Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 TA! HA!
2 Sana bu Kur’an’ı, mutsuz olasın diye indirmedik.
3 Allah’tan korkanlar için akıllarından çıkarmayacakları bir bilgi olsun diye indirdik.
4 Bu, yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından indirilmiştir.
5 Rahman[*], yönetimin (arşın) başına geçmiştir .
6 Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve nemli toprağın altında ne varsa hepsi O’nundur.
7 İster söyle ister söyleme; o gizli (sır) ve saklı (ahfa) ne varsa bilir.
8 Allah; O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler (sıfatlar) O’nundur.
9 Musa’nın hikâyesi sana ulaştı değil mi?
10 Bir gün bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: “Durun hele; bir ateş gördüm. Belki onun korundan biraz getiririm; belki de ateşin yanında yol gösterecek birini bulurum.”
11 Ateşin yanına varınca “Musa!” diye bir ses yükseldi.
12 “Ben, evet ben! Senin Rabbinim[*]. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen, kutsal Tuva vadisindesin.
13 Ben seni seçtim. Şimdi sana bildirilecek şeyleri dinle.
14 Ben!Evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Sen, bana kulluk et ve benim zikrim[*] için (âyetlerimi kafana yerleştirmek için) düzgün ve sürekli kıl..
15 Kıyamet saati gelecektir; herkes yaptığı şeyin karşılığını görsün diye neredeyse onu gizli tutacağım[*].
16 Arzusuna uyarak ona inanmayan kişi sakın sana engel olmasın; yoksa yok olup gidersin.
17 Sağ elindeki nedir, Musa?”
18 “O, değneğimdir” dedi. “Ona dayanır, onunla davarıma yaprak silkerim; başka işlerime de yarar.”
19 “Onu at, Musa!” dedi.
20 Hemen attı. Bir de ne görsün, değnek yılana dönüşmüş, koşuyor.
21 “Tut onu ama korkma! Onu ilk şekline çevireceğiz
22 Şimdi elini koynuna sok da lekesiz, bembeyaz bir şekilde dışarı çıkar. Bu da bir başka belgedir (ayettir).
23 Bunları yapmamız, en büyük belgelerimizden (ayetlerimizden) bazısını sana gösterelim diyedir.
24 Haydı, Firavun’a git. Çünkü o iyice azgınlaştı.”
25 Musa dedi ki “Rabbim! Göğsümü genişlet.
26 İşimi kolaylaştır,
27 Dilimdeki düğümü çöz.
28 Çöz de sözlerimi iyi anlasınlar.
29 Ailemden birini de bana yardımcı yap.
30 Kardeşim Harun’u.
31 Onunla arkamı güçlendir.
32 Onu işime ortak et.
33 Böyle yap ki sana çok ibadet edelim.
34 Senin emirlerini daha çok hatırlayalım.
35 Çünkü Sen bizi görmektesin.”
36 Allah dedi ki “Musa! Bütün isteklerin verildi.”
37 Sana bir iyiliğimiz daha olmuştu.
38 Bir gün annenin gönlüne şunları ilham etmiştik:
39 “Musa’yı sandığa koy, suya bırak da sular onu kıyıya atsın, benim de onun da düşmanı olan biri onu alsın” demiştik. Üzerine de katımızdan bir sevgi koymuştuk ki gözümüzün önünde yetişesin[*]”
40 Kız kardeşin (arkadan) takip ediyordu. (Onlar seni alınca) şöyle demişti: “Buna bakacak birini size göstereyim mi?” Bu yolla seni anana geri vermiştik ki gözü aydın olsun, kaygılanmasın. (Sonra) birini öldürmüştün de seni o tasadan da kurtarmıştık. Seni çeşitli imtihanlardan geçirmiştik. Nihayet yıllarca Medyen halkı arasında kalmıştın. Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa.
41 Seni kendim için yetiştirdim.
42 Kardeşini yanına al ve belgelerimle birlikte git. İkiniz de beni anmakta gevşeklik etmeyin.
43 Firavun’a gidin; o haddini aştı.
44 Ona yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.”
45 Dediler ki “Rabbimiz! Bize karşı çok ileri gider veya haddi aşar diye korkuyoruz.”
46 “Korkmayın, ben sizinle beraberim; dinlerim ve görürüm” dedi.
47 Hemen gidin de ona deyin ki “Biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrail oğullarını serbest bırak da bizimle gelsinler. Onlara eziyet edip durma. Bak, biz sana Rabbinden bir belge (ayet) getirdik. O’nun yoluna giren esenlik ve güvenliğe (selamete) erer.
48 Bize şöyle vahyedildi: ‘Kim yalana sarılır, sırt çevirirse azaba uğrar.’”
49 Firavun: “Sizin Rabbiniz kimdir, Musa?” dedi.
50 (Musa:) “Bizim Rabbimiz (Sahibimiz) her varlığa biçimini veren, sonra da yol gösteren zattır.”
