Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Ey insanlar! Hepinizi aynı özden, aynı cevherden meydana getirerek sizi bir tek candan yaratan, ilk insan olan Âdem'i topraktan yarattıktan sonra ondan bir parça ve onun tamamlayıcısı olmak üzere Havva adındaki eşini var eden ve bu ikisinden pek çok erkek ve kadınlar üretip yeryüzüneyayan Rabb'inize karşı sorumlu, saygılı, bilinçli, duyarlı ve takvalı davranın! Hepinizi aynı ailenin eşit haklara sahip üyeleri olarak yaratan ve kardeşlik bağıyla birbirinize bağlayan Rabb'inizin emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle kendinizi dünyada kötülük ve günahlardan, âhirette azaba uğramaktan koruyun! Dilleri, renkleri, ırkları farklı da olsa, bütün insanların kardeş olduğunu bilin ve sakın kardeşlerinize zulmetmeyin! Hiç kimseyi ırkından, cinsiyetinden, renginden dolayı aşağılamayın veya yüceltmeyin! Unutmayın ki, ilâhî değer ölçülerine göre yegâne üstünlük ölçüsü, doğru inanç ve güzel ahlak sahibi olmaktır. O halde, Allah'ın kulları olarak sizlere yakışan, gerçek Rabb'inizi tanımak ve kardeşleriniz arasında insani ilişkilerinizi geliştirip barış ve huzur içerisinde yaşamaktır.

Evet; "Allah aşkına, Allah şahittir ki, Allah'a yemin olsun!" gibi sözlerle kendisinin adını anmak suretiyle yeminler edipbirbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'a karşı sorumlu, saygılı, bilinçli, duyarlı ve takvalı davranın! Emirlerine sımsıkı sarılarak kötülüğün, günahın her çeşidinden titizlikle sakının! Ve özellikle de, aranızdaki akrabalık bağlarını koruyup gözetin. Gerek yakın gerek uzak olsun, hısım ve akrabayla ilişkiyi koparmamaya özen gösterin. İyi ve kötü günlerinde mutlaka yanlarında bulunarak acılarını ve mutluluklarını paylaşın. Akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı gösterin. Gerek aile içi bağlılıkları, gerek toplumsal barış ve dayanışmayı sağlamaya yönelik ilişkileri koruyup geliştirmeye çalışın.

Unutmayın ki, Allah üzerinizde gözetleyicidir. Her hâl ve hareketinizi görmektedir ve yaptığınız her şeyin hesabını mutlaka soracaktır.

İşte bu gerçeği hep hatırınızda tutarak zayıf ve çaresiz kimselere kol kanat gerin, özellikle de yetimlerin hakkını çiğnememeye büyük özen gösterin:
2 Şayet vefat eden akrabalarınız tarafından size emanet edilmiş yetim çocuklar ve onlara ait mal mülk varsa, gerekli yaş ve olgunluğa ulaştıklarında o yetimlere mallarını geri verin. Sakın ola ki, helâl kazanç yerine haramı tercih edip de pis olanı temiz olanla değiştirmeyin; örneğin yetimin malını hileli yollarla kendi malınıza katıp yemeyin! Aman dikkat edin; bu gerçekten çok büyük bir günahtır! Ayrıca savaş, saldırı, doğal afet ve benzeri sebeplerle sahipsiz kalmış kimsesiz, dul ve yetimleri gözetip kollayın, onların güzelce yetiştirilip topluma kazandırılması için devlet bütçesinden özel bir fon ayırın. İslam toplumunun yöneticileri ve aile büyükleri, her hak sahibine hakkının verilmesi için gereken tedbirleri alsınlar.

İslâm öncesi dönemde insanlar, vefat eden akrabaları tarafından kendilerine emanet edilen dul kadınlarla ve yetim kızlarla sırf onlara kalan mirasa sahip olabilmek için evleniyor, fakat hak ettikleri sevgi ve yakınlığı onlara gösteremeyerek adaletsiz davranıyorlardı. Bu şekilde beş-on dul veya yetim kızla evli olan kimseler vardı. Allah, suistimal ve haksızlıklara zemin hazırlayan bu tür evlilikler yerine, müminlerin kendi velayet ve kontrolleri altında olmayan, evliliğe özgürce karar verebilecek ve kendi haklarını savunabilecek diğer yetişkin kadınlarla evlenmelerini tavsiye eden aşağıdaki âyetleri gönderdi:
3 Eğer gözetiminiz altında bulunan yetim kızlarla evlendiğiniz takdirde, bu güçsüz ve korumasız biçareler hakkında adaleti gözetemeyeceğinizden korkuyorsanız –ki böyle kimsesiz, sahipsiz kadınlara karşı genellikle adalet gözetilmemektedir– o zaman gözetiminiz altındaki yetim kızlarla değil, size helâl olan ve hoşunuza giden diğer yetişkin hür veya köle kadınlardan ikisi, üçü veya en fazla dördü ile evlenin. İslam toplumunun yöneticileri, bu konuda haksızlıklara kapı açabilecek uygulamaları engellemek üzere tedbir almalı, zaman ve zeminin şartlarına göre gerekli düzenlemeleri yapmalıdırlar. Bunun için, belli şartlar altında birden fazla evliliğe de izin verilmelidir. [49]

Bununla birlikte, eğer birden fazla kadınla evlendiğiniz takdirde onlar arasında eşitlik ve adaleti yerine getiremeyeceğinizden endişe ederseniz ―ki bu durumda adaletin sağlanması gerçekten çok zordur― o zaman sadece bir tane hür kadınla veya sahip olduğunuz savaş esiri cariye [50] ile yetinmelisiniz. [51] İşte bu tek eşliliğe dayalı evlilik modeli, hanımlarınıza karşı haksızlık yapmamanız ve mutlu, huzurlu bir yuva kurabilmeniz için size tavsiye edilen en ideal ve en uygun aile düzenidir.
4 Evleneceğiniz kadınlara, nikâh bedeli olan mehirlerini Allah'ın emrettiği meşru bir hak olarak gönül hoşluğuyla verin. Bununla beraber, mehrin bir kısmını size kendi arzularıyla bağışlarlarsa, onu da alıp gönül huzuruyla yiyebilirsiniz.
5 Aslında himayeniz altındaki yetim ve dullara ait olan, fakat korumanız ve işletmeniz için Allah'ın sizin sorumluluğunuza emanet ettiği mallarınızı, küçük yaştaki yetim çocuklar, zihinsel özürlüler, bakıma muhtaç kimseler gibi henüz o malları çekip çevirebilecek olgunluğa erişmemiş kimselere vermeyin. Fakat onları muhtaç durumda da bırakmayın. Omalları işleterek elde edeceğiniz gelirle, onların yeme içme ve giyim kuşam gibi ihtiyaçlarını karşılayın. Bu arada, iyiliklerinizin altında ezilmemeleri için onlara gönül alıcı, tatlı ve güzel sözler söyleyin.
6 Himayeniz altında bulunan yetimleri, evlenebilecekleri yaşa gelinceye kadar mali, hukuki, ailevi vb. işlerini çekip çevirebilecek olgunluğa ulaşıp ulaşmadıklarını öğrenmek amacıyla,zaman zaman kendilerine önemli sorumluluklar yükleyerek deneyin.

Yeterli bir olgunluğa ulaştıklarına kanaat getirdiğiniz zaman da, mallarını onlara geciktirmeden verin.

Sakın ola ki, büyüyecekler demallarını elimizden alacaklar diye alelacele ve bol keseden harcayarak onların mallarını yiyip bitirmeye kalkmayın!

Eğer yetimlere bakmakla yükümlü kişi zengin ise, onların malını yemekten her halükârda kaçınsın! Ama eğer fakir ise, bumalı korumak ve geliştirmek için gösterdiği çabaya karşılık, ihtiyacına ve adalet kurallarına uygun şekilde ondan yiyebilir.

Onlara mallarını teslim edeceğiniz zaman, bunu belgelendirmek üzere en az iki şahit bulundurun. Fakat bütün şahitlerin ötesinde, asıl dikkate almanız gereken şahit Allah'tır. Unutmayın ki, hesap sorucu olarak Allah yeter!
7 Ölen ana baba ve diğer yakın akrabanın —ister az ister çok olsun— geriye bıraktığı mallardan erkeklere verilmesigereken bir pay olduğu gibi, kadınlara da verilmesigereken bir pay vardır; hemdebizzatAllah tarafından belirlenmiş bir pay. Buna göre, kadınlara mirastan hiçbir pay vermeyen cahiliye kanunları artık geçersizdir.
8 Eğer mirasın paylaştırılması esnasında, mirastan pay alamayan diğer akrabalar, yetimler ve yoksullar da orada bulunurlarsa, hiç olmazsa onlara göz hakkı olarak o mirastan hediyelik bir şeyler verin ve gönül alıcı, teselli verici güzel ve tatlı sözler söyleyin.
9 Şayet kendileri ölüp geride bakıma muhtaç çocuklar bıraksalardı bu zavallı yavrucakların hâlleri nice olurdu diye kendi çocukları hakkında endişe duyanlar, başkalarının geride bıraktığı yetimlerin hakkını çiğnemekten de öylece korkup çekinsinler! Yani kendilerini o vefat eden kişi yerine, onun yetim çocuklarını da kendi çocukları yerine koyup düşünsünler de yürekleri sızlasın. Kendi çocuklarına nasıl davranılmasını istiyorlarsa, başkalarının çocuklarına da öyle davransınlar! Allah'ın cezalandırmasından sakınsınlar ve özellikle kul hakkı söz konusu olduğunda, kesinlikle doğru şahitlik edip doğru söz söylesinler!

Şayet doğru söylemeyip haksızlık ederlerse, şunu iyi bilsinler ki:
10 Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, midelerini ancak ve ancak ateşle doldurmaktadırlar. Zira onlar, bu günahları sebebiyle cehennemde çılgın bir ateşe gireceklerdir!

Bu edep ve terbiye, bu adalet ve insaf duyguları gönüllere telkin edildikten sonra, şimdi gelelim mirasta kimlerin ne kadar pay alacağına:
11 Allah size, çocuklarınızın [52] alacağı miras ile ilgili şunları emirve tavsiye ediyor:

Ölenin erkek ve kız çocukları varsa, diğer pay sahipleri paylarını aldıktan sonra kalan miras çocuklar arasında pay edilmeli ve bir erkeğe, iki kızın hissesi kadar pay verilmelidir. Çünkü ailenin geçimini sağlama görevi erkeğe aittir. Ayrıca kadın, evleneceği erkekten önemli miktarda mehir (evlilik ücreti) alacaktır. İşte bu sistemi dengelemek üzere, erkek kadının iki katı miras almalıdır.

Ölenin erkek çocuğu olmayıp iki veya ikiden fazla kız çocuğu varsa, onlara mirasın üçte ikisi düşer. Bu durumda kızlar üçte ikiyi aralarında eşit olarak paylaşırlar. Kızlarla beraber erkek çocuk da olsaydı, erkek çocuk kızları da asebe [53] yapacak ve kız ve erkek kardeşler kalan mirası ikili birli paylaşacaklardı.

Çocuk olarak yalnızca bir tane kız varsa, mirasın yarısı onundur. [54] Geri kalan yarısı, pay sahibi olan diğer mirasçılar arasında paylaştırılır. Ölenin hiç çocuğu yoksa, oğlunun kızı yahut aşağıya doğru oğlunun oğlunun... kızı öz kız yerine geçer. [55] Ölenin hiçbir mirasçısı olmadığı takdirde, miras devlet hazinesine kalır.

Eğer ölenin kız veya erkek çocuğu yahut aşağıya doğru oğlunun… çocuğu varsa, anne ve babasından her birine mirastan altıda bir pay düşer. [56]

Ölenin kız veya erkek çocuğu ve öz olsun üvey olsun birden fazla kız veya erkek kardeşi olmayıp annesi ile babası onun tek mirasçısı iseler, annesine üçte bir pay düşer. Kalan üçte ikiyi ise babası alır. Ölenin bir tek erkek veya kız kardeşinin olması, bu durumu değiştirmez. Ancak babanın varlığı, kardeşin mirastan pay almasına engel olur.

Böyle çocuğu ve birden fazla kız veya erkek kardeşi olmayan biri ölür de eşi, annesi ve babası ona mirasçı olursa, önce eş (karı veya koca) hissesini alır. Anne, eşten artanın üçte birini alır. Kalan üçte iki de babaya verilir.

Ölenin hiç çocuğu olmayıp birden fazla kız veya erkek kardeşleri [57] varsa, babası olsun veya olmasın, annesine yine altıda bir pay düşer. [58]

Bütün bu hükümler, ölenin yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçlarının ödenmesinden sonra uygulanır. Önce borçlar ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir ve en son miras paylaştırılır. [59]

Miras paylaşımında erkek çocuklara kızların iki katı ve evlatlara anne-babadan daha büyük pay verilmesinin hikmetine gelince:

Ana babanız ve çocuklarınızdan hangisinin size faydaca daha yakın olduğunu, dolayısıyla hangisine mirastan ne kadar pay verilmesi gerektiğini siz tam olarak bilemezsiniz. Bunu en mükemmel şekilde bilen sadece Allah'tır.

İşte bu hükümler, sizi sizden iyi tanıyan Allah tarafından konulmuş miras paylaşım kanunlarıdır. O hâlde, Allah'a güvenin ve emirlerine uyun. Zira Allah her şeyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir. Daima en uygun olanı yapar, asla yersiz ve yanlış hüküm vermez.

Eşlerin birbirlerinden alacağı mirasa gelince:
12 Ey erkekler! Ölen hanımlarınızın kız veya erkek çocuğu veya oğlunun… çocuğu yoksa, bıraktığı malın yarısı sizindir. Bu çocukların sizden veya eşinizin daha önceki kocasından olması aynıdır. Mirasın kalan yarısı, diğer mirasçılara payları oranında dağıtılır.

Ama eğer hanımlarınızın kız veya erkek çocuğu yahut oğlunun… çocuğu varsa, onların miras olarak bıraktığından sadece dörtte biri sizindir. Kalan, —erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere— çocuklarındır. Erkek çocuk yoksa babanın, baba yoksa sahih dedenin, sahih dede yoksa —kız kardeşlerle paylaşmak üzere— erkek kardeşlerindir. [60] Ölen kişinin eşinden başka mirasçısı yoksa, kalan İslâm devletinin bütçesine aktarılır.

Bu hükümler, hanımlarınızın yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçlarının ödenmesinden sonra uygulanır. Önce borçlar ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir ve son olarak miras paylaştırılır.

Ey erkekler! Siz ölür de eşinize miras bırakırsanız:

Sizin kız veya erkek çocuğunuz ve oğlunuzun… çocuğu yok ise, bıraktığınız malın dörtte biri karınızındır. Nikâhınız altında birden fazla kadın varsa, her biri ayrı ayrı dörtte bir almaz; hepsi dörtte biri eşit olarak paylaşırlar.

Ama eğer kızveya erkek çocuğunuz yahut oğlunuzun… çocuğu varsa, hanımınız mirasın sadece sekizde birini alır. Bu çocuk başka bir hanımızdan olsa da durum aynıdır. Nikâhınız altında birden fazla kadın varsa, bu sekizde biri eşit olarak paylaşırlar. [61]

Bu hükümler, yapmış olduğunuz vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçlarınızın ödenmesinden sonra uygulanır.

Ana-bir baba ayrı kardeşlerin [62] mirastan alacağı paya gelince:

Babası, babasının… babası ve aynı zamanda çocuğu, oğlunun… çocuğu olmayan kimseye "kelâle" denir. Bir erkek veya kadın, böyle kelâle olarak ölüp geriye miras bırakırsa;

Şayet bir taneana-bir erkek veya kız kardeşi varsa, bunların her birine altıda bir pay düşer. Yani bir tane ana-bir erkek kardeşi varsa altıda bir alır; bir tane ana-bir kız kardeşi varsa yine altıda bir alır.

Fakat kelâle'nin ana-bir kardeşleri bundan daha fazla, yani iki veya ikinin üzerinde iseler, mirasın üçte birini kız-erkek ayrımı yapmaksızın aralarında eşit olarak paylaşırlar. [63]

Bütün bu hükümler, mirasçıları zarara uğratmayacak şekilde yapılmış olan vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçların ödenmesinden sonra uygulanır. [64]

Bunlar, doğrudan doğruya Allah tarafından emir ve tavsiye olarak gönderilen ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir. Unutmayın ki, Allah her şeyi hakkıyla bilendir, sonsuz şefkat, merhamet ve hilm sahibidir.
13 Evet; bunlar bizzat Allah'ın koyduğu kanunlar ve çizdiği sınırlardır. Her kim Allah'a ve dolayısıyla Elçisi'ne itaat ederse, Allah onu, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içinde kalacağı cennet bahçelerine yerleştirecektir. İşte en büyük saadet, en büyük kurtuluş budur!
14 Her kim de Allah'a ve dolayısıyla Elçisi'ne karşı gelir ve O'nun çizdiği sınırları çiğnemeye kalkarsa, onu da sonsuza dek içerisinde kalacağı can yakıcı bir ateşe atacak ve rezil rüsva eden, hor ve hakir kılan alçaltıcı bir azapla cezalandıracaktır!

Fakatyalnızca uhrevî cezalar her zaman caydırıcı olmayabilir; bunun için bazı suçların cezası bu dünyada verilmelidir:
15 Ey İslâm toplumunun yöneticileri, önderleri ve aile büyükleri! İnanç, ahlâk, hukuk, siyaset, kültür alanlarında henüz Kur'an'ın hedeflediği olgunluk seviyesine ulaşamamış bir İslâm toplumunda zina eden, evlilik dışı ilişkilerde bulunan yahut kadın kadına sapıkça ilişkilere giren kadınlar olursa, kadınlarınızdan böyle fuhuş yapanlara karşı, suçun tam olarak ispatlanması için içinizden dört adil ve güvenilir şahit getirin. Dört adil şahit bu suça açıkça tanıklık etmedikçe, şüphe ve ihtimallere dayanarak onları cezalandırmayın.

Şahitler bu suçu işlediklerine dair tanıklık ederlerse, o kadınları ölünceye veya Allah kendilerine tövbe edip iffetli bir hanım olma yönünde bir çıkış yolu gösterinceye yahut bir sonraki toplumsal aşamanıza uygun yeni talimatlar (Nur, 24/2-3) gönderinceye kadar, psikolojik tedavi ve ıslah için hazırlanmış evlerde göz hapsinde tutun.
16 İçinizden iki kişi zina ederek veya erkek erkeğe sapıkça ilişkilere girerek bu tür çirkinlikler yaparsa, her ikisini de dayak, hapis, sürgün, kınama gibi işledikleri suça ve içinde bulunduğunuz toplumsal şartlara uygun bir şekilde cezalandırın. Bununla birlikte;

Eğer cezalarını çektikten sonra tövbe edip uslanırlarsa, onları bırakın. Yaptıkları hatayı telafi edip tertemiz bir hayata başlamaları için onlara bir fırsat daha verin. Geçmişte işledikleri kusurlarını yüzlerine vurarak onları rencide etmeyin. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Evet; çok merhametlidir, tövbeleri kabul eder. Ancak şu da bilinmelidir ki:
17 Allah'ın kesin olarak kabul edeceği tövbe, ancak cahillik edip günah işleyen, fakat bunu alışkanlık hâline getirmeyip hemen ardından samimi olarak tövbe eden kimseler içindir. İşte Allah onları muhakkak bağışlayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir.
18 Yoksa hayatı boyunca kötülük yapıp duran ve nihayet kendisine ölüm gelip çatınca, ölüm meleğini açıkça karşısında görüp hayattan ümidini kestiği için "Şimdi tövbe ediyorum!" diyen sözde müminlerin ve son nefeslerine kadar inkârda diretip kâfir olarak ölenlerin son andaki tövbeleri kabul edilmeyecektir.

İşte böylelerine, can yakıcı bir azap hazırlamışızdır!

Bu ikisi arasındakilere, yani bir kötülük işledikten sonra hemen tövbe etmeyen, fakat bu kötülüğü ömrünün sonuna kadar da sürdürmeyen müminlere gelince, niyet ve amellerine göre Allah onları ya bağışlayacak ya da cezalandıracaktır.
19 Ey iman edenler! Vefat eden akrabalarınızın geride bıraktığı kadınları, miras yoluyla bir eşya gibi zorla almanız size helâl değildir. Onlarla ancak kendi rızalarıyla evlenebilirsiniz. Bir de, eşleriniz zina etmek veya zinaya götüren davranışlarda bulunmak gibi açık bir fuhşiyat işlemedikleri sürece, onlara evlilik bedeli veya hediye olarak vermiş olduğunuz herhangi bir şeyi geri almak için kendilerine baskı yapmayın. Fakat aldatma, fuhuş, iffetsizlik ve benzeri bir suç işlerler ve bu suçları ispatlanırsa, boşanmaya kendileri sebep olduğu için, onlara vermiş olduğunuz evlilik bedeli olan mehrin bir kısmını veya tamamını geri alabilirsiniz. Suçu tespit etme ve geri ödenecek mehir miktarını belirleme yetkisi, İslami kurallara göre hüküm veren mahkemelere aittir.

Ey müminler! Hanımlarınızla güzellikle geçinin. Onlara sevgi ve merhametle yaklaşın; tatlı dilli, güler yüzlü ve insaflı davranın. Eşiniz fiziksel özellikleriyle size artık pek de cazip gelmiyor olsa bile, sırf bu yüzden onları boşayıp yuvanızı yıkmaya kalkmayın. Kim bilir, belki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da, Allah onda pek çok hayırlar var etmiş olabilir. Fiziksel özellikleriyle pek de hoşunuza gitmeyen bir hanımefendiyi, Allah dünya ve ahiret saadetiniz için pek çok hayır ve bereketlere vesile kılmış olabilir. [65]

Ama her şeye rağmen boşanmaktan başka çare kalmamışsa, :
20 Ama yine de eşinizi boşayıp yerine başka bir kadınla evlenmek isterseniz, ona mehir olarak kantar kantar altın, gümüş ve para vermiş olsanız bile, ondan bir şeyi geri almayın! Hele verdiğiniz mehri geri almak için onlara zina iftirasında bulunmayı aklınızdan bile geçirmeyin!Aile namusunuzu kirletti diye eşinize iftira edecek ve apaçık bir vebal yüklenerek verdiğinizi geri mi alacaksınız? Böyle çirkin bir davranış size hiç yakışır mı?
21 Hem karı koca olarak birbirinizle bu kadar içli dışlı olduktan ve ruhunuzla, bedeninizle âdeta bir bütün hâline geldikten sonra, onlara verdiğiniz mehir ve hediyeleri hangi yüzle geri alacaksınız? Oysa onlar nikâh kıyılırken, haklarına riayet edeceğinize dair sizden sapasağlam bir söz almış ve sözünüze ne kadar da güven duymuşlardı. O haldesözünüze bağlı kalın ve eşinize verdiğiniz mehri asla geri istemeye kalkmayın.
22 Babanızın sahih bir nikâhla evlendiği [66] kadınlarla, onlar bu kadınları boşamış olsalar bile evlenmeyin! Zira bu kadınlar artık sizin anneleriniz sayılırlar. Anne-babanızın babaları ve yukarıya doğru dedeleri de baba hükmündedir. Sütbabanızın veya sütdedenizin evlendiği kadınlarla evlenmeniz de aynı şekilde haramdır. Babanız veya dedeniz bir kadını sahih bir nikâhla nikâhladıktan sonra zifaf gerçekleşmeden boşasa bile, artık o kadınla evlenemezsiniz. Babanızın veya dedenizin ilişkide bulunmuş olduğu cariyeleri cariye olarak almanız caiz ise de, onları nikâhlamanız veya onlarla ilişkide bulunmanız aynı şekilde haramdır. Ancak geçmişte olanlar hariç. Zira Allah, İslam öncesinde işlenen ve ancak Peygamber'in haber vermesiyle bilinebilecek bu tür günahlardan dolayı kullarını sorumlu tutmamıştır. Bununla birlikte, geçmişte yapılan bâtıl nikâhlar, İslam geldikten veya kişi Müslüman olduktan sonra hukuken geçersizdir. Hiç kuşkusuz bu tür evlilikler veözellikle de babanın evlendiği kadınla evlenmek,ilâhî gazaba sebep olan utanç verici bir davranış ve son derece çirkin bir âdettir!

Evlenilmesi haram olan akrabaya gelince:
23 Ey mümin erkekler! Anneleriniz ve yukarıya doğru nineleriniz ile evlenmeniz, size ebediyen haram kılınmıştır. Sütanne ve sütnine de öz anne gibidir.

Kızlarınızile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. Kız ve erkek çocukların kızları ve aşağıya doğru bütün kız torunları, "kız" kelimesinin kapsamına girer. Sütkız ve süttorun ile evlenmek de aynı şekilde haramdır.

