Sureler
Mealler
Sonraki
Sâd Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Andolsun o saflar olarak dizilenlere (boyutları oluşturan kuvvelere).
2 O (Allâh'tan engelleyici - perdeleyici faktörleri) şiddetle defedenlere.
3 O zikir (hatırlatıcıyı) okuyanlara.
4 Muhakkak ki sizin tanrınız (olarak düşündüğünüz) Vahid'dir!
5 Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir (Esmâ'sıyla açığa çıkaranı) ve doğu(ş)ların (açığa çıkacakların) da Rabbidir!
6 Muhakkak ki biz, o Dünya semâsını gezegenler ile zinetlendirdik.
7 (Dünya semâsını) kurallara itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
8 (O şeytanlar) Mele-i Âlâ'yı dinleyemezler ve her taraftan şiddetle defedilirler!
9 Kovularak. . . Onlar için daimî bir azap vardır.
10 Ancak bir söz kapan olursa, bu yüzden onu yakıcı bir alev takip eder.
11 O hâlde görüşlerini sor onlara (seni inkâr edenlere): Yaratılışları itibarıyla onlar mı daha güçlü yoksa yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları Tıyn-i Lazib'den (yapışkan - kopup ayrılmayan bir balçıktan) yarattık.
12 Hayır, onların alaylı hâllerine şaşıp kaldın.
13 Onlar hatırlatıldıklarında da hatırlayıp düşünmezler!
14 Bir işaret gördüklerinde, alaya alırlar.
15 "Bu apaçık bir büyüleyici etkidir" dediler.
16 "Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda, gerçekten biz bâ's olunacak mıyız?"
17 "Evvelki atalarımız da mı?"
18 De ki: "Evet! Siz de boyun bükmüş zavallılar olarak (bâ's olunacaksınız). "
19 O ancak bir tek çığlık; birden onlar bakınırlar!
20 "Vay bize! Bu, Din Günü'dür!" dediler.
21 "Bu, kendisini yalanladığınız ayırt etme sürecidir!"
22 "Toplayın o zulmedenleri (bilinçleri), onların eşlerini (bedenlerini) ve tapınıp kulluk yaptıkları şeyleri. "
23 "Allâh dûnundakileri! Onları cehennem yoluna yollandırın!"
24 "Durdurun onları! Muhakkak ki onlar sorumludurlar!"
25 "Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?"
26 Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır!
27 Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!
28 "Muhakkak ki siz bize sağdan (sanki hakikati bildirirmiş gibi) gelirdiniz?"
29 (Onlar da) dediler ki: "Hayır, siz iman etmediniz (bildirilenlere)!"
30 "Bizim, üzerinizde bir hâkimiyetimiz yoktu. . . Aksine siz azgın bir topluluk idiniz. "
31 "İşte sonunda Rabbimizin bildirisi gerçekleşti! Doğrusu (şimdi) biz (azabı) tadıcılarız. "
32 "Bundan ötürü sizi saptırıp azdırdık. . . İşin gerçeği biz azmıştık!"
33 Muhakkak ki onlar, o süreçte azapta ortak olanlardır.
34 Kesinlikle biz, şirk suçunu açığa çıkaranlara işte bunu uygularız!
35 Onlara "lâ ilâhe İllâllah" gerçeğini kabullenin denildiğinde, muhakkak ki onlar benliklerini öne çıkarmışlardı!
36 "Tanrılarımızı, cinlenmiş bir şair için terk mi edeceğiz?" derlerdi.
37 Hayır, O, Hak olarak gelmiştir ve Rasûlleri de tasdik etmiştir.
38 Muhakkak ki siz o feci azabı tadıcılarsınız!
39 Yaptıklarınızın sonucundan başka bir şey yaşamazsınız!
40 Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, sâfiyete) erdirilmiş kulları (azaptan) müstesna.
41 İşte onlar için bilinen (takdir edilmiş olan) bir rızık vardır.
42 Meyveler (elde etmiş oldukları kuvvelerin getirileri). . . Onlar ikram olunanlardır.
43 Nimetler cennetlerinde.
44 Serirler (makamlar) üzerinde karşılıklı olarak otururlar.
45 Kaynaktan (Esmâ hakikatinden) doldurulmuş kâseleri (kuvveleri) gezdirilir.
46 Bembeyaz (marifet nuru), içenlere (kullananlara) keyif veren kâseler (kuvveler).
47 Aklı yanlışa yönlendiren bir özellik yoktur onda. . . Onlar ondan sarhoş da olmazlar (neyi nasıl yaptıklarının bilincini hiç yitirmezler)!
48 Yanlarında gözlerini yalnızca onlara dikmiş, göz aydınlığı olanlar vardır.
49 Sanki onlar (kendileri için) korunmuş yumurtalar (kuvvelerini açığa çıkarmada yardımcı objeler) gibidir.
50 (Cennettekiler) birbirlerine yönelip soruşurlar.
