Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Sad! Dinle, ey insan! Rabb'in, bu basit harfleri yan yana dizerek en mükemmel inanç sistemini içinde barındıran, en usta şairleri, edipleri ve bilim adamlarını dize getiren eşsiz bir kitap meydan getirdi

İnsanları eğitip mükemmel bir toplum oluşturabilmek için ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü hikmet, öğüt, uyarı ve ibret derslerini içerisinde barındıran ve size dillere destan olacak şan, şeref, onur, itibar, yücelik kazandırmaya ve gündem belirlemeye tek yetkili olan bu şanlı Kur'an'a yemin olsun ki, insanlığı dünyada ve âhirette mutluluğa, kurtuluşa ulaştıracak tek yol, İslâm yoludur!
2 Fakat ayetlerimizi inkâr edenler, kendilerini anlamsız ve ahmakça bir büyüklük duygusuna kaptırmış, böylece hakikat karşısında inatla direniyor, Rablerine karşı isyankârca tavır takınıyorlar.
3 Oysa kendilerinden önce nice toplumları helâk ettik. Öyle ki, zalimler azabımızı gördüklerinde, son anda pişmanlık duyup feryat etmişlerdi. Ne var ki, kurtuluş vakti çoktan geçmişti. Şimdiki inkârcılara gelince:
4 Onlar, kendi içlerinden ve aynen kendileri gibi beşerî özellikler taşıyan bir uyarıcının gelmesini garipsediler ve böylece o inkârcılar, Kur'an'ın kitlelerce benimsenmesini engellemek için, "Okuduğu o büyüleyici sözlerle vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu adam, yalancı bir sihirbazdır!" dediler. Ve eklediler:
5 "O, bütün ilâhlarımızı bir tek İlâh mı yapmış? Peki, o zaman bizim ibadetlerimizi, yakarışlarımızı Allah'a kim ulaştıracak? Düşünebiliyor musunuz; bütün yetkileri kendi elinde toplayan, yaptığımız her şeyi kontrol eden, hayatımıza ahlâkî sınırlar çizen ve bu kurallara uymadığımız takdirde bizi cezalandıracak olan bir ilâh! Bu gerçekten de şaşılacak bir şey!"
6 Böylece kâfirlerin liderleri, halkı sömürerek kurdukları kölelik sisteminin yıkılacağı ve alışageldikleri lüks ve refah dolu yaşantının sona ereceği endişesiyle öne atılarak, "Ey ahali!" dediler, "Haydi yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin! Bu, mutlaka yapılması gereken bir şeydir."
7 "Biz, Kur'an'ın ortaya koyduğu tek tanrı inancını reddediyoruz. Çünkü çağdaş inanç ve ideoloji sahiplerinin hiç birinden böyle bir şey işitmedik. Demek ki bu iddia, yalandan başka bir şey değildir!"
8 "Haydi Allah bir kitap gönderdi diyelim, peki bu uyarı, aramızdan yalnızca ve özellikle ona mı indirildi? İçimizde Muhammed'den daha zengin, daha güçlü ve daha akıllı adam yok muydu? Allah madem emirlerine uymamızı istiyor, neden hepimize ayrı ayrı melek göndermiyor?"

Hayır, onlar aslında Benim uyarım olan Kur'an'dan yana şüphe içindeler. Daha doğrusu onlar, Benim azabımı henüz tatmadılar. Bu yüzden küstahça başkaldırıyorlar.
9 Yoksa sonsuz kudret ve lütuf sahibi olan Rabb'inin rahmet hazineleri onların elinde mi ki, dilediği kişileri Peygamber yapma yetkisini kendilerinde görüyorlar?
10 Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı ve yönetimi onlara ait midir ki, hükmümüzü kabul etmiyorlar? Madem fakirlerin, zayıfların arasında yaşayan bir "yetime" Peygamberliği yakıştıramıyorlar, öyleyse bulabildikleri vasıtalarla Peygamberlik, hatta tanrılık makamına yükselsinler bakalım! Yükselsinler de, oradan âlemi yönetsinler, vahyi de dilediklerine, diledikleri gibi indirsinler!

Yoksa inkârcılar, sahip oldukları sosyal, siyasal ve ekonomik güce mi güveniyorlar? Şunu iyi bilsinler ki:
11 Onlar, Allah'ın karşısında daima yenilmeye mahkûm, çeşitli gruplardan oluşmuş derme çatma bir ordudur."
12 Nitekim onlardan önce Nuh kavmi, Ad kavmi ve dev piramitlerle simgelenen büyük bir saltanata, güçlü ordulara sahip o zalim diktatör, kazıklı Firavun da ayetlerimi yalanlamıştı.
13 Semud kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da inkâr etmişlerdi. İşte onlar, kötülük amacıyla örgütlenmiş birer şer çetesiydi.
14 Ve hepsi de Elçilerimi yalanlamış, böylece vereceğim cezayı hak etmişlerdi. Bunlardan ibret almayan çağdaş zalimlere gelince:
15 Onlar, ölümün habercisi olan ve gelip çattığı anda ertelenmesi asla mümkün olamayan korkunç bir çığlıktan başka ne bekliyorlar! İnkârcılar öyle bir gaflet bataklığına gömülmüşler ki:
16 Allah'a karşı küstahça meydan okuyarak, "Ey Rabb'imiz!" diyorlar, "Eğer yeniden dirilme ve yargılanma iddiası gerçekse, Hesap Günü gelmeden önce payımıza düşen cezayı hemen ver bize!"
17 Ey Müslüman! Bu kâfirlerin gündemine takılı kalma. Onların bu çirkin ve incitici sözlerine sabret. Ne derlerse desinler, sen vahyi dinlemeye devam et ve hem beden hem de ruh ve irade bakımından son derece güçlü kulumuz Davud'u hatırla ve onu kendine örnek al. Çünkü o, daima Rabb'ine yönelen bir kuldu. Öyle ki:
18 Davud, ruhları okşayan o tatlı sesiyle Zebur'dan ayetler okurken, bu içli nağmelerle perde perde yankılanıp çınlayan dağları taşları ona eşlik ettirmiştik. Hepsi birlikte, sabah akşam Allah'ın sınırsız kudret ve yüceliğini terennüm ederlerdi.
19 Ve seher vakitlerinde Allah'ı anarken, Davud'un etrafında öbek öbek toplanan kuşları da, ahenkli cıvıltılarıyla ona eşlik ettirmiştik. Davud ve ona eşlik eden varlıkların hepsi, dua ve yakarışlarla hep O'na yönelirlerdi.
20 Biz de buna karşılık onun devlet ve otoritesini güçlendirmiş ve kendisine, doğru karar verme ve yerli yerince söz söyleme yeteneği bahşetmiştik.
21 O'nun bu özelliklerini anlatan güzel bir örnek olarak, sana davacıların haberi gelmedi mi? Onlarla ilgili kıssa sana anlatıldı mı? Hani ekonomik ve sosyal hayatta Allah'ın yasalarını hiçe sayan, dünyada nasıl imtihan olacaklarına —hâşâ— Allah yerine kendileri karar veren iki kişi, sarayında özel olarak ibadetle meşgul olduğu bir sırada, istenmeyen ve beklenmeyen bu konuyla aniden Davud'un makamına çıkagelmişlerdi.
22 Onlar İslâm'dan sapmanın eşiğinde, ekonomik ve sosyal düzeni altüst edecek, toplumsal kıyameti koparacak düşüncelerle huzuruna girince, Davud onlardan duyduğu bu sapmadan ve bunun ümmeti içinde yayılmış olmasından korktu. Fakat onlar: "Korkma, ey Davud!" dediler, "Biz sadece, biri diğerine haksızlık etmiş iki davacıyız. Şimdi, doğruluktan sapmadan aramızda âdil bir hüküm ver ve bize, davamızda doğru ve adilane bir çözüm yolu göster." Davud, "O hâlde, davanız nedir, söyleyin!" dedi. Onlardan biri, yanındakini göstererek dedi ki:
23 "Bu adam benim din kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benimse sadece bir tek koyunum var. Buna rağmen, elindekilerle yetinmeyerek, "Onu da bana ver!" dedi ve sahip olduğu güç ve zenginliğin de yardımıyla, tartışmada bana üstün geldi. Şimdi bir tek koyunumu da elimden almak istiyor. Söyle, nedir bu adamın yaptığı?"
24 İki tarafın da konuşmasını dikkatle dinleyen Davud, ilk konuşmacıya, "Doğrusu kardeşin, senin koyununu kendi koyunlarına katmayı teklif etmekle sana haksızlık etmiş. Zaten toplumsal hayatı paylaşan ve ortaklık yapan insanların çoğu, birbirlerinin hakkını çiğnerler. Ancak gerçek anlamda iman eden ve bu imana yaraşır güzel davranış gösterenler bunun dışındadır ki, sayıları ne kadar azdır!" dedi.

