Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tâ Hâ. Ey hak yolunun yolcusu! Kendilerine Kur'an'ı tebliğ ettiğin hâlde, inatla hakkı inkâr eden zalimlerin davranışları seni üzmesin, ümitsizliğe ve yılgınlığa düşürmesin! Unutma ki;
2 Biz sana bu Kur'an'ı, sıkıntıya düşüp mutsuz olasın diye göndermedik.
3 Ancak, Allah'a saygılı davranan kimselere bir öğüt ve uyarı olsun diye gönderdik.
4 Hem de, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah'ın katından indirilen bir Kitap olarak.
5 O sonsuz merhamet sahibi olan Rahman katından ki, bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere, kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturmuştur.
6 Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan bütün varlıklar ve toprağın altında olanlar, yalnızca O'nundur.
7 Ey insanoğlu! Sözlerini içinde gizlesen de, açığa vursan da, Allah için birdir. Çünkü O gizli söz ve düşünceleri de bilir, bundan çok daha gizli olanı da...
8 O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. En mükemmel özellikler, en üstün nitelikler ve en güzel isimler O'nundur. Gelmiş geçmiş bütün Peygamberler ve kutsal kitaplar bu hakikati dile getirmiş ve bu temel prensiplere dayalı bir inanç sistemi ortaya koymuşlardır. Örneğin:
9 Musa'nın ibretlerle dolu o ilginç öyküsü anlatılmadı mı sana?
10 Hani Musa ailesiyle birlikte Medyen'den Mısır'a dönerken, geceleyin yolunu kaybetmiş ve uzaklarda bir ateş görmüştü. Ailesine, "Siz burada bekleyin!" dedi, "Ağaçların arasında bir ateş ilişti gözüme, belki ısınmak için size oradan bir kor parçası getiririm yahut ateşin yanında bize yol gösterecek biriyle karşılaşırım." Musa gerçekten de orada kendisine yol gösterecek biriyle karşılaştı:
11 Musa ateşe yaklaşınca, "Ey Musa!" diye bir ses duyuldu.
12 "Ben, evet ben senin Rabb'inim! Öyleyse çıkar ayakkabılarını, çünkü sen şu an Sina dağının eteklerindeki Tuva'da, bir mabet kadar saygıdeğer olan o kutsal vadide yüce bir makamın huzurunda bulunuyorsun.
13 Ey Musa, seni kendime elçi olarak seçtim, şimdi sana vahyedilecekleri dinle:
14 Hiç kuşkusuz Ben, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah'ım. O hâlde, yalnızca Bana kulluk et ve Beni anıp yüceltmek için namazı dosdoğru kıl!
15 Vaktini büyük ölçüde sizden gizlemiş olduğum kıyamet, herkese yapıp ettiklerinin karşılığı en âdil biçimde verilmesi için mutlaka gelip çatacaktır!
16 "O hâlde ey Musa! Kıyamete inanmayan, böylece kendi arzu ve ihtiraslarının peşine düşen kimseler sakın seni ondan, yani hesap gününe dayalı inanç ve hayat nizamından çevirmesin, yoksa helâk olur gidersin!" Ve bu öğütlerin ardından, Allah Musa'yı ruhen yatıştırıp Peygamberliğe hazırlamak üzere onunla konuşmaya başladı:
17 "Şu elindeki nedir, ey Musa?"
18 Musa, "Bu benim asamdır!" dedi, "Ona yaslanırım, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak silkelerim ve daha pek çok işime yarar."
19 Allah, "Şimdi onu yere at, ey Musa!" dedi.
20 Bunun üzerine, Musa onu yere attı. Bir de ne görsün, asa bir yılan olmuş, kıvrıla kıvrıla akıp gidiyor!
21 Allah, "Onu tekrar eline al!" dedi, "Korkma, onu hemen eski hâline çevireceğiz! İşte bu, sana verilen bir mucize olacak."
22 "Şimdi de elini koynuna sok, onu geri çıkardığında, —herhangi bir hastalıktan değil, sana verilen bir başka mucize olarak— gözleri kamaştıracak derecede ışıl ışıl, bembeyaz olarak çıksın."
23 "Ki böylece, sana büyük mucizelerimizden bir kısmını göstermiş olalım."
24 "O hâlde, şimdi doğru Firavuna git ve onu bir tek Allah'a kulluğa davet et! Çünkü o, iyice azgınlaştı!"
25 Musa, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Bu ağır görevi başarmam için bana cesaret, kararlılık ve özgüven bahşederek yüreğime genişlik ver!"
26 "İşlerimde bana kolaylık bahşet."
27 "Ve dilimdeki şu bağı çöz. Düzgün ve akıcı konuşmamı sağla Allah'ım!"
28 "Ki, hakikati tebliğ edeceğim insanlar ne dediğimi iyice anlayabilsinler."
29 "Ve yakın akrabalarımdan birini,"
30 "Ağabeyim Harun'u, bana yardımcı bir Peygamber kıl."
31 "Böylece onunla gücümü pekiştir,"
32 "Ve onu görevimde bana ortak kıl."
33 "Ki senin yüceliğini tüm dünyaya ilan edelim."
34 "Ve adını hep gündeme getirerek Seni sürekli analım."
35 "Elbette ki Sen bizim her hâlimizi görmektesin."
36 Bunun üzerine Allah, "Bütün bu dilediklerin sana verilmiştir, ey Musa!" dedi.
37 Gerçekten sana, geçmişte bir kez daha büyük bir lütufta bulunmuştuk.
38 O zamanlar sen daha küçücük bir bebektin. Firavun, İsrail Oğulları'nın yeni doğan bütün erkek çocuklarını kılıçtan geçirmekteydi. Oysa senin, bu kutsal görev için yaşaman gerekiyordu. Bunun için, seni Firavunun askerlerinden kurtarmak üzere annene şöyle vahyetmiştik:
39 "Bebeğini bir sandığa koy ve sandığı da Nil nehrine bırak. Böylece nehir onu kıyıya çıkaracak ve hem Benim, hem de onun düşmanı olan Firavun onu yetiştirmek üzere yanına alacak."

Ayrıca, bizzat Benim gözetimim altında yetişip bilgili ve güçlü bir lider olarak eğitilmen için, sana kendi katımdan gönülleri cezbeden bir güzellik ve sevecenlik bağışlamış ve böylece, Firavunun seni el üstünde tutmasını sağlamıştım.
40 Hani sen, Firavunun hanımı tarafından nehirde bulunduğunda, hiçbir kadının sütünü emmemiştin. Bu sırada, olup bitenleri uzaktan izleyen kız kardeşin onların yanına gelmiş ve "Bu çocuğu emzirecek ve onun bakımını üstlenecek birini size göstereyim mi?" demişti. Böylece, yüreği sevinçle dolsun ve artık üzüntü çekmesin diye seni tekrar annene kavuşturmuştuk.

Hani gençliğinde, yanlışlıkla bir adam öldürmüştün. İşte o zaman da seni kaygı ve tasalarından kurtarmış ve daha nice imtihanlardan geçirerek sabır, olgunluk, doğru ve yerinde karar verebilme gibi özelliklerle dereceni yükseltmiştik. Derken, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda, ta ezelden belirlenmiş bir yazgıya göre buraya kadar geldin, ey Musa!
41 İşte, tertemiz ahlâkın sayesinde seni kendime elçi olarak seçtim.
42 "Şimdi Mısır'a git. Kardeşini bul ve başından geçenleri ona anlat. Sonra sen ve kardeşin, sana verdiğim mucizelerimle doğruca Firavuna gidin ve bütün bunları yaparken, Beni anmakta kusur etmeyin!"
43 Musa Mısır'a geldi ve olup biteni kardeşine haber verdi. Sonra Allah, her ikisine şöyle vahyetti: "İkiniz Firavuna gidin ve yaptığı zulümden vazgeçip emirlerime itaat etmesi için onu uyarın. Çünkü o gerçekten de sınırı aştı."
44 "Fakat onunla tatlı dille konuşun, hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle onu hakikate davet edin. Kaba ve kırıcı davranmadan, gönlünü incitmeden ona ayetlerimi tebliğ edin ki, belki bu sayede öğüt alır ya da en azından ilâhî azaptan korkup zulüm ve haksızlık yapmaktan çekinir."
45 Böylece, iki kardeş sarayın yolunu tuttular. Fakat korkmuyor da değillerdi: "Ey Rabb'imiz!" dediler, "Bu zalimin bize kötülük yapmasından veya büsbütün azgınlaşmasından korkuyoruz."
46 Bunun üzerine Allah, "Korkmayın!" dedi, "Ben sizinle beraberim. Her şeyi işitir, her şeyi görürüm."
47 "Öyleyse ona gidin ve deyin ki: "Dinle ey Firavun! Biz ikimiz, seni yoktan var eden Rabb'inin sana ve halkına gönderdiği hidayet elçileriyiz. Şimdi İsrailoğulları'nı serbest bırak, bizimle birlikte Filistin'e gelsinler. Onlara köle muamelesi yaparak zulmetmekten vazgeç artık. Bize inanmıyorsan, sözlerimizin doğruluğunu ispatlamak üzere Rabb'inden apaçık bir mucizeyle geldik sana. Selâm, hidayet yolunu izleyenlere olsun! Çünkü dünyada ve âhirette gerçek anlamda barış, mutluluk, huzur ve esenlik, yalnızca doğru yolu izleyenlerin hakkıdır.
48 Çünkü bize vahyedilen bilgilere göre, Allah'ın elçilerini yalanlayan ve O'nun ayetlerinden yüz çeviren kimseler âhirette korkunç bir azaba uğrayacaklardır."
49 Bu sözler üzerine Firavun, "Ey Musa!" dedi, "Mısır'ın ve Mısırlıların Rabb'i ben olduğuma göre, söyleyin bakalım, kimmiş sizin bu Rabb'iniz?"
50 Musa, "Bizim Rabb'imiz" dedi, "var olan her şeye yaratılışındaki temel özellikleri armağan eden ve her varlığı kendi yaratılışındaki amaç ve hikmete uygun niteliklerle donatan, onları daima iyiye ve güzele doğru yönlendirerek her şeye hedefini ve yolunu gösteren yüce Allah'tır. Kulağa duymayı, göze görmeyi, balığa yüzmeyi, kelebeğe uçmayı, toprağa bitki çıkarmayı ve ağaca çiçek açıp meyve vermeyi öğreten Allah, işte bize de ayetleriyle Kendisine kulluk etmeyi öğretiyor."
51 Hiç beklemediği bu cevap karşısında şaşkına dönen Firavun, konuyu saptırmak amacıyla, "Peki," dedi, "ya önceki nesillerin durumu ne olacak? Atalarımız batıl yolda mıydı? Eğer onlar cehennemlikse, her şeye yolunu gösteren Rabb'in onları neden doğru yola iletmedi? Yok, cennetlik iseler, o hâlde biz neden cehennemlik olalım? Ayrıca, bizden önce yaşamış insanların durumu nedir? Onlar nereye gittiler? Rab'leri kimdi? Sözünü ettiğin Allah'ı tanımadan öldülerse durumları ne olacak?"
52 Musa, "Hiç kuşkusuz Rabb'im, sonsuz ilim ve hikmetiyle onlar hakkında en âdil hükmü verecektir. Çünkü onlarla ilgili şaşmaz bilgi Rabb'imin katında bir kitapta yazılıdır; sen hiç merak etme; Rabb'im hiçbir konuda yanılmaz, hiçbir şeyi unutmaz."