51 (Firavun:) “Öyleyse şimdiye kadar gelip geçenlerin (eskilerin) durumu ne olacak?”
52 (Musa:) “Onun bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.”
53 Yeryüzünü sizin için beşik gibi yapan ve sizin için orada yollar açan O’dur. Gökten su indirdi de onunla (erkekli, dişili) çiftlerden[1*] çeşit çeşit bitkiler bitirdi[2*].
54 Onlardan yiyin, malınızı davarınızı da otlatın. Bunda aklı başında olanlar için kesin belgeler (ayetler) vardır."
55 Sizi topraktan yarattık, yine toprağa çevireceğiz ve bir kere daha sizi topraktan çıkaracağız.
56 Firavun’a bütün belgelerimizi (ayetlerimizi) gösterdik ama o yalana sarıldı ve direndi.
57 Dedi ki “Musa! Büyünle bizleri yerimizden yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?
58 Biz de senin büyün gibi bir büyüyle geleceğiz. Bizimle karşılaşman için aramızda bir gün belirle; ne senin, ne de bizim caymayacağımız uygun bir yerde olsun."
59 Musa dedi ki “Karşılaşacağımız gün, bayram günü olsun. İnsanlar kuşluk vaktinde[*] toplansın.”
60 Bunun üzerine Firavun dönüp gitti ve tüm tuzaklarını toplayıp geldi.
61 Musa onlara dedi ki “Yazık size! Sakın bir yalanı Allah’a atfetmeyin yoksa Allah, azabı ile sizi rezil eder. Yalanlarını Allah’a atfeden kaybeder.”
62 Gizlice fısıldaşarak işlerini aralarında tartıştılar.
63 Dediler ki “Bu ikisi (Musa ile Harun) iki büyücüdür. Sizi büyüleriyle yerinizden yurdunuzdan etmek ve örnek düzeninizi[*] ortadan kaldırmak istiyorlar.
64 Haydi tuzaklarınızı birleştirin ve tek saf olun. Bugün üstün gelen umduğuna kavuşacaktır.”
65 Dediler ki “Musa! Sen mi atacaksın, yoksa ilk önce biz mi atalım?”
66 Musa dedi ki “Yok! Siz atın.” Bir de ne görsün; büyülerinden dolayı onların ipleri ve değnekleri ona, sanki koşuyor gibi geldi.
67 Musa’nın içine bir korku düştü.
68 “Korkma!” dedik, "Üstün gelecek olan sensin.
69 Sağ elindeki değneği at da onların yaptıkları şeyi yutsun. Onların yaptığı büyücü hilesidir. Büyücü nerede olursa olsun umduğuna kavuşamaz.”
70 Büyücüler hemen secdeye kapandılar. Dediler ki “Bizler Harun’un ve Musa’nın Rabbine inandık.”
71 Firavun: “Benden izinsiz ona inandınız, öyle mi? Demek ki size bu sihri öğreten büyüğünüz oymuş. Öyleyse ben de tereddüt etmeden ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha ağır, daha kalıcı olduğunu iyice öğreneceksiniz.”
72 Dediler ki “Biz seni, ne bize gelen bu apaçık belgelere (mucizelere) ne de bizi yaratana tercih ederiz. Ne yapacaksan yap. Sen yapacağını sadece bu dünya hayatında yaparsın.
73 Biz Rabbimize inanıp güvendik ki hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Cezası en iyi ve en kalıcı olan O’dur.”
74 Rabbine[*] günahkâr olarak gelenin yeri cehennemdir. Orada ne ölür, ne de hayat sürer.
75 Kim de iyi işler yapmış bir mümin olarak gelirse öylelerine en yüksek dereceler vardır.
76 Onlar, içinden ırmaklar akan kalıcı cennetlerde (bahçelere) ölümsüz kişiler olarak gireceklerdir. İşte kendini geliştirenlerin alacakları karşılık budur.
77 Musa’ya şunu bildirmiştik: “Kullarımızla birlikte geceleyin yola çık. Onlara denizde kuru bir yol aç. Sana yetişmelerinden de korkma; endişeye kapılma.”
78 Derken Firavun, ordularıyla birlikte onların peşine düştü. Sonra deniz onları iyice içine gömdü.
79 Firavun halkını yoldan çıkarmış, doğru yolu göstermemişti.
80 Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtarmış ve Tur’un sağ yamacında sizinle sözleşmiştik[1*]. Üzerinize de kudret helvası[2*] ile bıldırcın yağdırmıştık.
81 Size verdiğimiz rızıkların temiz ve helal olanlarından yiyin ama taşkınlık etmeyin. Yoksa gazabımı (öfkemi) hak edersiniz. Kim gazabımı hak ederse yıkılıp gider.