Davud bir hükümdar olarak tüm ekonomik ve toplumsal düzenden sorumlu idi. Ama o öncelikle bir Peygamberdi. Hayatın her bölümünde Allah'ın huzurunda imtihanda olduğunun bilincindeydi. Nitekim oğlu Süleyman da Belkıs'ın tahtını yanıbaşında görünce, "Bu Rabb'imin lütfudur. Fakat aynı zamanda bu, verdiği nimetlere karşı şükredip etmeyeceğimi sınamak için O'nun bir imtihanıdır." demişti.

Davud bu davayı halledince, kendi konumunu yeniden düşündü. Allah'ın izni, lütuf ve keremi ile hükümdar olarak böyle bir görevdeydi. Aslında bu, onun bir kulluk göreviydi. Her zaman olduğu gibi, şu anda da kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derhal yüzüstü secdeye kapanarak Rabb'inden mağfiret diledi ve tüm kalbiyle O'na yöneldi. Namaz ve hac gibi kulluk görevlerinin hemen ardından yapılması istenildiği gibi tövbe istiğfar edip Rabb'inden bağışlanma diledi. Nitekim Allah'ın vadettiği yardım zafer gelince hemen istiğfar etmekle emrolunan (110. Nasr suresi) Hz. Peygamber de günde yetmiş defa "Ya Rab! Ben gücüm yettiği kadar gayret ettim. Kulluğumu sana arz ederim. Eksikliklerimi tamamla, yanlışlarımı yok kabul ediver. Senden rahmet, af ve mağfiretini isterim." diyerek tövbe istiğfar ederdi. İşte Davud da böyle mağfiret dileyip Rabb'ine yöneldi.
25 Biz de, bu samimiyetinden dolayı onu bağışladık. Eksiklerini tam, kusurlarını yok sayarak kulluk ve itaatini güzelce kabul ettik. Doğrusu o, katımızda büyük bir dereceye sahiptir ve onun için âhirette de güzel bir gelecek vardır.
26 "Ey Davud! Şunu unutma ki, Biz seni yeryüzünde ilâhî adaleti gerçekleştirmekle yükümlü bir yönetici, bir halife yaptık ve sana, bu göreve uygun güç, yetki ve yetenekler bahşettik. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Sakın arzu ve heveslere uyma, yoksa seni Allah yolundan saptırırlar. Allah yolundan sapanlar ise, Hesap Gününü göz ardı etmelerinden dolayı, cehennemde çetin bir azaba mahkûm edileceklerdir."
27 Çünkü Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri hak, hukuk ve adalet gözetmeden, öyle gelişigüzel, hikmet ve amaçtan yoksun, yani batıl olarak yaratmadık. Bu iddia, inkâr edenlerin kendi kuruntularıdır.

Oysa evrenin tesadüfen yaratıldığı ve insanın başıboş bırakıldığı inancı, kaçınılmaz olarak bütün ahlâkî ve insanî değerlerin yozlaşması sonucunu doğurur ki, bu durum insanı vahşi bir hayvana, yeryüzünü de cehenneme çevirir. Öyleyse, âhiret gününde girecekleri ateşten dolayı, vay o kâfirlerin hâline!

Evrendeki mükemmel sistem, Allah'ın varlığını, O'nun sınırsız kudret, bilgi, adalet ve merhametini açıkça göstermektedir. Buna rağmen hak ile haksızlık, adalet ve merhamet ile zulüm bir arada görülüyorsa bu, imtihanın gereğidir. Sonunda bütün insanlar Hesap Günü yeniden diriltilecek ve yaptıklarının hesabını vermek üzere yargılanacaklardır.
28 Öyle ya, ayetlerime iman edip güzel davranış gösterenleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlarla bir mi tutacaktık? Yahut kötülüklerden uzak duranları, günaha dalanlarla bir mi tutacaktık? Elbette ki değil. İşte bu yüzden, size doğruyu yanlıştan ayırt etmenizi sağlayacak bir kılavuz gönderdik:
29 Bu kılavuz, sana rahmet ve merhametle katımızdan indirdiğimiz mutluluk ve bereket kaynağı kutlu bir Kitaptır ki, insanlar onun ayetleri üzerinde iyice düşünsünler ve sağduyu sahipleri onu okuyup öğüt alsınlar.

