Sureler
Mealler
Önceki
Yusuf Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif, Lâm, Mîm, Râ. Ey insanoğlu! Senin çok iyi tanıdığın ve sürekli kullandığın basit harflerden oluştuğu hâlde, bir benzerini yapmakta bütün beşerin acze düştüğü bu ayetlere kulak ver:

Bunlar, insanlığı aydınlatmak üzere gönderilen son ilâhî Kitabın ayetleridir. Ve ey Muhammed! Hiç kuşkun olmasın, sana Rabb'inin katından gönderilenler gerçeğin ta kendisidir. Ne var ki, insanların çoğu bu apaçık hakikate iman etmiyor. Oysaki:
2 O Allah ki, gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltmiştir. Güneş, Ay ve gezegenler başta olmak üzere, uçsuz bucaksız uzay boşluğunda yüzen yıldızların ve güneş sistemlerinin oluşturduğu milyarlarca gökcismini, görebileceğiniz bir direk olmadan ve birbirlerine çarpmayacak şekilde, itme-çekme kanunlarıyla mükemmel bir sistem hâlinde düzenleyip boşlukta ve dengede tutan O'dur.

Ayrıca, kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturan ve her biri belirli bir vakte kadar yörüngelerinde akıp gitmekte olan Güneş'i ve Ay'ı insanlığın faydası için koyduğu kanunlara boyun eğdiren yine O'dur.

Ve gerek tabiat kanunları, gerekse inanç ve ahlâk kurallarıyla ilgili bütün işleri yönetip yönlendiren de O'dur.

İşte Allah, hiçbir şüpheye, kapalılığa meydan vermeyecek biçimde ayetlerini böyle açık ve net olarak ortaya koyuyor ki, bütün bunları yapan ve yaratan Rabb'inizin, ölümünüzden sonra sizi yeniden diriltmeye kadir olduğunu bilesiniz de, günün birinde hesap vermek üzere Rabb'inizin huzuruna çıkacağınıza yürekten inanasınız. O Allah ki:
3 Yeryüzünü hayata elverişli bir şekilde yayıp döşeyen, oraya, başı bulutlara değen sarsılmaz dağlar yerleştiren, yemyeşil vadilerde dereler, çaylar ve ırmaklar akıtan, orada her renk ve her çeşit bitkiden erkekli dişili birer çift yaratan ve geceyi siyah bir tül gibi gündüzün üzerine örten, O'dur.

İşte bütün bu anlatılanlarda, hakikati anlamak amacıyla inceden inceye düşünen insanlar için Allah'ın Rab ve İlâh olarak varlığını ve birliğini, kudret ve merhametini gözler önüne seren nice deliller, ibretler ve dersler vardır. Öyle ki:
4 Yeryüzünde, birbirine komşu oldukları hâlde, bitki örtüsü, doğal güzellikleri ve maden kaynakları bakımından farklı özellikler taşıyan toprak parçaları, bu topraklarda yetişen üzüm bağları, ekin tarlaları, bir kökten birkaç gövde halinde sürgün veren çatallı ve tek gövdeden oluşan çatalsız hurma bahçeleri var ki, bunların hepsi aynı topraktan, aynı havadan ve aynı sudan beslendiği hâlde, bir kısmının meyvelerini diğerlerinden daha lezzetli, daha üstün kılıyoruz.

İşte bunlarda da, aklını kullanan bir toplum için ilâhî sanatın hayranlık verici güzelliklerini ortaya koyan nice ibret verici mucizeler, nice deliller vardır.
5 Nasıl, bu muhteşem güzellikler karşısında hayrete düştün, değil mi? Fakat bunlar ne kadar hayranlık vericiyse, inkârcıların, "Ne yani, biz mezarlarda çürüyüp toprak olduktan sonra mı yeniden diriltilecekmişiz? Hiç öyle şey olur mu?" şeklindeki iddiaları da en az bunun kadar hayret ve dehşet vericidir.

İşte bu iddiada bulunanlardır, sonsuz hikmet, adalet ve kudret sahibi olan Rab'lerini inkâr edenler. İşte bunlardır, boyunlarına kibir, cehalet, ihtiras, inat ve önyargı kelepçeleri vurulmuş olanlar. Ve işte bunlardır, günahlarının cezasını çekmek üzere ebediyen cehennemde kalacak olanlar.
6 Ey Peygamber! Senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük getirmeni istiyorlar. İnkârcılar, senin onlara teklif ettiğin iyilikleri arzu edecekleri yerde, sana karşı küstahça meydan okuyarak bir an önce başlarına azabı getirmeni istiyorlar. Oysa kendilerinden önce buna benzer nice ibret verici örnekler gelip geçmişti. Onlardan ibret alsınlar da, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip tövbe etsinler. İşte o zaman, o ana kadar işlemiş oldukları bütün günahları bağışlanacaktır. Çünkü senin Rabb'in, bunca zulümlerine rağmen insanlara karşı çok merhametli, çok bağışlayıcıdır. Bununla birlikte, O'nun azabı da çok şiddetlidir! İşte bunca apaçık mucizeler gözler önünde dururken:
7 İnkârcılar, "Mademki Muhammed Peygamber olduğunu iddia ediyor, o hâlde ona Rabb'inden bizim istediğimiz türden bir mucize indirilseydi ya!" diyerek, senden olağanüstü şeyler yapmanı bekliyorlar. Oysa sen yalnızca bir uyarıcısın. Nitekim insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş her toplumun bir uyarıcı rehberi vardır. Eğer gerçekten mucize istiyorlarsa, şuna baksınlar:
8 Allah, her dişi varlığın karnında neler taşıdığını ve rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını, ne zaman ve nasıl doğum yapacağını bilir. Bütün bu harika işleri yaratan ve yöneten sadece O'dur. Çünkü Allah katında her şey, belli bir amaç ve ölçüye göre takdir edilmiştir. Öyle ki:
9 O, yaratılmışların algılama sınırları ötesindeki âlem olan gayb'ı da, duyularla kavranabilen şehadet âlemini de bilir. Gerçek anlamda büyüklük ve yücelik yalnızca O'na aittir ve O, beşeri ölçülerle tanımlanabilecek her şeyin üzerinde ve ötesindedir.
10 Allah'ın ilmine göre, içinizden birinin niyet ve sözlerini gizlemesiyle onu açığa vurması birdir. Yine sizden birinin gecenin karanlıklarında saklanmasıyla güpegündüz ortalıkta gezip dolaşması arasında da hiçbir fark yoktur. O, tüm varlıkları tam olarak ve görür ve her hallerini en mükemmel şekilde bilir.
11 İnsanoğlunun önünde ve arkasında, etrafını çepeçevre kuşatan ve her attığı adımda onu bir gölge gibi takip eden görevli melekler vardır. Onlar, Allah'ın emriyle onu koruyup gözetir ve tüm davranışlarını bir bir kaydederler. Ve bütün bunlar, ilâhî yasalar çerçevesinde cereyan eder. İnsanın toplumsal ve bireysel hayatına yön veren bu yasalara göre, bir toplum kendi özündeki nitelikleri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu —ister iyilik ister kötülük yönünde olsun— değiştirmez. O hâlde kötülüğü tercih edenler, tercih ettikleri yönde değişime uğramaya mahkûmdurlar. Zira Allah, yaptıkları kötülükler sebebiyle bir toplumu cezalandırmaya karar verdi mi, hiçbir şey bunun önüne geçemez ve hiç kimse onları Allah'a karşı koruyamaz!
12 Hem korku, hem de bereketli yağmurları müjdeleyen bir ümit kaynağı olarak, size şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren O'dur.
13 Gök gürültüsü de, evrendeki tüm varlıklar gibi Allah'ı övgüyle tesbih etmekte ve yürekleri hoplatan korkunç gürlemesiyle, Allah'ın yüceliğini, kudret ve azametini tüm evrene ilan etmekte, O'nun hiçbir bakımdan noksanı ve hiçbir şekilde ortağı olmadığını haykırmaktadır. Müşriklerin ilâh diye tapındığı melekler de, Allah'ın heybetinden ürpererek, O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih etmektedirler. Ve Allah, gökten yıldırımlar göndermekte ve onlarla dilediğini çarpmaktadır. İşte bütün bunlar olup biterken, onlar hâlâ Allah'ın yüceliği, kudret ve azameti hakkında tartışıp duruyorlar. Oysa Allah, ilâhî plân gereğince, zalimlerin hilelerini başlarına geçirip onları cezalandırmada müthiş bir kudrete sahiptir!
14 Kabul edilip karşılık görecek olan gerçek dua, ancak Allah'a yapılan dua ve yakarışlardır ve huzurunda el açıp kendisine yalvarılmaya lâyık olan kudret, yalnızca O'dur. İnkârcıların, Allah'ın yanı sıra kendilerine yakardıkları sözde tanrılar ve yüceltip ilâhlaştırdıkları liderler ise, onların dua ve yakarışlarına hiçbir şekilde karşılık veremezler; Allah'tan başkasına yalvaranların durumu, tıpkı sular gelip ağzına dökülsün diye avuçlarını açıp suya doğru uzatan susamış bir kimsenin hâline benzer ki, zavallı adam bu durumda ne kadar beklerse beklesin, suyu avuçlayıp ağzına götürmedikçe, su kendiliğinden gelip onun ağzına girmeyecektir. İşte kâfirlerin duası da, aynen böyle hedef ve amacını şaşırarak boşa gitmeye mahkûmdur. Hâlbuki:
15 Göklerde ve yerde bulunan melek, insan, cin, hayvan ve benzeri bütün varlıklar, ya müminlerde ve meleklerde olduğu gibi isteyerek yahut bağlı oldukları fiziksel ve toplumsal ilkelere farkında olmadan uymak zorunda olan kâfirler, hayvanlar ve diğer varlıklarda olduğu gibi mecburen Allah'a boyun eğmektedirler. Ve sadece kendileri değil, onların gölgeleri de sabah akşam uzayıp kısalmak suretiyle, Allah'ın evrene yerleştirdiği fiziksel yasalara harfiyen boyun eğmektedirler.
16 Bütün bunlara rağmen Allah'ın ayetlerine boyun eğmemekte ısrar eden zalimlere de ki: "Söyleyin, göklerin ve yerin sahibi, efendisi, Rabb'i kimdir?" Cevabı bizzat kendin vererek, "Allah'tır!" de. Yine de ki: "Öyle iken, siz O'nu bırakıp da, O izin vermedikçe kendilerine bile herhangi bir fayda veya zarar veremeyen birtakım sözde ilâhları ve tanrılaştırılmış liderleri, yöneticileri sizin adınıza karar verecek dostlar mı edindiniz?" De ki: "Gönlü ve vicdanı kör olan kimseyle, aklını kullanarak hakikati gören kimse bir olur mu? Yahut inkâr ve cehaletin yol açtığı karanlıklarla, iman ve İslâm'ın ortaya koyduğu aydınlık eşit olur mu?"