En azından ana-bir yahut baba-bir olan kız kardeşleriniz ile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. Bir kimseyle kardeş sayılabilmeniz için, en azından annenizin veya babanızın bir olması gerekir. Anneleri de babaları da farklı olan kimseler kardeş değildirler. Örneğin, daha önceki kocasından çocuğu olan bir kadın daha önceki karısından çocuğu olan bir erkekle evlenirse, bu çocuklar kardeş sayılmazlar.

Süt kız kardeşlerle evlenmek de aynen öz kız kardeşler gibi haramdır.

Halalarınız ve teyzeleriniz ile evlenmeniz de ebediyen haram kılınmıştır.Anne-babanızın hala ve teyzeleri de öz hala ve teyze gibidir. Süthala ve sütteyze ile evlenmek de aynı şekilde haramdır.

Erkek ve kız kardeşlerinizin kızları ve çocuklarının kızları da size ebediyen haramdır. Sütkardeşlerinizin kızları da öz kardeşlerinizin kızları gibidir.

Sizi emziren sütanneleriniz ve onların öz ve sütkızları olan sütbacılarınız [67] ile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. [68]

Ayrıca hanımlarınızın gerek öz gerek sütanneleri ve yukarıya doğru nineleri de size ebediyen haramdır. Eşinizle nikâh kıymış olmanız, bu haramlık için yeterlidir. Eşinizi nikâhtan sonra gerdeğe girmeden boşasanız bile, artık onun anne ve nineleriyle evlenemezsiniz. [69]

Kendileriyle gerdeğe girmiş olduğunuz hanımlarınızdan olup genellikle evlerinizde yetişen [70] üvey kızlarınız ve onların kızları ile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. Gerdeğe girdiğiniz eşinizin gerek öz gerek sütkızları ve kız torunları, sizin öz kızlarınız gibidir. Eşinizi boşadıktan sonra bile bu kızlarla evlenemezsiniz. Fakat eşinizle henüz gerdeğe girmemişseniz, onları boşadıktan sonra kızlarıyla evlenmenizde size bir günah yoktur.

Sizin soyunuzdan gelen öz oğullarınızın ve torunlarınızın hanımları ile evlenmeniz de size ebediyen haramdır. Sütoğullarınızın ve süttorunlarınızın hanımları da böyledir. Bunlar bir kadını sahih bir nikâhla nikâhladıktan sonra zifaf gerçekleşmeden boşasalar bile, artık o kadınla evlenemezsiniz.

İkiz kız kardeşi aynı nikâh altında birleştirmeniz de size haram kılınmıştır.Yani bir kadınla evliyken, onun kız kardeşi, teyzesi, halası veya yeğeni ile evlenemezsiniz. Fakat eşinizi boşadıktan sonra bunlardan biriyle evlenebilirsiniz. Aynı şekilde, bir kadını onun sütbacısı, sütteyzesi, süthalası ve sütyeğeni ile aynı nikâh altında bulundurmanız da haramdır. Ancak geçmişte olanlar hariç. Allah'ın hükmü öğrenilir öğrenilmez evlilik sona erdirildiği takdirde, İslâm'ı tanımadan önce yapılan bu tür gayrimeşru evliliklerden dolayı kişiye sorumluluk yoktur. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
24 Ayrıca evli kadınlar ile evlenmeniz de size haram kılınmıştır. Ancak savaş esiri olarak elinizde bulunan ve kölelik/cariyelik [71] hukukuna tabi olan kadınlar, —esirler arasında kocalarının bulunmaması şartıyla— bunun dışındadır. Savaş esiri kadınlar, asıl memleketlerinde evli bile olsalar —kölelik kurumu ortadan kaldırılıp savaş esirleriyle ilgili uluslararası antlaşmalar kabul edilinceye kadar geçici bir çözüm olarak— cariye olarak alınabilir veya kendileriyle evlenilebilir.Çünkü kölelik hâli, önceki nikâhı hukuken geçersiz kılar.

İşte bu sayılanlar, Allah'ın size farz kıldığı ilâhî kanunlar olarak bildirilen ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir.

Buraya kadar sayılanların ve Kur'ân'ın diğer âyetlerinde [72] evlenilmesi yasaklananların dışında kalan kadınlarla, iffetli olmak ve fuhuştan uzak durmak şartıyla, evlilik bedeli olan mehirlerini ödeyerek evlenmeniz size helâl kılınmıştır.

O hâlde, onlardan bir eş olarak yararlanmanıza karşılık, belirlenen mehir ücretlerini meşru ve vazgeçilmez bir hak olarak kendilerine verin.

Bununla birlikte, mehir miktarının belirlenmesinden sonra karşılıklı anlaşarakbelirlenen miktarı yükseltmenizde veya azaltmanızda da size bir günah yoktur.

Hiç kuşkusuz Allah, her şeyi en mükemmel şekilde bilendir; en güzel, en adil ve yerli yerince hüküm verendir.
25 Sizden Müslüman hür kadınlarla evlenmeye maddî yönden güç yetiremeyenler veya böyle Müslüman hür kadın bulamayanlar,savaş esiri olarak elinizde bulunan ve daha sonra Müslüman olmuş cariyelerden biriyle evlensinler. Çünkü cariyenin mehir ücreti ve diğer masrafları, hür kadınlara göre daha düşüktür. İslâm toplumunun yöneticileri, zenginleri ve aile büyükleri, evlenme imkânı bulamayanlara bu hususta yardımcı olmalıdırlar. Cariyesi olanlar da fakir gençlerin kendi cariyeleriyle evlenmelerine izin vermelidirler. Böylece hem fuhşun önüne geçilmiş, hem de kölelik kurumunun kaldırılması için toplumsal altyapı hazırlanmış olacaktır.

Cariyelerle evliliği onur kırıcı bir davranış olarak görmeyin. Unutmayın ki, sizin iman vesamimiyetderecenizi ve ilahi emirlere bağlılığınızı en iyi bilen ve fakat buna rağmen cariyelerle evlenebileceğinizi söyleyen Allah'tır. O insanları toplumsal sınıf ve statülerine göre değil, inanç ve eylemlerine göre değerlendirir. Unutmayın ki, hür olsun köle olsun, sonuçta hepiniz aynı özden ve aynı soydansınız. Dilleriniz, renkleriniz ve kültürleriniz farklı olsa da, neticede hepiniz Âdem'in evlatları olan kardeşlersiniz. Hiç kimse doğuştan üstün veya aşağılık değildir. İnsanların küçümseyip hor gördüğü bir köle veya cariye, Allah katında birçok hür Müslümandan daha değerli olabilir. O hâlde, zina etmeyen, metres hayatı yaşamayan ve gizli dost tutmayan böyle namuslu cariyelerle, efendilerinin onları size bağışladığına dair iznini alarak evlenin ve evlilik bedeli olan mehirlerini kendilerine güzelce verin.

Eğer cariyeler evlendikten sonra zina etmek, evlilik dışı ilişkilerde bulunmak yahut kadın kadına sapıkça ilişkilere girmek suretiyle fuhuş yapacak olurlarsa, onlara bekâr hür kadınlara verilen cezanın yarısını verin.Çünkü cariyelerin toplumsal statüsü ve içinde yetiştikleri olumsuz şartlar, onları hür kadınlara göre suç işlemeye daha yatkın hâle getirmektedir. Bu yüzden, zina eden hür ve bekâr bir kadının cezası 100 değnek iken, aynı suçu işleyen cariyenin cezası 50 değnektir.

Bu cariyelerle evlenme izni, içinizden nefsine hâkim olamayıp sıkıntıya ve zina tehlikesine düşmekten endişe edenler içindir. Bununla birlikte, bekârlığın sıkıntılarına sabrediphür bir kadınla evleninceye dek beklemeniz, sizin için daha hayırlıdır. Zira ortak kültürü paylaşan eşler daha mutlu, sağlıklı ve uyumlu bir aile oluştururlar. Gerçi ne kadar titiz davransanız da mutlaka hatalar, kusurlar olacaktır. Fakat ihlâs ve samimiyetle Rabb'inize yöneldiğiniz sürece, bunlar bağışlanacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. İşte bu merhametin apaçık bir tecellisi olarak:
26 Allah, dünya ve âhirette mutlu olmanızı sağlayacak prensipleri size açıkça bildirmek, sizi de öncekilerin yürüdüğü hidayet yollarına iletmek ve kötülükleri, zulüm ve haksızlıkları ortadan kaldırıp günahlarınızı bağışlamak istiyor. İşte bu yüzden size âyetlerini gönderiyor. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi en iyi bilendir, sizin yararınız için en güzel ve en uygun hükmü verendir.

Buna karşılık, doğru yolda yürümenizi engellemek isteyenler de her zaman olacaktır:
27 Allah engin lütuf ve keremiyle sizleri iyiliklere yöneltip günahlarınızı bağışlamak isterken; arzu ve heveslerinin esiri olan kâfirler ve münafıklar, hak yoldan tam anlamıyla sapıpdünya ve ahirette perişan olmanızı istiyorlar.
28 Ayrıca Allah, gerek din adına uydurulan bidat ve hurafelerin, gerekse anlamsız töre ve geleneklerin sırtınıza acımasızca yüklediği yüklerinizi hafifletmek ve insanın yaratılış özellikleriyle birebir örtüşen, adaleti, barışı ve huzuru tesis etmeye yönelik son derece kolay ve rahatça uygulanabilecek hükümleri size bildirmek istiyor. Çünkü insanoğlu, ne kadar üstün yeteneklerle donatılmış olsa da mükemmel değildir; birçok yönden eksik ve zayıf yaratılmıştır.

O hâlde, her şeyi en mükemmel şekilde bilen ve ne yanılma ne de haksızlık yapma ihtimali olmayan Allah'ın sözüne kulak vermelidir:
29 Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin; ancak karşılıklı anlaşmaya dayalı bir alışveriş yahut hediye, miras, vasiyet, sadaka, mehir, tazminat gibi meşru yollarla elde edilen kazançlar hariç. Bununla birlikte, ilk bakışta karşılıklı anlaşmaya dayalı bir alışveriş gibi görünen, fakat aslında daha kurnaz ve güçlü olan tarafın, bilgi ve tecrübeden yoksun olan tarafı aldattığı ticari ve hukuki işlemler de haksız kazanç kapsamına girer. Çünkü bir kimsenin kendisine yapılan haksızlığı kabullenmesi, o işin zulüm olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir de, haksız yere cana kıyarak kendinizi öldürmeyin! Kendinizin ve başkalarının hayatını tehlikeye düşürecek, sağlığını tehdit edecek davranışlardan uzak durun! Unutmayın ki, bütün insanlar bir ailenin üyeleri, bir bedenin uzuvları gibidir. Bu bakımdan bir insanı haksız yere öldüren kişi, aslında kendi canına kıymış demektir. İşte Allah, bireysel ve toplumsal hayatınızda kötülükleri en aza indirerek huzurlu bir toplum oluşturmanızı sağlayacak evrensel yasaları size bildiriyor. Gerçekten Allah, size karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. Siz de o'nun merhametine lâyık olmaya çalışın. Unutmayın ki:
30 Her kim düşmanlık ve zulüm kasdı ile bu insanlık suçunu işler ve masum bir insanın hayatına son verirse, işte onu, içindeebediyen azap çekeceği cehenneme atacağız! Doğrusu bu, Allah için çok kolaydır. O hâlde, hiç kimse gücüne, servet ve saltanatına güvenip de zulüm ve haksızlığa yeltenmesin. Gerçi insanoğlunun melekler gibi masum ve günahsız olmasını da beklemiyoruz:
31 Eğer size yasaklanan şirk, cinayet, hırsızlık, yalancı şahitlik, içki, kumar, zina, ana babaya isyan, iftira, gıybet gibi büyük günahlardan kaçınırsanız, biz de küçük günahlarınızı bağışlar ve sizi dünyada da âhirette de, muhteşem ikramlarla ağırlayacağımız şerefli bir makama yüceltiriz! O hâlde, bu nimetleri kazanmak için gayret gösterin; hiç olmayacak hayaller peşinde koşarak oyalanmayın:
32 Allah'ın, kiminizi diğerlerinden yaradılışça daha üstün kıldığı vedoğuştan gelen, arzu etmekle yahut çalışmakla elde edilemeyen özellikleri ve gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyleri boş bir kuruntuyla arzu ve temenni etmeyin! Bu tür arzu ve beklentiler, insanı asıl yapması gereken işlerden alıkoyar ve onu karamsarlığa, umutsuzluğa sürükler. Örneğin kadınlar, "Keşke biz de erkek olarak yaratılsaydık da, kadın olduğumuz için yapamadığımız bazı iyilik ve ibadetleri yapıp üstün dereceler elde etseydik!" diye boş temennilerde bulunmasınlar. Bunun yerine, kadınlar da erkekler de kendilerine yaradılış itibariyle yüklenen görevi en güzel şekilde yerine getirmeye çalışsınlar. Çünkü Allah, sizi sahip olduğunuz kabiliyet ve imkânlara göre değil, bu imkânları ne ölçüde kullandığınıza ve bu yolda ortaya koyduğunuz çabaya, iyi niyet ve samimiyete göre değerlendirecektir.

Dolayısıyla, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından –güç ve imkânları oranında– bir pay vardır. Her insan kendi yaratılış özellikleri, gücü ve imkânları nisbetinde hesaba çekilecek ve buna göre hak ettiği ödül veya cezayı eksiksiz alacaktır.

Bununla birlikte, Allah'ın lütuf ve nimetlerinden size de bahşetmesini ve sizi en yüce makamlara ulaştırmasını dileyin! Boş ve anlamsız temennilerle bulunmama uyarısı; her konuda daha iyi, başarılı, yetenekli ve yararlı olmayı istemenize, her şeyin en güzelini yapmak için çaba harcamanıza elbette mani değildir.

Hiç kuşku yok ki, Allah her şeyi bilmektedir ve her hak sahibine hakkını muhakkak verir.
33 Nitekim kadın olsun erkek olsun, insanlardan her birine, bıraktığı mallardan belirli pay alan mirasçılar tayin ettik. Bunlar da anne babalar ve çocuk, eş, kardeş gibi diğer yakın akrabalardır. Akrabanız olmadığı hâlde, biriniz öldüğünde diğerinin onun mirasından pay alacağına dair sözleşme yaptığınız kimselere gelince, onlara dasözleşmede öngörülen paylarını verin. Ancak bu pay, mirasın üçte birini aşmamalıdır.

Her hak sahibine hakkını vermekte son derece titiz davranın. Unutmayın ki, Allah her şeye şahittir.

Fakat erkek, kadına göre daha çok miras alacaktır. Bunun sebeplerinden biri de şudur:
34 Erkekler, hanımlarını koruyup gözetmekle yükümlü olup onlar üzerinde amir ve yöneticidirler. Çünkü Allah, onlardan bazılarını yaradılışça diğerlerinden üstün kılmıştır ve ayrıca erkekler, mallarından harcama yapar yaparak ailenin geçimini sağlamakla sorumludurlar.

Allah insanları farklı özelliklerde yaratarak her birine ayrı kabiliyet ve meziyetler vermiştir. Buna göre, erkeğin de kadının da kendine özgü üstün yanları vardır. Kadın daha ziyade şefkat ve merhamet, erkek ise güç ve cesaret bakımından üstündür. Ancak kadın, tabiatı gereği duygusal, yufka yürekli, zayıf ve narin olduğundan, aileyi yönetme ve onu dış tehlikelerden koruma görevi onun omuzlarına yüklenmemelidir. Genellikle daha güçlü, cesaretli ve dayanaklı olan erkek, aile reisi olmaya daha elverişlidir. Ayrıca erkekler, çalışıp para kazanmak ve ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olduklarından, aile bütçesi onların sorumluluğu altındadır. Sorumluluk da aynı oranda yetki gerektirdiğinden, aile reisi erkek olmalıdır. Toplumların düzeni için nasıl belirli kurallar ve bu kuralları uygulayan yöneticiler gerekiyorsa, toplumun en küçük birimi olan ailenin huzur ve mutluluğu için de düzeni sağlayan bir aile reisinin olması gereklidir.

O hâlde iyi kadınlar, Allah'ın emirlerine gönülden boyun eğen, İslâm'a aykırı yahut kocalık yetki sınırlarını aşan bir istekte bulunmadıkları sürece kocalarına itaat eden ve Allah kadınlara iyi davranılmasını emrederek onların haklarını nasıl gözetip koruduysa, kocalarının mallarını, ırz ve namuslarını her zaman ve her yerde muhafaza eden, aile içi mahremiyet ve gizlilikleri kimsenin görmediği durumlarda da koruyan kadınlardır. İyi erkekler de ailesinin maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin etme hususunda üzerlerine düşeni yapan, hanımlarına karşı daima sevgi, şefkat ve merhametle muamele eden erkeklerdir.

Şayet kadın evlilik yükümlülüklerini yerine getirmemeye, kocasının haklarını ihlal ederek onun şahsiyetini, iffet ve namusunu zedeleyici tavırlar göstermeye başlarsa, hemen boşanma yoluna gidilmemeli, yuvanın yıkılmasını önlemek için aşağıdaki çözüm yollarına başvurulmalıdır:

Hırçınlıkları ve isyankârca tavırlarıyla aile içi huzur ve saadeti yok edip yuvanızın yıkılmasına sebep olacağından korktuğunuz kadınlara, önce Allah'ı ve hesap gününü hatırlatarak ve kocanın meşru isteklerine karşı gelmenin günah olduğunu anlatarak güzelce nasihat edin. İsyankârlıktan vazgeçmezlerse, sizi kaybettikleri takdirde neler hissedeceklerini göstermek için bir süre ilginizi azaltarak onları yataklarında yalnız bırakın. Bu da fayda vermeyecek olursa, yuvanın yıkılmasını önlemek için son çare olarak gerekirse onları hafifçe dövün. Yerine göre insanca olmak üzere küçük bir tokat, isyan duygusuyla düşüş ve alçalışa doğru giden hırçın bir kadına kadınlık şeref ve terbiyesini vermek için güzel bir ders olabilir. Ancak kadının –sembolik anlamda bile olsa– dövülmesinin karı koca arasında telafisi imkânsız kırgınlık ve düşmanlıklara sebep olma ihtimali varsa, bu seçeneğe başvurulmamalıdır.

Eğer hırçınlık ve isyankârlıktan vaz geçip size itaat ederlerse, geçmişte olanları affedin, önceki kusurlarını bahane ederek onları incitmeye kalkmayın. Unutmayın ki, sizin birçok günahınızı affeden ve sizden çok daha güçlü olan Allah yücedir, büyüktür. Siz de bu yüceliğe layık olmak istiyorsanız, adil ve merhametli olmalısınız.

Erkeğin karısına karşı onur kırıcı, incitici, namus ve iffetini zedeleyici davranışlarda bulunması hâlinde, kadın kocasına güzelce nasihatte bulunmalıdır. Buna rağmen sorun devam ederse, kadın aile büyüklerine ve hâkime başvurarak kocasından şikâyetçi olma ve gerekirse mahkeme aracılığıyla eşinden boşanma hakkına sahiptir (Buhari, Kitabu't-Talak, Babu'l-Hul', 5273).

Ailede iyice huzursuzluk baş göstermişse, o zaman akil adamların devreye girmesi gerekir. O hâlde, ey aile büyükleri, hâkimler ve yöneticiler!
35 Şayet karıkocanın aralarının iyice açılıp yuvanın yıkılacağından endişe ederseniz, aralarını barıştırmak üzere erkeğin ve kadının ailelerinden tecrübeli, adil ve güvenilir birer hakem tayin edip onlara gönderin.

Şayet her iki taraf daiyiniyetle davranıp anlaşmazlık konularını çözmek ve durumu düzeltmek isterlerse, Allah kalplerine sevgi ve merhamet ilham ederek onları yeniden barıştıracaktır. Unutmayın ki, Allah her şeyi bilendir, herşeyden haberdardır.

İşte her şeyi bilen Allah, aile ve toplumun huzuru için sizlere emrediyor:
36 Yalnızca Allah'a kulluk ve ibadet edin; hiçbir şeyi vehiçkimseyi O'na ortak koşmayın! Allah'tan başka hiçbir varlığı, O'na mahsus niteliklerle övüp yüceltmeyin! Ana babaya ve diğer yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara, gerek soy gerek mesafe gerekse inanç bakımından size yakın ve uzak olan komşulara, yanınızda bulunan iş, yol ve hayat arkadaşınıza, memleketinden uzak düşüp yolda kalmış muhtaç kimselere, emriniz altındaki köle, cariye, hizmetçi ve işçilere iyi davranın.

Sakın onları hakir görüp kibirlenmeyin! Zira Allah, kendini beğenen, üstünlük taslayan kimseleri sevmez. Böyle kimseler münafıktırlar ve münafıkları, şu özelliklerinden tanıyabilirsiniz:
37 Onlar hem kendileri cimrilik eder, hem de başkalarına cimriliği öğütlerler. Allah'ın lütuf ve keremiyle onlara bahşettiği nimetleri, yoksul ve muhtaç kimselerle paylaşmamak için gizlerler. Biz de lütuf ve nimetlerimize karşı nankörce davranan bu inkârcılara, dünyada ve âhirette alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Bunların ara sıra fakir fukaraya yardım ediyor gibi görünmeleri sakın sizi aldatmasın:
38 Onlar, Allah'a ve âhiret gününe gerçekte inanmadıkları hâlde, sırf insanlara gösteriş yapmak ve böylece daha büyük menfaatler elde etmek amacıyla mallarını yaldızlıreklamlar eşliğinde, güya yoksullar için harcarlar. Akıl hocaları olan azgın liderleri, onlara böyle şeytanca taktikler verir. Kimin yoldaşı şeytan olmuşsa, artık o ne kötü bir arkadaş, ne kötü bir yoldaştır!
39 Oysa onlar, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah'ın onlara bahşettiği nimetlerden bir kısmını samimi bir kalple fakir ve muhtaç kimseler için harcamış olsalardı, kendileri için ne iyi olurdu! Allah'a güvenip O'nun emir ve yasaklarını dikkate alarak yaşasalar ve ilahi adalete göre hesaba çekilecekleri bilinciyle kötü davranışlardan uzak dursalardı,bundan bizzat kendileri kazançlı çıkacak ve hem dünyada hem âhirette barış, huzur ve güvene ulaşmayı hak edeceklerdi. Şunu asla unutmasınlar ki, Allah onları ve yaptıkları kötülükleri gayet iyi bilmektedir ve hesabını da mutlaka soracaktır.
40 Öyle ki, Allah hiç kimseye zerre kadar haksızlık etmez. İyilik yapanlara da, kötülük yapanlara da hak ettikleri karşılığı tam olarak verir. Eğer bir iyilik yapılmışsa, onunsevap ve bereketini kat kat artırır ve ayrıca o iyiliği yapana, kendi katından akla hayale gelmedik ikramlar sunarak büyük bir ödül bahşeder.

Hâl böyleyken, insan nasıl olur da Rabb'inin emir ve yasakları karşısında duyarsız kalabilir, Kur'ân mesajı ile tanıştığı hâlde ondan yüz çevirebilir?
41 Peki, Hesap Günü her toplumdan bir peygamber veya davetçiyi kendi halkına karşı şahit tutacağımızgibi, seni de ey Muhammed,bu mesajın ulaştığı bütün insanlara karşı şahit tuttuğumuz vakit o zalimlerin hâli nice olacak?
42 Bugün Allah'ın âyetlerini inkâr edip Peygamber'e başkaldıranlar, o gün cehennem azabını karşılarında görünce, "Ah keşke mezarımızdan hiç çıkarılmasaydık da toprak olup gitseydik!" diye feryat ederlerken, yok olup yerin dibine geçirilmiş olmayı ne kadar da arzu edecekler! İşte o gün zalimler, yaptıklarının hesabını bir bir verecek ve olup biten hiçbir şeyi Allah'tan gizleyemeyecekler!

O hâlde Allah'a gönülden itaat etmeli ve bu itaatin en önemli göstergesi olan namazı dikkat ve titizlikle korumalısınız:
43 Ey iman edenler! Sarhoşluk verici her türlü içkiden, uyuşturucudan uzak durun! Ama eğer bu günahı işleyip sarhoş olmuşsanız, sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye, yani iyiceayılıp kendinize gelinceye kadar namaza yaklaşmayın ve cinsel ilişki veya şehvetle meni boşalması sonucu boy abdesti almanız gereken bir durumda, yani cünüp iken de —hastalık, yolculuk ve su bulamama durumu hariç— tepeden tırnağa yıkanıp boy abdesti almadıkça yine namaza yaklaşmayın. Ay hâli görmekte olan bir kadın da aynen cünüp gibidir. Cünüp olan kişi boy abdesti almadıkça namaz kılamaz, Kur'an okuyamaz, Kâbe'yi tavaf edemez ve mescide giremez.