82 Ben, dönüş yapan (tevbe eden), inanıp güvenen ve iyi iş yapan aynı zamanda doğru yola girmiş olanı elbette bağışlarım.
83 (Daha sonra Musa halkından ayrılıp Tur’a çıktı) “Ey Musa! Seni aceleyle halkından ayırıp buraya getiren nedir?”
84 “Onlar benim yoluma girdiler. Sana aceleyle geldim ki benden razı olasın” dedi.
85 Allah dedi ki: “Senden sonra halkını fitneye [*] (kendilerini yakan bir imtihana) soktuk. Samiri onları yoldan çıkardı.”
86 Musa hemen halkına döndü. Öfkeli ve üzüntülüydü. Dedi ki “Ey halkım! Rabbiniz size güzel bir söz vermedi mi? O sözün üzerinden çok mu zaman geçti? Yoksa Rabbinizin gazabını (öfkesini) hak etmek mi istediniz de bana verdiğiniz sözden de caydınız?”
87 Dediler ki “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Firavun halkının süslerinden bize yükler yüklendi; biz onları (ateşe) attık[*]. Samiri de aynı şekilde attı.”
88 Sonra Samiri (ateşten[1]) onlara böğürebilen bir buzağı heykeli çıkarmıştı. Bunun üzerine şöyle demişlerdi: “Bu sizin ilahınızdır (tanrınızdır). Musa’nın da ilahıdır ama o, onu unuttu.”
89 Tek bir sözle olsun, kendilerine karşılık veremediğini görmüyorlar mıydı? Onun onlara ne faydası olabilirdi ne de zararı.
90 Başlangıçta Harun şöyle demişti: “Ey halkım! Siz bununla sadece imtihandan geçiriliyorsunuz. Sizin Rabbiniz[*], O Rahman’dır. Siz bana uyun ve benim emrime girin.”
91 Onlar ise “Musa dönüp gelene kadar ondan ayrılmayacağız” demişlerdi.
92 Musa (gelince) dedi ki “Harun! Bunların sapıttığını gördüğünde seni engelleyen ne oldu?
93 Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?”
94 Harun dedi ki “Anamın oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma. Ben senin ‘İsrailoğullarını böldün; sözümü de dinlemedin’ demenden korktum.”
95 Musa, Samiri’ye dönerek: “Senin derdin ne?” dedi.
96 Samiri dedi ki “Ben onların göremediklerini görmüş, senin[*] yoluna sıkı sıkıya bağlanmıştım. Ama onu daha sonra hayatımdan çıkardım; hepsi bu. Canım böyle istedi.”
97 Musa: “Öyleyse def ol!” dedi. “Yaşadığın sürece senin cezan 'Bana dokunmayın![*]' demendir. Senin için kaçamayacağın bir gün de var. Yanından ayrılamadığın ilahını gör şimdi. Onu ateşte eritecek sonra da toz halinde denize serpeceğiz.”
98 Sizin ilahınız sadece Allah’tır; ondan başka ilah yoktur. Bilgisi her şeyi kuşatmıştır.
99 İşte böylece daha önce gelip geçenlerin haberlerinden bölümler anlatıyoruz. Sana katımızdan doğru bilgi (Zikir, Kitap) verdik.
100 Kim ondan yüz çevirirse (mezardan) kalkış günü ağır bir yük yüklenecektir.
101 Onlar hep o yükün altında kalacaklardır. (Mezardan) kalkış günü onların yükü ne kötüdür!
102 Sura üflendiği gün… İşte o gün günahkârları gözleri görmez[*] bir halde toplayacağız.
103 Aralarında fısıldaşacaklar ve “Dünyada topu topuna on gün kaldınız.” diyeceklerdir.
104 Biz onların ne konuşacaklarını iyi biliriz. Örnek aldıkları kişi de “Bir günden fazla kalmadınız” diyecektir.
105 Sana dağları soruyorlar. De ki “Rabbim onları kül gibi savuracaktır,
106 Yerlerini de aynı seviyede dümdüz bırakacaktır.
107 Orada ne bir alçaklık ne de yükseklik göreceksin.
108 O gün sesler Rahman için kısılacak, bir tarafa sapmadan dosdoğru o davetçinin peşinden gideceklerdir[*]. Fısıltıdan başka bir şey duyamayacaksın.”
109 O gün[*1] şefaat, sadece Rahman’ın onay verdiği ve lehine söz söylenmesini kabul ettiği kişiye fayda sağlar[*2].
110 Yaptıklarını da geriye bıraktıklarını da O bilir. Ama onlar (şefaat edecekler) bunları bilemezler.
111 Başlar[*], diri ve sürekli işinin başında olan Allah için eğilecektir. Yanlış yük yüklenenler de umduklarını bulamayacaklardır.
112 Kim inanıp güvenerek iyi işler yaparsa, ne haksızlıktan ne de hakkının yenmesinden korkar.
113 Böylece onu, Arapça kur'ân[*] olarak indirdik. Belki çekinirler ya da bilgi edinirler diye tehditleri onun içine, değişik şekillerde yerleştirdik.