Bu ne gaflet, bu ne aldanmışlıktır? Yoksa onlar Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratabilen birtakım ortaklar buldular da, bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? Allah'ın yaratışı ile bu sözde ilâhların yaratışını birbirine karıştırdılar da, bu yüzden şüpheye mi düştüler? Onlara de ki: "Allah'tır her şeyi yaratan. O, eşi benzeri olmayan bir tek ilah, bir tek Rabdir, mutlak kudret ve egemenlik sahibidir."
17 O Allah ki, gökten sağanak sağanak su indirir de, yağmura susamış nehir yataklarından her biri kendi ölçüsünce çağlayıp akar. Bu sayede, kurumuş toprak suya kanar, susuzluktan kavrulan varlıklar yeniden hayata kavuşur. Ve coşup dalgalanan sular, yüzeye çıkan köpükleri ve istenmeyen çerçöpü silip süpürür ve geriye tertemiz, berrak su kalır. İşte Kur'an da böyle gökten inen yağmura benzer ki, her mümin kendi ölçüsünde ondan feyiz alır ve ölü kalpler, inkâr ve cehalet kirlerinden arınarak hayat bulur.

Süs eşyası veya alet yapmak amacıyla ateşte eritilen altın, gümüş, bakır ve benzeri madenlerin üzerinde de buna benzer bir tortu meydana gelir. Saf ve kaliteli maden elde etmek için onları tortularından arındırmak gerekmekte, bunun için de madenler yüksek ateşte eritilerek ‘imtihana' tâbi tutulmaktadır.

İşte Allah, hak ile batılı böyle ibret verici örneklerle gözler önüne seriyor: Her iki örnekte sözü edilen köpük, çabucak yok olup gider ki batıl böyledir. İnsanlara fayda veren şeylere gelince, o da sapasağlam yerinde kalır.

Allah, ayetlerini anlayasınız diye size böyle açık ve anlaşılır misaller verir. Böylece, birçok hakikati ortaya koyan canlı örneklerle sizleri güzele ve doğruya dâvet eder:
18 Rab'lerinin çağrısına koşanlara, en güzel ödül olan cennet verilecektir. Bu çağrıdan yüz çevirenlere gelince, onlar da öyle dehşet verici bir azapla yüz yüze gelecekler ki, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların elinde olsaydı, bu azaptan kurtulmak için hepsini feda etmek isteyeceklerdi. İşte onları, çetin bir hesaplaşma bekliyor. Varacakları yer cehennemdir, o ne kötü bir barınaktır!
19 Öyle ya, sana Rabb'inden indirilen bu muhteşem ayetlerin hak olduğunu bilen kimse, aklı ve sağduyusu kör olan kimse gibi olur mu? Elbette olmaz! Fakat bunu ancak, akıl sahipleri düşünüp anlayabilir.
20 Onlar, Allah'a verdikleri söze bağlı kalan ve insanlarla yaptıkları antlaşmaları da bozmayan kimselerdir.
21 Onlar, akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı göstererek Allah'ın geliştirilmesini emrettiği ilişkileri geliştirip canlandıran, Rab'lerine karşı yürekleri saygıyla titreyen ve mahşer gününde kötü bir şekilde hesaba çekilmekten korkarak, o gün gelip çatmadan önce kendilerini hesaba çeken kimselerdir.
22 Yine onlar, arzu ve şehvetlerini gerektiğinde dizginlemesini bilen, Rab'lerinin hoşnutluğunu kazanmak için verdikleri mücadelede, başlarına gelebilecek belâ ve musibetler karşısında direnerek sabreden, Müslümanlığın vazgeçilmez şartı olan namazı gereği gibi dosdoğru ve aksatmadan kılan, kendilerine bahşettiğimiz güzel nimetlerden bir kısmını, çoğu zaman gizlice ve bazen de başkalarını buna teşvik etmek için açık olarak Allah yolunda harcayan ve kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, aksine, kötülüğü iyilikle gideren kimselerdir. İşte âhiret yurdunun mutlu sonu onların olacaktır!
23 O yurt, sonsuz mutluluk diyarı olan Adn cennetleridir ki, hem kendileri girecek oraya, hem de kendileri gibi dürüst ve erdemlice yaşamış olan ataları, eşleri, çocukları ve diğer bütün sevdikleri. Ve cennetin her kapısından, akın akın melekler yanlarına gelecek ve onları şu tebriklerle karşılayacaklar:
24 "Dünyada gösterdiğiniz sabrın karşılığı olarak, ebedî huzur, esenlik ve selâm size olsun! Bakın, ne güzelmiş âhiret yurdunun mutlu sonu!"
25 Öte yandan, Allah'a elçileri aracılığıyla vermiş oldukları sözü, hem de onu yeminleriyle pekiştirdikleri hâlde bozan, insanın gerek Rabb'iyle, gerek içinde yaşadığı toplumla ve gerekse diğer varlıklarla kurması gereken sevgi ve şefkate dayalı ilişkileri baltalamak suretiyle, Allah'ın geliştirilmesini emrettiği ilişkileri kesip atan ve yeryüzünde fesada, yozlaşmaya yol açarak bozgunculuk yapanlara gelince, onlara dünyada da âhirette de lânet vardır ve yurdun kötüsü olan cehennem onların sonu olacaktır! Onlar, dünyada sahip oldukları güç ve servetle şımarıp aldanmışlardı. Oysaki:
26 Dilediğine bolca rızık bahşeden ve dilediğine de rızkı sınırlı ölçüde veren Allah'tır. O hâlde, sahip olduğu nimetlerden dolayı hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Ama inkârcılar, bu tür nimetlere sahip olmayı üstünlük ölçüsü gördüler ve dünya hayatının gelip geçici zenginlik ve refahıyla şımarıp huzur ve mutluluğu onda aradılar. Oysa dünya hayatı, âhiretin sonsuz nimetlerine nazaran birkaç lokmalık bir yol azığından başka bir şey değildir.
27 Ey Muhammed! Kur'an gibi apaçık mucize ortada dururken, yine de kalkmışlar, "Ona Rabb'inden bizim istediğimiz türden bir mucize gönderilmeli değil miydi?" diyorlar. Onlara de ki: "Siz kibir ve inadı terk edip samimî olarak hakikate yönelmediğiniz sürece, göreceğiniz hiçbir mucize sizi imana sevk etmeyecektir. Şüphesiz Allah, sapıklığa düşmek isteyenleri saptırır ve ancak doğruya, gerçeğe ulaşmak amacıyla kendisine yönelen kimseleri doğru yola iletir.
28 Onlar, Rab'lerine yürekten iman eden ve Allah'ın öğüt ve uyarılarla dolu Zikri ve en büyük mucizesi olan Kur'an sayesinde akılları ve kalpleri doyuma ulaşan, huzura kavuşan kimselerdir. Onlar Kur'an'dan daha açık, daha ikna edici bir mucize olamayacağını bilen ve kalpleri ancak onunla tatmin bulup sükûnete kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki, kalpler ancak Allah'ın Zikri ve en büyük mucizesi olan bu Kur'an sayesinde şüphelerden arınır, inkâr ve nifak hastalılarından, ruhsal çalkantılardan kurtulur ve gerçek anlamda mutluluk ve huzura kavuşabilir! Allah'ı zikreden, O'nu duyumsayan gönüller, varlık âleminde yalnız olmadıklarını bilir, daima O'nun yakınında ve himayesinde olduklarını hissederler. Allah'ın zikriyle, O'nun gönderdiği Kur'an mucizesiyle doyuma ulaşmayan kalplerin, başka bir şeyle huzur ve itminan bulmasına imkân yoktur! Öyleyse:
29 Ne mutlu, Kur'an'ın rehberliğinde iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara! Çünkü sonsuz bir mutluluk ve muhteşem nimetlerle bezenmiş harika bir yurt onları bekliyor!
30 İşte böylece ey Muhammed, seni, kendilerinden önce nice medeniyetler, nice toplumlar gelip geçmiş olan inkârcı bir topluma elçi olarak gönderdik ki, sana gönderdiğimiz bu Kur'an ayetlerini onlara okuyup kendilerini doğru yola çağırasın. Ama onlar bu çağrıya kulak verecekleri yerde, gönderdiği mesajı reddederek Rahman'ı inkâr ediyorlar. Onlara de ki: "O, benim hayatımı düzenleme yetkisine sahip yegâne Sahibim, Efendim ve Rabb'imdir. O'ndan başka hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur. Ben yalnızca O'na güvenir, tüm ruhum ve benliğimle yalnızca O'na yönelirim."