İşte, ibret verici bir kıssa, örnek bir Peygamber daha:
30 Biz Davud'a, oğul olarak Süleyman'ı armağan ettik. O ne güzel bir kuldu. Çünkü o, daima Rabb'ine yönelirdi. Öyle ki;
31 Akşama doğru, cihat için hazırlanan soylu ve endamlı koşu atları kendisine gösterildiğinde:
32 "Ben dünya malını, sırf bana Rabb'imi hatırlattığı için severim. Bu atları da yalnızca Rabb'imin rızası için seviyorum. Çünkü onlarla Allah yolunda cihat edilecek, mazlumların hakkı korunacak, huzur ve adalet sağlanacak." derdi. Ve atlar koşarak uzaklaşıp gözden kayboluncaya kadar onları hayranlıkla seyrederdi.
33 Atlar uzaklaşınca da, "Getirin onları bana!" der ve onların bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya, yelelerini taramaya, sevip okşamaya başlardı.
34 Gerçekten Biz Süleyman'ı çetin bir hastalıkla imtihan etmiş ve onu tahtının üzerine adeta cansız bir ceset gibi atıvermiştik. Bunun üzerine Süleyman, inayetimize sığınarak hemen Bize yönelmişti.
35 "Ey Rabb'im! Gücüm yettiğince sana kulluk görevimi yapmaya çalıştım. Ama yine de sana lâyık bir şekilde hakkıyla kul olamadım. Hata ve kusurlarımdan dolayı bağışla beni ya Rab! Ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak güçlü bir hükümranlık bahşet ki, sürekli fitne ve kargaşa çıkaran şer odakları karşısında dimdik ayakta durabileyim. Hiç kuşkusuz sen, sonsuz lütuf ve ikram sahibisin."
36 Biz de buna karşılık, emrettiği yöne doğru yumuşacık eserek dilediği yere bolluk ve bereket getiren rüzgârları onun hizmetine verdik.
37 Ayrıca, inşaat ustalığı ve dalgıçlık yapan cinleri ve şeytanları da onun emrine boyun eğdirdik.
38 Ve zincirlerle birbirlerine bağlanmış olan daha nicelerini…
39 "Ey Süleyman!" dedik, "Bu nimetler Bizim sana armağanımızdır. İster onları başkalarına dağıt, istersen elinde tut, bu konuda sana hesap sorulmayacaktır."
40 Doğrusu onun, Bizim katımızda apayrı bir yakınlığı ve güzel bir makamı vardı.
41 Ey hak yolunun yolcusu! Mücadelende sana yol gösterecek bir örnek olarak, kulumuz Eyyub'u da an. Hani malını, ailesini ve sağlığını kaybederek büyük bir imtihandan geçen Eyyub, "Ey Allah'ım!" diye Rabb'ine el açıp yalvarmıştı, "Doğrusu şeytan, ortaya attığı şüphe ve vesveselerle bana büyük bir sıkıntı ve acı veriyor."

Eyyub ağır bir hastalığa yakalanmış ve bütün malını mülkünü kaybetmişti. Birkaç vefakâr dostu ve eşi dışında, bütün akrabaları ve sevdikleri kendisini terk edip gitmişlerdi. Öte yandan şeytan, "Eğer Eyyub doğru yolda olsaydı, Allah ona bunca belâlar vermezdi." diye vesvese vererek kalplere şüphe tohumları ekiyor, bu sıkıntılı günlerinde Eyyub'u yalnız bırakmayan birkaç dostunu da ümitsizliğe düşürüyordu. Bu durum, Eyyub'u uğradığı sıkıntı ve belâlardan daha fazla üzüyordu. Hatta bir gün eşi kendisiyle konuşurken bu şeytanî telkinlerden bazılarını dile getirmiş ve bunun üzerine Eyyub, sağlığına kavuştuğu takdirde onu yüz sopa vuracağına yemin etmişti. Fakat hanımı daha sonra tövbe etmiş ve hatasını telâfi edecek büyük vefakârlıklar göstermişti.

Eyyub, yıllar süren dayanılmaz acılara sabırla katlanmış, bir kez olsun Rabb'ine isyan etmemişti.
42 Biz de, çektiği acılara sabırla göğüs geren bu kulumuza, "Ya Eyyub!" diye müjdeyi verdik, "Artık hastalıklarından kurtulmanın zamanı geldi! Sen üzerine düşeni yap, ayağını yere vur da, katımızdan bir mucize olarak yerden bir pınar fışkırsın. İşte yıkanabileceğin ve içebileceğin şifa verici, serin bir su kaynağı.
43 Eyyub tamamen iyileştikten sonra, tarafımızdan bir lütuf, bir rahmet ve akıl sahiplerine bir ibret olmak üzere, ona kaybettiği bütün ailesini ve malını mülkünü geri verdik ve bir o kadarını da fazladan armağan ettik.
44 Daha sonra ona, hastalığı esnasında eşi hakkında ettiği yemin ile ilgili bir çözüm yolu gösterdik: "Eline, yüz adet çöpten oluşan bir demet sap al ve onunla eşine vur. Böylece hem vefakâr eşini incitmemiş, hem de yeminini yerine getirmiş olursun. Çünkü yemin, mutlaka yerine getirilmelidir." dedik. Doğrusu Biz onun, en büyük acılara karşı sabırla göğüs gerdiğini gördük. Eyyub gerçekten ne güzel bir kuldu, çünkü o daima Rabb'ine yönelirdi.
45 Ey Müslüman! Mücadelende sana yol gösterecek birer örnek olarak, hepsi de sağlam bir iradeye ve derin bir anlayış yeteneğine sahip olan kullarımız İbrahim'i, oğlu İshak'ı ve torunu Yakup'u da hatırla.
46 Biz onları, âhiret yurdunu sürekli gündeme getirerek hatırlama ve buna uygun davranışlar geliştirme gibi üstün meziyetlerinden dolayı, özel bir makama yücelttik.
47 İşte bu yüzden onlar, Bizim katımızda seçkin bir konuma sahip olan dürüst ve erdemli kimseler arasındadırlar.
48 Ey Müslüman! Yine sana örnek olarak, İsmail'i, Elyesa'yı ve Zülküf olarak da bilinen Zülkifl'i de hatırla. Onların hepsi de dürüst ve erdemli insanlardı.
49 Ey insanlar! İşte bütün bu anlatılanlar, Allah tarafından sizlere bir öğüt, bir uyarıdır. Bu uyarıları dikkate alarak kötülüklerden sakınan ve iyiliklere, güzelliklere yönelen kimseleri, muhteşem bir gelecek beklemektedir:
50 Kapıları kendileri için ardına kadar açılmış olan ebedî huzur ve mutluluk diyarı Adn bahçeleri.
51 Orada, altın işlemeli koltuklara yaslanacaklar ve canlarının çektiği her türlü meyveyi, her türlü içeceği isteyebilecekler.
52 Ve yanı başlarında, tatlı ve yumuşak bakışlı yaşıt güzeller olacak. Ve Rableri onlara şöyle seslenecek:
53 "Bunlar, size Hesap Günü verileceği vaad edilen şeylerdir!"
54 "Bunlar, sonsuza kadar bitip tükenmeyecek olan nimetlerimizdir!"
55 İşte, güzel davrananların ödülü budur. Rablerine başkaldırarak sınırı aşanlara gelince, onları da korkunç bir akıbet beklemektedir:
56 Tepetaklak atılacakları cehennem! Orası gerçekten ne kötü bir yataktır!
57 İşte budur onların cezası. Öyleyse tatsınlar bakalım; mideleri delen, ciğerleri kavuran kaynar suları ve kendi yaralarından akan irinleri.
58 Ve buna benzer daha nice azap çeşitlerini.
59 O zaman Allah, inkârcıların önderlerine seslenerek, "Ey zalimler!" diyecek, "İşte bunlar, vaktiyle sizi körü körüne takip ettikleri için sizinle birlikte ateşe girecek olan kalabalıklar."