51 Onlardan biri dedi ki: "Gerçekten benim bir arkadaşım vardı. "
52 (O) derdi ki: "Hakikaten sen (bildirilenleri) tasdik edenlerden misin?"
53 "Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı cezalandırılacağız?"
54 Dedi ki: "Siz söz ettiğinizin gerçekleşmesine şahit oldunuz mu?"
55 İşte şimdi onu yaşadılar; üstelik onu cehennemin tam ortasında gördü.
56 Dedi ki: "Tallahi, az kalsın beni de bu çukura yuvarlayacaktın. "
57 "Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle (cehennem) kapısına zorunlu getirilenlerden olurdum. "
58 "Biz beden kaydından kurtulmuşlardan değil miyiz?"
59 "İlk ölümü tadışımız dışında (artık başka ölüm yaşanması söz konusu değil)! Biz azap olunacaklar da değiliz. "
60 "Muhakkak ki bu büyük kurtuluşun ta kendisidir. "
61 Çalışanlar işte bunun için çalışsınlar!
62 Nüzûl itibarıyla bu mu hayırlıdır yoksa zakkum ağacı (kişinin bedeni) mı? (Buraya kadar kişinin hakikatine imanla açığa çıkardığı Esmâ kuvvelerinin yaşatacağı cennet hâlinden bahsedilmişken; şimdi de kişiye cehennemi yaşatacak, kendini beden kabul etmesi sonucu yalnızca bedenî zevklere dönük yaşamasının sonuçları, benzetmelerle anlatılmaya başlanmıştır. A. H. )
63 Doğrusu biz onu (zakkum ağacını - bedeni) zâlimler için bir sınav objesi kıldık (hakikatlerini mi hatırlayacaklar yoksa kendilerini beden kabul ederek mi yaşayacaklar).
64 Muhakkak ki o cehennemî (yanmayı oluşturan) kaynaktan oluşan bir ağaçtır (biyolojik bedendir).
65 Onun (kendini yalnızca beden kabulünün) meyvesi, sanki şeytanların kafaları (bilincin içgüdüsel dürtüleri) gibidir.
66 Muhakkak ki onlar (dünya yaşamı boyunca) ondan yerler ve ondan karınlarını doldururlar.
67 Bunun sonucu onlara, yapılarına işleyecek yakıcı su (benlik duygusu) vardır.
68 Bundan sonra onların dönüş yerleri elbette cehennemdir.
69 Çünkü onlar atalarını (hakikatten) sapmışlar olarak buldular.
70 Böylece onların izleri üzerinde ısrarla koşarlar.
71 Andolsun ki onlardan önce, ilk nesillerin çoğunluğu da (Hakikatten) sapmıştı!
72 Andolsun ki onların da içinde uyarıcılar irsâl ettik.
73 O uyarılanların sonu nasıl oldu bir bak!
74 Sadece Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları bunun dışında kaldı.
75 Andolsun ki Nuh bize yönelmişti. . . Biz ne güzel icabet edenleriz.
76 Onu ve Onun ehlini çok büyük tasadan kurtardık.
77 Onun zürriyetini de devam ettirdik.
78 Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.
79 İnsanlar arasında Nuh'a Selâm olsun.
80 Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak'tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız!
81 Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır.
82 Sonra diğerlerini (şirk ehlini) suda boğduk.
83 Muhakkak ki İbrahim de Onun anlayışındandır.
84 Rabbine selim bir kalp ile (şuurunda Esmâ hakikatini yaşamakta olarak) yönelmişti!
85 Hani (İbrahim) babasına ve kavmine: "Neye tapınıyorsunuz?"
86 "Asılsız şeyler uydurarak, Allâh dûnunda tanrılar mı ediniyorsunuz?"
87 "Rabb-ül âlemîn'i ne zannediyorsunuz?"
88 Sonra (İbrahim) yıldızlara (akıl gözüyle) bir bakıp düşündü de. . .
89 Dedi ki: "Hasta oluyorum (bu yaptığınıza)!"
90 Bunun üzerine dönüp Ondan uzaklaştılar.
91 (İbrahim de) onların tanrılarına yaklaşıp yöneldi de: "Yemez misiniz?" dedi.
92 "Niye konuşmuyorsunuz?"
93 (İbrahim) yaklaşıp sağ eliyle darbe vurdu tanrı heykellerine!
94 Bunu görenler hızla dönüp Ona geri geldiler.
95 (İbrahim) dedi ki: "Elinizle yapıp tanrı kabul ettiğiniz heykellere mi tapıyorsunuz?"
96 "Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allâh yaratmıştır!"
