Sureler
Mealler
Sonraki
Neml Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tâ, Sîn, Mîm.
2 Bunlar, (hak ile bâtılı) apaçık beyân eden Kitâb’ın âyetleridir.
3 (Ey Resûlüm!) Sen (onlar) mü’min kimseler olmayacaklar diye, neredeyse kendi nefsini helâk edicisin!
4 Dilesek, onlara gökten bir mu'cize indiririz de boyunları ona eğilip kalanlar (olarak inanmaya mecbûr) olurlar.
5 Hâlbuki onlara Rahmân’dan hiçbir yeni nasîhat gelmez ki ondan yüz çevirici kimseler olmasınlar!
6 Üstelik (onu) gerçekten yalanladılar; fakat kendisiyle alay edip durdukları şeylerin haberleri kendilerine yakında gelecektir.
7 Yeryüzünü görmediler mi? Orada her güzel çift (ve cins)ten nice bitkiler yetiştirdik.
8 Şübhesiz bunda, (Allah’ın kudretine) apaçık bir delil vardır. Buna rağmen onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
9 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
10 (10-11) Hani Rabbin Mûsâ’ya: 'O zâlimler topluluğuna, Fir'avun’un kavmine git!(Allah’a karşı gelmekten) hâlâ sakınmayacaklar mı?' diye nidâ buyurdu.
11 (10-11) Hani Rabbin Mûsâ’ya: 'O zâlimler topluluğuna, Fir'avun’un kavmine git!(Allah’a karşı gelmekten) hâlâ sakınmayacaklar mı?' diye nidâ buyurdu.
12 (Mûsâ şöyle) dedi: 'Rabbim! Muhakkak ki ben, (onların) beni yalanlamalarından korkarım!'
13 'Ve göğsüm daralır, dilim açılmaz; onun için (bana yardımcı olmak üzere)Hârûn’a da peygamberlik ver!'
14 'Hem onlar için benim aleyhimde (bana isnâd ettikleri) bir suç da var (onlardan birini hatâ ile öldürmüştüm); bu yüzden beni öldürmelerinden korkarım!'
15 (Allah) buyurdu ki: 'Aslâ! (Sana bir şey yapamazlar.) Şimdi (ikiniz de)mu'cizelerimizle gidin; muhakkak ki biz (ben Azîmüşşân), (aranızda olacak şeyleri)dinleyiciler olarak sizinle berâberiz!'
16 (16-17) Haydi (ikiniz de) Fir'avun’a gidin de deyin ki: 'Şübhe yok ki biz, İsrâiloğullarını bizimle berâber gönderesin diye âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.'
17 (16-17) Haydi (ikiniz de) Fir'avun’a gidin de deyin ki: 'Şübhe yok ki biz, İsrâiloğullarını bizimle berâber gönderesin diye âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.'
18 (Fir'avun) dedi ki: '(Biz) seni çocukken içimizde yetiştirmedik mi? Ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?'
19 'Sonunda o yaptığın işi de yaptın; o hâlde sen nankörlerdensin!'
20 (Mûsâ:) 'Ben bunu o zaman (öyle kasdım olmadan, sonu ölüm olacağını)bilmeyen kimselerden olarak yaptım' dedi.
21 'Sizden korkunca hemen içinizden kaçtım; sonra Rabbim bana hikmet verdi ve beni peygamberlerden kıldı.'
22 '(Sarayında yetişmekle) başıma kaktığın bu ni'met de, İsrâiloğullarını kendine köle edindiğin içindir.'
23 Fir'avun dedi ki: 'Âlemlerin Rabbi de nedir?'
24 (Mûsâ:) '(O,) göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir! Eğer kat'î olarak bilen kimseler iseniz (bunu siz de anlarsınız)!' dedi.
25 (Fir'avun,) etrâfında bulunanlara: 'İşitmiyor musunuz?' dedi.
26 (Mûsâ:) '(O,) sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir!' dedi.
27 (Fir'avun yine etrâfındakilere:) 'Size gönderilen bu elçiniz şübhe yok, mutlaka delidir!' dedi.
28 (Mûsâ:) '(O,) doğunun ve batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir! Eğer aklınızı kullanırsanız (bunu siz de anlarsınız)!' dedi.
29 (Fir'avun:) 'Yemin olsun ki benden başkasını ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan ederim!' dedi.
30 (Mûsâ:) 'Sana (peygamberliğimi) apaçık bildiren bir şey (bir mu'cize) getirmişolsam da mı?' dedi.
31 (Fir'avun:) 'Eğer (iddiânda) doğru kimselerden isen, haydi onu getir!' dedi.
32 Bunun üzerine (Mûsâ) asâsını (yere) bıraktı; bir de baktılar ki o, apaçık bir ejderhâdır!
33 Ve elini (koynundan) çıkardı; bir de gördüler ki o, bakanlara bembeyaz (parlayan, ışık saçan bir el)dir.
34 (Fir'avun) etrâfındaki ileri gelenlere: 'Şüb¬he¬siz ki bu, gerçekten bilgili bir sihirbazdır!' dedi.
35 'Sihri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?'
36 'Bütün bilgili mâhir sihirbazları sana getirsinler.'
37 'Bütün bilgili mâhir sihirbazları sana getirsinler.'
38 Böylece sihirbazlar, belli bir günün ta'yîn edilen vaktinde bir araya getirildi.
39 İnsanlara da: 'Siz toplanacak olan kimseler misiniz? (Haydi çabuk toplanın!)' denildi.
40 (Ve yine:) 'Umarız ki galib gelenler onlar olur da, (biz de) o sihirbazlara uyarız!'(dediler.)
41 Derken sihirbazlar geldiğinde Fir'avun’a: 'Eğer galib gelenler biz olursak, şübhesiz bize elbette bir mükâfât var değil mi?' dediler.
42 (Fir'avun:) 'Evet, hem o takdirde doğrusu siz, elbette (bana) yakın kılınmış kimselerden olacaksınız' dedi.
43 Mûsâ onlara: 'Siz (göz boyamak üzere) ne atacak kimseler iseniz, atın(bakalım)!' dedi.
44 Bunun üzerine (onlar) iplerini ve değneklerini attılar ve (böbürlenerek:)'Fir'avun’un şerefi üzerine yemîn ederiz ki, muhakkak galib olanlar elbette ancak biziz!' dediler.
45 Sonra, Mûsâ asâsını bıraktı; bir de baktılar ki o, onların uydurmakta oldukları şeyleri yutuyor!
46 Sihirbazlar (bunun aslâ bir sihir olmadığını anlayıp) hemen secdeye kapanan kimseler olarak (yerlere) atıldı(lar).
47 (47-48) 'Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân ettik!' dediler.
48 (47-48) 'Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân ettik!' dediler.