Bunun üzerine o liderler, vaktiyle kendilerini destekleyerek şımarıp azgınlaşmalarına sebep olan halk yığınlarına beddua ederek, "Rahat yüzü görmesin onlar, zaten hepsi ateşe atılacak!" diyecekler.
60 Buna karşılık onlar, "Asıl siz rahat yüzü görmeyin!" diye cevap verecekler, "Bunu başımıza getiren sizsiniz. Biz dünya hayatında sizi adım adım izledik, fakat bizi getirdiğiniz yere bakın, ne korkunç bir yer burası!"
61 En sonunda, her biri diğerine lânetler yağdırarak, "Ey Rabb'imiz!" diye yalvaracaklar, "Bunu kim bizim başımıza getirdiyse, onun cehennemdeki azabını kat kat artır!"
62 Derken, birbirlerine soracaklar: "Fakir ve zayıf oldukları için bir zamanlar kötü ve değersiz saydığımız insanları neden burada göremiyoruz?"
63 "Oysa onlarla alay eder dururduk; sahi nerede bunlar, yoksa burada bir yerdeler de, gözümüzden mi kaçtılar?"
64 Dinleyin, ey insanlar! İşte cehennemlikler arasındaki bu münakaşalar ve konuşmalar, mutlaka gerçekleşecektir.
65 Ey şanlı Elçi! Tüm insanlığı bu gerçek ile uyararak de ki: "Bakın; ben yalnızca bir uyarıcıyım. Artık inanıp inanmamak, sizin bileceğiniz iş! O hâlde, uyarıyorum: Bütün varlıklar üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir tek Allah'tan başka, emrine kayıtsız şartsız boyun eğeceğiniz hiçbir otorite, hiçbir ilâh yoktur!"
66 "O Allah ki, Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki bütün varlıkların gerçek Sahibi, Efendisi ve Rabb'idir. Sonsuz kudret sahibidir, çok bağışlayıcıdır."
67 Sözlerine devamla de ki: "Kur'an'ın bildirdiği bu gerçekler, çok büyük ve önemli bir haberdir.
68 Fakat siz Kur'an'a gereken ilgiyi göstermemekle, ondan yüz çeviriyorsunuz!
69 Oysa şunu düşünmeniz gerekir ki, insanın yaratılışı konusunda melekler kendi aralarında tartışırlarken, o Yüce Toplulukta neler konuşulduğu hakkında benim hiçbir bilgim yoktu ve olamazdı da.
70 "Ancak şu var ki, insanları açık ve net olarak uyarmakla görevli bir uyarıcı olduğum için, o Yüce Toplulukta olup bitenleri anlatan bu mesajlar bana gönderilmiştir:
71 Hani bir zamanlar Rabb'in, aralarında İblis adındaki bir cinin de bulunduğu meleklere, "Bakın, Ben balçıktan bir insan yaratacağım!" demiş ve emretmişti:
72 "Ben ona muntazam bir insan kıvamında şekil verip de, kendisini yeryüzünün halifesi konumuna yüceltmek üzere, hayat ve üstün yetenekler bahşeden Ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun önünde saygıyla boyun eğeceksiniz!"
73 Böylece, bütün melekler Âdem'in önünde saygıyla yere kapandılar.
74 Ancak aslen bir cin olan İblis, Âdem'in üstünlüğünü kabullenmedi. Bunu gururuna yediremedi ve Allah'ın emrine karşı gelerek, kâfirlerden biri oldu.
75 Allah bunun sebebini çok iyi bilmesine rağmen, şeytanı azarlamak için ona "Ey İblis!" dedi, "Sonsuz kudret ve ilmimin eseri olarak, yani kendi ellerimle ve özenle yarattığım şu insan denen varlığın önünde saygıyla eğilmekten seni alıkoyan nedir? Söyle, kendini bir şey zannederek büyüklük duygusuna mı kapıldın, yoksa gerçekten de hiç kimsenin önünde boyun eğmeyecek kadar yüce bir varlık mı oldun?"
76 İblis, "Sen bile emretmiş olsan, insanın önünde asla eğilemem! Ben ondan daha değerliyim. Çünkü sen beni üstün ateşten, onu ise değersiz bir balçıktan yarattın."
77 Allah, "Öyleyse, derhal çık git bu cennet makamından! Çünkü melekler arasında yaşamaya hakkın yok senin!" dedi, "Artık sen, gazabımı hak etmiş ve rahmetimden kovulmuş birisin!"
78 "İşte bu yüzden, Hesap Günü gelinceye kadar lânetim hep senin ve taraftarlarının üzerinde olacaktır!"
79 Bunun üzerine İblis, "Ey Rabb'im!" dedi, "Öyleyse, insanların yeniden dirilteceği Hesap Gününe kadar bana fırsat ver de, önünde eğilmemi istediğin insanoğlunun ne kadar değersiz bir varlık olduğunu göstereyim!"
80 Allah, "Pekâlâ, sana izin verilmiştir!" dedi ve ekledi:
81 "Fakat Hesap Gününe kadar değil, vakti ancak Benim tarafımdan bilinen bir Güne, Kıyamet Gününe kadar."

Allah dileseydi, İblis'i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı amansız mücadele sayesinde, içindeki gizli güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti. Bunun için de, İblis'e istediği süreyi verdi.
82 İblis, "O hâlde," dedi, "Senin yüceliğine yemin ederim ki, onların hepsini doğru yoldan çıkarıp azdıracağım!"
83 "Ancak içlerinden, Senin mesajlarına içtenlikle bağlanan ihlâslı kulların hariç. Çünkü onları saptıracak güce sahip değilim."
84 Bunun üzerine Allah, "İşte bu doğru!" buyurdu, "Şimdi dinle, Ben de bir başka doğruyu söyleyeyim:
85 Yemin olsun ki, sen ve sana itaat eden bütün inkârcı cin ve insanlarla cehennemi dolduracağım."
86 Ey Peygamber! Bütün uyarılara rağmen haktan yüz çeviren zalimlere de ki: "Ben bu tebliğime karşılık, sizden herhangi bir şahsi çıkar veya bir mükâfat beklemiyorum. Ve çok iyi bilirsiniz ki, ben liderlik hırsıyla sahte iddialar peşinde koşan, sahip olmadığı özelliklerle dikkat çekmeye çalışan, sahte peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan o sahtekârlardan biri de değilim. Aranızda geçirdiğim bir ömür ve size tebliğ ettiğim bu eşsiz kitap, bunun en açık delilidir. Nitekim onu dikkatlice okuyunca siz de göreceksiniz ki;"
87 "Bu Kur'an, kıyamete kadar gelecek bütün insanlık için bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir!" Eğer bu uyarıya kulak vermeyecek olursanız, o zaman şunu iyi bilin:
88 Onun dünya ve âhiretle ilgili haber verdiği her olayın, verdiği her sözün bir bir gerçekleştiğini kısa bir süre sonra —kimini dünyada, kimini âhirette— kesinlikle göreceksiniz.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ 1
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ 2
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ 3
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ 4
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ 5
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ 6
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ 7
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ 8
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ 9
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ 10
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ 11
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ 12
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ 13
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟ 14
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ 15
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ 16
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ 17
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ 18
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ 19
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ 20
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ 21
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ 22
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ 23
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَا‌كِعاً وَاَنَابَ 24
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ 25
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ 26
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ 27
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ 28
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ 29
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ 30
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ 31
فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠ 32
رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ 33
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ 34
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ 35
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ 36
وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ 37
وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ 38
هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ 39
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟ 40
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ 41
اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ 42
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ 43
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ 44
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ 45
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ 46
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ 47
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ 48
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ 49
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ 50
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ 51
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ 52
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ 53
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ 54
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ 55
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ 56
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ 57
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ 58
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ 59
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ 60
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ 61
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ 62
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ 63
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟ 64
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ 65
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ 66
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ 67
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ 68
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ 69
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ 70
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ 71
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 72
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 73
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ 74
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ 75
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ 76
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ 77
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 78
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 79
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ 80
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 81
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 82
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 83
قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ 84
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ 85
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ 86
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ 87
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ 88
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Sad! Dinle, ey insan! Rabb'in, bu basit harfleri yan yana dizerek en mükemmel inanç sistemini içinde barındıran, en usta şairleri, edipleri ve bilim adamlarını dize getiren eşsiz bir kitap meydan getirdi