Eğer inkârcılar mucize istiyorlarsa, bu Kur'an öyle büyük bir mucizedir ki:
31 Eğer kendisiyle dağların yerlerinden koparılıp yürütüldüğü veya yeryüzünün paramparça edildiği yahut ölülerin diriltilip konuşturulduğu bir kitap olsaydı, işte o ancak bu Kur'an olurdu. Evet, her konuda olduğu gibi, mucize gönderme konusunda da emretme ve karar verme yetkisi yalnızca Allah'a aittir. O, gönlünü hidayete kapamış olanların dağların yürütülmesi, yerin parçalanması, ölülerin diriltilmesi gibi gözlere ve duyulara hitabeden mucizeler görmekle iman etmeyeceklerini, etseler bile böyle bir imandan hayır gelmeyeceğini elbette biliyor. Bu yüzden de, akla, vicdana ve gönüllere seslenen Kur'an'ın ortaya koyduğu hakikatleri kavramak suretiyle, akıl ve sağduyularını kullanarak iman etmelerini istiyor. İşte bunu yaptıkları takdirde, o bekledikleri mucizelerin Kur'an mucizesi yanında ne kadar basit, ne kadar sönük kaldığını görecekler ve o zaman kalpler, Allah'ın zikri olan Kur'an sayesinde sarsılmaz bir imana kavuşarak, gerçek anlamda huzur ve mutluluğa ulaşacaktır. O hâlde müminlerin yapması gereken, Kur'an'ı okumak, öğrenmek, hayata yansıtmak ve tüm insanlığa duyurmak olmalıdır. Yine de inkârda diretenler olursa, onları inandırmak için mucizeler ve kerametler peşinde koşmaya ne gerek var?

İman edenler hâlâ şu gerçeği anlamadılar mı ki, eğer Allah herkesin zoraki iman etmesini isteseydi, bütün insanlığı derhal doğru yola iletirdi? İletmediğine göre, demek ki onların kendi iradelerini özgürce kullanarak, bilerek ve isteyerek iman etmelerini istiyor. Fakat eğer iman etmezlerse, Kur'an'ı inkâr etmekte direten bu zalimlerin başına, yaptıkları kötülükler yüzünden toplumsal ve ruhsal bunalımlar, siyasi ve ekonomik çalkantılar, büyük savaşlar ve benzeri felâketler gibi büyük belâlar yağmaya, ya da kendi yurtlarına olmasa bile, yurtlarının hemen yakınlarına konmaya —Allah'ın vaadi olan ölüm veya kıyamet vakti gelip çatıncaya kadar— devam edecektir. Hiç kuşkusuz Allah, verdiği sözden asla caymaz.
32 Ey şanlı Elçi! İnkârcıların alay ve işkenceleri seni üzmesin. Senden önceki elçilerle de alay edilmişti ve ben de inkâr edenlere birazcık mühlet tanımış, sonra da hepsini azabımla kıskıvrak yakalayıvermiştim! İşte o zaman gördüler, benim cezalandırmam nasılmış!
33 Öyle ya, her bir canlının yapıp ettiğini görüp gözetleyen Allah, hiçbir şeye güç yetiremeyen yaratılmışlarla bir tutulabilir mi? Elbette tutulamaz! Fakat bazı cahiller, Allah'ın yarattığı varlıkları mutlak itaat makamına yücelterek Allah'a ortaklar koşuyorlar. Onlara de ki: "Eğer Allah birtakım varlıkları kendisine ortak edindiyse, onların isimlerini ve özelliklerini bize söyleyin de bunları biz de tanıyalım. Mesela onların arasında, her benlik sahibinin yapıp ettiklerini kontrol eden bir yaratıcı var mı? Böyle birileri var da, Allah'ın bundan haberi mi yok? Yoksa siz, göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Yoksa öylesine lâf olsun diye mi bu iddiaları ortaya atıyorsunuz?" Hayır, işin aslı şu ki, şirk düzeninin önderleri, halk üzerinde güçlü bir etki uyandırmak için birtakım sahte ilâhlar, kurtarıcılar icat ettiler. Böylece halkın sırtından büyük bir nüfuz, güç ve servet elde eden küfrün elebaşları, uydurdukları ilâhların adını da kullanarak, bilinçli ve plânlı bir şekilde insanları saptırmaya, Allah'ın mutlak egemenliğine dayalı bir toplum düzeninin kurulmasını engellemek için mücadeleye giriştiler. Bunun sonucunda, Allah'ın koyduğu yaratılış kanunları devreye girdi: Bu kâfirlerin kurdukları sinsi plânları ve hileleri, zamanla kendilerine çekici göründü ve dünyanın cazibesine kapılarak bile bile kötülüğü tercih eden bu insanlar, ilâhî yasalar uyarınca doğru yoldan alıkonuldular. Fakat tövbe etmek için hâlâ fırsatları var. Bunun için tek yapmaları gereken, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip samimî olarak Allah'a yönelmektir. Zira unutmayın ki, Allah kimi sapıklık içinde bırakırsa, O'ndan başka hiç kimse onu doğru yola iletemez. Ve eğer tövbe etmeyecek olurlarsa:
34 Onlara daha bu dünya hayatında, ruhsal doyumsuzluktan kaynaklanan bir huzursuzluk, güvensizlik, bireysel ve toplumsal bunalımlar, çalkantılar... şeklinde ortaya çıkacak bir azap vardır. Âhiret azabı ise çok daha şiddetlidir. Onların, kendilerini Allah'ın azabına karşı koruyacak hiçbir yardımcıları da olmayacaktır. İman edenlere gelince:
35 Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselere söz verilen cennetin misali şöyledir: Öyle harika bir bahçe ki, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldamaktadır. Bu bahçenin meyveleri, dünya meyveleri gibi belli bir mevsime mahsus ve gelip geçici değil, ebedîdir, gölgelikleri de daima huzur ve mutluluk verici bir serinliktedir. İşte bu, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek çirkin davranışlardan uzak durmaya çalışan takva sahiplerinin mutlu sonudur. Hakikati inkâr eden nankörlerin sonu ise, derileri yakıp kavuran bir ateştir!
36 Sizden önce, kendilerine Tevrat, Zebur ve İncil adındaki kutsal kitapları emanet ettiğimiz kimselerden insaf ve adalet sahibi olanlar, sana gönderilen Kur'an ayetlerini işittikleri zaman, önceki kitaplarla aynı kaynaktan gelen bu ayetlerden dolayı büyük bir sevinç ve coşku duyarlar. Allah'ın ayetlerine ve son Elçisine yürekten iman eden bu insanlar, sizin din kardeşlerinizdir. Fakat hak dini reddederek çeşitli mezheplere, farklı görüşlere ve ideolojilere ayrılmış olan gruplar içerisinden, batıl düşüncelerini destekleyecek biçimde yorumladıkları Kur'an ayetleri kabul edip de onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. Ey Müslüman, cehennemi hak eden bu nankörlere de ki: "Ben yalnızca Allah'a kulluk etmekle ve hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamakla emrolundum. İşte ben, hepinizi O'na kul olmaya çağırıyor ve ancak O'na yöneliyorum."
37 Ey Muhammed! İşte böylece biz, Kur'an'ı önce kendi halkına, sonra onlar aracılığıyla tüm insanlığa tebliğ edebilmen için onu Arapça bir hüküm ve hikmet kitabı olarak indirdik. Sana Rabb'inden ilim geldikten sonra, eğer o zalim insanların şeytanî arzu ve isteklerine uyarak Kur'an'dan sapacak olursan, yemin olsun ki, o zaman seni Allah'ın gazabından kurtarabilecek ne bir dostun olur, ne de bir koruyucun!