Ama eğer hasta veya yolculuk hâlinde iken abdest almanız veya yıkanmanız gerektiği hâlde, buna imkân bulamamış iseniz yahut hasta veya yolcu olmadığınız hâlde, tuvalet ihtiyacınızı gidermiş veya bir kadınla aşırı derecede şehvet uyandıracak şekilde temasta bulunmuş olur da, abdest alacak veya yıkanacak su bulamazsanız ya dabulduğunuz suyu kullanmanıza herhangi bir engel varsa, o zaman namaza bir ön hazırlık olarak şöyle teyemmüm alın: Temiz bir toprak veya taş, kireç, kum ve benzeri toprak cinsinden bir madde bulun ve ona ellerinizi hafifçe sürüp birbirine çırptıktan sonra, ellerinizi yüzünüze ve kollarınıza sürün. Zorunlu hâllerde, bu da abdest veya gusül (boy abdesti) yerine geçer.

İşte Allah, size böyle kolaylıklar sunuyor. Zira Allah çok merhametli, çok bağışlayıcıdır.

Namaz ve diğer ibadetlerle içe doğru derinleşirken, dış dünyayı da ihmal etmeyin. Çünkü her zaman çevrenizde, size kin güden düşmanlarınız olacaktır:
44 Kendilerine Kitaptan bir pay verilen şu Yahudilere bir baksana; doğru yolu bırakıp sapıklığı tercih ettikleri yetmiyormuş gibi, sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! Üstelik bunu, size dost görünerek yapmaya çalışıyorlar.
45 Korkmayın, Allah kimlerin size düşmanlık beslediğini çok iyi biliyor. O hâlde, dostunuzu düşmanınızı O'nun direktifleri doğrultusunda belirleyin. Unutmayın ki, size dost olarak da, yardımcı olarak da Allah yeter. Bu yüzden sizi savaş meydanında yenemeyeceklerini anlayan kâfirler, türlü hile ve tuzaklarla aranıza fitne sokmaya çalışacaklar:
46 Yahudiler arasında öyle düşük karakterli kimseler var ki, kelimelerle oynayıp anlamlarını çarpıtıyor ve Peygamberin huzurunda konuşurken, güya inancınıza hakaret amacıyla tıpkı sarhoş gibi dillerini eğip bükerek:

"Semi'na ve eta'na: İşittik ve itaat ettik!" diyecekleri yerde, "Semi'na ve asayna: İşittik ve isyan ettik!" diyorlar.

Hem "Sen izin vermedikçe konuşamayız" hem de "Asıl sen bizi dinle, çünkü sen dinlenilmeye lâyık değilsin!" anlamına gelen kaypak kelimeler kullanarak "Vesma' ğayra musma'!" diyorlar.

Ve hem "Bizi gözet!", hem de "Hey, bizim çoban!"anlamına gelebilecek şekilde "Râinâ!" diyorlar.

Hâlbuki onlar, kelimeleri çarpıtmadan,adam gibi;

"Semi'na ve eta'na: İşittik ve itaat ettik!" "Vesma': Bize kulak ver!" ve "Unzurnâ: Bizi gözet, adil bir hakem ve yönetici olarak aramızda hükmet!" demiş olsalardı, elbette bu, kendileri için en doğru ve en uygun davranış olurdu. Fakat öyle olmadı. Çünkü Allah, nankörce davranıp Son Elçiyi inkâr etmeleri yüzünden kalplerini mühürleyerek onları lânetlemiştir. Bundan dolayı, içlerinden pek azı hariç, iman etmezler.

Ama her şeye rağmen, bu lânetten kurtulmaları hâlâ mümkündür:
47 Ey kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlar! Elinizdeki tahrif edilmemişilâhî bilgileri onaylayıp pekiştirmek üzere indirmiş olduğumuz şu Kur'an'a iman edin! Aksi hâlde, ya bazılarınızın hakikati işitme, görme ve dile getirme yeteneklerini tamamen ellerinden alarak yüzlerini silip arkasına döndüreceğiz, ya da cumartesi yasağını çiğneyenleri lânetlediğimiz gibi, sizi de ömür boyu alçaklık ve perişanlığa mahkûm ederek lânetleyeceğiz! Allah'ın emri, mutlaka yerine getirilecektir.

Sakın ola ki, "Ne de olsa Allah'a iman ediyoruz, nasılsa bağışlanırız!" ümidiyle Allah'ın ayetlerine sırt çevirmeyin! Unutmayın ki:
48 Allah, kendisine ortak koşulmasını —zamanında tövbe edilmediği takdirde— asla bağışlamaz. Bir kimse Allah'a inansa bile, O'ndan başka ilâhlara tapınarak yahut ilâhî hükümleri reddedip arzu ve heveslerini ilahlaştırarak Allah'a ortak koşar ve tövbe etmeden ölürse, Allah onu asla affetmeyecektir. Bundan daha hafif günahları ise, dilediği kimseler için bağışlar. Fakatmüşriklerin bağışlanması asla söz konusu olamaz. Çünkü Allah'a ortak koşanlar, O'na iftira ederek korkunç bir günah işlemişlerdir!
49 İşledikleri bunca günahları görmezlikten gelerek tertemiz olduklarını iddia edenleri görüyorsun, değil mi? Hayır, "Benim kalbim temiz!" demekle hiç kimse temizlenmiş olmaz; aksine Allah, dilediğini ve layık gördüğünü tertemiz kılıp yüceltir. Dolayısıyla, gerçek anlamda temizlik, ancak O'nun hoşnutluğunu kazanmakla elde edilebilir. Bunun da tek yolu, O'nun gönderdiği ilkelere uygun bir hayat yaşamaktır. Demek ki, hangi ırktan, hangi sınıftan olursa olsun hiç kimseye kıl kadar haksızlık edilmeyecek ve hiç kimseye hak etmediği bir ceza veya mükâfat verilmeyecektir.
50 Bak, nasıl da Allah'a karşı olmadık yalanlar uyduruyorlar! "Allah bizi ayrıcalıklı bir millet olarak seçip yüceltmiştir ve ne yaparsak yapalım, bizi asla cezalandırmayacaktır! Bu yüzden, O'nun gönderdiği Son Elçiye ve Kur'an'a iman etmek zorunda değiliz!" diyerek, hiç çekinmeden O'nun adına yalan söylüyorlar! Bu apaçık günah, baş aşağı cehenneme atılmaları için onlara yeter!
51 Kendilerine Kitaptan bir pay verilenlere bir baksana; hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğdikleri din adamlarına, yani cibt'e ve ilâhî kanunlara aykırı hükümler veren azgın güçlere, yani tağut'a inanıyorlar. Ayrıca, putperest kâfirler için, "Bunlar ne kadar müşrik olsalar da, Müslümanlardan daha doğru yoldadırlar!" diyorlar. Aslında böylece, kendi dinlerini de inkâr etmiş oluyorlar.
52 İşte bunlar, Allah'ın lânet ettiği kimselerdir! Allah da kime lânet etmişse, artık onu kurtaracak bir yardımcı bulamazsın.
53 Bunlar hangi yetkiyle dilediklerini cennetlik, dilediklerini cehennemlik ilân ediyorlar? Yoksa onlara ilâhî egemenlik ve hükümranlıktan bir pay mı verilmiş? Eğer öyle olsaydı ve bu cimri insanlara bu konuda yetki verilseydi, insanlardan bir incir çekirdeği kadar iyiliği bile esirgerlerdi.
54 Yoksa onlar, kendi ırkları dışındaki insanları, Allah'ın engin rahmetiyle onlara verdiği Kitap, Peygamberlik gibi nimetler yüzünden kıskanıyorlar mı? Oysa daha önce İbrahim ve nesline —ki sen de o nesildensin— Kitap ve Kitaptaki bilgileri pratik hayata uygulama yeteneği olarak hikmet vermiş ve onlara peygamberlik nimeti gibi büyük bir hükümranlık bahşetmiştik.
55 Amahâlâ içlerinde ona inananlar da var, ondan yüz çevirenler de var. İşte, şimdi de Son Elçiyi yalanlıyorlar. O hâlde, onlara cehennemin çılgın alevi yeter!
56 Evet, ayetlerimizi inkâr edenleri öyle korkunç bir ateşe atacağız ki, derileri kavrulup döküldükçe, azabı iyice tatsınlar diye her defasında onun yerine taze deriler yaratacağız.

Kuşkusuz Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
57 İman edip doğru ve yararlı işler yapanlara gelince, onları da ağaçlarının altından ırmaklar akan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçelerinde ağırlayacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları koyu bir gölgeliğe, yani olabildiğince keyif ve mutluluk içinde yaşayacakları sonsuz nimetler diyarına yerleştireceğiz. İştebu nimetleri hak edebilmeniz için:
58 Allah size, emanet ve yetkileri o konuda güvenilir, bilgili ve yetenekli olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın; Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir.

En büyük emanet, ilahi hükümleri uygulama ve toplumu yönetme yetkisidir:
59 Ey iman edenler! Allah'ın buyruklarına kayıtsız şartsız itaat edin ve O'nun emir ve yasaklarını size ileten bir Elçi olarak Peygamber'e aynı şekilde kayıtsız şartsız itaat edin! Bir de, Allah'tan gelen bu temel ilkelere aykırı hüküm vermedikleri sürece, sizin gibi müminlerden olan yetki sahibi kimselere, yani Müslüman ve adilyöneticilere, devlet adamlarına, İslâm âlimlerine, aile büyüklerineveİslâm'ın emretme yetkisi verdiğidiğer kimselere itaatedin! Fakat onlara itaat, Allah'a ve Peygamber'e itaat gibi kayıtsız şartsız olmamalıdır:

Şayet herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, o anlaşmazlık konusunu Allah'a ve Elçi'ye götürün. Sizi yöneten idarecilerle, size dininizi öğreten âlimlerle, ailenizin bir ferdiyle veya diğer insanlarla herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, meselenin çözümü için Allah'ın kitabına (Kur'an'a) ve Peygamber'in Allah'tan aldığı diğer talimatlara (Sünnet'e)başvurmalısınız. Kur'an'dan veya sahih ve muteber hadislerden sağlam bir delil ortaya konulduğu zaman da, Allah'ın hükmünü tereddütsüz kabul etmelisiniz. Ancak bunu yapmak için, her şeyden önce ortaya konan delilleri anlayabilecek seviyede Kur'an ve Sünnet bilgisine sahip olmanız gerekmektedir.

Eğer anlaşmazlığın çözümüyle ilgili Kur'an'da ve Sünnet'te açık bir hüküm bulamazsanız, bu iki kaynağın temel prensipleri çerçevesinde, içinde bulunduğunuz ortam ve şartlara uygun yeni çözümler üretmelisiniz.

İşte bu, sizin için her bakımdan en hayırlı ve sonuç itibariyle en güzel davranış şeklidir.

Bu konuda göstereceğiniz tavır, gerçek müminlerle münafıkları ayırt eden temel ölçü olacaktır:
60 Ey Peygamber! Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen ilahi vahiylere inandıklarını iddia eden ikiyüzlülerin hâline bir baksana:

Bunlar, aralarındaki anlaşmazlıkları Kur'an'ın ortaya koyduğu temel ilkeler ışığında çözmeleri gerekirken, Allah'ın hükümlerini hiçe sayan zalimlerin ve azgın kâfirlerin, yani tağut'un hakemliğine başvurmak ve o zalimlerin hükmüne göre yargılanmak istiyorlar. Haksız durumda oldukları hukuki bir anlaşmazlığı çözmek için, kendilerini kayırıp lehlerine hüküm vereceğini tahmin ettikleri kâfirlere danışmak istiyorlar. Oysa onlara, tağut'u tamamıyla ret ve inkâr edip Allah'ın hükmüne kayıtsız şartsız itaat etmeleri emredilmişti (Bakara, 2/256). Bu gayri samimi tutum ve davranışları sebebiyledir ki, perde arkasındaki liderleri ve akıl hocaları olan şeytan, onları doğru yoldan iyice uzaklaştırmak ve derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.
61 Onlara, "Haydi imanınızın gereği olarak, Allah'ın gönderdiği Kur'an'ın hükmüne ve Kur'an'ı en güzel şekilde açıklayıp uygulayan Peygamber'in hakemliğine gelin ve onun Kur'an'a göre vereceği karara uyun!" denildiği zaman, o münafıkların senden büsbütün yüz çevirdiklerini görürsün. Çünkü hak ve adalet esaslarına göre verilecek bir hükmün, kendi menfaatlerine ters düşeceğini çok iyi bilirler.
62 Peki, kendi elleriyle yaptıkları bu çirkin davranışlar sebebiyle başlarına nifak maskelerinin düşmesi, ihanetlerinin ortaya çıkması gibi bir felâket geldiği ve sonra da utana sıkıla özürler dileyerek ve "Bizim o kâfirlerin hakemliğine başvururken amacımız insanlara iyilik etmek ve iki davacı tarafın arasını uzlaştırmaktan başka bir şey değildi!" diye Allah'a yeminler ederek huzuruna geldikleri zaman, hâlleri nice olacak? O zaman alınlarına sürülmüş utanç ve zillet damgasından nasıl temizlenecek, kendilerini Allah'ın gazabından nasıl kurtaracaklar?
63 Ey Peygamber! Müminler üzerlerine düşeni yerine getirdikleri takdirde, o münafıklar asla amaçlarına ulaşamayacaklardır. Allah onların kalplerindeki gerçek niyetlerini bilmekte ve buna karşı almanız gereken tedbirleri bu kitapta haber vermektedir. Onun için sen onları Allah'a bırak; fakat tebliğ ve irşat görevini de asla ihmal etme!O münafıkların iç dünyalarına seslenen ve ruhlarına tesir eden, kalplerini kazanmaya yönelik açık, anlaşılır, güzel ve etkileyici sözlerle onlara öğüt ver.

Allah'ın Elçisi'ne karşı gelip ilahi hükümleri reddedenler şunu iyi bilsinler ki:
64 Biz her peygamberi, ancak kendisine —Allah'ın izniyle, yani O'nun belirlediği ilkeler çerçevesinde itaat edilsin diye gönderdik. Yoksa peygamberler, yalnızca vicdanlara seslenen birer öğütçü olarak gönderilmiş değildirler. Onlar ve onların temsilcisi konumunda olan mümin önderler, ilahi yasaları uygulamak ve yeryüzünde barış, huzur ve adaleti gerçekleştirmekle yükümlüdürler. Bu görevi yerine getirebilmeleri için, müminlerin onlara itaat etmeleri gerekmektedir.

Ey Peygamber! Eğer o münafıklar, Kur'an'ın hükmünü reddetmek suretiyle kendilerine zulmettikleri zaman, derhâltövbe ederek senin huzuruna gelip içtenlikle Allah'tan bağışlanma dileselerdi ve Peygamber de onların affedilmeleri için dua etseydi, Allah'ın nekadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu elbette göreceklerdi.

Onlar hem Müslüman olduklarını iddia ediyor, hem de Kur'an'ın hükmünü reddediyorlar, öyle mi?
65 Hayır; senin Rabb'in şahit olsun ki ey Peygamber, onlar anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de Kur'an'a göre vereceğin hükme karşı içlerinde en ufak bir tereddüt ve burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikleri sürece, iman etmiş olamazlar!
66 Demek onlara, "Zalimlere karşıAllah yolunda savaşın ve gerekirse bu uğurda canlarınızı feda edin!" ya da "Zulmün egemen olduğu yurdunuzdan çıkın ve İslam diyarına hicret edin!" diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı hariç, arzu ve heveslerine uymadığı için bunları yapmayacaklardı.

Oysa kendilerine verilen öğütleri tutmuş olsalardı, hiç şüphesiz bu, onların hem dünyası hem de ahireti için çok daha hayırlı olacak ve aynı zamanda imanları, hakka bağlılıkları, hak yoldaki kararlılıkları daha güçlü, daha sağlam olacaktı. Böylece tertemiz ve sağlıklı bir inanca kavuşacak ve huzur, güven ve barışın egemen olduğu İslam toplumunun şerefli birer üyesi olacaklardı.
67 İşte o zaman biz de onlara katımızdan büyük bir ödül bahşeder,
68 Ve onları dosdoğru yola iletirdik. Zira ilahi yasalara göre;
69 Her kim Allah'a ve O'nun mesajlarının taşıyıcısı, uygulayıcısı ve açıklayıcısı olan Peygamber'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın dünyadahidayet, şeref ve izzet; ahirette ise ebedî cennet nimetleri bahşettiği peygamberlerle, özü sözü bir olup doğruluktan ayrılmayan sıddıklarla, Allah yolunda seve seve canlarını feda eden şehitlerle ve iman, ahlâk ve ibadette ihsan mertebesine ulaşmış salihlerle birlikte olacaklardır. Bunlar da ne güzel yoldaş, ne güzel arkadaştırlar! Dünyada başlayan bu arkadaşlık mahşerde de devam edece ve cennette sonsuza dek sürüp gidecektir.
70 Müminlere vaadedilen bu lütuf ve nimetler,doğrudan doğruya Allah tarafındandır. O kimlerin bu nimetlere layık olduğunu çok iyi bilir ve verdiği sözü mutlaka yerine getirir. Her şeyi bilen bir şahit olarak Allah yeter!

Allah'ın vadettiği lütuf ve nimetlere layık olabilmek için yapmanız gereken en önemli işlerden biri de, meşru İslam liderinin önderliğinde bir araya gelip zulüm ve haksızlıklara karşı mücadele etmektir:
71 Ey iman edenler! İslâm toplumunu tehdit edebilecek saldırı ve tehlikelere karşı daima dikkatli ve uyanık bulunun! Bunun için gerekli her türlü hazırlığı yaparak tedbirinizi alın ve size saldırıda bulunan düşman kuvvetleriyle savaşmak üzere, duruma göre küçük birlikler hâlinde veya topluca seferberlik ilan ederek Allah yolunda sefere çıkın!
72 Gerçi içinizden, işi ağırdan alan ve çeşitli bahanelerle sizinle birlikte savaşa gelmeyen zayıf imanlı kimseler ve münafıklar da var. Şayet savaşta başınıza ölüm, yaralanma gibi bir musibet gelecek olsa, savaştan kaçan bu münafık, "Neyse ki Allah bana lütfetti de da onlarla birlikte savaş meydanında bulunmadım." der.
73 Fakat Allah'tan size zafer, başarı, ganimet gibi bir nimet erişince, sanki sizden biri değilmiş de kendisiyle sizin aranızda hiçbir dostluk ve kardeşlik ilişkisi yokmuş gibi, "Keşke onlarla birlikte olsaydım da, kazandıkları zafere ve ganimetlere ortak olup ben de büyük bir başarı elde etseydim!" der.
74 O hâlde, bu dünyanın basit ve gelip geçici nimetlerine karşılık ahiretin sonsuz nimetlerini tercih etmek suretiyle dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, savaştan kaçan münafıklara aldırmayıp Allah yolunda zalimlere karşı mallarını canlarını feda ederek savaşsınlar! Her kim Allah yolunda savaşır ve bu yolda öldürülür yahut galip gelirse, biz her iki hâlde de ona Hesap Günü'nde ebedî cennet nimetleri bahşetmek suretiyle, akla hayale gelmeyen büyük ve muhteşem bir mükâfat vereceğiz.
75 Hem nasıl olur da, "Ey Rabb'imiz; halkı ve yöneticileri zalim olan bu şehirden bizi kurtar; lütfen bize kendi katından yaramızı sarıp bizlere kol kanat gerecek bir dost, canımızı, malımızı, şeref ve haysiyetimizi koruyacak bir yardımcı gönder!" diye yalvaran şu çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için Allah yolunda savaşmazsınız? Unutmayın ki;
76 İnananlar Allah yolunda, inkâr edenler ise Allah'ın hükümlerine başkaldıran azgın lider ve yöneticilerin, yani tağut'un yolunda savaşırlar. O hâlde, hak ile batılın, iyi ile kötünün, zulüm ile adaletin mücadelesinde tarafsız kalmayın! Yeryüzünde Kur'an'ın öngördüğü barış, huzur ve adalet düzeni egemen oluncaya kadar, o azgın lider ve yöneticilerle, yani şeytanın dost ve yandaşları ile savaşın! Girdikleri her yerde terör estiren bu kötülük odaklarının o gösterişli silahları, o "süper" orduları sakın sizi aldatmasın. Siz üzerinize düşen kararlılık ve fedakârlığı gösterdiğiniz takdirde,zafer kesinlikle sizin olacak ve o şeytanlar amaçlarına ulaşamayacaklardır. Çünkü şeytanın hilesi, gerçekten pek zayıftır.
77 Şu kimselerin hâline ibret nazarıyla bir baksana: Bunlar Allah yolunda savaşma konusunda pek hevesli görünüyor, "Canımıza malımıza kast eden şu kâfirlere silahla karşılık vermek için daha ne bekliyoruz?" diyorlardı. Oysa savaş için yeterli şartlar henüz oluşmamıştı. Tebliğ ve davet aşaması henüz tamamlanmamış, hak ve hakikat gönüllere tam olarak ulaşmamıştı. Ayrıca müstakil bir devlete ve düzenli ordulara sahip olmayan Müslümanlar, yeterli güç ve sayıya ulaşmış değillerdi. Bu yüzden onlara:

"Savaştan ve silahtan ellerinizi çekin. Zalimlerin baskı ve eziyetlerine şimdilik pasif direniş göstererek sabredin; onlara silahla karşılık vermeyin. Bunun yerine, güçlü ve sağlıklı bir toplum oluşturabilmek için var gücünüzle çalışın.Ruhunuzu disiplin altına alıp terbiye etmek üzere namazı güzelce kılın, toplumsal barış ve adaleti sağlamak üzere kazancınızdan bir kısmını fakir ve kimsesizlerle paylaşarak zekâtı verin." denilmişti.

Fakat zamanı gelip de onlara Allah yolunda savaşmaları emredilince, Müslüman olduklarını iddia eden bu insanlardan bir kısmı, tıpkı Allah'tan korkarcasına, hatta daha büyük bir korkuyla insanlardan korkarak:

"Ey Rabb'imiz; bize neden zulüm ve haksızlıklara karşı savaşmayı emrettin? Bizi dünya zevkleri içinde azıcık daha yaşatarak yakın bir süreye kadar erteleseydin olmaz mıydı!" demeye başladılar.

Onlara de ki: "Bu dünyanın nimetleri hem gelip geçici, hem deâhiretnimetlerine göre değersiz ve azdır. Ebedî nimetlerle bezenmiş olan âhiret ise, günah ve kötülüklerden sakınıp korunanlar için elbette çok daha hayırlıdır. Orada hepinize hak ettiğiniz karşılık tam olarak verilecek ve hiç birinize zerre kadar haksızlık edilmeyecektir."
78 O halde, dünyanın basit nimetlerine tamah edip de, Allah yolunda savaştan kaçarak ebedî saadeti kaybetmek hiç akıl kârı mıdır? Kaldı ki, her nerede olursanız olun, çok iyi korunan sapasağlam kaleler içinde bile olsanız, ölüm sizi eninde sonunda gelip bulacaktır. Üstelik küfür ve zulüm karşısında mücadeleyi terk ettiğiniz takdirde, asla güven ve huzur içinde yaşayamayacaksınız. Gücü ele geçiren zalimler yeryüzünü fesada boğacak ve onların boyunduruğu altında çok daha büyük felaketlerle yüz yüze geleceksiniz. İşte o zaman ölüm size, savaş meydanında olduğundan çok daha yakın olacaktır.

Münafıklar ve onların sözlerine kanan zayıf imanlı bazı Müslümanlar, başlarına gelen musibetlerin ve nail oldukları nimetlerin sebeplerini doğru tahlil edemiyorlar. Onlara zafer, başarı, zenginlik, ganimet gibi bir iyilik ulaşınca, "Bu nimetler Peygamber'in mahareti filan değil, Allah katındandır." derler. Fakat başlarına ölüm, hastalık, yenilgi gibi bir kötülük gelince, hemen Peygamber'i suçlu ilan ederek, "Bu senin katındandır. Senin yanlış yönetimin ve isabetsiz kararların yüzünden bunlar başımıza geldi." derler.

Onlara de ki: "Size isabet eden iyiliklerden de kötülüklerden de Peygamber asla sorumlu değil­dir. Başınıza gelen iyi ve kötü olayların hepsi, yaratma ve izin verme bakımından Allah katındandır. Bazılarının meydana gelmesinde sizin tercih ve iradenizin payı olsa da, hepsi Allah'ın yaratması ve takdiri iledir. Zira her şey Allah'ın yasalarına göre cereyan etmekte, O'nun izni ve iradesi dairesinde gerçekleşmektedir. Bu yasalara göre, Allah iyiliği hak edenlere iyiliği, kötülüğü hak edenlere de kötülüğü verir. Bazen de kullarını bu musibet ve nimetlerle imtihan eder. Buna göre insanın yaptığı iyilik ve kötülükler, tercih etme ve yapma yönüyle insana; yaratma ve izin verme yönüyle Allah'a aittir. Bununla birlikte, her türlü iyilik ve güzelliğin kaynağı, emredicisi ve yaratıcısı Allah olduğu için, hayır ve lütuflar esas itibariyle Allah'tandır. Kötülükler ise, onu tercih edip yapan insana aittir."