Musa, sarayda yankılanan gür sesiyle Rabb'inin ayetlerini okumaya devam etti:
53 "O Allah ki, yeryüzünü sizin huzur ve güven içinde yaşayabilmeniz için bir döşek yaptı. Orada rahatça gezip dolaşabilmeniz için size doğal geçitler ve yollar açtı. Gökten yağmur yağdırdı ve onun sayesinde, erkekli dişili çiftler hâlinde çeşit çeşit bitkiler çıkardı."
54 "Ve buyurdu ki: "Hem kendiniz yiyin bu ürünlerden, hem de hayvanlarınızı otlatın." Hiç kuşkusuz bunda, akıl sahipleri için Allah'ın varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren nice deliller vardır."
55 "Sizi o yerin toprağından yarattık ve sonunda öldürüp yine oraya döndüreceğiz ve en sonunda, sizi bir kez daha diriltip yine oradan çıkaracağız."
56 Böylece, Musa'ya vermiş olduğumuz bütün mucizelerimizi ve hakikati ortaya koyan bütün delillerimizi Firavuna gösterdik. Fakat o bunları yalanladı ve iman etmemekte direndi. Şöyle ki:
57 "Yaptığın büyülerle bizi yurdumuzdan çıkarıp tahtımıza tacımıza konmaya mı geldin, ey Musa?" dedi. Ve ekledi:
58 "Madem öyle, o zaman biz de sana aynı şekilde büyüyle karşılık vereceğiz. O hâlde, aramızda bir buluşma vakti belirle, ikimizin de caymayacağı uygun bir yerde buluşup halkın önünde kozlarımızı paylaşalım.
59 Musa ilâhî vahyin yönlendirmesiyle, "Pekâlâ!" dedi, "Bayram törenleri için halkın kuşluk vakti şehir meydanında toplandığı Şenlik Günü buluşma vaktimiz olsun."
60 Böylece Firavun dönüp gitti, danışma meclisini topladı, Musa'ya karşı oynayacağı oyunları, yapacağı hile ve entrikaları kararlaştırdı. Ülkenin en usta büyücülerini topladı, sonra buluşma yerine geldi.
61 Musa, karşısına çıkacak sihirbazları son bir kez uyarmak için onlara, "Yazıklar olsun size!" dedi, "Allah'ın ayetlerini yalanlayıp da O'na karşı yalan uydurmayın, yoksa O üzerinize salacağı bir azapla kökünüzü kurutur! Çünkü Allah'a karşı böyle yalan uyduranlar, kesinlikle iflah olmazlar!"
62 Bu uyarıdan etkilenen sihirbazlar bir an için tereddüde düşerek, başlangıçta çok hevesli oldukları bu işten vazgeçmek istediler. Fakat Firavun, tehditler savurarak onları buna mecbur etti. Bunun üzerine, yapacakları iş hakkında aralarında tartıştılar, fakat bunu dışarıya belli etmediler. Firavun, sihirbazları Musa ve Harun'a karşı kışkırtarak diyordu ki:
63 "Ne korkuyorsunuz bunlardan? Topu topu, sizin gibi iki büyücü bunlar. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve atalarınızdan size miras kalan şu örnek ve ideal hayat tarzınızı ortadan kaldırmak istiyorlar."
64 "O hâlde, haydi bütün maharetinizi dökün ortaya ve tek bir güç hâlinde saf tutup yürüyün onların üzerine! Çünkü bugün bu mücadelede üstün gelen, muradına ermiş olacaktır!"
65 Böylece sihirbazlar, Firavunun da zorlamasıyla Musa'nın karşısına çıktılar ve "Ey Musa!" dediler, "İster önce sen at asanı, ister ilk atan biz olalım!"
66 Musa kendinden emin bir hâlde, "Hayır, önce siz atın!" dedi. Bunun üzerine sihirbazlar, içine cıva yerleştirilmiş ipleri ve değnekleri arenanın sıcak kumlarına attılar. İşte o anda, kitlesel hipnoz yoluyla ortaya koydukları büyünün etkisiyle ipler ve sopalar Musa'nın —ve diğer bütün seyircilerin— gözünde korkunç birer yılan şeklinde, hızla hareket ediyorlarmış gibi göründü. Öyle ki;
67 Bu dehşet verici manzara karşısında Musa'nın bile yüreği korkuyla titredi.
68 Biz de ona, "Korkma, ey Musa!" dedik, "Elbette üstün gelecek olan sensin!"
69 "Bunun için, elindeki değneğini o yılanların üzerine at! Asan büyük bir yılana dönüşecek ve sihirbazların meydana getirdiği her şeyi yalayıp yutacaktır. Çünkü onların yaptıkları, büyücü hilelerinden başka bir şey değildir ve büyücü, nerede olursa olsun ve ne yaparsa yapsın, asla başarıya ulaşamaz!

O halde, ey müminler! Siz de zamanınızın Musa'sı olup zalimlerin karşısına çağınızın en büyük mucizesi olan Kur'an ayetleriyle çıktığınız takdirde, emin olun ki, çağdaş firavunların sihirbazları, siyasal ve ekonomik düzenleri, felsefî ve ideolojik sistemleri Allah'ın ayetleri karşısında tuz-buz olup eriyecek, böylece zalimler bir kez daha yenilgiye uğrayacak, hatta onların "sihirbazları" bile hakikatin gücü karşısında teslim olmaktan kendilerini alamayacaklardır:
70 Musa asasını attı ve gerçekten de asa, meydandaki bütün o sahte yılanları, çıyanları yutmaya başladı. Bunun üzerine, bu olayın sihrin ötesinde bir mucize olduğunu anlayan sihirbazlar, derhal secdeye kapandılar ve "Biz Harun ile Musa'nın davet ettikleri, tüm varlıkların gerçek sahibi, yöneticisi ve efendisi olan o âlemlerin Rabb'ine iman ediyoruz!" dediler.
71 Bu manzara karşısında öfkeden çıldıran Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız, öyle mi?" dedi, "Durun hele, şimdi anladım! Demek siz Musa adına çalışan birer ajandınız. Aslında o, size büyücülüğü öğreten üstadınız oluyor. Nasıl da düşünemedim; ta başından beri bunu plânlayıp bana oyun oynadınız. Fakat bunun cezasını çekeceksiniz: Yemin olsun ki, kollarınızı ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek, sonra da sizi hurma kütüklerinde sallandıracağım! Musa'nın Rabb'i mi ben mi, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekliymiş, o zaman göreceksiniz!"
72 Bu tehditler karşısında sihirbazlar, "Biz seni ve tehditlerini, bize gelen apaçık delillere ve bizi Yaratana tercih edecek değiliz!" dediler, "Hem senden korkmuyoruz! Haydi, hakkımızda verdiğin hükmü uygula! Fakat unutma ki, senin hükmün yalnızca şu kısacık dünya hayatında geçer."
73 Bizler, bugüne kadar işlediğimiz günahlarımızı affetmesi ve bizi zorlaman yüzünden Musa'ya karşı yaptığımız büyücülüğü bağışlaması umuduyla Rabb'imize iman ettik. Çünkü Allah'ın vereceği mükâfat, senin bize vadettiğin her şeyden daha iyi ve daha süreklidir." Böylece, sabahleyin Musa'ya meydan okuma cüretini gösteren sihirbazlar, aynı günün akşamı şehâdet şerbetini içerek en yüce makama ulaştılar. Bu olay Firavunun bütün suçlamalarını anlamsız kılmış ve Musa'nın Peygamberliğini gözler önüne sermişti. Firavuna ve onun izinden yürüyenlere gelince:
74 Gerçek şu ki, her kim Hesap Gününde Rabb'inin huzuruna suçlu bir hâlde gelirse, işte onun hakkı cehennemdir. Öyle ki, ne ölüp kurtulacak orada, ne de gerçek anlamda yaşayacaktır.
75 Ve her kim de dürüst ve erdemlice davranışlar ortaya koyan bir mümin olarak O'nun huzuruna gelirse, en yüce dereceler onların olacaktır.
76 Ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içinde yaşacakları sınırsız mutluluk diyarı olan Adn cennetleri… Tertemiz bir hayat yaşayarak kötülüklerden arınan kimselerin mükâfatı işte budur.
77 Sihirbazların şehit olmalarının ardından, bütün İsrail Oğulları Musa'ya iman etti. Firavunun baskı ve işkenceleri altında geçen uzun bir mücadele döneminin ardından, Musa'ya şöyle vahyettik: "Gerek İsrailoğulları'ndan, gerek Mısırlılardan, ayetlerime iman eden kullarımla birlikte Filistin'e gitmek üzere Mısır'dan gizlice bir gece yola çıkın ve Kızıldeniz'e kadar yürüyün. Sahile vardığınızda, karşı kıyıya geçmek için onlara asan ile denizde kuru bir yol aç. Firavun size yetişip hepinizi kılıçtan geçirecek diye korkma, denizde boğuluruz diye de hiç endişe etme!"
78 Derken, onların Mısır'dan çıktığını haber alan Firavun, ordularıyla onların peşine düştü ve Kızıldeniz'e varırlarken onlara yetişti. Musa asasıyla denize vurdu, deniz ikiye yarıldı ve İsrail Oğulları açılan yoldan yürümeye başladılar. Bunu gören Firavun, ordusuyla birlikte peşlerinden atıldı. İsrail Oğulları tam karşı kıyıya ulaşmışlardı ki, sular Firavunun ve ordusunun üzerine kapandı ve denizin dev dalgaları onları tamamen kuşatıp hepsini bir anda yutuverdi.
79 Böylece Firavun, bir lider olarak halkını doğru yola ileteceği yerde, onları büsbütün yanlış yola sürükledi.
80 Ey İsrail Oğulları! İşte böylece sizi düşmanlarınızdan kurtardık ve Musa'nın Sina Dağı'nın size göre sağ yamacına gelip vahyimizi almasını size onun aracılığıyla vaad ettik. Ayrıca size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Verimsiz çöllerde, gökten çiğ damlası gibi dökülen ve yerden mantar gibi biten tatlı bir gıdayla sizi besledik, gelip ayaklarınızın dibine düşen bıldırcın sürülerini üzerinize gönderdik. Ve dedik ki:
81 Ey İsrail Oğulları! İşte böylece sizi düşmanlarınızdan kurtardık ve Sina Dağı'nın, gönderdiğimiz vahiyden dolayı kutlu [104] ve bereketli kılınan yamacında, emirlerime uyacağınıza dair sizden söz aldık. Ayrıca size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Verimsiz çöllerde, gökten çiğ damlası gibi dökülen ve yerden mantar gibi biten tatlı bir gıdayla sizi besledik, gelip ayaklarınızın dibine düşen bıldırcın sürülerini üzerinize gönderdik. Ve dedik ki:
82 "Size bahşettiğimiz temiz ve helâl rızıklardan yiyin, fakat bunda ölçüyü aşmayın, yoksa gazabım tepenize iner! Her kim de gazabıma uğrarsa, helâk olup uçuruma yuvarlanmış demektir!"
83 Bununla beraber, hiç kuşku yok ki, Ben günahlarından pişmanlık duyup tövbe eden, ayetlerime inanıp güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyan ve sonra da, doğru yolda böylece yürümeye devam eden kimselere karşı elbette çok bağışlayıcıyım.

