Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tâ, Hâ.
2 (2-3) Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Yalnızca, (Allah'tan) sakınanlara bir öğüt, bir uyarı olsun diye (indirdik).
3 (2-3) Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Yalnızca, (Allah'tan) sakınanlara bir öğüt, bir uyarı olsun diye (indirdik).
4 (Bu Kur'an), yeri ve yüksek gökleri yaratan (Allah) tarafından peyderpey (23 senede) indirilmiştir.
5 O sınırsız şefkat ve merhamet sahibi (olan Allah), mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur.
6 Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında olanların tümü O'nundur.
7 Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.
8 Allah O'dur ki, O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler/sıfatlar O'nundur.
9 (9-10) (Resulüm!) Musa'nın haberi (kıssası) sana ulaştı mı? Hani o (Sina'da) bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm ya da ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum” demişti.
10 (9-10) (Resulüm!) Musa'nın haberi (kıssası) sana ulaştı mı? Hani o (Sina'da) bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm ya da ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum” demişti.
11 (11-12) Musa ateşin yanına varınca, ona (şöyle) seslenildi: “Ey Musa! Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuva'dasın.”
12 (11-12) Musa ateşin yanına varınca, ona (şöyle) seslenildi: “Ey Musa! Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuva'dasın.”
13 “Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle!”
14 “Şüphesiz ki ben Allah'ım. Ben'den başka ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için dosdoğru namaz kıl!”
15 “Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye kıyamet mutlaka gelecektir. Neredeyse onu gizleyecek ve geleceğinden hiç söz etmeyecektim (ki herkes her an ahirete hazır olsun).”
16 “Onun geleceğine inanmayıp sadece kendi arzularının, tutkularının peşine düşen kimse seni bu gerçeğe inanmaktan alıkoymasın! Yoksa kendine yazık etmiş olursun!”
17 (17-18) “Şu sağ elindeki nedir ey Musa?” (Musa) dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
18 (17-18) “Şu sağ elindeki nedir ey Musa?” (Musa) dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
19 (19-20) Allah, “Onu yere at ey Musa!” dedi. Musa da onu attı. O bir anda koşan bir yılan oluverdi.
20 (19-20) Allah, “Onu yere at ey Musa!” dedi. Musa da onu attı. O bir anda koşan bir yılan oluverdi.
21 Allah, şöyle buyurdu: “Tut onu! Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.”
22 “Elini koynuna sok, bir başka mucize olarak lekesiz, bembeyaz çıksın.”
23 “Böylece sana en büyük mucizelerimizden birini göstermek istiyoruz.”
24 “Firavun'a git, çünkü o azmıştır.”
25 (25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
26 (25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
27 (25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
28 (25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
29 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
30 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
31 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
32 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
33 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
34 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
35 (29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
36 (36-37) Allah, şöyle buyurdu: “İstediğin sana verildi ey Musa! Andolsun ki, biz sana bir kere daha (şöyle) iyilikte bulunmuştuk:”
37 (36-37) Allah, şöyle buyurdu: “İstediğin sana verildi ey Musa! Andolsun ki, biz sana bir kere daha (şöyle) iyilikte bulunmuştuk:”
38 (38-39) “Hani bir vakit (sen doğduğunda) annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik (ve demiştik ki:) Onu (henüz bebek olan Musa'yı) sandığın içine koy ve nehre (Nil'e) bırak ki, nehir onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Musa, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
39 (38-39) “Hani bir vakit (sen doğduğunda) annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik (ve demiştik ki:) Onu (henüz bebek olan Musa'yı) sandığın içine koy ve nehre (Nil'e) bırak ki, nehir onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Musa, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
40 “Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidip de onlara: “Ona bakabilecek birini size göstereyim mi?' demişti. Böylece seni yeniden annene kavuşturduk ki onun yüzü gülsün ve (artık) üzülmesin. Ve (büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman) birini (kazaen) öldürmüştün. Fakat biz seni (bu yüzden içine gömüldüğün) tasadan kurtarmış ve seni çeşitli sınamalardan geçirmiştik. (Bu olaydan) sonra yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda, (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tur'a) geldin ey Musa.
41 (41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
42 (41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
43 (41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
44 (41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
45 Musa ve Harun, şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize kötülük etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz!”
46 (Allah,) şöyle buyurdu: “Korkmayın! Çünkü (ben her şeyi) işiterek ve görerek, sizin yanınızda olacağım.
