Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 (1-2) Sâd. Şeref sahibi Kur'ân'a yemin olsun ki, inkâr edenler bir gurur ve ayrılık içindedirler. [477]
2 (1-2) Sâd. Şeref sahibi Kur'ân'a yemin olsun ki, inkâr edenler bir gurur ve ayrılık içindedirler. [477]
3 Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman yalvardılar, ama kurtuluş zamanı değildi.
4 Onlar, kendilerine içlerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar. Kâfirleri şöyle dediler: “Bu, büyücüdür; yalancıdır.”
5 “Bütün tanrıları tek bir tanrı mı yaptı? Şüphesiz bu şaşılacak bir şeydir.”
6 Onlardan ileri gelenler tepki gösterip şöyle dediler: “Yolunuza devam ediniz, tanrılarınızı bırakmayınız. Şüphesiz bizden istenen de budur.” [478]
7 “Biz onun söylediklerini, yeni inançlarda duymadık. Kur'ân, onun uydurmasından başka bir şey değildir.”
8 “Kur'ân içimizden sadece ona mı indirildi?” Doğrusu onlar, gönderdiğimiz Kur'ân hakkında şüphe içindedirler. Hayır! Azabımı henüz tatmadılar.
9 Yoksa her şeye gücü yeten ve çok cömert Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?
10 Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkiyeti onların mıdır? Öyleyse ne duruyorlar? Göğe yükselme yollarını arasınlar.
11 Onlar çeşitli gruplardan oluşmuş, şimdiden mağlub edilmeye mahküm bir ordudur.
12 (12-13) Onlardan önce Nûh kavmi, ‘Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da yalanladılar. İşte bunlar da birleşik topluluklardı.
13 (12-13) Onlardan önce Nûh kavmi, ‘Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da yalanladılar. İşte bunlar da birleşik topluluklardı.
14 Onların her biri, gönderilen peygamberleri yalanladılar da bu yüzden azabım hak oldu.
15 Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler.
16 “Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver!” dediler.
17 Onların söylediklerine sabret! Kulumuz Dâvûd'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla! O, hep Allah'a yönelirdi.
18 Doğrusu biz, dağları Dâvûd'un emrine vermiştik. Gece-gündüz onunla birlikte Allah'ı anmaktadırlar. [479]
19 Kuşları da onun emrine topladık. Hepsi Allah'a yönelmektedirler.
20 Onun mülkünü güçlendirdik. Kendisine hikmet ve güzel konuşma vermiştik.
21 Sana o davacıların öyküsü geldi mi? Hani mabedinin duvarına tırmanmışlardı.
22 Ansızın Dâvûd'un yanına girdiklerinde, onlardan korktu. Onlar şöyle demişlerdi: “Korkma, birbirine haksızlık etmiş iki davalıyız. Aramızda adaletle hükmet, adaletten ayrılma, bizi doğru çözüme ulaştır.”
23 “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benim de bir koyunum var. ‘Onu da bana ver' dedi ve beni konuşmada yendi.”
24 Dâvûd, “Senden, koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle, sana haksızlık etmiştir. Ortaklardan birçoğu birbirinin haklarına tecavüz ederler. Ancak inanıp yararlı iş yapanlar hariç. Onlar da çok azdır” dedi. Dâvûd, bizim kendisini denediğimizi anladı. Rabbinden bağışlanma diledi ve secdeye kapanarak tövbe etti.
25 Biz de onu, verdiği bu hükümden dolayı bağışladık. Katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır.
26 “Ey Dâvûd! Seni yeryüzünde halife tayin ettik. Bundan dolayı insanlar arasında adaletle hüküm ver! Nefsin arzusuna uyma ki seni Allah'ın yolundan saptırmasın. Şüphesiz, Allah'ın yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.”
27 Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!
28 Yoksa biz, inanıp yararlı iş yapanlara, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi davranacağız? Veya Allah'a saygı duyanları günahkârlar gibi mi sayacağız?
