Sureler
Mealler
Sonraki
Sâd Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Yemin olsun, o sıra sıra dizilenlere. Zalimlere karşı mücadele için cephede sıra sıra dizilen mücahitlere, namazda saf tutan müminlere, Allah'ın huzurunda saflar hâlinde duran meleklere yemin olsun.
2 Sonra haykırıp sürenlere. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmaya and içmiş mücahitlere, suçluları kötülükten alıkoyan âdil hâkim ve yöneticilere, İslâm ordularını sevk ve idare eden komutanlara, rüzgârları evirip çeviren ve kâfirlerin canını alıp onları cehenneme sürükleyen meleklere yemin olsun.
3 Ardından, öğüt okuyanlara. Bir öğüt ve uyarı olan bu Kur'an'ı anlamaya çalışarak okuyan Müslümanlara, Allah'ın kitabını öğrenen, öğreten ve yaşayan âlimlere, hakikati tüm insanlığa duyurmak için seferber olan İslâm davetçilerine ve Allah'tan aldığı vahyi Peygamberlere ileten meleklere yemin olsun ki,
4 Evet, bütün bunlara yemin olsun ki, ey insanlar, sizin ilâhınız ancak bir tek İlâh olan Allah'tır. O Allah ki;
5 Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin gerçek Sahibi, Yöneticisi, Efendisi ve Rabb'idir. Diğer bir deyişle, doğuların ve batıların da Rabb'idir. Evrendeki bütün gündoğumu ve günbatımı noktalarının Rabb'idir! O, bütün zamanların ve mekânların Hâkimi, doğudaki ve batıdaki, geçmiş ve gelecek tüm ülkelerin, medeniyetlerin ve imparatorlukların gerçek Hükümdarıdır.

İşte bu hükümranlığın bir alâmeti olarak:
6 Biz dünyaya en yakın göğü, görenlere hayranlık veren muhteşem güzelliklerle, parlak birer inci demeti gibi ışıldayan yıldızlarla süsledik.
7 Ve onu, gelecekten haber verdiklerini iddia eden astrologların, medyumların, falcıların, kâhinlerin haber kaynağı olan her türlü azgın ve isyankâr şeytanın istilâsından koruduk.
8 İşte bunun içindir ki, şeytanlar gelecekten haber veremez, gaybî bilgiler çalmak üzere semaya yükselip seçkin melekler topluluğunun kendi aralarındaki konuşmaları dinleyemezler. Buna teşebbüs ettikleri takdirde, her yandan sürülüp kovulurlar.
9 Hem de, son derece alçaltılmış, onurları kırılmış bir hâlde. Fakat asıl cezayı âhirette çekecekler: Onlar için, sonsuza dek sürecek bir azap vardır.
10 Demek ki cinler göklerde diledikleri gibi gezip dolaşamaz, fizikî âlemin sınırlarını aşarak gelecek hakkındaki bilgilere ulaşamazlar. Ancak melekler arasında geçen konuşmalardan bir kırıntı kapan olursa, onun da peşine derhal göktaşı, meteor veya kozmik ışın türünden yakıcı bir alev takılır ve onu yakıp küle çevirir. Demek ki, geleceği bildiğini iddia eden kâhinler, medyumlar, falcılar kesinlikle yalan söylüyorlar.
11 İnkârcılara bu ayetleri oku ve sor onlara, onları öldükten sonra yeniden yaratmak, Bizim yarattığımız bunca varlıkları yaratmaktan daha mı zor? Nitekim Biz onları, basit ve ilkel bir maddeden, cıvık bir çamurdan yarattık.
12 Evet, ey Peygamber, sen bu muhteşem kudrete hayran kaldın; onlar ise seninle alay ederler.
13 Ve Kur'an ile uyarıldıklarında, öğüt almaya yanaşmazlar.
14 Hakikati gözler önüne seren bir delil veya bir ayet gördüklerinde, küçültücü sözlerle onu etkisiz kılmaya çalışırlar:
15 "Büyüleyici güzelliğiyle vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu Kur'an, bir sihirbazın uydurduğu efsunlu sözlerden başka bir şey olamaz!" derler.
16 Yeniden dirilişi de inkâr ederek, "Ne yani, biz ölüp toprak ve çürümüş kemik yığınına dönüştükten sonra yeniden mi diriltileceğiz?
17 "Hem biz, hem de geçmiş atalarımız, öyle mi?"
18 Onlara de ki: "Evet; hepiniz diriltileceksiniz, hem de alçaltılmış bir şekilde!"
19 Çünkü kıyamet ve yeniden diriliş olayı, yalnızca bir çığlıktan ibarettir, o komut verilir verilmez, bütün insanlar mezarlarından fırlayacak ve şaşkınlıkla etraflarına bakacaklar:
20 "Eyvah!" diye feryat edecekler, "İşte bize haber verilen Ceza Günü!" Bunun üzerine, Allah onlara seslenecek:
21 "Evet, bugün, sizin vaktiyle yalanlayıp durduğunuz Yargı Günüdür."
22 "Zebaniler! Bu zalimleri, onlara destek vererek zulme ortak olan taraftarlarını ve Allah'ın yanı sıra kulluk ettikleri o ilâhlık taslayan liderlerini, akıl hocalarını, efendilerini gruplar hâlinde bir araya toplayın."
23 "Sonra da, hepsini cehennemin yoluna sürün!"
24 "Ve onları orada bekletin, çünkü onlar yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan dolayı sorguya çekilecekler."
25 "Ey zalimler! Hani ilâhlarınız sizi kurtaracaktı? Ne oldu size, neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?"
26 Hayır, kimse kimseye yardım edemeyecek. Çünkü bugün bütün insanlar ve cinler, Allah'ın iradesine boyun eğmişlerdir.
27 Derken zalimler, birbirlerine dönüp bir zamanlar kulluk ettikleri liderlerini, efendilerini suçlamaya başlayacaklar:
28 "Siz ey şeytanlar, bizi hep yaldızlı sözlerle aldattınız. Bazen Allah'ın adını kullanarak, kimi zaman gururumuzu okşayarak bize hep sağımızdan yanaşırdınız."
29 Buna karşılık liderleri, "Hayır!" diye karşılık verecekler, "Siz zaten Allah'ın ayetlerine hiçbir zaman inanmamıştınız ki! Siz iman edecektiniz de, biz mi sizi ondan alıkoyduk?"
30 "Üstelik bizim sizi zorlayacak gücümüz (ikna edici delilimiz) de yoktu. Aksine, siz kendi iradenizle azgınlık ediyordunuz."
31 "Böylece, Rabb'imizin zalimler için ezelden verdiği azap sözü bizim için kaçınılmaz oldu. Hepimiz suçluyuz ve yaptığımız kötülüklerin acı meyvesini hep birlikte tadacağız!"
32 "Evet, sizi yoldan çıkardık, çünkü biz de yoldan çıkmıştık."
33 Kuşkusuz onlar, o gün azabı birlikte çekecekler.
34 İşte Biz, suçlulara böyle yaparız.
35 Çünkü onlara "Allah'tan başka hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur! O hâlde, yalnızca O'na itaat edin!" denildiği zaman, anlamsız bir gurura kapılarak Kur'an'dan uzaklaşırlardı.
36 "Muhammed adındaki çılgın bir şairin sözüyle, yüzyıllardan beri tapındığımız ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?" derlerdi.
37 Hayır, o ne çılgındı, ne de şair! Tam aksine, size Rabb'inizden gerçeği getirmişti ve kendisinden önceki bütün Elçileri onaylamış ve onların tebliğ ettiği evrensel inanç sistemini, Hak Dini doğrulamıştı.
38 İşte bu yüzden, siz ey zalimler! Bugün hak ettiğiniz can yakıcı azabı tadacaksınız.
39 Ve sadece, işlediğiniz kötülüklerin cezasını çekeceksiniz.
40 Ancak Allah'ın seçkin ve samimî kulları başka.
41 Cennette onlara, dünyadayken az çok tattıkları tanıdık nimetler vardır:
42 Çeşit çeşit yiyecekler, içecekler, meyveler ve daha neler neler... Böylece onlar, orada saygıdeğer bir misafir olarak ağırlanacaklar.