47 (47-48) Hemen ona gidiniz ve deyiniz ki: “Biz Rabbinin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğulları'nın bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver! Onlara işkence etme! Sana Rabbinden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Nihai kurtuluş ve esenlik (yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır. Bize gelen vahye göre, Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır.”
48 (47-48) Hemen ona gidiniz ve deyiniz ki: “Biz Rabbinin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğulları'nın bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver! Onlara işkence etme! Sana Rabbinden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Nihai kurtuluş ve esenlik (yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır. Bize gelen vahye göre, Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır.”
49 (Allah'tan aldıkları direktifi aktardıklarında, Firavun onlara) dedi ki: “Sizin Rabbiniz kim, ey Musa?”
50 (Musa:) “Bizim Rabbimiz, her varlığı farklı niteliklerle donatarak yaratan, sonra da bu varlıkları nitelikleri doğrultusunda yönlendiren Allah'tır” dedi.
51 (Firavun:) “Öyle ise önceki toplumların hali ne olacak?” dedi.
52 Musa, şöyle dedi: “Onlara ilişkin bilgi Rabbimin katındaki kitapta yazılıdır. Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.”
53 “Sizin için yeryüzünü bir beşik yapan, onun üzerinde yollar açan, gökten su (yağmur) indiren O'dur.” (Allah buyurdu ki:) “Biz o su ile (topraktan) türlü türlü bitkiler çıkarmaktayız.”
54 “(Bu bitkilerden) hem yiyiniz, hem de hayvanlarınızı otlatınız. Gerçekten akıl sahiplerinin bu olaylardan alacakları pek çok dersler vardır.”
55 “(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.”
56 Andolsun ki, biz ona (Firavun'a) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları yalanladı ve reddetti.
57 (57-58) (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: “Ey Musa! Sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin? O halde biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”
58 (57-58) (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: “Ey Musa! Sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin? O halde biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”
59 Musa: “Buluşma zamanı (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti olsun” dedi.
60 Derken Firavun dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya topladı, sonra geldi.
61 Musa, onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah'a karşı yalan uyduran perişan olur.”
62 (62-64) Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar. Ve dediler ki: “Bu iki adam (Musa ve Harun) büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Öyleyse hilelerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
63 (62-64) Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar. Ve dediler ki: “Bu iki adam (Musa ve Harun) büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Öyleyse hilelerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
64 (62-64) Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar. Ve dediler ki: “Bu iki adam (Musa ve Harun) büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Öyleyse hilelerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
65 (Büyücüler) Musa'ya: “Ey Musa! (önce) sen mi atacaksın (değneğini), yoksa ilk atan biz mi olalım?” dediler.
66 Musa: “Yok, (önce) siz atın!” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine gerçekten yürüyorlarmış gibi geldi.
67 Musa'nın içine bir korku düştü.
68 (Bunun üzerine Musa'ya)“Korkma! Üstün gelecek olan kesinlikle sensin” dedik.
69 “Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varırsa varsın, hiçbir yerde iflah olmaz (başarıya ulaşamaz).”
70 (Yere atılan Musa'nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve: “Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik” dediler.
71 Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden ona inandınız ha! O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdır. Andolsun ki, sağlı sollu birer el ve ayağınızı kesecek, arkasından sizi hurma dallarına asacağım, böylece hangimizin azabı daha ağır, daha sürekliymiş, öğreneceksiniz.”
72 (Sihirbazlar:) “Biz seni, bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.”
73 “Biz Rabbimize inandık. O'ndan günahlarımızı affetmesini ve bize zorla yaptırdığın büyücülüğümüzün suçunu bağışlamasını diliyoruz. Allah'ın ödülü, herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır” dediler.
74 Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar.
75 (75-76) Kim O'na (Rabbine) iyi eylemler işlemiş bir mü'min olarak gelirse; işte onlar için yüksek dereceler vardır. İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır.) İşte bu günahlardan arınmış olanların mükâfatıdır.
76 (75-76) Kim O'na (Rabbine) iyi eylemler işlemiş bir mü'min olarak gelirse; işte onlar için yüksek dereceler vardır. İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır.) İşte bu günahlardan arınmış olanların mükâfatıdır.
77 Andolsun ki; Musa'ya şöyle vahyettik: “Kullarımı geceleyin yürüt. Denizde onlara kuru bir yol aç. (düşmanların yetişmesinden) korkma, (ve boğulmaktan da) endişe etme!”
78 Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz onları görülmedik bir şekilde kucaklayıp yuttu.
79 Firavun, halkını saptırdı, onların doğru yolu bulmasına engel oldu.
80 Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Size Tur Dağı'nın sağ yanını vadettik. Size gökten kudret helvası ile bıldırcın indirdik.