97 Dediler ki: "Onun için bir bina yapın da Onu, yakanın (ateşin) içine atın!"
98 Ona tuzak irade ettiler. . . Biz de onları esfelîn (en aşağılar) kıldık.
99 (İbrahim) dedi ki: "Muhakkak ki ben Rabbime gidiciyim. . . (O), bana hidâyet edecek. "
100 (İbrahim): "Rabbim, bana sâlihlerden hibe et!" (dedi).
101 Bunun üzerine Onu Haliym bir oğul ile müjdeledik.
102 (Oğlu İsmail) Onunla birlikte yürüme olgunluğuna ulaşınca, (İbrahim) dedi ki: "Ey oğulcuğum! Muhakkak ki ben seni uykuda görüyorum ve ben seni kurban ediyorum. . . Bak bakalım sen ne dersin bu işe?". . . (Oğlu) dedi ki: "Ey babacığım. . . Emrolunduğun şeyi yap! İnşâAllâh beni sabredenlerden bulacaksın. "
103 İkisi de (hükme) teslim olup Onu (İsmail'i) yüzüstü yatırdığında. . .
104 Biz Ona: "Ey İbrahim!" diye seslendik.
105 "Gerçekten rüyanı doğruladın. . . Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak'tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız (yaptığının sonucunu yaşatırız). "
106 Muhakkak ki bu apaçık bir belâdır (öğretici, idrak ettirici deneyim)!
107 Ona, bedel olarak çok büyük kurban verdik.
108 Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.
109 Selâm olsun İbrahim'e.
110 Muhsinleri (Allâh'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız.
111 Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır.
112 Ona, sâlihlerden bir Nebi olarak İshak'ı müjdeledik.
113 Onun üzerine de İshak'ın üzerine de bereket lütfettik. . . O ikisinin neslinden muhsin de var, kendi nefsine apaçık zulmeden de var.
114 Andolsun ki Musa ve Harun'a da lütufta bulunduk!
115 O ikisini ve onların kavimlerini aziym tasadan kurtardık.
116 Onlara yardım ettik de galip geldiler.
117 İkisine (Musa ve Harun'a) bilinen bilgiyi verdik.
118 O ikisini de sırat-ı müstakime yönlendirdik.
119 Sonrakiler içinde, Onların anılmasını sağladık.
120 Musa ve Harun'a Selâm olsun!
121 Doğrusu biz, muhsinleri (Allâh'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız!
122 Muhakkak ki ikisi de iman eden kullarımızdandır.
123 Muhakkak ki İlyas da irsâl olunanlardandı.
124 Hani halkına: "Korunmaz mısınız?" dedi.
125 "Ba'l'e (dört yüzü olan altından heykel) tapınıp ve yaratanların en güzelini mi (Ahsen-ül Halikîn) bırakıyorsunuz?"
126 "Rabbiniz Allâh, önceki atalarınızın da Rabbi'dir!"
127 Onu (İlyas'ı) yalanladılar! Muhakkak ki onlar zorunlu huzura çıktılar!
128 Sadece Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları müstesna.
129 Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.
130 Selâm olsun İlyâsîn yolundan gidenlere!
131 Doğrusu biz, muhsinleri (Allâh'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız.
132 Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır.
133 Muhakkak ki Lût da irsâl olunanlardandı.
134 Hani Onu ve Onun yakınlarını toptan kurtardık.
135 Sadece geride kalanlar içinde olan bir kocakarı (Lût a. s. ın iman etmeyen karısı) hariç.
136 Sonra diğerlerini yerle bir ettik!
137 Muhakkak ki siz sabahları onların yurtlarından geçersiniz. . .
138 Geceleri de. . . Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?
139 Muhakkak ki Yunus da irsâl olunanlardandı (Hakikat bilgisiyle açığa çıkarılanlardandı).
140 Hani o dopdolu gemiye kaçmıştı (Hakikat bilgisine rağmen halkına yararlı olamadığı düşüncesiyle sıradan yaşamına dönmüştü).
141 (Yunus) kura çekti (seçim yaptı) de delili geçersiz kılınanlardan oldu (bu tercihi - seçimi onu yanlışa sürükledi ve). . .
142 (Yunus) levmedici olduğu hâlde balık Onu yuttu (pişmanlık duygusuyla karışık bir hâlde, balık = dünya yaşamı onu yuttu);
143 Eğer (Yunus) tespih edenlerden (işlevini hatırlayanlardan) olmasaydı (eğer tespih ile hakikatini hissederek Allâh'a vechini dönmeseydi);
144 Bâ's olunacakları güne kadar (Yunus) balığın karnında kalırdı (ölüm tadılma sürecine kadar dünyasında bedensellikte kalırdı).
145 Biz Onu hasta (yıpranmış - sağlıksız) olarak çıplak arazide (kuvvelerin bilinmediği bir ortamda) bıraktık.
146 Üzerine kabak türünden (gövdesi olmayan bitki cinsi) bir ağaç bitirdik (Onda ilâhî marifet meyveleri açığa çıkardık).