43 Yani, nimetlerle dolu o cennet diyarında.
44 Hem de, türlü mücevherlerle işlenmiş koltuklara karşılıklı uzanmış bir hâlde.
45 Onlara, cennetteki şarap pınarlarından doldurulmuş kadehler sunulacak.
46 Dupduru ve içenlere lezzet veren bir şarap. Öyle ki;
47 Ne dünyadaki içkiler gibi sağlığa zararlıdır, ne de sarhoş eder.
48 Ve yanı başlarında, tatlı ve yumuşak bakışlı, güzel gözlü hanımlar olacak.
49 Âdeta, gün yüzü görmemiş inciler gibi pırıl pırıl, tertemiz hanımlar.
50 Derken bu bahtiyarlar, geçmiş günleri hatırlayarak aralarında sohbet etmeye başlayacaklar:
51 İçlerinden biri, "Ey cennet yoldaşlarım!" diyecek, "Benim dünyadayken bir tanıdığım vardı."
52 "Bana sürekli, "Sen de mi Kur'an'ın hak olduğuna inanan şu gerici yobazlardansın?" derdi. Bununla da kalmaz:
53 Ne yani, biz şimdi ölüp toprak ve kemik yığınına dönüştükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda mahkemeye çıkarılacağız, öyle mi?' diyerek âhireti inkâr ederdi."
54 "Bakın arkadaşlar, bu zalimin şimdi ne durumda olduğunu görmek ister misiniz?"
55 Adamın sözleri biter bitmez, Allah tüm cehennemlikleri onlara gösterecek. Böylece, o da diğer arkadaşlarıyla birlikte, sözünü ettiği kâfiri görmek için cehenneme doğru bakacak ve onu, ateşin tam ortasında görecek.
56 Ve ona, "Allah'a yemin olsun ki," diyecek, "az kalsın beni de mahvedecektin!"
57 "Eğer Rabb'im bana hidayeti lütfetmiş olmasaydı, kesinlikle ben de cehenneme atılanlardan biri olurdum!"
58 Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek, "Biz artık hiç ölmeyeceğiz, değil mi dostlar?" diye heyecanla soracak:
59 "Dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir daha ölümü tatmayacağız ve bize asla azap edilmeyecek, değil mi?"
60 "Bu, gerçekten ne büyük bir başarı, ne büyük bir kurtuluş!"
61 Öyleyse ey insanlar! Başarı kazanmak için çalışanlar, bu uğurda çaba harcasınlar!
62 Ey zalimler! Şimdi söyleyin bakalım, ziyafet ve karşılama olarak bu mu daha iyidir, yoksa cehennemde inkârcıları bekleyen korkunç zakkum ağacı mı?
63 Doğrusu Biz bu ağacı, Allah'ın ayetleriyle alay etmek için fırsat kollayan zalimler için bir sınama aracı kıldık. Nitekim onlar, "Bakın, Muhammed cehennem alevlerinin arasında ağaç yetiştiğini söylüyor." diyerek seninle alay edecekler.
64 Hâlbuki o, cehennemin dibinden çıkan ve dünyadaki ağaçlara asla benzemeyen ölümcül bir ağaçtır.
65 Meyveleri, tıpkı şeytanların kellesi gibi korkunç ve tiksindiricidir!
66 Zalimler, karınları şişinceye kadar ondan yemek zorunda bırakılacaklar.
67 Zakkum yemeğinin üzerine, iç organları paramparça eden, kusmuk ve irin katılmış kaynar sudan içecekler.
68 Sonra yine ateşe dönecekler. Ve bu gidiş geliş, sonsuza dek böyle sürüp gidecek.
69 Çünkü onlar, atalarının yanlış yolda olduğunu gördükleri hâlde,
70 Körü körüne onların izinden gidiyorlardı.
71 Oysa onlardan öncekilerin çoğu da aynı şekilde yoldan çıkmışlardı. Bari onlardan ibret alsalardı ya!
72 Üstelik onlara, kendi içlerinden kendileriyle aynı dili konuşan uyarıcılar da göndermiştik.
73 İşte bak, güzelce uyarıldıkları hâlde, Allah'a başkaldıranların sonu nice olmuş!
74 Ancak Allah'ın seçkin ve samimî kulları başka. Onların akıbeti elbette hayır olacak. İşte buna güzel bir örnek:
75 Andolsun Nuh, uğradığı sıkıntılardan dolayı Bize el açıp yalvarmıştı da, Biz onun duasına ne güzel karşılık vermiştik. Şöyle ki:
76 Onu ve ehlini, yani kavminden ve ailesinden iman edenleri, Nuh tufanı diye bilinen ve bütün kâfirleri yutup yok eden o büyük felâketten kurtardık.
77 Ve yeryüzünde, yalnızca onun ve ona inananların soyunu devam ettirdik.
78 Ayrıca onun, sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmasını sağladık.
79 Bütün âlemler içinde, selâm olsun Nuh'a!
80 Güzel davrananları Biz, işte böyle mükâfatlandırırız!
81 Çünkü o, ayetlerimize hakkıyla inanmış kullarımızdandı.
82 Nuh'u ve ona inananları kurtardıktan sonra, adını anmaya bile değer görmediğimiz diğerlerini sulara gömdük.
83 Nuh'tan yüzyıllarca sonra yaşayan İbrahim de onun yolunu izleyenlerden biriydi.
84 Çünkü o, tertemiz bir kalple Rabb'ine yönelmişti.
85 Nitekim putlara tapan babasına ve halkına seslenerek, "Nedir bu tapındığınız şeyler?" demişti:
86 "Siz Allah'ın yanı sıra, şu uydurma ilâhlara da kulluk etmek istiyorsunuz?"
87 "Söyler misiniz, âlemlerin Rabb'i hakkındaki düşünceniz nedir? Mademki evreni yoktan var eden, yöneten, yönlendiren ve tüm canlıları besleyen bir Yaratıcının varlığına inanıyorsunuz, o hâlde neden yalnızca O'na kulluk etmiyorsunuz?" Bu soruya cevap veremediler, fakat putlara tapmaktan da vazgeçmediler.
88 Müşrikler, bayram günü evlerinden yiyecekler getirir ve onları, —o yılki mahsullerin bereketlenmesi için— putların önüne bırakarak kırlara çıkıp eğlenirlerdi. Yine böyle bir günün akşamı, İbrahim'i de kutlamalara çağırdılar. Bunun üzerine İbrahim, üzgün ve düşünceli bir hâlde yıldızlara bir göz attı ve:
89 "Doğrusu, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Putlara tapmanız beni rahatsız ediyor. Bu yüzden sizinle gelemeyeceğim." dedi.
90 Onlar da onu orada bırakıp şehir dışında eğlenmeye gittiler.
91 O sırada İbrahim, plânını uygulamaya başladı. Mabedin içine girerek, kavminin putlarına gizlice yaklaştı ve "Ne o!" diye seslendi, "Önünüze konan yiyecekleri yemiyor musunuz?"
92 "Neyiniz var sizin, niçin konuşmuyorsunuz?" Hâliyle, putlardan bir cevap çıkmadı.
93 Sonra İbrahim, eline geçirdiği bir baltayla üzerlerine yürüyüp onlara peş peşe darbeler indirmeye başladı. Böylece, en büyük put hariç, hepsini kırıp yerlere devirdi. Baltayı da en büyük putun boynuna astı.
94 Ertesi sabah manzarayı gören putperestler, bunu İbrahim'in yaptığını anladılar. Bunun üzerine, koşarak onun yanına geldiler ve etrafını sarıp onu sorgulamaya başladılar.
95 Zaten bunu bekleyen İbrahim, "Ey halkım!" dedi, "Ellerinizle yonttuğunuz ve kendilerini korumaktan aciz olan şeylere mi tapıyorsunuz?"
96 "Oysa sizi de, ellerinizle yapıp taptığınız bu putları da yaratan Allah'tır! O hâlde, hepinizi O'na kulluğa davet ediyorum!"

Bu apaçık deliller karşısında verecek cevap bulamayan kâfirler, küfrün bildiği tek çare olan baskı, işkence ve sindirme mantığına başvurdular. Derhal uyduruk bir mahkeme kurup İbrahim'i yargıladılar ve karar açıklandı:
97 "İlahlarımıza dil uzatan bu adamın derhal öldürülmesi gerekir! O hâlde, şehrin meydanında büyük bir ateş hazırlayın, sonra onun için yüksek bir kule yapın ve onu oradan ateşe atın! Atın ki, onun izinden gitmeyi düşünenler ibret alsınlar!" dediler.