Hani Musa, Rabb'iyle buluşmanın özlemiyle, bir an önce huzurumuza gelmek üzere kavmini bırakıp Sina dağına çıkmıştı. Oysa yüzyıllarca tutsaklık hayatı yaşadıktan sonra özgürlüğe daha yeni adım atmış olan bu insanların, beklenen olgunluk seviyesine ulaşıncaya dek başıboş bırakılmamaları gerekiyordu. Bu yüzden ona:
84 "Ey Musa, senin bizzat rehberliğine ihtiyacı olan halkını neden geride bırakıp huzuruma gelmek için bu kadar acele ettin?" demiştik. Musa:
85 "Ey Rabb'im, onlar inanç ve davranışta beni izliyorlar. Ayrıca, hoşnutluğunu kazanmak için sana kavuşmakta acele ettim!" dedi. Bunun üzerine, ona şöyle dedik:
86 "Gerçek şu ki, senin buraya gelişinden sonra, halkını ağzı iyi lâf yapan birkaç münafıkla karşılaştırarak sınadık ve eski dinindeki batıl inançları tevhid dinine taşıyan Sâmirî adındaki bir Mısırlı, yaptığı buzağı heykeline tapmalarını sağlayarak onları kolayca kandırıp doğru yoldan çıkardı."
87 Bunun üzerine Musa, son derece öfkeli ve üzgün bir hâlde halkına döndü ve "Ey halkım!" dedi, "Rabb'iniz, tevhid inancından sapmadığınız sürece, size her türlü nimetlerini vereceğine dair güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Bu sözün gerçekleşme ihtimali size çok mu uzak geldi, yoksa Rabb'inizin gazabına mı uğramak istediniz ki, bana verdiğiniz sözden böyle dönüverdiniz?"
88 Onlar, "Biz putlara taptıysak bile, bunu iyi niyetlerle yaptık. Dolayısıyla, sana verdiğimiz sözden bilerek ve isteyerek dönmüş değiliz! Ama hani Mısır'dan çıkarken, bize yıllarca efendilik etmiş olan o halkın altın, gümüş ve mücevher cinsinden birtakım süs eşyalarını kendilerinden ödünç alarak yüklenip getirmiştik ya, bunlar çöldeki yolculuğumuz sırasında bize çok ağır geldi ve onları eritip külçe hâline getirmek için ateşe attık. Nitekim Mısır'ın eski din adamlarından olan ve görüşlerine çok değer verdiğimiz Sâmirî de böyle yapmıştı." dediler.
89 Sâmirî onlara, rüzgâr esip içinden geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapmıştı. Bu hayret verici heykeli gören pek çokları, "İşte sizin ilâhınız da, Musa'nın ilâhı da budur, fakat Musa Rabb'inin burada olduğunu unutmuş olmalı ki, O'nu dağ başında aramaya gitti." demişlerdi.
90 Peki onlar, bu heykelin kendilerine herhangi bir şekilde cevap bile veremediğini ve kendilerine hiçbir zarar veya fayda verebilecek güce de sahip olmadığını görmüyorlar mıydı?
91 Oysa Harun kendilerini zamanında uyararak, "Ey halkım!" demişti, "Siz bu buzağı ile, ancak imanınızın imtihan edildiği bir fitneye tutuldunuz. Hiç kuşkusuz sizin Rabb'iniz yaratılmış bir varlık değil, sonsuz merhamet sahibi olan Allah'tır! O hâlde, gelin sözümü dinleyin de, emrime itaat edin!"
92 Fakat onlar, "Hayır, Musa dönüp gelinceye kadar biz bu heykele tapmaya devam edeceğiz!" demişlerdi.
93 Musa, işin bu yönünden habersizdi. Bu yüzden kardeşinin yakasına yapışarak, "Ey Harun!" diye çıkıştı, "Bunların yoldan çıktığını gördüğün hâlde, ne diye sözümü dinleyip onları engellemedin?"
94 "Yoksa sen de mi emrime karşı geldin?"
95 Harun, "Ey anamın oğlu!" dedi, "Saçımı sakalımı çekme! İnan ki, onları uyardım, ama senin "Sözümü dinlemeyip İsrail Oğulları arasında ayrılık çıkardın!" demenden korktum. Bu yüzden onların üzerine gitmekten kaçındım." Bunun üzerine, Musa biraz sakinleştikten sonra Sâmiri'ye döndü ve:
96 "Nedir bu yaptığın, ey Sâmirî?" diye sordu.
97 Sâmirî, hem kendisini mazur göstermek, hem de Musa'yı övüp yücelterek muhtemel bir cezadan kurtulmak amacıyla, derhal bir yalan uydurdu ve:

"Ben onların göremediği bir şeyi, yani melek Cebrail'in sana geldiğini gördüm. Sonra o Elçinin kutsal ayak izinden bir avuç toprak aldım ve onu, buzağı yapmak üzere erittiğim altın potasının içine attım. Böylece buzağı heykeli canlıymış gibi böğürmeye başladı. Biz de bunu Rabb'imizin bir mucizesi sanıp secdeye kapandık. İçimdeki duygular, işte böylece beni bu işi yapmaya sürükledi. Ayrıca ben, Tanrıyı gözle görülemez, elle tutulamaz soyut bir varlık olarak tanımlayan bu inanç sisteminin, diğer müminlerin göremedikleri birtakım eksiklikler, yanlışlıklar içerdiğini gördüm. Bu yüzden Peygamberin izinden, yani onun bıraktığı ilkelerden bir kısmını alıp dinin muhtevasından çıkardım. Bunu kötü niyetle yapmadım; böyle yapmamın iyi olacağı içime doğdu." dedi. Nitekim binlerce yıl sonra Pavlus adındaki biri de İsa Peygamberin tebliğ ettiği dini aynı şekilde değiştirecekti.
98 Bunun üzerine Musa, "Öyleyse, derhal çık git buradan!" dedi, hayatın boyunca rastladığın herkese Yanıma yaklaşma, bana dokunma!' demen senin cezan olacaktır. Bu toplumdan tamamen dışlanacak, bir vahşi gibi yapayalnız yaşamaya mahkûm edileceksin. Bu, işlediğin suçun dünyadaki cezasıdır. Ayrıca sana, öte dünyada asla kurtulamayacağın bir azap vadedilmiştir! Şimdi, ısrarla tapınıp durduğun şu sözde ilâhına bir bak, onu ateşte eriterek yakacak ve parçalarını denize savuracağız."
99 "O hâlde, ey İsrail Oğulları! Sizin ilâhınız ancak Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun sonsuz ilmi, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır."
100 Ey Muhammed! Geçmişte yaşamış kavimlerin başından geçen ibret verici hâdiselerden bir kısmını sana böyle anlatıyoruz. İşte şimdi de sana, katımızdan hikmet, öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur'an'ı bahşettik. Öyle ki;
101 Her kim ondan yüz çevirirse, Diriliş Günü sırtında çok ağır bir günah yükü taşıyacak ve korkunç bir azaba mahkûm olacaktır!
102 Hem de, sonsuza dek orada kalmak üzere… Diriliş Günü taşıyacakları bu yük, ne fena bir yüktür!
103 Sura üflendiği ve bütün insanlar yeniden diriltildiği o büyük Gün, suçluları üzüntüden yüzleri mosmor kesilmiş ve gözleri dehşetten göğermiş ve donakalmış bir hâlde mahşer meydanında toplayacağız.
104 Aralarında gizli gizli fısıldaşarak, "Biz dünyada, olsa olsa on gün kadar kalmışızdır!" diyecekler. "Mahşer alanında insanların fısıltıyla konuşacakları şeyler bugünden nasıl bilinebilir?" demeyin, zira:
105 Onların o vakit neler söyleyeceklerini elbette en iyi Biz biliriz. Nitekim içlerinden en iyi tahmin yürütenler, o zaman, "Orada sadece bir tek gün kalmışızdır!" diyecekler.
106 Sana, Kıyamet Gününde dağların ne olacağını soruyorlar. Onlara de ki: "Rabb'im o gün onları un ufak edip savuracaktır!"
107 "Ve bu evreni bambaşka bir evrene dönüştürdükten (14. İbrahim: 48) sonra, mahşer meydanını dümdüz ve çıplak bir alan hâlinde bırakacaktır."
108 "Öyle ki, ne bir çukur göreceksin orada, ne de bir tümsek."
109 O gün bütün insanlar, kendisinden kaçış imkânı olmayan çağrıcıya uyup Büyük Mahkemede hesap vermek üzere Rahman'ın huzurunda toplanacaklar. İşte o anda, Rahman'ın hüküm vermesi için sesler kısılacak ve her tarafı korkunç bir sessizlik saracak. Öyle ki, titreme, hıçkırık ve soluk alış veriş seslerinin birbirine karıştığı boğuk bir uğultudan başka bir şey duymayacaksın.
110 O Gün hiç kimse, bir başkasının kurtuluşu için Allah katında aracılık edemeyecek. Dolayısıyla hiç kimseye kayırmanın, arka çıkmanın ve şefaatin faydası olmayacaktır. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseler, yine O'nun izin verdiği kimselere şefaat edebilecektir.
111 Çünkü Allah, insanların geçmişte ve gelecekte, gördükleri ve göremedikleri, bildikleri ve bilmedikleri, açıkladıkları ve gizledikleri, kısacası önlerindeki ve arkalarındaki her şeyi tam olarak bilmektedir. Onların ilmi ise O'nu asla kuşatamaz.

111-O gün Hayy (ezelî ve ebedî olarak diri, varlığın ve hayatın biricik kaynağı olan ölümsüz yaratıcı) ve Kayyum (evrenin mutlak hâkimi, bütün varlıkları sürekli olarak koruyup gözeten, yöneten ve yönlendiren yüce kudret) olan Allah'ın huzurunda bütün yüzler saygıyla eğilecektir. İşte o an, zulüm yüküyle O'nun huzuruna gelenler, kelimenin tam anlamıyla perişan olacaklardır!
112 Allah'ın ayetlerine yürekten inanarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlar ise, ne suçsuz oldukları hâlde cezalandırılıp haksızlığa uğratılmaktan korkacaklar, ne de hak ettikleri mükâfattan yoksun bırakılmaktan.
113 Ey insanoğlu! İşte böylece Biz bu kitabı Arapça okunup anlaşılabilen ve hayatın her cephesini kuşatan, insanın bulunduğu her yerde sürekli okunup gündeme getirilmesi gereken bir Kur'an olarak gönderdik ve içerisinde her türden uyarıyı tekrar tekrar ele alıp açıkladık. Ki, önce Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arap toplumu, daha sonra da tüm insanlar iyiliklere, güzelliklere yönelip kötülüklerden sakınsınlar yahut bu ibret verici ayetler onların en azından gaflet uykusundan uyanmalarını, öğüt alıp düşünmelerini sağlasın. Şu halde, İslâm davetçilerine bir görev düşüyor: Kur'an'ı kendi dillerine tercüme edip halkı aydınlatarak, Arapça bilmeyen toplumların da bu evrensel mesajı anlamasını sağlamak.
114 Demek oluyor ki, Allah insanoğlunun tasavvur ettiği her şeyin üstünde ve ötesindedir. Eşi benzeri yoktur, yüceler yücesidir. Mutlak egemenlik sahibi, gerçek hükümdardır. Doğrunun, gerçeğin, hakkın ve hakikatin ta kendisidir.