114 Gerçek hükümdar olan Allah pek yücedir. Kur'ânın[*] vahyi tamamlanmadan hüküm vermekte acele etme. “Rabbim ilmimi (bilgimi) artır” de.
115 Vaktiyle Âdem’e bir görev yükledik ama unuttu[*1]. Onda bir kararlılık bulamadık.
116 Bir gün meleklere “Âdem’e secde edin!” demiştik, hemen secdeye kapanmışlardı ama İblis secde etmedi, direndi.
117 Dedik ki “Bak Âdem! Bu sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun.
118 Burada ne açlık çekersin ne de çıplak kalırsın.
119 Burada susuz kalmaz, güneş ışığından etkilenmezsin.”
120 Şeytan hemen vesveseye girişti de dedi ki “Bak Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve bozulmayacak bir saltanatı göstereyim mi?”
121 Sonunda ikisi de o ağaçtan yediler ve her birine diğerinin vücudu göründü. Üzerlerini bahçenin yapraklarıyla örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine karşı geldi ve yanlış bir yola girdi.
122 Sonra Rabbi ona fırsat verdi de kendine yönelmesini (tevbesini) kabul etti. Ona doğru yolu gösterdi.
123 Allah:“Her ikiniz de biri birinize düşman olarak o bahçeden inin!” dedi. “Benim tarafımdan size doğru yolu gösteren bir rehber gelirde kim o rehbere uyarsa artık o ne sapar, ne de mutsuz olur.”
124 Kim de kitabımdan yüz çevirirse onun sıkıntılı bir hayatı olur. (Mezardan) kalkış günü mahşer yerine kör olarak getiririz.”
125 Der ki “Ey Rabbim! Beni neden kör olarak getirdin, hâlbuki benim gözlerim görüyordu?”
126 Allah der ki “Doğru ama âyetlerimiz sana kadar geldiğinde sen onları unuttun, bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun.”
127 Rabbinin âyetlerine inanmayarak aşırı gidenleri işte böyle cezalandırırız. Ahiretteki azab ise daha ağır ve daha süreklidir
128 Kendilerinden önceki nice nesilleri etkisizleştirmiş olmamız, yola gelmeleri için yetmedi mi? Şimdi bunlar, onların yaşadığı yerlerde dolaşmaktadırlar. Bunda aklı başında olanlar için belgeler (ayetler) vardır.
129 Rabbinin tarafından evvelce verilmiş bir söz ve belirlenmiş bir ecel[*] olmasaydı hemen yakalarına yapışılırdı.
130 Onlar ne derlerse desinler, sen sabret. Güneşin doğuşundan önce, batmasında önce ve gecenin bölümlerinde[*1] her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine ibadet et. Gündüzün bölümlerinde [*2] de ibadet et; belki memnun kalırsın.
131 Dünya hayatının süsü olarak, kendilerini imtihan için üst üste nimetler verdiğimiz kişilere imrenme. Rabbinin verdiği rızık daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
132 Ailene namazı emret, sen de namaza devam et. (Rızkı bahane etme) Senden rızık istemez, sana rızık veririz. Mutlu son, Allah'tan çekinerek kendini korumanındır (takvanındır).
133 Dediler ki “Bize Rabbinden bir delil (gösterge) getirseydi ya?” Önceki kitaplarda olan o delil onlara ulaşmadı mı? (O kitaplarda ondan bahsedilmesi yetmez mi?)[*]
134 Elçi gelmeden onları bir azap ile etkisizleştirseydik, derlerdi ki “Rabbimiz! Böyle aşağılık hale düşüp sürünmeden önce keşke bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uymuş olsaydık.”
135 De ki “Herkes beklemededir, siz de bekleyin. Düz yolun yolcularının kimler olduğunu, kimlerin yola geldiğini yakında öğreneceksiniz.”
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰهٰۜ 1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ 2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ 3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ 4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى 6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى 7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى 8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ 9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى 10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى 11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ 12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى 13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي 14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى 15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى 16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى 17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى 18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى 19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى 20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى 21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ 22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ 23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟ 24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ 25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ 26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ 27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ 28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ 29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ 30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ 31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ 32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ 33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ 34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً 35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى 36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ 37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ 38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ 39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى 40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ 41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ 42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ 43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى 44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى 45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى 46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى 47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى 48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى 49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى 50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى 51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ 52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى 53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى 55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى 56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى 57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى 58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى 59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى 60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى 61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى 62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى 63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى 64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى 65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى 66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى 67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى 68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى 69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى 70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى 71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ 72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى 74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ 75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ 76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى 77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ 78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى 79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى 80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى 81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى 82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى 83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى 84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ 85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي 86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ 87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ 88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟ 89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي 90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى 91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ 92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي 93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي 94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ 95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي 96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً 97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً 98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ 99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ 100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ 101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ 102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً 103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟ 104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ 105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ 106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً 107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً 108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً 109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً 110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً 111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً 112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً 113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً 114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟ 115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى 116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى 117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ 118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى 119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى 120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ 121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى 122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى 123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى 124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً 125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى 126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى 127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ 129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى 130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى 132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى 133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى 134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى 135
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰهٰۜ
TA! HA!