49 (Fir'avun:) '(Ben) size izin vermeden ona îmân ettiniz, öyle mi? Şübhesiz ki o, gerçekten size sihri öğreten büyüğünüzmüş. Ama ileride elbette göreceksiniz. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi kesinlikle asacağım!' dedi.
50 (Onlar ise) dediler ki: 'Zararı yok; çünki biz Rabbimize dönücü kimseleriz.'
51 'Doğrusu biz (bu mecliste) îmân edenlerin ilki olduğumuzdan, Rabbimizin bizim için hatâlarımızı bağışlayacağını umarız.'
52 Nihâyet Mûsâ’ya: 'Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünki siz (Fir'avun ordusu tarafından) ta'kib edilecek kimselersiniz!' diye vahyettik.
53 Sonra Fir'avun (İsrâiloğullarının yola çıktığını duyunca) şehirlere (asker)toplayıcılar gönderdi.
54 (Askerler toplanınca, Fir'avun:) 'Şübhe yok ki şunlar (İsrâiloğulları) elbette az bir topluluktur.'
55 'Ve şübhesiz ki onlar, bizi gerçekten kızdıran kimselerdir.'
56 'Doğrusu biz ise, elbette uyanık bir cemâatiz' (dedi).
57 (57-58) Böylelikle (İsrâiloğullarının peşine düşürerek) onları bahçelerden, pınarlardan, hazînelerden ve güzel yerlerden çıkardık.
58 (57-58) Böylelikle (İsrâiloğullarının peşine düşürerek) onları bahçelerden, pınarlardan, hazînelerden ve güzel yerlerden çıkardık.
59 İşte böyle! Artık oralara İsrâiloğullarını vâris kıldık!
60 Derken, (Fir'avun ve askerleri) gündoğumuna ulaşan kimseler iken (erkenden)onların peşine düştüler.
61 Nihâyet iki topluluk birbirini görünce, Mûsâ’nın arkadaşları: 'Muhakkak ki biz, elbet (kendilerine) yetişilmiş kimseleriz!' dedi.
62 (Mûsâ:) 'Aslâ! Rabbim şübhesiz benimle berâberdir; bana yol gösterecektir' dedi.
63 Bunun üzerine Mûsâ’ya: 'Asânla denize vur!' diye vahyettik. (Vurunca deniz)hemen yarıldı (ve on iki yol açıldı) da herbir parça (pek) büyük dağ gibi oluverdi!
64 Ötekileri (Fir'avun ve askerlerini) de buraya yaklaştırdık.
65 Ve Mûsâ ile berâberinde bulunanların hepsini kurtardık.
66 Sonra ötekilerini suda boğduk.
67 Şübhesiz ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
68 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
69 (Habîbim, yâ Muhammed!) Onlara İbrâhîm’in haberini de oku!
70 Hani, babasına ve kavmine: '(Siz) nelere tapıyorsunuz?' demişti.
71 (Onlar:) 'Birtakım putlara tapıyoruz, öyle ki (biz) onlara tapmakta devam eden kimseleriz' dediler.
72 (İbrâhîm:) 'Peki duâ ettiğiniz zaman (onlar) sizi işitiyorlar mı?' dedi.
73 'Yâhut size fayda sağlıyor veya zarar verebiliyorlar mı?'
74 (Onlar:) 'Hayır! (Biz) atalarımızı böyle yapar bulduk' dediler.
75 (75-76) (İbrâhîm) dedi ki: 'Siz ve önceki atalarınız, artık nelere tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?'
76 (75-76) (İbrâhîm) dedi ki: 'Siz ve önceki atalarınız, artık nelere tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?'
77 'İşte şübhesiz ki onlar (ilâh edindiğiniz şeyler), benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi müstesnâ!'
78 '(O,) beni yaratandır; bana doğru yolu gösteren de O’dur!'
79 'Beni yediren de, beni içiren de ancak O’dur!'
80 'Hem hastalandığım zaman da bana O şifâ verir!'
81 'O ki, beni vefât ettirecek; sonra beni diriltecek.'
82 'Dîn (hesab) günü hatâlarımı benim için bağışlayacağını umduğum O’dur!'
83 'Rabbim! Bana hikmet ihsan buyur ve beni sâlih kimseler arasına kat!'
84 'Sonraki (ümmet)ler içinde benim için bir lisân-ı sıdk (güzel bir medihle anılmayı)nasîb eyle!'
85 'Ve beni Naîm Cennetinin vârislerinden kıl!'
86 'Babama da mağfiret eyle; çünki o dalâlete düşenlerdendir.'
87 'Ve (insanların) diriltilecekleri gün, beni utandırma!'
88 O gün ki, (onda) ne mal fayda verir, ne de evlâd!
89 Ancak Allah’a selîm (sağlam) bir kalble gelen müstesnâ.
90 (O gün) Cennet takvâ sâhiblerine yaklaştırılır!
91 Cehennem de azgınlara açıkça gösterilir!
92 (92-93) Ve onlara: 'Sizin, Allah’dan başka tapmakta olduklarınız hani nerededir? Sizeyardım ediyorlar mı, veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?' denilir.
93 (92-93) Ve onlara: 'Sizin, Allah’dan başka tapmakta olduklarınız hani nerededir? Sizeyardım ediyorlar mı, veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?' denilir.
94 (94-95) Artık onlar ve azgınlar ve İblis’in askerleri, hepsi oraya (Cehenneme) yüzüstü atılırlar.
95 (94-95) Artık onlar ve azgınlar ve İblis’in askerleri, hepsi oraya (Cehenneme) yüzüstü atılırlar.
96 (96-97) Onlar orada (putlarıyla) çekişerek derler ki: 'Allah’a yemîn olsun ki, (biz)elbette apaçık bir dalâlet içinde imişiz.'
97 (96-97) Onlar orada (putlarıyla) çekişerek derler ki: 'Allah’a yemîn olsun ki, (biz)elbette apaçık bir dalâlet içinde imişiz.'
98 'Çünki, sizi âlemlerin Rabbiyle bir tutuyorduk.'
99 'Bizi ancak günahkârlar dalâlete düşürdü.'
100 (100-101) 'Şimdi artık bizim, ne şefâatçilerimiz, ne de yakın bir dostumuz vardır!'
101 (100-101) 'Şimdi artık bizim, ne şefâatçilerimiz, ne de yakın bir dostumuz vardır!'
102 'Buna rağmen ah keşke, bizim için hakikaten (dünyaya) bir (dönüş) daha olsa da mü’minlerden olsak!'
103 Şübhesiz ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
104 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
105 Nûh kavmi (de) peygamberleri yalanladı.
106 Kardeşleri Nûh onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
107 'Şübhesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
108 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
109 '(Ben) buna (tebliğ vazîfeme) karşılık sizden bir ücret istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
110 'Artık Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
111 (Onlar:) 'Sana en düşük kimseler (fakirler) tâbi' olmuşken, (biz) sana îmân eder miyiz?' dediler.