Ey Peygamber! Cebrail sana vahiy getirirken, Kur'an'ın vahyi tamamlanmadan önce onu unuturum endişesiyle acele davranıp ayetleri ezberlemeye çalışma. Korkma, bütün ayetleri senin kalbine nakşedip hepsini ezberlemeni sağlayacağız. Ve sen, ey Kur'an okuyucusu! Bu kitabı doğru anlamak istiyorsan, peşin ve aceleci yaklaşımlardan sakınmalı, ayetleri ait oldukları genel anlam örgüsünden soyutlayarak onlardan aceleci hükümler çıkarmamalısın. Kur'an'ı bir bütün olarak ele almalı ve bir kaç anlama gelebilecek ayetleri, o bütün içinde değerlendirmelisin.

Ne kadar bilgili olursan ol, hiçbir konuda kendini yeterli görme. Daima, "Ey Rabb'im, anlayışımı, idrak ve ilmimi artır!" de ve bunun gereği olan okuma, öğrenme, araştırma ve düşünme faaliyetlerini bir an bile kesintiye uğratma.
115 Gerçekten Biz vaktiyle Âdem'den de söz almıştık. Fakat o, beşerî bir özellik olarak, verdiği sözü çabucak unutuverdi. Doğrusu onda, emrimize bağlılık konusunda yeterli bir gayret ve kararlılık görmedik. Şöyle ki:
116 Hani bir zaman meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin, yani onun size üstünlüğünü kabul ederek, önünde saygıyla eğilin!" demiştik. Bunun üzerine, melekler Allah'ın emrine uyarak derhal secde ettiler, ancak aralarında yaşayan ve aslen bir cin olan İblis hariç. O bunu gururuna yediremedi ve Allah'ın emrine başkaldırma pahasına, Âdem'in önünde boyun eğmekten kaçındı.
117 Bunun üzerine, "Ey Âdem!" dedik, "İşte bu şeytan, senin ve eşinin düşmanıdır ve kıyamete kadar da düşmanınız olacaktır. O hâlde, onun hilelerine karşı ikiniz de dikkatli olun ki, sizi isyankârlığa sürükleyip cennetten çıkarmasın, yoksa büyük bir sıkıntıya düşer, mutsuz olursun!"
118 "Çünkü burada açlık çekmeyecek, çıplak kalmayacaksın."
119 "Ve yine burada susuz kalmayacak, güneşin bunaltıcı sıcağından rahatsız olmayacaksın. İşte bu cennette yaşayın ve burada dilediğiniz yerden, dilediğiniz kadar yiyin için. Ancak, insanın başıboş bir varlık olmadığını, kendisine bahşedilen özgür iradenin ilahi emir ve yasaklarla kayıtlı olduğunu sizlere hatırlatmak üzere meyvesini yasakladığım şu ağaca sakın yaklaşmayın!"
120 Derken şeytan ona sinsice fısıldayarak, "Ey Âdem!" dedi, "Sana sonsuz hayat ağacını ve dolayısıyla, ebediyen yok olmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi? Şu ağacın meyvesinden tadar tatmaz, ölümsüz birer melek olacaksınız. Zaten Allah, bu yüzden onun meyvesinden yemenizi size yasakladı."
121 Böylece, her ikisi de şeytanın yalanlarına kanıp o ağacın meyvesinden yediler ve meyveyi yer yemez, derhal çıplaklıklarının farkına varıp cennetteki ağaçların yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Âdem, Rabb'inin emrine karşı gelerek günah işlemiş oldu.
122 Fakat Âdem, İblis gibi kibre kapılıp günahında diretmedi. Aksine, hatasını itiraf ederek pişmanlık içinde Rabb'inin affına sığındı. Bunun üzerine, Rabb'i onu seçip yüceltti, tövbesini kabul etti ve onu doğru yola iletti.

Daha sonra Âdem ve Havva, asıl yaratılış gayeleri olan halifelik görevini yerine getirmek üzere cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderildiler.
123 Allah insana ve şeytana seslenerek, "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin!" dedi, "Göndereceğim elçiler ve kitaplar sayesinde sizlere doğru yolu göstereceğim. Benden size bir yol gösterici gelince, her kim Benim gösterdiğim yolu izlerse, şaşırıp sapmayacak ve dünyada da âhirette de mutsuz olmayacaktır.
124 Ama her kim de Benim öğüt ve uyarılarımla dolu olan şu Kur'an'dan yüz çevirecek olursa, onun için dar, kısır ve sıkıntılı bir hayat vardır. Bitip tükenmeyen arzu ve ihtirasların yol açtığı doyumsuzluk, tedirginlik, ruhsal bunalımlar, vicdan azabı ve toplumsal çalkantılar yüzünden, bu dünyada gerçek anlamda mutluluk ve huzurdan yoksun kalacaktır. Hesap Gününde ise, onu kör olarak diriltip huzurumuza getireceğiz.
125 "Ey Rabb'im!" diye feryat edecek, "Beni neden kör olarak dirilttin? Oysa ben hayattayken gözleri gören biriydim."
126 Allah da ona, "Hayır, sen aslında dünyada da kördün!" diye cevap verecek, "Çünkü vaktiyle, hakikati açıkça ortaya koyan ayetlerim sana ulaşmıştı da, sen hakikat karşısında kör ve sağır kesilmiş, onları göz ardı edip unutuvermiştin. İşte bugün sen de aynı şekilde unutulacaksın!"
127 İşte Biz, kendilerine bahşedilmiş olan akıl, güç, yetenek, sağlık, servet gibi nimetleri kötü yolda kullanarak ömürlerini boş yere harcayıp savurganlık eden ve Rabb'inin ayetlerine imanı reddeden kimseleri, dünyada böyle cezalandıracağız. Âhiret azabı ise, elbette çok daha çetin ve çok daha uzun süreli olacaktır. Oysa insanlık tarihini şöyle bir gözden geçirip devletlerin, medeniyetlerin yıkılış sebepleri üzerinde düşünselerdi, zalimlerinin sonunun hep aynı olduğunu göreceklerdi:
128 Kendilerinden önce gelip geçmiş nice büyük medeniyetleri ve güçlü toplumları helâk etmemiz, çağdaş kâfirlerin akıllarını başlarına getirmiyor mu? Üstelik geçmiş milletlerin bıraktığı ibret verici kalıntıları, tarihi eserleri ve virane olmuş evleri arasında, zaman zaman turistik veya ticari seyahatler yaparak gezip dolaşmaktalar. Elbette bunda, akıl ve sağduyu sahipleri için, ilâhî yasalar hakkında önemli ipuçları veren nice ibretler, işaretler ve deliller vardır.
129 Eğer bu dünyanın imtihan yeri olduğuna ve her şeyin tam karşılığının ancak âhirette verileceğine dair Rabb'in tarafından ezelden verilmiş bir hüküm ve bu hükmün gerçekleşmesi için belirlenmiş bir süre olmasaydı, bütün kâfirlerin, zalimlerin derhal helâk edilmesi kaçınılmaz olurdu. Fakat ilâhî hikmet, bu dünyanın bir mücadele ve imtihan yurdu olmasını takdir etti.
130 O hâlde, ey Müslüman, onların inkâr ve alay dolu sözlerine sabret! Mücadelende sana azık olmak üzere, güneşin doğmasından ve batmasından önce, gece saatlerinde ve gündüzün uygun vakitlerinde namaz, dua ve zikirlerle Rabb'ini överek ve O'nun yüceliğini hem kendi benliğine, hem de tüm insanlığa ilan ederek tesbih et ki, ilâhî rahmet ve hoşnutluğa eresin.
131 Ve sakın ola ki, onlardan bazı zümrelere sırf kendilerini sınamak için geçici olarak verdiğimiz dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine gözünü dikip de, bu nimetleri elde etme adına Allah yolunda göstermen gereken fedakârlıktan taviz verme! Hak ve adaletin egemen olması için verdiğin mücadelede bir an olsun gevşekliğe düşme! Unutma ki, Rabb'inin sana bu dünyada bağışladığı mütevazı, fakat helâl ve temiz geçimlikler ve âhirette bağışlayacağı sonsuz nimetler, insanı azdıran lüks ve şatafattan hem daha hayırlı, hem daha kalıcıdır.
132 Bu arada ailene, yakın akrabalarına ve emrin altında bulunan kimselere namaz kılmalarını emret ve sen de bıkkınlık göstermeden sabırla namaza devam et. Biz senden herhangi bir rızık istiyor değiliz, aksine, senin ve bütün varlıkların rızkını veren Biziz! Biz her türlü ihtiyaçtan uzak olduğumuza göre, bu tür yükümlülükleri yalnızca insanların kendi yararları için emretmekteyiz. Mutlu son, iman edip dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyarak kötülüklerden titizlikle sakınan kimselerin olacaktır.
133 Ama yine de inkârcılar, "Muhammed, Peygamberliğini ispatlamak için bize Rabb'inden apaçık bir delil, bizim istediğimiz türden bir mucize gösterseydi ya!" diyorlar. Peki, önceki kitaplarda bulunan bu kitabın ilâhî kaynaklı olduğunu gün gibi ortaya koyan nice apaçık deliller ve ikna edici bilgiler ve belgeler, bu Kur'an sayesinde onlara ulaştırılmadı mı? O hâlde, artık hiç kimsenin iman etmemek için mazereti kalmamıştır. Nitekim:
134 Şayet Biz bu Kur'an'ı göndermeden önce onları işledikleri günahlardan dolayı azapla helâk etseydik, o zaman haklı olarak, "Ey Rabb'imiz! Bize yol gösterecek bir kitap ve bir elçi gönderseydin de, bu aşağılık duruma düşüp rezil olmadan önce ayetlerine uyup azaptan kurtulsaydık olmaz mıydı?" diyeceklerdi. Bunun için Rabb'in, halkı ilâhî uyarılardan habersiz olan hiçbir ülkeyi onlara doğru yolu gösteren uyarıcılar göndermeden haksız yere helâk edecek değildir (6. En'âm: 131).
135 Bütün bunlara rağmen yine de inkârcılıkta diretirlerse, onlara de ki: "Ey kâfirler! Herkes bu mücadeleni sonucunu merakla bekliyor. Mademki iman etmemekte bu kadar kararlısınız, o hâlde bekleyin bakalım; kimlerin dosdoğru yolda yürüyen hakikat erleri olduğunu, pek yakında sizler de ayan beyan göreceksiniz.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰهٰۜ 1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ 2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ 3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ 4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى 6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى 7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى 8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ 9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى 10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى 11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ 12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى 13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي 14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى 15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى 16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى 17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى 18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى 19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى 20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى 21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ 22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ 23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟ 24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ 25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ 26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ 27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ 28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ 29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ 30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ 31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ 32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ 33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ 34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً 35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى 36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ 37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ 38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ 39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى 40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ 41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ 42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ 43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى 44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى 45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى 46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى 47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى 48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى 49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى 50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى 51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ 52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى 53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى 55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى 56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى 57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى 58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى 59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى 60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى 61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى 62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى 63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى 64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى 65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى 66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى 67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى 68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى 69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى 70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى 71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ 72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى 74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ 75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ 76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى 77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ 78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى 79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى 80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى 81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى 82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى 83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى 84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ 85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي 86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ 87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ 88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟ 89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي 90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى 91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ 92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي 93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي 94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ 95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي 96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً 97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً 98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ 99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ 100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ 101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ 102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً 103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟ 104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ 105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ 106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً 107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً 108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً 109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً 110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً 111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً 112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً 113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً 114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟ 115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى 116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى 117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ 118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى 119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى 120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ 121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى 122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى 123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى 124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً 125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى 126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى 127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ 129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى 130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى 132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى 133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى 134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى 135
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰهٰۜ
Tâ Hâ. Ey hak yolunun yolcusu! Kendilerine Kur'an'ı tebliğ ettiğin hâlde, inatla hakkı inkâr eden zalimlerin davranışları seni üzmesin, ümitsizliğe ve yılgınlığa düşürmesin! Unutma ki;
1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
Biz sana bu Kur'an'ı, sıkıntıya düşüp mutsuz olasın diye göndermedik.
2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
Ancak, Allah'a saygılı davranan kimselere bir öğüt ve uyarı olsun diye gönderdik.
3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
Hem de, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah'ın katından indirilen bir Kitap olarak.
4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
O sonsuz merhamet sahibi olan Rahman katından ki, bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere, kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturmuştur.
5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan bütün varlıklar ve toprağın altında olanlar, yalnızca O'nundur.
6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
Ey insanoğlu! Sözlerini içinde gizlesen de, açığa vursan da, Allah için birdir. Çünkü O gizli söz ve düşünceleri de bilir, bundan çok daha gizli olanı da...
7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. En mükemmel özellikler, en üstün nitelikler ve en güzel isimler O'nundur. Gelmiş geçmiş bütün Peygamberler ve kutsal kitaplar bu hakikati dile getirmiş ve bu temel prensiplere dayalı bir inanç sistemi ortaya koymuşlardır. Örneğin:
8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Musa'nın ibretlerle dolu o ilginç öyküsü anlatılmadı mı sana?
9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
Hani Musa ailesiyle birlikte Medyen'den Mısır'a dönerken, geceleyin yolunu kaybetmiş ve uzaklarda bir ateş görmüştü. Ailesine, "Siz burada bekleyin!" dedi, "Ağaçların arasında bir ateş ilişti gözüme, belki ısınmak için size oradan bir kor parçası getiririm yahut ateşin yanında bize yol gösterecek biriyle karşılaşırım." Musa gerçekten de orada kendisine yol gösterecek biriyle karşılaştı:
10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
Musa ateşe yaklaşınca, "Ey Musa!" diye bir ses duyuldu.
11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
"Ben, evet ben senin Rabb'inim! Öyleyse çıkar ayakkabılarını, çünkü sen şu an Sina dağının eteklerindeki Tuva'da, bir mabet kadar saygıdeğer olan o kutsal vadide yüce bir makamın huzurunda bulunuyorsun.
12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى
Ey Musa, seni kendime elçi olarak seçtim, şimdi sana vahyedilecekleri dinle:
13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
Hiç kuşkusuz Ben, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah'ım. O hâlde, yalnızca Bana kulluk et ve Beni anıp yüceltmek için namazı dosdoğru kıl!
14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
Vaktini büyük ölçüde sizden gizlemiş olduğum kıyamet, herkese yapıp ettiklerinin karşılığı en âdil biçimde verilmesi için mutlaka gelip çatacaktır!
15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
"O hâlde ey Musa! Kıyamete inanmayan, böylece kendi arzu ve ihtiraslarının peşine düşen kimseler sakın seni ondan, yani hesap gününe dayalı inanç ve hayat nizamından çevirmesin, yoksa helâk olur gidersin!" Ve bu öğütlerin ardından, Allah Musa'yı ruhen yatıştırıp Peygamberliğe hazırlamak üzere onunla konuşmaya başladı:
16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
"Şu elindeki nedir, ey Musa?"
17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
Musa, "Bu benim asamdır!" dedi, "Ona yaslanırım, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak silkelerim ve daha pek çok işime yarar."
18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
Allah, "Şimdi onu yere at, ey Musa!" dedi.
19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
Bunun üzerine, Musa onu yere attı. Bir de ne görsün, asa bir yılan olmuş, kıvrıla kıvrıla akıp gidiyor!
20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى
Allah, "Onu tekrar eline al!" dedi, "Korkma, onu hemen eski hâline çevireceğiz! İşte bu, sana verilen bir mucize olacak."
21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
"Şimdi de elini koynuna sok, onu geri çıkardığında, —herhangi bir hastalıktan değil, sana verilen bir başka mucize olarak— gözleri kamaştıracak derecede ışıl ışıl, bembeyaz olarak çıksın."
22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
"Ki böylece, sana büyük mucizelerimizden bir kısmını göstermiş olalım."
23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
"O hâlde, şimdi doğru Firavuna git ve onu bir tek Allah'a kulluğa davet et! Çünkü o, iyice azgınlaştı!"
24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
Musa, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Bu ağır görevi başarmam için bana cesaret, kararlılık ve özgüven bahşederek yüreğime genişlik ver!"
25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
"İşlerimde bana kolaylık bahşet."
26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
"Ve dilimdeki şu bağı çöz. Düzgün ve akıcı konuşmamı sağla Allah'ım!"
27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
"Ki, hakikati tebliğ edeceğim insanlar ne dediğimi iyice anlayabilsinler."
28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ
"Ve yakın akrabalarımdan birini,"
29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
"Ağabeyim Harun'u, bana yardımcı bir Peygamber kıl."
30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
"Böylece onunla gücümü pekiştir,"
31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
"Ve onu görevimde bana ortak kıl."
32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ
"Ki senin yüceliğini tüm dünyaya ilan edelim."
33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ
"Ve adını hep gündeme getirerek Seni sürekli analım."
34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً
"Elbette ki Sen bizim her hâlimizi görmektesin."
35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
Bunun üzerine Allah, "Bütün bu dilediklerin sana verilmiştir, ey Musa!" dedi.
36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
Gerçekten sana, geçmişte bir kez daha büyük bir lütufta bulunmuştuk.
37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
O zamanlar sen daha küçücük bir bebektin. Firavun, İsrail Oğulları'nın yeni doğan bütün erkek çocuklarını kılıçtan geçirmekteydi. Oysa senin, bu kutsal görev için yaşaman gerekiyordu. Bunun için, seni Firavunun askerlerinden kurtarmak üzere annene şöyle vahyetmiştik:
38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
"Bebeğini bir sandığa koy ve sandığı da Nil nehrine bırak. Böylece nehir onu kıyıya çıkaracak ve hem Benim, hem de onun düşmanı olan Firavun onu yetiştirmek üzere yanına alacak."