98 Böylece, onu bir komploya kurban etmek istediler. Fakat Biz, İbrahim'i ateşten kurtararak onların heveslerini kursaklarında bıraktık. Sonra da onları, dünyada da âhirette de rezillik ve alçaklığa mahkûm ettik.
99 Böylece, İbrahim'in oradaki tebliğ görevi sona ermiş oldu. Bunun üzerine, "Ben," dedi, "küfrün egemen olduğu bu ortamı terk ediyor ve Rabb'ime yöneliyorum; O bana izlemem gereken yolu elbette gösterecektir."
100 İbrahim öz yurdunu terk edip Filistin'e yerleşince, "Ey Rabb'im, bana hayırlısından bir evlat bağışla!" diye yalvardı.
101 Biz de ona, İsmail adında çok şefkatli ve yumuşak huylu bir çocuğunun olacağını müjdeledik.
102 İlâhî müjde gerçekleşti ve İbrahim'in ikinci hanımı Hacer'den bir çocuğu dünyaya geldi. İbrahim, bir süre sonra Allah'ın emriyle eşi ve çocuğunu Mekke'ye yerleştirdi. Yıllar sonra İsmail, İbrahim'in yanında yürüyüp koşacak ve söyleneni anlayıp uygulayacak çağa ulaşınca, babası onu karşısına aldı ve "Sevgili yavrum!" dedi, "Ben üç gecedir üst üste rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum. Sen de bilirsin ki, Peygamberlerin rüyası Allah'tan gelen açık bir emirdir ve mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Bir düşün, sen ne dersin buna?"

İsmail hiç tereddüt etmeden, "Sana Allah tarafından emredilen neyse onu yap, babacığım! Benim için endişelenme. Göreceksin, Allah'ın izniyle buna sabredeceğim!" dedi.
103 Böylece, ikisi de Allah'ın emrine tam bir teslimiyet gösterdiler. İbrahim, oğlu İsmail'i boğazlamak için yüzüstü yere yatırınca,
104 İşte tam o sırada, ona "Ey İbrahim!" diye seslendik:
105 "Rüyanda sana vahyettiğimiz buyruklara bağlı kaldın! Biz de bunun karşılığında sana evladını bağışladık ve ikinizi de en yüce makama yükselttik. İşte güzel davrananları böyle ödüllendiririz."
106 Doğrusu, bu gerçekten müthiş bir imtihandı! Ve İbrahim, en değerli varlığını Allah yolunda feda edebileceğini göstererek bu imtihanı kazandı.
107 Biz de, İsmail'in kurtuluş fidyesi olarak İbrahim'e büyük bir kurbanlık koç verdik. İşte o günden beri müminler, Allah yolunda her şeylerini seve seve feda etmeye hazır olduklarını göstermek üzere, kurban bayramında kurban keser, böylece ataları İbrahim'in izinden gittiklerini gösterirler.
108 Böylece Biz, onun sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmasını sağladık:
109 O hâlde, selâm olsun İbrahim'e!
110 Güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız!
111 Çünkü o, gerçekten tüm kalbiyle inanan kullarımızdandı.
112 Daha sonra ona, tertemiz bir insan ve büyük bir Peygamber olan İshak'ı müjdeledik.
113 Ayrıca hem kendisine, hem de oğlu İsmail ve İshak'a katımızdan nimet ve bereketler ihsan ettik. Fakat böyle mübarek bir Peygamberin soyundan gelmek, kişiye Allah katında özel bir statü, bir ayrıcalık kazandırmaz. Onların soyundan gelenler arasında Allah'ın gönderdiği bütün elçilere ve kitaplara iman eden iyi insanlar olduğu gibi, kendisine açıkça kötülük eden zalim kimseler de vardır.
114 Gerçek şu ki, Biz vaktiyle Musa'ya ve Harun'a da büyük bir lütufta bulunmuştuk.
115 Onları ve halkları olan İsrailoğulları'Firavunun zulmünden koruyarak büyük bir felâketten kurtarmıştık.
116 Doğru yolda oldukları sürece, onları yardımımızla desteklemiştik. Ve böylece, zalimlere karşı üstün gelenler daima onlar olmuştu.
117 Bu iki Peygambere, doğruyu eğriyi apaçık ortaya koyan Tevrat adındaki kutsal Kitabı vermiştik.
118 Böylece her ikisini de dosdoğru yola iletmiş,
119 Ve sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmalarını sağlamıştık.
120 O hâlde, selâm olsun Musa'ya ve Harun'a!
121 Güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız!
122 Çünkü onlar, gönderdiğim mesaja yürekten inanan ve bu inanç doğrultusunda hayat programlarını çizen kullarımızdandı.
123 Gerçek şu ki, İlyas da Elçilerimizden biriydi.
124 Hani İlyas kavmine demişti ki: "Ey halkım! Artık zulüm ve haksızlıklardan vazgeçmenin ve sahte ilâhları terk edip bir tek Allah'a kulluk ederek cehennem ateşinden korunmanın zamanı gelmedi mi?"
125 "Ey halkım! Siz en mükemmel Yaratıcıyı bırakıyor da, sizin gibi yaratılmış bir varlık olan Ba'l adındaki bir heykele mi yalvarıyorsunuz?"
126 "Yani, sizin ve sizden önceki atalarınızın yegâne Efendisi, Sahibi ve Rabb'i olan tek Allah inancını bırakıp putperestliğe mi yöneliyorsunuz?"
127 Fakat onlar, İlyas'ın bütün uyarılarına rağmen onu yalanladılar. Bu yüzden, Hesap Gününde aşağılanmış bir hâlde huzurumuza getirileceklerdir.
128 Ancak Allah'ın dürüst ve samimî kulları başka. İşte İlyas da bunlardan biriydi.
129 Onun, sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmasını sağladık.
130 Öyleyse, selâm olsun İlyas'a ve onun izinden yürüyen bütün İlyaslara!
131 Güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız.
132 Çünkü o, gerçekten tüm kalbiyle inanan kullarımızdandı.
133 Gerçek şu ki, Lût da Elçilerimizden biriydi.
134 Hani onu ve inanan ailesini kâfirlerin elinden kurtarmıştık.
135 Ancak zalimlerle birlikte geride kalan ve böylece azabı hak eden bir kocakarı hariç. Lût'un hanımı olan bu kadın, müminlerle birlikte şehri terk etmek yerine, inkârcılarla kalmayı tercih etmişti.
136 Sonra da diğerlerini, korkunç bir azapla yerle bir etmiştik.
137 Siz ey Mekke halkı, seyahatleriniz sırasında sabah akşam onların viraneye dönmüş yurtlarından geçersiniz.
138 Peki, bunların başına gelenlerden hiç ibret almaz mısınız?
139 Gerçek şu ki, Yunus da Elçilerimizden biriydi.
140 Hani Yunus, bütün öğüt ve uyarılara rağmen bir türlü doğru yola gelmeyen kavminin baskılarından iyice bunalarak, görev yerini izinsiz terk etmiş ve yolcularla dolu bir gemiye binmiş ve halkını terk edip oradan kaçmıştı.
141 Fakat gemi, aniden gelen müthiş bir fırtına yüzünden batma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bunu aralarında günahkâr bir kişinin bulunmasına bağlayan gemiciler, "Gelin aramızda kura çekelim de, bu felâketin kimin yüzünden geldiğini bulup onu gemiden atalım!" dediler. Böylece aralarında kura çektiler ve Yunus, kurayı kaybedenlerden oldu.
142 Böylece Yunus denize atıldı. Dev dalgalarla boğuşurken, aniden büyük bir balık onu yutuverdi. O ise, işlediği günahın acısıyla kendini kınayıp duruyordu.
143 Eğer pişmanlıkla Rabb'ine yönelip O'nu her türlü kusur ve noksanlıktan tenzih ve tesbih ederek yüceltenlerden olmasaydı,
144 Kesinlikle, insanların yeniden diriltileceği Güne kadar o balığın karnında kalırdı. Yani balığın karnı ona mezar olurdu; oradan asla canlı olarak kurtulamazdı. Diriliş gününde ise, kınanmış bir hâlde getirilip mahşer meydanına atılırdı. [109]
145 Fakat Yunus tövbe edip af diledi ve biz de onu bağışladık. Böylece onu hasta ve bitkin bir hâlde, bitki örtüsü olmayan ıssız bir sahile attık.