112 (Nûh) dedi ki: 'Onların (o hakir gördüğünüz kimselerin) ne yapmakta olduklarıhakkında benim bilgim yoktur. (Ben onların zâhirdeki îmanlarına bakarım.)'
113 'Eğer anlasanız, onların hesâbı ancak Rabbime âiddir.'
114 'Ben mü’minleri (yanımdan) kovucu da değilim.'
115 'Ben sâdece apaçık bir korkutucuyum.'
116 (Onlar:) 'Ey Nûh! Eğer (bu dediğinden) gerçekten vazgeçmezsen, mutlaka taşlana(rak öldürüle)nlerden olacaksın!' dediler.
117 (Nûh ise şöyle) dedi: 'Rabbim! Şübhesiz ki kavmim beni yalanladılar.'
118 'Artık, benimle onların arasını ayırarak aç (aramızda hüküm ver); beni ve benimle berâber bulunan mü’minleri de kurtar!'
119 Bunun üzerine onu ve onunla berâber bulunanları, o dolu gemi içinde kurtardık.
120 Sonra (bunun) ardından geride kalanları suda boğduk.
121 Muhakkak ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
122 Şübhesiz ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
123 Âd (kavmi) de peygamberleri yalanladı.
124 O vakit kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten)sakınmıyor musunuz?'
125 'Muhakkak ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
126 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
127 'Buna karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
128 '(Siz) her yüksek yere bir alâmet binâ edip (oralarda ve gelip geçenlerle)eğleniyor musunuz?'
129 Ve '(Dünyada) ebedî kalırsınız ümîdi ile sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?'
130 'Yakaladığınız zaman da, (acımasızca) zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?'
131 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
132 'Bilip durduğunuz şeyler (ni'metler) ile size yardım edenden sakının!'
133 (133-134) '(O,) size sağmal hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar ile yardım etmiştir.'
134 (133-134) '(O,) size sağmal hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar ile yardım etmiştir.'
135 'Şübhesiz ki ben, sizin üzerinize (dehşeti) büyük bir günün azâbından korkuyorum!'
136 (Onlar şöyle) dediler: '(Sen) nasîhat etsen de, nasîhat edenlerden olmasan da, bizim için birdir. (Biz vazgeçmeyiz!)'
137 'Bu (getirdiğin şeyler) öncekilerin âdetinden başka bir şey değildir!'
138 'Biz, azâba uğratılacak olanlar da değiliz.'
139 Böylece onu yalanladılar da onları (şiddetli bir rüzgârla) helâk ettik. Şübhesiz ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
140 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
141 Semûd (kavmi de) peygamberleri yalanladı.
142 Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
143 'Muhakkak ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
144 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
145 'Buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
146 (146-148) '(Siz) burada (her belâdan) emîn kimseler olarak bahçeler, pınarlar, ekinler ve tomurcukları olgunlaşan hurmalıklar içinde bırakılacak mısınız (sandınız)?'
147 (146-148) '(Siz) burada (her belâdan) emîn kimseler olarak bahçeler, pınarlar, ekinler ve tomurcukları olgunlaşan hurmalıklar içinde bırakılacak mısınız (sandınız)?'
148 (146-148) '(Siz) burada (her belâdan) emîn kimseler olarak bahçeler, pınarlar, ekinler ve tomurcukları olgunlaşan hurmalıklar içinde bırakılacak mısınız (sandınız)?'
149 '(Kendi hâline bırakılacağını zanneden) şımarık kimseler olarak dağlardan evleryontuyorsunuz.'
150 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
151 'Ve o haddi aşanların (kâfirlerin) emirlerine uymayın!'
152 'Onlar ki, yeryüzünde fesad çıkarırlar ve (gerek kendilerini, gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâh etmezler.'
153 (Onlar) dediler ki: 'Sen ancak iyice sihirlenmiş kimselerdensin!'
154 'Sen ancak bizim gibi bir insansın! Eğer (iddiânda) doğru kimselerden isen, haydi bir mu'cize getir!'
155 (Sâlih) dedi ki: 'İşte (istediğiniz mu'cize kayanın içinden çıkan) bu dişi devedir; su içme (hakkı bir gün) onundur; belli bir günün su içme (sıra)sı da sizindir.'
156 'Ve ona bir kötülükle ilişmeyin! Yoksa (dehşeti pek) büyük bir günün azâbı sizi yakalar!'
157 Derken onu kestiler; bunun üzerine (yaptıklarından) pişmanlık duyan kimseler oldular.
158 Çünki, azab onları yakaladı. Şübhe yok ki bunda apaçık bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
159 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
160 Lût kavmi (de) peygamberleri yalanladı.
161 Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
162 'Şübhesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
163 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
164 '(Ben) buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
165 (165-166) 'Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, el'âlemin (bütün insanların) içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır! Siz haddi aşan bir kavimsiniz!'
166 (165-166) 'Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, el'âlemin (bütün insanların) içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır! Siz haddi aşan bir kavimsiniz!'
167 (Onlar:) 'Ey Lût! Eğer (bundan) hakikaten vazgeçmezsen, mutlaka(memleketimizden) çıkarılanlardan olacaksın!' dediler.
168 (Lût) dedi ki: 'Şübhesiz ki ben, (sizin bu) işinize buğz edenlerdenim!'
169 'Rabbim! Beni ve âilemi, bunların yapmakta oldukları şeyden kurtar!' (dedi.)
170 Bunun üzerine onu ve bütün âilesini kurtardık.
171 Ancak geride kalanlar arasında bulunan (ve o kavmin çirkin âdetlerini hoş gören)bir kocakarı hâriç!
172 Sonra diğerlerini helâk ettik!
173 Üzerlerine (taştan) bir yağmur yağdırdık! Artık o korkutulanların (Lût kavminin)yağmuru ne kötüdür!
174 Şübhesiz bunda, apaçık bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
175 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
176 Eyke halkı (da) peygamberleri yalanladı.
177 Şuayb onlara (şöyle) demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
178 'Şübhesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
179 'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
180 '(Ben) buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
181 'Ölçüyü tam yapın; (alış verişlerinizde) eksiltenlerden olmayın!'
182 'Doğru terâzi ile tartın!'
183 'İnsanlara eşyâlarını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesad çıkaran kimseler olarak bozgunculuk yapmayın!'
184 'Sizi ve önceki nesilleri yaratandan sakının!'
185 (Onlar şöyle) dediler: 'Sen ancak iyice sihirlenmiş kimselerdensin!'
186 'Sen de ancak bizim gibi bir insansın; ve (biz) seni gerçekten yalancılardan sanıyoruz.'