81 Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyiniz ve bu hususta taşkınlık (israf ve nankörlük) etmeyiniz! Yoksa gazabıma uğrarsınız. Her kim ki gazabıma uğrarsa, o kimse gerçekten kendini bütünüyle yıkıma sürüklemiştir!
82 Şüphe yok ki ben, tevbe edip inanan ve faydalı işler yapan, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.
83 (Ve Allah Musa'ya:) “Seni alelacele (Tür dağında Tevrat'ı almak için yola çıktığında) kavminden öne geçiren nedir?” diye sordu.
84 Musa, şöyle cevap verdi: “İşte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim.”
85 Allah buyurdu ki: “Sen öyle biliyorsun ama onlar senin izinde değiller. Zira biz senin ayrılmandan sonra halkını sınadık ve Samiri onları yoldan çıkardı.”
86 Bunun üzerine Musa kavminin yanına öfkeli ve üzgün olarak döndü. Onlara dedi ki: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz ki bana verdiğiniz sözden caydınız?”
87 Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymadık. Fakat biz o halkının (Mısırlıların) mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları (eritmek için) ateşe attık. (aynı şekilde) Samiri de kendi mücevherlerini attı.”
88 Samiri, o erimiş altınlardan böğüren bir buzağı heykelini yontarak İsrailoğulları'nın önlerine dikti. Onlar da birbirlerine: “İşte sizin ve Musa'nın ilahı budur, fakat Musa onu unuttu” dediler.
89 Peki, onlar o buzağı heykellerinin kendilerine cevap vermediğini, ne zarar ve ne de fayda dokunduramadığını görmüyorlar mıydı?
90 Andolsun ki, Harun da onlara önceden: “Ey milletim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz çok merhametli olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin” demişti.
91 Onlar da: “Musa bize dönünceye kadar buzağıya ibadet etmeye devam edeceğiz” demişlerdi.
92 (92-93) (Ve Musa Tur Dağından döndüğünde kardeşine:) “Ey Harun! Bunların yoldan çıktığını gördüğün halde, seni tutan ne oldu? Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?” dedi (ve saçından sakalından tutup çekmeye başladı).
93 (92-93) (Ve Musa Tur Dağından döndüğünde kardeşine:) “Ey Harun! Bunların yoldan çıktığını gördüğün halde, seni tutan ne oldu? Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?” dedi (ve saçından sakalından tutup çekmeye başladı).
94 (Harun:) “Ey anamın oğlu! Saçımı sakalımı çekme! Doğrusu ben senin: ‘İsrailoğulları'nın arasını açtın, sözüme uymadın' demenden korktum” dedi.
95 (Musa bu defa Samiri'ye dönerek) “Ey Samiri! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
96 (Samiri) dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm. Bana gelen ilahi elçinin (Cebrail'in) ayak izlerinden avucumu doldurarak onu erimiş altın külçesinin bulunduğu potaya attım. Böyle yapmamın iyi olacağı içime doğdu.”
97 Musa: “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) bana dokunmayın, benden uzak durun!' diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın. Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var. Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız” dedi.
98 Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.
99 (Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur'an) verdik.
100 Kim bundan yüz çevirirse, hiç şüphesiz kıyamet günü o, ağır bir günah yüklenerek gelecektir.
101 Onlar o yükün altında (azabı içinde) ebedi olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
102 Sur'a üflendiği gün, o gün günahkârları korkudan ağarmış gözlerle bir araya toplarız.
103 Kendi aralarında: “Siz (dünyada) on (gün) den fazla kalmadınız (değil mi)?” diye gizli gizli fısıldaşacaklar.
104 Aralarındaki konuşmaları biz herkesten daha iyi biliriz. O vakit içlerinden en aklı başında olanları ise: “Siz sadece bir gün kaldınız” diyecektir.
105 (105-107) (Ey Muhammed!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
106 (105-107) (Ey Muhammed!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
107 (105-107) (Ey Muhammed!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
108 O gün (herkes), kendisinden kaçıp kurtulmak mümkün olmayan bir davetçinin peşinden gider ve tüm sesler o sınırsız rahmet sahibinin huzurunda saygıyla kısılır. Öyle ki yalnızca cansız, baygın bir uğultu işitirsin.
109 O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
110 (Allah) onların önlerindeki (gelecekleri)ni ve arkalarındaki (geçmişleri)ni bilir. Onların bilgisi ise O'nu(n bilgisini) asla kavrayamaz.