146 Ve ona gölgelik, yiyecek ve içecek olsun diye, kumlarda çabucak büyüyen geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Böylece, hem kendine geleceği süreye kadar güneşten korunmasını sağladık, hem de iman etmeyecek zannedilen çorak gönüllere nasıl hayat verebileceğimizi göstererek asla umutsuzluğa, yılgınlığa düşmemesi gerektiğini ona öğrettik.
147 Daha sonra onu, nüfusu yüz bin —hatta daha fazla— olan Ninova'ya, yani nasıl olsa inanmayacaklar diye bir zamanlar terk ettiği ülkesine yeniden Elçi olarak gönderdik.
148 Böylece onlar, Yunus'un çağrısına uyup ona iman ettiler. Biz de tepelerine binmek üzere olan azabı geri çevirdik ve onları belirli bir vakte yani hayatlarının sonuna kadar huzur içinde yaşattık.
149 O hâlde, ey Muhammed! Melekleri Allah'ın kızları sayan Arap putperestleri başta olmak üzere, kendilerine lâyık görmedikleri sıfatları Allah'a yakıştırmaya kalkışan bütün müşriklere seslenerek sor onlara: "Sahip olmakla gurur duydukları erkek çocukları kendilerine, utanç ve alçaklık sebebi saydıkları kız çocuklarını da Rabb'ine mi lâyık görüyorlar?
150 Yoksa Biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlar da buna şahit mi oldular?
151 İyi bilin ki, onlar uydurdukları yalan ve iftiralarından dolayı,
152 "Allah çocuk edindi!" diyorlar. Hayır, onlar kesinlikle yalan söylüyorlar! Üstelik kızları erkeklerden değersiz gören bu zalimler, utanç ve alçaklık sebebi saydıkları bir durumu Allah'a yakıştırarak, ne büyük bir cehalet içinde olduklarını gösteriyorlar:
153 Allah oğulları bırakmış da, kendine çocuk olarak kızları mı tercih etmiş?
154 Ne oluyor size ey müşrikler, nasıl böylesine çarpık bir mantık yürütüyor, ne kadar çirkin hüküm veriyorsunuz?
155 Hiç aklınızı kullanmaz mısınız siz?
156 Yoksa iddialarınızı ispatlayacak apaçık bir delil mi var elinizde?
157 O hâlde, eğer doğru söylüyorsanız, haydi Allah'tan gelmiş olan Kitabınızı getirin de iddianızı kanıtlayın!
158 Bazıları da, cinlerde esrarengiz ilâhî güçler olduğunu iddia ederek, Allah ile cinler arasında bir çeşit akrabalık bağı, bir yakınlık olduğunu öne sürüyorlar. Oysa bizzat cinler de bilir ki, diğer bütün yaratıklar gibi kendileri de Hesap Günü yargılanmak üzere Allah'ın huzuruna getirilecekler.
159 Öyleyse Allah, onların uydurduğu acziyet ve noksanlık ifade eden bütün niteliklerden uzaktır, yücedir. Ve bu nitelikleri O'na yakıştıranlar, elbette cezalarını çekeceklerdir.
160 Ancak Allah'ın seçkin ve samimî kulları başka. Çünkü onlar, Rablerini ancak O'na yaraşır niteliklerle anıp yüceltir ve yalnızca O'na kulluk ederler.
161 O hâlde, ey inkârcılar! Ne siz, ne de o tapındığınız sahte ilâhlar,
162 Allah'ın seçkin ve samimî kullarından bir tekini bile O'na karşı aldatıp yoldan çıkaramazsınız.
163 Ancak kendi iradesiyle cehenneme girmeyi tercih edenleri saptırabilirsiniz.

O hâlde, ey Benim samimî kullarım, şeytan ve dostlarına meydan okuyarak deyin ki:
164 "Biz müminler, bir ailenin bireyleri gibi, düzenli bir şekilde birbirimize kenetlenmişizdir. Öyle ki, içimizden bir tek kişi bile yoktur ki, onun bu yapı içinde belirli bir yeri, bir derecesi olmasın."
165 "Biz müminler, gerek Rabb'imizin huzurunda namaz kılarken, gerek zalimlere karşı cephe oluştururken, tuğlaları birbirine perçinlenmiş bir bina gibi, omuz omuza, sıra sıra dizilenleriz."
166 "Biz müminler, hem sözlerimizle, hem davranışlarımızla Rabb'imizin adını zikrederek O'nun sınırsız yüceliğini övgüyle tesbih edenleriz."
167 Kâfirlere gelince, onlar hep şunu söylerler:
168 "Eğer bizim elimizde, öncekilerden kalma öğüt verici bir ilâhî Kitap olsaydı,
169 Elbette biz de Allah'ın seçkin ve samimî kulları olurduk!"
170 Hep böyle derler, fakat o dedikleri Kitap kendilerine tebliğ edilince, hemen onu inkâr ederler. Fakat nankörlüğün cezasız kalmayacağını yakında görecekler.
171 Çünkü Biz, Elçi ve davetçi olarak gönderdiğimiz kullarımız hakkında, ta ezelden şu hükmü vermiştik:
172 Onlar Allah'ın kitabına bağlı kaldıkları sürece, daima ilâhî yardıma nail olacak ve mutlaka başarı kazanacaklardır!
173 Çünkü eninde sonunda zaferi elde edecek olanlar, yolumuzda mücadele eden ordularımızdır.
174 Öyleyse, ey Müslüman! Onların çirkin sözlerine, baskı ve eziyetlerine şimdilik sabret. Onları bir süre kendi hallerine bırak ve bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et.
175 Bu arada, onların entrikaları dikkatle izle. Hiç kuşkusuz onlar, müminlerin üstün geldiğini yakında görecekler.
176 Şimdi hâlâ, bir an önce azabımızın gelip çatmasını mı istiyorlar?
177 Şunu iyi bilsinler ki, o azap yurtlarına gelip çökünce, uyarıldıkları hâlde kulak asmayanların sabahı, gerçekten çok acıklı bir sabah olacak!
178 Evet, onların baskı ve eziyetlerine şimdilik sabret, onları bir süre kendi hallerine bırak.
179 Ve onların başına gelecek azabı gözetle, zaten onlar da kendilerini bekleyen acı akıbeti yakında görecekler! Öyle ya:
180 Sonsuz kudret ve azamet sahibi Rabb'in, onların uydurduğu bütün acziyet ve noksanlık ifade eden niteliklerden uzaktır, yücedir!

O hâlde, hep birlikte deyin ki:
181 Selâm olsun, O'nun mesajını taşıma şerefine nail olan Elçilere ve onları adım adım izleyen fedakâr müminlere!
182 Ve sonsuz hamd ve şükürler olsun, kendi yolunda mücadele eden kullarını yardımsız bırakmayan âlemlerin Rabb'i Allah'a!
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ 1
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ 2
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ 3
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ 4
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ 5
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ 6
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ 7
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ 8
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ 9
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ 10
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ 11
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ 12
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ 13
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ 14
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 15
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ 16
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ 17
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ 18
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ 19
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ 20
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ 21
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ 22
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ 23
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ 24
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ 25
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ 26
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ 27
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ 28
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ 29
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ 30
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ 31
فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ 32
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ 33
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ 34
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ 35
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ 36
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ 37
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ 38
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ 39
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 40
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ 41
فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ 42
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ 43
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 44
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ 45
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ 46
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ 47
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ 48
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ 49
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ 50
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ 51
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ 52
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ 53
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ 54
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ 55
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ 56
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ 57
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ 58
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ 59
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 60
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ 61
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ 62
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ 63
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ 64
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ 65
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ 66
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ 67
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ 68
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ 69
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ 70
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ 71
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ 72
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ 73
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ 74
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ 75
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ 76
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ 77
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ 78
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ 79
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 80
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 81
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ 82
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ 83
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ 84
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ 85
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ 86
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ 87
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ 88
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ 89
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ 90
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ 91
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ 92
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ 93
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ 94
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ 95
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ 96
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ 97
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ 98
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ 99
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ 100
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ 101
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ 102
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ 103
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ 104
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 105
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ 106
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ 107
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ 108
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ 109
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 110
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 111
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ 113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ 114
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ 115
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ 116
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ 117
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ 118
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ 119
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ 120
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 121
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 122
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 123
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ 124
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ 125
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ 126
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ 127
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 128
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ 129
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ 130
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 131
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 132
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 133
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ 134
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ 135
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ 136
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ 137
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ 138
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 139
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ 140
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ 141
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ 142
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ 143
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 144
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ 145
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ 146
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ 147
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ 148
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ 149
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ 150
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ 151
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ 152
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ 153
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ 154
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ 155
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ 156
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 157
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ 158
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ 159
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 160
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ 161
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ 162
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ 163
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ 164
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ 165
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ 166
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ 167
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ 168
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 169
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 170
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ 171
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ 172
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ 173
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ 174
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ 175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ 176
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ 177
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ 178
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ 179
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ 180
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ 181
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 182
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ
Yemin olsun, o sıra sıra dizilenlere. Zalimlere karşı mücadele için cephede sıra sıra dizilen mücahitlere, namazda saf tutan müminlere, Allah'ın huzurunda saflar hâlinde duran meleklere yemin olsun.