187 'Eğer (iddiâsında) doğru kimselerden isen, haydi üzerimize gökten parçalar düşür!'
188 (Şuayb:) 'Rabbim, ne yaparsanız en iyi bilendir' dedi.
189 Böylece onu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Gerçekten o, (dehşeti pek) büyük bir günün azâbı idi.
190 Şübhesiz ki bunda apaçık bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
191 Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
192 Hem muhakkak ki o (Kur’ân), gerçekten âlemlerin Rabbinin tenzîli (peyderpey indirmesi)dir.
193 (193-195) Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.
194 (193-195) Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.
195 (193-195) Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.
196 Ve şübhesiz ki o(nun zikri) daha öncekilerin kitablarında da elbet vardır.
197 İsrâiloğulları âlimlerinin bunu (kitablarında görerek) bilmesi, onlar için bir delil değil midir?
198 (198-199) Eğer onu Arabca bilmeyen kimselerden birine indirseydik de, (o kimse) onu onlara (Mekkeli müşriklere) okusaydı, (yine de) ona îmân eden kimseler olmazlardı!
199 (198-199) Eğer onu Arabca bilmeyen kimselerden birine indirseydik de, (o kimse) onu onlara (Mekkeli müşriklere) okusaydı, (yine de) ona îmân eden kimseler olmazlardı!
200 İşte onu (o küfrü) günahkârların kalblerine (yalanlamalarındaki inadları sebebiyle) böyle sokmuşuzdur.
201 Elemli bir azâbı görmedikçe ona îmân etmezler.
202 İşte (bu azab) onlara haberleri olmadan, ansızın gelecektir.
203 Bunun üzerine (onlar): 'Biz (acabâ îmân etmemiz için) mühlet verilen kimseler(olur) muyuz?' derler.
204 Şimdi (alay ederek) bizim azâbımızı mı acele istiyorlar?
205 (205-206) Söyleyin bakalım! Eğer onları senelerce (yaşatıp) ni'metlendirsek, sonra da o tehdîd edilmekte oldukları (azab) başlarına gelse (ne yapacaklar?)
206 (205-206) Söyleyin bakalım! Eğer onları senelerce (yaşatıp) ni'metlendirsek, sonra da o tehdîd edilmekte oldukları (azab) başlarına gelse (ne yapacaklar?)
207 Faydalandırılmakta oldukları şeyler (ni'metler o gün) kendilerine bir fayda vermez.
208 (208-209) Hâlbuki (biz) hiçbir memleketi, (halkına) nasîhat vermek üzere kendisine(gönderilen) korkutucuları (peygamberleri) olmadan helâk etmedik. Ve (aslâ) zâlimler olmadık.
209 (208-209) Hâlbuki (biz) hiçbir memleketi, (halkına) nasîhat vermek üzere kendisine(gönderilen) korkutucuları (peygamberleri) olmadan helâk etmedik. Ve (aslâ) zâlimler olmadık.
210 Hem onu (o Kur’ân’ı) şeytanlar indirmedi.
211 Hem (bu) onlara düşmez; zâten güç de yetiremezler.
212 Çünki onlar (meleklerin sözlerini) işitmekten elbette uzak tutulmuş olanlardır.
213 O hâlde Allah ile berâber başka bir ilâha (kulluk edip) yalvarma; sonra azâb edilenlerden olursun!
214 Ve (önce) en yakın akrabâlarını korkut!
215 Sana tâbi' olan mü’minlere de (şefkat ve tevâzu') kanadını indir!
216 Buna rağmen sana karşı gelirlerse, artık (onlara) de ki: 'Doğrusu ben sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım!'
217 Ve O Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)e, Rahîm (çok merhametli olan Allah)’a tevekkül et!
218 O ki, (gece ibâdet için) kalktığın zaman seni görür!
219 Secde edenler içinde değişik hâllere girmeni (eğilip doğrulmanı) da (görür)!
220 Şübhesiz ki Semî' (hakkıyla işiten), Alîm (kemâliyle bilen) ancak O’dur.
221 Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
222 (Onlar) iftirâya düşkün, çok günahkâr olan herkesin üzerine iner.
223 (Onlar ise şeytanlara) kulak verirler; bunların çoğu da yalancıdırlar.
224 O şuarâ’ya (şâirlere) gelince, onlara azgınlar uyar.
225 Görmedin mi? Gerçekten onlar (o şâirler) her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar (da her türlü yalan ve çirkin sözü söylerler).
226 Ve doğrusu onlar, yapmayacakları şeyleri söylerler.
227 Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve kendilerine zulmedildikten sonra (şiirleriyle) intikamlarını alan (mü’min şâir)ler müstesnâ!Zulmedenler ise, nasıl bir inkılab yerine (dünyadaki hâllerinin zıddına) döneceklerini yakında bilecek(ler)dir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰسٓمٓۜ 1
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ 2
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ 3
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ 4
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ 5
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 6
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ 7
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 8
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 9
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ 10
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ 11
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ 12
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ 13
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ 14
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ 15
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 16
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 17
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ 18
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ 19
قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ 20
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ 21
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 22
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ 23
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ 24
قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ 25
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ 26
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ 27
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ 28
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ 29
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ 30
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 31
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ 32
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ 33
قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ 34
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ 35
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ 36
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ 37
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ 38
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ 39
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ 40
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ 41
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ 42
قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ 43
فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ 44
فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ 45
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ 46
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 47
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ 48
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ 49
قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ 50
اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟ 51
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ 52
فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ 53
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ 54
وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ 55
وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ 56
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ 57
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ 58
كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ 59
فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ 60
فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ 61
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ 62
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ 63
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ 64
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ 65
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ 66
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 67
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 68
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ 69
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ 70
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ 71
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ 72
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ 73
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ 74
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ 75
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ 76
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ 77
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ 78
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ 79
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ 80
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ 81
وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ 82
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ 83
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ 84
وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ 85
وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ 86
وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ 87
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ 88
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ 89
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ 90
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ 91
وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ 92
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ 93
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ 94
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ 95
قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ 96
تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ 97
اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ 98
وَمَٓا اَضَلَّـنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ 99
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ 100
وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ 101
فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ 102
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 103
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 104
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ 105
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ 106
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 107
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 108
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ 109
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ 110
قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ 111
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ 112
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ 113
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ 114
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ 115
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ 116
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ 117
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ 118
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ 119
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ 120
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 121
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 122
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ 123
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ 124
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 125
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 126
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 127
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ 128
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ 129
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ 130
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 131
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ 132
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ 133
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ 134
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ 135
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ 136
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ 137
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ 138
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 139
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 140
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ 141
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ 142
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 143
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 144
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 145
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ 146
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ 147
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ 148
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ 149
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 150
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ 151
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ 152
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ 153
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 154
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ 155
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 156
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ 157
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 158
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 159
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ 160
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ 161
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 162
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 163
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 164
اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ 165
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ 166
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ 167
قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ 168
رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ 169
فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ 170
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَۚ 171
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ 172
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ 173
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 174
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 175
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ 176
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ 177
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 178
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 179
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 180
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ 181
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ 182
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ 183
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ 184
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ 185
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ 186
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ 187
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ 188
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 189
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ 190
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ 191
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 192
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ 193
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ 194
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ 195
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ 196
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 197
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ 198
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ 199
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ 200
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ 201
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ 202
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ 203
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ 204
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ 205
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ 206
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ 207
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ 208
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 209
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ 210
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ 211
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ 212
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ 213
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ 214
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ 215
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ 216
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ 217
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ 218
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ 219
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 220
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ 221
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ 222
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ 223
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ 224
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ 225
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ 226
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ 227
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰسٓمٓۜ
Tâ, Sîn, Mîm.