147 Onu (Yunus'u) yüz bin (kişiye) yahut daha da fazlasına irsâl ettik.
148 (Onlar) iman ettiler de, biz onları bir süre mutlu yaşattık.
149 O hâlde sor görüşlerini onlara (o müşriklere): "Kız çocukları Rabbinin, erkek çocukları onların mı?"
150 Yoksa biz, onlar seyrederken mi melekleri dişiler olarak, yarattık?
151 Dikkat edin, muhakkak ki onlar iftira atarak şöyle derler:
152 "Allâh doğurdu (Allâh'ın oğlu dediler)! Muhakkak ki onlar kesinlikle yalancılardır!"
153 (Allâh) kızları oğullara tercih mi etmiş?
154 Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
155 Hatırlayıp düşünemiyor musunuz?
156 Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?
157 Eğer doğru söylüyorsanız bildiğinizi koyun ortaya!
158 O'nunla (Allâh ile) cinler (normal insan duyularının algılayamadığı bilinçli varlıklar) arasında bir bağ oluşturdular! (Onlara Allâh dûnunda tanrısallık atfettiler). . . Andolsun cinler de bilir ki, muhakkak onlar muhdarîndir (zorunlu olarak huzurda hazır tutulacaklardır)!
159 Allâh onların vasıflandırmalarından münezzehtir!
160 Sadece Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları müstesna (gerisi "muhdarîn" olarak anlatılan sınıftandır).
161 Muhakkak ki siz ve tapındıklarınız,
162 O'nun aleyhine (kimseyi) ayartıp kandıramazsınız!
163 Ancak cehennemî yanışa gidecekler müstesna.
164 (Bütün açığa çıkan melekî Esmâ kuvveleri): "Bizden, bilinen bir işlevi olmayan yoktur!"
165 "Muhakkak ki biz, evet biziz o saf saf dizilenler (varlıkta boyutları ve içindekileri meydana getirenler). "
166 "Muhakkak ki biz, evet biziz o tespih edenler (işlevlerini yerine getirmek suretiyle kulluğunu ifa edenler {tespihin anlamı}). "
167 Muhakkak ki (o müşrikler) şöyle de diyorlardı:
168 "Eğer bizim yanımızda da atalarımızdan bize ulaşmış bir bilgi olsa idi. . . "
169 "Elbette biz de Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları olurduk. "
170 Şimdiyse hakikat bilgisini inkâr ettiler. . . Yakında anlayacaklar!
171 Andolsun ki irsâl olunan kullarımıza (şu) sözümüz geçerli olmuştur:
172 Muhakkak ki onlar, elbette onlar zafere erdirilmişlerdir.
173 Muhakkak ki bizim ordumuz, onlar galiptirler!
174 Artık bir süre onlardan yüz çevir!
175 Onları seyret. . . Yakında görecekler!
176 Azabımızın varlıklarında açığa çıkışını (ölümü) acele mi istiyorlar? (Ölüm, hakikati inkâr eden için azabın başlaması, iman eden içinse rahmete ermektir. )
177 Onların alanına indiğinde, uyarılanların uyanışı ne kötü olur!
178 Artık bir süre onlardan yüz çevir.
179 Onları seyret. . . Yakında görecekler.
180 Senin Rabbin, İzzet sahibi Rab olarak, onların tanımlamalarından münezzehtir!
181 İrsâl olunanlara Selâm olsun!
182 Hamd, Rabb-ül âlemîn Allâh'a aittir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ 1
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ 2
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ 3
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ 4
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ 5
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ 6
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ 7
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ 8
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ 9
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ 10
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ 11
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ 12
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ 13
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ 14
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 15
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ 16
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ 17
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ 18
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ 19
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ 20
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ 21
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ 22
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ 23
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ 24
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ 25
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ 26
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ 27
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ 28
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ 29
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ 30
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ 31
فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ 32
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ 33
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ 34
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ 35
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ 36
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ 37
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ 38
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ 39
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 40
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ 41
فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ 42
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ 43
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 44
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ 45
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ 46
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ 47
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ 48
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ 49
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ 50
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ 51
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ 52
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ 53
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ 54
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ 55
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ 56
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ 57
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ 58
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ 59
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 60
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ 61
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ 62
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ 63
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ 64
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ 65
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ 66
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ 67
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ 68
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ 69
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ 70
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ 71
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ 72
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ 73
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ 74
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ 75
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ 76
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ 77
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ 78
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ 79
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 80
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 81
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ 82
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ 83
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ 84
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ 85
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ 86
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ 87
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ 88
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ 89
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ 90
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ 91
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ 92
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ 93
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ 94
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ 95
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ 96
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ 97
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ 98
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ 99
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ 100
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ 101
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ 102
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ 103
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ 104
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 105
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ 106
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ 107
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ 108
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ 109
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 110
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 111
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ 113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ 114
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ 115
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ 116
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ 117
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ 118
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ 119
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ 120
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 121
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 122
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 123
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ 124
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ 125
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ 126
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ 127
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 128
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ 129
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ 130
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 131
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 132
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 133
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ 134
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ 135
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ 136
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ 137
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ 138
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 139
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ 140
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ 141
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ 142
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ 143
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 144
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ 145
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ 146
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ 147
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ 148
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ 149
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ 150
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ 151
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ 152
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ 153
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ 154
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ 155
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ 156
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 157
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ 158
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ 159
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 160
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ 161
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ 162
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ 163
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ 164
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ 165
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ 166
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ 167
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ 168
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 169
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 170
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ 171
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ 172
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ 173
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ 174
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ 175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ 176
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ 177
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ 178
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ 179
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ 180
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ 181
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 182
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ
Andolsun o saflar olarak dizilenlere (boyutları oluşturan kuvvelere).
