoğu kez olumsuz cevap verecekler. Zira unutma ki, her dinleyen işitiyor, her bakan görüyor değildir:
42 İçlerinde, Kur'an okurken seni görünüşte dinleyenler de var fakat kendi vicdanlarını önyargı zincirleriyle mahkûm etmiş olan bu "sağırlara" sen mi hakikati duyuracaksın, eğer akıllarını kullanmıyorlarsa?
43 Yine içlerinde, sana güya bakanlar da var fakat gözlerinin önündeki gerçeği göremeyen bu "körlere" doğru yolu sen mi göstereceksin; eğer sezgileriyle hakikati göremiyorlarsa?

Peki, bu insanları Allah mı bu hâle getirdi? Elbette hayır:
44 Allah, insanlara hiçbir şekilde haksızlık etmez; ama asıl insanlardır, bizzat kendi kendilerine haksızlık edenler. Hem de bunu, dünya hayatının gelip geçici zevkleri uğruna yaparlar. Oysa dünya hayatı çabucak geçip gidecek ve Kıyamet Günü diriltilip Rabb'inizin huzuruna çıkarılacaksınız:
45 O gün Allah onları diriltip mahşerde topladığı zaman, yaşadıkları bir ömür, insanlara o kadar kısa gelecek ki, sanki gündüz vakti aralarında tanışıverdikleri kısacık bir an kadar yeryüzünde kaldıklarını zannedecekler. İşte o zaman, dünya hayatının geçici zevkleri uğruna ebedî mutluluğu kaybetmenin ne büyük bir gaflet olduğunu anlayacaklar. Evet, günün birinde Allah'ın huzuruna çıkarılacakları gerçeğini inkâr eden ve bunun en doğal sonucu olarak doğru yola girmekten kaçınanlar, o Gün korkunç bir hüsrana uğrayacaklar!

Ey Peygamber! Sana diş bileyen, seni ortadan kaldırmak için türlü komplolar hazırlayan zalimler şunu iyi bilsinler ki:
46 Onları tehdit ettiğimiz azap ve felâketlerin bir kısmını daha dünyadayken gerçekleştirerek özlemini çektiğin mutlu ve aydınlık günleri sana hemen göstersek de, çetin bir mücadelenin ardından seni vefat ettirerek mükâfatını âhirete ertelesek de, o zalimler açısından değişen hiçbir şey olmayacak, sonuçta azaptan kurtulamayacaklar. Çünkü hepsi, dönüp dolaşıp eninde sonunda bizim huzurumuza gelecekler. Evet, siz ölüp gitseniz bile, onların yapıp ettiklerine bizzat Allah şahitlik etmektedir. Şu da var ki, yeterli uyarı yapılmadan hiç kimseye ceza verilmez. Bunun için:
47 Her ümmetin bir Peygamberi vardır ve her topluma,—doğrudan veya dolaylı— bir Peygamber mutlaka gönderilmiştir. Ne zaman ki, onlara Peygamberleri veya Peygamberin misyonunu üstlenen İslâm davetçileri gelir ve kendilerini uyarıp aydınlatır,işte ancak o zaman onlar sorumlu tutulurlar: Elçilere karşı gösterdikleri tavra göre aralarında adaletle hükmedilir ve hiç kimse, zerre kadar haksızlığa uğratılmaz. Nihayet Son Elçi geldi ve insanları uyardı. Ve işte inkârcıların cevabı:
48 "Eğer cennet, cehennem, kıyamet, âhiret... hakkında dedikleriniz doğru ise, savurduğunuz bu tehditler ne zaman gerçekleşecek?" diyerek sizinle alay ediyorlar.
49 Ey Peygamber! Bu cahillere de ki: "Ben size, ‘Bana inanmayanları azaba uğratacağım!' demedim ki! Bilakis, Allah dilemedikçe, ben kendime bile herhangi bir zarar veya fayda verebilecek güce sahip değilim. Dolayısıyla, size vadedilen azabın ne zaman gerçekleşeceğini de bilemem. Fakat şunu söyleyebilirim ki, Allah ceza ve mükâfat vermekte acele etmez. Mesajını iyice anlamanız, üzerinde düşünmeniz için size bir süre daha mühlet verecektir. Çünkü Allah'ın değişmez yasalarına göre, her bireyin ve toplumun bir yaşam sınırı, bir helâk tarihi, yani bir eceli vardır. Bu süre gelinceye kadar da imtihan devam edecektir. Fakat o belirlenen süre bir de geldi mi, artık son pişmanlıkları fayda vermez ve helâk zamanını ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler!"
50 Sözlerine devamla de ki: "Söyleyin bakalım; gecenin bir vaktinde uykunuzun tam ortasında veya gündüz vakti gezip eğlenirken, Allah'ın azabı size ansızın gelip çatsaydı, hâliniz nice olurdu! Allah'a meydan okurcasına azabın gelmesini isteyen suçlular, bunlardan hangisini arzu ediyorlar?

İşte bu azap kesinlikle gerçekleşecek ve o gün Allah, tövbe edip yalvaran zalimlere soracak:
51 "Başınıza bunlar gelip çattıktan sonra mı O'na iman ediyorsunuz? Şimdi mi aklınız başınıza geldi?Fakatartık çok geç! Oysa bunu ne kadar da aceleyle istiyordunuz!
52 Sonra zalimlere, "Tadın bakalım sonsuz azabı!" denilecek, "Yaptığınız fenalıklardan başka bir şeyin cezasını mı çekiyorsunuz sanki?" İşte âhirette durum bundan ibaret. Fakat zalimlerin dünyadaki şu tavırlarına bir bakın:
53 Hâlâ sana, "Sahi bütün bunlar gerçekten meydana gelecek mi?" diye soruyorlar. De ki: "Rabb'ime yemin olsun ki, evet; bu kitapta bildirilenler, gerçeğin ta kendisidir! Ve siz, ey zalimler, ne yaparsanız yapın, bu korkunç akıbetten kurtulamayacak, ilâhî adaletin gerçekleşmesine asla engel olamayacaksınız!"
54 Dünyanın gelip geçici menfaatleri uğruna âhiretlerini berbat edenler, ne büyük bir aldanış içinde olduklarını o gün anlayacaklar. Öyle ki, yeryüzünün tüm serveti zalimlerin elinde olsaydı, cehennem azabından kurtulmak için hepsini seve seve feda ederlerdi. Fakat ne çare! Azabı gördükleri zaman, pişmanlık acısı bir kor gibi yüreklerini yakıp kavuracak! Fakatson pişmanlık fayda vermeyecek. Hiç kimseye en ufak bir haksızlık yapılmaksızın, aralarında adaletle hükmedilecek ve böylece zalimler, sonsuz azaba mahkûm edilecekler.
55 Ey insanlar! İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır! Şunu da iyi bilin ki, Allah'ın vaadi tartışmasız bir gerçektir. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.
56 Hayatı bahşeden de, ölümü yaratan da O'dur. Hepiniz eninde sonunda ölümü tadacak ve hesap vermek üzere O'nun huzuruna getirileceksiniz.
57 Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden bir öğüt, gönüllerdeki tüm hastalık ve dertlere kesin bir şifa ve müminler için bir yol gösterici ve rahmet kaynağı olan Kur'an gelmiş bulunuyor!
58 Şu hâlde, ey Müslüman! İnkârcılığın pençesinde kıvranan insanlığa seslenerek de ki: "Bu dünyanın geçici nimetleri, insanlığı huzura kavuşturmada yeterli olamaz. O hâlde, Allah'ın sonsuz lütuf ve rahmetiyle, evet, işte asıl bununla sevinsinler ve kurtuluşun reçetesini Kur'an'da arasınlar! Çünkü bu, dünyaya bel bağlayanların toplayıp yığdıkları her şeyden daha hayırlıdır."
59 Ve yine, iyi-kötü, haram-helâl, güzel-çirkin, doğru-eğri gibi değer yargılarını hoyratça tahrif edip yozlaştıran toplumlara seslenerek de ki: "Allah'ın size bahşettiği, fakat sizin —hiçbir makul gerekçeye dayanmadan— bir kısmını helâl, bir kısmını haram saydığınız nimetleri hiç düşündünüz mü?"

Onları düşünmeye davet ettikten sonra de ki: "Haramı helâl, helâli haram yapma konusunda size Allah mı izin verdi, yoksa Allah'ın adını kullanarak yalan mı söylüyorsunuz?"
60 Peki, Allah adına yalan uydurmaktan çekinmeyen bu zalimler, bütün iyiliklerin ve kötülüklerin karşılığının verileceği Diriliş Günü hakkında ne düşünüyorlar? Günün birinde hesaba çekileceklerini hiç akıllarına getirmiyorlar mı?

Yine de Allah, onları cezalandırmakta acele etmiyor, hâlâ nimetlerinden faydalanmalarına izin veriyor. Doğrusu Allah, insanlara karşı çok cömert ve lütufkârdır. Ama onların çoğu, kendilerine bunca nimetleri bağışlayan Rab'lerine itaat etmez, O'na şükretmezler.

Buna karşılık ey Muhammed! Biz senin, hakikati tebliğ etme konusunda ne kadar çaba harcadığını, ne büyük sıkıntılara göğüs gerdiğini biliyoruz:
61 Hangi işle meşgul olursan ol, Kur'an'dan hangi bölümü okursan oku…

Ve siz ey insanlar, ne iş yapıyor olursanız olun…

Yani nerede, ne zaman ve hangi şartlarda olursanız olun…

Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki, siz bu işlere dalıp giderken Biz mutlaka sizin söz, niyet ve eylemlerinize birebir şahitlik ediyoruz.

Kısacası, yerin derinliklerinde olsun, uçsuz bucaksız göklerde olsun, zerre ağırlığınca küçük ve önemsiz bile olsa, hiçbir şey Rabb'inin bilgisinden kaçmaz; hatta ne bundan küçük ve ne de büyük hiçbir şey yoktur ki, varlıkla ilgili yasaların, yazgıların belirlendiği apaçık bir Kitapta kaydedilmiş olmasın. O hâlde ey inkârcılar, yaptığınız zulmün yanınıza kâr kalacağını zannetmeyin ve siz ey Müslümanlar, umudunuzu yitirmeden, yılgınlığa kapılmadan yolunuza devam edin!
62 Çünkü iyi bilin ki, Hesap Gününde Allah'ın dostlarına korku yoktur ve onlar, o Gün asla üzülmeyecekler! Peki, kimdir Allah'ın dostları?
63 Onlar, Allah'ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, yani dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselerdir. İşte bunun içindir ki:
64 Hem dünya hayatında müjde var onlara, hem de âhirette! Çünkü ilâhî yasada böyle yazılmıştır ve Allah'ın sözlerinde asla değişiklik olmaz! İşte budur en büyük kurtuluş, en büyük mutluluk!
65 Şu hâlde, ey Müslüman! Anlamsız bir gurura kapılarak sana üstünlük taslayan zalimlere aldırma! Onların inkâr ve alay dolu sözleri seni üzüp ümitsizliğe sevk etmesin! Unutma ki,her türlü kudret ve üstünlük, tamamıyla ve yalnızca Allah'a aittir ve O her şeyi işiten, her şeyi bilendir. Dolayısıyla, kim ki Allah'a yakınsa, üstünlük ve şeref de onun hakkıdır:
66 İyi bilin ki, göklerde ve yerde her kim varsa, insanlar, melekler, cinler... hepsi Allah'ın kulu olan âciz yaratıklardır. İşte bu yüzden, Allah'tan başkasına yalvarıp yakaran o inkârcılar, her ne kadar onlara ibadet ediyor gibi görünüyorlarsa da, aslında bu ortak koştukları sahte ilâhların izinden gitmiyorlar! Gerçekte onlar, sadece kendi arzularının, tutkularının ve zanlarının peşinden gidiyorlar ve aksini iddia ederken de, sadece yalan söylüyorlar! Peki bu cahiller, gözlerinin önünde sürekli tekrarlanan şu mucizeleri de mi görmüyorlar?
67 Karanlığın o sessiz, sakin ve huzur verici atmosferi içinde dinlenesiniz diye geceyi yaratan, işlerinizi rahatça görebilmeniz için de apaydınlık gündüzü var eden O'dur. Kuşkusuz bunda, hakikati açık yüreklilikle dinleyen insanlar için nice dersler, nice ibretler vardır.
68 Bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, aciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Nitekim müşrikler, melekleri Allah'ın kızları saydılar. Hristiyanlar ise İsa'yı Allah'ın oğlu kabul ederek, "Allah kendisine bir oğul edindi!" dediler. Hâşâ! Çocuk edinmek, bir acizliktir, O ise her türlü acziyet ve noksanlıktan uzaktır, yücedir! Zira O'nun hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; göklerde ve yerde ne varsa, hepsi zaten O'nundur. Oysa sizin elinizde, bu konudaki iddialarınızı destekleyecek akli ve nakli hiçbir delil yoktur. Şu hâlde, nasıl olur da Allah hakkında gerçekliğini hiç bilmediğiniz iddialar ileri sürersiniz?
69 Ey Müslüman! Bu cahillere de ki: "Allah adına yalan uyduranlar, asla kurtuluşa eremeyecekler!"