1
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ
Sonra haykırıp sürenlere. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmaya and içmiş mücahitlere, suçluları kötülükten alıkoyan âdil hâkim ve yöneticilere, İslâm ordularını sevk ve idare eden komutanlara, rüzgârları evirip çeviren ve kâfirlerin canını alıp onları cehenneme sürükleyen meleklere yemin olsun.
2
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ
Ardından, öğüt okuyanlara. Bir öğüt ve uyarı olan bu Kur'an'ı anlamaya çalışarak okuyan Müslümanlara, Allah'ın kitabını öğrenen, öğreten ve yaşayan âlimlere, hakikati tüm insanlığa duyurmak için seferber olan İslâm davetçilerine ve Allah'tan aldığı vahyi Peygamberlere ileten meleklere yemin olsun ki,
3
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ
Evet, bütün bunlara yemin olsun ki, ey insanlar, sizin ilâhınız ancak bir tek İlâh olan Allah'tır. O Allah ki;
4
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin gerçek Sahibi, Yöneticisi, Efendisi ve Rabb'idir. Diğer bir deyişle, doğuların ve batıların da Rabb'idir. Evrendeki bütün gündoğumu ve günbatımı noktalarının Rabb'idir! O, bütün zamanların ve mekânların Hâkimi, doğudaki ve batıdaki, geçmiş ve gelecek tüm ülkelerin, medeniyetlerin ve imparatorlukların gerçek Hükümdarıdır.

İşte bu hükümranlığın bir alâmeti olarak:
5
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ
Biz dünyaya en yakın göğü, görenlere hayranlık veren muhteşem güzelliklerle, parlak birer inci demeti gibi ışıldayan yıldızlarla süsledik.
6
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ
Ve onu, gelecekten haber verdiklerini iddia eden astrologların, medyumların, falcıların, kâhinlerin haber kaynağı olan her türlü azgın ve isyankâr şeytanın istilâsından koruduk.
7
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ
İşte bunun içindir ki, şeytanlar gelecekten haber veremez, gaybî bilgiler çalmak üzere semaya yükselip seçkin melekler topluluğunun kendi aralarındaki konuşmaları dinleyemezler. Buna teşebbüs ettikleri takdirde, her yandan sürülüp kovulurlar.
8
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ
Hem de, son derece alçaltılmış, onurları kırılmış bir hâlde. Fakat asıl cezayı âhirette çekecekler: Onlar için, sonsuza dek sürecek bir azap vardır.
9
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
Demek ki cinler göklerde diledikleri gibi gezip dolaşamaz, fizikî âlemin sınırlarını aşarak gelecek hakkındaki bilgilere ulaşamazlar. Ancak melekler arasında geçen konuşmalardan bir kırıntı kapan olursa, onun da peşine derhal göktaşı, meteor veya kozmik ışın türünden yakıcı bir alev takılır ve onu yakıp küle çevirir. Demek ki, geleceği bildiğini iddia eden kâhinler, medyumlar, falcılar kesinlikle yalan söylüyorlar.
10
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ
İnkârcılara bu ayetleri oku ve sor onlara, onları öldükten sonra yeniden yaratmak, Bizim yarattığımız bunca varlıkları yaratmaktan daha mı zor? Nitekim Biz onları, basit ve ilkel bir maddeden, cıvık bir çamurdan yarattık.
11
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
Evet, ey Peygamber, sen bu muhteşem kudrete hayran kaldın; onlar ise seninle alay ederler.
12
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
Ve Kur'an ile uyarıldıklarında, öğüt almaya yanaşmazlar.
13
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
Hakikati gözler önüne seren bir delil veya bir ayet gördüklerinde, küçültücü sözlerle onu etkisiz kılmaya çalışırlar:
14
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
"Büyüleyici güzelliğiyle vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu Kur'an, bir sihirbazın uydurduğu efsunlu sözlerden başka bir şey olamaz!" derler.
15
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
Yeniden dirilişi de inkâr ederek, "Ne yani, biz ölüp toprak ve çürümüş kemik yığınına dönüştükten sonra yeniden mi diriltileceğiz?
16
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ
"Hem biz, hem de geçmiş atalarımız, öyle mi?"
17
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
Onlara de ki: "Evet; hepiniz diriltileceksiniz, hem de alçaltılmış bir şekilde!"
18
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
Çünkü kıyamet ve yeniden diriliş olayı, yalnızca bir çığlıktan ibarettir, o komut verilir verilmez, bütün insanlar mezarlarından fırlayacak ve şaşkınlıkla etraflarına bakacaklar:
19
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
"Eyvah!" diye feryat edecekler, "İşte bize haber verilen Ceza Günü!" Bunun üzerine, Allah onlara seslenecek:
20
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟
"Evet, bugün, sizin vaktiyle yalanlayıp durduğunuz Yargı Günüdür."
21
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ
"Zebaniler! Bu zalimleri, onlara destek vererek zulme ortak olan taraftarlarını ve Allah'ın yanı sıra kulluk ettikleri o ilâhlık taslayan liderlerini, akıl hocalarını, efendilerini gruplar hâlinde bir araya toplayın."
22
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ
"Sonra da, hepsini cehennemin yoluna sürün!"
23
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ
"Ve onları orada bekletin, çünkü onlar yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan dolayı sorguya çekilecekler."
24
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
"Ey zalimler! Hani ilâhlarınız sizi kurtaracaktı? Ne oldu size, neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?"
25
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
Hayır, kimse kimseye yardım edemeyecek. Çünkü bugün bütün insanlar ve cinler, Allah'ın iradesine boyun eğmişlerdir.
26
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Derken zalimler, birbirlerine dönüp bir zamanlar kulluk ettikleri liderlerini, efendilerini suçlamaya başlayacaklar:
27
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ
"Siz ey şeytanlar, bizi hep yaldızlı sözlerle aldattınız. Bazen Allah'ın adını kullanarak, kimi zaman gururumuzu okşayarak bize hep sağımızdan yanaşırdınız."
28
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
Buna karşılık liderleri, "Hayır!" diye karşılık verecekler, "Siz zaten Allah'ın ayetlerine hiçbir zaman inanmamıştınız ki! Siz iman edecektiniz de, biz mi sizi ondan alıkoyduk?"
29
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ
"Üstelik bizim sizi zorlayacak gücümüz (ikna edici delilimiz) de yoktu. Aksine, siz kendi iradenizle azgınlık ediyordunuz."
30
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ
"Böylece, Rabb'imizin zalimler için ezelden verdiği azap sözü bizim için kaçınılmaz oldu. Hepimiz suçluyuz ve yaptığımız kötülüklerin acı meyvesini hep birlikte tadacağız!"
31
فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ
"Evet, sizi yoldan çıkardık, çünkü biz de yoldan çıkmıştık."
32
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Kuşkusuz onlar, o gün azabı birlikte çekecekler.
33
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ
İşte Biz, suçlulara böyle yaparız.
34
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ
Çünkü onlara "Allah'tan başka hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur! O hâlde, yalnızca O'na itaat edin!" denildiği zaman, anlamsız bir gurura kapılarak Kur'an'dan uzaklaşırlardı.
35
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
"Muhammed adındaki çılgın bir şairin sözüyle, yüzyıllardan beri tapındığımız ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?" derlerdi.
36
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ
Hayır, o ne çılgındı, ne de şair! Tam aksine, size Rabb'inizden gerçeği getirmişti ve kendisinden önceki bütün Elçileri onaylamış ve onların tebliğ ettiği evrensel inanç sistemini, Hak Dini doğrulamıştı.
37
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ
İşte bu yüzden, siz ey zalimler! Bugün hak ettiğiniz can yakıcı azabı tadacaksınız.