111 (O gün) bütün yüzler, diri ve hayatın ve hâkimiyetin tam sahibi olan Allah'a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenerek gelen gerçekten perişan olmuştur.
112 Kim de inanmış olarak faydalı eylemlerde bulunursa, böyle birinin, haksızlığa uğramaktan ya da (hak ettiğini) alamamaktan korkmasına hiçbir sebep yoktur.
113 İşte böylece biz onu (insanlar anlasın diye) Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar ve kendilerine bir ibret ve uyanış olsun diye onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.
114 Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'an'ın sana vahyedilişi sona ermeden onu okumakta acele etme! “Rabbim ilmimi artır” de!
115 Biz vaktiyle Âdem'e (o yasak ağacın meyvesinden) yememesini tembih ettik. Fakat (o bu tembihimizi) unuttu. (Biz) onda güçlü irade bulamadık (bir isyan kastı ve emrimizde sebat da bulmadık).
116 Hani biz meleklere: “Âdem'e secde edin (onun önünde hürmetle eğilin)” demiştik, İblis'in dışında (hepsi) yere kapanmışlardı, o, ayak diretmişti.
117 (117-119) Biz de Âdem'e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
118 (117-119) Biz de Âdem'e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
119 (117-119) Biz de Âdem'e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
120 Nihayet şeytan onu fitledi: «Ey Âdem, dedi, seni ebedîlik ağacına, zeval bulmayacak bir devlete (ulaşdırmaya) delâlet edeyim mi»?
121 Böylece ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Meyveyi tadar tatmaz (üzerlerindeki cennet elbisesi bir ceza olarak gitti ve) ayıp yerleri açığa çıktı. Bunun üzerine cennetteki ağaçların yaprakları ile örtünmeye koyuldular. (Böylece) Âdem (yanılarak da olsa) Rabbine karşı geldi ve şaşırıp kaldı.
122 Sonra (hatasını anlayıp yalvarmaya başladı) Rabbi onu seçkin kıldı (arıtıp temizledi) de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi.
123 (Bu arada Allah) şöyle buyurdu: “(Şeytan ve siz) birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber/kitap) geldiğinde kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne sapar ne de sıkıntı çeker.”
124 “Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak diriltiriz.”
125 O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak yarattın?”
126 (Allah da:) “Evet öyle. Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun ve bugün de aynen öyle unutulmaktasın!” buyurur.
127 İşte biz haddi aşan ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha süreklidir.
128 Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helak etmiş olmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları tarihi kalıntıları üzerinde gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ibretler vardır.
129 Eğer Rabbinin daha önce verilmiş bir hükmü ve belirlenmiş bir vadesi olmasaydı yok edilmeleri kaçınılmaz olurdu.
130 (Ey Resulüm!) O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini övgüyle tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki ilahi hoşnutluğa, esenliğe eresin.
131 O inkârcılardan, kendilerini denemek için dünya hayatının (makam, para ve çoluk çocuk gibi) süsleriyle yararlandırdığımız kimselere gözlerini dikme! Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
132 Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan kimselerin olacaktır.
133 (İnkâr edenler:) “Rabbinden bize bir mucize getirse ya” dediler. (Oysa) onlara önceki semavî kitaplarda bulunan (Kur'an'a ait) deliller gelmedi mi?
134 Eğer biz onları, Kur'an'dan önce bir azap ile helâk etseydik, (o zaman da:) “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de (böyle) alçalıp rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık” derlerdi.
135 De ki: “Herkes beklemektedir; siz de bekleyin bakalım. Kimlerin düz yolu seçtiğini ve kimlerin doğru yolu bulduğunu yakında göreceksiniz!”
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰهٰۜ 1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ 2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ 3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ 4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى 6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى 7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى 8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ 9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى 10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى 11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ 12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى 13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي 14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى 15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى 16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى 17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى 18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى 19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى 20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى 21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ 22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ 23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟ 24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ 25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ 26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ 27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ 28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ 29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ 30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ 31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ 32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ 33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ 34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً 35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى 36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ 37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ 38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ 39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى 40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ 41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ 42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ 43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى 44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى 45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى 46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى 47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى 48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى 49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى 50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى 51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ 52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى 53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى 55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى 56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى 57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى 58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى 59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى 60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى 61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى 62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى 63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى 64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى 65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى 66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى 67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى 68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى 69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى 70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى 71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ 72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى 74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ 75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ 76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى 77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ 78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى 79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى 80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى 81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى 82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى 83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى 84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ 85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي 86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ 87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ 88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟ 89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي 90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى 91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ 92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي 93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي 94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ 95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي 96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً 97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً 98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ 99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ 100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ 101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ 102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً 103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟ 104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ 105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ 106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً 107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً 108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً 109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً 110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً 111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً 112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً 113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً 114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟ 115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى 116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى 117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ 118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى 119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى 120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ 121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى 122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى 123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى 124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً 125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى 126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى 127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ 129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى 130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى 132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى 133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى 134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى 135
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰهٰۜ
Tâ, Hâ.