Eğer inkârcılar, tabiatüstü güçleri olmayan ölümlü bir insan olduğun için seni reddediyorlarsa, şunu iyi bilsinler:
38 Gerçek şu ki, senden önce de nice elçiler göndermiş ve onlara da eşler ve çocuklar vermiştik. Dolayısıyla, bütün Peygamberler sizin gibi ölümlü birer beşerdir ve hiçbiri, insanüstü niteliklerle donatılmış değildir. Öyle ki, Allah izin vermedikçe, hiçbir Peygamberin kendiliğinden mucize gösterme gücü ve yetkisi yoktur. Mucizeler, ancak ilâhî hikmet uyarınca, ezelden takdir edilmiş plân çerçevesinde gerçekleşir. Çünkü her ecelin bir yazgısı vardır. Allah tarafından haber verilen tehdit ve müjdelerin her birinin ezelden belirlenmiş bir vakti, bir saati vardır. Şu da var ki:
39 İnsanların iyilik ve kötülük yönündeki tercihlerine göre, Allah onların başına gelecek iyi ve kötü olaylardan dilediğini iptal eder, dilediğini sabit bırakır. Çünkü varlık âleminin kaderinin kaydedildiği Ana Kitap O'nun katındadır. O dilediği hükmü, dilediği vakit, dilediği şekilde verir. Öyleyse, sen üzerine düşeni yap ve inkârcılara karşı verdiğin mücadelende Rabb'inin hükmüne teslim ol:
40 Onları tehdit ettiğimiz azap ve felâketlerin bir kısmını daha dünyadayken gerçekleştirerek özlemini çektiğin mutlu ve aydınlık günleri sana hemen göstersek de, çetin bir mücadelenin ardından seni vefat ettirerek mükâfatını âhirete ertelesek de, her iki durumda da senin görevin yalnızca hakikati tebliğ etmektir. Nihaî hesabı görmek ise Bize aittir. O hâlde, ey Müslüman! Emek ve gayretlerinin semeresini görüp görmeyeceğini hesaba katmadan Kur'an'ı duyurmaya, anlatmaya devam et. Bu uğurda can vermek gerekse bile, Allah yolunda mücadeleden vazgeçme! O zaman göreceksin ki, İslâm hızla yayılacak ve küfür cephesi gün be gün eriyip yok olacaktır:
41 Peki, inkârcılar görmüyorlar mı, Biz hüküm ve kudretimizle yeryüzüne gelip onu her yanından nasıl eksiltiyoruz? Yeryüzünü sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bırakarak, azap verici darbelerimizle onu nasıl sarstığımızı görmüyorlar mı? Bu dünyada insanı başarı ve yükselmeden sonra çöküşün, hayattan sonra ölümün, gurur ve ihtişamdan sonra alçalmanın, kemalden sonra zevalin beklediğini bilmiyorlar mı? Hal böyleyken, hakkı inkâr edenler, Allah'ın kendilerini alçaltmayacağından, hâkim konumundan mahkûm konumuna düşürmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar? Geçmişte büyük imparatorluklar kurmuş nice toplumların, azgınlıklarından dolayı yok edildiğini bilmiyorlar mı? Depremlerle, savaşlarla, toplumsal ve ekonomik krizlerle üzerlerindeki ablukayı her geçen gün nasıl daralttığımızı görmüyorlar mı? Servetine, gücüne, makamına, şöhretine aldanarak gurura kapılan nice zengin ve güçlü insanların, bugün toprak altında çürümeye terk edildiğini bilmiyorlar mı? Çevrelerinden, dost ve akrabalarından birer ikişer mezara yolladıkları insanların hâlini düşünüp ibret almıyorlar mı? Bütün bunlar, kendilerine yaklaşan felâketin yeteri kadar habercisi değil mi?

İyi bilin ki, her konuda son sözü söyleyen ve nihaî hükmü veren Allah'tır ve hiçbir güç, O'nun hükmünün önüne geçemez. Şunu da iyi bilin ki, Allah yeri ve zamanı geldiğinde hesap görmede çok hızlıdır. İstese, günah işledikleri anda zalimleri derhal yok edebilir. Fakat sonsuz merhameti sayesinde, tövbe etsinler diye onlara mühlet veriyor ve insanlık tarihinden ibret alarak düşünmelerini öneriyor:
42 Kendilerinden önceki çağlarda hüküm süren kâfirler de inananlara karşı türlü komplolar kurmuş, Allah'ın nurunu söndürmek için nice hileler düzenlemişlerdi. Fakat Allah, hiç ummadıkları bir anda tuzaklarını başlarına geçirerek hepsini helâk etmişti. O hâlde, inananları oyuna getirdiklerini zanneden bu zavallılar, aslında kendi kuyularını kazmak suretiyle ne büyük bir oyuna geldiklerini düşünmeli, müminleri aldatsalar bile Allah'ı asla aldatamayacaklarını anlamalıdırlar. Çünkü yaptıkları bütün hileler, Allah'ın kontrol ve gözetimi altındadır ve her şey O'nun bilgisi ve kudreti çerçevesinde cereyan etmektedir. Çünkü O her canlının neler yaptığını çok iyi bilmektedir. Evet, inananlara her türlü zulmü reva gören bugünkü kâfirler de, âhiret yurdunun mutlu sonu kimlerin olacakmış, yakında görecekler! Fakat şimdi, bakın neler söylüyorlar:
43 Ey Peygamber! Hakikati inkâr edenler, "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir elçi değilsin!" diyorlar. Onlara de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de Kitap hakkında bilgi sahibi olanlar! Allah, bana indirdiği Kur'an gibi apaçık bir mucizeyle benim Peygamber olduğuma şahitlik etmektedir. Dolayısıyla, Kur'an'ı inceleyip gereği gibi anlayanlar, kaçınılmaz olarak onun Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olduğuna şahitlik edeceklerdir. Nitekim Tevrat ve İncil'de de Hz. Muhammed'in Peygamberliğini müjdeleyen ayetler vardır. Bunları hakkıyla bilen insaf sahibi Yahudi ve Hristiyanlar da bu hakikati kabul ve itiraf etmektedirler."