1
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
Bunlar, (hak ile bâtılı) apaçık beyân eden Kitâb’ın âyetleridir.
2
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
(Ey Resûlüm!) Sen (onlar) mü’min kimseler olmayacaklar diye, neredeyse kendi nefsini helâk edicisin!
3
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ
Dilesek, onlara gökten bir mu'cize indiririz de boyunları ona eğilip kalanlar (olarak inanmaya mecbûr) olurlar.
4
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ
Hâlbuki onlara Rahmân’dan hiçbir yeni nasîhat gelmez ki ondan yüz çevirici kimseler olmasınlar!
5
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Üstelik (onu) gerçekten yalanladılar; fakat kendisiyle alay edip durdukları şeylerin haberleri kendilerine yakında gelecektir.
6
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ
Yeryüzünü görmediler mi? Orada her güzel çift (ve cins)ten nice bitkiler yetiştirdik.
7
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şübhesiz bunda, (Allah’ın kudretine) apaçık bir delil vardır. Buna rağmen onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
8
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
9
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ
(10-11) Hani Rabbin Mûsâ’ya: 'O zâlimler topluluğuna, Fir'avun’un kavmine git!(Allah’a karşı gelmekten) hâlâ sakınmayacaklar mı?' diye nidâ buyurdu.
10
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ
(10-11) Hani Rabbin Mûsâ’ya: 'O zâlimler topluluğuna, Fir'avun’un kavmine git!(Allah’a karşı gelmekten) hâlâ sakınmayacaklar mı?' diye nidâ buyurdu.
11
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ
(Mûsâ şöyle) dedi: 'Rabbim! Muhakkak ki ben, (onların) beni yalanlamalarından korkarım!'
12
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ
'Ve göğsüm daralır, dilim açılmaz; onun için (bana yardımcı olmak üzere)Hârûn’a da peygamberlik ver!'
13
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ
'Hem onlar için benim aleyhimde (bana isnâd ettikleri) bir suç da var (onlardan birini hatâ ile öldürmüştüm); bu yüzden beni öldürmelerinden korkarım!'
14
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ
(Allah) buyurdu ki: 'Aslâ! (Sana bir şey yapamazlar.) Şimdi (ikiniz de)mu'cizelerimizle gidin; muhakkak ki biz (ben Azîmüşşân), (aranızda olacak şeyleri)dinleyiciler olarak sizinle berâberiz!'
15
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
(16-17) Haydi (ikiniz de) Fir'avun’a gidin de deyin ki: 'Şübhe yok ki biz, İsrâiloğullarını bizimle berâber gönderesin diye âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.'
16
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
(16-17) Haydi (ikiniz de) Fir'avun’a gidin de deyin ki: 'Şübhe yok ki biz, İsrâiloğullarını bizimle berâber gönderesin diye âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.'
17
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ
(Fir'avun) dedi ki: '(Biz) seni çocukken içimizde yetiştirmedik mi? Ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?'
18
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
'Sonunda o yaptığın işi de yaptın; o hâlde sen nankörlerdensin!'
19
قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ
(Mûsâ:) 'Ben bunu o zaman (öyle kasdım olmadan, sonu ölüm olacağını)bilmeyen kimselerden olarak yaptım' dedi.
20
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
'Sizden korkunca hemen içinizden kaçtım; sonra Rabbim bana hikmet verdi ve beni peygamberlerden kıldı.'
21
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
'(Sarayında yetişmekle) başıma kaktığın bu ni'met de, İsrâiloğullarını kendine köle edindiğin içindir.'
22
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Fir'avun dedi ki: 'Âlemlerin Rabbi de nedir?'
23
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ
(Mûsâ:) '(O,) göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir! Eğer kat'î olarak bilen kimseler iseniz (bunu siz de anlarsınız)!' dedi.
24
قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ
(Fir'avun,) etrâfında bulunanlara: 'İşitmiyor musunuz?' dedi.
25
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
(Mûsâ:) '(O,) sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir!' dedi.
26
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
(Fir'avun yine etrâfındakilere:) 'Size gönderilen bu elçiniz şübhe yok, mutlaka delidir!' dedi.
27
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
(Mûsâ:) '(O,) doğunun ve batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir! Eğer aklınızı kullanırsanız (bunu siz de anlarsınız)!' dedi.
28
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ
(Fir'avun:) 'Yemin olsun ki benden başkasını ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan ederim!' dedi.
29
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ
(Mûsâ:) 'Sana (peygamberliğimi) apaçık bildiren bir şey (bir mu'cize) getirmişolsam da mı?' dedi.
30
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
(Fir'avun:) 'Eğer (iddiânda) doğru kimselerden isen, haydi onu getir!' dedi.
31
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
Bunun üzerine (Mûsâ) asâsını (yere) bıraktı; bir de baktılar ki o, apaçık bir ejderhâdır!
32
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
Ve elini (koynundan) çıkardı; bir de gördüler ki o, bakanlara bembeyaz (parlayan, ışık saçan bir el)dir.
33
قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
(Fir'avun) etrâfındaki ileri gelenlere: 'Şüb¬he¬siz ki bu, gerçekten bilgili bir sihirbazdır!' dedi.
34
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
'Sihri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?'
35
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
'Bütün bilgili mâhir sihirbazları sana getirsinler.'
36
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ
'Bütün bilgili mâhir sihirbazları sana getirsinler.'
37
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ
Böylece sihirbazlar, belli bir günün ta'yîn edilen vaktinde bir araya getirildi.
38
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ
İnsanlara da: 'Siz toplanacak olan kimseler misiniz? (Haydi çabuk toplanın!)' denildi.
39
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
(Ve yine:) 'Umarız ki galib gelenler onlar olur da, (biz de) o sihirbazlara uyarız!'(dediler.)
40
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
Derken sihirbazlar geldiğinde Fir'avun’a: 'Eğer galib gelenler biz olursak, şübhesiz bize elbette bir mükâfât var değil mi?' dediler.
41
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
(Fir'avun:) 'Evet, hem o takdirde doğrusu siz, elbette (bana) yakın kılınmış kimselerden olacaksınız' dedi.
42
قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
Mûsâ onlara: 'Siz (göz boyamak üzere) ne atacak kimseler iseniz, atın(bakalım)!' dedi.