O çok güvendikleri malları, servetleri de onları kurtaramayacak:
70 Evet, belki bu dünyada birazcık menfaat sağlayacaklar fakat eninde sonunda hesap vermek üzere huzurumuza gelecekler. İşte o zaman Biz, nankörlüklerinin cezası olarak onlara o korkunç azabı tattıracağız!
71 Onlara, Nuh'un hayatından ibret verici haberlerini anlat: Hani o, inkâr bataklığında kıvranan halkına seslenerek, "Ey halkım!" demişti, "Sizin aranızda bulunmam ve Allah'ın ayetleriyle sizi sürekli uyarmam şayet canınızı sıkmaya başladıysa şunu iyi bilin ki, ben tüm kalbimle Allah'a güveniyorum, haydi öyleyse, bu davayı susturmak için, emir ve otoritesine kayıtsız şartsız boyun eğerek Allah'a ortak koştuğunuz bütün putlarınızı, liderlerinizi ve sahte ilâhlarınızı toplayıp hakkımda kararınızı verin; son sözünüzü söyledikten sonra da, kararınız içinize dert olmasın ve elinizden geliyorsa, göz açmama bile fırsat vermeden üzerimde hükmünüzü uygulayın! Fakatne yaparsanız yapın, hak yoldan bir adım geri atmayacağım!"
72 "Eğer size ilettiğim mesajı dinlemekten yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, ben bu tebliğime karşılık, sizden bir menfaat, bir mükâfat beklemiyorum. Benim mükâfatımı verecek olan, yalnızca Allah'tır. Ben, ilâhî emirlere gönülden boyun eğen samimî bir Müslüman olmakla emrolundum."
73 Fakat bu uyarıları dikkate almadılar, aksine iyice azgınlaşarak onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine, Biz de onu ve gemide onun yanında yer alan bütün Müslümanları tufanda helak olmaktan kurtardık ve onları o ülkede egemen kıldık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ise, korkunç sel sularına batırarak boğduk. Bak işte, uyarılan fakat uyarılara aldırış etmeyen isyankârların sonu nice olmuş, gör!
74 Sonra Nuh'un ardından, birçok Peygamberi kavmine hakikati ulaştıran birer uyarıcı olarak gönderdik ve her Peygamber, kendi halkına Peygamberliğini ispat edecek apaçık mucizeler gösterdi. Fakat onlar, ta işin başında hakkı inkâr etmiş oldukları için, kuru bir inat yüzünden bir türlü imana gelmediler. Çünkü yaptıkları kötülükler yüzünden kalpleri kararmış, âdeta pas tutmuştu. İşte biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.
75 Derken onların ardından, Musa ile Harun'u mucizelerimizle destekleyip Firavun'a ve onun toplum yönetiminde söz sahibi kurmaylarına gönderdik. Fakat onlar, hak ve hakikat karşısında anlamsız bir gurura kapılarak emrimize başkaldırdılar. Zaten bu insanlar, öteden beri suç işlemeyi alışkanlık hâline getirmiş kimselerdi. Bu yüzdendir ki:
76 Bizim katımızdan onlara mutlak hakikati gösteren mucizeler gelince, "Hiç kuşku yok ki, hepimizi acze düşüren bu mucizevî olaylar, olsa olsa bir büyüdür!" dediler.
77 Musa, "Size gelen gerçek hakkında bunu mu söyleyecektiniz? Bu apaçık mucizeler hiç büyü olabilir mi? Oysa büyücülerle Peygamberler arasında ne kadar muazzam fark var! Zira büyücüler, yüce bir ideal uğruna her şeylerini feda edebilecek kişiler değillerdir. Siz hiç bir büyücünün, zalim bir diktatörün karşısına çıkıp davasını korkusuzca haykırdığını, onu Allah'ın dinine davet ettiğini gördünüz mü? Tam tersine, büyücü para kazanmak için müşterilerinin önünde numarasını gösterir ve mükâfatını almak için avucunu açar. Onun hak, hukuk, adalet diye bir kaygısı yoktur, olsa zaten büyücülük yapmaz. Kaldı ki, bunlar kazara Peygamberlik iddiasında bulunsalar bile, çok geçmeden foyaları meydana çıkar. Kısacası, sihirbazlar asla iflah olmazlar!" dedi.
78 Firavun ve kurmayları Musa'ya dediler ki: "Şimdi anlaşıldı! Demek sen ve kardeşin Harun, atalarımızdan bize miras kalan töre, gelenek, inanç ve ideolojilerin şekillendirdiği din ve hayat anlayışından bizi vazgeçirmek ve böylelikle, vicdanlarda kalması gereken kutsal din duygularını siyasete alet ederek bu ülkede egemenliği ele geçirmek ve bizi sıradan insanlar gibi yaşamaya mahkûm etmek için buralara geldiniz, öyle mi? Yoo, elimizdeki güç ve iktidarı kimseye kaptırmaya niyetimiz yok! Dolayısıyla, size asla inanmayacağız!"
79 Firavun, Musa'yı halkın huzurunda sihirbazlarla yarıştırmak ve onun da diğerleri gibi bir sihirbaz olduğu yolundaki iddiasına malzeme bulabilmek amacıyla, bir plân hazırladı ve adamlarına emretti: "Bu civarda ne kadar usta ve becerikli sihirbaz varsa, hepsini bulup huzuruma getirin!"
80 Sihirbazlar şehrin büyük meydanında, bayram yerinde Musa ile karşı karşıya gelince, Musa onlara meydan okurcasına, "Haydi, gösterin marifetinizi! İnsanların gözünü boyamak için atın atacağınızı!" dedi.
81 Sihirbazlar, iplerini ve değneklerini meydandakisıcak kumların üzerine atınca, ortalıkta dolaşan yılanlara, çıyanlara dönüşen bir gösteri sergilediler. Bunun üzerine, Musa dedi ki: "Bu yaptığınız, ustaca düzenlenmiş bir sihirbazlıktan başka bir şey değil! Allah, hakikati örtbas etmek için oynadığınız bu çirkin oyunu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuları asla başarıya ulaştırmaz!"
82 "Ve suçluların hoşuna gitmese de, elçilerine vahyettiği sözleri ve müminlere yardım ve inayeti sayesinde gerçeği açıkça ortaya koyacak ve hakkı egemen kılacaktır!" Bu sözlerin hemen ardından Musa, o yılanların arasına asasını attı. Dev bir yılana dönüşen asa, sihirbazların yılan gibi gösterdiği iplerini, değneklerini birer birer yutup yok etti. Bu mucize karşısında sihirbazlar derhal iman edip secdeye kapandılar. Diğerlerine gelince:
83 Firavun ve kurmaylarının kendilerine eziyet edeceğinden korktukları için, kavminden ancak bir grup genç Musa'ya açıkça iman etti. Diğer pek çoğu ise, inancını gizlemek zorunda kaldı. Çünkü Firavun, yeryüzünde küstahça böbürlenen ve hak hukuk tanımayan acımasız bir diktatör idi.
84 Buna karşılık Musa, müminleri eğitmek üzere onlara dedi ki: "Ey halkım! Eğer Allah'a inanıyorsanız, artık O'na güvenin ve zorba yöneticilerin tehditlerinden korkmayın, eğer gerçekten Allah'a yürekten boyun eğmiş kimselerseniz!"
85 Onlar Musa'ya cevaben, "Evet, bizler yalnızca Allah'a güveniyor ve O'nun yardımına sığınıyoruz! Ey Rabb'imiz, bizi bu zalim toplum için bir imtihan aracı kılma! Bizi kâfirler karşısında yenik düşürerek onların iyice azgınlaşmasına sebep kılma.Altından kalkamayacağımız çetin belâlarla bizi yüz yüze getirme, ya Rab!"
86 "Engin lütuf ve rahmetin sayesinde bizi bu kâfirlerin elinden kurtar!"
87 Bunun üzerine, Musa'ya ve kardeşine şöyle vahyettik: "Halkınız arasında kulluk bilincini yeniden canlandırmak, inananları eğitmek ve onları küfür sisteminin kokuşmuş, yozlaşmış hayat tarzından koruyup seçkin, temiz ve inançlı bir toplum oluşturmak için, Mısır'daki her mahallede, her semtte mescit olarak kullanabileceğiniz evler hazırlayın ve bu evlerinizi topluca namaz kılınacak ortak mekânlar ve toplantılarınızın yapılacağı birbirleriyle irtibatlı merkezî yerler hâline getirin; namazlarınızı da bu evlerde, cemaatle ve dosdoğru kılın. İşte bunları yerine getirebilirseniz, zafer mutlaka inananların olacaktır. O halde, inananları müjdele!" Böylece, uzun ve zorlu bir mücadelenin ardından:
88 Musa, kardeşi Harun ile birlikte Allah'a yalvararak dedi ki: "Ey Rabb'imiz! Gerçekten sen, Firavun ve kurmaylarına bu dünya hayatında görkemli bir saltanat, göz kamaştırıcı güzellikler ve muazzam bir servet bağışladın. Ey Rabb'imiz, oysa sen bu nimetleri,inananları senin yolundan saptırsınlar diye mi onlara vermiştin? Bu ne büyük nankörlüktür ki, kendilerine bahşettiğin imkân ve nimetlerle şımarıp senin dinine savaş açıyorlar! O hâlde ey Rabb'imiz, onların bütün kudret ve servetlerini yok et ve kalplerine öyle bir kilit vur ki, ölüm anında o can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmesinler!"
89 Bunun üzerine, Allah Musa ile Harun'a seslenerek, "Duanız kabul edilmiştir. O hâlde, dosdoğru yolda yürümeye devam edin ve sakın cahillerin ardından gitmeyin!" dedi.
90 Ve bir gece Musa, emrimiz uyarınca halkını Mısır'dan çıkarıp Filistin'e doğru yol almaya başladı. Durumu haber alan Firavun, derhal peşlerine düşerek Kızıldeniz kıyılarında onlara yetişti. Müminler denizle düşman arasında sıkışıp kalmışlardı. Bunun üzerine, Kızıldeniz'i ortadan ikiye yardık ve İsrail Oğulları'nı denizden karşıya geçirdik. Fakat öfkeden çılgına dönen Firavun ve askerleri, kin ve nefretle peşlerinden gittiler. İsrail Oğulları karşıya geçer geçmez, deniz tekrar kapanmaya başladı. Dev dalgalar altında kalan Firavun artık boğulacağını anlayınca, "Şimdi iman ediyorum, İsrail Oğulları'nın inandığı bir tek İlâhtan başka ilâh olmadığına! Ben de artık yalnızca Allah'a boyun eğenlerdenim!" dedi.
91 Fakat Allah ona, "Şimdi mi aklın başına geldi?" dedi, "Gözlerden perdenin kaldırıldığı, imandan başka bir seçeneğin kalmadığı bir zamanda iman etmenin ne faydası var? Oysa şu ana kadar emirlerime başkaldırmış ve hayatın boyunca bozgunculuk peşinde koşmuştun! Bu yüzden, son nefeste ettiğin bu sözde iman, seni hak ettiğin cezadan kurtaramayacaktır!"
92 "Ey Firavun! Bugün seni öldüreceğiz fakat senden sonra gelecek nesillere tarihî bir ibret belgesi olman için, cesedini denizde çürüyüp yok olmaktan kurtarıpkıyıya atacağız. Böylece insanlar, zalimleri nasıl bir akıbetin beklediğini gözleriyle görecekler!" Ne var ki, ibret alanların sayısı çok azdır. Çünkü insanların çoğu, ayetlerimize karşı umursamaz bir tavır içindeler.
93 Gerçekten biz, İsrail Oğulları'nı çok güzel ve güvenli bir yurda yerleştirdik ve onlara tertemiz nimetler bağışladık. Fakat onlar, kendilerine Allah'ın vahyi olan ilim geldikten sonra, sırf azgınlıklarından dolayı hakkı inkâr edip ayrılığa düştüler. Allah onlara, ellerindeki Tevrat'ı onaylayan yeni bir kitap ve yeni bir Peygamber gönderince, kimisi ona inandı, kimisi inkâr etti. Elbette Rabb'in, ayrılığa düştükleri konularda, mahşer gününde aralarında hükmünü verecektir.
94 Ey Peygamber! Eğer sana indirdiğimiz bu kitap ve anlattığımızpeygamber kıssaları hakkında en ufak bir şüphen varsa, senden önce kutsal Kitabı okuyanlara, yani Tevrat ve İncil'i okuyan insaf ve adalet sahibi Yahudi ve Hristiyan âlimlerine sor! Sana bildirdiğimiz peygamber kıssaları, onlar tarafından da bilinen ve kabul edilen olaylardır. Onlar kendi kitaplarında yer alan bu kıssalardan ibret almayıp hâlâ şirk ve inkârda devam ediyor olsalar bile, sorulduğu zaman bunları inkâr edemeyecek, "Evet böyledir." deyip tasdik etmeye mecbur kalacaklardır. Çünkü Allah'ın bütün elçileri hep bu evrensel gerçeği tebliğ etmişlerdir ve buna insanlık tarihi şahittir.