1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
Sana bu Kur’an’ı, mutsuz olasın diye indirmedik.
2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
Allah’tan korkanlar için akıllarından çıkarmayacakları bir bilgi olsun diye indirdik.
3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
Bu, yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından indirilmiştir.
4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
Rahman[*], yönetimin (arşın) başına geçmiştir .
5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve nemli toprağın altında ne varsa hepsi O’nundur.
6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
İster söyle ister söyleme; o gizli (sır) ve saklı (ahfa) ne varsa bilir.
7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
Allah; O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler (sıfatlar) O’nundur.
8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Musa’nın hikâyesi sana ulaştı değil mi?
9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
Bir gün bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: “Durun hele; bir ateş gördüm. Belki onun korundan biraz getiririm; belki de ateşin yanında yol gösterecek birini bulurum.”
10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
Ateşin yanına varınca “Musa!” diye bir ses yükseldi.
11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
“Ben, evet ben! Senin Rabbinim[*]. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen, kutsal Tuva vadisindesin.
12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى
Ben seni seçtim. Şimdi sana bildirilecek şeyleri dinle.
13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
Ben!Evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Sen, bana kulluk et ve benim zikrim[*] için (âyetlerimi kafana yerleştirmek için) düzgün ve sürekli kıl..
14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
Kıyamet saati gelecektir; herkes yaptığı şeyin karşılığını görsün diye neredeyse onu gizli tutacağım[*].
15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
Arzusuna uyarak ona inanmayan kişi sakın sana engel olmasın; yoksa yok olup gidersin.
16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
Sağ elindeki nedir, Musa?”
17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
“O, değneğimdir” dedi. “Ona dayanır, onunla davarıma yaprak silkerim; başka işlerime de yarar.”
18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
“Onu at, Musa!” dedi.
19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
Hemen attı. Bir de ne görsün, değnek yılana dönüşmüş, koşuyor.
20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى
“Tut onu ama korkma! Onu ilk şekline çevireceğiz
21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
Şimdi elini koynuna sok da lekesiz, bembeyaz bir şekilde dışarı çıkar. Bu da bir başka belgedir (ayettir).
22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
Bunları yapmamız, en büyük belgelerimizden (ayetlerimizden) bazısını sana gösterelim diyedir.
23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
Haydı, Firavun’a git. Çünkü o iyice azgınlaştı.”
24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
Musa dedi ki “Rabbim! Göğsümü genişlet.
25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
İşimi kolaylaştır,
26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
Dilimdeki düğümü çöz.
27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
Çöz de sözlerimi iyi anlasınlar.
28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ
Ailemden birini de bana yardımcı yap.
29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
Kardeşim Harun’u.
30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
Onunla arkamı güçlendir.
31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
Onu işime ortak et.
32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ
Böyle yap ki sana çok ibadet edelim.
33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ
Senin emirlerini daha çok hatırlayalım.
34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً
Çünkü Sen bizi görmektesin.”
35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
Allah dedi ki “Musa! Bütün isteklerin verildi.”
36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
Sana bir iyiliğimiz daha olmuştu.
37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
Bir gün annenin gönlüne şunları ilham etmiştik:
38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
“Musa’yı sandığa koy, suya bırak da sular onu kıyıya atsın, benim de onun da düşmanı olan biri onu alsın” demiştik. Üzerine de katımızdan bir sevgi koymuştuk ki gözümüzün önünde yetişesin[*]”
39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Kız kardeşin (arkadan) takip ediyordu. (Onlar seni alınca) şöyle demişti: “Buna bakacak birini size göstereyim mi?” Bu yolla seni anana geri vermiştik ki gözü aydın olsun, kaygılanmasın. (Sonra) birini öldürmüştün de seni o tasadan da kurtarmıştık. Seni çeşitli imtihanlardan geçirmiştik. Nihayet yıllarca Medyen halkı arasında kalmıştın. Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa.
40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Seni kendim için yetiştirdim.
41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
Kardeşini yanına al ve belgelerimle birlikte git. İkiniz de beni anmakta gevşeklik etmeyin.
42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
Firavun’a gidin; o haddini aştı.
43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
Ona yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.”
44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Dediler ki “Rabbimiz! Bize karşı çok ileri gider veya haddi aşar diye korkuyoruz.”