29 Sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. [480]
30 Biz Dâvûd'a Süleyman'ı bağışladık. Süleyman ne iyi bir kuldu! Çünkü o, daima Allah'a yöneliyordu. [481]
31 Ona bir akşamüstü, üç ayak üzerine duran, soylu atlar sunulmuştu.
32 Süleyman, “Rabbimi hatırlattıklarından dolayı atları severim” dedi. Gözünden kaybolana kadar onlara baktı.
33 “Onları bana tekrar getiriniz” dedi. Bacaklarını ve boyunlarını ovmaya başladı.
34 Andolsun, biz Süleyman'ı sınayıp tahtının üstüne bir ceset attık. Sonra Allah'a yöneldi.
35 O şöyle dedi: “Ey Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk ver. Şüphesiz bağışlayıcı sadece sensin.”
36 Bunun üzerine biz, rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yöne doğru tatlı tatlı esiyordu.
37 Bütün usta ve dalgıç şeytanları da emrine verdik.
38 Zincirlere vurulmuş başkalarını da.
39 İşte bu, bizim ihsanımızdır. “Sen onu ister dilediğine ver, ister verme, sorulmazsın” dedik.
40 Katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır.
41 Kulumuz Eyyûb'u da hatırla! Bir vakit Rabbine, “Şeytan bana bir bitkinlik ve eziyet verdi” diye yalvarmıştı. [482]
42 Ona, “Ayağını yere vur. İşte, yıkanacak ve içilecek soğuk bir su” dedik.
43 Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olarak ona ailesini, onlarla birlikte bir o kadarını daha verdik.
44 “Eline bir demet sap al ve onunla vur; yeminini bozma” dedik. Şüphesiz biz onu sabırlı bulduk. O ne iyi bir kuldu! O, daima Allah'a yönelirdi.
45 Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrâhim, İshâk ve Ya‘kûb'u da hatırla! [483]
46 Biz onları daima âhireti düşünen ihlâslı kullar kıldık.
47 Şüphesiz onlar, katımızda seçkin ve iyi kullardı.
48 İsmâil'i, Elyesa‘ı, Zülkifl'i de hatırla!; hepsi de iyi kullardandı.
49 Bunlar bir öğüttür. Şüphesiz muttakîler için güzel bir gelecek vardır.
50 Kendilerine kapıları açılmış ‘Adn cennetleri vardır.
51 Orada koltuklara yaslanırlar. Birçok meyve ve içecek isterler.
52 Yanlarında, eşlerinden başkasına bakmayan, kendilerine yaşıt eşler vardır.
53 İşte, hesap günü için, size vaad edilen budur.
54 Şüphesiz bu, bizim vaadimiz olan rızıktır. Onda tükenmek yoktur.
55 Bu da bir uyarıdır. Şüphesiz, azgınlar için de kötü bir gelecek vardır.
56 Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir!
57 İşte bu, kaynar su ve irindir. Onu tatsınlar.
58 Bu tür çeşit çeşit diğer azaplar da vardır.
59 İnkârcıların önderlerine, “İşte bu, sizinle beraber cehenneme girecek topluluktur” denildiğinde, “Onlar rahat yüzü görmesin, onlar mutlaka ateşe gireceklerdir” derler.
60 Önderlere uyanlar ise, “Asıl siz rahat yüzü görmeyiniz! Bizi buraya süren sizsiniz. Burası ne kötü bir yerdir!” derler.
61 “Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdiyse, onun ateşteki azabını iki kat arttır!” derler.
62 İnkârcılar derler ki: “Dünyada kendilerini kötülerden saydığımız kimseleri burada niçin göremiyoruz?”
63 “Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa onları gözden mi kaçırdık?”
64 İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması gerçekleşecektir.
65 De ki: “Ben, sadece bir uyarıcıyım. Tek olan ve her şeyin üstesinden gelen Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur.”
66 “O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Onun her şeye gücü yeter ve affedicidir.”
67 De ki: “Bu uyardığım husus, evrensel bir haberdir.”
68 “Siz ondan yüz çeviriyorsunuz.”
69 “Melekler topluluğunun aralarında neyi tartıştıkları hakkında benim hiçbir bilgim yoktur.”
70 “Bana sadece apaçık bir uyarıcı olduğumdan dolayı vahyediliyor.”
71 O vakit Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım.” [484]
72 “Onu şekillendirip ruhumdan üflediğimde, derhal ona secdeye kapanınız.”