Gerçek şu ki, Rabb'inden sana insanlığı doğru yola ileten hakikat bilgisi gelmiştir. O hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!
95 Ve sakın Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan yana olma, yoksa dünyada da âhirette de kaybedenlerden olursun!
96 Çünkü hakikati bildiği hâlde kötülüğü tercih eden, böylece haklarında Rabb'inin azap hükmü gerçekleşen zalimler, bireysel ve toplumsal yasalar gereğince, kesinlikle iman etmeyecekler;
97 Hakikati tüm berraklığıyla gösteren her türlü mucize onlara gelse bile, yine de inkârda diretecekler, ta ki, son nefeslerini verirken o can yakıcı azabı kendi gözleriyle görünceye kadar! Fakat böyle bir imanın faydası olmayacaktır.
98 Zaten insanlık tarihinde, son nefeslerine kadar inkârda direten, ancak azabı gördükten sonra iman eden ve bu imanı kendisine yarar sağlayan bir toplum var mı ki? Bir tek Yunus'un kavmi hariç! Çünkü Yunus (as), halkını yeteri kadar uyarmadan ümitsizliğe kapılmış ve görev yerini terk etmişti. Oysa Biz, hakikati tüm açıklığıyla ortaya koyan bir elçi göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz (17. İsra: 15). Bu yüzden, onlar bir bulut gibi tepelerine çöken azabı görüp de iman edince, tövbelerini kabul ederek dünya hayatındaki o alçaltıcı azabı üzerlerinden kaldırdık ve ecellerinin geleceği belli bir süreye kadar refah, mutluluk ve huzur içerisinde yaşamalarına izin verdik. Şu hâlde, ey Müslüman! Sakın sen de Yunus gibi aceleci davranıp da, bütün insanların öyle çabucak inanmalarını bekleme! İnanmıyorlar diye ümitsizliğe kapılma, onları inandırmak için olağanüstü olaylar, kerametler peşinde koşma! Zira inkâra şartlanmış olanlar, sen onlara en büyük mucizeleri göstermiş olsan bile inkârdan vazgeçmeyeceklerdir. Unutma ki:
99 Şayet Rabb'in insanları zorla imana getirmek isteseydi, yeryüzünde ne kadar insan varsa hepsi çoktan iman etmiş olurdu. FakatO, insanların kendi özgür iradeleriyle imanı seçmelerini istedi. O hâlde, göz göre göre küfrü tercih eden bu insanları sen mi zorla imana getireceksin? Senin görevin, hakikati onlara güzelce duyurmaktan ibarettir. Dolayısıyla, iman etmiyorlar diye kendini kahretme!Şunu iyi bil ki:
100 Sen ne kadar çırpınsan da, Allah'ın izni ve iradesi olmadıkça, hiç kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Ve Allah, dürüst ve samimi bir kalple hakikate yönelmedikleri sürece, kibir ve inatla hakkı reddeden o inkârcıları imana iletmeyecektir. Çünkü O, akıllarını kullanmayan böyle önyargılı ve kötü niyetli insanların kalpleri üzerine, hakikati görme kabiliyetini dumura uğratan, vicdan ve sağduyularını körelten manevî pislikler yağdırır! Bu ilâhî kanun gereğince, kendi iradeleriyle hakikate yönelmeyen insanların iman etmeleri mümkün değildir.
101 O hâlde, ey Peygamber! Senden mucize isteyenlere de ki: "Göklerde ve yerde ne muhteşem mucizeler var, bakın da ibret alın!" Fakat inanmaya gönlü olmayan bir topluma, bunca deliller ve uyarılar bile fayda vermez.
102 Yoksa onlar, kendilerinden önceki zalimlerin yaşadığı azap günleri gibi bir günün gelmesini mi bekliyorlar? Bu gafillere de ki: "Bekleyin öyleyse, işte ben de sizinle birlikte beklemekteyim!"
103 Bu bekleyiş esnasında, müminlerle kâfirler arasında büyük bir mücadele yaşanır. Biz de zalimlere biraz mühlet veririz ve nihayet o azap günü geldiğinde zalimleri helâk eder, elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Uhdemizde bir hak olarak, ilahi adaleti gerçekleştirir ve hak uğrunda sabırla mücadele eden müminleri böyle kurtarırız.
104 O hâlde, kesin tavrını ortaya koymak üzere, onlara de ki: "Ey insanlar! Eğer benim dinim hakkında bir şüpheniz varsa, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah'tan başka taptığınız varlıklara asla tapmam fakat hepinizi öldürecek olan Allah'a kulluk ve ibadet ederim. Çünkü ben, inançlarından asla taviz vermeyen dosdoğru müminlerden olmakla emrolundum."
105 "Ve Rabb'im, şu ilâhî emirleri tüm insanlığa duyurmamı bana emretti:Her türlü batıl inanç ve ideolojilerden arınmış bir şekilde, yüzünü tüm ruhunla, tüm benliğinle gerçek inanç sistemine çevir! Ve sakın Allah'tan başka varlıkları yüceltip ilâhlaştıran o müşriklerden olma!"
106 "Allah'ı bırakıp da, sana herhangi bir fayda veya zarar veremeyen varlıklara el açıp yalvarma! Eğer böyle bir şey yapacak olursan, o takdirde sen de zalimlerden olursun!" Allah'tan başkasına nasıl el açıp yalvarırsın ki;
107 Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka hiç kimse onu gideremez. Eğer sana bir güzellik bahşetmek istese, hiç kimse O'nun lütuf ve cömertliğini engelleyemez. O, lütuf ve bereketini kullarından dilediğine verir. O hâlde, O'nun ihsan ve inayetine lâyık kullar olmaya çalışın. Şunu da iyi bilin: Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
108 De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden, hakikatin ta kendisi olan Kur'an gelmiş bulunuyor. Artık her kim doğru yolu seçerse, ancak kendi iyiliği için doğru yolu seçmiş olur. Kim de Kur'an'ın çizdiği yoldan saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapmış olur. Zira Allah, hepinize hakikati görme yeteneği bahşetmiştir. Tercih ve eylemlerinizden yalnızca kendiniz sorumlusunuz. Benim görevimse, yalnızca hakikati güzelce duyurmaktan ibarettir. Çünkü ben sizin davranışlarınızdan sorumlu değilim. Şu hâlde:
109 Ey hakikat yolunun yolcusu! Sen başkalarına değil, ancak ve ancak sana gönderilen bu hikmetli ayetlere uy! Hedefe ulaşma konusunda sakın aceleci davranma. Allah hakkınızda hükmünü verinceye kadar, bu yolda uğrayabileceğin zorluklara, sıkıntılara sabret! Unutma ki, O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ 1
اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَباً اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ 2
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ 3
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ 4
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 5
اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ 6
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ 7
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ 8
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ 9
دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ 10
وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْۜ فَنَذَرُ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ 11
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِداً اَوْ قَٓائِماًۚ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 12
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ 13
ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ 14
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 15
قُلْ لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَدْرٰيكُمْ بِه۪ۘ فَقَدْ لَبِثْتُ ف۪يكُمْ عُمُراً مِنْ قَبْلِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 16
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ 17
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ 18
وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 19
وَيَقُولُونَ لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ فَقُلْ اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ فَانْتَظِرُواۚ اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ۟ 20
وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ 21
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ 22
فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 23
اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 24
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 25
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 26
وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 27
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ 28
فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ 29
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ 30
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ 31
فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ 32
كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ 33
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ 34
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ 35
وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَناًّۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ 36
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠ 37
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 38
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ 39
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ 40
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ 41
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ 42
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ 43
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـٔاً وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 44
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ 45
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ 46
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ 47
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 48
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَراًّ وَلَا نَفْعاً اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ 49
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتاً اَوْ نَهَاراً مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ 50
اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ 51
ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ 52
وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟ 53
وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ 54
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ 55
هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 56
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 57
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ 58
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلَالاًۜ قُلْ آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ 59
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟ 60
وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 61
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ 62
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ 63
لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۜ 64
وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 65
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ 66
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَـكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ 67
قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ هُوَ الْغَنِيُّۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اِنْ عِنْدَ‌كُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهٰذَاۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 68
قُلْ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ 69
مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذ۪يقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّد۪يدَ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ 70
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۢ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي وَتَذْك۪ير۪ي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ 71
فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ 72
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ 73
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِه۪ رُسُلاً اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ الْمُعْتَد۪ينَ 74
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ 75
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ 76
قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ 77
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ 78
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ 79
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ 80
فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ 81
وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟ 82
فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ 83
وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ 84
فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ 85
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ 86
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتاً وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ 87
وَقَالَ مُوسٰى رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالاً فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّـنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ رَبَّـنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ 88
قَالَ قَدْ اُج۪يبَتْ دَعْوَتُكُمَا فَاسْتَق۪يمَا وَلَا تَتَّبِعَٓانِّ سَب۪يلَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ 89
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْياً وَعَدْواًۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّـذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓائ۪لَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ 90
آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ 91
فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟ 92
وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مُبَوَّاَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۚ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 93
فَاِنْ كُنْتَ ف۪ي شَكٍّ مِمَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ فَسْـَٔلِ الَّذ۪ينَ يَقْرَؤُ۫نَ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَقَدْ جَٓاءَكَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَۙ 94
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 95
اِنَّ الَّذ۪ينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَۙ 96
وَلَوْ جَٓاءَتْهُمْ كُلُّ اٰيَةٍ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ 97
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ 98
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاًۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ 99
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ 100
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ 101
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ 102
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقاًّ عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ 103
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ 104
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 105
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ 106
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ 107
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ 108
وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ 109
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ
Elif, Lâm, Râ. Bunlar, Elif Lâm Râ gibi basit harflerden oluşan, fakat hem lafzı hem de manasıyla eşsiz bir mucize olan bu mesajlar, insanı dünya ve âhirette kurtuluşa iletecek hikmetli Kitabın ayetleridir.
1
اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَباً اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ
İçlerinden bir adama, "İnsanlığı ilâhî azap ile uyar ve iman edenlere, Rab'lerinin katında doğruluk ve erdemliliklerinin ödülü olarak cennetin en yüce makamına sahip olacaklarını müjdele!" diye mesaj göndermemiz, insanların tuhafına mı gitti?

Çünkü inkârcılar, Kur'an'ın kitlelerce benimsenmesini engellemek için, "Okuduğu o büyüleyici sözlerle vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu adam, besbelli ki bir büyücüdür. Yoksa okuma yazması dahi olmayan bir insanın dudaklarından böylesine harikulade sözlerin dökülmesi başka türlü izah edilemez." diyorlar. Böylece, Kuran'ın insanüstü bir kaynaktan geldiğini itiraf ediyor, ama onun Allah'tan geldiğini inkâr ediyorlar. Çünkü kibir ve inatçılıkları onları imandan alıkoyuyor. Ayrıca, Allah'ın insan hayatına müdahale edeceğine inanmak ve bu imana göre hayatı yeni baştan kurmak hiç mi hiç işlerine gelmiyor. Oysa Yaratan yarattığına müdahale etmez mi?
2
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Sizin Rabb'iniz, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, fakat sonra mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan, aksine, bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere Egemenlik Tahtı'na oturan Allah'tır. O'nun otorite ve hükmüne karışabilecek bir ortağı, eşi veya benzeri olmak şöyle dursun, O'nun izni olmadıkça —Allah katındaki derecesi ne kadar üstün olursa olsun— hiç kimse suçluları hak ettikleri cezadan kurtarmak için aracılık, yani şefaat edemeyecektir.