1
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ
O (Allâh'tan engelleyici - perdeleyici faktörleri) şiddetle defedenlere.
2
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ
O zikir (hatırlatıcıyı) okuyanlara.
3
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ
Muhakkak ki sizin tanrınız (olarak düşündüğünüz) Vahid'dir!
4
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ
Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir (Esmâ'sıyla açığa çıkaranı) ve doğu(ş)ların (açığa çıkacakların) da Rabbidir!
5
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ
Muhakkak ki biz, o Dünya semâsını gezegenler ile zinetlendirdik.
6
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ
(Dünya semâsını) kurallara itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
7
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ
(O şeytanlar) Mele-i Âlâ'yı dinleyemezler ve her taraftan şiddetle defedilirler!
8
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ
Kovularak. . . Onlar için daimî bir azap vardır.
9
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
Ancak bir söz kapan olursa, bu yüzden onu yakıcı bir alev takip eder.
10
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ
O hâlde görüşlerini sor onlara (seni inkâr edenlere): Yaratılışları itibarıyla onlar mı daha güçlü yoksa yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları Tıyn-i Lazib'den (yapışkan - kopup ayrılmayan bir balçıktan) yarattık.
11
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
Hayır, onların alaylı hâllerine şaşıp kaldın.
12
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
Onlar hatırlatıldıklarında da hatırlayıp düşünmezler!
13
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
Bir işaret gördüklerinde, alaya alırlar.
14
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
"Bu apaçık bir büyüleyici etkidir" dediler.
15
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
"Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda, gerçekten biz bâ's olunacak mıyız?"
16
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ
"Evvelki atalarımız da mı?"
17
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
De ki: "Evet! Siz de boyun bükmüş zavallılar olarak (bâ's olunacaksınız). "
18
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
O ancak bir tek çığlık; birden onlar bakınırlar!
19
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
"Vay bize! Bu, Din Günü'dür!" dediler.
20
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟
"Bu, kendisini yalanladığınız ayırt etme sürecidir!"
21
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ
"Toplayın o zulmedenleri (bilinçleri), onların eşlerini (bedenlerini) ve tapınıp kulluk yaptıkları şeyleri. "
22
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ
"Allâh dûnundakileri! Onları cehennem yoluna yollandırın!"
23
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ
"Durdurun onları! Muhakkak ki onlar sorumludurlar!"
24
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
"Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?"
25
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır!
26
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!
27
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ
"Muhakkak ki siz bize sağdan (sanki hakikati bildirirmiş gibi) gelirdiniz?"
28
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
(Onlar da) dediler ki: "Hayır, siz iman etmediniz (bildirilenlere)!"
29
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ
"Bizim, üzerinizde bir hâkimiyetimiz yoktu. . . Aksine siz azgın bir topluluk idiniz. "
30
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ
"İşte sonunda Rabbimizin bildirisi gerçekleşti! Doğrusu (şimdi) biz (azabı) tadıcılarız. "
31
فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ
"Bundan ötürü sizi saptırıp azdırdık. . . İşin gerçeği biz azmıştık!"
32
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Muhakkak ki onlar, o süreçte azapta ortak olanlardır.
33
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ
Kesinlikle biz, şirk suçunu açığa çıkaranlara işte bunu uygularız!
34
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ
Onlara "lâ ilâhe İllâllah" gerçeğini kabullenin denildiğinde, muhakkak ki onlar benliklerini öne çıkarmışlardı!
35
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
"Tanrılarımızı, cinlenmiş bir şair için terk mi edeceğiz?" derlerdi.
36
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ
Hayır, O, Hak olarak gelmiştir ve Rasûlleri de tasdik etmiştir.
37
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ
Muhakkak ki siz o feci azabı tadıcılarsınız!
38
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ
Yaptıklarınızın sonucundan başka bir şey yaşamazsınız!
39
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, sâfiyete) erdirilmiş kulları (azaptan) müstesna.
40
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ
İşte onlar için bilinen (takdir edilmiş olan) bir rızık vardır.
41
فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ
Meyveler (elde etmiş oldukları kuvvelerin getirileri). . . Onlar ikram olunanlardır.
42
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ
Nimetler cennetlerinde.
43
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
Serirler (makamlar) üzerinde karşılıklı olarak otururlar.