73 Onun üzerine Melâikenin hepsi toptan secde ettiler
74 Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
75 Allah, “Ey İblis! Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?” dedi.
76 İblis, “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın” dedi.
77 Allah, “Çık oradan, sen kovuldun.”
78 “Ceza gününe kadar lanetim senin üzerine olsun” dedi.
79 İblis, “Ey Rabbim! Tekrar diriliş gününe kadar, bana süre ver” dedi.
80 (80-81) Allah, “İşte o belli vaktin geleceği güne kadar sen süre verilenlerdensin” dedi.
81 (80-81) Allah, “İşte o belli vaktin geleceği güne kadar sen süre verilenlerdensin” dedi.
82 (82-83) İblis, “Senin şanına andolsun ki ihlaslı kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.
83 (82-83) İblis, “Senin şanına andolsun ki ihlaslı kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.
84 Allah, “Gerçek budur ve ben gerçeği söylerim.”
85 “Elbette, sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım” dedi.
86 De ki: “Ben, tebliğime karşılık sizden bir karşılık istemiyorum. Ben, zorluk çıkaranlardan da değilim.”
87 Bu Kur'ân sadece âlemlere bir öğüttür.
88 Onun verdiği haberlerin gerçek olduğunu, bir zaman sonra çok iyi anlayacaksınız. [485]
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ 1
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ 2
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ 3
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ 4
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ 5
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ 6
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ 7
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ 8
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ 9
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ 10
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ 11
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ 12
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ 13
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟ 14
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ 15
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ 16
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ 17
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ 18
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ 19
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ 20
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ 21
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ 22
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ 23
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَا‌كِعاً وَاَنَابَ 24
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ 25
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ 26
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ 27
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ 28
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ 29
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ 30
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ 31
فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠ 32
رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ 33
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ 34
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ 35
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ 36
وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ 37
وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ 38
هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ 39
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟ 40
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ 41
اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ 42
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ 43
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ 44
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ 45
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ 46
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ 47
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ 48
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ 49
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ 50
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ 51
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ 52
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ 53
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ 54
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ 55
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ 56
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ 57
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ 58
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ 59
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ 60
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ 61
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ 62
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ 63
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟ 64
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ 65
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ 66
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ 67
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ 68
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ 69
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ 70
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ 71
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 72
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 73
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ 74
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ 75
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ 76
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ 77
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 78
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 79
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ 80
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 81
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 82
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 83
قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ 84
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ 85
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ 86
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ 87
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ 88
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
(1-2) Sâd. Şeref sahibi Kur'ân'a yemin olsun ki, inkâr edenler bir gurur ve ayrılık içindedirler. [477]
1
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
(1-2) Sâd. Şeref sahibi Kur'ân'a yemin olsun ki, inkâr edenler bir gurur ve ayrılık içindedirler. [477]
2
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman yalvardılar, ama kurtuluş zamanı değildi.
3
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ
Onlar, kendilerine içlerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar. Kâfirleri şöyle dediler: “Bu, büyücüdür; yalancıdır.”
4
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
“Bütün tanrıları tek bir tanrı mı yaptı? Şüphesiz bu şaşılacak bir şeydir.”
5
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
Onlardan ileri gelenler tepki gösterip şöyle dediler: “Yolunuza devam ediniz, tanrılarınızı bırakmayınız. Şüphesiz bizden istenen de budur.” [478]
6
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
“Biz onun söylediklerini, yeni inançlarda duymadık. Kur'ân, onun uydurmasından başka bir şey değildir.”
7
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ
“Kur'ân içimizden sadece ona mı indirildi?” Doğrusu onlar, gönderdiğimiz Kur'ân hakkında şüphe içindedirler. Hayır! Azabımı henüz tatmadılar.
8
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ
Yoksa her şeye gücü yeten ve çok cömert Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?
9
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ
Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkiyeti onların mıdır? Öyleyse ne duruyorlar? Göğe yükselme yollarını arasınlar.
10
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
Onlar çeşitli gruplardan oluşmuş, şimdiden mağlub edilmeye mahküm bir ordudur.
11
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ
(12-13) Onlardan önce Nûh kavmi, ‘Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da yalanladılar. İşte bunlar da birleşik topluluklardı.
12
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ
(12-13) Onlardan önce Nûh kavmi, ‘Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da yalanladılar. İşte bunlar da birleşik topluluklardı.