45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
“Korkmayın, ben sizinle beraberim; dinlerim ve görürüm” dedi.
46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
Hemen gidin de ona deyin ki “Biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrail oğullarını serbest bırak da bizimle gelsinler. Onlara eziyet edip durma. Bak, biz sana Rabbinden bir belge (ayet) getirdik. O’nun yoluna giren esenlik ve güvenliğe (selamete) erer.
47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
Bize şöyle vahyedildi: ‘Kim yalana sarılır, sırt çevirirse azaba uğrar.’”
48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Firavun: “Sizin Rabbiniz kimdir, Musa?” dedi.
49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
(Musa:) “Bizim Rabbimiz (Sahibimiz) her varlığa biçimini veren, sonra da yol gösteren zattır.”
50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
(Firavun:) “Öyleyse şimdiye kadar gelip geçenlerin (eskilerin) durumu ne olacak?”
51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
(Musa:) “Onun bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.”
52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
Yeryüzünü sizin için beşik gibi yapan ve sizin için orada yollar açan O’dur. Gökten su indirdi de onunla (erkekli, dişili) çiftlerden[1*] çeşit çeşit bitkiler bitirdi[2*].
53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Onlardan yiyin, malınızı davarınızı da otlatın. Bunda aklı başında olanlar için kesin belgeler (ayetler) vardır."
54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
Sizi topraktan yarattık, yine toprağa çevireceğiz ve bir kere daha sizi topraktan çıkaracağız.
55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
Firavun’a bütün belgelerimizi (ayetlerimizi) gösterdik ama o yalana sarıldı ve direndi.
56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
Dedi ki “Musa! Büyünle bizleri yerimizden yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?
57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى
Biz de senin büyün gibi bir büyüyle geleceğiz. Bizimle karşılaşman için aramızda bir gün belirle; ne senin, ne de bizim caymayacağımız uygun bir yerde olsun."
58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa dedi ki “Karşılaşacağımız gün, bayram günü olsun. İnsanlar kuşluk vaktinde[*] toplansın.”
59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Bunun üzerine Firavun dönüp gitti ve tüm tuzaklarını toplayıp geldi.
60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa onlara dedi ki “Yazık size! Sakın bir yalanı Allah’a atfetmeyin yoksa Allah, azabı ile sizi rezil eder. Yalanlarını Allah’a atfeden kaybeder.”
61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
Gizlice fısıldaşarak işlerini aralarında tartıştılar.
62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
Dediler ki “Bu ikisi (Musa ile Harun) iki büyücüdür. Sizi büyüleriyle yerinizden yurdunuzdan etmek ve örnek düzeninizi[*] ortadan kaldırmak istiyorlar.
63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
Haydi tuzaklarınızı birleştirin ve tek saf olun. Bugün üstün gelen umduğuna kavuşacaktır.”
64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
Dediler ki “Musa! Sen mi atacaksın, yoksa ilk önce biz mi atalım?”
65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa dedi ki “Yok! Siz atın.” Bir de ne görsün; büyülerinden dolayı onların ipleri ve değnekleri ona, sanki koşuyor gibi geldi.
66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Musa’nın içine bir korku düştü.
67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
“Korkma!” dedik, "Üstün gelecek olan sensin.
68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
Sağ elindeki değneği at da onların yaptıkları şeyi yutsun. Onların yaptığı büyücü hilesidir. Büyücü nerede olursa olsun umduğuna kavuşamaz.”
69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Büyücüler hemen secdeye kapandılar. Dediler ki “Bizler Harun’un ve Musa’nın Rabbine inandık.”
70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
Firavun: “Benden izinsiz ona inandınız, öyle mi? Demek ki size bu sihri öğreten büyüğünüz oymuş. Öyleyse ben de tereddüt etmeden ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha ağır, daha kalıcı olduğunu iyice öğreneceksiniz.”
71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Dediler ki “Biz seni, ne bize gelen bu apaçık belgelere (mucizelere) ne de bizi yaratana tercih ederiz. Ne yapacaksan yap. Sen yapacağını sadece bu dünya hayatında yaparsın.
72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Biz Rabbimize inanıp güvendik ki hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Cezası en iyi ve en kalıcı olan O’dur.”
73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Rabbine[*] günahkâr olarak gelenin yeri cehennemdir. Orada ne ölür, ne de hayat sürer.
74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Kim de iyi işler yapmış bir mümin olarak gelirse öylelerine en yüksek dereceler vardır.
75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
Onlar, içinden ırmaklar akan kalıcı cennetlerde (bahçelere) ölümsüz kişiler olarak gireceklerdir. İşte kendini geliştirenlerin alacakları karşılık budur.
76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى
Musa’ya şunu bildirmiştik: “Kullarımızla birlikte geceleyin yola çık. Onlara denizde kuru bir yol aç. Sana yetişmelerinden de korkma; endişeye kapılma.”