İnsanları eğitip mükemmel bir toplum oluşturabilmek için ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü hikmet, öğüt, uyarı ve ibret derslerini içerisinde barındıran ve size dillere destan olacak şan, şeref, onur, itibar, yücelik kazandırmaya ve gündem belirlemeye tek yetkili olan bu şanlı Kur'an'a yemin olsun ki, insanlığı dünyada ve âhirette mutluluğa, kurtuluşa ulaştıracak tek yol, İslâm yoludur!
1
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
Fakat ayetlerimizi inkâr edenler, kendilerini anlamsız ve ahmakça bir büyüklük duygusuna kaptırmış, böylece hakikat karşısında inatla direniyor, Rablerine karşı isyankârca tavır takınıyorlar.
2
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ
Oysa kendilerinden önce nice toplumları helâk ettik. Öyle ki, zalimler azabımızı gördüklerinde, son anda pişmanlık duyup feryat etmişlerdi. Ne var ki, kurtuluş vakti çoktan geçmişti. Şimdiki inkârcılara gelince:
3
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ
Onlar, kendi içlerinden ve aynen kendileri gibi beşerî özellikler taşıyan bir uyarıcının gelmesini garipsediler ve böylece o inkârcılar, Kur'an'ın kitlelerce benimsenmesini engellemek için, "Okuduğu o büyüleyici sözlerle vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu adam, yalancı bir sihirbazdır!" dediler. Ve eklediler:
4
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
"O, bütün ilâhlarımızı bir tek İlâh mı yapmış? Peki, o zaman bizim ibadetlerimizi, yakarışlarımızı Allah'a kim ulaştıracak? Düşünebiliyor musunuz; bütün yetkileri kendi elinde toplayan, yaptığımız her şeyi kontrol eden, hayatımıza ahlâkî sınırlar çizen ve bu kurallara uymadığımız takdirde bizi cezalandıracak olan bir ilâh! Bu gerçekten de şaşılacak bir şey!"
5
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
Böylece kâfirlerin liderleri, halkı sömürerek kurdukları kölelik sisteminin yıkılacağı ve alışageldikleri lüks ve refah dolu yaşantının sona ereceği endişesiyle öne atılarak, "Ey ahali!" dediler, "Haydi yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin! Bu, mutlaka yapılması gereken bir şeydir."
6
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
"Biz, Kur'an'ın ortaya koyduğu tek tanrı inancını reddediyoruz. Çünkü çağdaş inanç ve ideoloji sahiplerinin hiç birinden böyle bir şey işitmedik. Demek ki bu iddia, yalandan başka bir şey değildir!"
7
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ
"Haydi Allah bir kitap gönderdi diyelim, peki bu uyarı, aramızdan yalnızca ve özellikle ona mı indirildi? İçimizde Muhammed'den daha zengin, daha güçlü ve daha akıllı adam yok muydu? Allah madem emirlerine uymamızı istiyor, neden hepimize ayrı ayrı melek göndermiyor?"

Hayır, onlar aslında Benim uyarım olan Kur'an'dan yana şüphe içindeler. Daha doğrusu onlar, Benim azabımı henüz tatmadılar. Bu yüzden küstahça başkaldırıyorlar.
8
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ
Yoksa sonsuz kudret ve lütuf sahibi olan Rabb'inin rahmet hazineleri onların elinde mi ki, dilediği kişileri Peygamber yapma yetkisini kendilerinde görüyorlar?
9
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ
Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı ve yönetimi onlara ait midir ki, hükmümüzü kabul etmiyorlar? Madem fakirlerin, zayıfların arasında yaşayan bir "yetime" Peygamberliği yakıştıramıyorlar, öyleyse bulabildikleri vasıtalarla Peygamberlik, hatta tanrılık makamına yükselsinler bakalım! Yükselsinler de, oradan âlemi yönetsinler, vahyi de dilediklerine, diledikleri gibi indirsinler!

Yoksa inkârcılar, sahip oldukları sosyal, siyasal ve ekonomik güce mi güveniyorlar? Şunu iyi bilsinler ki:
10
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
Onlar, Allah'ın karşısında daima yenilmeye mahkûm, çeşitli gruplardan oluşmuş derme çatma bir ordudur."
11
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ
Nitekim onlardan önce Nuh kavmi, Ad kavmi ve dev piramitlerle simgelenen büyük bir saltanata, güçlü ordulara sahip o zalim diktatör, kazıklı Firavun da ayetlerimi yalanlamıştı.
12
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ
Semud kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da inkâr etmişlerdi. İşte onlar, kötülük amacıyla örgütlenmiş birer şer çetesiydi.
13
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟
Ve hepsi de Elçilerimi yalanlamış, böylece vereceğim cezayı hak etmişlerdi. Bunlardan ibret almayan çağdaş zalimlere gelince:
14
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
Onlar, ölümün habercisi olan ve gelip çattığı anda ertelenmesi asla mümkün olamayan korkunç bir çığlıktan başka ne bekliyorlar! İnkârcılar öyle bir gaflet bataklığına gömülmüşler ki:
15
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
Allah'a karşı küstahça meydan okuyarak, "Ey Rabb'imiz!" diyorlar, "Eğer yeniden dirilme ve yargılanma iddiası gerçekse, Hesap Günü gelmeden önce payımıza düşen cezayı hemen ver bize!"
16
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ
Ey Müslüman! Bu kâfirlerin gündemine takılı kalma. Onların bu çirkin ve incitici sözlerine sabret. Ne derlerse desinler, sen vahyi dinlemeye devam et ve hem beden hem de ruh ve irade bakımından son derece güçlü kulumuz Davud'u hatırla ve onu kendine örnek al. Çünkü o, daima Rabb'ine yönelen bir kuldu. Öyle ki:
17
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
Davud, ruhları okşayan o tatlı sesiyle Zebur'dan ayetler okurken, bu içli nağmelerle perde perde yankılanıp çınlayan dağları taşları ona eşlik ettirmiştik. Hepsi birlikte, sabah akşam Allah'ın sınırsız kudret ve yüceliğini terennüm ederlerdi.
18
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ
Ve seher vakitlerinde Allah'ı anarken, Davud'un etrafında öbek öbek toplanan kuşları da, ahenkli cıvıltılarıyla ona eşlik ettirmiştik. Davud ve ona eşlik eden varlıkların hepsi, dua ve yakarışlarla hep O'na yönelirlerdi.
19
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
Biz de buna karşılık onun devlet ve otoritesini güçlendirmiş ve kendisine, doğru karar verme ve yerli yerince söz söyleme yeteneği bahşetmiştik.
20
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
O'nun bu özelliklerini anlatan güzel bir örnek olarak, sana davacıların haberi gelmedi mi? Onlarla ilgili kıssa sana anlatıldı mı? Hani ekonomik ve sosyal hayatta Allah'ın yasalarını hiçe sayan, dünyada nasıl imtihan olacaklarına —hâşâ— Allah yerine kendileri karar veren iki kişi, sarayında özel olarak ibadetle meşgul olduğu bir sırada, istenmeyen ve beklenmeyen bu konuyla aniden Davud'un makamına çıkagelmişlerdi.
21
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Onlar İslâm'dan sapmanın eşiğinde, ekonomik ve sosyal düzeni altüst edecek, toplumsal kıyameti koparacak düşüncelerle huzuruna girince, Davud onlardan duyduğu bu sapmadan ve bunun ümmeti içinde yayılmış olmasından korktu. Fakat onlar: "Korkma, ey Davud!" dediler, "Biz sadece, biri diğerine haksızlık etmiş iki davacıyız. Şimdi, doğruluktan sapmadan aramızda âdil bir hüküm ver ve bize, davamızda doğru ve adilane bir çözüm yolu göster." Davud, "O hâlde, davanız nedir, söyleyin!" dedi. Onlardan biri, yanındakini göstererek dedi ki:
22
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
"Bu adam benim din kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benimse sadece bir tek koyunum var. Buna rağmen, elindekilerle yetinmeyerek, "Onu da bana ver!" dedi ve sahip olduğu güç ve zenginliğin de yardımıyla, tartışmada bana üstün geldi. Şimdi bir tek koyunumu da elimden almak istiyor. Söyle, nedir bu adamın yaptığı?"
23
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَا‌كِعاً وَاَنَابَ
İki tarafın da konuşmasını dikkatle dinleyen Davud, ilk konuşmacıya, "Doğrusu kardeşin, senin koyununu kendi koyunlarına katmayı teklif etmekle sana haksızlık etmiş. Zaten toplumsal hayatı paylaşan ve ortaklık yapan insanların çoğu, birbirlerinin hakkını çiğnerler. Ancak gerçek anlamda iman eden ve bu imana yaraşır güzel davranış gösterenler bunun dışındadır ki, sayıları ne kadar azdır!" dedi.