Ayrıca, bizzat Benim gözetimim altında yetişip bilgili ve güçlü bir lider olarak eğitilmen için, sana kendi katımdan gönülleri cezbeden bir güzellik ve sevecenlik bağışlamış ve böylece, Firavunun seni el üstünde tutmasını sağlamıştım.
39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Hani sen, Firavunun hanımı tarafından nehirde bulunduğunda, hiçbir kadının sütünü emmemiştin. Bu sırada, olup bitenleri uzaktan izleyen kız kardeşin onların yanına gelmiş ve "Bu çocuğu emzirecek ve onun bakımını üstlenecek birini size göstereyim mi?" demişti. Böylece, yüreği sevinçle dolsun ve artık üzüntü çekmesin diye seni tekrar annene kavuşturmuştuk.

Hani gençliğinde, yanlışlıkla bir adam öldürmüştün. İşte o zaman da seni kaygı ve tasalarından kurtarmış ve daha nice imtihanlardan geçirerek sabır, olgunluk, doğru ve yerinde karar verebilme gibi özelliklerle dereceni yükseltmiştik. Derken, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda, ta ezelden belirlenmiş bir yazgıya göre buraya kadar geldin, ey Musa!
40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
İşte, tertemiz ahlâkın sayesinde seni kendime elçi olarak seçtim.
41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
"Şimdi Mısır'a git. Kardeşini bul ve başından geçenleri ona anlat. Sonra sen ve kardeşin, sana verdiğim mucizelerimle doğruca Firavuna gidin ve bütün bunları yaparken, Beni anmakta kusur etmeyin!"
42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
Musa Mısır'a geldi ve olup biteni kardeşine haber verdi. Sonra Allah, her ikisine şöyle vahyetti: "İkiniz Firavuna gidin ve yaptığı zulümden vazgeçip emirlerime itaat etmesi için onu uyarın. Çünkü o gerçekten de sınırı aştı."
43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
"Fakat onunla tatlı dille konuşun, hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle onu hakikate davet edin. Kaba ve kırıcı davranmadan, gönlünü incitmeden ona ayetlerimi tebliğ edin ki, belki bu sayede öğüt alır ya da en azından ilâhî azaptan korkup zulüm ve haksızlık yapmaktan çekinir."
44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Böylece, iki kardeş sarayın yolunu tuttular. Fakat korkmuyor da değillerdi: "Ey Rabb'imiz!" dediler, "Bu zalimin bize kötülük yapmasından veya büsbütün azgınlaşmasından korkuyoruz."
45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
Bunun üzerine Allah, "Korkmayın!" dedi, "Ben sizinle beraberim. Her şeyi işitir, her şeyi görürüm."
46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
"Öyleyse ona gidin ve deyin ki: "Dinle ey Firavun! Biz ikimiz, seni yoktan var eden Rabb'inin sana ve halkına gönderdiği hidayet elçileriyiz. Şimdi İsrailoğulları'nı serbest bırak, bizimle birlikte Filistin'e gelsinler. Onlara köle muamelesi yaparak zulmetmekten vazgeç artık. Bize inanmıyorsan, sözlerimizin doğruluğunu ispatlamak üzere Rabb'inden apaçık bir mucizeyle geldik sana. Selâm, hidayet yolunu izleyenlere olsun! Çünkü dünyada ve âhirette gerçek anlamda barış, mutluluk, huzur ve esenlik, yalnızca doğru yolu izleyenlerin hakkıdır.
47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
Çünkü bize vahyedilen bilgilere göre, Allah'ın elçilerini yalanlayan ve O'nun ayetlerinden yüz çeviren kimseler âhirette korkunç bir azaba uğrayacaklardır."
48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Bu sözler üzerine Firavun, "Ey Musa!" dedi, "Mısır'ın ve Mısırlıların Rabb'i ben olduğuma göre, söyleyin bakalım, kimmiş sizin bu Rabb'iniz?"
49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
Musa, "Bizim Rabb'imiz" dedi, "var olan her şeye yaratılışındaki temel özellikleri armağan eden ve her varlığı kendi yaratılışındaki amaç ve hikmete uygun niteliklerle donatan, onları daima iyiye ve güzele doğru yönlendirerek her şeye hedefini ve yolunu gösteren yüce Allah'tır. Kulağa duymayı, göze görmeyi, balığa yüzmeyi, kelebeğe uçmayı, toprağa bitki çıkarmayı ve ağaca çiçek açıp meyve vermeyi öğreten Allah, işte bize de ayetleriyle Kendisine kulluk etmeyi öğretiyor."
50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
Hiç beklemediği bu cevap karşısında şaşkına dönen Firavun, konuyu saptırmak amacıyla, "Peki," dedi, "ya önceki nesillerin durumu ne olacak? Atalarımız batıl yolda mıydı? Eğer onlar cehennemlikse, her şeye yolunu gösteren Rabb'in onları neden doğru yola iletmedi? Yok, cennetlik iseler, o hâlde biz neden cehennemlik olalım? Ayrıca, bizden önce yaşamış insanların durumu nedir? Onlar nereye gittiler? Rab'leri kimdi? Sözünü ettiğin Allah'ı tanımadan öldülerse durumları ne olacak?"
51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
Musa, "Hiç kuşkusuz Rabb'im, sonsuz ilim ve hikmetiyle onlar hakkında en âdil hükmü verecektir. Çünkü onlarla ilgili şaşmaz bilgi Rabb'imin katında bir kitapta yazılıdır; sen hiç merak etme; Rabb'im hiçbir konuda yanılmaz, hiçbir şeyi unutmaz."