77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
Derken Firavun, ordularıyla birlikte onların peşine düştü. Sonra deniz onları iyice içine gömdü.
78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Firavun halkını yoldan çıkarmış, doğru yolu göstermemişti.
79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtarmış ve Tur’un sağ yamacında sizinle sözleşmiştik[1*]. Üzerinize de kudret helvası[2*] ile bıldırcın yağdırmıştık.
80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Size verdiğimiz rızıkların temiz ve helal olanlarından yiyin ama taşkınlık etmeyin. Yoksa gazabımı (öfkemi) hak edersiniz. Kim gazabımı hak ederse yıkılıp gider.
81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى
Ben, dönüş yapan (tevbe eden), inanıp güvenen ve iyi iş yapan aynı zamanda doğru yola girmiş olanı elbette bağışlarım.
82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
(Daha sonra Musa halkından ayrılıp Tur’a çıktı) “Ey Musa! Seni aceleyle halkından ayırıp buraya getiren nedir?”
83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
“Onlar benim yoluma girdiler. Sana aceleyle geldim ki benden razı olasın” dedi.
84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Allah dedi ki: “Senden sonra halkını fitneye [*] (kendilerini yakan bir imtihana) soktuk. Samiri onları yoldan çıkardı.”
85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
Musa hemen halkına döndü. Öfkeli ve üzüntülüydü. Dedi ki “Ey halkım! Rabbiniz size güzel bir söz vermedi mi? O sözün üzerinden çok mu zaman geçti? Yoksa Rabbinizin gazabını (öfkesini) hak etmek mi istediniz de bana verdiğiniz sözden de caydınız?”
86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Dediler ki “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Firavun halkının süslerinden bize yükler yüklendi; biz onları (ateşe) attık[*]. Samiri de aynı şekilde attı.”
87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Sonra Samiri (ateşten[1]) onlara böğürebilen bir buzağı heykeli çıkarmıştı. Bunun üzerine şöyle demişlerdi: “Bu sizin ilahınızdır (tanrınızdır). Musa’nın da ilahıdır ama o, onu unuttu.”
88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟
Tek bir sözle olsun, kendilerine karşılık veremediğini görmüyorlar mıydı? Onun onlara ne faydası olabilirdi ne de zararı.
89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Başlangıçta Harun şöyle demişti: “Ey halkım! Siz bununla sadece imtihandan geçiriliyorsunuz. Sizin Rabbiniz[*], O Rahman’dır. Siz bana uyun ve benim emrime girin.”
90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Onlar ise “Musa dönüp gelene kadar ondan ayrılmayacağız” demişlerdi.
91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
Musa (gelince) dedi ki “Harun! Bunların sapıttığını gördüğünde seni engelleyen ne oldu?
92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?”
93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
Harun dedi ki “Anamın oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma. Ben senin ‘İsrailoğullarını böldün; sözümü de dinlemedin’ demenden korktum.”
94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Musa, Samiri’ye dönerek: “Senin derdin ne?” dedi.
95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
Samiri dedi ki “Ben onların göremediklerini görmüş, senin[*] yoluna sıkı sıkıya bağlanmıştım. Ama onu daha sonra hayatımdan çıkardım; hepsi bu. Canım böyle istedi.”
96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً
Musa: “Öyleyse def ol!” dedi. “Yaşadığın sürece senin cezan 'Bana dokunmayın![*]' demendir. Senin için kaçamayacağın bir gün de var. Yanından ayrılamadığın ilahını gör şimdi. Onu ateşte eritecek sonra da toz halinde denize serpeceğiz.”
97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً
Sizin ilahınız sadece Allah’tır; ondan başka ilah yoktur. Bilgisi her şeyi kuşatmıştır.
98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ
İşte böylece daha önce gelip geçenlerin haberlerinden bölümler anlatıyoruz. Sana katımızdan doğru bilgi (Zikir, Kitap) verdik.
99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ
Kim ondan yüz çevirirse (mezardan) kalkış günü ağır bir yük yüklenecektir.
100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ
Onlar hep o yükün altında kalacaklardır. (Mezardan) kalkış günü onların yükü ne kötüdür!
101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ
Sura üflendiği gün… İşte o gün günahkârları gözleri görmez[*] bir halde toplayacağız.
102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً
Aralarında fısıldaşacaklar ve “Dünyada topu topuna on gün kaldınız.” diyeceklerdir.
103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟
Biz onların ne konuşacaklarını iyi biliriz. Örnek aldıkları kişi de “Bir günden fazla kalmadınız” diyecektir.
104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ
Sana dağları soruyorlar. De ki “Rabbim onları kül gibi savuracaktır,
105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ
Yerlerini de aynı seviyede dümdüz bırakacaktır.
106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً
Orada ne bir alçaklık ne de yükseklik göreceksin.