1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
(2-3) Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Yalnızca, (Allah'tan) sakınanlara bir öğüt, bir uyarı olsun diye (indirdik).
2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
(2-3) Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Yalnızca, (Allah'tan) sakınanlara bir öğüt, bir uyarı olsun diye (indirdik).
3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
(Bu Kur'an), yeri ve yüksek gökleri yaratan (Allah) tarafından peyderpey (23 senede) indirilmiştir.
4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
O sınırsız şefkat ve merhamet sahibi (olan Allah), mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur.
5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında olanların tümü O'nundur.
6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.
7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
Allah O'dur ki, O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler/sıfatlar O'nundur.
8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
(9-10) (Resulüm!) Musa'nın haberi (kıssası) sana ulaştı mı? Hani o (Sina'da) bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm ya da ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum” demişti.
9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
(9-10) (Resulüm!) Musa'nın haberi (kıssası) sana ulaştı mı? Hani o (Sina'da) bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm ya da ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum” demişti.
10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
(11-12) Musa ateşin yanına varınca, ona (şöyle) seslenildi: “Ey Musa! Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuva'dasın.”
11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
(11-12) Musa ateşin yanına varınca, ona (şöyle) seslenildi: “Ey Musa! Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuva'dasın.”
12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى
“Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle!”
13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
“Şüphesiz ki ben Allah'ım. Ben'den başka ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için dosdoğru namaz kıl!”
14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
“Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye kıyamet mutlaka gelecektir. Neredeyse onu gizleyecek ve geleceğinden hiç söz etmeyecektim (ki herkes her an ahirete hazır olsun).”
15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
“Onun geleceğine inanmayıp sadece kendi arzularının, tutkularının peşine düşen kimse seni bu gerçeğe inanmaktan alıkoymasın! Yoksa kendine yazık etmiş olursun!”
16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
(17-18) “Şu sağ elindeki nedir ey Musa?” (Musa) dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
(17-18) “Şu sağ elindeki nedir ey Musa?” (Musa) dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
(19-20) Allah, “Onu yere at ey Musa!” dedi. Musa da onu attı. O bir anda koşan bir yılan oluverdi.
19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
(19-20) Allah, “Onu yere at ey Musa!” dedi. Musa da onu attı. O bir anda koşan bir yılan oluverdi.
20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى
Allah, şöyle buyurdu: “Tut onu! Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.”
21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
“Elini koynuna sok, bir başka mucize olarak lekesiz, bembeyaz çıksın.”
22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
“Böylece sana en büyük mucizelerimizden birini göstermek istiyoruz.”
23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
“Firavun'a git, çünkü o azmıştır.”
24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
(25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
(25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
(25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
(25-28) Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını (düğümünü) çöz. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً
(29-35) Bana ailemden kardeşim Harun'u yardımcı yap. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu görevimde bana ortak et. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni (tebliğ için) çokça analım. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin.”
35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
(36-37) Allah, şöyle buyurdu: “İstediğin sana verildi ey Musa! Andolsun ki, biz sana bir kere daha (şöyle) iyilikte bulunmuştuk:”
36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
(36-37) Allah, şöyle buyurdu: “İstediğin sana verildi ey Musa! Andolsun ki, biz sana bir kere daha (şöyle) iyilikte bulunmuştuk:”
37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
(38-39) “Hani bir vakit (sen doğduğunda) annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik (ve demiştik ki:) Onu (henüz bebek olan Musa'yı) sandığın içine koy ve nehre (Nil'e) bırak ki, nehir onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Musa, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
(38-39) “Hani bir vakit (sen doğduğunda) annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik (ve demiştik ki:) Onu (henüz bebek olan Musa'yı) sandığın içine koy ve nehre (Nil'e) bırak ki, nehir onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Musa, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
“Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidip de onlara: “Ona bakabilecek birini size göstereyim mi?' demişti. Böylece seni yeniden annene kavuşturduk ki onun yüzü gülsün ve (artık) üzülmesin. Ve (büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman) birini (kazaen) öldürmüştün. Fakat biz seni (bu yüzden içine gömüldüğün) tasadan kurtarmış ve seni çeşitli sınamalardan geçirmiştik. (Bu olaydan) sonra yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda, (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tur'a) geldin ey Musa.