13
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟
Onların her biri, gönderilen peygamberleri yalanladılar da bu yüzden azabım hak oldu.
14
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler.
15
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
“Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver!” dediler.
16
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ
Onların söylediklerine sabret! Kulumuz Dâvûd'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla! O, hep Allah'a yönelirdi.
17
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
Doğrusu biz, dağları Dâvûd'un emrine vermiştik. Gece-gündüz onunla birlikte Allah'ı anmaktadırlar. [479]
18
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ
Kuşları da onun emrine topladık. Hepsi Allah'a yönelmektedirler.
19
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
Onun mülkünü güçlendirdik. Kendisine hikmet ve güzel konuşma vermiştik.
20
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
Sana o davacıların öyküsü geldi mi? Hani mabedinin duvarına tırmanmışlardı.
21
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Ansızın Dâvûd'un yanına girdiklerinde, onlardan korktu. Onlar şöyle demişlerdi: “Korkma, birbirine haksızlık etmiş iki davalıyız. Aramızda adaletle hükmet, adaletten ayrılma, bizi doğru çözüme ulaştır.”
22
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
“Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benim de bir koyunum var. ‘Onu da bana ver' dedi ve beni konuşmada yendi.”
23
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَا‌كِعاً وَاَنَابَ
Dâvûd, “Senden, koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle, sana haksızlık etmiştir. Ortaklardan birçoğu birbirinin haklarına tecavüz ederler. Ancak inanıp yararlı iş yapanlar hariç. Onlar da çok azdır” dedi. Dâvûd, bizim kendisini denediğimizi anladı. Rabbinden bağışlanma diledi ve secdeye kapanarak tövbe etti.
24
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
Biz de onu, verdiği bu hükümden dolayı bağışladık. Katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır.
25
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
“Ey Dâvûd! Seni yeryüzünde halife tayin ettik. Bundan dolayı insanlar arasında adaletle hüküm ver! Nefsin arzusuna uyma ki seni Allah'ın yolundan saptırmasın. Şüphesiz, Allah'ın yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.”
26
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ
Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!
27
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ
Yoksa biz, inanıp yararlı iş yapanlara, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi davranacağız? Veya Allah'a saygı duyanları günahkârlar gibi mi sayacağız?
28
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. [480]
29
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ
Biz Dâvûd'a Süleyman'ı bağışladık. Süleyman ne iyi bir kuldu! Çünkü o, daima Allah'a yöneliyordu. [481]
30
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ
Ona bir akşamüstü, üç ayak üzerine duran, soylu atlar sunulmuştu.
31
فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠
Süleyman, “Rabbimi hatırlattıklarından dolayı atları severim” dedi. Gözünden kaybolana kadar onlara baktı.
32
رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ
“Onları bana tekrar getiriniz” dedi. Bacaklarını ve boyunlarını ovmaya başladı.
33
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ
Andolsun, biz Süleyman'ı sınayıp tahtının üstüne bir ceset attık. Sonra Allah'a yöneldi.
34
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
O şöyle dedi: “Ey Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk ver. Şüphesiz bağışlayıcı sadece sensin.”
35
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ
Bunun üzerine biz, rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yöne doğru tatlı tatlı esiyordu.
36
وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ
Bütün usta ve dalgıç şeytanları da emrine verdik.
37
وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ
Zincirlere vurulmuş başkalarını da.
38
هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
İşte bu, bizim ihsanımızdır. “Sen onu ister dilediğine ver, ister verme, sorulmazsın” dedik.
39
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟
Katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır.
40
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
Kulumuz Eyyûb'u da hatırla! Bir vakit Rabbine, “Şeytan bana bir bitkinlik ve eziyet verdi” diye yalvarmıştı. [482]
41
اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
Ona, “Ayağını yere vur. İşte, yıkanacak ve içilecek soğuk bir su” dedik.
42
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olarak ona ailesini, onlarla birlikte bir o kadarını daha verdik.
43
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
“Eline bir demet sap al ve onunla vur; yeminini bozma” dedik. Şüphesiz biz onu sabırlı bulduk. O ne iyi bir kuldu! O, daima Allah'a yönelirdi.