İşte sizin boyun eğmeniz gereken gerçek Efendiniz, sahibiniz ve Rabb'iniz olan Allah budur. Öyleyse, yalnızca O'na kulluk ve itaat edin. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
3
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
Hepiniz eninde sonunda ölecek ve Rabb'inizin huzurunda hesaba çekilmek üzere O'na döneceksiniz. Bu, Allah'ın gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan sözüdür. Çünkü O, tüm varlıkları önce yoktan yaratır, sonra bunu yani yaratmayı tekrar yapar ve huzurunageri getirir ki, böylece iman edip güzel ve yararlı işler yapanları adaletle ödüllendirsin. Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere gelince, nankörlüklerinin cezası olarak, onlara cehennemde kızgın bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.

İşte bu feci akıbete uğramamak için Rabb'inizi iyi tanımalısınız:
4
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Güneş'i bir ısı ve ışık kaynağı, Ay'ı da aldığı ışığı yansıtan bir aydınlık kılan, takvim ölçümlerini, yılların sayısını ve vakitlerin hesabı öğrenesiniz diye Ay'a her ayın başından sonuna kadar her gün için belirli evreler tayin eden O'dur. Allah bütün bunları anlamsız ve amaçsız birer tesadüf eseri olarak değil, ancak ve ancak yüce bir hikmet uyarınca ve belirli bir gaye için yaratmıştır.

Allah, akıllarını kullanacak ve hakikati bilip anlayacak bir toplum için, ayetleri işte böyle açık ve net olarak ortaya koyuyor.
5
اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ
Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yaratmış olduğu bunca varlıklarda, aklını kullanan ve haksız önyargılardan sakınan bir toplum için O'nun sonsuz kudret ve merhametini gösteren nice mucizeler, ibret verici mesajlar ve işaretler vardır.

Kâinat kitabının sayfalarına nakşedilmiş bunca mucizelere ve apaçık delillere rağmen:
6
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ
Mahşer günü huzurumuza çıkacaklarını hesaba katmayan, şu gelip geçici dünya hayatını âhirete tercih ederek nihaî mutluluk ve huzuru onda arayan ve böylece, Kur'an'dan yüz çevirerek ayetlerimizden ilgiyi koparanlar var ya;
7
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Yapmakta oldukları kötülükler yüzünden, onların varacağı yer ateştir!
8
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
İman eden ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösteren kimselere gelince, imanları sayesinde Rab'leri onları, içerisinde ırmaklar çağıldayan nimetlerle dolu cennet bahçelerine iletecektir. Öyle muhteşem bir cennet ki:
9
دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
Onlar orada, "Sen ne yücesin Allah'ım!" diyerek Rab'lerine seslenecekler. Birbirlerini, "Selâm sizlere,selâm!" sözleriyle tebrik edip selâmlayacaklar ve dualarının sonu, daima "Hamd, âlemlerin Rabb'i Allah'a! Sonsuz şükürler olsun, bize bunca nimetleri bahşeden yüce Rabb'imize!" şeklinde olacak.
10
وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْۜ فَنَذَرُ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
İnsanların iyiliği sabırsızlıkla ve aceleyle istedikleri gibi, Allah da onları suç işler işlemez derhâl cezalandırmış olsaydı, çoktan işleri bitirilmiş olurdu. Fakat onları cezalandırmakta acele etmeyiz. Hesap vermek üzere huzurumuza çıkacaklarını ummayan o inkârcıları, bir süre daha azgınlıkları içinde bocalar bir hâlde bırakırız. Böylece, tövbe edip imana gelmeleri için onlara bir fırsat daha veririz. Fakat pek çokları, bu fırsatı doğru değerlendiremez:
11
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِداً اَوْ قَٓائِماًۚ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İnsanın başına bir belâ veya sıkıntı geldiğinde, gerek uzanırken gerek otururken gerek ayakta iken, kısaca her an ve her durumda bize yalvarıp durur. Fakat onu sıkıntısından kurtardığımız zaman, verdiği sözleri hemen unutur ve başına gelen bu belâdan dolayı sanki bize hiç yalvarmamış gibi kendisini yeniden hayatın akışına kaptırarak yoluna kaldığı yerden devam eder. İşte kendilerine bahşedilmiş olan akıl, güç, sağlık, servet gibi nimetleri kötü yolda kullanarak ömürlerini boş yere harcayan bu müsriflere, yaptıkları kötü işler böyle güzel ve çekici görünmektedir.
12
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
Gerçek şu ki, sizden önce gelip geçennice nesilleri, elçileri onlara apaçık deliller ve mucizeler getirdiği hâlde, haksızlık ve zulümden vazgeçmedikleri ve artık imana gelme ihtimalleri kalmadığı için helâk etmiştik. İşte biz, suçlu bir toplumu böyle cezalandırırız!
13
ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Sonra onların ardından, sizleri üstün yeteneklerle donatıp yeryüzünde hüküm süren halifeler kıldık ve çeşitli vesilelerle imtihana tâbi tuttuk ki, nasıl davranacağınızı görüp hakkınızda hükmü verelim.

Hal böyleyken:
14
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Ne zaman onlara apaçık birer belge olan ayetlerimiz tebliğ ve uyarı amacıyla okunsa, Hesap Gününde huzurumuza geleceklerini ummayan o inkârcılar, "Bize bundan farklı bir Kur'an getir ya da hiç değilse işimize gelmeyen ayetleri iptal edip keyfimize uygun hâle getirerek onda bazı değişiklikler yap!" diyorlar.

Onlara de ki: "Kur'an'ı kendi görüşlerim doğrultusunda değiştirmeye benim yetkim yoktur. Zira o benim değil, Allah'ın sözüdür. Ben ancak, bana gönderilen emir ve direktiflere uyarım. Çünkü Rabb'ime karşı gelecek olursam, isyankârları perişan edecek olan büyük bir günün azabından korkarım."
15
قُلْ لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَدْرٰيكُمْ بِه۪ۘ فَقَدْ لَبِثْتُ ف۪يكُمْ عُمُراً مِنْ قَبْلِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ey Muhammed! Kur'an'ı senin uydurduğunu iddia eden o cahillere öğüt vererek de ki: "Bu kitap doğrudan doğruya Allah'ın sözüdür ve O'nun emriyle size bildirilmektedir. Nitekim Allah size bu hakikati ulaştırmamı dilemeseydi, ben bunu size okuyamazdım. Çünkü Kur'an gibi bir şaheseri meydana getirebilecek ne bilgim, ne de yeteneğim var ve siz de bunu gayet iyi bilirsiniz. Kaldı ki, Allahdileseydi onu size hiçbir şekilde bildirmezdi de. Madem size lütfedip böyle muhteşem bir kitap gönderdi, onun kıymetini bilmeniz gerekmez mi? Şimdi düşünün: Ben Peygamber olmadan önceki bütün hayatımı sizin aranızda geçirdim, şu ana kadar bir kez olsun yalan söylediğime şahit oldunuz mu? Veya bugüne kadar benden, Kur'an'a benzer sözler işittiniz mi? Çocukluğumdan beri beni ‘emin' (dürüst ve güvenilir kişi) lakabıyla çağıran sizler, şimdi nasıl olur da Allah adına yalan uydurduğumu iddia edebilirsiniz? Üstelik ne şiir, ne din, ne de felsefe alanında hiçbir bilgi ve tecrübesi olmayan benim gibi ümmî birinin, bütün şairleri, filozofları, sosyal bilimcileri dize getiren Kur'an gibi bir şaheser meydana getirmesi nasıl mümkün olabilir, hiç düşünmüyor musunuz?"
16
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ
Şu hâlde, ne cüretle Allah'ın ayetlerini değiştirmemi bana teklif ediyorsunuz? Allah'ın kitabında değişiklikler yaparak Allah adına yalan uyduran ya da sizin yaptığınız gibi O'nun ayetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Gerçek şu ki, suç işlemekte ısrar edenler asla kurtuluşa eremezler. Nitekim Kur'an'ı reddedenler, bakın nelerin peşine düşüyorlar?
17
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Allah'ı bırakıyorlar da, kendilerine hiç bir zarar veya fayda veremeyecek olan putlara ve sahte ilâhlara kulluk ediyor ve "Bunlar, Allah katında bizim için aracılık ederek kurtuluşumuzu sağlayacak olan efendilerimiz ve şefaatçilerimizdir!" diyorlar. De ki: "Siz göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Böyle şefaatçiler var da, Allah'ın bundan haberi mi yok? Hayır, Allah hiç kimseye böyle bir şefaat yetkisi vermemiştir. Zira Allah, onların müşrikçe yaklaşımlarından tamamen uzaktır, yücedir. Zaten insanoğlu, bu hakikate uygun bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Fakat bazı cahiller, zamanla hak dini tahrif edip uydurdukları hurafeleri din haline getirdiler:
18
وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
İnsanlar, başlangıçta İslâm inancında birleşen tek bir toplumdan ibaretti. Fakat zamanla hak dinden uzaklaşarak farklı görüşlere ayrıldılar. Eğer bu dünyanın imtihan yeri olduğuna ve her şeyin tam karşılığının âhirette verileceğine dair Rabb'in tarafından ezelden verilmiş bir hüküm olmasaydı, ayrılığa düştükleri bu gibi konularda aralarında çoktan hüküm verilmiş ve kötülerin cezası derhal verilerek her türlü anlaşmazlık bitirilmiş olurdu. Fakat ilâhî hikmet, bu dünyanın bir mücadele ve imtihan yurdu olmasını uygun gördü:
19
وَيَقُولُونَ لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ فَقُلْ اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ فَانْتَظِرُواۚ اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ۟
Kur'an, apaçık ve gerçek bir mucize olarak ortada dururken, yine de kalkmışlar, "Ona Rabb'inden bizim istediğimiz türden bir mucize indirilmeli değil miydi?" diyorlar. Evrendeki sayısız mucizeleri görmezlikten gelerek, sırf itiraz edebilmek için bu gibi isteklerde bulunan önyargılı inkârcılara de ki: "Allah böyle bir mucize gönderir mi göndermez mi, onu bilemem. Size kendi gücümle mucize de gösteremem. Çünkü yaratılmışların bilgi ve idrak sahasının ötesinde bir âlem olan gayb, yalnızca Allah'a aittir ve her şeyi bilen sadece O'dur. Öyleyse bekleyin bakalım, Allah başınıza neler getirecek, ben de sizinle beraber beklemekteyim.
20
وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ
Biz bu tür nankör insanlara, başlarına gelen deprem, kıtlık, kaza, hastalık, fakirlik gibi bir sıkıntının ardından katımızdan azıcık bir rahmet ve esenlik tattıracak olsak, hemen o acı günleri unutur, ayetlerimize karşı hile ve entrikalar düzmeye başlarlar. Bu gibi felâketlerin ilâhî ceza ile hiçbir bağlantısı olmayan tesadüfî olaylardan ibaret olduğunu iddia ederler. Elde ettikleri nimetleri kendilerinden bilir, "Biz bunları kendi çabamız ve dirayetimiz sayesinde elde ettik. Allah ne diye bizim işimize karışsın ki?" derler. Böylece Allah'ı ve ayetlerini inkâr eder, müminlere karşı haince plânlar, komplolar düzenlerler. Onlara de ki: "Plan kurma konusunda Allah sizden çok daha hızlıdır. Siz Kur'an'a ve Müslümanlara karşı böyle hilekârlık peşinde koşup dururken Allah başınıza öyle bir felaket gönderir ki, maksadınıza ermeye vakit bulamadan helak olur gidersiniz. Kaldı ki, iş bununla da bitmeyecek, asıl belâyı âhirette göreceksiniz: Kuşkusuz elçilerimiz olan melekler, kurmakta olduğunuz bütün hile, entrika ve tuzakları bir bir yazmaktadırlar. Ve zamanı gelince, hepsinin hesabını vereceksiniz.
21
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Doğayı ve ondaki kanunları yaratan, size eşyayı kullanma güç ve yeteneğini bahşederek denizde, karada ve havada yolculuk yapmanızı sağlayan Allah'tır. Öyle ki, engin denizlere açılmak üzere gemilere bindiğinizde yaşadıklarınızı bir düşünün: Hani gemiler, ilâhî kudret sayesinde esen tatlı bir rüzgârla içindeki yolcularla birlikte denizi yara yara akıp giderken ve yolcular, bu güven verici ortamda kendilerini huzur ve esenlik içinde hissettikleri bir sırada, ansızın şiddetli bir fırtına gelip çatar ve gemiyi çatırdatan dev dalgalar, dört bir yandan üzerlerine hücum eder. İşte o zaman,korkunç bir belâyla çepeçevre kuşatıldıklarını ve Allah'ın yardımına sığınmaktan başka çare olmadığını anlarlar da, tüm batıl inançlarından bir anda sıyrılır ve tertemiz bir inançla Allah'a yönelerek O'na tüm içtenlikleriyle yalvarıp yakarırlar: "Ey yüce Rabb'imiz!" derler, "Eğer bizi bu felâketin pençesinden kurtaracak olursan, yemin olsun ki, bundan böyle sana kulluk edip şükreden kimselerden olacağız!"
22
فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Fakat Allah onları kurtarıp sağ salim karaya çıkarınca, hemen sözlerinden cayarak tekrar eski inkârcılıklarına dönerler. Hak, hukuk, adalet ve insaf ilkelerini hiçe sayarak yeryüzünde yeniden terör estirmeye, zayıf ve mazlum halklara saldırarak haksız yere azgınlık yapmaya devam ederler. Ey haddini aşan küstah insanlar! Bu azgınlığınız, sonuç itibariyle ancak kendi aleyhinizedir. Böyle zulüm ve haksızlık peşinde koşmakla bu dünya hayatının gelip geçici menfaatini arzu ediyorsunuz. Fakat unutmayın ki, ne kadar güçlü ve kudretli olursanız olun, gün gelecek sizler de ölümü tadacak ve eninde sonunda dönüşünüz bize olacaktır. İşte o zaman, hayatta iken yapıp ettiğiniz her şeyi size haber vereceğiz ve her zulmün hesabını bir bir soracağız.