O hâlde, bu insanlara ne oluyor ki, akıllarını kullanıp gerçeği anlamaya yanaşmıyor, neredeyse hiç söz anlamıyorlar! Doğrusu şu ki:
79 Ey insanoğlu! Sana ulaşan her iyilik, —onu kendi iradenle çalışarak elde etmiş olsan bile— gerçekte Allah'tandır. Çünkü bütün iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı O'dur. Seni yaratan, iyilik yapma kudret ve iradesini sana bahşeden ve bu iyilikleri yapmanı emreden Allah'tır. Başına gelen her kötülük de, esasen Allah'ın katından, yani O'nun izni ve iradesi ile olsa da, senin kendi günahın yüzündendir. Çünkü Allah, yapılmasına onay vermediği hiçbir şeyin müsebbibi değildir. İnsan, Allah'ın kendisine bahşettiği imkân ve yetenekleri O'nun istediği yönde kullanmayıp cezayı hak etmişse, bunun sorumluluğu yalnızca kendisine aittir.

Burada sözü edilen kötülük, imtihan gereğince insanın başına gelen kaza, hastalık, sakatlık, iflâs, ölüm gibi hâller veya zalimlerin baskı ve eziyetlerine uğramak, imtihan gereği sıkıntı çekmek gibi "kötü görünen şeyler" değil, kişiyi Allah'ın rahmetinden uzaklaştıran ve hoşnutluğundan mahrum bırakan "gerçek" kötülüktür. İmtihan hikmetince insanın başına gelen bu tür ‘kötülükler' size verilmiş bir ceza değil, aksine birer ilâhî lütuf olduğundan, elbette Allah'tandır.

Sonuç olarak, yaratma ve izin verme bakımından iyilik de kötülük de Allah'ın katındandır; fakat onay verme ve razı olma bakımından iyilikler Allah'tan, kötülükler ise kendi tercih ve iradesiyle onu gerçekleştiren insandandır.

Ey Muhammed! Münafıkların sözlerine üzülme; sen hiçbir zaman kötülük kaynağı olamazsın. Zira Biz seni, insanlığa iyilik ve güzellikleri öğreterek hayırlara vesile olan mübarek bir Elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.
80 Kim Allah'ın gönderdiği Elçi'ye itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Çünkü Elçi, ancak Allah'tan aldığı emir ve yasakları iletir. Kim de yüz çevirecek olursa, yalnızca kendisine kötülük etmiş olur. Senin görevinse ancak tebliğ etmektir. Biz seni onların başına bekçi olarak göndermedik.
81 O münafıklar senin yüzüne karşı, "Emrindeyiz!" diyorlar; fakat yanından ayrılır ayrılmaz, içlerinden bir kısmı, bu söylediklerinin tam tersi işler yaparak müminler aleyhine sinsice plânlar kuruyorlar. Oysa Allah, kurdukları hileleri bir bir kaydetmektedir ve hepsinin cezasını muhakkak verecektir.

Sen onların aymazlığına aldırma; hakkı bile bile reddedenböyle inatçı, önyargılı kimselere takılıp kalma!Doğru bildiğin yolda azim ve kararlılıkla yürümeye devam et! Bu münafıklar sana zarar verirler diye de korkma! Sen üzerine düşeni yap ve Allah'a güven! Koruyucu, yardımcı ve vekil olarak sana Allah yeter!

Bu arada, sürekli Kur'an'ı gündeme getirerek onları ve bütün insanları hakka davet et:
82 Onlar Kur'an'ı hiç araştırıpüzerinde düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından meydana getirilmiş olsaydı, yirmi üç yıl gibi uzun bir sürede tamamlanan bu kitabın içinde birçok tutarsızlıklar, akıl ve sağduyu ile bağdaşmayan yanlışlık ve çelişkiler göreceklerdi. Fakatİslam'a savaş açan, Kur'an mesajını ortadan kaldırmak için tüm güçleriyle mücadele eden kâfirler bile, bu kitabın içinde en ufak bir çelişki, hata ve tutarsızlık bulamadılar ve asla bulamayacaklar. Bu da onun Allah'tan gelen hak bir kitap olduğunun apaçık kanıtlarından biridir

Mekke müşrikleri, güçlü bir ordu hazırladıkları ve yakında büyük bir baskın yapacakları yönünde yalan haberler üretiyor ve gönderdikleri ajanlar ya da gelip geçen kervanlar aracılığıyla bu haberleri etrafa yayıyorlardı. Münafıklar da bu haberleri duyar duymaz abartılı bir şekilde orada burada anlatarak müminler arasında korku ve panik havası oluşturmaya çalışıyorlardı. Bazı saf ve bilgisiz Müslümanlar da münafıkların bu haberlerini ciddiye alıp üzerinde yorum yapmak suretiyle, farkında olmadan onların amaçlarına hizmet ediyorlardı. Bunun üzerine Allah, müminleri bu konuda dikkatli ve duyarlı olmaya davet eden şu ayetleri gönderdi:
83 Onlara, İslâm toplumunun güvenliğini ilgilendiren veya müminler arasında korku ve paniğe yol açabilecek bir söylenti ya da önemli bir haber ulaşınca, olayın içyüzünü araştırmadan ve bu söylentilerin sebep olabileceği zararları hiç düşünmeden, hemen onu sağa sola yayarlar.

Oysa bu haberi duyar duymaz onu Peygamber'e ve kendilerinden olan yönetici, âlim, komutan gibi yetki sahibi kimselere arz etmiş olsalardı, o yetkililer arasından savaş stratejisini iyi bilen, bu tür propaganda amaçlı haberleri doğru değerlendirip bunlardandoğru hükümler çıkarabilen tecrübeli ve uzmankimseler, onu titizlikle araştırıp haberin aslını ortaya çıkaracak ve buna karşı hangi tedbirlerin alınması gerektiğini de bileceklerdi.

Demek ki, savaş, siyaset, doğal felaket vb. toplumun ve ülkenin geleceğini ilgilendiren önemli konularda yeterli bilgiye sahip olmadan ileri geri konuşulmamalı, bu gibi meseleler konunun uzmanı olan ve ilmine, ahlakına, samimiyetine güvenilen yetkili kimselere danışılmalı, onların açıklamalarını dikkate almadan uluorta yorum yapmaktan ve bu haberleri yaymaktan kaçınılmalıdır.

Ey müminler! Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytanın peşine takılıp giderdiniz. Yani O sizeKitap ve Peygamber göndererek doğruyu eğriyi, hakkı batılı göstermeseydi ve düşmanlarınıza karşı sizi yardımıyla desteklemeseydi, pek çoğunuz kâfirlerin ve münafıkların propagandasına aldanıp yolunuzu şaşırır, dağılıp parçalanır ve hem dünyada hem ahirette perişan olurdunuz.
84 O hâlde, ey Peygamber ve Peygamber'in izinden giden Müslüman! Sen Rabb'inin vaadine güven ve tek başına kalmış olsan bile, zalimlere karşı Allah yolunda savaş! Unutmaki, sen ancak kendi eylemlerinden sorumlusun. Bu sorumluluğun gereği olarak, bütün müminleri cesaretlendirerek savaşa teşvik et ve hiçbir zaman ümidini yitirme!Çünküsen üzerine düşeni yaptığın takdirde, Allah kâfirlerin gücünü kıracaktır. Hiç kuşku yok ki, Allah'ın kudreti sınırsız, cezası da pek çetindir.
85 O halde, zalimlerin tehditlerinden korkma! Korku, gaflet, dünya malına bağlılık gibi sebeplerle Allah yolunda mücadeleyi terk eden veya aksatan müminleri uyararak cihada yönlendir. Çünkü kim güzel ve yararlı bir işe aracılık ederse, o işten kazanılacak mükâfattan kendisine de bir pay vardır. Kim de kötü ve zararlı bir işe aracılık ederse, ondan doğacak zararlardan kendisine de bir sorumluluk payı vardır. Böylece her insan, yaptığı ve yapması gerektiği halde yapmadığı işlerin cezasını veya mükâfatını tam olarak görecektir.

Unutmayın ki, Allah her şeyi görüp gözetmektedir.

Allah yolunda böyle amansız mücadele verirken, barış ve dostluk amacıyla size uzatılan eli de geri çevirmeyin:
86 Ey iman edenler! Toplumsal barış ve huzurun en önemli araçlarından biri olan selamı aranızda yayın! Çarşıda, pazarda, yolda, evde, işyerinde karşılaştığınız herkese, -onları tanısanız da tanımasanız da- "Selamun aleykum!" veya "Esselamu aleykum" (Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!)" diyerek selam verin! Selamınızı almazlarsa bile siz buna devam edin! Size bir Müslüman veya gayrimüslim tarafından, "Selamun aleykum, merhaba, günaydın, selam, iyi günler" gibibarış, kardeşlik ve dostluk anlamını içeren bir selâm verildiği zaman, siz bu selâma ondan daha güzeliyle karşılık verin veya en azından aynen mukabele edin. Size selam veren kişiyi daha güzel, daha kapsamlı sözlerle ve daha içten, daha sevecen bir tavırlaselamlayarak daha fazla sevap kazanabilirsiniz. Mesela, size "Selamun aleykum" diyen kimseye, "Aleyküm selam ve rahmetullah"; "Selamun aleykum ve rahmetullah" diyen kimseye, "Aleyküm selam ve rahmetullah ve berekâtuh" şeklinde karşılık verebilirsiniz. Basit bir selamın da sevabı günahı mı olurmuş demeyin. Unutmayın ki, Allah her büyük küçük şeyin hesabını tutmaktadır. Ve bu hesap boşu boşuna tutulmuyor:
87 Allah —ki O'ndan başka boyun eğilecek, emrine kayıtsız şartsız itaat edilecek hiçbir otorite, hiçbir ilâh yoktur— gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan Diriliş Günü'nde hepinizi bir araya toplayacak ve yaptıklarınızın hesabını bir bir soracaktır. Bunu bizzat Allah söylüyor; Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?

Peygamber (sav) Medine'ye hicret edip orada İslâm toplumunun çekirdeğini oluşturduktan sonra, Mekke'de ve Arabistan'ın diğer bölgelerinde yaşayan tüm Müslümanların Medine'ye hicret etmeleri konusunda genel bir çağrı yaptı. Ancak gerçekten hicret etmeye güç yetiremeyenler mazur görüldüler (Nisa, 4/97). Müslümanların çoğu bu çağrıya uysalar da, bazıları hicret etme imkânına sahip oldukları halde yurtlarını, akrabalarını, çıkarlarını İslâm'dan daha çok sevdikleri için emre itaat etmediler. Önceden olduğu gibi kabileleriyle birlikte yaşamaya, onların İslâm ve Müslümanlar aleyhinde yaptıkları bütün düşmanca hareketlerde rol almaya devam ettiler. Müslümanlardan bazıları onlara düşman muamelesi yapılması gerektiğini söylerken, bazıları aksini iddia ediyor ve iki taraf arasında sert tartışmalar yaşanıyordu. Bunun üzerine, mümin olduğunu söylediği halde düşman cephesinde yer alan böyle kimselere karşı nasıl tavır takınılması gerektiğini bildiren aşağıdaki ayetler nazil oldu:
88 Ey iman edenler! Allah doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan bu kadar net çizgilerle ayırmışken, neden münafıklar hakkında iki grubaayrılıp yersiz ve kırıcı tartışmalara giriyorsunuz? Nasıl oluyor da, zalimlerin safında yer alan sözde müminler hakkında, "Acaba bunları mümin kardeşlerimiz olarak mı göreceğiz, yoksa onlara kâfir muamelesi mi yapacağız? Bunlardan birini düşman saflarında gördüğümüzde onunla savaşacak mıyız, yoksa onu bırakacak mıyız?" diye tereddüde düşüyorsunuz? Oysa Allah, işledikleri günahlar sebebiyle onları yeniden inkâra döndürerek baş aşağı etmiştir!

Allah'ın sapmış dediği kimselerin hidayet üzere olduklarını mı söylemek istiyorsunuz? Kur'an'ın ölçülerine göre hak yoldan sapmış olanları, nasıl hidayet üzere görebilirsiniz? Bizzat Allah'ın doğru yoldan saptıklarını söylediği bu münafıkları hâlâ mümin kabul edecek, onlara dost ve kardeş muamelesi mi yapacaksınız? Hayır; Allah kimi sapkın olarak nitelemişse, artık onun hidayet üzere sayılması için hiçbir gerekçe, hiçbir yol bulamazsın.
89 Bazılarınızın iyi niyetle Müslüman zannettiği o münafıklar, asıl niyetlerini içlerinde gizliyorlar. Onlar sizin de kendileri gibi İslam'dan dönüp inkâra saplanmanızı ve böylece aynı duruma düşmenizi istiyorlar. O hâlde bunlar, zulüm sistemini ayakta tutan bir tuğla olmaktan vazgeçip Allah uğrunda İslâm diyarına hicret etmedikleri ve müminlerin safında yerlerini almadıkları sürece, onlardan hiçbirisini dost edinmeyin ve yardımına koşulması gereken bir din kardeşi olarak görmeyin!

Şayet bu uyarılara aldırmayıp Peygamber'in hicret emrinden yüz çevirecek olurlarsa, o zaman onları savaş meydanında gördüğünüz yerde diğer düşman askerlerine yaptığınız gibi yakalayıp esir edin, gerekirse öldürün! Ayrıca, onlardan hiçbirini kendinize müttefik, dost ve yardımcı edinmeyin!
90 Ancak aranızda antlaşma bulunan dost ve müttefik bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi halklarıyla savaşmayı içlerine sindiremedikleri için yanınıza gelen vetarafsız kalmak istediklerini söyleyen kimseler bunun dışındadır.

Onlara dostça muamelede bulunun. Düşünün ki, eğer Allah dileseydi, onları başınıza musallat ederdi de, çevrenizde bunca düşman varken, bir de onlar sizinle savaşırlardı. O hâlde, onlar sizinle savaşmaktan uzak durup size barış ve dostluk elini uzatırlarsa, onlara karşı savaşmakonusunda Allah size hiçbir yetki vermemiştir.
91 Bir de, hem sizden hem de kendi toplumlarından gelecek tehlikelere karşı güvende olmak isteyen; ama ne zaman Müslümanlara karşı savaş, saldırı ve fitneye çağırılsalar, hemen o fitnenin içine dalıveren diğer bazı kimseler de göreceksiniz.

Eğer bunlar sizinle savaşmaktan veya düşmanlarınıza yardım etmekten uzak durmaz, sizinle barışa yanaşmaz ve ellerini fitne fesattan çekmezlerse, onları savaş meydanında gördüğünüz yerde yakalayıp esir edin; gerekirse öldürün! İşte bunlar, kendilerine karşı savaşmanız konusunda size açıkça yetki verdiğimiz kimselerdir.

Bir de, hicret etmeye gücü yetmediği için düşman diyarında yaşamak zorunda kalan Müslümanlar var ki, onlara zarar vermemek için son derece dikkatli olmalısınız:
92 Bir müminin suçsuz bir insanı, özellikle de bir mümini öldürmesi olacak şey değildir; ancak hata sonucu olursa, o zaman başka.

Kim İslam ülkesinde veya Müslümanlarla barış halindeki bir toplumda yaşayan bir mümini yanlışlıkla öldürürse, Müslüman bir köle veya cariye azat etmeli ve bunun yanı sıra, öldürülenin meşru varisleri olan ailesine kan diyeti [73] ödemelidir. Ancak öldürülenin varisleri katili affeder ve diyet hakkından vazgeçerek bunu ona sadaka olarak bağışlarlarsa, o zaman başka. Bu durumda katilin diyet ödemesi gerekmez. Ancak köleyi yine azat etmelidir.

Eğer bu yanlışlıkla öldürülen kişi mümin olmakla birlikte, size düşman olan ve kendileriyle fiilen savaş hâlinde bulunduğunuz bir devlet veya topluluğa mensup ise, o zaman katilin yalnızca mümin bir köle veya cariye azat etmesi yeterlidir. Böyle yanlışlıkla öldürülen bir mümin için kan diyeti ödenmez. Zira o, Müslümanlarla sıcak savaş hâlindeki bir toplum içinde kalmakla kendi canını bilerek tehlikeye atmıştır. Ayrıca onun ailesine ödenecek diyet, düşmanın maddî yönden güçlenmesini sağlayacaktır.

Hataen öldürülen kâfirin durumuna gelince: İslâm ülkesinde veya Müslümanlarla antlaşmalı bir ülkede yaşayan bir gayrimüslim hataen öldürülürse, tıpkı Müslümanın hataen öldürülmesinde olduğu gibi, katilin mümin bir köle azat etmesi ve ölenin varislerine kan diyeti ödemesi gerekir. Müslümanlarla fiilen savaş hâlinde bulunan bir ülkenin gayrimüslim vatandaşı yanlışlıkla öldürülürse, bunun için ne diyet ne de kefaret gerekir. Zira böyle bir kimse harbî (düşman askeri) hükmündedir.

Eğer hataenöldürülen bu mümin, aranızda barış ve saldırmazlık antlaşmabulunan gayrimüslim bir devlet veya topluluğa mensup ise, o daaynen İslâm devletinde öldürülmüş gibi kabul edilir. Bu durumda katil, öldürülenin ailesine yukarıda açıklanan miktarda kan diyeti ödemeli [74] ve Müslüman bir köle veya cariye azat etmelidir.

Fakirlik veya başka bir sebeple azad edecek köle bulamayan kimse, Allah tarafından tövbesinin kabulü için kamerî takvime göre iki ay aralıksız oruç tutmalıdır. Oruç tutabilecek durumda değilse, imkânı varsa 60 fakiri doyurmalıdır. Buna da imkân bulamazsa, o zaman Allah'tan bağışlanma dilemekle yetinir.

Şunu hiç unutmayın ki, Allah her şeyi bilendir, her konuda en güzel ve en doğru hüküm verendir. Kasten adam öldürmenin cezasına gelince:
93 Her kim suçsuz bir insanı, hele de bir Müslüman'ı kasten öldürecek olursa, onun âhiretteki cezası —gereğince tövbe etmediği takdirde— ebedî cehennemdir! Masum bir cana kıyan kişi öyle korkunç bir kötülük işlemiştir ki, bu kötülüğünden dolayı Allah ona gazap etmiş, onu rahmetinden kovarak lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır! Suçsuz bir insanı kasten öldürenin dünyadaki cezası ise, kısas edilerek öldürülmektir. Ancak maktulün varislerinden biri katili affettiği takdirde, katilin onlara kan diyeti ödemesi gerekir (Bakara, 2/178).

O hâlde, bu gibi konularda kılı kırk yararcasına titiz ve dikkatli davranın:
94 Ey iman edenler! Allah yolunda savaşmak üzere sefere çıktığınızda, saldırıda bulunacağınız kimselerin düşman askeri olup olmadığını iyice araştırın! Müslüman olduğunu bildirmek üzere size İslâmî tarzda selâm veren kimseye, zafer kazanma, ganimet ve esir elde etme gibi basit dünya menfaatlerini kazanma uğruna, "Sen Müslüman değilsin! Bizi kandırmak için yalan söylüyorsun!" deyip desaldırıya yeltenmeyin! Eğer istediğiniz ganimetse, Allah katında pek çok ganimet, sınırsız lütuf ve nimetler vardır. Bu nimetleri elde etmenin yolu masum insanları öldürüp mallarına el koymak değil, her ne pahasına olursa olsun hak ve adalet ilkelerine sımsıkı bağlı kalmaktır.

Müslüman olduğunu söyleyip sizden eman dileyen kişi sizin gözünüzde İslam'dan uzak, cahil bir kimse olabilir. Unutmayın ki, siz de bir zamanlar böyle dalalet içinde, zayıf ve merhamete muhtaç bir halde idiniz. Sonra Allah size kitap ve Peygamber göndererek lütufta bulundu da sizi önce imansızlıktan, sonra da kâfirlerin baskı ve işkencesinden kurtardı. O hâlde, bir topluluğa saldırmadan önce, onların düşman kuvvetleri olup olmadığını iyice araştırın!

Hiç kuşku yok ki, Allah bütün yapıp ettiklerinizden haberdardır ve yaptığınız her iyilik ve kötülüğün karşılığını mutlaka verecektir.
95 Hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi askerliğe engel bir mazeretleri olmadığı hâlde, genel seferberlik çağrısı yapılmadığı için savaşa gitmeyip evlerinde oturan müminlerle Allah yolunda malları ve canlarıyla gönüllü olarak savaşarak cihat eden müminler, üstünlük ve değer bakımından eşit değildirler.

Çünkü Allah, Kur'an'ın öngördüğü adalet sistemini egemen kılmak için savaşa çıkıp malları ve canlarıyla küfre ve zulme karşı mücadele eden fedakâr müminleri, Allah yolunda cihada katılmayıp evlerinde oturan ve kulluk görevlerini en asgarî düzeyde yerine getiren Müslümanlardan daha üstün bir makama yüceltmiştir.

Gerçi Allah, bu iki grup müminden her ikisine de en güzel mükâfatolancennetini vadetmiştir; fakat hak uğrunda cihad edenleri, savaşa katılmayıp evlerinde oturanlardan çok daha büyük bir mükâfat ile yüceltip üstün kılmıştır.
96 Yani kendi katından bahşettiği yüksek dereceler, bağışlama ve rahmet ile onları ödüllendirerek çok çok üstün bir makama yüceltmiştir. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Bu "savaşa katılmama" izni, bütün müminlerin cihada çağırıldığı genel seferberlik durumu için söz konusu değildir. Genel seferberlik durumunda savaşa gelmeyenler, Allah'a isyan etmiş olurlar. Geçerli bir mazeret yüzünden mücadeleye katılamayanlara gelince, onlar bu mücadele arzusunu yüreklerinde taşıdıkları ve doğruluktan ayrılmadıkları sürece, Allah yolunda cihada katılan kardeşleriyle aynı sevabı alacaklardır.

Peygamber (s)'in İslam diyarına hicret etme ve müminlerin safına katılma çağrısına kulak tıkayıp kâfirlerin egemenliği altında, zillet ve meskenet içinde yaşamaya devam eden sözde müminlere gelince:
97 Ölüm melekleri, içten içe mümin oldukları halde Peygamber'in hicret emrine uymayıp kâfirlerin baskı ve egemenliği altında yaşamayı tercih eden ve böylece İslam'ın hükümlerini terk edip zulüm sisteminin bir parçası hâline gelerek kendilerine zulmeden kimselerin canlarını alırken, günahlarını yüzlerine vurmak için onlara, "Siz nasıl bir hal içindeydiniz ki, güya iman etmiş olduğunuz hâlde kâfirlerle iç içe ve tıpkı kâfirler gibi yaşadınız da, Kur'an'ın emir ve yasaklarını hiçe saydınız? Zulme karşı açık ve net olarak tavır almama ve müminlerle birlikte hakkın hâkimiyeti uğrunda mücadeleye katılmama konusunda mazeretiniz neydi?" diye soracaklar.

Onlar da, "Biz bu ülkede güç ve imkânlardan mahrum kalmış, zalimlerin baskı ve eziyetleri altında güçsüz ve zayıf bırakılmış kimselerdik. Bu yüzden imanımızı açıklamaya ve gereğini yerine getirmeye imkân bulamamış, çaresiz bir hâlde küfrün egemenliğine boyun eğmiştik." diyecekler.

Bunun üzerine melekler, "Peki Allah'ın arzı yeterince geniş değil miydi ki, inancınızı özgürce yaşayabileceğiniz bir yere göç etmediniz? Sizi inancınızı yaşamaktan alıkoyan ülkeyi, arkadaş çevresini, ortamı, hayat tarzını, âdet ve alışkanlıkları terk edip müminlerle dayanışma içinde küfre ve zulme karşı mücadele verebileceğiz bir çevreye hicret etmeniz gerekmez miydi? Ama siz bilerek ve isteyerek kâfirce bir hayatı tercih ettiniz ve bu yüzden azaba müstahak oldunuz!" diyecekler.