Davud bir hükümdar olarak tüm ekonomik ve toplumsal düzenden sorumlu idi. Ama o öncelikle bir Peygamberdi. Hayatın her bölümünde Allah'ın huzurunda imtihanda olduğunun bilincindeydi. Nitekim oğlu Süleyman da Belkıs'ın tahtını yanıbaşında görünce, "Bu Rabb'imin lütfudur. Fakat aynı zamanda bu, verdiği nimetlere karşı şükredip etmeyeceğimi sınamak için O'nun bir imtihanıdır." demişti.

Davud bu davayı halledince, kendi konumunu yeniden düşündü. Allah'ın izni, lütuf ve keremi ile hükümdar olarak böyle bir görevdeydi. Aslında bu, onun bir kulluk göreviydi. Her zaman olduğu gibi, şu anda da kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derhal yüzüstü secdeye kapanarak Rabb'inden mağfiret diledi ve tüm kalbiyle O'na yöneldi. Namaz ve hac gibi kulluk görevlerinin hemen ardından yapılması istenildiği gibi tövbe istiğfar edip Rabb'inden bağışlanma diledi. Nitekim Allah'ın vadettiği yardım zafer gelince hemen istiğfar etmekle emrolunan (110. Nasr suresi) Hz. Peygamber de günde yetmiş defa "Ya Rab! Ben gücüm yettiği kadar gayret ettim. Kulluğumu sana arz ederim. Eksikliklerimi tamamla, yanlışlarımı yok kabul ediver. Senden rahmet, af ve mağfiretini isterim." diyerek tövbe istiğfar ederdi. İşte Davud da böyle mağfiret dileyip Rabb'ine yöneldi.
24
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
Biz de, bu samimiyetinden dolayı onu bağışladık. Eksiklerini tam, kusurlarını yok sayarak kulluk ve itaatini güzelce kabul ettik. Doğrusu o, katımızda büyük bir dereceye sahiptir ve onun için âhirette de güzel bir gelecek vardır.
25
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
"Ey Davud! Şunu unutma ki, Biz seni yeryüzünde ilâhî adaleti gerçekleştirmekle yükümlü bir yönetici, bir halife yaptık ve sana, bu göreve uygun güç, yetki ve yetenekler bahşettik. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Sakın arzu ve heveslere uyma, yoksa seni Allah yolundan saptırırlar. Allah yolundan sapanlar ise, Hesap Gününü göz ardı etmelerinden dolayı, cehennemde çetin bir azaba mahkûm edileceklerdir."
26
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ
Çünkü Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri hak, hukuk ve adalet gözetmeden, öyle gelişigüzel, hikmet ve amaçtan yoksun, yani batıl olarak yaratmadık. Bu iddia, inkâr edenlerin kendi kuruntularıdır.

Oysa evrenin tesadüfen yaratıldığı ve insanın başıboş bırakıldığı inancı, kaçınılmaz olarak bütün ahlâkî ve insanî değerlerin yozlaşması sonucunu doğurur ki, bu durum insanı vahşi bir hayvana, yeryüzünü de cehenneme çevirir. Öyleyse, âhiret gününde girecekleri ateşten dolayı, vay o kâfirlerin hâline!

Evrendeki mükemmel sistem, Allah'ın varlığını, O'nun sınırsız kudret, bilgi, adalet ve merhametini açıkça göstermektedir. Buna rağmen hak ile haksızlık, adalet ve merhamet ile zulüm bir arada görülüyorsa bu, imtihanın gereğidir. Sonunda bütün insanlar Hesap Günü yeniden diriltilecek ve yaptıklarının hesabını vermek üzere yargılanacaklardır.
27
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ
Öyle ya, ayetlerime iman edip güzel davranış gösterenleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlarla bir mi tutacaktık? Yahut kötülüklerden uzak duranları, günaha dalanlarla bir mi tutacaktık? Elbette ki değil. İşte bu yüzden, size doğruyu yanlıştan ayırt etmenizi sağlayacak bir kılavuz gönderdik:
28
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Bu kılavuz, sana rahmet ve merhametle katımızdan indirdiğimiz mutluluk ve bereket kaynağı kutlu bir Kitaptır ki, insanlar onun ayetleri üzerinde iyice düşünsünler ve sağduyu sahipleri onu okuyup öğüt alsınlar.