40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
(41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
(41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
(41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
(41-44) Ben seni kendim için seçip yetiştirdim. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim mesajlarımla yola çıkın ve sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.”
44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Musa ve Harun, şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize kötülük etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz!”
45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
(Allah,) şöyle buyurdu: “Korkmayın! Çünkü (ben her şeyi) işiterek ve görerek, sizin yanınızda olacağım.
46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
(47-48) Hemen ona gidiniz ve deyiniz ki: “Biz Rabbinin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğulları'nın bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver! Onlara işkence etme! Sana Rabbinden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Nihai kurtuluş ve esenlik (yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır. Bize gelen vahye göre, Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır.”
47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
(47-48) Hemen ona gidiniz ve deyiniz ki: “Biz Rabbinin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğulları'nın bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver! Onlara işkence etme! Sana Rabbinden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Nihai kurtuluş ve esenlik (yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır. Bize gelen vahye göre, Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır.”
48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
(Allah'tan aldıkları direktifi aktardıklarında, Firavun onlara) dedi ki: “Sizin Rabbiniz kim, ey Musa?”
49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
(Musa:) “Bizim Rabbimiz, her varlığı farklı niteliklerle donatarak yaratan, sonra da bu varlıkları nitelikleri doğrultusunda yönlendiren Allah'tır” dedi.
50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
(Firavun:) “Öyle ise önceki toplumların hali ne olacak?” dedi.
51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
Musa, şöyle dedi: “Onlara ilişkin bilgi Rabbimin katındaki kitapta yazılıdır. Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.”
52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
“Sizin için yeryüzünü bir beşik yapan, onun üzerinde yollar açan, gökten su (yağmur) indiren O'dur.” (Allah buyurdu ki:) “Biz o su ile (topraktan) türlü türlü bitkiler çıkarmaktayız.”
53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
“(Bu bitkilerden) hem yiyiniz, hem de hayvanlarınızı otlatınız. Gerçekten akıl sahiplerinin bu olaylardan alacakları pek çok dersler vardır.”
54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
“(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.”
55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
Andolsun ki, biz ona (Firavun'a) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları yalanladı ve reddetti.
56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
(57-58) (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: “Ey Musa! Sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin? O halde biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”
57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى
(57-58) (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: “Ey Musa! Sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin? O halde biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”
58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa: “Buluşma zamanı (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti olsun” dedi.
59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Derken Firavun dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya topladı, sonra geldi.
60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa, onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah'a karşı yalan uyduran perişan olur.”
61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
(62-64) Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar. Ve dediler ki: “Bu iki adam (Musa ve Harun) büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Öyleyse hilelerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
(62-64) Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar. Ve dediler ki: “Bu iki adam (Musa ve Harun) büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Öyleyse hilelerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
(62-64) Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar. Ve dediler ki: “Bu iki adam (Musa ve Harun) büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Öyleyse hilelerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
(Büyücüler) Musa'ya: “Ey Musa! (önce) sen mi atacaksın (değneğini), yoksa ilk atan biz mi olalım?” dediler.
65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa: “Yok, (önce) siz atın!” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine gerçekten yürüyorlarmış gibi geldi.
66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Musa'nın içine bir korku düştü.
67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
(Bunun üzerine Musa'ya)“Korkma! Üstün gelecek olan kesinlikle sensin” dedik.
68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
“Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varırsa varsın, hiçbir yerde iflah olmaz (başarıya ulaşamaz).”
69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
(Yere atılan Musa'nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve: “Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik” dediler.
70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden ona inandınız ha! O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdır. Andolsun ki, sağlı sollu birer el ve ayağınızı kesecek, arkasından sizi hurma dallarına asacağım, böylece hangimizin azabı daha ağır, daha sürekliymiş, öğreneceksiniz.”
71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
(Sihirbazlar:) “Biz seni, bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.”
72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
“Biz Rabbimize inandık. O'ndan günahlarımızı affetmesini ve bize zorla yaptırdığın büyücülüğümüzün suçunu bağışlamasını diliyoruz. Allah'ın ödülü, herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır” dediler.
73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar.
74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
(75-76) Kim O'na (Rabbine) iyi eylemler işlemiş bir mü'min olarak gelirse; işte onlar için yüksek dereceler vardır. İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır.) İşte bu günahlardan arınmış olanların mükâfatıdır.