44
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ
Kaynaktan (Esmâ hakikatinden) doldurulmuş kâseleri (kuvveleri) gezdirilir.
45
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ
Bembeyaz (marifet nuru), içenlere (kullananlara) keyif veren kâseler (kuvveler).
46
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ
Aklı yanlışa yönlendiren bir özellik yoktur onda. . . Onlar ondan sarhoş da olmazlar (neyi nasıl yaptıklarının bilincini hiç yitirmezler)!
47
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ
Yanlarında gözlerini yalnızca onlara dikmiş, göz aydınlığı olanlar vardır.
48
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ
Sanki onlar (kendileri için) korunmuş yumurtalar (kuvvelerini açığa çıkarmada yardımcı objeler) gibidir.
49
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
(Cennettekiler) birbirlerine yönelip soruşurlar.
50
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ
Onlardan biri dedi ki: "Gerçekten benim bir arkadaşım vardı. "
51
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
(O) derdi ki: "Hakikaten sen (bildirilenleri) tasdik edenlerden misin?"
52
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
"Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı cezalandırılacağız?"
53
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
Dedi ki: "Siz söz ettiğinizin gerçekleşmesine şahit oldunuz mu?"
54
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
İşte şimdi onu yaşadılar; üstelik onu cehennemin tam ortasında gördü.
55
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
Dedi ki: "Tallahi, az kalsın beni de bu çukura yuvarlayacaktın. "
56
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
"Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle (cehennem) kapısına zorunlu getirilenlerden olurdum. "
57
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
"Biz beden kaydından kurtulmuşlardan değil miyiz?"
58
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
"İlk ölümü tadışımız dışında (artık başka ölüm yaşanması söz konusu değil)! Biz azap olunacaklar da değiliz. "
59
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
"Muhakkak ki bu büyük kurtuluşun ta kendisidir. "
60
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
Çalışanlar işte bunun için çalışsınlar!
61
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
Nüzûl itibarıyla bu mu hayırlıdır yoksa zakkum ağacı (kişinin bedeni) mı? (Buraya kadar kişinin hakikatine imanla açığa çıkardığı Esmâ kuvvelerinin yaşatacağı cennet hâlinden bahsedilmişken; şimdi de kişiye cehennemi yaşatacak, kendini beden kabul etmesi sonucu yalnızca bedenî zevklere dönük yaşamasının sonuçları, benzetmelerle anlatılmaya başlanmıştır. A. H. )
62
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
Doğrusu biz onu (zakkum ağacını - bedeni) zâlimler için bir sınav objesi kıldık (hakikatlerini mi hatırlayacaklar yoksa kendilerini beden kabul ederek mi yaşayacaklar).
63
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
Muhakkak ki o cehennemî (yanmayı oluşturan) kaynaktan oluşan bir ağaçtır (biyolojik bedendir).
64
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
Onun (kendini yalnızca beden kabulünün) meyvesi, sanki şeytanların kafaları (bilincin içgüdüsel dürtüleri) gibidir.
65
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
Muhakkak ki onlar (dünya yaşamı boyunca) ondan yerler ve ondan karınlarını doldururlar.
66
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
Bunun sonucu onlara, yapılarına işleyecek yakıcı su (benlik duygusu) vardır.
67
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
Bundan sonra onların dönüş yerleri elbette cehennemdir.
68
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
Çünkü onlar atalarını (hakikatten) sapmışlar olarak buldular.
69
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
Böylece onların izleri üzerinde ısrarla koşarlar.
70
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Andolsun ki onlardan önce, ilk nesillerin çoğunluğu da (Hakikatten) sapmıştı!
71
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
Andolsun ki onların da içinde uyarıcılar irsâl ettik.
72
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
O uyarılanların sonu nasıl oldu bir bak!
73
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
Sadece Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları bunun dışında kaldı.
74
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
Andolsun ki Nuh bize yönelmişti. . . Biz ne güzel icabet edenleriz.
75
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
Onu ve Onun ehlini çok büyük tasadan kurtardık.
76
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ
Onun zürriyetini de devam ettirdik.
77
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ
Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.
78
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ
İnsanlar arasında Nuh'a Selâm olsun.
79
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak'tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız!
80
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır.
81
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Sonra diğerlerini (şirk ehlini) suda boğduk.
82
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ
Muhakkak ki İbrahim de Onun anlayışındandır.
83
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
Rabbine selim bir kalp ile (şuurunda Esmâ hakikatini yaşamakta olarak) yönelmişti!
84
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
Hani (İbrahim) babasına ve kavmine: "Neye tapınıyorsunuz?"
85
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ
"Asılsız şeyler uydurarak, Allâh dûnunda tanrılar mı ediniyorsunuz?"
86
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
"Rabb-ül âlemîn'i ne zannediyorsunuz?"
87
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
Sonra (İbrahim) yıldızlara (akıl gözüyle) bir bakıp düşündü de. . .