Musa, sarayda yankılanan gür sesiyle Rabb'inin ayetlerini okumaya devam etti:
52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
"O Allah ki, yeryüzünü sizin huzur ve güven içinde yaşayabilmeniz için bir döşek yaptı. Orada rahatça gezip dolaşabilmeniz için size doğal geçitler ve yollar açtı. Gökten yağmur yağdırdı ve onun sayesinde, erkekli dişili çiftler hâlinde çeşit çeşit bitkiler çıkardı."
53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
"Ve buyurdu ki: "Hem kendiniz yiyin bu ürünlerden, hem de hayvanlarınızı otlatın." Hiç kuşkusuz bunda, akıl sahipleri için Allah'ın varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren nice deliller vardır."
54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
"Sizi o yerin toprağından yarattık ve sonunda öldürüp yine oraya döndüreceğiz ve en sonunda, sizi bir kez daha diriltip yine oradan çıkaracağız."
55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
Böylece, Musa'ya vermiş olduğumuz bütün mucizelerimizi ve hakikati ortaya koyan bütün delillerimizi Firavuna gösterdik. Fakat o bunları yalanladı ve iman etmemekte direndi. Şöyle ki:
56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
"Yaptığın büyülerle bizi yurdumuzdan çıkarıp tahtımıza tacımıza konmaya mı geldin, ey Musa?" dedi. Ve ekledi:
57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى
"Madem öyle, o zaman biz de sana aynı şekilde büyüyle karşılık vereceğiz. O hâlde, aramızda bir buluşma vakti belirle, ikimizin de caymayacağı uygun bir yerde buluşup halkın önünde kozlarımızı paylaşalım.
58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa ilâhî vahyin yönlendirmesiyle, "Pekâlâ!" dedi, "Bayram törenleri için halkın kuşluk vakti şehir meydanında toplandığı Şenlik Günü buluşma vaktimiz olsun."
59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Böylece Firavun dönüp gitti, danışma meclisini topladı, Musa'ya karşı oynayacağı oyunları, yapacağı hile ve entrikaları kararlaştırdı. Ülkenin en usta büyücülerini topladı, sonra buluşma yerine geldi.
60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa, karşısına çıkacak sihirbazları son bir kez uyarmak için onlara, "Yazıklar olsun size!" dedi, "Allah'ın ayetlerini yalanlayıp da O'na karşı yalan uydurmayın, yoksa O üzerinize salacağı bir azapla kökünüzü kurutur! Çünkü Allah'a karşı böyle yalan uyduranlar, kesinlikle iflah olmazlar!"
61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
Bu uyarıdan etkilenen sihirbazlar bir an için tereddüde düşerek, başlangıçta çok hevesli oldukları bu işten vazgeçmek istediler. Fakat Firavun, tehditler savurarak onları buna mecbur etti. Bunun üzerine, yapacakları iş hakkında aralarında tartıştılar, fakat bunu dışarıya belli etmediler. Firavun, sihirbazları Musa ve Harun'a karşı kışkırtarak diyordu ki:
62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
"Ne korkuyorsunuz bunlardan? Topu topu, sizin gibi iki büyücü bunlar. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve atalarınızdan size miras kalan şu örnek ve ideal hayat tarzınızı ortadan kaldırmak istiyorlar."
63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
"O hâlde, haydi bütün maharetinizi dökün ortaya ve tek bir güç hâlinde saf tutup yürüyün onların üzerine! Çünkü bugün bu mücadelede üstün gelen, muradına ermiş olacaktır!"
64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
Böylece sihirbazlar, Firavunun da zorlamasıyla Musa'nın karşısına çıktılar ve "Ey Musa!" dediler, "İster önce sen at asanı, ister ilk atan biz olalım!"
65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa kendinden emin bir hâlde, "Hayır, önce siz atın!" dedi. Bunun üzerine sihirbazlar, içine cıva yerleştirilmiş ipleri ve değnekleri arenanın sıcak kumlarına attılar. İşte o anda, kitlesel hipnoz yoluyla ortaya koydukları büyünün etkisiyle ipler ve sopalar Musa'nın —ve diğer bütün seyircilerin— gözünde korkunç birer yılan şeklinde, hızla hareket ediyorlarmış gibi göründü. Öyle ki;
66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Bu dehşet verici manzara karşısında Musa'nın bile yüreği korkuyla titredi.
67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
Biz de ona, "Korkma, ey Musa!" dedik, "Elbette üstün gelecek olan sensin!"
68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
"Bunun için, elindeki değneğini o yılanların üzerine at! Asan büyük bir yılana dönüşecek ve sihirbazların meydana getirdiği her şeyi yalayıp yutacaktır. Çünkü onların yaptıkları, büyücü hilelerinden başka bir şey değildir ve büyücü, nerede olursa olsun ve ne yaparsa yapsın, asla başarıya ulaşamaz!

O halde, ey müminler! Siz de zamanınızın Musa'sı olup zalimlerin karşısına çağınızın en büyük mucizesi olan Kur'an ayetleriyle çıktığınız takdirde, emin olun ki, çağdaş firavunların sihirbazları, siyasal ve ekonomik düzenleri, felsefî ve ideolojik sistemleri Allah'ın ayetleri karşısında tuz-buz olup eriyecek, böylece zalimler bir kez daha yenilgiye uğrayacak, hatta onların "sihirbazları" bile hakikatin gücü karşısında teslim olmaktan kendilerini alamayacaklardır:
69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Musa asasını attı ve gerçekten de asa, meydandaki bütün o sahte yılanları, çıyanları yutmaya başladı. Bunun üzerine, bu olayın sihrin ötesinde bir mucize olduğunu anlayan sihirbazlar, derhal secdeye kapandılar ve "Biz Harun ile Musa'nın davet ettikleri, tüm varlıkların gerçek sahibi, yöneticisi ve efendisi olan o âlemlerin Rabb'ine iman ediyoruz!" dediler.
70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
Bu manzara karşısında öfkeden çıldıran Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız, öyle mi?" dedi, "Durun hele, şimdi anladım! Demek siz Musa adına çalışan birer ajandınız. Aslında o, size büyücülüğü öğreten üstadınız oluyor. Nasıl da düşünemedim; ta başından beri bunu plânlayıp bana oyun oynadınız. Fakat bunun cezasını çekeceksiniz: Yemin olsun ki, kollarınızı ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek, sonra da sizi hurma kütüklerinde sallandıracağım! Musa'nın Rabb'i mi ben mi, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekliymiş, o zaman göreceksiniz!"
71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Bu tehditler karşısında sihirbazlar, "Biz seni ve tehditlerini, bize gelen apaçık delillere ve bizi Yaratana tercih edecek değiliz!" dediler, "Hem senden korkmuyoruz! Haydi, hakkımızda verdiğin hükmü uygula! Fakat unutma ki, senin hükmün yalnızca şu kısacık dünya hayatında geçer."
72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Bizler, bugüne kadar işlediğimiz günahlarımızı affetmesi ve bizi zorlaman yüzünden Musa'ya karşı yaptığımız büyücülüğü bağışlaması umuduyla Rabb'imize iman ettik. Çünkü Allah'ın vereceği mükâfat, senin bize vadettiğin her şeyden daha iyi ve daha süreklidir." Böylece, sabahleyin Musa'ya meydan okuma cüretini gösteren sihirbazlar, aynı günün akşamı şehâdet şerbetini içerek en yüce makama ulaştılar. Bu olay Firavunun bütün suçlamalarını anlamsız kılmış ve Musa'nın Peygamberliğini gözler önüne sermişti. Firavuna ve onun izinden yürüyenlere gelince:
73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Gerçek şu ki, her kim Hesap Gününde Rabb'inin huzuruna suçlu bir hâlde gelirse, işte onun hakkı cehennemdir. Öyle ki, ne ölüp kurtulacak orada, ne de gerçek anlamda yaşayacaktır.
74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Ve her kim de dürüst ve erdemlice davranışlar ortaya koyan bir mümin olarak O'nun huzuruna gelirse, en yüce dereceler onların olacaktır.
75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
Ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içinde yaşacakları sınırsız mutluluk diyarı olan Adn cennetleri… Tertemiz bir hayat yaşayarak kötülüklerden arınan kimselerin mükâfatı işte budur.
76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى
Sihirbazların şehit olmalarının ardından, bütün İsrail Oğulları Musa'ya iman etti. Firavunun baskı ve işkenceleri altında geçen uzun bir mücadele döneminin ardından, Musa'ya şöyle vahyettik: "Gerek İsrailoğulları'ndan, gerek Mısırlılardan, ayetlerime iman eden kullarımla birlikte Filistin'e gitmek üzere Mısır'dan gizlice bir gece yola çıkın ve Kızıldeniz'e kadar yürüyün. Sahile vardığınızda, karşı kıyıya geçmek için onlara asan ile denizde kuru bir yol aç. Firavun size yetişip hepinizi kılıçtan geçirecek diye korkma, denizde boğuluruz diye de hiç endişe etme!"
77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
Derken, onların Mısır'dan çıktığını haber alan Firavun, ordularıyla onların peşine düştü ve Kızıldeniz'e varırlarken onlara yetişti. Musa asasıyla denize vurdu, deniz ikiye yarıldı ve İsrail Oğulları açılan yoldan yürümeye başladılar. Bunu gören Firavun, ordusuyla birlikte peşlerinden atıldı. İsrail Oğulları tam karşı kıyıya ulaşmışlardı ki, sular Firavunun ve ordusunun üzerine kapandı ve denizin dev dalgaları onları tamamen kuşatıp hepsini bir anda yutuverdi.
78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Böylece Firavun, bir lider olarak halkını doğru yola ileteceği yerde, onları büsbütün yanlış yola sürükledi.
79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrail Oğulları! İşte böylece sizi düşmanlarınızdan kurtardık ve Musa'nın Sina Dağı'nın size göre sağ yamacına gelip vahyimizi almasını size onun aracılığıyla vaad ettik. Ayrıca size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Verimsiz çöllerde, gökten çiğ damlası gibi dökülen ve yerden mantar gibi biten tatlı bir gıdayla sizi besledik, gelip ayaklarınızın dibine düşen bıldırcın sürülerini üzerinize gönderdik. Ve dedik ki:
80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Ey İsrail Oğulları! İşte böylece sizi düşmanlarınızdan kurtardık ve Sina Dağı'nın, gönderdiğimiz vahiyden dolayı kutlu [104] ve bereketli kılınan yamacında, emirlerime uyacağınıza dair sizden söz aldık. Ayrıca size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Verimsiz çöllerde, gökten çiğ damlası gibi dökülen ve yerden mantar gibi biten tatlı bir gıdayla sizi besledik, gelip ayaklarınızın dibine düşen bıldırcın sürülerini üzerinize gönderdik. Ve dedik ki:
81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى
"Size bahşettiğimiz temiz ve helâl rızıklardan yiyin, fakat bunda ölçüyü aşmayın, yoksa gazabım tepenize iner! Her kim de gazabıma uğrarsa, helâk olup uçuruma yuvarlanmış demektir!"
82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
Bununla beraber, hiç kuşku yok ki, Ben günahlarından pişmanlık duyup tövbe eden, ayetlerime inanıp güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyan ve sonra da, doğru yolda böylece yürümeye devam eden kimselere karşı elbette çok bağışlayıcıyım.