İşte, ibret verici bir kıssa, örnek bir Peygamber daha:
29
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ
Biz Davud'a, oğul olarak Süleyman'ı armağan ettik. O ne güzel bir kuldu. Çünkü o, daima Rabb'ine yönelirdi. Öyle ki;
30
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ
Akşama doğru, cihat için hazırlanan soylu ve endamlı koşu atları kendisine gösterildiğinde:
31
فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠
"Ben dünya malını, sırf bana Rabb'imi hatırlattığı için severim. Bu atları da yalnızca Rabb'imin rızası için seviyorum. Çünkü onlarla Allah yolunda cihat edilecek, mazlumların hakkı korunacak, huzur ve adalet sağlanacak." derdi. Ve atlar koşarak uzaklaşıp gözden kayboluncaya kadar onları hayranlıkla seyrederdi.
32
رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ
Atlar uzaklaşınca da, "Getirin onları bana!" der ve onların bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya, yelelerini taramaya, sevip okşamaya başlardı.
33
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ
Gerçekten Biz Süleyman'ı çetin bir hastalıkla imtihan etmiş ve onu tahtının üzerine adeta cansız bir ceset gibi atıvermiştik. Bunun üzerine Süleyman, inayetimize sığınarak hemen Bize yönelmişti.
34
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
"Ey Rabb'im! Gücüm yettiğince sana kulluk görevimi yapmaya çalıştım. Ama yine de sana lâyık bir şekilde hakkıyla kul olamadım. Hata ve kusurlarımdan dolayı bağışla beni ya Rab! Ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak güçlü bir hükümranlık bahşet ki, sürekli fitne ve kargaşa çıkaran şer odakları karşısında dimdik ayakta durabileyim. Hiç kuşkusuz sen, sonsuz lütuf ve ikram sahibisin."
35
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ
Biz de buna karşılık, emrettiği yöne doğru yumuşacık eserek dilediği yere bolluk ve bereket getiren rüzgârları onun hizmetine verdik.
36
وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ
Ayrıca, inşaat ustalığı ve dalgıçlık yapan cinleri ve şeytanları da onun emrine boyun eğdirdik.
37
وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ
Ve zincirlerle birbirlerine bağlanmış olan daha nicelerini…
38
هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
"Ey Süleyman!" dedik, "Bu nimetler Bizim sana armağanımızdır. İster onları başkalarına dağıt, istersen elinde tut, bu konuda sana hesap sorulmayacaktır."
39
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟
Doğrusu onun, Bizim katımızda apayrı bir yakınlığı ve güzel bir makamı vardı.
40
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
Ey hak yolunun yolcusu! Mücadelende sana yol gösterecek bir örnek olarak, kulumuz Eyyub'u da an. Hani malını, ailesini ve sağlığını kaybederek büyük bir imtihandan geçen Eyyub, "Ey Allah'ım!" diye Rabb'ine el açıp yalvarmıştı, "Doğrusu şeytan, ortaya attığı şüphe ve vesveselerle bana büyük bir sıkıntı ve acı veriyor."

Eyyub ağır bir hastalığa yakalanmış ve bütün malını mülkünü kaybetmişti. Birkaç vefakâr dostu ve eşi dışında, bütün akrabaları ve sevdikleri kendisini terk edip gitmişlerdi. Öte yandan şeytan, "Eğer Eyyub doğru yolda olsaydı, Allah ona bunca belâlar vermezdi." diye vesvese vererek kalplere şüphe tohumları ekiyor, bu sıkıntılı günlerinde Eyyub'u yalnız bırakmayan birkaç dostunu da ümitsizliğe düşürüyordu. Bu durum, Eyyub'u uğradığı sıkıntı ve belâlardan daha fazla üzüyordu. Hatta bir gün eşi kendisiyle konuşurken bu şeytanî telkinlerden bazılarını dile getirmiş ve bunun üzerine Eyyub, sağlığına kavuştuğu takdirde onu yüz sopa vuracağına yemin etmişti. Fakat hanımı daha sonra tövbe etmiş ve hatasını telâfi edecek büyük vefakârlıklar göstermişti.

Eyyub, yıllar süren dayanılmaz acılara sabırla katlanmış, bir kez olsun Rabb'ine isyan etmemişti.
41
اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
Biz de, çektiği acılara sabırla göğüs geren bu kulumuza, "Ya Eyyub!" diye müjdeyi verdik, "Artık hastalıklarından kurtulmanın zamanı geldi! Sen üzerine düşeni yap, ayağını yere vur da, katımızdan bir mucize olarak yerden bir pınar fışkırsın. İşte yıkanabileceğin ve içebileceğin şifa verici, serin bir su kaynağı.
42
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Eyyub tamamen iyileştikten sonra, tarafımızdan bir lütuf, bir rahmet ve akıl sahiplerine bir ibret olmak üzere, ona kaybettiği bütün ailesini ve malını mülkünü geri verdik ve bir o kadarını da fazladan armağan ettik.
43
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
Daha sonra ona, hastalığı esnasında eşi hakkında ettiği yemin ile ilgili bir çözüm yolu gösterdik: "Eline, yüz adet çöpten oluşan bir demet sap al ve onunla eşine vur. Böylece hem vefakâr eşini incitmemiş, hem de yeminini yerine getirmiş olursun. Çünkü yemin, mutlaka yerine getirilmelidir." dedik. Doğrusu Biz onun, en büyük acılara karşı sabırla göğüs gerdiğini gördük. Eyyub gerçekten ne güzel bir kuldu, çünkü o daima Rabb'ine yönelirdi.
44
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
Ey Müslüman! Mücadelende sana yol gösterecek birer örnek olarak, hepsi de sağlam bir iradeye ve derin bir anlayış yeteneğine sahip olan kullarımız İbrahim'i, oğlu İshak'ı ve torunu Yakup'u da hatırla.
45
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Biz onları, âhiret yurdunu sürekli gündeme getirerek hatırlama ve buna uygun davranışlar geliştirme gibi üstün meziyetlerinden dolayı, özel bir makama yücelttik.
46
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
İşte bu yüzden onlar, Bizim katımızda seçkin bir konuma sahip olan dürüst ve erdemli kimseler arasındadırlar.
47
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
Ey Müslüman! Yine sana örnek olarak, İsmail'i, Elyesa'yı ve Zülküf olarak da bilinen Zülkifl'i de hatırla. Onların hepsi de dürüst ve erdemli insanlardı.
48
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
Ey insanlar! İşte bütün bu anlatılanlar, Allah tarafından sizlere bir öğüt, bir uyarıdır. Bu uyarıları dikkate alarak kötülüklerden sakınan ve iyiliklere, güzelliklere yönelen kimseleri, muhteşem bir gelecek beklemektedir:
49
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
Kapıları kendileri için ardına kadar açılmış olan ebedî huzur ve mutluluk diyarı Adn bahçeleri.
50
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
Orada, altın işlemeli koltuklara yaslanacaklar ve canlarının çektiği her türlü meyveyi, her türlü içeceği isteyebilecekler.
51
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
Ve yanı başlarında, tatlı ve yumuşak bakışlı yaşıt güzeller olacak. Ve Rableri onlara şöyle seslenecek:
52
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
"Bunlar, size Hesap Günü verileceği vaad edilen şeylerdir!"
53
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
"Bunlar, sonsuza kadar bitip tükenmeyecek olan nimetlerimizdir!"
54
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
İşte, güzel davrananların ödülü budur. Rablerine başkaldırarak sınırı aşanlara gelince, onları da korkunç bir akıbet beklemektedir:
55
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ
Tepetaklak atılacakları cehennem! Orası gerçekten ne kötü bir yataktır!
56
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
İşte budur onların cezası. Öyleyse tatsınlar bakalım; mideleri delen, ciğerleri kavuran kaynar suları ve kendi yaralarından akan irinleri.
57
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
Ve buna benzer daha nice azap çeşitlerini.
58
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
O zaman Allah, inkârcıların önderlerine seslenerek, "Ey zalimler!" diyecek, "İşte bunlar, vaktiyle sizi körü körüne takip ettikleri için sizinle birlikte ateşe girecek olan kalabalıklar."