75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
(75-76) Kim O'na (Rabbine) iyi eylemler işlemiş bir mü'min olarak gelirse; işte onlar için yüksek dereceler vardır. İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır.) İşte bu günahlardan arınmış olanların mükâfatıdır.
76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى
Andolsun ki; Musa'ya şöyle vahyettik: “Kullarımı geceleyin yürüt. Denizde onlara kuru bir yol aç. (düşmanların yetişmesinden) korkma, (ve boğulmaktan da) endişe etme!”
77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz onları görülmedik bir şekilde kucaklayıp yuttu.
78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Firavun, halkını saptırdı, onların doğru yolu bulmasına engel oldu.
79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Size Tur Dağı'nın sağ yanını vadettik. Size gökten kudret helvası ile bıldırcın indirdik.
80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyiniz ve bu hususta taşkınlık (israf ve nankörlük) etmeyiniz! Yoksa gazabıma uğrarsınız. Her kim ki gazabıma uğrarsa, o kimse gerçekten kendini bütünüyle yıkıma sürüklemiştir!
81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى
Şüphe yok ki ben, tevbe edip inanan ve faydalı işler yapan, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.
82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
(Ve Allah Musa'ya:) “Seni alelacele (Tür dağında Tevrat'ı almak için yola çıktığında) kavminden öne geçiren nedir?” diye sordu.
83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
Musa, şöyle cevap verdi: “İşte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim.”
84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Allah buyurdu ki: “Sen öyle biliyorsun ama onlar senin izinde değiller. Zira biz senin ayrılmandan sonra halkını sınadık ve Samiri onları yoldan çıkardı.”
85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
Bunun üzerine Musa kavminin yanına öfkeli ve üzgün olarak döndü. Onlara dedi ki: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz ki bana verdiğiniz sözden caydınız?”
86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymadık. Fakat biz o halkının (Mısırlıların) mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları (eritmek için) ateşe attık. (aynı şekilde) Samiri de kendi mücevherlerini attı.”
87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Samiri, o erimiş altınlardan böğüren bir buzağı heykelini yontarak İsrailoğulları'nın önlerine dikti. Onlar da birbirlerine: “İşte sizin ve Musa'nın ilahı budur, fakat Musa onu unuttu” dediler.
88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟
Peki, onlar o buzağı heykellerinin kendilerine cevap vermediğini, ne zarar ve ne de fayda dokunduramadığını görmüyorlar mıydı?
89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Andolsun ki, Harun da onlara önceden: “Ey milletim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz çok merhametli olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin” demişti.
90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Onlar da: “Musa bize dönünceye kadar buzağıya ibadet etmeye devam edeceğiz” demişlerdi.
91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
(92-93) (Ve Musa Tur Dağından döndüğünde kardeşine:) “Ey Harun! Bunların yoldan çıktığını gördüğün halde, seni tutan ne oldu? Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?” dedi (ve saçından sakalından tutup çekmeye başladı).
92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
(92-93) (Ve Musa Tur Dağından döndüğünde kardeşine:) “Ey Harun! Bunların yoldan çıktığını gördüğün halde, seni tutan ne oldu? Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?” dedi (ve saçından sakalından tutup çekmeye başladı).
93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
(Harun:) “Ey anamın oğlu! Saçımı sakalımı çekme! Doğrusu ben senin: ‘İsrailoğulları'nın arasını açtın, sözüme uymadın' demenden korktum” dedi.
94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
(Musa bu defa Samiri'ye dönerek) “Ey Samiri! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
(Samiri) dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm. Bana gelen ilahi elçinin (Cebrail'in) ayak izlerinden avucumu doldurarak onu erimiş altın külçesinin bulunduğu potaya attım. Böyle yapmamın iyi olacağı içime doğdu.”
96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً
Musa: “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) bana dokunmayın, benden uzak durun!' diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın. Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var. Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız” dedi.
97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً
Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.
98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ
(Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur'an) verdik.
99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ
Kim bundan yüz çevirirse, hiç şüphesiz kıyamet günü o, ağır bir günah yüklenerek gelecektir.
100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ
Onlar o yükün altında (azabı içinde) ebedi olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ
Sur'a üflendiği gün, o gün günahkârları korkudan ağarmış gözlerle bir araya toplarız.
102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً
Kendi aralarında: “Siz (dünyada) on (gün) den fazla kalmadınız (değil mi)?” diye gizli gizli fısıldaşacaklar.