Hani Musa, Rabb'iyle buluşmanın özlemiyle, bir an önce huzurumuza gelmek üzere kavmini bırakıp Sina dağına çıkmıştı. Oysa yüzyıllarca tutsaklık hayatı yaşadıktan sonra özgürlüğe daha yeni adım atmış olan bu insanların, beklenen olgunluk seviyesine ulaşıncaya dek başıboş bırakılmamaları gerekiyordu. Bu yüzden ona:
83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
"Ey Musa, senin bizzat rehberliğine ihtiyacı olan halkını neden geride bırakıp huzuruma gelmek için bu kadar acele ettin?" demiştik. Musa:
84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
"Ey Rabb'im, onlar inanç ve davranışta beni izliyorlar. Ayrıca, hoşnutluğunu kazanmak için sana kavuşmakta acele ettim!" dedi. Bunun üzerine, ona şöyle dedik:
85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
"Gerçek şu ki, senin buraya gelişinden sonra, halkını ağzı iyi lâf yapan birkaç münafıkla karşılaştırarak sınadık ve eski dinindeki batıl inançları tevhid dinine taşıyan Sâmirî adındaki bir Mısırlı, yaptığı buzağı heykeline tapmalarını sağlayarak onları kolayca kandırıp doğru yoldan çıkardı."
86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Bunun üzerine Musa, son derece öfkeli ve üzgün bir hâlde halkına döndü ve "Ey halkım!" dedi, "Rabb'iniz, tevhid inancından sapmadığınız sürece, size her türlü nimetlerini vereceğine dair güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Bu sözün gerçekleşme ihtimali size çok mu uzak geldi, yoksa Rabb'inizin gazabına mı uğramak istediniz ki, bana verdiğiniz sözden böyle dönüverdiniz?"
87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Onlar, "Biz putlara taptıysak bile, bunu iyi niyetlerle yaptık. Dolayısıyla, sana verdiğimiz sözden bilerek ve isteyerek dönmüş değiliz! Ama hani Mısır'dan çıkarken, bize yıllarca efendilik etmiş olan o halkın altın, gümüş ve mücevher cinsinden birtakım süs eşyalarını kendilerinden ödünç alarak yüklenip getirmiştik ya, bunlar çöldeki yolculuğumuz sırasında bize çok ağır geldi ve onları eritip külçe hâline getirmek için ateşe attık. Nitekim Mısır'ın eski din adamlarından olan ve görüşlerine çok değer verdiğimiz Sâmirî de böyle yapmıştı." dediler.
88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟
Sâmirî onlara, rüzgâr esip içinden geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapmıştı. Bu hayret verici heykeli gören pek çokları, "İşte sizin ilâhınız da, Musa'nın ilâhı da budur, fakat Musa Rabb'inin burada olduğunu unutmuş olmalı ki, O'nu dağ başında aramaya gitti." demişlerdi.
89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Peki onlar, bu heykelin kendilerine herhangi bir şekilde cevap bile veremediğini ve kendilerine hiçbir zarar veya fayda verebilecek güce de sahip olmadığını görmüyorlar mıydı?
90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Oysa Harun kendilerini zamanında uyararak, "Ey halkım!" demişti, "Siz bu buzağı ile, ancak imanınızın imtihan edildiği bir fitneye tutuldunuz. Hiç kuşkusuz sizin Rabb'iniz yaratılmış bir varlık değil, sonsuz merhamet sahibi olan Allah'tır! O hâlde, gelin sözümü dinleyin de, emrime itaat edin!"
91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
Fakat onlar, "Hayır, Musa dönüp gelinceye kadar biz bu heykele tapmaya devam edeceğiz!" demişlerdi.
92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
Musa, işin bu yönünden habersizdi. Bu yüzden kardeşinin yakasına yapışarak, "Ey Harun!" diye çıkıştı, "Bunların yoldan çıktığını gördüğün hâlde, ne diye sözümü dinleyip onları engellemedin?"
93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
"Yoksa sen de mi emrime karşı geldin?"
94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Harun, "Ey anamın oğlu!" dedi, "Saçımı sakalımı çekme! İnan ki, onları uyardım, ama senin "Sözümü dinlemeyip İsrail Oğulları arasında ayrılık çıkardın!" demenden korktum. Bu yüzden onların üzerine gitmekten kaçındım." Bunun üzerine, Musa biraz sakinleştikten sonra Sâmiri'ye döndü ve:
95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
"Nedir bu yaptığın, ey Sâmirî?" diye sordu.
96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً
Sâmirî, hem kendisini mazur göstermek, hem de Musa'yı övüp yücelterek muhtemel bir cezadan kurtulmak amacıyla, derhal bir yalan uydurdu ve:

"Ben onların göremediği bir şeyi, yani melek Cebrail'in sana geldiğini gördüm. Sonra o Elçinin kutsal ayak izinden bir avuç toprak aldım ve onu, buzağı yapmak üzere erittiğim altın potasının içine attım. Böylece buzağı heykeli canlıymış gibi böğürmeye başladı. Biz de bunu Rabb'imizin bir mucizesi sanıp secdeye kapandık. İçimdeki duygular, işte böylece beni bu işi yapmaya sürükledi. Ayrıca ben, Tanrıyı gözle görülemez, elle tutulamaz soyut bir varlık olarak tanımlayan bu inanç sisteminin, diğer müminlerin göremedikleri birtakım eksiklikler, yanlışlıklar içerdiğini gördüm. Bu yüzden Peygamberin izinden, yani onun bıraktığı ilkelerden bir kısmını alıp dinin muhtevasından çıkardım. Bunu kötü niyetle yapmadım; böyle yapmamın iyi olacağı içime doğdu." dedi. Nitekim binlerce yıl sonra Pavlus adındaki biri de İsa Peygamberin tebliğ ettiği dini aynı şekilde değiştirecekti.
97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً
Bunun üzerine Musa, "Öyleyse, derhal çık git buradan!" dedi, hayatın boyunca rastladığın herkese Yanıma yaklaşma, bana dokunma!' demen senin cezan olacaktır. Bu toplumdan tamamen dışlanacak, bir vahşi gibi yapayalnız yaşamaya mahkûm edileceksin. Bu, işlediğin suçun dünyadaki cezasıdır. Ayrıca sana, öte dünyada asla kurtulamayacağın bir azap vadedilmiştir! Şimdi, ısrarla tapınıp durduğun şu sözde ilâhına bir bak, onu ateşte eriterek yakacak ve parçalarını denize savuracağız."
98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ
"O hâlde, ey İsrail Oğulları! Sizin ilâhınız ancak Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun sonsuz ilmi, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır."
99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ
Ey Muhammed! Geçmişte yaşamış kavimlerin başından geçen ibret verici hâdiselerden bir kısmını sana böyle anlatıyoruz. İşte şimdi de sana, katımızdan hikmet, öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur'an'ı bahşettik. Öyle ki;
100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ
Her kim ondan yüz çevirirse, Diriliş Günü sırtında çok ağır bir günah yükü taşıyacak ve korkunç bir azaba mahkûm olacaktır!
101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ
Hem de, sonsuza dek orada kalmak üzere… Diriliş Günü taşıyacakları bu yük, ne fena bir yüktür!
102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً
Sura üflendiği ve bütün insanlar yeniden diriltildiği o büyük Gün, suçluları üzüntüden yüzleri mosmor kesilmiş ve gözleri dehşetten göğermiş ve donakalmış bir hâlde mahşer meydanında toplayacağız.
103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟
Aralarında gizli gizli fısıldaşarak, "Biz dünyada, olsa olsa on gün kadar kalmışızdır!" diyecekler. "Mahşer alanında insanların fısıltıyla konuşacakları şeyler bugünden nasıl bilinebilir?" demeyin, zira:
104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ
Onların o vakit neler söyleyeceklerini elbette en iyi Biz biliriz. Nitekim içlerinden en iyi tahmin yürütenler, o zaman, "Orada sadece bir tek gün kalmışızdır!" diyecekler.
105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ
Sana, Kıyamet Gününde dağların ne olacağını soruyorlar. Onlara de ki: "Rabb'im o gün onları un ufak edip savuracaktır!"
106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً
"Ve bu evreni bambaşka bir evrene dönüştürdükten (14. İbrahim: 48) sonra, mahşer meydanını dümdüz ve çıplak bir alan hâlinde bırakacaktır."
107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً
"Öyle ki, ne bir çukur göreceksin orada, ne de bir tümsek."
108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
O gün bütün insanlar, kendisinden kaçış imkânı olmayan çağrıcıya uyup Büyük Mahkemede hesap vermek üzere Rahman'ın huzurunda toplanacaklar. İşte o anda, Rahman'ın hüküm vermesi için sesler kısılacak ve her tarafı korkunç bir sessizlik saracak. Öyle ki, titreme, hıçkırık ve soluk alış veriş seslerinin birbirine karıştığı boğuk bir uğultudan başka bir şey duymayacaksın.
109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً
O Gün hiç kimse, bir başkasının kurtuluşu için Allah katında aracılık edemeyecek. Dolayısıyla hiç kimseye kayırmanın, arka çıkmanın ve şefaatin faydası olmayacaktır. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseler, yine O'nun izin verdiği kimselere şefaat edebilecektir.
110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
Çünkü Allah, insanların geçmişte ve gelecekte, gördükleri ve göremedikleri, bildikleri ve bilmedikleri, açıkladıkları ve gizledikleri, kısacası önlerindeki ve arkalarındaki her şeyi tam olarak bilmektedir. Onların ilmi ise O'nu asla kuşatamaz.

111-O gün Hayy (ezelî ve ebedî olarak diri, varlığın ve hayatın biricik kaynağı olan ölümsüz yaratıcı) ve Kayyum (evrenin mutlak hâkimi, bütün varlıkları sürekli olarak koruyup gözeten, yöneten ve yönlendiren yüce kudret) olan Allah'ın huzurunda bütün yüzler saygıyla eğilecektir. İşte o an, zulüm yüküyle O'nun huzuruna gelenler, kelimenin tam anlamıyla perişan olacaklardır!
111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً
Allah'ın ayetlerine yürekten inanarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlar ise, ne suçsuz oldukları hâlde cezalandırılıp haksızlığa uğratılmaktan korkacaklar, ne de hak ettikleri mükâfattan yoksun bırakılmaktan.
112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً
Ey insanoğlu! İşte böylece Biz bu kitabı Arapça okunup anlaşılabilen ve hayatın her cephesini kuşatan, insanın bulunduğu her yerde sürekli okunup gündeme getirilmesi gereken bir Kur'an olarak gönderdik ve içerisinde her türden uyarıyı tekrar tekrar ele alıp açıkladık. Ki, önce Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arap toplumu, daha sonra da tüm insanlar iyiliklere, güzelliklere yönelip kötülüklerden sakınsınlar yahut bu ibret verici ayetler onların en azından gaflet uykusundan uyanmalarını, öğüt alıp düşünmelerini sağlasın. Şu halde, İslâm davetçilerine bir görev düşüyor: Kur'an'ı kendi dillerine tercüme edip halkı aydınlatarak, Arapça bilmeyen toplumların da bu evrensel mesajı anlamasını sağlamak.
113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً
Demek oluyor ki, Allah insanoğlunun tasavvur ettiği her şeyin üstünde ve ötesindedir. Eşi benzeri yoktur, yüceler yücesidir. Mutlak egemenlik sahibi, gerçek hükümdardır. Doğrunun, gerçeğin, hakkın ve hakikatin ta kendisidir.