Bunun üzerine o liderler, vaktiyle kendilerini destekleyerek şımarıp azgınlaşmalarına sebep olan halk yığınlarına beddua ederek, "Rahat yüzü görmesin onlar, zaten hepsi ateşe atılacak!" diyecekler.
59
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ
Buna karşılık onlar, "Asıl siz rahat yüzü görmeyin!" diye cevap verecekler, "Bunu başımıza getiren sizsiniz. Biz dünya hayatında sizi adım adım izledik, fakat bizi getirdiğiniz yere bakın, ne korkunç bir yer burası!"
60
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ
En sonunda, her biri diğerine lânetler yağdırarak, "Ey Rabb'imiz!" diye yalvaracaklar, "Bunu kim bizim başımıza getirdiyse, onun cehennemdeki azabını kat kat artır!"
61
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
Derken, birbirlerine soracaklar: "Fakir ve zayıf oldukları için bir zamanlar kötü ve değersiz saydığımız insanları neden burada göremiyoruz?"
62
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
"Oysa onlarla alay eder dururduk; sahi nerede bunlar, yoksa burada bir yerdeler de, gözümüzden mi kaçtılar?"
63
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
Dinleyin, ey insanlar! İşte cehennemlikler arasındaki bu münakaşalar ve konuşmalar, mutlaka gerçekleşecektir.
64
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
Ey şanlı Elçi! Tüm insanlığı bu gerçek ile uyararak de ki: "Bakın; ben yalnızca bir uyarıcıyım. Artık inanıp inanmamak, sizin bileceğiniz iş! O hâlde, uyarıyorum: Bütün varlıklar üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir tek Allah'tan başka, emrine kayıtsız şartsız boyun eğeceğiniz hiçbir otorite, hiçbir ilâh yoktur!"
65
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
"O Allah ki, Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki bütün varlıkların gerçek Sahibi, Efendisi ve Rabb'idir. Sonsuz kudret sahibidir, çok bağışlayıcıdır."
66
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ
Sözlerine devamla de ki: "Kur'an'ın bildirdiği bu gerçekler, çok büyük ve önemli bir haberdir.
67
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
Fakat siz Kur'an'a gereken ilgiyi göstermemekle, ondan yüz çeviriyorsunuz!
68
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Oysa şunu düşünmeniz gerekir ki, insanın yaratılışı konusunda melekler kendi aralarında tartışırlarken, o Yüce Toplulukta neler konuşulduğu hakkında benim hiçbir bilgim yoktu ve olamazdı da.
69
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
"Ancak şu var ki, insanları açık ve net olarak uyarmakla görevli bir uyarıcı olduğum için, o Yüce Toplulukta olup bitenleri anlatan bu mesajlar bana gönderilmiştir:
70
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ
Hani bir zamanlar Rabb'in, aralarında İblis adındaki bir cinin de bulunduğu meleklere, "Bakın, Ben balçıktan bir insan yaratacağım!" demiş ve emretmişti:
71
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
"Ben ona muntazam bir insan kıvamında şekil verip de, kendisini yeryüzünün halifesi konumuna yüceltmek üzere, hayat ve üstün yetenekler bahşeden Ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun önünde saygıyla boyun eğeceksiniz!"
72
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Böylece, bütün melekler Âdem'in önünde saygıyla yere kapandılar.
73
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Ancak aslen bir cin olan İblis, Âdem'in üstünlüğünü kabullenmedi. Bunu gururuna yediremedi ve Allah'ın emrine karşı gelerek, kâfirlerden biri oldu.
74
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Allah bunun sebebini çok iyi bilmesine rağmen, şeytanı azarlamak için ona "Ey İblis!" dedi, "Sonsuz kudret ve ilmimin eseri olarak, yani kendi ellerimle ve özenle yarattığım şu insan denen varlığın önünde saygıyla eğilmekten seni alıkoyan nedir? Söyle, kendini bir şey zannederek büyüklük duygusuna mı kapıldın, yoksa gerçekten de hiç kimsenin önünde boyun eğmeyecek kadar yüce bir varlık mı oldun?"
75
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
İblis, "Sen bile emretmiş olsan, insanın önünde asla eğilemem! Ben ondan daha değerliyim. Çünkü sen beni üstün ateşten, onu ise değersiz bir balçıktan yarattın."
76
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
Allah, "Öyleyse, derhal çık git bu cennet makamından! Çünkü melekler arasında yaşamaya hakkın yok senin!" dedi, "Artık sen, gazabımı hak etmiş ve rahmetimden kovulmuş birisin!"
77
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
"İşte bu yüzden, Hesap Günü gelinceye kadar lânetim hep senin ve taraftarlarının üzerinde olacaktır!"
78
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Bunun üzerine İblis, "Ey Rabb'im!" dedi, "Öyleyse, insanların yeniden dirilteceği Hesap Gününe kadar bana fırsat ver de, önünde eğilmemi istediğin insanoğlunun ne kadar değersiz bir varlık olduğunu göstereyim!"
79
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
Allah, "Pekâlâ, sana izin verilmiştir!" dedi ve ekledi:
80
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
"Fakat Hesap Gününe kadar değil, vakti ancak Benim tarafımdan bilinen bir Güne, Kıyamet Gününe kadar."

Allah dileseydi, İblis'i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı amansız mücadele sayesinde, içindeki gizli güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti. Bunun için de, İblis'e istediği süreyi verdi.
81
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
İblis, "O hâlde," dedi, "Senin yüceliğine yemin ederim ki, onların hepsini doğru yoldan çıkarıp azdıracağım!"
82
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
"Ancak içlerinden, Senin mesajlarına içtenlikle bağlanan ihlâslı kulların hariç. Çünkü onları saptıracak güce sahip değilim."
83
قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ
Bunun üzerine Allah, "İşte bu doğru!" buyurdu, "Şimdi dinle, Ben de bir başka doğruyu söyleyeyim:
84
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Yemin olsun ki, sen ve sana itaat eden bütün inkârcı cin ve insanlarla cehennemi dolduracağım."
85
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ
Ey Peygamber! Bütün uyarılara rağmen haktan yüz çeviren zalimlere de ki: "Ben bu tebliğime karşılık, sizden herhangi bir şahsi çıkar veya bir mükâfat beklemiyorum. Ve çok iyi bilirsiniz ki, ben liderlik hırsıyla sahte iddialar peşinde koşan, sahip olmadığı özelliklerle dikkat çekmeye çalışan, sahte peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan o sahtekârlardan biri de değilim. Aranızda geçirdiğim bir ömür ve size tebliğ ettiğim bu eşsiz kitap, bunun en açık delilidir. Nitekim onu dikkatlice okuyunca siz de göreceksiniz ki;"
86
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
"Bu Kur'an, kıyamete kadar gelecek bütün insanlık için bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir!" Eğer bu uyarıya kulak vermeyecek olursanız, o zaman şunu iyi bilin:
87
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ
Onun dünya ve âhiretle ilgili haber verdiği her olayın, verdiği her sözün bir bir gerçekleştiğini kısa bir süre sonra —kimini dünyada, kimini âhirette— kesinlikle göreceksiniz.
88

Sureler

Mealler