38
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ
Ve sadece, işlediğiniz kötülüklerin cezasını çekeceksiniz.
39
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Ancak Allah'ın seçkin ve samimî kulları başka.
40
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ
Cennette onlara, dünyadayken az çok tattıkları tanıdık nimetler vardır:
41
فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ
Çeşit çeşit yiyecekler, içecekler, meyveler ve daha neler neler... Böylece onlar, orada saygıdeğer bir misafir olarak ağırlanacaklar.
42
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ
Yani, nimetlerle dolu o cennet diyarında.
43
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
Hem de, türlü mücevherlerle işlenmiş koltuklara karşılıklı uzanmış bir hâlde.
44
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ
Onlara, cennetteki şarap pınarlarından doldurulmuş kadehler sunulacak.
45
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ
Dupduru ve içenlere lezzet veren bir şarap. Öyle ki;
46
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ
Ne dünyadaki içkiler gibi sağlığa zararlıdır, ne de sarhoş eder.
47
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ
Ve yanı başlarında, tatlı ve yumuşak bakışlı, güzel gözlü hanımlar olacak.
48
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ
Âdeta, gün yüzü görmemiş inciler gibi pırıl pırıl, tertemiz hanımlar.
49
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Derken bu bahtiyarlar, geçmiş günleri hatırlayarak aralarında sohbet etmeye başlayacaklar:
50
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ
İçlerinden biri, "Ey cennet yoldaşlarım!" diyecek, "Benim dünyadayken bir tanıdığım vardı."
51
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
"Bana sürekli, "Sen de mi Kur'an'ın hak olduğuna inanan şu gerici yobazlardansın?" derdi. Bununla da kalmaz:
52
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
Ne yani, biz şimdi ölüp toprak ve kemik yığınına dönüştükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda mahkemeye çıkarılacağız, öyle mi?' diyerek âhireti inkâr ederdi."
53
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
"Bakın arkadaşlar, bu zalimin şimdi ne durumda olduğunu görmek ister misiniz?"
54
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
Adamın sözleri biter bitmez, Allah tüm cehennemlikleri onlara gösterecek. Böylece, o da diğer arkadaşlarıyla birlikte, sözünü ettiği kâfiri görmek için cehenneme doğru bakacak ve onu, ateşin tam ortasında görecek.
55
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
Ve ona, "Allah'a yemin olsun ki," diyecek, "az kalsın beni de mahvedecektin!"
56
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
"Eğer Rabb'im bana hidayeti lütfetmiş olmasaydı, kesinlikle ben de cehenneme atılanlardan biri olurdum!"
57
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek, "Biz artık hiç ölmeyeceğiz, değil mi dostlar?" diye heyecanla soracak:
58
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
"Dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir daha ölümü tatmayacağız ve bize asla azap edilmeyecek, değil mi?"
59
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
"Bu, gerçekten ne büyük bir başarı, ne büyük bir kurtuluş!"
60
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
Öyleyse ey insanlar! Başarı kazanmak için çalışanlar, bu uğurda çaba harcasınlar!
61
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
Ey zalimler! Şimdi söyleyin bakalım, ziyafet ve karşılama olarak bu mu daha iyidir, yoksa cehennemde inkârcıları bekleyen korkunç zakkum ağacı mı?
62
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
Doğrusu Biz bu ağacı, Allah'ın ayetleriyle alay etmek için fırsat kollayan zalimler için bir sınama aracı kıldık. Nitekim onlar, "Bakın, Muhammed cehennem alevlerinin arasında ağaç yetiştiğini söylüyor." diyerek seninle alay edecekler.
63
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
Hâlbuki o, cehennemin dibinden çıkan ve dünyadaki ağaçlara asla benzemeyen ölümcül bir ağaçtır.
64
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
Meyveleri, tıpkı şeytanların kellesi gibi korkunç ve tiksindiricidir!
65
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
Zalimler, karınları şişinceye kadar ondan yemek zorunda bırakılacaklar.
66
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
Zakkum yemeğinin üzerine, iç organları paramparça eden, kusmuk ve irin katılmış kaynar sudan içecekler.
67
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
Sonra yine ateşe dönecekler. Ve bu gidiş geliş, sonsuza dek böyle sürüp gidecek.
68
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
Çünkü onlar, atalarının yanlış yolda olduğunu gördükleri hâlde,
69
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
Körü körüne onların izinden gidiyorlardı.
70
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Oysa onlardan öncekilerin çoğu da aynı şekilde yoldan çıkmışlardı. Bari onlardan ibret alsalardı ya!
71
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
Üstelik onlara, kendi içlerinden kendileriyle aynı dili konuşan uyarıcılar da göndermiştik.
72
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
İşte bak, güzelce uyarıldıkları hâlde, Allah'a başkaldıranların sonu nice olmuş!
73
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
Ancak Allah'ın seçkin ve samimî kulları başka. Onların akıbeti elbette hayır olacak. İşte buna güzel bir örnek:
74
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
Andolsun Nuh, uğradığı sıkıntılardan dolayı Bize el açıp yalvarmıştı da, Biz onun duasına ne güzel karşılık vermiştik. Şöyle ki:
75
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
Onu ve ehlini, yani kavminden ve ailesinden iman edenleri, Nuh tufanı diye bilinen ve bütün kâfirleri yutup yok eden o büyük felâketten kurtardık.
76
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ
Ve yeryüzünde, yalnızca onun ve ona inananların soyunu devam ettirdik.
77
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ
Ayrıca onun, sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmasını sağladık.
78
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ
Bütün âlemler içinde, selâm olsun Nuh'a!
79
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Güzel davrananları Biz, işte böyle mükâfatlandırırız!
80
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Çünkü o, ayetlerimize hakkıyla inanmış kullarımızdandı.
81
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Nuh'u ve ona inananları kurtardıktan sonra, adını anmaya bile değer görmediğimiz diğerlerini sulara gömdük.
82
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ
Nuh'tan yüzyıllarca sonra yaşayan İbrahim de onun yolunu izleyenlerden biriydi.
83
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
Çünkü o, tertemiz bir kalple Rabb'ine yönelmişti.
84
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
Nitekim putlara tapan babasına ve halkına seslenerek, "Nedir bu tapındığınız şeyler?" demişti:
85
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ
"Siz Allah'ın yanı sıra, şu uydurma ilâhlara da kulluk etmek istiyorsunuz?"
86
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
"Söyler misiniz, âlemlerin Rabb'i hakkındaki düşünceniz nedir? Mademki evreni yoktan var eden, yöneten, yönlendiren ve tüm canlıları besleyen bir Yaratıcının varlığına inanıyorsunuz, o hâlde neden yalnızca O'na kulluk etmiyorsunuz?" Bu soruya cevap veremediler, fakat putlara tapmaktan da vazgeçmediler.
87
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
Müşrikler, bayram günü evlerinden yiyecekler getirir ve onları, —o yılki mahsullerin bereketlenmesi için— putların önüne bırakarak kırlara çıkıp eğlenirlerdi. Yine böyle bir günün akşamı, İbrahim'i de kutlamalara çağırdılar. Bunun üzerine İbrahim, üzgün ve düşünceli bir hâlde yıldızlara bir göz attı ve:
88
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ
"Doğrusu, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Putlara tapmanız beni rahatsız ediyor. Bu yüzden sizinle gelemeyeceğim." dedi.
89
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ
Onlar da onu orada bırakıp şehir dışında eğlenmeye gittiler.
90
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
O sırada İbrahim, plânını uygulamaya başladı. Mabedin içine girerek, kavminin putlarına gizlice yaklaştı ve "Ne o!" diye seslendi, "Önünüze konan yiyecekleri yemiyor musunuz?"
91
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ
"Neyiniz var sizin, niçin konuşmuyorsunuz?" Hâliyle, putlardan bir cevap çıkmadı.
92
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ
Sonra İbrahim, eline geçirdiği bir baltayla üzerlerine yürüyüp onlara peş peşe darbeler indirmeye başladı. Böylece, en büyük put hariç, hepsini kırıp yerlere devirdi. Baltayı da en büyük putun boynuna astı.
93
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
Ertesi sabah manzarayı gören putperestler, bunu İbrahim'in yaptığını anladılar. Bunun üzerine, koşarak onun yanına geldiler ve etrafını sarıp onu sorgulamaya başladılar.