İşte onların varacağı yer cehennemdir; ne kötü bir son! Her ne kadar mümin olmaları sebebiyle cehennemde ebediyen kalmayacak olsalar da, Allah yolunda hicret ve cihadı terk etmenin cezasını mutlaka çekeceklerdir.
98 Ancak zalimlerin tahakkümünden kurtulmaya güç yetiremeyen, bir şekildekaçıp kurtulsa bile nereye gideceğini bilemeyen gerçekten degüçsüz ve zayıf bırakılmış yaşlı, hasta, özürlü vb. erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç…
99 Bunlar, zalimlerin baskısından dolayı İslam'ın emir ve yasaklarını gereğince yerine getirememiş olsalar bile, Allah'ın onları bağışlaması umulabilir. Allah hakikaten çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
100 Allah yolunda hicret etmekten korkmayın! "Yerimden ayrılırsam amacıma ya ulaşırım ya ulaşamam; iyisi mi hicret edeceğim derken elimdekini de kaybetmeyeyim!" diye düşünmeyin! Her kim zulüm diyarını terk ederek Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde güven içinde barınabileceği birçok yer ve huzurlu, bereketli bir hayat bulacaktır.

Her kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederek İslâm diyarına hicret etmek üzere evinden çıkar, fakat amacına ulaşamadan bu yolda öldürülür veya vefat ederse, onun mükâfatını vermek, bizzat Allah'ın sorumluluğundadır. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Bu merhameti sayesindedir ki, bakın size ne kolaylıklar sunuyor:
101 Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, özellikle de kâfirlerin size ani bir saldırı ile zarar vereceğinden endişe ederseniz, aşağıda tarif edileceği şekilde dört rekâtlı namazları ikişer rekâta düşürerek ve kıraatın, secdenin, rükûun süresini en aza indirerek namazları kısaltmanızda size bir günah yoktur.

Çünkü kendileriyle savaş halinde bulunduğunuz kâfirler, size saldırmak için fırsat kollayan apaçık bir düşmandırlar.

Düşman karşısında cephede beklerken kılacağınız namazın şekline gelince:
102 Ey Peygamber! Sen veya senin temsilcin konumundaki bir mümin komutan, cephede müminler arasında bulunup onlara namaz kıldıracağın zaman, mümin askerleri iki gruba ayır; onlardan bir grup düşmana karşı tetikte beklerken, diğer grup silahlarını da yanlarına alarak seninle birlikte arkandasaf tutup namaza dursunlar.

Birinci grup senin imamlığında ilk rekâtı bitirip secde ettikten sonra, ikinci rekâtı tek başlarına tamamlayıp selam versinler. Sonra da arka tarafınızda durup sizi düşmana karşı korusunlar. Yani düşmanın kıble yönünde olup olmaması durumuna göre, sizinle düşman arasında uygun bir yerde siper alıp beklesinler.Bu arada sen imam olarak birinci rekâtı kılmış, ikinci grubun gelmesini bekliyor olacaksın. Daha sonra, henüz namaz kılmamış olan diğer grup gelip senin arkanda aynı şekilde bir rekât namaz kılsın veikinci rekâtı kendi başlarına tamamladıktan sonra tekrar mevzilerindeki yerlerini alsınlar. Böylece askerler de onlara imamlık yapan komutan da ikişer rekât namaz kılmış olacaktır. [75] İmam namazı kısa sureler okuyarak en kısa sürede kıldırsın. Namaz esnasında askerler de komutan da düşmanın saldırı tehlikesine karşı her türlü korunma tedbirlerini alsınlar, silahlarını da yanlarında bulundursunlar. Unutmayın ki;

Kâfirlerden oluşan düşman ordusu, sizin dikkatsizce davranıp silah ve teçhizatınızdan uzak kalmanızı istiyorlar ki, böylece fırsatını bulup sizi ani bir baskınla gafil avlasınlar.

Namaz esnasında silahlarınız üzerinizde bulunsun. Ancak aşırı soğuk, şiddetli fırtına veya yağmurdan dolayı sıkıntıya düşer ya da silah kullanamayacak derecede hasta olursanız, namaz kılarken silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Bununla birlikte, böyle durumlarda bile düşman tehlikesine karşı daima tetikte bulunun; mümkün olan her türlü korunmatedbirinizi alın.

Ey müminler! Siz zalimlere karşı mücadelede üzerinize düşeni yaptığınız takdirde, Allah sizlere zafer ve üstünlük bahşedecek, İslam'a ve Müslümanlara savaş açan inkârcıları ise yenilgiye, zillet ve perişanlığa mahkûm edecektir. Şüphesiz Allah, bile bile hakkı inkâr eden o kâfirler için dünyada da âhirette de alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

Düşmanın saldırma ihtimalinin bulunduğu durumlarda namaz bu şekilde kılınır. Fakat savaş fiilen başladıktan sonra artık îmâ ile de olsa namaz kılınmaz. Vakti geçen bu namazlar, savaş sona erdikten sonra kaza edilir. [76]

Kur'an'ı tatbik etme hususunda müminler için en güzel örnek olan [77] Peygamber (s), "Bu Allah'ın müminlere bir lütfudur, o halde O'nun ikramını geri çevirmeyin!" buyurmak suretiyle, düşman tehlikesi bulunmayan normal yolculuklarda da dört rekâtlık namazların ikişer rekât olarak kılınacağını bildirmiştir. [78]
103 Namazı bitirdiğiniz zaman, gerek ayakta gerek otururken ve gerekse yan tarafınıza uzanırken Allah'ı anın. Namazdan sonra da Allah ile irtibatınızı kesmeyin. Zikir, dua, tilâvet, sohbet ve tefekküre uygun olan her yerde ve her zamanda, gerek kalbinizle, gerek dilinizle, gerekse tavır ve eylemlerinizle Rabb'inizi anın; O'nun sınırsız lütuf ve nimetlerini, yegâne Rab ve İlah olarak varlığını, birliğini, sonsuz kudret ve yüceliğini her an hatırlayın ve hatırlatın.

Tehlikeli durumlardan uzaklaşıp yeniden güvenli bir ortama kavuşunca da, namazı kısaltılmış veya geciktirilmiş olarak değil, savaştan önceki durumda olduğu gibi zamanında ve eksiksiz olarak kılmaya devam edin. Okuduğunuz âyetlerin manalarını düşünerek, Allah'tan hangi mesajları aldığınızın ve O'na hangi sözleri verdiğiniz farkında olarak namazlarınızı kılın. Çünkü namaz, inananlar için sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere belirli vakitlerde farz kılınmış en önemli kulluk görevi ve mümini kâfirden ayırt eden en belirgin alâmeti fârikadır.

Namazın size kazandıracağı bu bilinç ve cesaret, Allah yolunda cihad azminizi de artıracaktır:
104 Ey iman edenler! Düşman ordusunu savaş meydanında karşılama, onlarla kıyasıya çarpışma ve dağılıp kaçtıklarında o topluluğu takip etme hususunda yılgınlık ve gevşeklik göstermeyin! Eğer siz savaşın sıkıntı ve zorlukları yüzünden acı çekiyorsanız, unutmayın ki, sizin çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Kâfirler bâtıl bir dava uğrunda bu kadar sabır gösterirlerken, müminlerin hak davaları uğrunda gevşeklik göstermeleri olacak şey midir? Üstelik siz, onların ümit etmedikleri ve asla edemeyeceklericennetnimetlerini kazanmayı ve ilahi yardıma nail olmayı ümit ediyorsunuz. İnkârcıların ebedî hayattan bir beklentileri yoktur, elde etmeyi hedefledikleri kazanç yalnızca bu dünya ile sınırlıdır.Mümin­ler ise dünyada zafer ve üstünlük elde etmenin ya­nı sıra, Allah'ın rızasını kazanmak ve bunun sonucunda âhirette ebedî hayata nail olmak gibi ilahi teşviklere mazhar bulun­maktadırlar.O hâlde, müminler Allah'ın vaadine güvenmeli ve O'nun uğrunda her türlü zorluğa göğüs gererek azim ve kararlılıkla mücadele etmelidirler. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, her konuda en doğru, en güzel hüküm verendir.

Daha önce hırsızlık vukuatları olan Tu'me (veya Büşeyr) bin Ubeyrik adındaki bir Müslüman, komşusunun zırhını çalmış ve ilkönce kendisinden şüphelenileceğini bildiği için onu bir Yahudi'ye emanet etmişti. Zırhın sahipleri olayı araştırınca bu işi Tu'me'nin yaptığına dair bazı ipuçları buldular. Bunun üzerine Tu'me, suçu o Yahudi'nin üzerine attı. Yahudi ise zırhı kendisine Tu'me'nin emanet ettiğini, bu konuda şahitlerinin de bulunduğunu söyleyerek suçlamayı reddetti. Tu'me'nin kabilesi o gece konuyu aralarında gizlice görüştüler ve her ne pahasına olursa olsun arkadaşlarını savunmaya karar verdiler. Ertesi gün hep birlikte Peygamber'in huzuruna gelerek Tu'me lehinde şahitlik ettiler. Ayrıca bir Yahudi karşısında Tu'me'nin suçlu ilan edilmesinin Müslümanların itibarını zedeleyeceğini ve müminler aleyhinde propaganda yapan Yahudilerin eline koz vereceğini söylediler. Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, o insanların şahitliğine güvenerek Yahudi'nin suçlu olduğuna karar vermek üzereydi ki, asıl suçlunun Tu'me adındaki o sözde Müslüman olduğunu haber vererek kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için mükemmel bir adalet ölçüsü ortaya koyan aşağıdaki ayetler nazil oldu:
105 Ey Muhammed! Biz bu kitabı sana hak olarak, yani hakve hakikatin ölçüsünü ortaya koyarak zulüm ve haksızlıklara son veren mükemmel bir inanç, hukuk ve ahlak sistemi olarak indirdik ki, Allah'ın sana bu kitapta gösterdiği ve öğrettiği şekilde, insanlar arasında tam bir adaletle hüküm verebilesin.

O hâlde, hangi dine, hangi ırka, hangi cemaate mensup olursa olsun, asla yalancıların, haksızlık yapanların, hilekârların, hainlerin –bilmeyerek de olsa–destekleyicisi ve savunucusu olma! Sana gelen davaları iyice incelemeden, meseleyi her yönüyle ele alıp derinlemesine araştırma yapmadan karar verme! Aksi halde, Müslüman kimliği taşıdığı halde zulüm ve haksızlık yapan kimseleri farkında olmadan desteklemiş olursun! [79]
106 Ey Peygamber! Az kalsın masum bir insanı haksız yere cezalandıracaktın. Bunu kasıtlı olarak yapmamış olsan bile, işlediğin bu hatadan dolayı Allah'tan bağışlanma dile! Unutma ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
107 Evet; inançlarına, vicdanlarına, kişiliklerine, değerlerine, kısacası kendi öz benliklerine ihanet eden bu zalimleri sakın mazlumlara karşı savunma! Çünkü Allah, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun, hainlik eden ve hak hukuk tanımayıp bile bile günah işleyen hiç kimseyi sevmez! Sizin de böyle kimseleri sevmemenizi, onlara destek vermemenizi ister.
108 Ne tuhaf şeydir ki, onlar günah işlerken insanlardan çekinip gizleniyorlar da, her şeyi gören ve her şeyi işiten Allah'tan çekinip gizlenmiyorlar. Oysa onlar gecenin karanlığında Allah'ın hoşnut olmadığı o planları kurup o çirkin sözleri söylerlerken, O, sınırsız ilim ve kudretiyle onların hemen yanı başında bulunuyordu.

Çünkü Allah, insanların yapıp ettikleri her şeyi sonsuz ilim ve kudretiyle çepeçevre kuşatmış bulunmaktadır.
109 Haydi siz haklı olduklarını zannederek onları bu dünya hayatında savundunuz diyelim; peki ya ilahi adaletin tam olarak gerçekleşeceği Diriliş Günü'nde onları Allah'a karşı kim savunabilecek yahut onların sorumluluğunu kim üzerine alacak, onlara kim vekil olabilecek?

O hâlde, henüz fırsat varken tövbe edip Rablerine yönelsinler. Unutmasınlar ki;
110 Her kim bir başkasına kötülük yapar yahut bizzat kendisine zulmeder de hemen arkasından tövbe edip Allah'tan bağışlanma dilerse, O'nun nekadar bağışlayıcı, nekadar merhametli olduğunu elbette görecektir.
111 Zaten günah işleyen, bunu ancak kendi aleyhine yapmış ve başkasına değil, bizzat kendisine zarar vermiş olur. Bakın, bunları size Allah söylüyor; O'nun buyruklarını can kulağıyla dinleyin! Unutmayın ki, Allah her şeyi bilendir, her konuda yerli yerince hüküm verendir.
112 Her kim de bir hata yahut günah işler, sonra da onu suçsuz birinin üzerine atarsa, gerçekten ağır bir iftira ve apaçık bir vebal yüklenmiş demektir!
113 O hâlde ey Peygamber, böyle bir günaha alet olmamak için son derece dikkatli olmalısın. Allah'ın sana o engin lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir kısmı yalan şahitlikleriyle suçsuz bir insanı cezalandırmana yol açarak az kalsın seni yanılgıya sürükleyeceklerdi. Aslında onlar kendilerinden başka hiç kimseyi yanıltamazlar. Korkma, sen buyruklarıma bağlı kaldığını sürece, o münafıklar sana hiçbir şekilde zarar veremezler.

Çünkü Allah sana bu Kitabı ve Kitaptaki bilgileri en güzel şekilde pratik hayata uygulama yeteneği olan hikmeti bahşetmiş, böylece insanın menşei, yaratılış amacı, akıbeti, uyması gereken ahlaki ilkeler gibi dünya ve ahirette huzur ve mutluluğuna ulaşmanızı sağlayacak en doğru bilgileri vererek sana bilmediklerini öğretmiştir. Evet, Allah'ın sana ve ümmetine olan lütuf ve inayeti gerçekten çok büyüktür.
114 Seni hak yoldan çevirmeye çalışan o ikiyüzlülere gelince, onların kapalı kapılar ardında kurdukları planların, yaptıkları gizli konuşmaların çoğunda hayır yoktur. Ancak her türlü gizli konuşma da kötü zannedilmemelidir. Yoksullara verilecek bir sadakayı, yapılması gereken başka bir iyiliği ya da insanlar arasında barış ve uzlaşmayı tavsiye eden kimselerin gizli toplantıları elbette böyle değildir. Yardım edilecek bir yoksulun, kusurlu davranışından dolayı uyarılacak bir kimsenin yahut barıştırılması gereken küslerin incinmemesi için bu gibi meselelerin gizlice konuşulmasında bir sakınca yoktur.

Kim Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla böyle hayırlı işler yaparsa, ona dünyada huzur ve bereket, âhirette ise ebedi cennet nimetleri olmak üzere büyük bir ödül bahşedeceğiz.
115 Kim de Kur'an ile tanışıp İslam'ı iyice öğrendikten ve hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra Peygamber'in emir ve talimatlarına, yani onun Allah'tan alıp sizlere tebliğ ettiği inanç, ahlak ve hukuk prensiplerine karşı gelir ve böylece hak dini terk ederek Müslümanların izlediği yoldan başka bir yolu takip ederse, onu kendi tercihiyle baş başa bırakacak ve sonunda cehenneme atacağız! Ne fena bir varış, ne korkunç bir son!

Şu hâlde, Allah'ın merhametine ve affına sığınmaktan başka çareniz yoktur:
116 Allah, ister birtakım putları veya putlaştırılmış kişi ve kurumları ilâhlık mertebesine yüceltme şeklinde olsun, isterse ilahi hükümleri reddedip onlara alternatif hükümler koyma şeklinde olsun, kendisine ortak koşulmasını —zamanında tövbe edilmediği takdirde— asla bağışlamayacaktır. Bunun dışında kalan ve küfür, şirk, inkâr içermeyen diğergünahları ise, günahın büyüklüğüne ve onu işleyen kişinin durumuna göre dilediği kimseler için bağışlayabilir. Fakatmüşriklerin bağışlanması asla söz konusu olamaz. Çünkü Allah'a ortak koşan kimse, hak yoldan tamamen sapmış ve affı asla mümkün olmayan derin bir sapıklığa düşmüştür!
117 Müşrikler, Allah'ın varlığını, yaratıcılığını ve sonsuz kudretini kabul etmekle birlikte, O'nun yanı sıra, Allah'ın kızları olarak nitelendirip arzu ve heveslerine uygun birer ilâh olarak kabul ettikleri melekler gibi birtakım dişi tanrıçalara ve sembollere tapınıyorlar. Böylece Allah'a başkaldıran insan ve cin liderlerinin empoze ettiği hayat tarzını benimsemek suretiyle, aslında o azgın, isyankâr şeytana tapınmış oluyorlar.
118 Oysa Allah, emirlerine itaatten yüz çevirdiği için şeytanırahmetinden kovarak lânetlemişti. Şeytan da lisanı haliyle demişti ki:

"Senin kullarından inancı, aklı ve iradesi zayıf olanları mutlaka kendimekul köle edinerek onlardan belli bir pay alacağım!"
119 "Onları inkâra, kötülük ve günaha yönlendirerek haktan saptıracak, hak ve hakikati idrak edememeleri için boş ümitlerle oyalayıp aldatacağım. Mesela onlara emredeceğim; putlara ve sahte tanrılara adanmışlığın sembolü olarak hayvanların kulaklarını kesecekler. Yine onlara emredeceğim; Allah'ın yaratıklar için koyduğu doğal fıtrat kanunlarını çiğneyecek, varlıklara yüklediği temel özellikleri ve onların aslî fonksiyonlarını değiştirmeye çalışacaklar. Sözgelimi kadını erkeğe, erkeği kadına benzetecekler. Doğal yöneliş ve içgüdüleri saptıracak, yetenekleri ve organları yaratılış gayelerinin dışında kullanıp çarpık ilişkilere girecekler. Böylece dinini kısmen veya tamamen reddederek yaratılış kanunlarına ve bu kanunların amaç ve hikmetine aykırı, iğreti bir hayat tarzı ortaya koyacaklar."

İşte görüyorsun ya; kim ki Allah'ı bırakır da şeytanı kendisine dost ve rehber edinecek olursa, her iki âlemde de apaçık ziyana uğramış demektir!
120 Çünkü şeytan onlara hep vaatlerde bulunur ve onları boş ümitlerle oyalayıp durur. Fakat gerçekte şeytan onlara, netice itibariyle bir hayal kırıklığı ve aldanıştan başka bir şey vaadetmez.
121 İşte onlar, barınakları ve ebedi yurtları cehennem olan kimselerdir. Onlar kötülüklerinin cezasını çekmek üzere cehennem ateşine girecekler ve oradan kaçıp kurtulabilecekleri bir menfez, bir çıkış yolu bulamayacaklardır.
122 Göndermiş olduğum bütün kitaplara ve peygamberlere iman eden ve bu imanın gereği olarak doğru ve yararlı işler yapan kimselere gelince, onları da ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan, sonsuza dek içinde kalacakları cennet bahçelerine yerleştireceğim. İşte bu da Allah'ın gerçek vaadidir. Öyle ya, Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123 Ey müminler! Yalnızca Müslüman adını taşımakla veya birilerinin şefaatine mazhar olmakla kurtuluşa ereceğinizi zannetmeyin! Allah'ın rahmet ve sevgisine ne kendi hayal ve kuruntularınızla ulaşılabilirsiniz, ne de peygamberlerin getirmiş olduğu hak dini değiştirip tanınmaz hale getiren ve bu uydurma dine tabi olmakla cennete gireceklerini zanneden Kitap Ehli'nin kuruntularıyla… Gerçek şu ki, Allah katında ayrıcalıklı, özel imtiyazlara sahip bir millet yoktur. Dini, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun, her kim bir kötülük yaparsa, tövbe etmediği takdirde kötülüğünün cezasını mutlaka çekecektir. Ve Hesap Günü Allah'tan tarafından kendisine ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilecektir.
124 Her kim de –gerek erkek gerek kadın olsun– Allah'ın varlığına, birliğine ve ahiret gününe iman ederek O'nun emrettiği doğru ve yararlı işlerden yaparsa, işte onlar da cennete girecek ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklardır. Öyle ya;
125 Dürüst ve erdemlice yaşayarak tümruhu, tüm benliğiyle Allah'a teslim olan ve her türlü batıl inançtan yüz çeviripbir tek Allah'a iman etmiş bir hanîf olarak,Yahudi ve Hristiyanların da en büyük dinî önder kabul ettikleri İbrahim'in tebliğ etmiş olduğu dosdoğru inanç sistemine tabi olan kimsenin dininden daha hayırlı, daha güzel bir din olabilir mi? Allah, işte bu dosdoğru inancı, dürüstlüğü ve samimiyetinden dolayı İbrahim'i dostluğuyla yüceltip şereflendirmiş ve onu kendisine adeta bir sırdaş, bir arkadaş, yakın bir dost edinmiştir. Şimdi düşünün; Yahudi ve Hristiyan din adamlarının tarih boyunca uydurup din haline getirdikleri hurafeler mi daha hayırlıdır, yoksa peygamberlerin tebliğ ettikleri hak din mi?
126 Sakın inkârcı zorbaların baskı ve tehditlerine boyun eğip de haktan yüz çevirmeyin.Unutmayın ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah, sonsuz ilim ve kudretiyle her şeyi kuşatmıştır.
127 Ey Peygamber! Senden kadınların hak ve sorumlulukları ile ilgili ve evlilikte çıkabilecek sorunların çözümüne dair daha ayrıntılı açıklama yapmanı istiyorlar.

De ki: "Allah size onlar hakkında gerekli açıklamayı aşağıdaki 128. ve129. âyetlerde yapacaktır.

Allah tarafından değişmez bir yasa olarak yazılıp farz kılınmış miras, mehir vb. haklarını vermeksizin kendileriyle evlenmek istediğiniz sorumluluğunuz altındaki yetim kızlar ve yardıma muhtaç kimsesiz çocuklar hakkında size bu kitapta (Nisa, 4/2–4) daha önce bildirilen âyetler debu konuyu açıklamaktadır.

Ayrıca yetimlere karşı adaleti gözetmeniz gerektiğine dair âyetler(Nisa, 4/2–4) de bu konuda sizi aydınlatmaktadır."

O hâlde, bu öğütleri can kulağıyla dinleyin. Unutmayın ki, her ne iyilik yaparsanız, Allah onu elbette bilmektedir ve mükâfatını da muhakkak verecektir.

Sorunuzun asıl cevabına gelince:
128 Şayet bir kadın, kocasınıntavır ve davranışlarından, kendisine artık değer vermemeye veya yeterinceilgi göstermeyerek ondan yüz çevirmeyebaşladığını hissederse, taraflardan birinin veya her ikisinin karşılıklı fedakârlıklarlaanlaşıp uzlaşmalarında her ikisine de günah yoktur. Yani kocasının tutum ve davranışlarından rahatsız olan bir kadının şikâyetini dile getirmesi, hakkını araması, kocasıyla oturup bu meseleleri tartışması, –kadına neredeyse hiçbir hak tanımayan, onun erkekten hak talep etmesini bile edepsizlik olarak gören Cahiliye zihniyetinin tam aksine– ayıp ve günah değildir. Erkek açısından da eşinin taleplerini dikkate alması onur kırıcı bir davranış değildir. Tam tersine, her iki tarafın da arzu ve beklentilerini açık yüreklilikle dile getirip ortak bir çözüme ulaşmak için uzlaşmaya çalışmaları en güzelidir.

Çünkükarşılıklı konuşarak belli şartlarda anlaşıp barışmak, öfke ve nefret duygularıyla hareket etmekten yahutgeçimsizliğe düşüp boşanmaktan daha iyidir.

Unutmayın ki, nefisler bencillik, açgözlülük ve cimriliğe yatkın halde yaratılmıştır. Yani Allah insanoğlunu "çıkarlarına sahiplenen", "menfaatlerini koruyan" bir varlık olarak yaratmıştır. Esasında faydalı ve gerekli olan bu duygular, aynı zamanda kişiyi zulüm ve haksızlığa sürükleme potansiyeline de sahiptir. Onun için böyle anlaşmazlık durumlarında her iki taraf karşısındakinin arzu ve beklentilerini de dikkate almalı, realiteyi görerek ortak bir uzlaşma noktası bulmaya çalışmalıdır. Kadın da erkek de kendi beklentilerinden biraz fedakârlıkta bulunabilmelidir.

Ey müminler! Eşlerinize güzellikle davranır ve onları üzmekten, haklarını çiğnemekten sakınırsanız, Allah bunun mükâfatını size mutlaka verecektir. Hiç şüphesiz Allah, yapıp ettiğiniz her şeyden haberdardır.

Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arap toplumunda, birden fazla kadınla evlilik oldukça yaygındı. Yüce Allah bir yandan tek eşliliği ideal aile düzeni olarak teşvik edip (Nisa, 4/3, 129) çok eşliliği aşama aşama azaltırken, bir yandan da çok eşliliğe dayalı aile düzenin getirdiği sorunlara acil ve gerçekçi çözümler sunarak buyurdu ki:
129 Ey müminler! Birden fazla kadınla evlendiğiniz takdirde, ne kadar isteseniz de eşleriniz arasında her birine hak ettiği ilgi, sevgi ve şefkati gösterme konusunda tam olarak adaleti sağlayamazsınız. O hâlde, çok eşliliğin omzunuza yükleyeceği külfet ve sorumluluğun bilincinde olun! Önemli bir zorunluluk olmadıkça tek eşliliği tercih edin. Bir zorunluluktan dolayı birden fazla kadınla evlenmiş iseniz, eşleriniz arasında tam olarak adaleti sağlayamasanız bile, hiç değilse bütün ilginizi içlerinden birine yöneltip de diğerini askıda kalmış yani kocası hem var hem yok gibi tamamen ihmal edilmiş bir halde bırakmayın.