İnkârcıların peşine takıldıkları şu dünya zevklerinin, sonsuz âhiret nimetlerine oranla ne kadar değersiz olduğunu şu örnek ne güzel anlatıyor:
23
اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Bu dünya hayatının göz alıcı ve gönül çelici, fakat bir o kadar da gelip geçici oluşunun misali, aynen şuna benzer:

Gökten bereket yüklü bir yağmur indiririz de, insanların ve hayvanların beslendikleri yeryüzü bitkileri onun sayesinde filizlenir, boy atar ve dal budak salıp birbirine girer. Nihayet yeryüzü rengârenk çiçeklerle, iştah kabartıcı tatlı meyvelerle süslenip bezenerek tüm görkem ve güzelliğiyle bir gelin gibi arzı endam ettiği ve sahiplerinin, orada yetki ve egemenlik sahibi olduklarını ve onu keyiflerine göre kullanabileceklerini sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz vakti oraya emrimiz —korkunç bir afet şeklinde— gelir ve o güzelim bağı bahçeyi, sanki daha dün orada değilmiş gibi kökünden biçip yok ederiz. İşte ey insan, dünyanın nimet ve zevkleri de gün gelecek böyle yok olup gidecektir. Bakın, düşünüp ibret alacak insanlar için, ayetlerimizi böyle açık ve net olarak ortaya koyuyoruz.
24
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Böylece Allah, kullarını barış ve esenlik yurdu olan cennet yurduna çağırmakta ve bu çağrıya uyarak ilâhî lütuf ve rahmete nail olmak isteyen herkesi dosdoğru bir yola iletmektedir. O hâlde, cennet yolcularına müjdeler olsun:
25
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Güzel ve yararlı davranış gösterenlere, hak ettiklerinden daha güzel bir mükâfat bağışlanacak ve hatta bunlardan daha da fazlası verilecektir. Onlara akla hayale gelmedik nimetler takdim edilecek ve nihayet, bütün bu nimetleri unutturacak o muhteşem nimeti tadacaklar: Rab'lerinin cemalini görecek ve O'nun ebedi hoşnutluğunu kazanacaklar.

O dehşet verici Hesap Gününde ne yüzlerine bir günah lekesi bulaşacak, ne de çehrelerini bir utanç ve aşağılanma bürüyecek. Muratlarına ermenin yanı sıra, can sıkacak, yüz kızartacak, küçük düşürecek her türlü leke ve kederden emin ve salim olacaklar. İşte onlar cennet halkıdırlar, sonsuza dek orada kalacaklar.
26
وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misliyledir. İyi davranışlar için vadedilen kat kat mükâfatın tersine, kötülük yapanlar yalnızca yaptıkları kötülük kadar ceza görecekler. Onları tepeden tırnağa bir aşağılık ve zillet kaplayacaktır. Kendilerini Allah'a karşı koruyabilecek hiç kimse yoktur. Bu bedbahtlar öylesine iç karartıcı bir durumda olacaklar ki, yüzlerini âdeta gecenin zifiri karanlıkları bürümüş gibi utanç ve zillet altında ezilecekler. İşte onlar da cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
27
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ
O gün insanların ve cinlerin hepsini bir araya toplayacağız. Sonra da dünyada kimi varlıkları yüceltip ilâhlaştırarak veya makam, şöhret, servet ve benzeri değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşmuş olanlara, "Geçin yerlerinize, siz ve hayattayken emir ve otoritesine boyun eğdiğiniz ortaklarınız!" diyeceğiz. Böylece, her birini lâyık olduğu yere koyarak onları birbirlerinden tamamen ayıracağız. İşte o zaman, onların Allah'a ortak koştuğu kimseler, kendilerini ilâhlık makamına yücelten müşriklere seslenerek, "Siz aslında bize ibadet etmiyordunuz! Sizin asıl tapındığınız şey, kendi arzu ve heveslerinizden başkası değildi!" diyecekler. Ve sözlerine devam edecekler:
28
فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ
"Artık bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Doğrusu biz, sizin bize tapındığınızın farkında bile değildik. Ve asla ilâhlık iddiasında da bulunmamıştık. O hâlde, yaptıklarınızın sorumluluğu yalnızca size aittir."
29
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
İşte o zaman, herkes geçmişte yaptıklarının hesabını verecek ve bütün insanlar ve cinler, gerçek sahipleri ve efendileri olan Allah'ın huzuruna getirilecekler. Gerek "Bunlar bize Allah katında şefaat edecek!" diye uydurdukları sahte ilâhları, gerekse din adına uydurdukları batıl inançları, onları yüzüstü bırakarak ortadan kaybolup gitmiş olacak. Böylece, acı gerçekle baş başa kalacaklar.
30
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
O hâlde ey Müslüman! Allah'ın egemenliğini reddederek adım adım bu korkunç akıbete yürüyen inkârcılara de ki: "Sizi gökten indirdiği ve yerden çıkardığı nimetlerle besleyen kimdir?

Yahut kimdir, bu nimetlerden yararlanmanızı sağlayan kulaklara ve gözlere hükmeden ve görme, işitme, hissetme gibi harika yetenekleri size bağışlayan?

Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Dün ortada yokken bugün bir bitki, bir hayvan, bir insan meydana geliyor. Bir yandan alınan gıdalar vücudunuzda hayata dönüşürken, öte yandan bir süre sonra onlar da canlılık özelliğini kaybedip ölüyor ve bu mükemmel sistem hiç aksamadan sürüp gidiyor. Söyleyin, ölüm ve hayat gibi birbirine tamamen zıt iki olguyu birbirine dönüştüren kudret kimdir?

Ve kimdir, bunlar gibi daha nice olayların ve oluşların yönetimini elinde tutan, varlıkları şaşmaz kanunlara bağlı kılarak evrendeki muazzam sistemi sevk ve idare eden?"

Bu can alıcı sorular karşısında, en inatçı kâfirler bile gerçeği itiraf etmekten kendilerini alamayacak ve "Evet, bütün bunları yapan ve yaratan Allah'tır!" diyecekler. O zaman sen de onlara de ki: "Öyleyse, hâlâ kötülükten, zulümden, inkârdan sakınmayacak mısınız?"
31
فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
İşte budur, sizin gerçek sahibiniz, yöneticiniz, efendiniz ve Rabb'iniz olan Allah! Şimdi söyleyin, bunun ötesinde bir yol, bir gerçek var mı? Öyle ya, hakikat inkâr edildikten sonra geriye sapıklıktan başka ne kalır? Şu hâlde ey halkım, nasıl oluyor da sizi yönlendiren zalimlerin sözlerine aldanıpbatıl yollara döndürülüyorsunuz?
32
كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İşte böylece, günaha batmış ahlâk ve şeref yoksunu kimselerin, hakikati idrak etseler bile ona asla iman etmeyeceklerine dair Rabb'inin toplumsal ve bireysel bir yasa olarak verdiği hükmü gerçekleşmiş oldu.
33
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Öyleyse ey Müslüman! De ki: "Ey inkârcılar! Emir ve otoritesine kayıtsız şartsız boyun eğerek kendilerini Allah'a ortak koştuğunuz sahte ilâhlarınız, arasında, evreni ve hayatı yoktan var edip de, ölümünden sonra onu yenidenhayata döndürebilecek biri var mı?" Cevabı kendin vererek de ki: "Sizin de itiraf edeceğiniz gibi, evreni ve hayatı yoktan var eden ve ölümünden sonra onu yenidenhayata döndüren yalnızca Allah'tır! Şu hâlde ey halkım, nasıl oluyor da, tepenizde ilâhlık taslayan kâfirlerin propagandasına kapılıpinkâra, zulme yönlendiriliyorsunuz?"
34
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Bıkıp usanmadan hakikati haykırmaya devam ederek de ki: "Sizin Allah'a ortak koştuğunuz sahte ilâhlarınız, liderleriniz, efendileriniz arasında, her türlü beşeri zaaf ve önyargılardan uzak biçimde, insanoğlunu dünya ve âhirette mutluluğa ulaştıracak mutlak hakikati ortaya koyarak sizi doğru yola iletebilecek biri var mı?" Yine cevabı kendin vererek de ki: "Sizin de itiraf edeceğiniz gibi,bahşettiği akıl, sezgi ve sağduyu sayesinde vegönderdiği kitaplar ve elçiler vasıtasıyla insanoğlunu mutlak hakikate ileten yalnızca Allah'tır! Şimdi söyleyin, insanı yaratan ve onu doğru yola ileten sonsuz kudret sahibi Allah mı itaat edilmeye daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmedikçe doğru yolu bulamayacak kadaraciz olan yaratıklar mı? Şu hâlde ey halkım, neyiniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?"

Allah'ın ayetlerini reddeden bu insanlar, bakın kendilerine neyi rehber ediniyorlar?
35
وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَناًّۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
Onların çoğu, hiçbir dayanağı olmayan kuruntu ve zandan başka bir şeye uymazlar. Oysa zan, ne kadar gösterişli ve yaldızlı olursa olsun, hiçbir zaman hakikat bilgisinin yerini tutamaz. Hiç kuşkusuz Allah, onların yapıp ettikleri her şeyi en ince ayrıntısıyla bilmektedir. Vecezalarını da mutlaka verecektir.Bu durumda yapmanız gereken, bütün bu zanlardan, önyargılardan sıyrılarak Allah'ın kitabına yönelmek ve onu ciddî bir incelemeye tâbi tutmaktır. Bunun sonucunda bizzat siz de göreceksiniz ki:
36
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠
Bu Kur'an doğrudan doğruya Allah'ın kelamıdır, asla Allah'tan başkası tarafından tasarlanmış olamaz! O ancak, kendinden önceki ilâhî vahiylerin ilk gönderildiği hallerini onaylayan ve o kitaplarda yapılan değişiklikleri düzeltip onların aslî şeklini ortaya koyarak bütün vahiylerin özü ve esası olan Allah katındaki ana Kitabı açıklayan hidayet kaynağıdır. Onda akıl ve sağduyu ile örtüşmeyen hiçbir hüküm, insanı şüpheye düşürebilecek hiçbir çelişki, eğrilik, tutarsızlık ve şüphe yoktur. Zira o, âlemlerin Rabb'i ve mutlak hâkimi olan Allah tarafından gönderilmiş bir ilâhî mesajdır.