94
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
Zaten bunu bekleyen İbrahim, "Ey halkım!" dedi, "Ellerinizle yonttuğunuz ve kendilerini korumaktan aciz olan şeylere mi tapıyorsunuz?"
95
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
"Oysa sizi de, ellerinizle yapıp taptığınız bu putları da yaratan Allah'tır! O hâlde, hepinizi O'na kulluğa davet ediyorum!"

Bu apaçık deliller karşısında verecek cevap bulamayan kâfirler, küfrün bildiği tek çare olan baskı, işkence ve sindirme mantığına başvurdular. Derhal uyduruk bir mahkeme kurup İbrahim'i yargıladılar ve karar açıklandı:
96
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ
"İlahlarımıza dil uzatan bu adamın derhal öldürülmesi gerekir! O hâlde, şehrin meydanında büyük bir ateş hazırlayın, sonra onun için yüksek bir kule yapın ve onu oradan ateşe atın! Atın ki, onun izinden gitmeyi düşünenler ibret alsınlar!" dediler.
97
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
Böylece, onu bir komploya kurban etmek istediler. Fakat Biz, İbrahim'i ateşten kurtararak onların heveslerini kursaklarında bıraktık. Sonra da onları, dünyada da âhirette de rezillik ve alçaklığa mahkûm ettik.
98
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Böylece, İbrahim'in oradaki tebliğ görevi sona ermiş oldu. Bunun üzerine, "Ben," dedi, "küfrün egemen olduğu bu ortamı terk ediyor ve Rabb'ime yöneliyorum; O bana izlemem gereken yolu elbette gösterecektir."
99
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ
İbrahim öz yurdunu terk edip Filistin'e yerleşince, "Ey Rabb'im, bana hayırlısından bir evlat bağışla!" diye yalvardı.
100
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ
Biz de ona, İsmail adında çok şefkatli ve yumuşak huylu bir çocuğunun olacağını müjdeledik.
101
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
İlâhî müjde gerçekleşti ve İbrahim'in ikinci hanımı Hacer'den bir çocuğu dünyaya geldi. İbrahim, bir süre sonra Allah'ın emriyle eşi ve çocuğunu Mekke'ye yerleştirdi. Yıllar sonra İsmail, İbrahim'in yanında yürüyüp koşacak ve söyleneni anlayıp uygulayacak çağa ulaşınca, babası onu karşısına aldı ve "Sevgili yavrum!" dedi, "Ben üç gecedir üst üste rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum. Sen de bilirsin ki, Peygamberlerin rüyası Allah'tan gelen açık bir emirdir ve mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Bir düşün, sen ne dersin buna?"

İsmail hiç tereddüt etmeden, "Sana Allah tarafından emredilen neyse onu yap, babacığım! Benim için endişelenme. Göreceksin, Allah'ın izniyle buna sabredeceğim!" dedi.
102
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ
Böylece, ikisi de Allah'ın emrine tam bir teslimiyet gösterdiler. İbrahim, oğlu İsmail'i boğazlamak için yüzüstü yere yatırınca,
103
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ
İşte tam o sırada, ona "Ey İbrahim!" diye seslendik:
104
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
"Rüyanda sana vahyettiğimiz buyruklara bağlı kaldın! Biz de bunun karşılığında sana evladını bağışladık ve ikinizi de en yüce makama yükselttik. İşte güzel davrananları böyle ödüllendiririz."
105
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ
Doğrusu, bu gerçekten müthiş bir imtihandı! Ve İbrahim, en değerli varlığını Allah yolunda feda edebileceğini göstererek bu imtihanı kazandı.
106
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ
Biz de, İsmail'in kurtuluş fidyesi olarak İbrahim'e büyük bir kurbanlık koç verdik. İşte o günden beri müminler, Allah yolunda her şeylerini seve seve feda etmeye hazır olduklarını göstermek üzere, kurban bayramında kurban keser, böylece ataları İbrahim'in izinden gittiklerini gösterirler.
107
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Böylece Biz, onun sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmasını sağladık:
108
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ
O hâlde, selâm olsun İbrahim'e!
109
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız!
110
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Çünkü o, gerçekten tüm kalbiyle inanan kullarımızdandı.
111
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Daha sonra ona, tertemiz bir insan ve büyük bir Peygamber olan İshak'ı müjdeledik.
112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟
Ayrıca hem kendisine, hem de oğlu İsmail ve İshak'a katımızdan nimet ve bereketler ihsan ettik. Fakat böyle mübarek bir Peygamberin soyundan gelmek, kişiye Allah katında özel bir statü, bir ayrıcalık kazandırmaz. Onların soyundan gelenler arasında Allah'ın gönderdiği bütün elçilere ve kitaplara iman eden iyi insanlar olduğu gibi, kendisine açıkça kötülük eden zalim kimseler de vardır.
113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ
Gerçek şu ki, Biz vaktiyle Musa'ya ve Harun'a da büyük bir lütufta bulunmuştuk.
114
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Onları ve halkları olan İsrailoğulları'Firavunun zulmünden koruyarak büyük bir felâketten kurtarmıştık.
115
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ
Doğru yolda oldukları sürece, onları yardımımızla desteklemiştik. Ve böylece, zalimlere karşı üstün gelenler daima onlar olmuştu.
116
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ
Bu iki Peygambere, doğruyu eğriyi apaçık ortaya koyan Tevrat adındaki kutsal Kitabı vermiştik.
117
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ
Böylece her ikisini de dosdoğru yola iletmiş,
118
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ
Ve sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmalarını sağlamıştık.
119
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ
O hâlde, selâm olsun Musa'ya ve Harun'a!
120
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız!
121
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Çünkü onlar, gönderdiğim mesaja yürekten inanan ve bu inanç doğrultusunda hayat programlarını çizen kullarımızdandı.
122
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Gerçek şu ki, İlyas da Elçilerimizden biriydi.
123
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ
Hani İlyas kavmine demişti ki: "Ey halkım! Artık zulüm ve haksızlıklardan vazgeçmenin ve sahte ilâhları terk edip bir tek Allah'a kulluk ederek cehennem ateşinden korunmanın zamanı gelmedi mi?"
124
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ
"Ey halkım! Siz en mükemmel Yaratıcıyı bırakıyor da, sizin gibi yaratılmış bir varlık olan Ba'l adındaki bir heykele mi yalvarıyorsunuz?"
125
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
"Yani, sizin ve sizden önceki atalarınızın yegâne Efendisi, Sahibi ve Rabb'i olan tek Allah inancını bırakıp putperestliğe mi yöneliyorsunuz?"
126
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Fakat onlar, İlyas'ın bütün uyarılarına rağmen onu yalanladılar. Bu yüzden, Hesap Gününde aşağılanmış bir hâlde huzurumuza getirileceklerdir.
127
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Ancak Allah'ın dürüst ve samimî kulları başka. İşte İlyas da bunlardan biriydi.
128
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Onun, sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılmasını sağladık.
129
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ
Öyleyse, selâm olsun İlyas'a ve onun izinden yürüyen bütün İlyaslara!
130
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Güzel davrananları, işte böyle mükâfatlandırırız.
131
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Çünkü o, gerçekten tüm kalbiyle inanan kullarımızdandı.
132
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Gerçek şu ki, Lût da Elçilerimizden biriydi.
133
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Hani onu ve inanan ailesini kâfirlerin elinden kurtarmıştık.
134
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
Ancak zalimlerle birlikte geride kalan ve böylece azabı hak eden bir kocakarı hariç. Lût'un hanımı olan bu kadın, müminlerle birlikte şehri terk etmek yerine, inkârcılarla kalmayı tercih etmişti.
135
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Sonra da diğerlerini, korkunç bir azapla yerle bir etmiştik.
136
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
Siz ey Mekke halkı, seyahatleriniz sırasında sabah akşam onların viraneye dönmüş yurtlarından geçersiniz.
137
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Peki, bunların başına gelenlerden hiç ibret almaz mısınız?
138
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Gerçek şu ki, Yunus da Elçilerimizden biriydi.
139
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
Hani Yunus, bütün öğüt ve uyarılara rağmen bir türlü doğru yola gelmeyen kavminin baskılarından iyice bunalarak, görev yerini izinsiz terk etmiş ve yolcularla dolu bir gemiye binmiş ve halkını terk edip oradan kaçmıştı.