88
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ
Dedi ki: "Hasta oluyorum (bu yaptığınıza)!"
89
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ
Bunun üzerine dönüp Ondan uzaklaştılar.
90
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
(İbrahim de) onların tanrılarına yaklaşıp yöneldi de: "Yemez misiniz?" dedi.
91
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ
"Niye konuşmuyorsunuz?"
92
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ
(İbrahim) yaklaşıp sağ eliyle darbe vurdu tanrı heykellerine!
93
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
Bunu görenler hızla dönüp Ona geri geldiler.
94
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
(İbrahim) dedi ki: "Elinizle yapıp tanrı kabul ettiğiniz heykellere mi tapıyorsunuz?"
95
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
"Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allâh yaratmıştır!"
96
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ
Dediler ki: "Onun için bir bina yapın da Onu, yakanın (ateşin) içine atın!"
97
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
Ona tuzak irade ettiler. . . Biz de onları esfelîn (en aşağılar) kıldık.
98
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
(İbrahim) dedi ki: "Muhakkak ki ben Rabbime gidiciyim. . . (O), bana hidâyet edecek. "
99
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ
(İbrahim): "Rabbim, bana sâlihlerden hibe et!" (dedi).
100
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ
Bunun üzerine Onu Haliym bir oğul ile müjdeledik.
101
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
(Oğlu İsmail) Onunla birlikte yürüme olgunluğuna ulaşınca, (İbrahim) dedi ki: "Ey oğulcuğum! Muhakkak ki ben seni uykuda görüyorum ve ben seni kurban ediyorum. . . Bak bakalım sen ne dersin bu işe?". . . (Oğlu) dedi ki: "Ey babacığım. . . Emrolunduğun şeyi yap! İnşâAllâh beni sabredenlerden bulacaksın. "
102
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ
İkisi de (hükme) teslim olup Onu (İsmail'i) yüzüstü yatırdığında. . .
103
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ
Biz Ona: "Ey İbrahim!" diye seslendik.
104
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
"Gerçekten rüyanı doğruladın. . . Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak'tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız (yaptığının sonucunu yaşatırız). "
105
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ
Muhakkak ki bu apaçık bir belâdır (öğretici, idrak ettirici deneyim)!
106
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ
Ona, bedel olarak çok büyük kurban verdik.
107
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.
108
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ
Selâm olsun İbrahim'e.
109
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Muhsinleri (Allâh'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız.
110
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır.
111
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Ona, sâlihlerden bir Nebi olarak İshak'ı müjdeledik.
112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟
Onun üzerine de İshak'ın üzerine de bereket lütfettik. . . O ikisinin neslinden muhsin de var, kendi nefsine apaçık zulmeden de var.
113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ
Andolsun ki Musa ve Harun'a da lütufta bulunduk!
114
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
O ikisini ve onların kavimlerini aziym tasadan kurtardık.
115
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ
Onlara yardım ettik de galip geldiler.
116
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ
İkisine (Musa ve Harun'a) bilinen bilgiyi verdik.
117
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ
O ikisini de sırat-ı müstakime yönlendirdik.
118
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ
Sonrakiler içinde, Onların anılmasını sağladık.
119
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ
Musa ve Harun'a Selâm olsun!
120
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Doğrusu biz, muhsinleri (Allâh'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız!
121
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Muhakkak ki ikisi de iman eden kullarımızdandır.
122
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Muhakkak ki İlyas da irsâl olunanlardandı.
123
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ
Hani halkına: "Korunmaz mısınız?" dedi.
124
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ
"Ba'l'e (dört yüzü olan altından heykel) tapınıp ve yaratanların en güzelini mi (Ahsen-ül Halikîn) bırakıyorsunuz?"
125
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
"Rabbiniz Allâh, önceki atalarınızın da Rabbi'dir!"
126
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Onu (İlyas'ı) yalanladılar! Muhakkak ki onlar zorunlu huzura çıktılar!
127
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Sadece Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları müstesna.
128
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.
129
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ
Selâm olsun İlyâsîn yolundan gidenlere!
130
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Doğrusu biz, muhsinleri (Allâh'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız.
131
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır.
132
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Muhakkak ki Lût da irsâl olunanlardandı.
133
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Hani Onu ve Onun yakınlarını toptan kurtardık.
134
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
Sadece geride kalanlar içinde olan bir kocakarı (Lût a. s. ın iman etmeyen karısı) hariç.
135
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Sonra diğerlerini yerle bir ettik!
136
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
Muhakkak ki siz sabahları onların yurtlarından geçersiniz. . .
137
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Geceleri de. . . Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?
138
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Muhakkak ki Yunus da irsâl olunanlardandı (Hakikat bilgisiyle açığa çıkarılanlardandı).
139
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
Hani o dopdolu gemiye kaçmıştı (Hakikat bilgisine rağmen halkına yararlı olamadığı düşüncesiyle sıradan yaşamına dönmüştü).