Ey müminler! Eğer eşlerinize karşı güzellikle davranır, elinizden geldiğince eksikliklerinizi tamamlamaya, hatalarınızı telafi etmeye çalışarak hal ve hareketinizi düzeltir ve bile bilegünaha girmekten, haksızlık yapmaktan sakınırsanız, Allah ufak tefek kusurlarınızı bağışlayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
130 Demek ki karı koca arasında meydana gelebilecek anlaşmazlıklarda hemen boşanma yoluna gidilmemeli, toplumun temel taşı olan ailenin parçalanmaması için her türlü tedbire başvurulmalıdır. Fakateşler arasında sevgi ve huzur kalmamış, evlilik hayatı adeta işkenceye dönüşmüşse, artık bu evliliği zorla devam ettirmenin de bir anlamı yoktur. Zira böyle bir evliliğin devamı daha büyük mahzurlar doğuracaktır. Bu durumda eşler birbirlerini incitmeden, güzellikle evliliği sona erdirip ayrılacak olurlarsa, Allah her ikisine de engin lütuf ve nimetlerinden bahşedecek ve yeni bir aile kurup huzur içinde yaşamaları için fırsat verecektir. Unutmayın ki, Allah lütuf ve merhametiyle sınırsızdır; sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. Her işini hikmet ve adalete göre yapmakta, her konuda doğru ve yerli yerince hüküm vermektedir.
131 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah, sizin ve sahip olduğunuzu zannettiğiniz şeylerin de yaratıcısı ve gerçek sahibidir. Malınız, canınız, aileniz, ruhunuz ve bedeniniz size Allah'ın birer emanetidir. O halde O'nun emanetini O'nun emir ve talimatları doğrultusunda kullanmalısınız.

Bunun içindir ki, hem sizden önce kitap verilen Hristiyan ve Yahudilere ve hem de size, "Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek günahın, zulmün ve haksızlığın her çeşidinden titizlikle sakının!" diye emretmişizdir.

Eğer bunca nimetlere karşılık nankörce davranıp O'nun ayetlerini inkâr edecek olursanız, bir kez daha söyleyelim ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü şükür ve övgüye lâyık olandır. Size bunca emir ve talimatları kulluk ve ibadetinize muhtaç olduğu için değil, bilakis sizin bunlara ihtiyacınız olduğu gönderiyor.
132 Evet, şu hakikati tekrar ve tekrar gündeme getirmeli ve tüm ruhunuza, tüm benliğinize nakşetmelisiniz: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve her konuda emrine uyulacak, sözü dinlenecek güvenilir bir vekil olarak yalnızca Allah yeterlidir.
133 Ey müminler! İşte sizler bu hakikati yaşamak, duymayanlara duyurmak ve bunun gereği olan adalet sistemini yeryüzünde egemen kılmakla görevlisiniz; sakın görevinizi ihmal etmeyin! Ey insanlar; eğer Allah dilerse sizi yok eder ve sizinyerinize, bu görevi hakkıyla yerine getirecek başka toplumlar getirir. Bu nasıl olur demeyin; Allah elbette buna kâdirdir.
134 O halde, sakın ola ki dünyanın gelip geçici nimetlerine heveslenip de Allah yolundaki mücadelenizi terk etmeyin! Kim bu dünyanın nimetlerini istiyorsa, yalnızca Allah'a yönelsin ve O'nun çağrısına kulak versin. Çünkü dünyanın da âhiretin de nimetleri Allah'ın elindedir ve O her şeyi işiten, her şeyi görendir.

İşte bu nimetleri elde etmenin yolu:
135 Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve diğer dost ve akrabanızın aleyhine bile olsa, Allah için dosdoğru şahitlik ederek adaleti tam anlamıyla yerine getiren kimseler olun! Hiç kimsenin mensup olduğu ırk, kabile, din veya cemaat sebebiyle haksızlığa uğramasına yahut haksız kazanç elde etmesine izin vermeyin. Davacılar ister zengin ister fakir olsun, ne zengine dalkavukluk etmek ne de güya fakiri kayırmak adına adaletten ayrılmayın! Zira zengin de olsa fakir de olsa, Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onların haklarını gözetmeye de sizden daha lâyıktır. Ama yine de O yakınlarınıza iltimas göstermemenizi, her hak sahibine hakkını tam olarak vermenizi emretmektedir.

O hâlde, sakın arzu ve heveslere kapılıp da haktan, adaletten zerre kadar bile sapmayın! Eğer şahitlik ederken gerçeği çarpıtır ya da şahitlik yapmaktan yüz çevirirseniz, bunun cezasını mutlaka göreceksiniz. Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Ama hakiki adaleti, ancak hakiki imana erişmiş bir toplum gerçekleştirebilir. Bunun için de, iman ettim diyerek işin peşini bırakmamalı, her Kur'an okuyuşunuzda âdeta yeniden iman ederek ruhunuzdaki heyecanı daima diri tutmalısınız:
136 Ey iman sahibi olduğunu iddia edenler! Allah'a, Elçisine ve gerek Elçisine indirdiği bu Kitaba, gerek daha önce indirmiş olduğu diğer Kitaplara gerçek anlamda ve yeniden iman edin!

Şunu iyi bilin ki, her kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse, haktan tamamen uzaklaşmış ve gerçekten derin bir sapıklığa düşmüş demektir!
137 İmana erdikten sonra yeniden inkâra saplanan, sonra yine iman edip tekrar inkâr eden ve bununla da kalmayıp Müslümanlara karşı mücadeleye girişerek inkârcılıkta iyice azıtanlara gelince; tövbe etmedikleri sürece Allah onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir. Zaten böyle kimseler ölüm belirtilerini görüp hayattan tamamen ümit kesmedikçe tövbe etmezler.O hâlde:
138 Bu ikiyüzlülere şu acı haberi müjdele: Fesat ve bozgunculuktan vaz geçmedikleri takdirde, onlar için cehennemde can yakıcı bir azap vardır!
139 Çünkü onlar, müminleri bırakıp kâfirleri kendilerine dost ediniyorlar. Müminlere en şiddetli muhalefeti gösterirken, zalimleri ve kâfirleri yakın dost, yardımcı, yandaş ve müttefik olarak görüyorlar. Onların yanında izzet veşeref mi arıyorlar?O zalimlerin yanında yer almakla üstünlük ve şeref elde edeceklerini mi umuyorlar?İnkârcılarla dost olup onların hayat tarzını, kılık kıyafetini, kültürünü taklit ederek güçlü, gelişmiş, ileri bir toplum oluşturabileceklerini mi sanıyorlar? Ne kadar da aldanıyorlar! Oysa izzet ve şeref, tamamen ve yalnızca Allah'a aittir. Dünyada da ahirette de üstünlük, kuvvet, onur, izzet ve şeref yalnızca O'nun elindedir ve bunu dilediğine dilediği kadar verir. O hâlde, gerçek anlamda onur kazanmak isteyenler yalnızca Allah'a kul olmalı, O'nun Kitabını ve Elçisini kendilerine rehber edinmelidirler. Kâfirlerde onur aramak şöyle dursun, belli durumlarda onlarla birlikte oturmaktan bile sakınmalıdırlar:
140 Allah bu kitapta daha önce vahyettiği ayetlerde [80] , size şu hükmü indirmişti: Kâfirlerle oturduğunuz bir mecliste Allah'ın âyetlerinin inkâr edilip alaya alındığını duyduğunuz zaman, onlar bu sözleribırakıp başka bir konuya geçinceye kadar —şayet bir zorunluluk söz konusu değilse— onlarla birlikte oturmayın, hemen yanlarından ayrılın. Aksi halde, inkârcıların bu saygısızca davranışı karşısında tepkinizi göstermediğiniz için siz de onlar gibi olursunuz. Allah'ın âyetlerini alay konusu edinen zalimlerle bu dünyada birlikte olanlar, âhirette de onlarla birlikte olacaklardır:

Hiç şüphesiz Allah, sözde mümin göründüğü halde her yol ayrımında kâfirlerin safında yer alan o ikiyüzlülerin ve hak dine alenen savaş açan o kâfirlerin tümünü cehennemde bir araya toplayacak ve yaptıkları her kötülüğün hesabını onlara bir bir soracaktır.
141 Her zaman güçlünün yanında yer almayı ilke edinen bu ikiyüzlüler, olayların seyrine göre tavır takınmak üzere sizi dikkatle gözlerler: Şayet size Allah'tan bir zafer gelecek olsa, hiçbir katkı sunmadıkları bu zaferin nimetlerinden faydalanmak ve ganimetten pay kapmak için:

"Biz de sizinle beraber değil miydik?" derler. Fakat inkâr edenler inananlara karşı hasbelkader bir zafer elde edecek olsalar, bu kez de inkârcılara dönüp:

"Biz sizi Müslümanlara karşı savunup üstün gelmenizi sağlamadık mı? Siz dışarıdan vururken, biz kaleyi içten fethetmedik mi?" derler.

Bununla birlikte, inkâr ve ihanetleri açıkça kanıtlanmadığı sürece, onları Müslüman kabul etmelisiniz. Diriliş Günü Allah, aranızda nihai hükmünü verecek ve münafıkları kâfirlerle birlikte cehenneme sürecektir.

Korkmayın; sizler Kur'an'ın emirleri doğrultusunda üzerinize düşeni yaptığınız takdirde, Allah inkârcılara, müminlere karşı sürekli üstünlük sağlayacak bir güç ve yetki vermeyecektir.
142 Münafıklara gelince, onlar hâl ve hareketleriyleadeta Allah'ı aldatmaya çalışıyor vesanki O'nu kandırmaları mümkünmüş gibi davranıyorlar. Oysa gerçekte Allah, ahlaksızlıkları yüzünden onları rezil ve maskara konumuna düşürmeksuretiyle derin bir aldanışa sürüklemektedir. Aldanan asıl kendileridir, ama bunun da farkında değiller.

Onlar namaza kalkarken üşene üşene, sırf insanlara gösteriş amacıyla kalkarlar. Kur'an'ı da çok az okur, Allah'ı çok az anarlar.
143 İç dünyaları karmakarışıktır.Bir yandan menfaat, kibir, inatçılık gibi duyguları onları inkâra sürükler, bir yandan da vicdanları, Kur'an'ın apaçık bir mucize olduğunu haykırır durur!İman mı etsinler, inkâr mı; bir türlü karar veremez, bu ikisi arasında sürekli bocalayıp dururlar. Bu yüzden Müslümanlarla kâfirler arasında tercih yapmakta zorlanırlar ve ne onlara, ne de bunlara tam olarak bağlanırlar. Çünkü Allah onları, yaptıkları kötülükler yüzünden saptırmıştır. Allah kimi doğru yoldan saptırmışsa, ona asla bir çıkış yolu bulamazsın.
144 Ey iman edenler! İnananları bırakıp da, gerek söz ve gerek davranışlarıyla Allah'ın âyetlerini reddeden inkârcıları ve inkârcılıklarını gizleyip aranıza sızmaya çalışan münafıkları yönetici, koruyucu, müttefik ve dost edinmeyin! Böyle yaparak Allah'a kendi aleyhinizde apaçık bir delil vermek ve böylecesuçluluğunuzu resmen belgelendirmek mi istiyorsunuz? Bunu elbette istemezsiniz, değil mi? Kâfirleri dost edinmek münafıklığın açık bir delilidir ve cezası da çok şiddetlidir:
145 Hiç kuşku yok ki, ikiyüzlüler inkârcıların en tehlikelisi olup cehennemin en aşağı tabakasınadırlar. Nifak ve bozgunculuktan vaz geçmedikleri sürece, onların affedilme ihtimali de yoktur. Öyle ki, mahşer gününde onlar için bir kurtarıcı ve yardımcı bulamazsın!
146 Ancak ikiyüzlülükten vazgeçerek tövbe eden, hatalarını telâfi edip durumlarını düzelten, Allah'a yürekten boyun eğerek O'nun kitabına sımsıkı sarılan ve hayatın her alanında hüküm koyma yetkisinin Allah'a ait olduğu bilinciyle yalnızca O'nun kulluk ve itaat ederek dinlerini Allah'a halis kılanlar hariç. İşte bunlar, dünyada da âhirette de inananlarla beraberdirler ve Allah, inananlara büyük bir ödül bahşedecektir!
147 Öyle ya, siz Rabb'inizin nimetlerine şükredip O'nun âyetlerine inandıktan sonra, Allah sizi ne diye cezalandırsın ki? Elbette cezalandırmaz; çünkü Allah, iyilik ve teşekkürlerin karşılığını fazlasıyla verendir, her şeyi eksiksiz bilendir.

O hâlde, kötü davranışlardan ve çirkin sözlerden uzak durun!
148 Allah, kötü vekırıcı sözün açıktan söylenmesini hoş görmez; ancak haksızlığa uğrayan kimse hariç. Çünkü zulüm ve haksızlıktan canı yananların, zalimlere karşı feryat ile beddua etmeleri, hatta aynen karşılıkta bulunmaları suç değildir. Ayrıca, insanların kusurunu açığa vuran ve normal şartlarda dedikodu sayılan ve bazı sözlerin, bir kimsenin kötülüğüne karşı uyarmak veya mahkemede şahitlik ederek bir olayın aydınlanmasını sağlamak gibi meşru sebeplerle söylenmesi günah değildir. Bunun dışında kaba ve kırıcı sözler söylemekten sakının. Unutmayın ki, Allah her şeyi işitendir, bilendir.

Zulüm ve haksızlık karşısında beddua etmeniz, hatta aynen karşılıkta bulunmanız suç olmamakla birlikte, sabredip efendice davranmanız, —zulmün devamına sebep olmadığı takdirde— elbette daha güzeldir:
149 Açık veya gizli bir iyilik yaptığınızda ya da size yapılan bir kötülüğü bağışladığınızda, bilin ki, Allah da sizi affedecektir. Çünkü Allah bağışlayıcıdır, her şeye gücü yetendir.

Ancak şu kimseler, bağışlanmayı hak edemezler:
150 Allah'ı ve elçilerini tümüyle inkâr eden ve tanrıtanımaz, materyalist, ateist olarak bilinen kâfirler,

Allah'a inanmakla birlikte, Allah'ın kâinatı yaratıp onu başıboş bıraktığını, insan hayatına müdahale etmediğini iddia eden, böylece vahiy ve peygamberlik gerçeğini inkâr ederek Allah ile elçileri arasında ayrım yapmak isteyen deistler,

Ve "Biz Allah'a, elçilerine, kitaplarına, meleklerine ve âhiret gününe iman eder; fakat Son Elçi'yi ve Kur'an'ı kabul etmeyiz. Yani peygamberlerin bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz!" diyen Hristiyanlar ve Yahudiler,

Ve bazen imana, bazen de inkâra meylederek bunlar arasında orta bir yol tutturmak isteyen ikiyüzlüler ile "Tanrı'nın ve dünya ötesi yaşamın varlığı ya da yokluğu hiçbir zaman bilinemez; o hâlde kanıtlanması mümkün olmayan bu tür iddialara ne inanır ne de bunları reddederiz." diyen agnostikler ve şüpheciler var ya;
151 İşte bu sayılan gruplar, farklı söylemlerine rağmen gerçek anlamda inkâra saplanmış kimselerdir. Biz de inkârcılar için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. [81] Buna karşılık:
152 Allah'a ve bütün elçilerine —aralarında hiçbir ayrım gözetmeksizin— iman eden samimi müminlere gelince; Allah onların mükâfatını elbette verecek ve geçmişte işledikleri günahları affedecektir. O halde, o inkârcılar da fırsat varken tövbe edip hakka yönelsinler. Unutmasınlar ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Bu merhamete nail olmak dururken;
153 Kitap Ehli olarak bilinen Yahudi din adamları, senin hak Peygamber olduğunu gayet iyi bildikleri hâlde, sırf işi yokuşa sürmek için, gökten kendilerine özel olarak gönderilen ve Yahudilere ayrıcalık tanıyan bir kitap indirmeni istiyorlar. Bu ne küstahça bir davranış!

Onların övünerek izinden gittikleri ataları da, vaktiyle bundan daha büyüğünü Musa'dan istemiş, "Madem iman etmemizi istiyorsun, o hâlde Allah'ı bize açıkça göster!" diye tutturmuşlardı. Bunun üzerine, Allah'ın âyetlerine ve Elçisi'ne karşı takındıkları küstahça tavırları ve bile bile işledikleri zulümleri sebebiyle, onları o müthiş yıldırım çarpıvermişti.

Ayrıca, asanın yılana dönüşmesi,denizin yarılması, kayadan suyun fışkırması, gökten kudret helvası ve bıldırcın indirilmesi gibi apaçık mucizeler onlara gelmesine rağmen, putperestlere özenerek kendi elleriyle yaptıklarıaltın buzağıya tapınmışlardı. Yine de bütün bunları affetmiş ve onları eğitip örnek ve öncü bir toplum yapması için Musa'ya ilâhî vahyi bahşederek ona üstün bir yetki ve apaçık bir güç vermiştik. Fakat bunun kıymetini bilemediler.
154 Yine bir zamanlar kendilerinden söz almak üzere, antlaşmayı bozdukları takdirde doğabilecek vahim sonuçları belleklerinde hep canlı tutmaları için Sina dağını tepelerine yıkılacakmış gibi kaldırmıştık. Fakat yine de sözlerinde durmadılar.

Yine bir defasında onlara, "Şu ele geçirdiğiniz şehrin kapısından kibir ve çalımla değil, secde ederek, yani ilâhî hükümlere boyun eğerek, alçakgönüllü ve saygılı bir şekilde girin!" demiştik. Fakatemrimizi alaya aldılar.

Ve yine onlardan, "Cumartesi günü çalışma yasağını çiğnemeyin!" diyerek kesin bir söz almıştık. Fakat birtakım hileli yollarla bu yasağı da çiğnediler.
155 Kısacası; sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve kendilerini hakka davet eden müminlerle alayederek, "Size ve söylediklerinize karşı kalplerimiz kapalıdır. Ayrıca sizin yol göstericiliğinize de ihtiyacımız yoktur!" demeleri sebebiyle en ağır cezayı hak ettiler. Güya sizinle alay etmek için "Kalplerimiz kapalıdır" diyorlar. Doğrusu, apaçık hakikati inkâr ettikleri için Allah gerçekten de kalplerini mühürlemiştir; bu yüzden inanıyoruz dedikleri şeylere bile çok az inanırlar. Yanison derece zayıf ve çürük bir imana sahiptirler yahut içlerinden gerçek anlamda iman edenlerin sayısı çok azdır.
156 Ayrıca, daha önceki peygamberleri inkâr ettikleri ve İsa Peygamber'i babasız bir şekilde dünyaya getiren iffet timsali Meryem hakkında zina isnadında bulunarak büyük bir iftirayı ağızlarına doladıkları için…
157 Ve sanki övünülecek bir iş yapmışlar gibi, "Biz, Allah'ın Elçisi olduğunu iddia eden Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük!" dedikleri için belâlarını verdik!

Aslında onlar İsa'yı ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler; fakat İsa'yı Romalılara ihbar eden ikiyüzlü Yahûda İskariyot, onların gözünde İsa'ya benzer gösterildi. Onlar daİsa'yı değil, ilâhî bir yardım ve mucize eseri olarak tıpatıp ona benzetilen bu adamı çarmıha gerip öldürdüler (Al-i İmran, 3/55).

Gerçek şu ki, İsa'nın akıbetiyle ilgilifarklı iddialar ortaya atarak onun hakkında tartışanlar, onun çarmıha gerilip gerilmediği konusunda kuşku içindedirler. Asılsız iddia ve zanların peşine düşmenin dışında, bu konuda gerçek bir bilgiye sahip değiller.

Zira İsa'nın düşmanları bile, onu kesin bilgiye dayalı olarak öldürmediler. Yani onu öldürdüklerinden hiçbir zaman emin olamadılar.

Şu hâlde, İsa çarmıha gerilmedi mi?
158 Hayır; bilakis Allah, İsa Peygamber'idüşmanlarının şerrinden korudu ve Kıyamete yakın bir zamanda Son Peygamber (as)'ın ümmeti olarak yeniden yeryüzüne göndermek üzere, onu hem ruhu hem bedeniyle yüce semalara, kendi katına yükseltti. Allah'ın böyle harikulade işlere elbette gücü yeter. Hiç kuşku yok ki, Allah sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
159 İster Yahudi ister Hristiyan olsun, Kitap Ehli'nden hiç kimse yoktur ki, ölümmeleklerinin huzurunda son nefesini vermeden önce, İsa'nın ne bir "sahtekâr" ne de "Allah" veya "Allah'ın oğlu" olmadığını, bilakis Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu kabul ederek ona iman edecek olmasın (A'raf, 7/37). Ne var ki, gözlerden perdenin kaldırıldığı ve imtihanın sona erdiği bir zamanda itiraf edilen bu gecikmiş iman, sahibine hiçbir yarar sağlamayacaktır. Ve herkesin hesaba çekileceği Diriliş Günü bizzat İsa Peygamber,peygamberliğini reddeden Yahudilerden ve kendisini "ilâh" yahut "ilahın oğlu" ilan eden Hristiyanlardan şikâyetçi olacak ve onlar aleyhinde şahitlik edecektir. [82]
160 İşte Yahudilerin tarih boyunca işledikleribu ve buna benzer zulümleri ve birçok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle, kendilerine daha önce helâl kılınmış kesici tırnağı ve gagası olan yırtıcı hayvanlar ve bazı evcil hayvanların içyağları gibi güzel nimetleri onlara haram kıldık. [83] Böylece, onları alçaklık ve perişanlığa mahkûm ederek hayatın birçok güzelliklerinden mahrum bıraktık.
161 Ayrıca, ―kendilerine Tevrat'ta açıkça yasaklanmış olmasına rağmen― faiz yedikleri ve her türlü hilekârlığa başvurarak insanları sömürdükleri için onları birçok nimetten mahrum bıraktık. Bu onların dünyadaki cezalarıydı. Âhiretteki cezalarına gelince:

Onlardan inkâr edenlere, can yakıcı bir azap hazırladık!
162 Ama ey Muhammed, Yahudilerden gerçek ilim sahipleri ve senin etrafında kenetlenen bu müminler, hem sana indirilen Kur'an ayetlerine, hem de senden önce indirilen vahiylere inanırlar.

Evet; günün belli saatlerinde Allah'ın huzurunda durarak namazlarını güzelce kılan, sahip oldukları zenginlikleri muhtaç kimselerle paylaşarak zekâtlarını veren, Allah'ın varlığına, birliğine, eşi―ortağı olmadığına ve ilahi adaletin tam olarak tecelli edeceği âhiret gününe yürekten inanan o bahtiyarlara muhteşem bir mükâfat vereceğiz.
163 Ey Peygamber! Bir zamanlar Nuh'a ve ondan sonraki elçilere yol gösterici mesajlarımızı vahyettiğimiz gibi, sana da çağlar üstü hayat rehberi olan bu kitabı vahyettik.

Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve sonraki nesillere; İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da yol gösterici mesajlarımızı vahyetmiştik.

Ve Davud'a hikmet dolu Zebur'u vermiştik.
164 Sana daha önce gönderdiğimiz ayetlerde hayat hikâyelerini anlattığımız Elçilere ve kendilerinden hiç söz etmediğimiz dünyanın farklı bölgelerindeki Elçilere de aynı şekilde vahyetmiştik.

Ve nihayet Allah, Musa ile aracısız konuşmuş ve muhtaç olduğunuz temel hayat prensiplerini onun vasıtasıyla tüm insanlığa duyurmuştu.
165 İşte bütün bu peygamberleri,iyilik yapanlaradünya ve ahiretnimetlerini müjdeleyen ve kötülük yapanlarıilâhî gazap ile uyaran Elçiler olarak gönderdik ki, bu Elçilerin irşat ve tebliğlerinden sonra, insanların Allah'a karşı herhangi birözürleri, öne sürebilecekleri bir bahaneleri olmasın.