43
فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
Bunun üzerine (onlar) iplerini ve değneklerini attılar ve (böbürlenerek:)'Fir'avun’un şerefi üzerine yemîn ederiz ki, muhakkak galib olanlar elbette ancak biziz!' dediler.
44
فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Sonra, Mûsâ asâsını bıraktı; bir de baktılar ki o, onların uydurmakta oldukları şeyleri yutuyor!
45
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ
Sihirbazlar (bunun aslâ bir sihir olmadığını anlayıp) hemen secdeye kapanan kimseler olarak (yerlere) atıldı(lar).
46
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
(47-48) 'Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân ettik!' dediler.
47
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
(47-48) 'Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân ettik!' dediler.
48
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
(Fir'avun:) '(Ben) size izin vermeden ona îmân ettiniz, öyle mi? Şübhesiz ki o, gerçekten size sihri öğreten büyüğünüzmüş. Ama ileride elbette göreceksiniz. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi kesinlikle asacağım!' dedi.
49
قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
(Onlar ise) dediler ki: 'Zararı yok; çünki biz Rabbimize dönücü kimseleriz.'
50
اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟
'Doğrusu biz (bu mecliste) îmân edenlerin ilki olduğumuzdan, Rabbimizin bizim için hatâlarımızı bağışlayacağını umarız.'
51
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ
Nihâyet Mûsâ’ya: 'Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünki siz (Fir'avun ordusu tarafından) ta'kib edilecek kimselersiniz!' diye vahyettik.
52
فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ
Sonra Fir'avun (İsrâiloğullarının yola çıktığını duyunca) şehirlere (asker)toplayıcılar gönderdi.
53
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ
(Askerler toplanınca, Fir'avun:) 'Şübhe yok ki şunlar (İsrâiloğulları) elbette az bir topluluktur.'
54
وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ
'Ve şübhesiz ki onlar, bizi gerçekten kızdıran kimselerdir.'
55
وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ
'Doğrusu biz ise, elbette uyanık bir cemâatiz' (dedi).
56
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
(57-58) Böylelikle (İsrâiloğullarının peşine düşürerek) onları bahçelerden, pınarlardan, hazînelerden ve güzel yerlerden çıkardık.
57
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ
(57-58) Böylelikle (İsrâiloğullarının peşine düşürerek) onları bahçelerden, pınarlardan, hazînelerden ve güzel yerlerden çıkardık.
58
كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
İşte böyle! Artık oralara İsrâiloğullarını vâris kıldık!
59
فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ
Derken, (Fir'avun ve askerleri) gündoğumuna ulaşan kimseler iken (erkenden)onların peşine düştüler.
60
فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
Nihâyet iki topluluk birbirini görünce, Mûsâ’nın arkadaşları: 'Muhakkak ki biz, elbet (kendilerine) yetişilmiş kimseleriz!' dedi.
61
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
(Mûsâ:) 'Aslâ! Rabbim şübhesiz benimle berâberdir; bana yol gösterecektir' dedi.
62
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
Bunun üzerine Mûsâ’ya: 'Asânla denize vur!' diye vahyettik. (Vurunca deniz)hemen yarıldı (ve on iki yol açıldı) da herbir parça (pek) büyük dağ gibi oluverdi!
63
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
Ötekileri (Fir'avun ve askerlerini) de buraya yaklaştırdık.
64
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
Ve Mûsâ ile berâberinde bulunanların hepsini kurtardık.
65
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
Sonra ötekilerini suda boğduk.
66
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şübhesiz ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
67
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
68
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
(Habîbim, yâ Muhammed!) Onlara İbrâhîm’in haberini de oku!
69
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
Hani, babasına ve kavmine: '(Siz) nelere tapıyorsunuz?' demişti.
70
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
(Onlar:) 'Birtakım putlara tapıyoruz, öyle ki (biz) onlara tapmakta devam eden kimseleriz' dediler.
71
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
(İbrâhîm:) 'Peki duâ ettiğiniz zaman (onlar) sizi işitiyorlar mı?' dedi.
72
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
'Yâhut size fayda sağlıyor veya zarar verebiliyorlar mı?'
73
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
(Onlar:) 'Hayır! (Biz) atalarımızı böyle yapar bulduk' dediler.
74
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
(75-76) (İbrâhîm) dedi ki: 'Siz ve önceki atalarınız, artık nelere tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?'
75
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
(75-76) (İbrâhîm) dedi ki: 'Siz ve önceki atalarınız, artık nelere tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?'
76
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
'İşte şübhesiz ki onlar (ilâh edindiğiniz şeyler), benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi müstesnâ!'
77
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
'(O,) beni yaratandır; bana doğru yolu gösteren de O’dur!'
78
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
'Beni yediren de, beni içiren de ancak O’dur!'
79
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
'Hem hastalandığım zaman da bana O şifâ verir!'
80
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
'O ki, beni vefât ettirecek; sonra beni diriltecek.'
81
وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
'Dîn (hesab) günü hatâlarımı benim için bağışlayacağını umduğum O’dur!'
82
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
'Rabbim! Bana hikmet ihsan buyur ve beni sâlih kimseler arasına kat!'
83
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ
'Sonraki (ümmet)ler içinde benim için bir lisân-ı sıdk (güzel bir medihle anılmayı)nasîb eyle!'
84
وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ
'Ve beni Naîm Cennetinin vârislerinden kıl!'
85
وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ
'Babama da mağfiret eyle; çünki o dalâlete düşenlerdendir.'
86
وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ
'Ve (insanların) diriltilecekleri gün, beni utandırma!'
87
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ
O gün ki, (onda) ne mal fayda verir, ne de evlâd!
88
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
Ancak Allah’a selîm (sağlam) bir kalble gelen müstesnâ.
89
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
(O gün) Cennet takvâ sâhiblerine yaklaştırılır!
90
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ
Cehennem de azgınlara açıkça gösterilir!
91
وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
(92-93) Ve onlara: 'Sizin, Allah’dan başka tapmakta olduklarınız hani nerededir? Sizeyardım ediyorlar mı, veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?' denilir.
92
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ
(92-93) Ve onlara: 'Sizin, Allah’dan başka tapmakta olduklarınız hani nerededir? Sizeyardım ediyorlar mı, veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?' denilir.
93
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ
(94-95) Artık onlar ve azgınlar ve İblis’in askerleri, hepsi oraya (Cehenneme) yüzüstü atılırlar.
94
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ
(94-95) Artık onlar ve azgınlar ve İblis’in askerleri, hepsi oraya (Cehenneme) yüzüstü atılırlar.
95
قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ
(96-97) Onlar orada (putlarıyla) çekişerek derler ki: 'Allah’a yemîn olsun ki, (biz)elbette apaçık bir dalâlet içinde imişiz.'