 
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ 1
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ 2
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 3
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ 4
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 5
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ 6
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ 7
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ 8
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ 9
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ 10
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ 11
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ 12
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ 13
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ 14
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ 15
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ 16
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ 17
لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟ 18
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ 19
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ 20
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ 21
وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ 22
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ 23
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ 24
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ 25
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟ 26
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ 27
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ 28
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ 29
كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ 30
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ 31
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ 32
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ 33
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ 34
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ 35
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ 36
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ 37
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ 38
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ 39
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ 40
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 41
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ 42
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلاًۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ 43
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Elif, Lâm, Mîm, Râ. Ey insanoğlu! Senin çok iyi tanıdığın ve sürekli kullandığın basit harflerden oluştuğu hâlde, bir benzerini yapmakta bütün beşerin acze düştüğü bu ayetlere kulak ver:

Bunlar, insanlığı aydınlatmak üzere gönderilen son ilâhî Kitabın ayetleridir. Ve ey Muhammed! Hiç kuşkun olmasın, sana Rabb'inin katından gönderilenler gerçeğin ta kendisidir. Ne var ki, insanların çoğu bu apaçık hakikate iman etmiyor. Oysaki:
1
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
O Allah ki, gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltmiştir. Güneş, Ay ve gezegenler başta olmak üzere, uçsuz bucaksız uzay boşluğunda yüzen yıldızların ve güneş sistemlerinin oluşturduğu milyarlarca gökcismini, görebileceğiniz bir direk olmadan ve birbirlerine çarpmayacak şekilde, itme-çekme kanunlarıyla mükemmel bir sistem hâlinde düzenleyip boşlukta ve dengede tutan O'dur.

Ayrıca, kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturan ve her biri belirli bir vakte kadar yörüngelerinde akıp gitmekte olan Güneş'i ve Ay'ı insanlığın faydası için koyduğu kanunlara boyun eğdiren yine O'dur.

Ve gerek tabiat kanunları, gerekse inanç ve ahlâk kurallarıyla ilgili bütün işleri yönetip yönlendiren de O'dur.

İşte Allah, hiçbir şüpheye, kapalılığa meydan vermeyecek biçimde ayetlerini böyle açık ve net olarak ortaya koyuyor ki, bütün bunları yapan ve yaratan Rabb'inizin, ölümünüzden sonra sizi yeniden diriltmeye kadir olduğunu bilesiniz de, günün birinde hesap vermek üzere Rabb'inizin huzuruna çıkacağınıza yürekten inanasınız. O Allah ki:
2
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Yeryüzünü hayata elverişli bir şekilde yayıp döşeyen, oraya, başı bulutlara değen sarsılmaz dağlar yerleştiren, yemyeşil vadilerde dereler, çaylar ve ırmaklar akıtan, orada her renk ve her çeşit bitkiden erkekli dişili birer çift yaratan ve geceyi siyah bir tül gibi gündüzün üzerine örten, O'dur.

İşte bütün bu anlatılanlarda, hakikati anlamak amacıyla inceden inceye düşünen insanlar için Allah'ın Rab ve İlâh olarak varlığını ve birliğini, kudret ve merhametini gözler önüne seren nice deliller, ibretler ve dersler vardır. Öyle ki:
3
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Yeryüzünde, birbirine komşu oldukları hâlde, bitki örtüsü, doğal güzellikleri ve maden kaynakları bakımından farklı özellikler taşıyan toprak parçaları, bu topraklarda yetişen üzüm bağları, ekin tarlaları, bir kökten birkaç gövde halinde sürgün veren çatallı ve tek gövdeden oluşan çatalsız hurma bahçeleri var ki, bunların hepsi aynı topraktan, aynı havadan ve aynı sudan beslendiği hâlde, bir kısmının meyvelerini diğerlerinden daha lezzetli, daha üstün kılıyoruz.

İşte bunlarda da, aklını kullanan bir toplum için ilâhî sanatın hayranlık verici güzelliklerini ortaya koyan nice ibret verici mucizeler, nice deliller vardır.
4
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Nasıl, bu muhteşem güzellikler karşısında hayrete düştün, değil mi? Fakat bunlar ne kadar hayranlık vericiyse, inkârcıların, "Ne yani, biz mezarlarda çürüyüp toprak olduktan sonra mı yeniden diriltilecekmişiz? Hiç öyle şey olur mu?" şeklindeki iddiaları da en az bunun kadar hayret ve dehşet vericidir.

İşte bu iddiada bulunanlardır, sonsuz hikmet, adalet ve kudret sahibi olan Rab'lerini inkâr edenler. İşte bunlardır, boyunlarına kibir, cehalet, ihtiras, inat ve önyargı kelepçeleri vurulmuş olanlar. Ve işte bunlardır, günahlarının cezasını çekmek üzere ebediyen cehennemde kalacak olanlar.
5
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ey Peygamber! Senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük getirmeni istiyorlar. İnkârcılar, senin onlara teklif ettiğin iyilikleri arzu edecekleri yerde, sana karşı küstahça meydan okuyarak bir an önce başlarına azabı getirmeni istiyorlar. Oysa kendilerinden önce buna benzer nice ibret verici örnekler gelip geçmişti. Onlardan ibret alsınlar da, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip tövbe etsinler. İşte o zaman, o ana kadar işlemiş oldukları bütün günahları bağışlanacaktır. Çünkü senin Rabb'in, bunca zulümlerine rağmen insanlara karşı çok merhametli, çok bağışlayıcıdır. Bununla birlikte, O'nun azabı da çok şiddetlidir! İşte bunca apaçık mucizeler gözler önünde dururken:
6
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟
İnkârcılar, "Mademki Muhammed Peygamber olduğunu iddia ediyor, o hâlde ona Rabb'inden bizim istediğimiz türden bir mucize indirilseydi ya!" diyerek, senden olağanüstü şeyler yapmanı bekliyorlar. Oysa sen yalnızca bir uyarıcısın. Nitekim insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş her toplumun bir uyarıcı rehberi vardır. Eğer gerçekten mucize istiyorlarsa, şuna baksınlar:
7
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
Allah, her dişi varlığın karnında neler taşıdığını ve rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını, ne zaman ve nasıl doğum yapacağını bilir. Bütün bu harika işleri yaratan ve yöneten sadece O'dur. Çünkü Allah katında her şey, belli bir amaç ve ölçüye göre takdir edilmiştir. Öyle ki:
8
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ
O, yaratılmışların algılama sınırları ötesindeki âlem olan gayb'ı da, duyularla kavranabilen şehadet âlemini de bilir. Gerçek anlamda büyüklük ve yücelik yalnızca O'na aittir ve O, beşeri ölçülerle tanımlanabilecek her şeyin üzerinde ve ötesindedir.
9
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
Allah'ın ilmine göre, içinizden birinin niyet ve sözlerini gizlemesiyle onu açığa vurması birdir. Yine sizden birinin gecenin karanlıklarında saklanmasıyla güpegündüz ortalıkta gezip dolaşması arasında da hiçbir fark yoktur. O, tüm varlıkları tam olarak ve görür ve her hallerini en mükemmel şekilde bilir.
10
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
İnsanoğlunun önünde ve arkasında, etrafını çepeçevre kuşatan ve her attığı adımda onu bir gölge gibi takip eden görevli melekler vardır. Onlar, Allah'ın emriyle onu koruyup gözetir ve tüm davranışlarını bir bir kaydederler. Ve bütün bunlar, ilâhî yasalar çerçevesinde cereyan eder. İnsanın toplumsal ve bireysel hayatına yön veren bu yasalara göre, bir toplum kendi özündeki nitelikleri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu —ister iyilik ister kötülük yönünde olsun— değiştirmez. O hâlde kötülüğü tercih edenler, tercih ettikleri yönde değişime uğramaya mahkûmdurlar. Zira Allah, yaptıkları kötülükler sebebiyle bir toplumu cezalandırmaya karar verdi mi, hiçbir şey bunun önüne geçemez ve hiç kimse onları Allah'a karşı koruyamaz!
11
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ
Hem korku, hem de bereketli yağmurları müjdeleyen bir ümit kaynağı olarak, size şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren O'dur.
12
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ
Gök gürültüsü de, evrendeki tüm varlıklar gibi Allah'ı övgüyle tesbih etmekte ve yürekleri hoplatan korkunç gürlemesiyle, Allah'ın yüceliğini, kudret ve azametini tüm evrene ilan etmekte, O'nun hiçbir bakımdan noksanı ve hiçbir şekilde ortağı olmadığını haykırmaktadır. Müşriklerin ilâh diye tapındığı melekler de, Allah'ın heybetinden ürpererek, O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih etmektedirler. Ve Allah, gökten yıldırımlar göndermekte ve onlarla dilediğini çarpmaktadır. İşte bütün bunlar olup biterken, onlar hâlâ Allah'ın yüceliği, kudret ve azameti hakkında tartışıp duruyorlar. Oysa Allah, ilâhî plân gereğince, zalimlerin hilelerini başlarına geçirip onları cezalandırmada müthiş bir kudrete sahiptir!
13
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Kabul edilip karşılık görecek olan gerçek dua, ancak Allah'a yapılan dua ve yakarışlardır ve huzurunda el açıp kendisine yalvarılmaya lâyık olan kudret, yalnızca O'dur. İnkârcıların, Allah'ın yanı sıra kendilerine yakardıkları sözde tanrılar ve yüceltip ilâhlaştırdıkları liderler ise, onların dua ve yakarışlarına hiçbir şekilde karşılık veremezler; Allah'tan başkasına yalvaranların durumu, tıpkı sular gelip ağzına dökülsün diye avuçlarını açıp suya doğru uzatan susamış bir kimsenin hâline benzer ki, zavallı adam bu durumda ne kadar beklerse beklesin, suyu avuçlayıp ağzına götürmedikçe, su kendiliğinden gelip onun ağzına girmeyecektir. İşte kâfirlerin duası da, aynen böyle hedef ve amacını şaşırarak boşa gitmeye mahkûmdur. Hâlbuki:
14
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ
Göklerde ve yerde bulunan melek, insan, cin, hayvan ve benzeri bütün varlıklar, ya müminlerde ve meleklerde olduğu gibi isteyerek yahut bağlı oldukları fiziksel ve toplumsal ilkelere farkında olmadan uymak zorunda olan kâfirler, hayvanlar ve diğer varlıklarda olduğu gibi mecburen Allah'a boyun eğmektedirler. Ve sadece kendileri değil, onların gölgeleri de sabah akşam uzayıp kısalmak suretiyle, Allah'ın evrene yerleştirdiği fiziksel yasalara harfiyen boyun eğmektedirler.
15
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Bütün bunlara rağmen Allah'ın ayetlerine boyun eğmemekte ısrar eden zalimlere de ki: "Söyleyin, göklerin ve yerin sahibi, efendisi, Rabb'i kimdir?" Cevabı bizzat kendin vererek, "Allah'tır!" de. Yine de ki: "Öyle iken, siz O'nu bırakıp da, O izin vermedikçe kendilerine bile herhangi bir fayda veya zarar veremeyen birtakım sözde ilâhları ve tanrılaştırılmış liderleri, yöneticileri sizin adınıza karar verecek dostlar mı edindiniz?" De ki: "Gönlü ve vicdanı kör olan kimseyle, aklını kullanarak hakikati gören kimse bir olur mu? Yahut inkâr ve cehaletin yol açtığı karanlıklarla, iman ve İslâm'ın ortaya koyduğu aydınlık eşit olur mu?"