44
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrâhim, İshâk ve Ya‘kûb'u da hatırla! [483]
45
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Biz onları daima âhireti düşünen ihlâslı kullar kıldık.
46
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
Şüphesiz onlar, katımızda seçkin ve iyi kullardı.
47
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
İsmâil'i, Elyesa‘ı, Zülkifl'i de hatırla!; hepsi de iyi kullardandı.
48
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
Bunlar bir öğüttür. Şüphesiz muttakîler için güzel bir gelecek vardır.
49
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
Kendilerine kapıları açılmış ‘Adn cennetleri vardır.
50
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
Orada koltuklara yaslanırlar. Birçok meyve ve içecek isterler.
51
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
Yanlarında, eşlerinden başkasına bakmayan, kendilerine yaşıt eşler vardır.
52
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
İşte, hesap günü için, size vaad edilen budur.
53
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
Şüphesiz bu, bizim vaadimiz olan rızıktır. Onda tükenmek yoktur.
54
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
Bu da bir uyarıdır. Şüphesiz, azgınlar için de kötü bir gelecek vardır.
55
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ
Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir!
56
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
İşte bu, kaynar su ve irindir. Onu tatsınlar.
57
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
Bu tür çeşit çeşit diğer azaplar da vardır.
58
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
İnkârcıların önderlerine, “İşte bu, sizinle beraber cehenneme girecek topluluktur” denildiğinde, “Onlar rahat yüzü görmesin, onlar mutlaka ateşe gireceklerdir” derler.
59
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ
Önderlere uyanlar ise, “Asıl siz rahat yüzü görmeyiniz! Bizi buraya süren sizsiniz. Burası ne kötü bir yerdir!” derler.
60
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ
“Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdiyse, onun ateşteki azabını iki kat arttır!” derler.
61
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
İnkârcılar derler ki: “Dünyada kendilerini kötülerden saydığımız kimseleri burada niçin göremiyoruz?”
62
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
“Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa onları gözden mi kaçırdık?”
63
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması gerçekleşecektir.
64
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
De ki: “Ben, sadece bir uyarıcıyım. Tek olan ve her şeyin üstesinden gelen Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur.”
65
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
“O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Onun her şeye gücü yeter ve affedicidir.”
66
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ
De ki: “Bu uyardığım husus, evrensel bir haberdir.”
67
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
“Siz ondan yüz çeviriyorsunuz.”
68
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
“Melekler topluluğunun aralarında neyi tartıştıkları hakkında benim hiçbir bilgim yoktur.”
69
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
“Bana sadece apaçık bir uyarıcı olduğumdan dolayı vahyediliyor.”
70
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ
O vakit Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım.” [484]
71
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
“Onu şekillendirip ruhumdan üflediğimde, derhal ona secdeye kapanınız.”
72
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Onun üzerine Melâikenin hepsi toptan secde ettiler
73
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
74
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Allah, “Ey İblis! Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?” dedi.
75
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
İblis, “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın” dedi.
76
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
Allah, “Çık oradan, sen kovuldun.”
77
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
“Ceza gününe kadar lanetim senin üzerine olsun” dedi.
78
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
İblis, “Ey Rabbim! Tekrar diriliş gününe kadar, bana süre ver” dedi.
79
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
(80-81) Allah, “İşte o belli vaktin geleceği güne kadar sen süre verilenlerdensin” dedi.
80
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
(80-81) Allah, “İşte o belli vaktin geleceği güne kadar sen süre verilenlerdensin” dedi.
81
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
(82-83) İblis, “Senin şanına andolsun ki ihlaslı kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.
82
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
(82-83) İblis, “Senin şanına andolsun ki ihlaslı kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.
83
قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ
Allah, “Gerçek budur ve ben gerçeği söylerim.”
84
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ
“Elbette, sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım” dedi.
85
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ
De ki: “Ben, tebliğime karşılık sizden bir karşılık istemiyorum. Ben, zorluk çıkaranlardan da değilim.”
86
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
Bu Kur'ân sadece âlemlere bir öğüttür.
87
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ
Onun verdiği haberlerin gerçek olduğunu, bir zaman sonra çok iyi anlayacaksınız. [485]
88

Sureler

Mealler