96
تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
(96-97) Onlar orada (putlarıyla) çekişerek derler ki: 'Allah’a yemîn olsun ki, (biz)elbette apaçık bir dalâlet içinde imişiz.'
97
اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
'Çünki, sizi âlemlerin Rabbiyle bir tutuyorduk.'
98
وَمَٓا اَضَلَّـنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ
'Bizi ancak günahkârlar dalâlete düşürdü.'
99
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ
(100-101) 'Şimdi artık bizim, ne şefâatçilerimiz, ne de yakın bir dostumuz vardır!'
100
وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ
(100-101) 'Şimdi artık bizim, ne şefâatçilerimiz, ne de yakın bir dostumuz vardır!'
101
فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
'Buna rağmen ah keşke, bizim için hakikaten (dünyaya) bir (dönüş) daha olsa da mü’minlerden olsak!'
102
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şübhesiz ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
103
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
104
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Nûh kavmi (de) peygamberleri yalanladı.
105
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Kardeşleri Nûh onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
106
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
'Şübhesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
107
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
108
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
'(Ben) buna (tebliğ vazîfeme) karşılık sizden bir ücret istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
109
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ
'Artık Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
110
قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ
(Onlar:) 'Sana en düşük kimseler (fakirler) tâbi' olmuşken, (biz) sana îmân eder miyiz?' dediler.
111
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
(Nûh) dedi ki: 'Onların (o hakir gördüğünüz kimselerin) ne yapmakta olduklarıhakkında benim bilgim yoktur. (Ben onların zâhirdeki îmanlarına bakarım.)'
112
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ
'Eğer anlasanız, onların hesâbı ancak Rabbime âiddir.'
113
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
'Ben mü’minleri (yanımdan) kovucu da değilim.'
114
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
'Ben sâdece apaçık bir korkutucuyum.'
115
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
(Onlar:) 'Ey Nûh! Eğer (bu dediğinden) gerçekten vazgeçmezsen, mutlaka taşlana(rak öldürüle)nlerden olacaksın!' dediler.
116
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
(Nûh ise şöyle) dedi: 'Rabbim! Şübhesiz ki kavmim beni yalanladılar.'
117
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
'Artık, benimle onların arasını ayırarak aç (aramızda hüküm ver); beni ve benimle berâber bulunan mü’minleri de kurtar!'
118
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
Bunun üzerine onu ve onunla berâber bulunanları, o dolu gemi içinde kurtardık.
119
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
Sonra (bunun) ardından geride kalanları suda boğduk.
120
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Muhakkak ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
121
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şübhesiz ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
122
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Âd (kavmi) de peygamberleri yalanladı.
123
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
O vakit kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten)sakınmıyor musunuz?'
124
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
'Muhakkak ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
125
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
126
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
'Buna karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
127
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
'(Siz) her yüksek yere bir alâmet binâ edip (oralarda ve gelip geçenlerle)eğleniyor musunuz?'
128
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
Ve '(Dünyada) ebedî kalırsınız ümîdi ile sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?'
129
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
'Yakaladığınız zaman da, (acımasızca) zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?'
130
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
131
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
'Bilip durduğunuz şeyler (ni'metler) ile size yardım edenden sakının!'
132
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
(133-134) '(O,) size sağmal hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar ile yardım etmiştir.'
133
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
(133-134) '(O,) size sağmal hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar ile yardım etmiştir.'
134
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
'Şübhesiz ki ben, sizin üzerinize (dehşeti) büyük bir günün azâbından korkuyorum!'
135
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
(Onlar şöyle) dediler: '(Sen) nasîhat etsen de, nasîhat edenlerden olmasan da, bizim için birdir. (Biz vazgeçmeyiz!)'
136
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
'Bu (getirdiğin şeyler) öncekilerin âdetinden başka bir şey değildir!'
137
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
'Biz, azâba uğratılacak olanlar da değiliz.'
138
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Böylece onu yalanladılar da onları (şiddetli bir rüzgârla) helâk ettik. Şübhesiz ki bunda, elbette bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
139
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
140
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Semûd (kavmi de) peygamberleri yalanladı.
141
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
142
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
'Muhakkak ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
143
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
144
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
'Buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
145
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
(146-148) '(Siz) burada (her belâdan) emîn kimseler olarak bahçeler, pınarlar, ekinler ve tomurcukları olgunlaşan hurmalıklar içinde bırakılacak mısınız (sandınız)?'
146
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
(146-148) '(Siz) burada (her belâdan) emîn kimseler olarak bahçeler, pınarlar, ekinler ve tomurcukları olgunlaşan hurmalıklar içinde bırakılacak mısınız (sandınız)?'
147
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
(146-148) '(Siz) burada (her belâdan) emîn kimseler olarak bahçeler, pınarlar, ekinler ve tomurcukları olgunlaşan hurmalıklar içinde bırakılacak mısınız (sandınız)?'
148
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ
'(Kendi hâline bırakılacağını zanneden) şımarık kimseler olarak dağlardan evleryontuyorsunuz.'
149
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
150
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
'Ve o haddi aşanların (kâfirlerin) emirlerine uymayın!'
151
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
'Onlar ki, yeryüzünde fesad çıkarırlar ve (gerek kendilerini, gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâh etmezler.'
152
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
(Onlar) dediler ki: 'Sen ancak iyice sihirlenmiş kimselerdensin!'
153
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
'Sen ancak bizim gibi bir insansın! Eğer (iddiânda) doğru kimselerden isen, haydi bir mu'cize getir!'
154
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
(Sâlih) dedi ki: 'İşte (istediğiniz mu'cize kayanın içinden çıkan) bu dişi devedir; su içme (hakkı bir gün) onundur; belli bir günün su içme (sıra)sı da sizindir.'
155
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
'Ve ona bir kötülükle ilişmeyin! Yoksa (dehşeti pek) büyük bir günün azâbı sizi yakalar!'
156
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
Derken onu kestiler; bunun üzerine (yaptıklarından) pişmanlık duyan kimseler oldular.
157
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Çünki, azab onları yakaladı. Şübhe yok ki bunda apaçık bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
158
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
159
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Lût kavmi (de) peygamberleri yalanladı.
160
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
161
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
'Şübhesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
162
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
163
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
'(Ben) buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
164
اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ
(165-166) 'Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, el'âlemin (bütün insanların) içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır! Siz haddi aşan bir kavimsiniz!'
165
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
(165-166) 'Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, el'âlemin (bütün insanların) içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır! Siz haddi aşan bir kavimsiniz!'
166
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ
(Onlar:) 'Ey Lût! Eğer (bundan) hakikaten vazgeçmezsen, mutlaka(memleketimizden) çıkarılanlardan olacaksın!' dediler.