Bu ne gaflet, bu ne aldanmışlıktır? Yoksa onlar Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratabilen birtakım ortaklar buldular da, bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? Allah'ın yaratışı ile bu sözde ilâhların yaratışını birbirine karıştırdılar da, bu yüzden şüpheye mi düştüler? Onlara de ki: "Allah'tır her şeyi yaratan. O, eşi benzeri olmayan bir tek ilah, bir tek Rabdir, mutlak kudret ve egemenlik sahibidir."
16
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ
O Allah ki, gökten sağanak sağanak su indirir de, yağmura susamış nehir yataklarından her biri kendi ölçüsünce çağlayıp akar. Bu sayede, kurumuş toprak suya kanar, susuzluktan kavrulan varlıklar yeniden hayata kavuşur. Ve coşup dalgalanan sular, yüzeye çıkan köpükleri ve istenmeyen çerçöpü silip süpürür ve geriye tertemiz, berrak su kalır. İşte Kur'an da böyle gökten inen yağmura benzer ki, her mümin kendi ölçüsünde ondan feyiz alır ve ölü kalpler, inkâr ve cehalet kirlerinden arınarak hayat bulur.

Süs eşyası veya alet yapmak amacıyla ateşte eritilen altın, gümüş, bakır ve benzeri madenlerin üzerinde de buna benzer bir tortu meydana gelir. Saf ve kaliteli maden elde etmek için onları tortularından arındırmak gerekmekte, bunun için de madenler yüksek ateşte eritilerek ‘imtihana' tâbi tutulmaktadır.

İşte Allah, hak ile batılı böyle ibret verici örneklerle gözler önüne seriyor: Her iki örnekte sözü edilen köpük, çabucak yok olup gider ki batıl böyledir. İnsanlara fayda veren şeylere gelince, o da sapasağlam yerinde kalır.

Allah, ayetlerini anlayasınız diye size böyle açık ve anlaşılır misaller verir. Böylece, birçok hakikati ortaya koyan canlı örneklerle sizleri güzele ve doğruya dâvet eder:
17
لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟
Rab'lerinin çağrısına koşanlara, en güzel ödül olan cennet verilecektir. Bu çağrıdan yüz çevirenlere gelince, onlar da öyle dehşet verici bir azapla yüz yüze gelecekler ki, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların elinde olsaydı, bu azaptan kurtulmak için hepsini feda etmek isteyeceklerdi. İşte onları, çetin bir hesaplaşma bekliyor. Varacakları yer cehennemdir, o ne kötü bir barınaktır!
18
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
Öyle ya, sana Rabb'inden indirilen bu muhteşem ayetlerin hak olduğunu bilen kimse, aklı ve sağduyusu kör olan kimse gibi olur mu? Elbette olmaz! Fakat bunu ancak, akıl sahipleri düşünüp anlayabilir.
19
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ
Onlar, Allah'a verdikleri söze bağlı kalan ve insanlarla yaptıkları antlaşmaları da bozmayan kimselerdir.
20
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ
Onlar, akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı göstererek Allah'ın geliştirilmesini emrettiği ilişkileri geliştirip canlandıran, Rab'lerine karşı yürekleri saygıyla titreyen ve mahşer gününde kötü bir şekilde hesaba çekilmekten korkarak, o gün gelip çatmadan önce kendilerini hesaba çeken kimselerdir.
21
وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ
Yine onlar, arzu ve şehvetlerini gerektiğinde dizginlemesini bilen, Rab'lerinin hoşnutluğunu kazanmak için verdikleri mücadelede, başlarına gelebilecek belâ ve musibetler karşısında direnerek sabreden, Müslümanlığın vazgeçilmez şartı olan namazı gereği gibi dosdoğru ve aksatmadan kılan, kendilerine bahşettiğimiz güzel nimetlerden bir kısmını, çoğu zaman gizlice ve bazen de başkalarını buna teşvik etmek için açık olarak Allah yolunda harcayan ve kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, aksine, kötülüğü iyilikle gideren kimselerdir. İşte âhiret yurdunun mutlu sonu onların olacaktır!
22
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ
O yurt, sonsuz mutluluk diyarı olan Adn cennetleridir ki, hem kendileri girecek oraya, hem de kendileri gibi dürüst ve erdemlice yaşamış olan ataları, eşleri, çocukları ve diğer bütün sevdikleri. Ve cennetin her kapısından, akın akın melekler yanlarına gelecek ve onları şu tebriklerle karşılayacaklar:
23
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ
"Dünyada gösterdiğiniz sabrın karşılığı olarak, ebedî huzur, esenlik ve selâm size olsun! Bakın, ne güzelmiş âhiret yurdunun mutlu sonu!"
24
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Öte yandan, Allah'a elçileri aracılığıyla vermiş oldukları sözü, hem de onu yeminleriyle pekiştirdikleri hâlde bozan, insanın gerek Rabb'iyle, gerek içinde yaşadığı toplumla ve gerekse diğer varlıklarla kurması gereken sevgi ve şefkate dayalı ilişkileri baltalamak suretiyle, Allah'ın geliştirilmesini emrettiği ilişkileri kesip atan ve yeryüzünde fesada, yozlaşmaya yol açarak bozgunculuk yapanlara gelince, onlara dünyada da âhirette de lânet vardır ve yurdun kötüsü olan cehennem onların sonu olacaktır! Onlar, dünyada sahip oldukları güç ve servetle şımarıp aldanmışlardı. Oysaki:
25
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟
Dilediğine bolca rızık bahşeden ve dilediğine de rızkı sınırlı ölçüde veren Allah'tır. O hâlde, sahip olduğu nimetlerden dolayı hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Ama inkârcılar, bu tür nimetlere sahip olmayı üstünlük ölçüsü gördüler ve dünya hayatının gelip geçici zenginlik ve refahıyla şımarıp huzur ve mutluluğu onda aradılar. Oysa dünya hayatı, âhiretin sonsuz nimetlerine nazaran birkaç lokmalık bir yol azığından başka bir şey değildir.
26
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ
Ey Muhammed! Kur'an gibi apaçık mucize ortada dururken, yine de kalkmışlar, "Ona Rabb'inden bizim istediğimiz türden bir mucize gönderilmeli değil miydi?" diyorlar. Onlara de ki: "Siz kibir ve inadı terk edip samimî olarak hakikate yönelmediğiniz sürece, göreceğiniz hiçbir mucize sizi imana sevk etmeyecektir. Şüphesiz Allah, sapıklığa düşmek isteyenleri saptırır ve ancak doğruya, gerçeğe ulaşmak amacıyla kendisine yönelen kimseleri doğru yola iletir.
27
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
Onlar, Rab'lerine yürekten iman eden ve Allah'ın öğüt ve uyarılarla dolu Zikri ve en büyük mucizesi olan Kur'an sayesinde akılları ve kalpleri doyuma ulaşan, huzura kavuşan kimselerdir. Onlar Kur'an'dan daha açık, daha ikna edici bir mucize olamayacağını bilen ve kalpleri ancak onunla tatmin bulup sükûnete kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki, kalpler ancak Allah'ın Zikri ve en büyük mucizesi olan bu Kur'an sayesinde şüphelerden arınır, inkâr ve nifak hastalılarından, ruhsal çalkantılardan kurtulur ve gerçek anlamda mutluluk ve huzura kavuşabilir! Allah'ı zikreden, O'nu duyumsayan gönüller, varlık âleminde yalnız olmadıklarını bilir, daima O'nun yakınında ve himayesinde olduklarını hissederler. Allah'ın zikriyle, O'nun gönderdiği Kur'an mucizesiyle doyuma ulaşmayan kalplerin, başka bir şeyle huzur ve itminan bulmasına imkân yoktur! Öyleyse:
28
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ
Ne mutlu, Kur'an'ın rehberliğinde iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara! Çünkü sonsuz bir mutluluk ve muhteşem nimetlerle bezenmiş harika bir yurt onları bekliyor!
29
كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ
İşte böylece ey Muhammed, seni, kendilerinden önce nice medeniyetler, nice toplumlar gelip geçmiş olan inkârcı bir topluma elçi olarak gönderdik ki, sana gönderdiğimiz bu Kur'an ayetlerini onlara okuyup kendilerini doğru yola çağırasın. Ama onlar bu çağrıya kulak verecekleri yerde, gönderdiği mesajı reddederek Rahman'ı inkâr ediyorlar. Onlara de ki: "O, benim hayatımı düzenleme yetkisine sahip yegâne Sahibim, Efendim ve Rabb'imdir. O'ndan başka hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur. Ben yalnızca O'na güvenir, tüm ruhum ve benliğimle yalnızca O'na yönelirim."