Bütün bu açıklamalardan sonra, Kur'an'a inanmamak için hâlâ kayda değer bir şüphe, bir itiraz öne sürülebilir mi?
37
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Yoksa inkâr edenler, "Kur'an'ı Muhammed uydurdu!" mu diyorlar? O zaman onlara de ki: "EğerMuhammed gibi şiir ve edebiyattan uzak, dinî veya felsefî bir eğitim almamış, okuma yazması dahi olmayan bir kişi bütün insanları dize getiren böyle muhteşem bir kitap yazabiliyorsa, öyleyse siz de ifade güzelliği, haber verdiği hakikatler ve ortaya koyduğu mükemmel hayat ilkeleri bakımından Kur'an ile boy ölçüşebilecek bir kitap veya en azından ona denk bir sure meydana getirin! Eğer Kur'an'ı Muhammed uydurduysa, onu alt etmek ve susturmak için bundan daha iyi bir fırsat olabilir mi? Öyle ya, İslâm'ı yok etmek için bunca zahmet çekmeye, malınızı mülkünüzü, çoluk çocuğunuzu bu uğurda feda etmeye ne gerek vardı? Bir masa başına oturup onun ‘uydurduğu!' sureler gibi birkaç sure yazarsınız, olur biter. Hadi buna tek başınıza gücünüz yetmedi diyelim, o zaman Allah'tan başka yardıma çağırabileceğiniz kim varsa, becerisine güvendiğiniz bütün şairlerinizi, edebiyatçılarınızı, filozoflarınızı, ilim, fikir ve din adamlarınızı çağırın! Çağırın da, hepiniz el ele vererek Kur'an gibi bir kitap yahut en azından bir tek sure meydana getirin; eğer bu iddianızda samimî iseniz...
38
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
Hayır! Aslında onlar, meseleye önyargıyla yaklaştıkları için, hakkında yeteri kadar bilgi edinmedikleri ve gerçek anlamını henüz kavrayamadıkları şeyi, yani Kur'an'ı,ölçüp biçmeden yalanladılar! Çünkü ona inanıp dürüst ve erdemli yaşamak, hiç mi hiç işlerine gelmiyordu. Geçmişte bunun birçok örnekleri var. Nitekim onlardan öncekiler de kendilerine bildirilen hakikati böyle sahte gerekçelerle yalanlamaya kalkmışlardı. Fakat bir görsen, o zalimlerin sonu nice oldu!
39
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
Onların arasında, kibir ve önyargı zincirlerini kırarak Kur'an'a iman edecek olanlar da var, ona inanmamakta diretecek olanlar da! Fakatsen üzülme,hakkı inkâr eden ve başkalarını da hakka yönelmekten alıkoyan bozguncuları, senin Rabb'in gayet iyi biliyor!
40
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ
O hâlde, ey Müslüman!Bütün bunlara rağmen, yine de seni yalanlayıp kaba kuvvet ve zorbalıkla sesini kısmaya kalkışırlarsa, o zaman onlara de ki: "Bakın, ben hiç kimseyi iman etmesi için zorlamıyorum, siz de bizim inancımıza müdahale etmeyin. Öyle ya, benim yaptıklarım bana, sizin yaptıklarınız da size aittir. Eğer ben bir yalancıysam, bunun sonuçlarına katlanacak olan benim; yok eğer sizler hakikati inkâr eden kimselerseniz, bunun zararı da bana değil, sizlere dokunacaktır. Çünkü siz benim yaptıklarımdan sorumlu olmadığınız gibi, ben de sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim."

Fakat inkârcılar, bu çağrıya çoğu kez olumsuz cevap verecekler. Zira unutma ki, her dinleyen işitiyor, her bakan görüyor değildir:
41
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ
İçlerinde, Kur'an okurken seni görünüşte dinleyenler de var fakat kendi vicdanlarını önyargı zincirleriyle mahkûm etmiş olan bu "sağırlara" sen mi hakikati duyuracaksın, eğer akıllarını kullanmıyorlarsa?
42
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ
Yine içlerinde, sana güya bakanlar da var fakat gözlerinin önündeki gerçeği göremeyen bu "körlere" doğru yolu sen mi göstereceksin; eğer sezgileriyle hakikati göremiyorlarsa?

Peki, bu insanları Allah mı bu hâle getirdi? Elbette hayır:
43
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـٔاً وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Allah, insanlara hiçbir şekilde haksızlık etmez; ama asıl insanlardır, bizzat kendi kendilerine haksızlık edenler. Hem de bunu, dünya hayatının gelip geçici zevkleri uğruna yaparlar. Oysa dünya hayatı çabucak geçip gidecek ve Kıyamet Günü diriltilip Rabb'inizin huzuruna çıkarılacaksınız:
44
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
O gün Allah onları diriltip mahşerde topladığı zaman, yaşadıkları bir ömür, insanlara o kadar kısa gelecek ki, sanki gündüz vakti aralarında tanışıverdikleri kısacık bir an kadar yeryüzünde kaldıklarını zannedecekler. İşte o zaman, dünya hayatının geçici zevkleri uğruna ebedî mutluluğu kaybetmenin ne büyük bir gaflet olduğunu anlayacaklar. Evet, günün birinde Allah'ın huzuruna çıkarılacakları gerçeğini inkâr eden ve bunun en doğal sonucu olarak doğru yola girmekten kaçınanlar, o Gün korkunç bir hüsrana uğrayacaklar!

Ey Peygamber! Sana diş bileyen, seni ortadan kaldırmak için türlü komplolar hazırlayan zalimler şunu iyi bilsinler ki:
45
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ
Onları tehdit ettiğimiz azap ve felâketlerin bir kısmını daha dünyadayken gerçekleştirerek özlemini çektiğin mutlu ve aydınlık günleri sana hemen göstersek de, çetin bir mücadelenin ardından seni vefat ettirerek mükâfatını âhirete ertelesek de, o zalimler açısından değişen hiçbir şey olmayacak, sonuçta azaptan kurtulamayacaklar. Çünkü hepsi, dönüp dolaşıp eninde sonunda bizim huzurumuza gelecekler. Evet, siz ölüp gitseniz bile, onların yapıp ettiklerine bizzat Allah şahitlik etmektedir. Şu da var ki, yeterli uyarı yapılmadan hiç kimseye ceza verilmez. Bunun için:
46
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Her ümmetin bir Peygamberi vardır ve her topluma,—doğrudan veya dolaylı— bir Peygamber mutlaka gönderilmiştir. Ne zaman ki, onlara Peygamberleri veya Peygamberin misyonunu üstlenen İslâm davetçileri gelir ve kendilerini uyarıp aydınlatır,işte ancak o zaman onlar sorumlu tutulurlar: Elçilere karşı gösterdikleri tavra göre aralarında adaletle hükmedilir ve hiç kimse, zerre kadar haksızlığa uğratılmaz. Nihayet Son Elçi geldi ve insanları uyardı. Ve işte inkârcıların cevabı:
47
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
"Eğer cennet, cehennem, kıyamet, âhiret... hakkında dedikleriniz doğru ise, savurduğunuz bu tehditler ne zaman gerçekleşecek?" diyerek sizinle alay ediyorlar.
48
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَراًّ وَلَا نَفْعاً اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Ey Peygamber! Bu cahillere de ki: "Ben size, ‘Bana inanmayanları azaba uğratacağım!' demedim ki! Bilakis, Allah dilemedikçe, ben kendime bile herhangi bir zarar veya fayda verebilecek güce sahip değilim. Dolayısıyla, size vadedilen azabın ne zaman gerçekleşeceğini de bilemem. Fakat şunu söyleyebilirim ki, Allah ceza ve mükâfat vermekte acele etmez. Mesajını iyice anlamanız, üzerinde düşünmeniz için size bir süre daha mühlet verecektir. Çünkü Allah'ın değişmez yasalarına göre, her bireyin ve toplumun bir yaşam sınırı, bir helâk tarihi, yani bir eceli vardır. Bu süre gelinceye kadar da imtihan devam edecektir. Fakat o belirlenen süre bir de geldi mi, artık son pişmanlıkları fayda vermez ve helâk zamanını ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler!"
49
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتاً اَوْ نَهَاراً مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ
Sözlerine devamla de ki: "Söyleyin bakalım; gecenin bir vaktinde uykunuzun tam ortasında veya gündüz vakti gezip eğlenirken, Allah'ın azabı size ansızın gelip çatsaydı, hâliniz nice olurdu! Allah'a meydan okurcasına azabın gelmesini isteyen suçlular, bunlardan hangisini arzu ediyorlar?

İşte bu azap kesinlikle gerçekleşecek ve o gün Allah, tövbe edip yalvaran zalimlere soracak:
50
اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ
"Başınıza bunlar gelip çattıktan sonra mı O'na iman ediyorsunuz? Şimdi mi aklınız başınıza geldi?Fakatartık çok geç! Oysa bunu ne kadar da aceleyle istiyordunuz!
51
ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
Sonra zalimlere, "Tadın bakalım sonsuz azabı!" denilecek, "Yaptığınız fenalıklardan başka bir şeyin cezasını mı çekiyorsunuz sanki?" İşte âhirette durum bundan ibaret. Fakat zalimlerin dünyadaki şu tavırlarına bir bakın:
52
وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟
Hâlâ sana, "Sahi bütün bunlar gerçekten meydana gelecek mi?" diye soruyorlar. De ki: "Rabb'ime yemin olsun ki, evet; bu kitapta bildirilenler, gerçeğin ta kendisidir! Ve siz, ey zalimler, ne yaparsanız yapın, bu korkunç akıbetten kurtulamayacak, ilâhî adaletin gerçekleşmesine asla engel olamayacaksınız!"
53
وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Dünyanın gelip geçici menfaatleri uğruna âhiretlerini berbat edenler, ne büyük bir aldanış içinde olduklarını o gün anlayacaklar. Öyle ki, yeryüzünün tüm serveti zalimlerin elinde olsaydı, cehennem azabından kurtulmak için hepsini seve seve feda ederlerdi. Fakat ne çare! Azabı gördükleri zaman, pişmanlık acısı bir kor gibi yüreklerini yakıp kavuracak! Fakatson pişmanlık fayda vermeyecek. Hiç kimseye en ufak bir haksızlık yapılmaksızın, aralarında adaletle hükmedilecek ve böylece zalimler, sonsuz azaba mahkûm edilecekler.
54
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ey insanlar! İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır! Şunu da iyi bilin ki, Allah'ın vaadi tartışmasız bir gerçektir. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.
55
هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Hayatı bahşeden de, ölümü yaratan da O'dur. Hepiniz eninde sonunda ölümü tadacak ve hesap vermek üzere O'nun huzuruna getirileceksiniz.
56
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden bir öğüt, gönüllerdeki tüm hastalık ve dertlere kesin bir şifa ve müminler için bir yol gösterici ve rahmet kaynağı olan Kur'an gelmiş bulunuyor!
57
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Şu hâlde, ey Müslüman! İnkârcılığın pençesinde kıvranan insanlığa seslenerek de ki: "Bu dünyanın geçici nimetleri, insanlığı huzura kavuşturmada yeterli olamaz. O hâlde, Allah'ın sonsuz lütuf ve rahmetiyle, evet, işte asıl bununla sevinsinler ve kurtuluşun reçetesini Kur'an'da arasınlar! Çünkü bu, dünyaya bel bağlayanların toplayıp yığdıkları her şeyden daha hayırlıdır."
58
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلَالاًۜ قُلْ آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ
Ve yine, iyi-kötü, haram-helâl, güzel-çirkin, doğru-eğri gibi değer yargılarını hoyratça tahrif edip yozlaştıran toplumlara seslenerek de ki: "Allah'ın size bahşettiği, fakat sizin —hiçbir makul gerekçeye dayanmadan— bir kısmını helâl, bir kısmını haram saydığınız nimetleri hiç düşündünüz mü?"

Onları düşünmeye davet ettikten sonra de ki: "Haramı helâl, helâli haram yapma konusunda size Allah mı izin verdi, yoksa Allah'ın adını kullanarak yalan mı söylüyorsunuz?"
59
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
Peki, Allah adına yalan uydurmaktan çekinmeyen bu zalimler, bütün iyiliklerin ve kötülüklerin karşılığının verileceği Diriliş Günü hakkında ne düşünüyorlar? Günün birinde hesaba çekileceklerini hiç akıllarına getirmiyorlar mı?

Yine de Allah, onları cezalandırmakta acele etmiyor, hâlâ nimetlerinden faydalanmalarına izin veriyor. Doğrusu Allah, insanlara karşı çok cömert ve lütufkârdır. Ama onların çoğu, kendilerine bunca nimetleri bağışlayan Rab'lerine itaat etmez, O'na şükretmezler.