103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟
Aralarındaki konuşmaları biz herkesten daha iyi biliriz. O vakit içlerinden en aklı başında olanları ise: “Siz sadece bir gün kaldınız” diyecektir.
104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ
(105-107) (Ey Muhammed!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ
(105-107) (Ey Muhammed!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً
(105-107) (Ey Muhammed!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebileceksin.
107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً
O gün (herkes), kendisinden kaçıp kurtulmak mümkün olmayan bir davetçinin peşinden gider ve tüm sesler o sınırsız rahmet sahibinin huzurunda saygıyla kısılır. Öyle ki yalnızca cansız, baygın bir uğultu işitirsin.
108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً
(Allah) onların önlerindeki (gelecekleri)ni ve arkalarındaki (geçmişleri)ni bilir. Onların bilgisi ise O'nu(n bilgisini) asla kavrayamaz.
110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
(O gün) bütün yüzler, diri ve hayatın ve hâkimiyetin tam sahibi olan Allah'a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenerek gelen gerçekten perişan olmuştur.
111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً
Kim de inanmış olarak faydalı eylemlerde bulunursa, böyle birinin, haksızlığa uğramaktan ya da (hak ettiğini) alamamaktan korkmasına hiçbir sebep yoktur.
112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً
İşte böylece biz onu (insanlar anlasın diye) Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar ve kendilerine bir ibret ve uyanış olsun diye onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.
113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'an'ın sana vahyedilişi sona ermeden onu okumakta acele etme! “Rabbim ilmimi artır” de!
114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟
Biz vaktiyle Âdem'e (o yasak ağacın meyvesinden) yememesini tembih ettik. Fakat (o bu tembihimizi) unuttu. (Biz) onda güçlü irade bulamadık (bir isyan kastı ve emrimizde sebat da bulmadık).
115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Hani biz meleklere: “Âdem'e secde edin (onun önünde hürmetle eğilin)” demiştik, İblis'in dışında (hepsi) yere kapanmışlardı, o, ayak diretmişti.
116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
(117-119) Biz de Âdem'e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
(117-119) Biz de Âdem'e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
(117-119) Biz de Âdem'e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Nihayet şeytan onu fitledi: «Ey Âdem, dedi, seni ebedîlik ağacına, zeval bulmayacak bir devlete (ulaşdırmaya) delâlet edeyim mi»?
120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
Böylece ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Meyveyi tadar tatmaz (üzerlerindeki cennet elbisesi bir ceza olarak gitti ve) ayıp yerleri açığa çıktı. Bunun üzerine cennetteki ağaçların yaprakları ile örtünmeye koyuldular. (Böylece) Âdem (yanılarak da olsa) Rabbine karşı geldi ve şaşırıp kaldı.
121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Sonra (hatasını anlayıp yalvarmaya başladı) Rabbi onu seçkin kıldı (arıtıp temizledi) de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi.
122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
(Bu arada Allah) şöyle buyurdu: “(Şeytan ve siz) birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber/kitap) geldiğinde kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne sapar ne de sıkıntı çeker.”
123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
“Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak diriltiriz.”
124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً
O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak yarattın?”
125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
(Allah da:) “Evet öyle. Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun ve bugün de aynen öyle unutulmaktasın!” buyurur.
126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
İşte biz haddi aşan ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha süreklidir.
127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helak etmiş olmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları tarihi kalıntıları üzerinde gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ibretler vardır.
128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Eğer Rabbinin daha önce verilmiş bir hükmü ve belirlenmiş bir vadesi olmasaydı yok edilmeleri kaçınılmaz olurdu.
129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
(Ey Resulüm!) O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini övgüyle tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki ilahi hoşnutluğa, esenliğe eresin.
130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
O inkârcılardan, kendilerini denemek için dünya hayatının (makam, para ve çoluk çocuk gibi) süsleriyle yararlandırdığımız kimselere gözlerini dikme! Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan kimselerin olacaktır.
132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى
(İnkâr edenler:) “Rabbinden bize bir mucize getirse ya” dediler. (Oysa) onlara önceki semavî kitaplarda bulunan (Kur'an'a ait) deliller gelmedi mi?
133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Eğer biz onları, Kur'an'dan önce bir azap ile helâk etseydik, (o zaman da:) “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de (böyle) alçalıp rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık” derlerdi.
134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
De ki: “Herkes beklemektedir; siz de bekleyin bakalım. Kimlerin düz yolu seçtiğini ve kimlerin doğru yolu bulduğunu yakında göreceksiniz!”
135

Sureler

Mealler