Eğer inkârcılar mucize istiyorlarsa, bu Kur'an öyle büyük bir mucizedir ki:
30
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟
Eğer kendisiyle dağların yerlerinden koparılıp yürütüldüğü veya yeryüzünün paramparça edildiği yahut ölülerin diriltilip konuşturulduğu bir kitap olsaydı, işte o ancak bu Kur'an olurdu. Evet, her konuda olduğu gibi, mucize gönderme konusunda da emretme ve karar verme yetkisi yalnızca Allah'a aittir. O, gönlünü hidayete kapamış olanların dağların yürütülmesi, yerin parçalanması, ölülerin diriltilmesi gibi gözlere ve duyulara hitabeden mucizeler görmekle iman etmeyeceklerini, etseler bile böyle bir imandan hayır gelmeyeceğini elbette biliyor. Bu yüzden de, akla, vicdana ve gönüllere seslenen Kur'an'ın ortaya koyduğu hakikatleri kavramak suretiyle, akıl ve sağduyularını kullanarak iman etmelerini istiyor. İşte bunu yaptıkları takdirde, o bekledikleri mucizelerin Kur'an mucizesi yanında ne kadar basit, ne kadar sönük kaldığını görecekler ve o zaman kalpler, Allah'ın zikri olan Kur'an sayesinde sarsılmaz bir imana kavuşarak, gerçek anlamda huzur ve mutluluğa ulaşacaktır. O hâlde müminlerin yapması gereken, Kur'an'ı okumak, öğrenmek, hayata yansıtmak ve tüm insanlığa duyurmak olmalıdır. Yine de inkârda diretenler olursa, onları inandırmak için mucizeler ve kerametler peşinde koşmaya ne gerek var?

İman edenler hâlâ şu gerçeği anlamadılar mı ki, eğer Allah herkesin zoraki iman etmesini isteseydi, bütün insanlığı derhal doğru yola iletirdi? İletmediğine göre, demek ki onların kendi iradelerini özgürce kullanarak, bilerek ve isteyerek iman etmelerini istiyor. Fakat eğer iman etmezlerse, Kur'an'ı inkâr etmekte direten bu zalimlerin başına, yaptıkları kötülükler yüzünden toplumsal ve ruhsal bunalımlar, siyasi ve ekonomik çalkantılar, büyük savaşlar ve benzeri felâketler gibi büyük belâlar yağmaya, ya da kendi yurtlarına olmasa bile, yurtlarının hemen yakınlarına konmaya —Allah'ın vaadi olan ölüm veya kıyamet vakti gelip çatıncaya kadar— devam edecektir. Hiç kuşkusuz Allah, verdiği sözden asla caymaz.
31
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
Ey şanlı Elçi! İnkârcıların alay ve işkenceleri seni üzmesin. Senden önceki elçilerle de alay edilmişti ve ben de inkâr edenlere birazcık mühlet tanımış, sonra da hepsini azabımla kıskıvrak yakalayıvermiştim! İşte o zaman gördüler, benim cezalandırmam nasılmış!
32
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Öyle ya, her bir canlının yapıp ettiğini görüp gözetleyen Allah, hiçbir şeye güç yetiremeyen yaratılmışlarla bir tutulabilir mi? Elbette tutulamaz! Fakat bazı cahiller, Allah'ın yarattığı varlıkları mutlak itaat makamına yücelterek Allah'a ortaklar koşuyorlar. Onlara de ki: "Eğer Allah birtakım varlıkları kendisine ortak edindiyse, onların isimlerini ve özelliklerini bize söyleyin de bunları biz de tanıyalım. Mesela onların arasında, her benlik sahibinin yapıp ettiklerini kontrol eden bir yaratıcı var mı? Böyle birileri var da, Allah'ın bundan haberi mi yok? Yoksa siz, göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Yoksa öylesine lâf olsun diye mi bu iddiaları ortaya atıyorsunuz?" Hayır, işin aslı şu ki, şirk düzeninin önderleri, halk üzerinde güçlü bir etki uyandırmak için birtakım sahte ilâhlar, kurtarıcılar icat ettiler. Böylece halkın sırtından büyük bir nüfuz, güç ve servet elde eden küfrün elebaşları, uydurdukları ilâhların adını da kullanarak, bilinçli ve plânlı bir şekilde insanları saptırmaya, Allah'ın mutlak egemenliğine dayalı bir toplum düzeninin kurulmasını engellemek için mücadeleye giriştiler. Bunun sonucunda, Allah'ın koyduğu yaratılış kanunları devreye girdi: Bu kâfirlerin kurdukları sinsi plânları ve hileleri, zamanla kendilerine çekici göründü ve dünyanın cazibesine kapılarak bile bile kötülüğü tercih eden bu insanlar, ilâhî yasalar uyarınca doğru yoldan alıkonuldular. Fakat tövbe etmek için hâlâ fırsatları var. Bunun için tek yapmaları gereken, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip samimî olarak Allah'a yönelmektir. Zira unutmayın ki, Allah kimi sapıklık içinde bırakırsa, O'ndan başka hiç kimse onu doğru yola iletemez. Ve eğer tövbe etmeyecek olurlarsa:
33
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Onlara daha bu dünya hayatında, ruhsal doyumsuzluktan kaynaklanan bir huzursuzluk, güvensizlik, bireysel ve toplumsal bunalımlar, çalkantılar... şeklinde ortaya çıkacak bir azap vardır. Âhiret azabı ise çok daha şiddetlidir. Onların, kendilerini Allah'ın azabına karşı koruyacak hiçbir yardımcıları da olmayacaktır. İman edenlere gelince:
34
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ
Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselere söz verilen cennetin misali şöyledir: Öyle harika bir bahçe ki, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldamaktadır. Bu bahçenin meyveleri, dünya meyveleri gibi belli bir mevsime mahsus ve gelip geçici değil, ebedîdir, gölgelikleri de daima huzur ve mutluluk verici bir serinliktedir. İşte bu, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek çirkin davranışlardan uzak durmaya çalışan takva sahiplerinin mutlu sonudur. Hakikati inkâr eden nankörlerin sonu ise, derileri yakıp kavuran bir ateştir!
35
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ
Sizden önce, kendilerine Tevrat, Zebur ve İncil adındaki kutsal kitapları emanet ettiğimiz kimselerden insaf ve adalet sahibi olanlar, sana gönderilen Kur'an ayetlerini işittikleri zaman, önceki kitaplarla aynı kaynaktan gelen bu ayetlerden dolayı büyük bir sevinç ve coşku duyarlar. Allah'ın ayetlerine ve son Elçisine yürekten iman eden bu insanlar, sizin din kardeşlerinizdir. Fakat hak dini reddederek çeşitli mezheplere, farklı görüşlere ve ideolojilere ayrılmış olan gruplar içerisinden, batıl düşüncelerini destekleyecek biçimde yorumladıkları Kur'an ayetleri kabul edip de onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. Ey Müslüman, cehennemi hak eden bu nankörlere de ki: "Ben yalnızca Allah'a kulluk etmekle ve hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamakla emrolundum. İşte ben, hepinizi O'na kul olmaya çağırıyor ve ancak O'na yöneliyorum."
36
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
Ey Muhammed! İşte böylece biz, Kur'an'ı önce kendi halkına, sonra onlar aracılığıyla tüm insanlığa tebliğ edebilmen için onu Arapça bir hüküm ve hikmet kitabı olarak indirdik. Sana Rabb'inden ilim geldikten sonra, eğer o zalim insanların şeytanî arzu ve isteklerine uyarak Kur'an'dan sapacak olursan, yemin olsun ki, o zaman seni Allah'ın gazabından kurtarabilecek ne bir dostun olur, ne de bir koruyucun!