Buna karşılık ey Muhammed! Biz senin, hakikati tebliğ etme konusunda ne kadar çaba harcadığını, ne büyük sıkıntılara göğüs gerdiğini biliyoruz:
60
وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Hangi işle meşgul olursan ol, Kur'an'dan hangi bölümü okursan oku…

Ve siz ey insanlar, ne iş yapıyor olursanız olun…

Yani nerede, ne zaman ve hangi şartlarda olursanız olun…

Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki, siz bu işlere dalıp giderken Biz mutlaka sizin söz, niyet ve eylemlerinize birebir şahitlik ediyoruz.

Kısacası, yerin derinliklerinde olsun, uçsuz bucaksız göklerde olsun, zerre ağırlığınca küçük ve önemsiz bile olsa, hiçbir şey Rabb'inin bilgisinden kaçmaz; hatta ne bundan küçük ve ne de büyük hiçbir şey yoktur ki, varlıkla ilgili yasaların, yazgıların belirlendiği apaçık bir Kitapta kaydedilmiş olmasın. O hâlde ey inkârcılar, yaptığınız zulmün yanınıza kâr kalacağını zannetmeyin ve siz ey Müslümanlar, umudunuzu yitirmeden, yılgınlığa kapılmadan yolunuza devam edin!
61
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
Çünkü iyi bilin ki, Hesap Gününde Allah'ın dostlarına korku yoktur ve onlar, o Gün asla üzülmeyecekler! Peki, kimdir Allah'ın dostları?
62
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ
Onlar, Allah'ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, yani dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselerdir. İşte bunun içindir ki:
63
لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۜ
Hem dünya hayatında müjde var onlara, hem de âhirette! Çünkü ilâhî yasada böyle yazılmıştır ve Allah'ın sözlerinde asla değişiklik olmaz! İşte budur en büyük kurtuluş, en büyük mutluluk!
64
وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Şu hâlde, ey Müslüman! Anlamsız bir gurura kapılarak sana üstünlük taslayan zalimlere aldırma! Onların inkâr ve alay dolu sözleri seni üzüp ümitsizliğe sevk etmesin! Unutma ki,her türlü kudret ve üstünlük, tamamıyla ve yalnızca Allah'a aittir ve O her şeyi işiten, her şeyi bilendir. Dolayısıyla, kim ki Allah'a yakınsa, üstünlük ve şeref de onun hakkıdır:
65
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
İyi bilin ki, göklerde ve yerde her kim varsa, insanlar, melekler, cinler... hepsi Allah'ın kulu olan âciz yaratıklardır. İşte bu yüzden, Allah'tan başkasına yalvarıp yakaran o inkârcılar, her ne kadar onlara ibadet ediyor gibi görünüyorlarsa da, aslında bu ortak koştukları sahte ilâhların izinden gitmiyorlar! Gerçekte onlar, sadece kendi arzularının, tutkularının ve zanlarının peşinden gidiyorlar ve aksini iddia ederken de, sadece yalan söylüyorlar! Peki bu cahiller, gözlerinin önünde sürekli tekrarlanan şu mucizeleri de mi görmüyorlar?
66
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَـكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Karanlığın o sessiz, sakin ve huzur verici atmosferi içinde dinlenesiniz diye geceyi yaratan, işlerinizi rahatça görebilmeniz için de apaydınlık gündüzü var eden O'dur. Kuşkusuz bunda, hakikati açık yüreklilikle dinleyen insanlar için nice dersler, nice ibretler vardır.
67
قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ هُوَ الْغَنِيُّۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اِنْ عِنْدَ‌كُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهٰذَاۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, aciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Nitekim müşrikler, melekleri Allah'ın kızları saydılar. Hristiyanlar ise İsa'yı Allah'ın oğlu kabul ederek, "Allah kendisine bir oğul edindi!" dediler. Hâşâ! Çocuk edinmek, bir acizliktir, O ise her türlü acziyet ve noksanlıktan uzaktır, yücedir! Zira O'nun hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; göklerde ve yerde ne varsa, hepsi zaten O'nundur. Oysa sizin elinizde, bu konudaki iddialarınızı destekleyecek akli ve nakli hiçbir delil yoktur. Şu hâlde, nasıl olur da Allah hakkında gerçekliğini hiç bilmediğiniz iddialar ileri sürersiniz?
68
قُلْ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ
Ey Müslüman! Bu cahillere de ki: "Allah adına yalan uyduranlar, asla kurtuluşa eremeyecekler!"

O çok güvendikleri malları, servetleri de onları kurtaramayacak:
69
مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذ۪يقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّد۪يدَ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Evet, belki bu dünyada birazcık menfaat sağlayacaklar fakat eninde sonunda hesap vermek üzere huzurumuza gelecekler. İşte o zaman Biz, nankörlüklerinin cezası olarak onlara o korkunç azabı tattıracağız!
70
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۢ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي وَتَذْك۪ير۪ي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ
Onlara, Nuh'un hayatından ibret verici haberlerini anlat: Hani o, inkâr bataklığında kıvranan halkına seslenerek, "Ey halkım!" demişti, "Sizin aranızda bulunmam ve Allah'ın ayetleriyle sizi sürekli uyarmam şayet canınızı sıkmaya başladıysa şunu iyi bilin ki, ben tüm kalbimle Allah'a güveniyorum, haydi öyleyse, bu davayı susturmak için, emir ve otoritesine kayıtsız şartsız boyun eğerek Allah'a ortak koştuğunuz bütün putlarınızı, liderlerinizi ve sahte ilâhlarınızı toplayıp hakkımda kararınızı verin; son sözünüzü söyledikten sonra da, kararınız içinize dert olmasın ve elinizden geliyorsa, göz açmama bile fırsat vermeden üzerimde hükmünüzü uygulayın! Fakatne yaparsanız yapın, hak yoldan bir adım geri atmayacağım!"
71
فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
"Eğer size ilettiğim mesajı dinlemekten yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, ben bu tebliğime karşılık, sizden bir menfaat, bir mükâfat beklemiyorum. Benim mükâfatımı verecek olan, yalnızca Allah'tır. Ben, ilâhî emirlere gönülden boyun eğen samimî bir Müslüman olmakla emrolundum."
72
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ
Fakat bu uyarıları dikkate almadılar, aksine iyice azgınlaşarak onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine, Biz de onu ve gemide onun yanında yer alan bütün Müslümanları tufanda helak olmaktan kurtardık ve onları o ülkede egemen kıldık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ise, korkunç sel sularına batırarak boğduk. Bak işte, uyarılan fakat uyarılara aldırış etmeyen isyankârların sonu nice olmuş, gör!
73
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِه۪ رُسُلاً اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ الْمُعْتَد۪ينَ
Sonra Nuh'un ardından, birçok Peygamberi kavmine hakikati ulaştıran birer uyarıcı olarak gönderdik ve her Peygamber, kendi halkına Peygamberliğini ispat edecek apaçık mucizeler gösterdi. Fakat onlar, ta işin başında hakkı inkâr etmiş oldukları için, kuru bir inat yüzünden bir türlü imana gelmediler. Çünkü yaptıkları kötülükler yüzünden kalpleri kararmış, âdeta pas tutmuştu. İşte biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.
74
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Derken onların ardından, Musa ile Harun'u mucizelerimizle destekleyip Firavun'a ve onun toplum yönetiminde söz sahibi kurmaylarına gönderdik. Fakat onlar, hak ve hakikat karşısında anlamsız bir gurura kapılarak emrimize başkaldırdılar. Zaten bu insanlar, öteden beri suç işlemeyi alışkanlık hâline getirmiş kimselerdi. Bu yüzdendir ki:
75
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ
Bizim katımızdan onlara mutlak hakikati gösteren mucizeler gelince, "Hiç kuşku yok ki, hepimizi acze düşüren bu mucizevî olaylar, olsa olsa bir büyüdür!" dediler.
76
قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ
Musa, "Size gelen gerçek hakkında bunu mu söyleyecektiniz? Bu apaçık mucizeler hiç büyü olabilir mi? Oysa büyücülerle Peygamberler arasında ne kadar muazzam fark var! Zira büyücüler, yüce bir ideal uğruna her şeylerini feda edebilecek kişiler değillerdir. Siz hiç bir büyücünün, zalim bir diktatörün karşısına çıkıp davasını korkusuzca haykırdığını, onu Allah'ın dinine davet ettiğini gördünüz mü? Tam tersine, büyücü para kazanmak için müşterilerinin önünde numarasını gösterir ve mükâfatını almak için avucunu açar. Onun hak, hukuk, adalet diye bir kaygısı yoktur, olsa zaten büyücülük yapmaz. Kaldı ki, bunlar kazara Peygamberlik iddiasında bulunsalar bile, çok geçmeden foyaları meydana çıkar. Kısacası, sihirbazlar asla iflah olmazlar!" dedi.
77
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ
Firavun ve kurmayları Musa'ya dediler ki: "Şimdi anlaşıldı! Demek sen ve kardeşin Harun, atalarımızdan bize miras kalan töre, gelenek, inanç ve ideolojilerin şekillendirdiği din ve hayat anlayışından bizi vazgeçirmek ve böylelikle, vicdanlarda kalması gereken kutsal din duygularını siyasete alet ederek bu ülkede egemenliği ele geçirmek ve bizi sıradan insanlar gibi yaşamaya mahkûm etmek için buralara geldiniz, öyle mi? Yoo, elimizdeki güç ve iktidarı kimseye kaptırmaya niyetimiz yok! Dolayısıyla, size asla inanmayacağız!"
78
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
Firavun, Musa'yı halkın huzurunda sihirbazlarla yarıştırmak ve onun da diğerleri gibi bir sihirbaz olduğu yolundaki iddiasına malzeme bulabilmek amacıyla, bir plân hazırladı ve adamlarına emretti: "Bu civarda ne kadar usta ve becerikli sihirbaz varsa, hepsini bulup huzuruma getirin!"
79
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
Sihirbazlar şehrin büyük meydanında, bayram yerinde Musa ile karşı karşıya gelince, Musa onlara meydan okurcasına, "Haydi, gösterin marifetinizi! İnsanların gözünü boyamak için atın atacağınızı!" dedi.
80
فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ
Sihirbazlar, iplerini ve değneklerini meydandakisıcak kumların üzerine atınca, ortalıkta dolaşan yılanlara, çıyanlara dönüşen bir gösteri sergilediler. Bunun üzerine, Musa dedi ki: "Bu yaptığınız, ustaca düzenlenmiş bir sihirbazlıktan başka bir şey değil! Allah, hakikati örtbas etmek için oynadığınız bu çirkin oyunu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuları asla başarıya ulaştırmaz!"
81
وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟
"Ve suçluların hoşuna gitmese de, elçilerine vahyettiği sözleri ve müminlere yardım ve inayeti sayesinde gerçeği açıkça ortaya koyacak ve hakkı egemen kılacaktır!" Bu sözlerin hemen ardından Musa, o yılanların arasına asasını attı. Dev bir yılana dönüşen asa, sihirbazların yılan gibi gösterdiği iplerini, değneklerini birer birer yutup yok etti. Bu mucize karşısında sihirbazlar derhal iman edip secdeye kapandılar. Diğerlerine gelince:
82
فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ
Firavun ve kurmaylarının kendilerine eziyet edeceğinden korktukları için, kavminden ancak bir grup genç Musa'ya açıkça iman etti. Diğer pek çoğu ise, inancını gizlemek zorunda kaldı. Çünkü Firavun, yeryüzünde küstahça böbürlenen ve hak hukuk tanımayan acımasız bir diktatör idi.
83
وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ
Buna karşılık Musa, müminleri eğitmek üzere onlara dedi ki: "Ey halkım! Eğer Allah'a inanıyorsanız, artık O'na güvenin ve zorba yöneticilerin tehditlerinden korkmayın, eğer gerçekten Allah'a yürekten boyun eğmiş kimselerseniz!"
84
فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
Onlar Musa'ya cevaben, "Evet, bizler yalnızca Allah'a güveniyor ve O'nun yardımına sığınıyoruz! Ey Rabb'imiz, bizi bu zalim toplum için bir imtihan aracı kılma! Bizi kâfirler karşısında yenik düşürerek onların iyice azgınlaşmasına sebep kılma.Altından kalkamayacağımız çetin belâlarla bizi yüz yüze getirme, ya Rab!"
85
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
"Engin lütuf ve rahmetin sayesinde bizi bu kâfirlerin elinden kurtar!"
86
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتاً وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Bunun üzerine, Musa'ya ve kardeşine şöyle vahyettik: "Halkınız arasında kulluk bilincini yeniden canlandırmak, inananları eğitmek ve onları küfür sisteminin kokuşmuş, yozlaşmış hayat tarzından koruyup seçkin, temiz ve inançlı bir toplum oluşturmak için, Mısır'daki her mahallede, her semtte mescit olarak kullanabileceğiniz evler hazırlayın ve bu evlerinizi topluca namaz kılınacak ortak mekânlar ve toplantılarınızın yapılacağı birbirleriyle irtibatlı merkezî yerler hâline getirin; namazlarınızı da bu evlerde, cemaatle ve dosdoğru kılın. İşte bunları yerine getirebilirseniz, zafer mutlaka inananların olacaktır. O halde, inananları müjdele!" Böylece, uzun ve zorlu bir mücadelenin ardından:
87
وَقَالَ مُوسٰى رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالاً فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّـنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ رَبَّـنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ
Musa, kardeşi Harun ile birlikte Allah'a yalvararak dedi ki: "Ey Rabb'imiz! Gerçekten sen, Firavun ve kurmaylarına bu dünya hayatında görkemli bir saltanat, göz kamaştırıcı güzellikler ve muazzam bir servet bağışladın. Ey Rabb'imiz, oysa sen bu nimetleri,inananları senin yolundan saptırsınlar diye mi onlara vermiştin? Bu ne büyük nankörlüktür ki, kendilerine bahşettiğin imkân ve nimetlerle şımarıp senin dinine savaş açıyorlar! O hâlde ey Rabb'imiz, onların bütün kudret ve servetlerini yok et ve kalplerine öyle bir kilit vur ki, ölüm anında o can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmesinler!"
88
قَالَ قَدْ اُج۪يبَتْ دَعْوَتُكُمَا فَاسْتَق۪يمَا وَلَا تَتَّبِعَٓانِّ سَب۪يلَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Bunun üzerine, Allah Musa ile Harun'a seslenerek, "Duanız kabul edilmiştir. O hâlde, dosdoğru yolda yürümeye devam edin ve sakın cahillerin ardından gitmeyin!" dedi.
89
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْياً وَعَدْواًۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّـذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓائ۪لَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Ve bir gece Musa, emrimiz uyarınca halkını Mısır'dan çıkarıp Filistin'e doğru yol almaya başladı. Durumu haber alan Firavun, derhal peşlerine düşerek Kızıldeniz kıyılarında onlara yetişti. Müminler denizle düşman arasında sıkışıp kalmışlardı. Bunun üzerine, Kızıldeniz'i ortadan ikiye yardık ve İsrail Oğulları'nı denizden karşıya geçirdik. Fakat öfkeden çılgına dönen Firavun ve askerleri, kin ve nefretle peşlerinden gittiler. İsrail Oğulları karşıya geçer geçmez, deniz tekrar kapanmaya başladı. Dev dalgalar altında kalan Firavun artık boğulacağını anlayınca, "Şimdi iman ediyorum, İsrail Oğulları'nın inandığı bir tek İlâhtan başka ilâh olmadığına! Ben de artık yalnızca Allah'a boyun eğenlerdenim!" dedi.
90
آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ
Fakat Allah ona, "Şimdi mi aklın başına geldi?" dedi, "Gözlerden perdenin kaldırıldığı, imandan başka bir seçeneğin kalmadığı bir zamanda iman etmenin ne faydası var? Oysa şu ana kadar emirlerime başkaldırmış ve hayatın boyunca bozgunculuk peşinde koşmuştun! Bu yüzden, son nefeste ettiğin bu sözde iman, seni hak ettiğin cezadan kurtaramayacaktır!"
91
فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟
"Ey Firavun! Bugün seni öldüreceğiz fakat senden sonra gelecek nesillere tarihî bir ibret belgesi olman için, cesedini denizde çürüyüp yok olmaktan kurtarıpkıyıya atacağız. Böylece insanlar, zalimleri nasıl bir akıbetin beklediğini gözleriyle görecekler!" Ne var ki, ibret alanların sayısı çok azdır. Çünkü insanların çoğu, ayetlerimize karşı umursamaz bir tavır içindeler.
92
وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مُبَوَّاَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۚ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Gerçekten biz, İsrail Oğulları'nı çok güzel ve güvenli bir yurda yerleştirdik ve onlara tertemiz nimetler bağışladık. Fakat onlar, kendilerine Allah'ın vahyi olan ilim geldikten sonra, sırf azgınlıklarından dolayı hakkı inkâr edip ayrılığa düştüler. Allah onlara, ellerindeki Tevrat'ı onaylayan yeni bir kitap ve yeni bir Peygamber gönderince, kimisi ona inandı, kimisi inkâr etti. Elbette Rabb'in, ayrılığa düştükleri konularda, mahşer gününde aralarında hükmünü verecektir.
93
فَاِنْ كُنْتَ ف۪ي شَكٍّ مِمَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ فَسْـَٔلِ الَّذ۪ينَ يَقْرَؤُ۫نَ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَقَدْ جَٓاءَكَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَۙ
Ey Peygamber! Eğer sana indirdiğimiz bu kitap ve anlattığımızpeygamber kıssaları hakkında en ufak bir şüphen varsa, senden önce kutsal Kitabı okuyanlara, yani Tevrat ve İncil'i okuyan insaf ve adalet sahibi Yahudi ve Hristiyan âlimlerine sor! Sana bildirdiğimiz peygamber kıssaları, onlar tarafından da bilinen ve kabul edilen olaylardır. Onlar kendi kitaplarında yer alan bu kıssalardan ibret almayıp hâlâ şirk ve inkârda devam ediyor olsalar bile, sorulduğu zaman bunları inkâr edemeyecek, "Evet böyledir." deyip tasdik etmeye mecbur kalacaklardır. Çünkü Allah'ın bütün elçileri hep bu evrensel gerçeği tebliğ etmişlerdir ve buna insanlık tarihi şahittir.