Ey Peygamber! Cebrail sana vahiy getirirken, Kur'an'ın vahyi tamamlanmadan önce onu unuturum endişesiyle acele davranıp ayetleri ezberlemeye çalışma. Korkma, bütün ayetleri senin kalbine nakşedip hepsini ezberlemeni sağlayacağız. Ve sen, ey Kur'an okuyucusu! Bu kitabı doğru anlamak istiyorsan, peşin ve aceleci yaklaşımlardan sakınmalı, ayetleri ait oldukları genel anlam örgüsünden soyutlayarak onlardan aceleci hükümler çıkarmamalısın. Kur'an'ı bir bütün olarak ele almalı ve bir kaç anlama gelebilecek ayetleri, o bütün içinde değerlendirmelisin.

Ne kadar bilgili olursan ol, hiçbir konuda kendini yeterli görme. Daima, "Ey Rabb'im, anlayışımı, idrak ve ilmimi artır!" de ve bunun gereği olan okuma, öğrenme, araştırma ve düşünme faaliyetlerini bir an bile kesintiye uğratma.
114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟
Gerçekten Biz vaktiyle Âdem'den de söz almıştık. Fakat o, beşerî bir özellik olarak, verdiği sözü çabucak unutuverdi. Doğrusu onda, emrimize bağlılık konusunda yeterli bir gayret ve kararlılık görmedik. Şöyle ki:
115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Hani bir zaman meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin, yani onun size üstünlüğünü kabul ederek, önünde saygıyla eğilin!" demiştik. Bunun üzerine, melekler Allah'ın emrine uyarak derhal secde ettiler, ancak aralarında yaşayan ve aslen bir cin olan İblis hariç. O bunu gururuna yediremedi ve Allah'ın emrine başkaldırma pahasına, Âdem'in önünde boyun eğmekten kaçındı.
116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Bunun üzerine, "Ey Âdem!" dedik, "İşte bu şeytan, senin ve eşinin düşmanıdır ve kıyamete kadar da düşmanınız olacaktır. O hâlde, onun hilelerine karşı ikiniz de dikkatli olun ki, sizi isyankârlığa sürükleyip cennetten çıkarmasın, yoksa büyük bir sıkıntıya düşer, mutsuz olursun!"
117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
"Çünkü burada açlık çekmeyecek, çıplak kalmayacaksın."
118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
"Ve yine burada susuz kalmayacak, güneşin bunaltıcı sıcağından rahatsız olmayacaksın. İşte bu cennette yaşayın ve burada dilediğiniz yerden, dilediğiniz kadar yiyin için. Ancak, insanın başıboş bir varlık olmadığını, kendisine bahşedilen özgür iradenin ilahi emir ve yasaklarla kayıtlı olduğunu sizlere hatırlatmak üzere meyvesini yasakladığım şu ağaca sakın yaklaşmayın!"
119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Derken şeytan ona sinsice fısıldayarak, "Ey Âdem!" dedi, "Sana sonsuz hayat ağacını ve dolayısıyla, ebediyen yok olmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi? Şu ağacın meyvesinden tadar tatmaz, ölümsüz birer melek olacaksınız. Zaten Allah, bu yüzden onun meyvesinden yemenizi size yasakladı."
120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
Böylece, her ikisi de şeytanın yalanlarına kanıp o ağacın meyvesinden yediler ve meyveyi yer yemez, derhal çıplaklıklarının farkına varıp cennetteki ağaçların yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Âdem, Rabb'inin emrine karşı gelerek günah işlemiş oldu.
121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Fakat Âdem, İblis gibi kibre kapılıp günahında diretmedi. Aksine, hatasını itiraf ederek pişmanlık içinde Rabb'inin affına sığındı. Bunun üzerine, Rabb'i onu seçip yüceltti, tövbesini kabul etti ve onu doğru yola iletti.

Daha sonra Âdem ve Havva, asıl yaratılış gayeleri olan halifelik görevini yerine getirmek üzere cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderildiler.
122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
Allah insana ve şeytana seslenerek, "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin!" dedi, "Göndereceğim elçiler ve kitaplar sayesinde sizlere doğru yolu göstereceğim. Benden size bir yol gösterici gelince, her kim Benim gösterdiğim yolu izlerse, şaşırıp sapmayacak ve dünyada da âhirette de mutsuz olmayacaktır.
123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
Ama her kim de Benim öğüt ve uyarılarımla dolu olan şu Kur'an'dan yüz çevirecek olursa, onun için dar, kısır ve sıkıntılı bir hayat vardır. Bitip tükenmeyen arzu ve ihtirasların yol açtığı doyumsuzluk, tedirginlik, ruhsal bunalımlar, vicdan azabı ve toplumsal çalkantılar yüzünden, bu dünyada gerçek anlamda mutluluk ve huzurdan yoksun kalacaktır. Hesap Gününde ise, onu kör olarak diriltip huzurumuza getireceğiz.
124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً
"Ey Rabb'im!" diye feryat edecek, "Beni neden kör olarak dirilttin? Oysa ben hayattayken gözleri gören biriydim."
125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
Allah da ona, "Hayır, sen aslında dünyada da kördün!" diye cevap verecek, "Çünkü vaktiyle, hakikati açıkça ortaya koyan ayetlerim sana ulaşmıştı da, sen hakikat karşısında kör ve sağır kesilmiş, onları göz ardı edip unutuvermiştin. İşte bugün sen de aynı şekilde unutulacaksın!"
126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
İşte Biz, kendilerine bahşedilmiş olan akıl, güç, yetenek, sağlık, servet gibi nimetleri kötü yolda kullanarak ömürlerini boş yere harcayıp savurganlık eden ve Rabb'inin ayetlerine imanı reddeden kimseleri, dünyada böyle cezalandıracağız. Âhiret azabı ise, elbette çok daha çetin ve çok daha uzun süreli olacaktır. Oysa insanlık tarihini şöyle bir gözden geçirip devletlerin, medeniyetlerin yıkılış sebepleri üzerinde düşünselerdi, zalimlerinin sonunun hep aynı olduğunu göreceklerdi:
127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Kendilerinden önce gelip geçmiş nice büyük medeniyetleri ve güçlü toplumları helâk etmemiz, çağdaş kâfirlerin akıllarını başlarına getirmiyor mu? Üstelik geçmiş milletlerin bıraktığı ibret verici kalıntıları, tarihi eserleri ve virane olmuş evleri arasında, zaman zaman turistik veya ticari seyahatler yaparak gezip dolaşmaktalar. Elbette bunda, akıl ve sağduyu sahipleri için, ilâhî yasalar hakkında önemli ipuçları veren nice ibretler, işaretler ve deliller vardır.
128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Eğer bu dünyanın imtihan yeri olduğuna ve her şeyin tam karşılığının ancak âhirette verileceğine dair Rabb'in tarafından ezelden verilmiş bir hüküm ve bu hükmün gerçekleşmesi için belirlenmiş bir süre olmasaydı, bütün kâfirlerin, zalimlerin derhal helâk edilmesi kaçınılmaz olurdu. Fakat ilâhî hikmet, bu dünyanın bir mücadele ve imtihan yurdu olmasını takdir etti.
129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
O hâlde, ey Müslüman, onların inkâr ve alay dolu sözlerine sabret! Mücadelende sana azık olmak üzere, güneşin doğmasından ve batmasından önce, gece saatlerinde ve gündüzün uygun vakitlerinde namaz, dua ve zikirlerle Rabb'ini överek ve O'nun yüceliğini hem kendi benliğine, hem de tüm insanlığa ilan ederek tesbih et ki, ilâhî rahmet ve hoşnutluğa eresin.
130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Ve sakın ola ki, onlardan bazı zümrelere sırf kendilerini sınamak için geçici olarak verdiğimiz dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine gözünü dikip de, bu nimetleri elde etme adına Allah yolunda göstermen gereken fedakârlıktan taviz verme! Hak ve adaletin egemen olması için verdiğin mücadelede bir an olsun gevşekliğe düşme! Unutma ki, Rabb'inin sana bu dünyada bağışladığı mütevazı, fakat helâl ve temiz geçimlikler ve âhirette bağışlayacağı sonsuz nimetler, insanı azdıran lüks ve şatafattan hem daha hayırlı, hem daha kalıcıdır.
131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Bu arada ailene, yakın akrabalarına ve emrin altında bulunan kimselere namaz kılmalarını emret ve sen de bıkkınlık göstermeden sabırla namaza devam et. Biz senden herhangi bir rızık istiyor değiliz, aksine, senin ve bütün varlıkların rızkını veren Biziz! Biz her türlü ihtiyaçtan uzak olduğumuza göre, bu tür yükümlülükleri yalnızca insanların kendi yararları için emretmekteyiz. Mutlu son, iman edip dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyarak kötülüklerden titizlikle sakınan kimselerin olacaktır.
132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى
Ama yine de inkârcılar, "Muhammed, Peygamberliğini ispatlamak için bize Rabb'inden apaçık bir delil, bizim istediğimiz türden bir mucize gösterseydi ya!" diyorlar. Peki, önceki kitaplarda bulunan bu kitabın ilâhî kaynaklı olduğunu gün gibi ortaya koyan nice apaçık deliller ve ikna edici bilgiler ve belgeler, bu Kur'an sayesinde onlara ulaştırılmadı mı? O hâlde, artık hiç kimsenin iman etmemek için mazereti kalmamıştır. Nitekim:
133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Şayet Biz bu Kur'an'ı göndermeden önce onları işledikleri günahlardan dolayı azapla helâk etseydik, o zaman haklı olarak, "Ey Rabb'imiz! Bize yol gösterecek bir kitap ve bir elçi gönderseydin de, bu aşağılık duruma düşüp rezil olmadan önce ayetlerine uyup azaptan kurtulsaydık olmaz mıydı?" diyeceklerdi. Bunun için Rabb'in, halkı ilâhî uyarılardan habersiz olan hiçbir ülkeyi onlara doğru yolu gösteren uyarıcılar göndermeden haksız yere helâk edecek değildir (6. En'âm: 131).
134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
Bütün bunlara rağmen yine de inkârcılıkta diretirlerse, onlara de ki: "Ey kâfirler! Herkes bu mücadeleni sonucunu merakla bekliyor. Mademki iman etmemekte bu kadar kararlısınız, o hâlde bekleyin bakalım; kimlerin dosdoğru yolda yürüyen hakikat erleri olduğunu, pek yakında sizler de ayan beyan göreceksiniz.
135

Sureler

Mealler