Eğer inkârcılar, tabiatüstü güçleri olmayan ölümlü bir insan olduğun için seni reddediyorlarsa, şunu iyi bilsinler:
37
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
Gerçek şu ki, senden önce de nice elçiler göndermiş ve onlara da eşler ve çocuklar vermiştik. Dolayısıyla, bütün Peygamberler sizin gibi ölümlü birer beşerdir ve hiçbiri, insanüstü niteliklerle donatılmış değildir. Öyle ki, Allah izin vermedikçe, hiçbir Peygamberin kendiliğinden mucize gösterme gücü ve yetkisi yoktur. Mucizeler, ancak ilâhî hikmet uyarınca, ezelden takdir edilmiş plân çerçevesinde gerçekleşir. Çünkü her ecelin bir yazgısı vardır. Allah tarafından haber verilen tehdit ve müjdelerin her birinin ezelden belirlenmiş bir vakti, bir saati vardır. Şu da var ki:
38
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ
İnsanların iyilik ve kötülük yönündeki tercihlerine göre, Allah onların başına gelecek iyi ve kötü olaylardan dilediğini iptal eder, dilediğini sabit bırakır. Çünkü varlık âleminin kaderinin kaydedildiği Ana Kitap O'nun katındadır. O dilediği hükmü, dilediği vakit, dilediği şekilde verir. Öyleyse, sen üzerine düşeni yap ve inkârcılara karşı verdiğin mücadelende Rabb'inin hükmüne teslim ol:
39
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ
Onları tehdit ettiğimiz azap ve felâketlerin bir kısmını daha dünyadayken gerçekleştirerek özlemini çektiğin mutlu ve aydınlık günleri sana hemen göstersek de, çetin bir mücadelenin ardından seni vefat ettirerek mükâfatını âhirete ertelesek de, her iki durumda da senin görevin yalnızca hakikati tebliğ etmektir. Nihaî hesabı görmek ise Bize aittir. O hâlde, ey Müslüman! Emek ve gayretlerinin semeresini görüp görmeyeceğini hesaba katmadan Kur'an'ı duyurmaya, anlatmaya devam et. Bu uğurda can vermek gerekse bile, Allah yolunda mücadeleden vazgeçme! O zaman göreceksin ki, İslâm hızla yayılacak ve küfür cephesi gün be gün eriyip yok olacaktır:
40
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Peki, inkârcılar görmüyorlar mı, Biz hüküm ve kudretimizle yeryüzüne gelip onu her yanından nasıl eksiltiyoruz? Yeryüzünü sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bırakarak, azap verici darbelerimizle onu nasıl sarstığımızı görmüyorlar mı? Bu dünyada insanı başarı ve yükselmeden sonra çöküşün, hayattan sonra ölümün, gurur ve ihtişamdan sonra alçalmanın, kemalden sonra zevalin beklediğini bilmiyorlar mı? Hal böyleyken, hakkı inkâr edenler, Allah'ın kendilerini alçaltmayacağından, hâkim konumundan mahkûm konumuna düşürmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar? Geçmişte büyük imparatorluklar kurmuş nice toplumların, azgınlıklarından dolayı yok edildiğini bilmiyorlar mı? Depremlerle, savaşlarla, toplumsal ve ekonomik krizlerle üzerlerindeki ablukayı her geçen gün nasıl daralttığımızı görmüyorlar mı? Servetine, gücüne, makamına, şöhretine aldanarak gurura kapılan nice zengin ve güçlü insanların, bugün toprak altında çürümeye terk edildiğini bilmiyorlar mı? Çevrelerinden, dost ve akrabalarından birer ikişer mezara yolladıkları insanların hâlini düşünüp ibret almıyorlar mı? Bütün bunlar, kendilerine yaklaşan felâketin yeteri kadar habercisi değil mi?

İyi bilin ki, her konuda son sözü söyleyen ve nihaî hükmü veren Allah'tır ve hiçbir güç, O'nun hükmünün önüne geçemez. Şunu da iyi bilin ki, Allah yeri ve zamanı geldiğinde hesap görmede çok hızlıdır. İstese, günah işledikleri anda zalimleri derhal yok edebilir. Fakat sonsuz merhameti sayesinde, tövbe etsinler diye onlara mühlet veriyor ve insanlık tarihinden ibret alarak düşünmelerini öneriyor:
41
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ
Kendilerinden önceki çağlarda hüküm süren kâfirler de inananlara karşı türlü komplolar kurmuş, Allah'ın nurunu söndürmek için nice hileler düzenlemişlerdi. Fakat Allah, hiç ummadıkları bir anda tuzaklarını başlarına geçirerek hepsini helâk etmişti. O hâlde, inananları oyuna getirdiklerini zanneden bu zavallılar, aslında kendi kuyularını kazmak suretiyle ne büyük bir oyuna geldiklerini düşünmeli, müminleri aldatsalar bile Allah'ı asla aldatamayacaklarını anlamalıdırlar. Çünkü yaptıkları bütün hileler, Allah'ın kontrol ve gözetimi altındadır ve her şey O'nun bilgisi ve kudreti çerçevesinde cereyan etmektedir. Çünkü O her canlının neler yaptığını çok iyi bilmektedir. Evet, inananlara her türlü zulmü reva gören bugünkü kâfirler de, âhiret yurdunun mutlu sonu kimlerin olacakmış, yakında görecekler! Fakat şimdi, bakın neler söylüyorlar:
42
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلاًۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
Ey Peygamber! Hakikati inkâr edenler, "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir elçi değilsin!" diyorlar. Onlara de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de Kitap hakkında bilgi sahibi olanlar! Allah, bana indirdiği Kur'an gibi apaçık bir mucizeyle benim Peygamber olduğuma şahitlik etmektedir. Dolayısıyla, Kur'an'ı inceleyip gereği gibi anlayanlar, kaçınılmaz olarak onun Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olduğuna şahitlik edeceklerdir. Nitekim Tevrat ve İncil'de de Hz. Muhammed'in Peygamberliğini müjdeleyen ayetler vardır. Bunları hakkıyla bilen insaf sahibi Yahudi ve Hristiyanlar da bu hakikati kabul ve itiraf etmektedirler."

 
43

Sureler

Mealler