107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً
O gün sesler Rahman için kısılacak, bir tarafa sapmadan dosdoğru o davetçinin peşinden gideceklerdir[*]. Fısıltıdan başka bir şey duyamayacaksın.”
108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
O gün[*1] şefaat, sadece Rahman’ın onay verdiği ve lehine söz söylenmesini kabul ettiği kişiye fayda sağlar[*2].
109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً
Yaptıklarını da geriye bıraktıklarını da O bilir. Ama onlar (şefaat edecekler) bunları bilemezler.
110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
Başlar[*], diri ve sürekli işinin başında olan Allah için eğilecektir. Yanlış yük yüklenenler de umduklarını bulamayacaklardır.
111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً
Kim inanıp güvenerek iyi işler yaparsa, ne haksızlıktan ne de hakkının yenmesinden korkar.
112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً
Böylece onu, Arapça kur'ân[*] olarak indirdik. Belki çekinirler ya da bilgi edinirler diye tehditleri onun içine, değişik şekillerde yerleştirdik.
113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً
Gerçek hükümdar olan Allah pek yücedir. Kur'ânın[*] vahyi tamamlanmadan hüküm vermekte acele etme. “Rabbim ilmimi (bilgimi) artır” de.
114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟
Vaktiyle Âdem’e bir görev yükledik ama unuttu[*1]. Onda bir kararlılık bulamadık.
115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Bir gün meleklere “Âdem’e secde edin!” demiştik, hemen secdeye kapanmışlardı ama İblis secde etmedi, direndi.
116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Dedik ki “Bak Âdem! Bu sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun.
117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
Burada ne açlık çekersin ne de çıplak kalırsın.
118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Burada susuz kalmaz, güneş ışığından etkilenmezsin.”
119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Şeytan hemen vesveseye girişti de dedi ki “Bak Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve bozulmayacak bir saltanatı göstereyim mi?”
120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
Sonunda ikisi de o ağaçtan yediler ve her birine diğerinin vücudu göründü. Üzerlerini bahçenin yapraklarıyla örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine karşı geldi ve yanlış bir yola girdi.
121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Sonra Rabbi ona fırsat verdi de kendine yönelmesini (tevbesini) kabul etti. Ona doğru yolu gösterdi.
122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
Allah:“Her ikiniz de biri birinize düşman olarak o bahçeden inin!” dedi. “Benim tarafımdan size doğru yolu gösteren bir rehber gelirde kim o rehbere uyarsa artık o ne sapar, ne de mutsuz olur.”
123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
Kim de kitabımdan yüz çevirirse onun sıkıntılı bir hayatı olur. (Mezardan) kalkış günü mahşer yerine kör olarak getiririz.”
124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً
Der ki “Ey Rabbim! Beni neden kör olarak getirdin, hâlbuki benim gözlerim görüyordu?”
125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
Allah der ki “Doğru ama âyetlerimiz sana kadar geldiğinde sen onları unuttun, bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun.”
126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
Rabbinin âyetlerine inanmayarak aşırı gidenleri işte böyle cezalandırırız. Ahiretteki azab ise daha ağır ve daha süreklidir
127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Kendilerinden önceki nice nesilleri etkisizleştirmiş olmamız, yola gelmeleri için yetmedi mi? Şimdi bunlar, onların yaşadığı yerlerde dolaşmaktadırlar. Bunda aklı başında olanlar için belgeler (ayetler) vardır.
128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Rabbinin tarafından evvelce verilmiş bir söz ve belirlenmiş bir ecel[*] olmasaydı hemen yakalarına yapışılırdı.
129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
Onlar ne derlerse desinler, sen sabret. Güneşin doğuşundan önce, batmasında önce ve gecenin bölümlerinde[*1] her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine ibadet et. Gündüzün bölümlerinde [*2] de ibadet et; belki memnun kalırsın.
130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Dünya hayatının süsü olarak, kendilerini imtihan için üst üste nimetler verdiğimiz kişilere imrenme. Rabbinin verdiği rızık daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Ailene namazı emret, sen de namaza devam et. (Rızkı bahane etme) Senden rızık istemez, sana rızık veririz. Mutlu son, Allah'tan çekinerek kendini korumanındır (takvanındır).
132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى
Dediler ki “Bize Rabbinden bir delil (gösterge) getirseydi ya?” Önceki kitaplarda olan o delil onlara ulaşmadı mı? (O kitaplarda ondan bahsedilmesi yetmez mi?)[*]
133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Elçi gelmeden onları bir azap ile etkisizleştirseydik, derlerdi ki “Rabbimiz! Böyle aşağılık hale düşüp sürünmeden önce keşke bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uymuş olsaydık.”
134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
De ki “Herkes beklemededir, siz de bekleyin. Düz yolun yolcularının kimler olduğunu, kimlerin yola geldiğini yakında öğreneceksiniz.”
135

Sureler

Mealler