167
قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ
(Lût) dedi ki: 'Şübhesiz ki ben, (sizin bu) işinize buğz edenlerdenim!'
168
رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ
'Rabbim! Beni ve âilemi, bunların yapmakta oldukları şeyden kurtar!' (dedi.)
169
فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Bunun üzerine onu ve bütün âilesini kurtardık.
170
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَۚ
Ancak geride kalanlar arasında bulunan (ve o kavmin çirkin âdetlerini hoş gören)bir kocakarı hâriç!
171
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ
Sonra diğerlerini helâk ettik!
172
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ
Üzerlerine (taştan) bir yağmur yağdırdık! Artık o korkutulanların (Lût kavminin)yağmuru ne kötüdür!
173
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şübhesiz bunda, apaçık bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
174
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
175
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Eyke halkı (da) peygamberleri yalanladı.
176
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Şuayb onlara (şöyle) demişti: '(Allah’a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?'
177
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
'Şübhesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emîn bir peygamberim.'
178
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
'Artık, Allah’dan sakının ve bana itâat edin!'
179
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
'(Ben) buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.'
180
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ
'Ölçüyü tam yapın; (alış verişlerinizde) eksiltenlerden olmayın!'
181
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ
'Doğru terâzi ile tartın!'
182
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ
'İnsanlara eşyâlarını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesad çıkaran kimseler olarak bozgunculuk yapmayın!'
183
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ
'Sizi ve önceki nesilleri yaratandan sakının!'
184
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ
(Onlar şöyle) dediler: 'Sen ancak iyice sihirlenmiş kimselerdensin!'
185
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ
'Sen de ancak bizim gibi bir insansın; ve (biz) seni gerçekten yalancılardan sanıyoruz.'
186
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ
'Eğer (iddiâsında) doğru kimselerden isen, haydi üzerimize gökten parçalar düşür!'
187
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
(Şuayb:) 'Rabbim, ne yaparsanız en iyi bilendir' dedi.
188
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Böylece onu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Gerçekten o, (dehşeti pek) büyük bir günün azâbı idi.
189
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şübhesiz ki bunda apaçık bir ibret vardır. Fakat onların çoğu îmân etmiş kimseler değildir.
190
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhamet eden)elbette ancak Rabbindir.
191
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Hem muhakkak ki o (Kur’ân), gerçekten âlemlerin Rabbinin tenzîli (peyderpey indirmesi)dir.
192
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ
(193-195) Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.
193
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ
(193-195) Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.
194
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ
(193-195) Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.
195
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ
Ve şübhesiz ki o(nun zikri) daha öncekilerin kitablarında da elbet vardır.
196
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
İsrâiloğulları âlimlerinin bunu (kitablarında görerek) bilmesi, onlar için bir delil değil midir?
197
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ
(198-199) Eğer onu Arabca bilmeyen kimselerden birine indirseydik de, (o kimse) onu onlara (Mekkeli müşriklere) okusaydı, (yine de) ona îmân eden kimseler olmazlardı!
198
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ
(198-199) Eğer onu Arabca bilmeyen kimselerden birine indirseydik de, (o kimse) onu onlara (Mekkeli müşriklere) okusaydı, (yine de) ona îmân eden kimseler olmazlardı!
199
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ
İşte onu (o küfrü) günahkârların kalblerine (yalanlamalarındaki inadları sebebiyle) böyle sokmuşuzdur.
200
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
Elemli bir azâbı görmedikçe ona îmân etmezler.
201
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
İşte (bu azab) onlara haberleri olmadan, ansızın gelecektir.
202
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
Bunun üzerine (onlar): 'Biz (acabâ îmân etmemiz için) mühlet verilen kimseler(olur) muyuz?' derler.
203
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
Şimdi (alay ederek) bizim azâbımızı mı acele istiyorlar?
204
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ
(205-206) Söyleyin bakalım! Eğer onları senelerce (yaşatıp) ni'metlendirsek, sonra da o tehdîd edilmekte oldukları (azab) başlarına gelse (ne yapacaklar?)
205
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ
(205-206) Söyleyin bakalım! Eğer onları senelerce (yaşatıp) ni'metlendirsek, sonra da o tehdîd edilmekte oldukları (azab) başlarına gelse (ne yapacaklar?)
206
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
Faydalandırılmakta oldukları şeyler (ni'metler o gün) kendilerine bir fayda vermez.
207
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
(208-209) Hâlbuki (biz) hiçbir memleketi, (halkına) nasîhat vermek üzere kendisine(gönderilen) korkutucuları (peygamberleri) olmadan helâk etmedik. Ve (aslâ) zâlimler olmadık.
208
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
(208-209) Hâlbuki (biz) hiçbir memleketi, (halkına) nasîhat vermek üzere kendisine(gönderilen) korkutucuları (peygamberleri) olmadan helâk etmedik. Ve (aslâ) zâlimler olmadık.
209
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
Hem onu (o Kur’ân’ı) şeytanlar indirmedi.
210
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
Hem (bu) onlara düşmez; zâten güç de yetiremezler.
211
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
Çünki onlar (meleklerin sözlerini) işitmekten elbette uzak tutulmuş olanlardır.
212
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
O hâlde Allah ile berâber başka bir ilâha (kulluk edip) yalvarma; sonra azâb edilenlerden olursun!
213
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
Ve (önce) en yakın akrabâlarını korkut!
214
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Sana tâbi' olan mü’minlere de (şefkat ve tevâzu') kanadını indir!
215
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
Buna rağmen sana karşı gelirlerse, artık (onlara) de ki: 'Doğrusu ben sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım!'
216
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
Ve O Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)e, Rahîm (çok merhametli olan Allah)’a tevekkül et!
217
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
O ki, (gece ibâdet için) kalktığın zaman seni görür!
218
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
Secde edenler içinde değişik hâllere girmeni (eğilip doğrulmanı) da (görür)!
219
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Şübhesiz ki Semî' (hakkıyla işiten), Alîm (kemâliyle bilen) ancak O’dur.
220
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
221
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
(Onlar) iftirâya düşkün, çok günahkâr olan herkesin üzerine iner.
222
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
(Onlar ise şeytanlara) kulak verirler; bunların çoğu da yalancıdırlar.
223
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
O şuarâ’ya (şâirlere) gelince, onlara azgınlar uyar.
224
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
Görmedin mi? Gerçekten onlar (o şâirler) her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar (da her türlü yalan ve çirkin sözü söylerler).
225
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
Ve doğrusu onlar, yapmayacakları şeyleri söylerler.
226
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve kendilerine zulmedildikten sonra (şiirleriyle) intikamlarını alan (mü’min şâir)ler müstesnâ!Zulmedenler ise, nasıl bir inkılab yerine (dünyadaki hâllerinin zıddına) döneceklerini yakında bilecek(ler)dir.
227

Sureler

Mealler
Neml Suresi
Sonraki