140
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
Fakat gemi, aniden gelen müthiş bir fırtına yüzünden batma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bunu aralarında günahkâr bir kişinin bulunmasına bağlayan gemiciler, "Gelin aramızda kura çekelim de, bu felâketin kimin yüzünden geldiğini bulup onu gemiden atalım!" dediler. Böylece aralarında kura çektiler ve Yunus, kurayı kaybedenlerden oldu.
141
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
Böylece Yunus denize atıldı. Dev dalgalarla boğuşurken, aniden büyük bir balık onu yutuverdi. O ise, işlediği günahın acısıyla kendini kınayıp duruyordu.
142
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
Eğer pişmanlıkla Rabb'ine yönelip O'nu her türlü kusur ve noksanlıktan tenzih ve tesbih ederek yüceltenlerden olmasaydı,
143
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Kesinlikle, insanların yeniden diriltileceği Güne kadar o balığın karnında kalırdı. Yani balığın karnı ona mezar olurdu; oradan asla canlı olarak kurtulamazdı. Diriliş gününde ise, kınanmış bir hâlde getirilip mahşer meydanına atılırdı. [109]
144
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
Fakat Yunus tövbe edip af diledi ve biz de onu bağışladık. Böylece onu hasta ve bitkin bir hâlde, bitki örtüsü olmayan ıssız bir sahile attık.
145
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
Ve ona gölgelik, yiyecek ve içecek olsun diye, kumlarda çabucak büyüyen geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Böylece, hem kendine geleceği süreye kadar güneşten korunmasını sağladık, hem de iman etmeyecek zannedilen çorak gönüllere nasıl hayat verebileceğimizi göstererek asla umutsuzluğa, yılgınlığa düşmemesi gerektiğini ona öğrettik.
146
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
Daha sonra onu, nüfusu yüz bin —hatta daha fazla— olan Ninova'ya, yani nasıl olsa inanmayacaklar diye bir zamanlar terk ettiği ülkesine yeniden Elçi olarak gönderdik.
147
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
Böylece onlar, Yunus'un çağrısına uyup ona iman ettiler. Biz de tepelerine binmek üzere olan azabı geri çevirdik ve onları belirli bir vakte yani hayatlarının sonuna kadar huzur içinde yaşattık.
148
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
O hâlde, ey Muhammed! Melekleri Allah'ın kızları sayan Arap putperestleri başta olmak üzere, kendilerine lâyık görmedikleri sıfatları Allah'a yakıştırmaya kalkışan bütün müşriklere seslenerek sor onlara: "Sahip olmakla gurur duydukları erkek çocukları kendilerine, utanç ve alçaklık sebebi saydıkları kız çocuklarını da Rabb'ine mi lâyık görüyorlar?
149
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
Yoksa Biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlar da buna şahit mi oldular?
150
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
İyi bilin ki, onlar uydurdukları yalan ve iftiralarından dolayı,
151
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
"Allah çocuk edindi!" diyorlar. Hayır, onlar kesinlikle yalan söylüyorlar! Üstelik kızları erkeklerden değersiz gören bu zalimler, utanç ve alçaklık sebebi saydıkları bir durumu Allah'a yakıştırarak, ne büyük bir cehalet içinde olduklarını gösteriyorlar:
152
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
Allah oğulları bırakmış da, kendine çocuk olarak kızları mı tercih etmiş?
153
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Ne oluyor size ey müşrikler, nasıl böylesine çarpık bir mantık yürütüyor, ne kadar çirkin hüküm veriyorsunuz?
154
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ
Hiç aklınızı kullanmaz mısınız siz?
155
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ
Yoksa iddialarınızı ispatlayacak apaçık bir delil mi var elinizde?
156
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
O hâlde, eğer doğru söylüyorsanız, haydi Allah'tan gelmiş olan Kitabınızı getirin de iddianızı kanıtlayın!
157
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Bazıları da, cinlerde esrarengiz ilâhî güçler olduğunu iddia ederek, Allah ile cinler arasında bir çeşit akrabalık bağı, bir yakınlık olduğunu öne sürüyorlar. Oysa bizzat cinler de bilir ki, diğer bütün yaratıklar gibi kendileri de Hesap Günü yargılanmak üzere Allah'ın huzuruna getirilecekler.
158
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
Öyleyse Allah, onların uydurduğu acziyet ve noksanlık ifade eden bütün niteliklerden uzaktır, yücedir. Ve bu nitelikleri O'na yakıştıranlar, elbette cezalarını çekeceklerdir.
159
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Ancak Allah'ın seçkin ve samimî kulları başka. Çünkü onlar, Rablerini ancak O'na yaraşır niteliklerle anıp yüceltir ve yalnızca O'na kulluk ederler.
160
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ
O hâlde, ey inkârcılar! Ne siz, ne de o tapındığınız sahte ilâhlar,
161
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ
Allah'ın seçkin ve samimî kullarından bir tekini bile O'na karşı aldatıp yoldan çıkaramazsınız.
162
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ
Ancak kendi iradesiyle cehenneme girmeyi tercih edenleri saptırabilirsiniz.

O hâlde, ey Benim samimî kullarım, şeytan ve dostlarına meydan okuyarak deyin ki:
163
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
"Biz müminler, bir ailenin bireyleri gibi, düzenli bir şekilde birbirimize kenetlenmişizdir. Öyle ki, içimizden bir tek kişi bile yoktur ki, onun bu yapı içinde belirli bir yeri, bir derecesi olmasın."
164
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ
"Biz müminler, gerek Rabb'imizin huzurunda namaz kılarken, gerek zalimlere karşı cephe oluştururken, tuğlaları birbirine perçinlenmiş bir bina gibi, omuz omuza, sıra sıra dizilenleriz."
165
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
"Biz müminler, hem sözlerimizle, hem davranışlarımızla Rabb'imizin adını zikrederek O'nun sınırsız yüceliğini övgüyle tesbih edenleriz."
166
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ
Kâfirlere gelince, onlar hep şunu söylerler:
167
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ
"Eğer bizim elimizde, öncekilerden kalma öğüt verici bir ilâhî Kitap olsaydı,
168
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Elbette biz de Allah'ın seçkin ve samimî kulları olurduk!"
169
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Hep böyle derler, fakat o dedikleri Kitap kendilerine tebliğ edilince, hemen onu inkâr ederler. Fakat nankörlüğün cezasız kalmayacağını yakında görecekler.
170
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ
Çünkü Biz, Elçi ve davetçi olarak gönderdiğimiz kullarımız hakkında, ta ezelden şu hükmü vermiştik:
171
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ
Onlar Allah'ın kitabına bağlı kaldıkları sürece, daima ilâhî yardıma nail olacak ve mutlaka başarı kazanacaklardır!
172
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
Çünkü eninde sonunda zaferi elde edecek olanlar, yolumuzda mücadele eden ordularımızdır.
173
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Öyleyse, ey Müslüman! Onların çirkin sözlerine, baskı ve eziyetlerine şimdilik sabret. Onları bir süre kendi hallerine bırak ve bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et.
174
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Bu arada, onların entrikaları dikkatle izle. Hiç kuşkusuz onlar, müminlerin üstün geldiğini yakında görecekler.
175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
Şimdi hâlâ, bir an önce azabımızın gelip çatmasını mı istiyorlar?
176
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ
Şunu iyi bilsinler ki, o azap yurtlarına gelip çökünce, uyarıldıkları hâlde kulak asmayanların sabahı, gerçekten çok acıklı bir sabah olacak!
177
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Evet, onların baskı ve eziyetlerine şimdilik sabret, onları bir süre kendi hallerine bırak.
178
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Ve onların başına gelecek azabı gözetle, zaten onlar da kendilerini bekleyen acı akıbeti yakında görecekler! Öyle ya:
179
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ
Sonsuz kudret ve azamet sahibi Rabb'in, onların uydurduğu bütün acziyet ve noksanlık ifade eden niteliklerden uzaktır, yücedir!

O hâlde, hep birlikte deyin ki:
180
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ
Selâm olsun, O'nun mesajını taşıma şerefine nail olan Elçilere ve onları adım adım izleyen fedakâr müminlere!
181
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Ve sonsuz hamd ve şükürler olsun, kendi yolunda mücadele eden kullarını yardımsız bırakmayan âlemlerin Rabb'i Allah'a!
182

Sureler

Mealler
Sâd Suresi
Sonraki