Hiç kuşkusuz Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
166 İnkârcılar, Kur'an'ın ilahi bir kelam olmadığını iddia ederek onu yalanlamaya kalkıyorlar. Fakat sana indirdiği bu Kur'an ayetleri ile bizzat Allah şahitlik eder ki, onu doğrudan doğruya kendi ilmiyle indirmiştir. İşte elinizdeki Kur'an, erişilemez belâgati, harikulade ifadeleri, gelecekle ilgili mucizevî haberleri, dünya ve ahiret saadetine yönelik dosdoğru hükümleri ve hikmetli öğütleriyle, ilâhî bir kelam olduğuna yine bizzat kendisi şahitlik etmektedir. Ve melekler de buna şahittirler. Zaten şahit olarak Allah yeter, başka şahide ne hacet! Bütün bunlara rağmen:
167 Sana gelen bu son Kitabı inkâr eden ve bununla da kalmayıp insanları Allah yolundan çevirenler, haktan tamamen uzaklaşmış ve derin bir sapıklığa düşmüşlerdir. Öyle ki:
168 Hakikati bile bile reddederek inkâra saplanan ve inkâra dayalı hayat sisteminin doğal neticesi olarak hem kendilerine, hem de başkalarına zulüm ve haksızlık eden kimseleri Allah ne affedecek, ne de onları doğru yola da iletecektir!
169 Sadece bir yola iletecek onları; cehennemin yoluna! Hem de sonsuza dek orada kalmak üzere! Bunu yapmak, sonsuz kudret sahibi olan Allah için elbette çok kolaydır.
170 Ey insanlar! Muhammed Peygamber, size Rabb'inizden gerçeği, doğruyu, yani hakikati getirmiştir; o hâlde, kendi iyiliğiniz için onun tebliğ ettiği bu Kitaba iman edin!

Şayet inkâr edecek olursanız, şunu iyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi bilendir, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir.
171 Ey Kitap Ehli! Ne Yahudiler gibiİsa Peygamber'in bir sahtekâr olduğunu iddia ederek ne de Hristiyanlar gibi onu ilâhlık mertebesine yücelterek dininizde taşkınlık etmeyin! Allah hakkında, "O çocuk edinmiştir" veya "İsa'nın suretinde yeryüzüne inmiştir" gibi gerçek dışı sözler söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih ne bir sahtekârdır ne de bir ilah! O ancak, Allah'ın diğer elçileri gibi bir Elçisi, Meryem'e "Ol!" emriyle lütfettiği kelimesi ve diğer bütün insanlar gibi O'nun tarafından yaratılmış bir can, bir ruhtur.

Şu hâlde, ey Hristiyanlar! Allah'a ve bütün elçilerine iman edin! "Allah üç ayrı unsurdan oluşan bir bütündür" demeyin, kendi iyiliğiniz için bu teslis (üçleme) inancından vazgeçin! Bizzat İsa'nın da size söylediği gibi, Allah ancak tek bir ilâhtır! O, çocuk edinmek gibi kusur ve eksikliklerden uzaktır, yücedir. Göklerde ve yerde ne varsa zaten hepsi O'nundur. Öyleyse, bir tek Allah'a iman edin ve sadece O'na güvenin. Zira her konuda güvenilir bir vekil olarak Allah yeter!
172 Ey Hristiyanlar! Sizin neredeyse ilâhlık mertebesine yücelttiğiniz İsa Mesih, Allah'a kul olmaktan asla gocunmaz, bilakis bundan şeref duyardı; Allah'a en yakın melekler de öyle.

Her kim O'na kulluktan kaçınır ve büyüklük taslayıp kibre kapılırsa, şunu iyi bilsin ki, Diriliş Günü Allah onların hepsini huzurunda toplayacak ve bu küstahlığın hesabını mutlaka soracaktır.
173 Allah'a ve ahiret gününe iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara gelince, onlara da mükâfatlarını tastamam verecek ve hak ettiklerinden çok daha fazlasını onlara bağışlayacaktır.

Kibre kapılıp Allah'a kulluk etmekten kaçınanlara gelince; onları da can yakıcı bir azaba mahkûm edecektir. İşte o zaman zalimler, kendilerini Allah'a karşı koruyabilecek ne bir dost bulabilecekler, ne de bir yardımcı.
174 Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden apaçık bir delil olarak tertemiz ahlakına, doğruluğuna, dürüstlüğüne bizzat şahit olduğunuz Muhammed Peygamber geldi ve yine size, onun peygamberliğini kanıtlayan en parlak mucize ve inkâr/cehalet karanlıklarını aydınlatan bir ışık olarak Kur'an'ı gönderdik.
175 Artık her kim Allah'a eşi ortağı olmayan bir tek İlah olarak iman eder ve O'na güvenir, O'nun buyruklarına sımsıkı sarılırsa, O da onları lütuf ve rahmetiyle kuşatarak bizzat Kendi katından bir rahmetin içine koyacak ve dosdoğru bir yolda, O'nundostluk, sevgi ve hoşnutluğuna ulaştıracaktır.

Bu kitabın, hayatı tüm cepheleriyle aynı anda kuşattığını ve insanı ruhsal, fiziksel, bireysel ve toplumsal yönleriyle bir bütün olarak ele aldığını göstermek üzere, iman ve ahlâk prensiplerinin hemen ardından, sure hukukî bir düzenleme ile sona eriyor:

12. âyetin son kısmında, kelâlenin (babası ve çocuğu olmayan kişinin) mirasından "ana-bir" kardeşlerin ne kadar pay alacağı belirtilmişti. Kelâlenin "ana-baba bir" veya "baba bir" kardeşlerinin alacağı paya gelince:
176 Ey Peygamber! Senden, miras konusunda ek açıklama yapmanı istiyorlar. De ki: "Allah, kelâle hakkındaki hükmünü şöyle açıklıyor:

Babası, babasının… babası ve aynı zamanda çocuğu, oğlunun… çocuğu olmayan kimseye "kelâle" denir.Böyle babası ve çocuğu olmayıp da, "ana-baba bir" veya "baba bir" tek bir kız kardeşi olan bir kişi ölürse, kız kardeş mirasın yarısını alır.

Kız kardeşler birden fazla iseler ve aralarında "ana-baba bir" erkek kardeş yoksa, üçte ikiyi eşit olarak paylaşırlar.

Kız kardeşler "ana-baba bir" erkek kardeşlerle birlikte mirasçısı olurlarsa "asabe" sayılırlar ve erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere kalanı paylaşırlar.

Böyle "kelâle" olarak ölen birine bir tek erkek kardeşi mirasçı olursa, ölen erkek veya kadının ana babası ve çocuğu yok ise, o kardeş ona mirasçı olur ve kendisinden başka mirasçı bulunmadığı için mirasın tamamını alır. Kendisinden başka "ana-baba bir" kardeş olsaydı, kalan mirası aralarında paylaşacaklardı.

Kelâle olarak ölen erkek veya kadının erkek kardeşi olmayıp iki veya daha fazla kız kardeşi varsa, kız kardeşler mirasın üçte ikisini eşit olarak paylaşırlar.

Eğer mirasçılar erkek ve kız kardeşlerden oluşuyorsa, o zaman bir erkek iki kızın alacağı payı alacak şekilde mirası aralarında paylaşırlar. [84]

Şayet ölenin "ana-baba bir" kız kardeşi yoksa, "baba bir" kız kardeş onun yerini alır. [85]

"Ana-baba bir" veya "baba bir" erkek kardeşlere gelince, onlar babası ve çocuğu olmayan birine mirasçı olduklarında daima asabe [86] olurlar ve mirastan kalanı alırlar. Bu şekilde kız kardeşlerle birlikte mirasçı olduklarında, erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere kalanı paylaşırlar.

İşte Allah, hak ve adaletten sapmamanız için size hükümlerini böyle ayrıntılı olarak açıklıyor.

İşte bu hükümleri değişmez birer yasa olarak uygulamalısınız. Unutmayın ki, Allah her şeyi en mükemmel şekilde bilendir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً 1
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً 2
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ 3
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً 4
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً 5
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً 6
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً 7
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً 8
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً 9
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟ 10
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً 11
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ 12
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 13
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ 14
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً 15
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً 16
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 17
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً 18
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً 19
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً 20
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً 21
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتاًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً۟ 22
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ 23
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۚ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۘ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَٓاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَۜ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه۪ مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَر۪يضَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه۪ مِنْ بَعْدِ الْفَر۪يضَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً 24
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 25
يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ 26
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً 27
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً 28
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً 29
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً 30
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً 31
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً 32
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟ 33
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً 34
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً 35
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ 36
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ 37
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً 38
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً 39
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً 40
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ 41
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟ 42
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً 43
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ 44
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً 45
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً 46
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً 47
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً 48
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً 49
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟ 50
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً 51
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ 52
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ 53
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً 54
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً 55
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً 56
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً 57
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً 58
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟ 59
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً 60
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ 61
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً 62
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً 63
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً 64
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً 65
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ 66
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ 67
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً 68
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ 69
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟ 70
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً 71
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً 72
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً 73
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً 74
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ 75
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟ 76
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً 77
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً 78
مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً 79
مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ 80
وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً 81
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً 82
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً 83
فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً 84
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً 85
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً 86
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟ 87
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً 88
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ 89
اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً 90
سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟ 91
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 92
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً 93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً 94
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ 95
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟ 96
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ 97
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلاً 98
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً 99
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟ 100
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُواًّ مُب۪يناً 101
وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً 102
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً 103
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً۟ 104
اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يماًۙ 105
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ 106
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ 107
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً 108
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً 109
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً 110
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 111
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟ 112
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً 113
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً 114
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟ 115
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً 116
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ 117
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ 118
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ 119
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً 120
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً 121
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً 122
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً 123
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً 124
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً 125
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟ 126
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً 127
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً 128
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً 129
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً 130
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً 131
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً 132
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً 133
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟ 134
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً 135
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً 136
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ 137
بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ 138
اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ 139
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ 140
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟ 141
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ 142
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً 143
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً 144
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ 145
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً 146
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً 147
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً عَل۪يماً 148
اِنْ تُبْدُوا خَيْراً اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ قَد۪يراً 149
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاًۙ 150
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقاًّۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً 151
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟ 152
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً 153
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً 154
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ 155
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ 156
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ 157
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً 158
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ 159
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ 160
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً 161
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟ 162
اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ 163
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ 164
رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً 165
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً 166
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً 167
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ 168
اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً 169
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 170
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟ 171
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعاً 172
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً 173
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ نُوراً مُب۪يناً 174
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۜ 175
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ 176
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً
Ey insanlar! Hepinizi aynı özden, aynı cevherden meydana getirerek sizi bir tek candan yaratan, ilk insan olan Âdem'i topraktan yarattıktan sonra ondan bir parça ve onun tamamlayıcısı olmak üzere Havva adındaki eşini var eden ve bu ikisinden pek çok erkek ve kadınlar üretip yeryüzüneyayan Rabb'inize karşı sorumlu, saygılı, bilinçli, duyarlı ve takvalı davranın! Hepinizi aynı ailenin eşit haklara sahip üyeleri olarak yaratan ve kardeşlik bağıyla birbirinize bağlayan Rabb'inizin emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle kendinizi dünyada kötülük ve günahlardan, âhirette azaba uğramaktan koruyun! Dilleri, renkleri, ırkları farklı da olsa, bütün insanların kardeş olduğunu bilin ve sakın kardeşlerinize zulmetmeyin! Hiç kimseyi ırkından, cinsiyetinden, renginden dolayı aşağılamayın veya yüceltmeyin! Unutmayın ki, ilâhî değer ölçülerine göre yegâne üstünlük ölçüsü, doğru inanç ve güzel ahlak sahibi olmaktır. O halde, Allah'ın kulları olarak sizlere yakışan, gerçek Rabb'inizi tanımak ve kardeşleriniz arasında insani ilişkilerinizi geliştirip barış ve huzur içerisinde yaşamaktır.

Evet; "Allah aşkına, Allah şahittir ki, Allah'a yemin olsun!" gibi sözlerle kendisinin adını anmak suretiyle yeminler edipbirbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'a karşı sorumlu, saygılı, bilinçli, duyarlı ve takvalı davranın! Emirlerine sımsıkı sarılarak kötülüğün, günahın her çeşidinden titizlikle sakının! Ve özellikle de, aranızdaki akrabalık bağlarını koruyup gözetin. Gerek yakın gerek uzak olsun, hısım ve akrabayla ilişkiyi koparmamaya özen gösterin. İyi ve kötü günlerinde mutlaka yanlarında bulunarak acılarını ve mutluluklarını paylaşın. Akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı gösterin. Gerek aile içi bağlılıkları, gerek toplumsal barış ve dayanışmayı sağlamaya yönelik ilişkileri koruyup geliştirmeye çalışın.

Unutmayın ki, Allah üzerinizde gözetleyicidir. Her hâl ve hareketinizi görmektedir ve yaptığınız her şeyin hesabını mutlaka soracaktır.

İşte bu gerçeği hep hatırınızda tutarak zayıf ve çaresiz kimselere kol kanat gerin, özellikle de yetimlerin hakkını çiğnememeye büyük özen gösterin:
1
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً
Şayet vefat eden akrabalarınız tarafından size emanet edilmiş yetim çocuklar ve onlara ait mal mülk varsa, gerekli yaş ve olgunluğa ulaştıklarında o yetimlere mallarını geri verin. Sakın ola ki, helâl kazanç yerine haramı tercih edip de pis olanı temiz olanla değiştirmeyin; örneğin yetimin malını hileli yollarla kendi malınıza katıp yemeyin! Aman dikkat edin; bu gerçekten çok büyük bir günahtır! Ayrıca savaş, saldırı, doğal afet ve benzeri sebeplerle sahipsiz kalmış kimsesiz, dul ve yetimleri gözetip kollayın, onların güzelce yetiştirilip topluma kazandırılması için devlet bütçesinden özel bir fon ayırın. İslam toplumunun yöneticileri ve aile büyükleri, her hak sahibine hakkının verilmesi için gereken tedbirleri alsınlar.

İslâm öncesi dönemde insanlar, vefat eden akrabaları tarafından kendilerine emanet edilen dul kadınlarla ve yetim kızlarla sırf onlara kalan mirasa sahip olabilmek için evleniyor, fakat hak ettikleri sevgi ve yakınlığı onlara gösteremeyerek adaletsiz davranıyorlardı. Bu şekilde beş-on dul veya yetim kızla evli olan kimseler vardı. Allah, suistimal ve haksızlıklara zemin hazırlayan bu tür evlilikler yerine, müminlerin kendi velayet ve kontrolleri altında olmayan, evliliğe özgürce karar verebilecek ve kendi haklarını savunabilecek diğer yetişkin kadınlarla evlenmelerini tavsiye eden aşağıdaki âyetleri gönderdi:
2
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
Eğer gözetiminiz altında bulunan yetim kızlarla evlendiğiniz takdirde, bu güçsüz ve korumasız biçareler hakkında adaleti gözetemeyeceğinizden korkuyorsanız –ki böyle kimsesiz, sahipsiz kadınlara karşı genellikle adalet gözetilmemektedir– o zaman gözetiminiz altındaki yetim kızlarla değil, size helâl olan ve hoşunuza giden diğer yetişkin hür veya köle kadınlardan ikisi, üçü veya en fazla dördü ile evlenin. İslam toplumunun yöneticileri, bu konuda haksızlıklara kapı açabilecek uygulamaları engellemek üzere tedbir almalı, zaman ve zeminin şartlarına göre gerekli düzenlemeleri yapmalıdırlar. Bunun için, belli şartlar altında birden fazla evliliğe de izin verilmelidir. [49]

Bununla birlikte, eğer birden fazla kadınla evlendiğiniz takdirde onlar arasında eşitlik ve adaleti yerine getiremeyeceğinizden endişe ederseniz ―ki bu durumda adaletin sağlanması gerçekten çok zordur― o zaman sadece bir tane hür kadınla veya sahip olduğunuz savaş esiri cariye [50] ile yetinmelisiniz. [51] İşte bu tek eşliliğe dayalı evlilik modeli, hanımlarınıza karşı haksızlık yapmamanız ve mutlu, huzurlu bir yuva kurabilmeniz için size tavsiye edilen en ideal ve en uygun aile düzenidir.
3
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً
Evleneceğiniz kadınlara, nikâh bedeli olan mehirlerini Allah'ın emrettiği meşru bir hak olarak gönül hoşluğuyla verin. Bununla beraber, mehrin bir kısmını size kendi arzularıyla bağışlarlarsa, onu da alıp gönül huzuruyla yiyebilirsiniz.
4
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
Aslında himayeniz altındaki yetim ve dullara ait olan, fakat korumanız ve işletmeniz için Allah'ın sizin sorumluluğunuza emanet ettiği mallarınızı, küçük yaştaki yetim çocuklar, zihinsel özürlüler, bakıma muhtaç kimseler gibi henüz o malları çekip çevirebilecek olgunluğa erişmemiş kimselere vermeyin. Fakat onları muhtaç durumda da bırakmayın. Omalları işleterek elde edeceğiniz gelirle, onların yeme içme ve giyim kuşam gibi ihtiyaçlarını karşılayın. Bu arada, iyiliklerinizin altında ezilmemeleri için onlara gönül alıcı, tatlı ve güzel sözler söyleyin.
5
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
Himayeniz altında bulunan yetimleri, evlenebilecekleri yaşa gelinceye kadar mali, hukuki, ailevi vb. işlerini çekip çevirebilecek olgunluğa ulaşıp ulaşmadıklarını öğrenmek amacıyla,zaman zaman kendilerine önemli sorumluluklar yükleyerek deneyin.

Yeterli bir olgunluğa ulaştıklarına kanaat getirdiğiniz zaman da, mallarını onlara geciktirmeden verin.

Sakın ola ki, büyüyecekler demallarını elimizden alacaklar diye alelacele ve bol keseden harcayarak onların mallarını yiyip bitirmeye kalkmayın!

Eğer yetimlere bakmakla yükümlü kişi zengin ise, onların malını yemekten her halükârda kaçınsın! Ama eğer fakir ise, bumalı korumak ve geliştirmek için gösterdiği çabaya karşılık, ihtiyacına ve adalet kurallarına uygun şekilde ondan yiyebilir.

Onlara mallarını teslim edeceğiniz zaman, bunu belgelendirmek üzere en az iki şahit bulundurun. Fakat bütün şahitlerin ötesinde, asıl dikkate almanız gereken şahit Allah'tır. Unutmayın ki, hesap sorucu olarak Allah yeter!
6
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً
Ölen ana baba ve diğer yakın akrabanın —ister az ister çok olsun— geriye bıraktığı mallardan erkeklere verilmesigereken bir pay olduğu gibi, kadınlara da verilmesigereken bir pay vardır; hemdebizzatAllah tarafından belirlenmiş bir pay. Buna göre, kadınlara mirastan hiçbir pay vermeyen cahiliye kanunları artık geçersizdir.
7
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
Eğer mirasın paylaştırılması esnasında, mirastan pay alamayan diğer akrabalar, yetimler ve yoksullar da orada bulunurlarsa, hiç olmazsa onlara göz hakkı olarak o mirastan hediyelik bir şeyler verin ve gönül alıcı, teselli verici güzel ve tatlı sözler söyleyin.
8
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً
Şayet kendileri ölüp geride bakıma muhtaç çocuklar bıraksalardı bu zavallı yavrucakların hâlleri nice olurdu diye kendi çocukları hakkında endişe duyanlar, başkalarının geride bıraktığı yetimlerin hakkını çiğnemekten de öylece korkup çekinsinler! Yani kendilerini o vefat eden kişi yerine, onun yetim çocuklarını da kendi çocukları yerine koyup düşünsünler de yürekleri sızlasın. Kendi çocuklarına nasıl davranılmasını istiyorlarsa, başkalarının çocuklarına da öyle davransınlar! Allah'ın cezalandırmasından sakınsınlar ve özellikle kul hakkı söz konusu olduğunda, kesinlikle doğru şahitlik edip doğru söz söylesinler!

Şayet doğru söylemeyip haksızlık ederlerse, şunu iyi bilsinler ki:
9
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟
Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, midelerini ancak ve ancak ateşle doldurmaktadırlar. Zira onlar, bu günahları sebebiyle cehennemde çılgın bir ateşe gireceklerdir!

Bu edep ve terbiye, bu adalet ve insaf duyguları gönüllere telkin edildikten sonra, şimdi gelelim mirasta kimlerin ne kadar pay alacağına:
10
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
Allah size, çocuklarınızın [52] alacağı miras ile ilgili şunları emirve tavsiye ediyor:

Ölenin erkek ve kız çocukları varsa, diğer pay sahipleri paylarını aldıktan sonra kalan miras çocuklar arasında pay edilmeli ve bir erkeğe, iki kızın hissesi kadar pay verilmelidir. Çünkü ailenin geçimini sağlama görevi erkeğe aittir. Ayrıca kadın, evleneceği erkekten önemli miktarda mehir (evlilik ücreti) alacaktır. İşte bu sistemi dengelemek üzere, erkek kadının iki katı miras almalıdır.

Ölenin erkek çocuğu olmayıp iki veya ikiden fazla kız çocuğu varsa, onlara mirasın üçte ikisi düşer. Bu durumda kızlar üçte ikiyi aralarında eşit olarak paylaşırlar. Kızlarla beraber erkek çocuk da olsaydı, erkek çocuk kızları da asebe [53] yapacak ve kız ve erkek kardeşler kalan mirası ikili birli paylaşacaklardı.

Çocuk olarak yalnızca bir tane kız varsa, mirasın yarısı onundur. [54] Geri kalan yarısı, pay sahibi olan diğer mirasçılar arasında paylaştırılır. Ölenin hiç çocuğu yoksa, oğlunun kızı yahut aşağıya doğru oğlunun oğlunun... kızı öz kız yerine geçer. [55] Ölenin hiçbir mirasçısı olmadığı takdirde, miras devlet hazinesine kalır.

Eğer ölenin kız veya erkek çocuğu yahut aşağıya doğru oğlunun… çocuğu varsa, anne ve babasından her birine mirastan altıda bir pay düşer. [56]

Ölenin kız veya erkek çocuğu ve öz olsun üvey olsun birden fazla kız veya erkek kardeşi olmayıp annesi ile babası onun tek mirasçısı iseler, annesine üçte bir pay düşer. Kalan üçte ikiyi ise babası alır. Ölenin bir tek erkek veya kız kardeşinin olması, bu durumu değiştirmez. Ancak babanın varlığı, kardeşin mirastan pay almasına engel olur.

Böyle çocuğu ve birden fazla kız veya erkek kardeşi olmayan biri ölür de eşi, annesi ve babası ona mirasçı olursa, önce eş (karı veya koca) hissesini alır. Anne, eşten artanın üçte birini alır. Kalan üçte iki de babaya verilir.

Ölenin hiç çocuğu olmayıp birden fazla kız veya erkek kardeşleri [57] varsa, babası olsun veya olmasın, annesine yine altıda bir pay düşer. [58]

Bütün bu hükümler, ölenin yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçlarının ödenmesinden sonra uygulanır. Önce borçlar ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir ve en son miras paylaştırılır. [59]

Miras paylaşımında erkek çocuklara kızların iki katı ve evlatlara anne-babadan daha büyük pay verilmesinin hikmetine gelince:

Ana babanız ve çocuklarınızdan hangisinin size faydaca daha yakın olduğunu, dolayısıyla hangisine mirastan ne kadar pay verilmesi gerektiğini siz tam olarak bilemezsiniz. Bunu en mükemmel şekilde bilen sadece Allah'tır.

İşte bu hükümler, sizi sizden iyi tanıyan Allah tarafından konulmuş miras paylaşım kanunlarıdır. O hâlde, Allah'a güvenin ve emirlerine uyun. Zira Allah her şeyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir. Daima en uygun olanı yapar, asla yersiz ve yanlış hüküm vermez.

Eşlerin birbirlerinden alacağı mirasa gelince:
11
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ
Ey erkekler! Ölen hanımlarınızın kız veya erkek çocuğu veya oğlunun… çocuğu yoksa, bıraktığı malın yarısı sizindir. Bu çocukların sizden veya eşinizin daha önceki kocasından olması aynıdır. Mirasın kalan yarısı, diğer mirasçılara payları oranında dağıtılır.

Ama eğer hanımlarınızın kız veya erkek çocuğu yahut oğlunun… çocuğu varsa, onların miras olarak bıraktığından sadece dörtte biri sizindir. Kalan, —erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere— çocuklarındır. Erkek çocuk yoksa babanın, baba yoksa sahih dedenin, sahih dede yoksa —kız kardeşlerle paylaşmak üzere— erkek kardeşlerindir. [60] Ölen kişinin eşinden başka mirasçısı yoksa, kalan İslâm devletinin bütçesine aktarılır.

Bu hükümler, hanımlarınızın yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçlarının ödenmesinden sonra uygulanır. Önce borçlar ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir ve son olarak miras paylaştırılır.