140
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
(Yunus) kura çekti (seçim yaptı) de delili geçersiz kılınanlardan oldu (bu tercihi - seçimi onu yanlışa sürükledi ve). . .
141
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
(Yunus) levmedici olduğu hâlde balık Onu yuttu (pişmanlık duygusuyla karışık bir hâlde, balık = dünya yaşamı onu yuttu);
142
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
Eğer (Yunus) tespih edenlerden (işlevini hatırlayanlardan) olmasaydı (eğer tespih ile hakikatini hissederek Allâh'a vechini dönmeseydi);
143
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Bâ's olunacakları güne kadar (Yunus) balığın karnında kalırdı (ölüm tadılma sürecine kadar dünyasında bedensellikte kalırdı).
144
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
Biz Onu hasta (yıpranmış - sağlıksız) olarak çıplak arazide (kuvvelerin bilinmediği bir ortamda) bıraktık.
145
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
Üzerine kabak türünden (gövdesi olmayan bitki cinsi) bir ağaç bitirdik (Onda ilâhî marifet meyveleri açığa çıkardık).
146
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
Onu (Yunus'u) yüz bin (kişiye) yahut daha da fazlasına irsâl ettik.
147
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
(Onlar) iman ettiler de, biz onları bir süre mutlu yaşattık.
148
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
O hâlde sor görüşlerini onlara (o müşriklere): "Kız çocukları Rabbinin, erkek çocukları onların mı?"
149
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
Yoksa biz, onlar seyrederken mi melekleri dişiler olarak, yarattık?
150
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
Dikkat edin, muhakkak ki onlar iftira atarak şöyle derler:
151
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
"Allâh doğurdu (Allâh'ın oğlu dediler)! Muhakkak ki onlar kesinlikle yalancılardır!"
152
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
(Allâh) kızları oğullara tercih mi etmiş?
153
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
154
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ
Hatırlayıp düşünemiyor musunuz?
155
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ
Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?
156
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Eğer doğru söylüyorsanız bildiğinizi koyun ortaya!
157
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
O'nunla (Allâh ile) cinler (normal insan duyularının algılayamadığı bilinçli varlıklar) arasında bir bağ oluşturdular! (Onlara Allâh dûnunda tanrısallık atfettiler). . . Andolsun cinler de bilir ki, muhakkak onlar muhdarîndir (zorunlu olarak huzurda hazır tutulacaklardır)!
158
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
Allâh onların vasıflandırmalarından münezzehtir!
159
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Sadece Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları müstesna (gerisi "muhdarîn" olarak anlatılan sınıftandır).
160
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ
Muhakkak ki siz ve tapındıklarınız,
161
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ
O'nun aleyhine (kimseyi) ayartıp kandıramazsınız!
162
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ
Ancak cehennemî yanışa gidecekler müstesna.
163
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
(Bütün açığa çıkan melekî Esmâ kuvveleri): "Bizden, bilinen bir işlevi olmayan yoktur!"
164
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ
"Muhakkak ki biz, evet biziz o saf saf dizilenler (varlıkta boyutları ve içindekileri meydana getirenler). "
165
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
"Muhakkak ki biz, evet biziz o tespih edenler (işlevlerini yerine getirmek suretiyle kulluğunu ifa edenler {tespihin anlamı}). "
166
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ
Muhakkak ki (o müşrikler) şöyle de diyorlardı:
167
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ
"Eğer bizim yanımızda da atalarımızdan bize ulaşmış bir bilgi olsa idi. . . "
168
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
"Elbette biz de Allâh'ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları olurduk. "
169
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Şimdiyse hakikat bilgisini inkâr ettiler. . . Yakında anlayacaklar!
170
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ
Andolsun ki irsâl olunan kullarımıza (şu) sözümüz geçerli olmuştur:
171
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ
Muhakkak ki onlar, elbette onlar zafere erdirilmişlerdir.
172
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
Muhakkak ki bizim ordumuz, onlar galiptirler!
173
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Artık bir süre onlardan yüz çevir!
174
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Onları seyret. . . Yakında görecekler!
175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
Azabımızın varlıklarında açığa çıkışını (ölümü) acele mi istiyorlar? (Ölüm, hakikati inkâr eden için azabın başlaması, iman eden içinse rahmete ermektir. )
176
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ
Onların alanına indiğinde, uyarılanların uyanışı ne kötü olur!
177
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Artık bir süre onlardan yüz çevir.
178
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Onları seyret. . . Yakında görecekler.
179
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ
Senin Rabbin, İzzet sahibi Rab olarak, onların tanımlamalarından münezzehtir!
180
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ
İrsâl olunanlara Selâm olsun!
181
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Hamd, Rabb-ül âlemîn Allâh'a aittir.
182

Sureler

Mealler
Sâd Suresi
Sonraki