Gerçek şu ki, Rabb'inden sana insanlığı doğru yola ileten hakikat bilgisi gelmiştir. O hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!
94
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Ve sakın Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan yana olma, yoksa dünyada da âhirette de kaybedenlerden olursun!
95
اِنَّ الَّذ۪ينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَۙ
Çünkü hakikati bildiği hâlde kötülüğü tercih eden, böylece haklarında Rabb'inin azap hükmü gerçekleşen zalimler, bireysel ve toplumsal yasalar gereğince, kesinlikle iman etmeyecekler;
96
وَلَوْ جَٓاءَتْهُمْ كُلُّ اٰيَةٍ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ
Hakikati tüm berraklığıyla gösteren her türlü mucize onlara gelse bile, yine de inkârda diretecekler, ta ki, son nefeslerini verirken o can yakıcı azabı kendi gözleriyle görünceye kadar! Fakat böyle bir imanın faydası olmayacaktır.
97
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ
Zaten insanlık tarihinde, son nefeslerine kadar inkârda direten, ancak azabı gördükten sonra iman eden ve bu imanı kendisine yarar sağlayan bir toplum var mı ki? Bir tek Yunus'un kavmi hariç! Çünkü Yunus (as), halkını yeteri kadar uyarmadan ümitsizliğe kapılmış ve görev yerini terk etmişti. Oysa Biz, hakikati tüm açıklığıyla ortaya koyan bir elçi göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz (17. İsra: 15). Bu yüzden, onlar bir bulut gibi tepelerine çöken azabı görüp de iman edince, tövbelerini kabul ederek dünya hayatındaki o alçaltıcı azabı üzerlerinden kaldırdık ve ecellerinin geleceği belli bir süreye kadar refah, mutluluk ve huzur içerisinde yaşamalarına izin verdik. Şu hâlde, ey Müslüman! Sakın sen de Yunus gibi aceleci davranıp da, bütün insanların öyle çabucak inanmalarını bekleme! İnanmıyorlar diye ümitsizliğe kapılma, onları inandırmak için olağanüstü olaylar, kerametler peşinde koşma! Zira inkâra şartlanmış olanlar, sen onlara en büyük mucizeleri göstermiş olsan bile inkârdan vazgeçmeyeceklerdir. Unutma ki:
98
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاًۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
Şayet Rabb'in insanları zorla imana getirmek isteseydi, yeryüzünde ne kadar insan varsa hepsi çoktan iman etmiş olurdu. FakatO, insanların kendi özgür iradeleriyle imanı seçmelerini istedi. O hâlde, göz göre göre küfrü tercih eden bu insanları sen mi zorla imana getireceksin? Senin görevin, hakikati onlara güzelce duyurmaktan ibarettir. Dolayısıyla, iman etmiyorlar diye kendini kahretme!Şunu iyi bil ki:
99
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
Sen ne kadar çırpınsan da, Allah'ın izni ve iradesi olmadıkça, hiç kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Ve Allah, dürüst ve samimi bir kalple hakikate yönelmedikleri sürece, kibir ve inatla hakkı reddeden o inkârcıları imana iletmeyecektir. Çünkü O, akıllarını kullanmayan böyle önyargılı ve kötü niyetli insanların kalpleri üzerine, hakikati görme kabiliyetini dumura uğratan, vicdan ve sağduyularını körelten manevî pislikler yağdırır! Bu ilâhî kanun gereğince, kendi iradeleriyle hakikate yönelmeyen insanların iman etmeleri mümkün değildir.
100
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
O hâlde, ey Peygamber! Senden mucize isteyenlere de ki: "Göklerde ve yerde ne muhteşem mucizeler var, bakın da ibret alın!" Fakat inanmaya gönlü olmayan bir topluma, bunca deliller ve uyarılar bile fayda vermez.
101
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Yoksa onlar, kendilerinden önceki zalimlerin yaşadığı azap günleri gibi bir günün gelmesini mi bekliyorlar? Bu gafillere de ki: "Bekleyin öyleyse, işte ben de sizinle birlikte beklemekteyim!"
102
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقاًّ عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
Bu bekleyiş esnasında, müminlerle kâfirler arasında büyük bir mücadele yaşanır. Biz de zalimlere biraz mühlet veririz ve nihayet o azap günü geldiğinde zalimleri helâk eder, elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Uhdemizde bir hak olarak, ilahi adaleti gerçekleştirir ve hak uğrunda sabırla mücadele eden müminleri böyle kurtarırız.
103
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ
O hâlde, kesin tavrını ortaya koymak üzere, onlara de ki: "Ey insanlar! Eğer benim dinim hakkında bir şüpheniz varsa, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah'tan başka taptığınız varlıklara asla tapmam fakat hepinizi öldürecek olan Allah'a kulluk ve ibadet ederim. Çünkü ben, inançlarından asla taviz vermeyen dosdoğru müminlerden olmakla emrolundum."
104
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
"Ve Rabb'im, şu ilâhî emirleri tüm insanlığa duyurmamı bana emretti:Her türlü batıl inanç ve ideolojilerden arınmış bir şekilde, yüzünü tüm ruhunla, tüm benliğinle gerçek inanç sistemine çevir! Ve sakın Allah'tan başka varlıkları yüceltip ilâhlaştıran o müşriklerden olma!"
105
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ
"Allah'ı bırakıp da, sana herhangi bir fayda veya zarar veremeyen varlıklara el açıp yalvarma! Eğer böyle bir şey yapacak olursan, o takdirde sen de zalimlerden olursun!" Allah'tan başkasına nasıl el açıp yalvarırsın ki;
106
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka hiç kimse onu gideremez. Eğer sana bir güzellik bahşetmek istese, hiç kimse O'nun lütuf ve cömertliğini engelleyemez. O, lütuf ve bereketini kullarından dilediğine verir. O hâlde, O'nun ihsan ve inayetine lâyık kullar olmaya çalışın. Şunu da iyi bilin: Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
107
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden, hakikatin ta kendisi olan Kur'an gelmiş bulunuyor. Artık her kim doğru yolu seçerse, ancak kendi iyiliği için doğru yolu seçmiş olur. Kim de Kur'an'ın çizdiği yoldan saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapmış olur. Zira Allah, hepinize hakikati görme yeteneği bahşetmiştir. Tercih ve eylemlerinizden yalnızca kendiniz sorumlusunuz. Benim görevimse, yalnızca hakikati güzelce duyurmaktan ibarettir. Çünkü ben sizin davranışlarınızdan sorumlu değilim. Şu hâlde:
108
وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Ey hakikat yolunun yolcusu! Sen başkalarına değil, ancak ve ancak sana gönderilen bu hikmetli ayetlere uy! Hedefe ulaşma konusunda sakın aceleci davranma. Allah hakkınızda hükmünü verinceye kadar, bu yolda uğrayabileceğin zorluklara, sıkıntılara sabret! Unutma ki, O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
109

Sureler

Mealler
Hûd Suresi
Sonraki