Ey erkekler! Siz ölür de eşinize miras bırakırsanız:

Sizin kız veya erkek çocuğunuz ve oğlunuzun… çocuğu yok ise, bıraktığınız malın dörtte biri karınızındır. Nikâhınız altında birden fazla kadın varsa, her biri ayrı ayrı dörtte bir almaz; hepsi dörtte biri eşit olarak paylaşırlar.

Ama eğer kızveya erkek çocuğunuz yahut oğlunuzun… çocuğu varsa, hanımınız mirasın sadece sekizde birini alır. Bu çocuk başka bir hanımızdan olsa da durum aynıdır. Nikâhınız altında birden fazla kadın varsa, bu sekizde biri eşit olarak paylaşırlar. [61]

Bu hükümler, yapmış olduğunuz vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçlarınızın ödenmesinden sonra uygulanır.

Ana-bir baba ayrı kardeşlerin [62] mirastan alacağı paya gelince:

Babası, babasının… babası ve aynı zamanda çocuğu, oğlunun… çocuğu olmayan kimseye "kelâle" denir. Bir erkek veya kadın, böyle kelâle olarak ölüp geriye miras bırakırsa;

Şayet bir taneana-bir erkek veya kız kardeşi varsa, bunların her birine altıda bir pay düşer. Yani bir tane ana-bir erkek kardeşi varsa altıda bir alır; bir tane ana-bir kız kardeşi varsa yine altıda bir alır.

Fakat kelâle'nin ana-bir kardeşleri bundan daha fazla, yani iki veya ikinin üzerinde iseler, mirasın üçte birini kız-erkek ayrımı yapmaksızın aralarında eşit olarak paylaşırlar. [63]

Bütün bu hükümler, mirasçıları zarara uğratmayacak şekilde yapılmış olan vasiyetin yerine getirilmesinden veya varsa borçların ödenmesinden sonra uygulanır. [64]

Bunlar, doğrudan doğruya Allah tarafından emir ve tavsiye olarak gönderilen ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir. Unutmayın ki, Allah her şeyi hakkıyla bilendir, sonsuz şefkat, merhamet ve hilm sahibidir.
12
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Evet; bunlar bizzat Allah'ın koyduğu kanunlar ve çizdiği sınırlardır. Her kim Allah'a ve dolayısıyla Elçisi'ne itaat ederse, Allah onu, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içinde kalacağı cennet bahçelerine yerleştirecektir. İşte en büyük saadet, en büyük kurtuluş budur!
13
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟
Her kim de Allah'a ve dolayısıyla Elçisi'ne karşı gelir ve O'nun çizdiği sınırları çiğnemeye kalkarsa, onu da sonsuza dek içerisinde kalacağı can yakıcı bir ateşe atacak ve rezil rüsva eden, hor ve hakir kılan alçaltıcı bir azapla cezalandıracaktır!

Fakatyalnızca uhrevî cezalar her zaman caydırıcı olmayabilir; bunun için bazı suçların cezası bu dünyada verilmelidir:
14
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً
Ey İslâm toplumunun yöneticileri, önderleri ve aile büyükleri! İnanç, ahlâk, hukuk, siyaset, kültür alanlarında henüz Kur'an'ın hedeflediği olgunluk seviyesine ulaşamamış bir İslâm toplumunda zina eden, evlilik dışı ilişkilerde bulunan yahut kadın kadına sapıkça ilişkilere giren kadınlar olursa, kadınlarınızdan böyle fuhuş yapanlara karşı, suçun tam olarak ispatlanması için içinizden dört adil ve güvenilir şahit getirin. Dört adil şahit bu suça açıkça tanıklık etmedikçe, şüphe ve ihtimallere dayanarak onları cezalandırmayın.

Şahitler bu suçu işlediklerine dair tanıklık ederlerse, o kadınları ölünceye veya Allah kendilerine tövbe edip iffetli bir hanım olma yönünde bir çıkış yolu gösterinceye yahut bir sonraki toplumsal aşamanıza uygun yeni talimatlar (Nur, 24/2-3) gönderinceye kadar, psikolojik tedavi ve ıslah için hazırlanmış evlerde göz hapsinde tutun.
15
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
İçinizden iki kişi zina ederek veya erkek erkeğe sapıkça ilişkilere girerek bu tür çirkinlikler yaparsa, her ikisini de dayak, hapis, sürgün, kınama gibi işledikleri suça ve içinde bulunduğunuz toplumsal şartlara uygun bir şekilde cezalandırın. Bununla birlikte;

Eğer cezalarını çektikten sonra tövbe edip uslanırlarsa, onları bırakın. Yaptıkları hatayı telafi edip tertemiz bir hayata başlamaları için onlara bir fırsat daha verin. Geçmişte işledikleri kusurlarını yüzlerine vurarak onları rencide etmeyin. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Evet; çok merhametlidir, tövbeleri kabul eder. Ancak şu da bilinmelidir ki:
16
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Allah'ın kesin olarak kabul edeceği tövbe, ancak cahillik edip günah işleyen, fakat bunu alışkanlık hâline getirmeyip hemen ardından samimi olarak tövbe eden kimseler içindir. İşte Allah onları muhakkak bağışlayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir.
17
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Yoksa hayatı boyunca kötülük yapıp duran ve nihayet kendisine ölüm gelip çatınca, ölüm meleğini açıkça karşısında görüp hayattan ümidini kestiği için "Şimdi tövbe ediyorum!" diyen sözde müminlerin ve son nefeslerine kadar inkârda diretip kâfir olarak ölenlerin son andaki tövbeleri kabul edilmeyecektir.

İşte böylelerine, can yakıcı bir azap hazırlamışızdır!

Bu ikisi arasındakilere, yani bir kötülük işledikten sonra hemen tövbe etmeyen, fakat bu kötülüğü ömrünün sonuna kadar da sürdürmeyen müminlere gelince, niyet ve amellerine göre Allah onları ya bağışlayacak ya da cezalandıracaktır.
18
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً
Ey iman edenler! Vefat eden akrabalarınızın geride bıraktığı kadınları, miras yoluyla bir eşya gibi zorla almanız size helâl değildir. Onlarla ancak kendi rızalarıyla evlenebilirsiniz. Bir de, eşleriniz zina etmek veya zinaya götüren davranışlarda bulunmak gibi açık bir fuhşiyat işlemedikleri sürece, onlara evlilik bedeli veya hediye olarak vermiş olduğunuz herhangi bir şeyi geri almak için kendilerine baskı yapmayın. Fakat aldatma, fuhuş, iffetsizlik ve benzeri bir suç işlerler ve bu suçları ispatlanırsa, boşanmaya kendileri sebep olduğu için, onlara vermiş olduğunuz evlilik bedeli olan mehrin bir kısmını veya tamamını geri alabilirsiniz. Suçu tespit etme ve geri ödenecek mehir miktarını belirleme yetkisi, İslami kurallara göre hüküm veren mahkemelere aittir.

Ey müminler! Hanımlarınızla güzellikle geçinin. Onlara sevgi ve merhametle yaklaşın; tatlı dilli, güler yüzlü ve insaflı davranın. Eşiniz fiziksel özellikleriyle size artık pek de cazip gelmiyor olsa bile, sırf bu yüzden onları boşayıp yuvanızı yıkmaya kalkmayın. Kim bilir, belki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da, Allah onda pek çok hayırlar var etmiş olabilir. Fiziksel özellikleriyle pek de hoşunuza gitmeyen bir hanımefendiyi, Allah dünya ve ahiret saadetiniz için pek çok hayır ve bereketlere vesile kılmış olabilir. [65]

Ama her şeye rağmen boşanmaktan başka çare kalmamışsa, :
19
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً
Ama yine de eşinizi boşayıp yerine başka bir kadınla evlenmek isterseniz, ona mehir olarak kantar kantar altın, gümüş ve para vermiş olsanız bile, ondan bir şeyi geri almayın! Hele verdiğiniz mehri geri almak için onlara zina iftirasında bulunmayı aklınızdan bile geçirmeyin!Aile namusunuzu kirletti diye eşinize iftira edecek ve apaçık bir vebal yüklenerek verdiğinizi geri mi alacaksınız? Böyle çirkin bir davranış size hiç yakışır mı?
20
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
Hem karı koca olarak birbirinizle bu kadar içli dışlı olduktan ve ruhunuzla, bedeninizle âdeta bir bütün hâline geldikten sonra, onlara verdiğiniz mehir ve hediyeleri hangi yüzle geri alacaksınız? Oysa onlar nikâh kıyılırken, haklarına riayet edeceğinize dair sizden sapasağlam bir söz almış ve sözünüze ne kadar da güven duymuşlardı. O haldesözünüze bağlı kalın ve eşinize verdiğiniz mehri asla geri istemeye kalkmayın.
21
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتاًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً۟
Babanızın sahih bir nikâhla evlendiği [66] kadınlarla, onlar bu kadınları boşamış olsalar bile evlenmeyin! Zira bu kadınlar artık sizin anneleriniz sayılırlar. Anne-babanızın babaları ve yukarıya doğru dedeleri de baba hükmündedir. Sütbabanızın veya sütdedenizin evlendiği kadınlarla evlenmeniz de aynı şekilde haramdır. Babanız veya dedeniz bir kadını sahih bir nikâhla nikâhladıktan sonra zifaf gerçekleşmeden boşasa bile, artık o kadınla evlenemezsiniz. Babanızın veya dedenizin ilişkide bulunmuş olduğu cariyeleri cariye olarak almanız caiz ise de, onları nikâhlamanız veya onlarla ilişkide bulunmanız aynı şekilde haramdır. Ancak geçmişte olanlar hariç. Zira Allah, İslam öncesinde işlenen ve ancak Peygamber'in haber vermesiyle bilinebilecek bu tür günahlardan dolayı kullarını sorumlu tutmamıştır. Bununla birlikte, geçmişte yapılan bâtıl nikâhlar, İslam geldikten veya kişi Müslüman olduktan sonra hukuken geçersizdir. Hiç kuşkusuz bu tür evlilikler veözellikle de babanın evlendiği kadınla evlenmek,ilâhî gazaba sebep olan utanç verici bir davranış ve son derece çirkin bir âdettir!

Evlenilmesi haram olan akrabaya gelince:
22
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ
Ey mümin erkekler! Anneleriniz ve yukarıya doğru nineleriniz ile evlenmeniz, size ebediyen haram kılınmıştır. Sütanne ve sütnine de öz anne gibidir.

Kızlarınızile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. Kız ve erkek çocukların kızları ve aşağıya doğru bütün kız torunları, "kız" kelimesinin kapsamına girer. Sütkız ve süttorun ile evlenmek de aynı şekilde haramdır.

En azından ana-bir yahut baba-bir olan kız kardeşleriniz ile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. Bir kimseyle kardeş sayılabilmeniz için, en azından annenizin veya babanızın bir olması gerekir. Anneleri de babaları da farklı olan kimseler kardeş değildirler. Örneğin, daha önceki kocasından çocuğu olan bir kadın daha önceki karısından çocuğu olan bir erkekle evlenirse, bu çocuklar kardeş sayılmazlar.

Süt kız kardeşlerle evlenmek de aynen öz kız kardeşler gibi haramdır.

Halalarınız ve teyzeleriniz ile evlenmeniz de ebediyen haram kılınmıştır.Anne-babanızın hala ve teyzeleri de öz hala ve teyze gibidir. Süthala ve sütteyze ile evlenmek de aynı şekilde haramdır.

Erkek ve kız kardeşlerinizin kızları ve çocuklarının kızları da size ebediyen haramdır. Sütkardeşlerinizin kızları da öz kardeşlerinizin kızları gibidir.

Sizi emziren sütanneleriniz ve onların öz ve sütkızları olan sütbacılarınız [67] ile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. [68]

Ayrıca hanımlarınızın gerek öz gerek sütanneleri ve yukarıya doğru nineleri de size ebediyen haramdır. Eşinizle nikâh kıymış olmanız, bu haramlık için yeterlidir. Eşinizi nikâhtan sonra gerdeğe girmeden boşasanız bile, artık onun anne ve nineleriyle evlenemezsiniz. [69]

Kendileriyle gerdeğe girmiş olduğunuz hanımlarınızdan olup genellikle evlerinizde yetişen [70] üvey kızlarınız ve onların kızları ile evlenmeniz de size ebediyen haram kılınmıştır. Gerdeğe girdiğiniz eşinizin gerek öz gerek sütkızları ve kız torunları, sizin öz kızlarınız gibidir. Eşinizi boşadıktan sonra bile bu kızlarla evlenemezsiniz. Fakat eşinizle henüz gerdeğe girmemişseniz, onları boşadıktan sonra kızlarıyla evlenmenizde size bir günah yoktur.

Sizin soyunuzdan gelen öz oğullarınızın ve torunlarınızın hanımları ile evlenmeniz de size ebediyen haramdır. Sütoğullarınızın ve süttorunlarınızın hanımları da böyledir. Bunlar bir kadını sahih bir nikâhla nikâhladıktan sonra zifaf gerçekleşmeden boşasalar bile, artık o kadınla evlenemezsiniz.

İkiz kız kardeşi aynı nikâh altında birleştirmeniz de size haram kılınmıştır.Yani bir kadınla evliyken, onun kız kardeşi, teyzesi, halası veya yeğeni ile evlenemezsiniz. Fakat eşinizi boşadıktan sonra bunlardan biriyle evlenebilirsiniz. Aynı şekilde, bir kadını onun sütbacısı, sütteyzesi, süthalası ve sütyeğeni ile aynı nikâh altında bulundurmanız da haramdır. Ancak geçmişte olanlar hariç. Allah'ın hükmü öğrenilir öğrenilmez evlilik sona erdirildiği takdirde, İslâm'ı tanımadan önce yapılan bu tür gayrimeşru evliliklerden dolayı kişiye sorumluluk yoktur. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
23
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۚ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۘ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَٓاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَۜ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه۪ مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَر۪يضَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه۪ مِنْ بَعْدِ الْفَر۪يضَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
Ayrıca evli kadınlar ile evlenmeniz de size haram kılınmıştır. Ancak savaş esiri olarak elinizde bulunan ve kölelik/cariyelik [71] hukukuna tabi olan kadınlar, —esirler arasında kocalarının bulunmaması şartıyla— bunun dışındadır. Savaş esiri kadınlar, asıl memleketlerinde evli bile olsalar —kölelik kurumu ortadan kaldırılıp savaş esirleriyle ilgili uluslararası antlaşmalar kabul edilinceye kadar geçici bir çözüm olarak— cariye olarak alınabilir veya kendileriyle evlenilebilir.Çünkü kölelik hâli, önceki nikâhı hukuken geçersiz kılar.

İşte bu sayılanlar, Allah'ın size farz kıldığı ilâhî kanunlar olarak bildirilen ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir.

Buraya kadar sayılanların ve Kur'ân'ın diğer âyetlerinde [72] evlenilmesi yasaklananların dışında kalan kadınlarla, iffetli olmak ve fuhuştan uzak durmak şartıyla, evlilik bedeli olan mehirlerini ödeyerek evlenmeniz size helâl kılınmıştır.

O hâlde, onlardan bir eş olarak yararlanmanıza karşılık, belirlenen mehir ücretlerini meşru ve vazgeçilmez bir hak olarak kendilerine verin.

Bununla birlikte, mehir miktarının belirlenmesinden sonra karşılıklı anlaşarakbelirlenen miktarı yükseltmenizde veya azaltmanızda da size bir günah yoktur.

Hiç kuşkusuz Allah, her şeyi en mükemmel şekilde bilendir; en güzel, en adil ve yerli yerince hüküm verendir.
24
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Sizden Müslüman hür kadınlarla evlenmeye maddî yönden güç yetiremeyenler veya böyle Müslüman hür kadın bulamayanlar,savaş esiri olarak elinizde bulunan ve daha sonra Müslüman olmuş cariyelerden biriyle evlensinler. Çünkü cariyenin mehir ücreti ve diğer masrafları, hür kadınlara göre daha düşüktür. İslâm toplumunun yöneticileri, zenginleri ve aile büyükleri, evlenme imkânı bulamayanlara bu hususta yardımcı olmalıdırlar. Cariyesi olanlar da fakir gençlerin kendi cariyeleriyle evlenmelerine izin vermelidirler. Böylece hem fuhşun önüne geçilmiş, hem de kölelik kurumunun kaldırılması için toplumsal altyapı hazırlanmış olacaktır.

Cariyelerle evliliği onur kırıcı bir davranış olarak görmeyin. Unutmayın ki, sizin iman vesamimiyetderecenizi ve ilahi emirlere bağlılığınızı en iyi bilen ve fakat buna rağmen cariyelerle evlenebileceğinizi söyleyen Allah'tır. O insanları toplumsal sınıf ve statülerine göre değil, inanç ve eylemlerine göre değerlendirir. Unutmayın ki, hür olsun köle olsun, sonuçta hepiniz aynı özden ve aynı soydansınız. Dilleriniz, renkleriniz ve kültürleriniz farklı olsa da, neticede hepiniz Âdem'in evlatları olan kardeşlersiniz. Hiç kimse doğuştan üstün veya aşağılık değildir. İnsanların küçümseyip hor gördüğü bir köle veya cariye, Allah katında birçok hür Müslümandan daha değerli olabilir. O hâlde, zina etmeyen, metres hayatı yaşamayan ve gizli dost tutmayan böyle namuslu cariyelerle, efendilerinin onları size bağışladığına dair iznini alarak evlenin ve evlilik bedeli olan mehirlerini kendilerine güzelce verin.

Eğer cariyeler evlendikten sonra zina etmek, evlilik dışı ilişkilerde bulunmak yahut kadın kadına sapıkça ilişkilere girmek suretiyle fuhuş yapacak olurlarsa, onlara bekâr hür kadınlara verilen cezanın yarısını verin.Çünkü cariyelerin toplumsal statüsü ve içinde yetiştikleri olumsuz şartlar, onları hür kadınlara göre suç işlemeye daha yatkın hâle getirmektedir. Bu yüzden, zina eden hür ve bekâr bir kadının cezası 100 değnek iken, aynı suçu işleyen cariyenin cezası 50 değnektir.

Bu cariyelerle evlenme izni, içinizden nefsine hâkim olamayıp sıkıntıya ve zina tehlikesine düşmekten endişe edenler içindir. Bununla birlikte, bekârlığın sıkıntılarına sabrediphür bir kadınla evleninceye dek beklemeniz, sizin için daha hayırlıdır. Zira ortak kültürü paylaşan eşler daha mutlu, sağlıklı ve uyumlu bir aile oluştururlar. Gerçi ne kadar titiz davransanız da mutlaka hatalar, kusurlar olacaktır. Fakat ihlâs ve samimiyetle Rabb'inize yöneldiğiniz sürece, bunlar bağışlanacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. İşte bu merhametin apaçık bir tecellisi olarak:
25
يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Allah, dünya ve âhirette mutlu olmanızı sağlayacak prensipleri size açıkça bildirmek, sizi de öncekilerin yürüdüğü hidayet yollarına iletmek ve kötülükleri, zulüm ve haksızlıkları ortadan kaldırıp günahlarınızı bağışlamak istiyor. İşte bu yüzden size âyetlerini gönderiyor. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi en iyi bilendir, sizin yararınız için en güzel ve en uygun hükmü verendir.

Buna karşılık, doğru yolda yürümenizi engellemek isteyenler de her zaman olacaktır:
26
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
Allah engin lütuf ve keremiyle sizleri iyiliklere yöneltip günahlarınızı bağışlamak isterken; arzu ve heveslerinin esiri olan kâfirler ve münafıklar, hak yoldan tam anlamıyla sapıpdünya ve ahirette perişan olmanızı istiyorlar.
27
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً
Ayrıca Allah, gerek din adına uydurulan bidat ve hurafelerin, gerekse anlamsız töre ve geleneklerin sırtınıza acımasızca yüklediği yüklerinizi hafifletmek ve insanın yaratılış özellikleriyle birebir örtüşen, adaleti, barışı ve huzuru tesis etmeye yönelik son derece kolay ve rahatça uygulanabilecek hükümleri size bildirmek istiyor. Çünkü insanoğlu, ne kadar üstün yeteneklerle donatılmış olsa da mükemmel değildir; birçok yönden eksik ve zayıf yaratılmıştır.

O hâlde, her şeyi en mükemmel şekilde bilen ve ne yanılma ne de haksızlık yapma ihtimali olmayan Allah'ın sözüne kulak vermelidir:
28
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin; ancak karşılıklı anlaşmaya dayalı bir alışveriş yahut hediye, miras, vasiyet, sadaka, mehir, tazminat gibi meşru yollarla elde edilen kazançlar hariç. Bununla birlikte, ilk bakışta karşılıklı anlaşmaya dayalı bir alışveriş gibi görünen, fakat aslında daha kurnaz ve güçlü olan tarafın, bilgi ve tecrübeden yoksun olan tarafı aldattığı ticari ve hukuki işlemler de haksız kazanç kapsamına girer. Çünkü bir kimsenin kendisine yapılan haksızlığı kabullenmesi, o işin zulüm olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir de, haksız yere cana kıyarak kendinizi öldürmeyin! Kendinizin ve başkalarının hayatını tehlikeye düşürecek, sağlığını tehdit edecek davranışlardan uzak durun! Unutmayın ki, bütün insanlar bir ailenin üyeleri, bir bedenin uzuvları gibidir. Bu bakımdan bir insanı haksız yere öldüren kişi, aslında kendi canına kıymış demektir. İşte Allah, bireysel ve toplumsal hayatınızda kötülükleri en aza indirerek huzurlu bir toplum oluşturmanızı sağlayacak evrensel yasaları size bildiriyor. Gerçekten Allah, size karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. Siz de o'nun merhametine lâyık olmaya çalışın. Unutmayın ki:
29
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Her kim düşmanlık ve zulüm kasdı ile bu insanlık suçunu işler ve masum bir insanın hayatına son verirse, işte onu, içindeebediyen azap çekeceği cehenneme atacağız! Doğrusu bu, Allah için çok kolaydır. O hâlde, hiç kimse gücüne, servet ve saltanatına güvenip de zulüm ve haksızlığa yeltenmesin. Gerçi insanoğlunun melekler gibi masum ve günahsız olmasını da beklemiyoruz:
30
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً
Eğer size yasaklanan şirk, cinayet, hırsızlık, yalancı şahitlik, içki, kumar, zina, ana babaya isyan, iftira, gıybet gibi büyük günahlardan kaçınırsanız, biz de küçük günahlarınızı bağışlar ve sizi dünyada da âhirette de, muhteşem ikramlarla ağırlayacağımız şerefli bir makama yüceltiriz! O hâlde, bu nimetleri kazanmak için gayret gösterin; hiç olmayacak hayaller peşinde koşarak oyalanmayın:
31
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً
Allah'ın, kiminizi diğerlerinden yaradılışça daha üstün kıldığı vedoğuştan gelen, arzu etmekle yahut çalışmakla elde edilemeyen özellikleri ve gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyleri boş bir kuruntuyla arzu ve temenni etmeyin! Bu tür arzu ve beklentiler, insanı asıl yapması gereken işlerden alıkoyar ve onu karamsarlığa, umutsuzluğa sürükler. Örneğin kadınlar, "Keşke biz de erkek olarak yaratılsaydık da, kadın olduğumuz için yapamadığımız bazı iyilik ve ibadetleri yapıp üstün dereceler elde etseydik!" diye boş temennilerde bulunmasınlar. Bunun yerine, kadınlar da erkekler de kendilerine yaradılış itibariyle yüklenen görevi en güzel şekilde yerine getirmeye çalışsınlar. Çünkü Allah, sizi sahip olduğunuz kabiliyet ve imkânlara göre değil, bu imkânları ne ölçüde kullandığınıza ve bu yolda ortaya koyduğunuz çabaya, iyi niyet ve samimiyete göre değerlendirecektir.

Dolayısıyla, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından –güç ve imkânları oranında– bir pay vardır. Her insan kendi yaratılış özellikleri, gücü ve imkânları nisbetinde hesaba çekilecek ve buna göre hak ettiği ödül veya cezayı eksiksiz alacaktır.

Bununla birlikte, Allah'ın lütuf ve nimetlerinden size de bahşetmesini ve sizi en yüce makamlara ulaştırmasını dileyin! Boş ve anlamsız temennilerle bulunmama uyarısı; her konuda daha iyi, başarılı, yetenekli ve yararlı olmayı istemenize, her şeyin en güzelini yapmak için çaba harcamanıza elbette mani değildir.

Hiç kuşku yok ki, Allah her şeyi bilmektedir ve her hak sahibine hakkını muhakkak verir.
32
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟
Nitekim kadın olsun erkek olsun, insanlardan her birine, bıraktığı mallardan belirli pay alan mirasçılar tayin ettik. Bunlar da anne babalar ve çocuk, eş, kardeş gibi diğer yakın akrabalardır. Akrabanız olmadığı hâlde, biriniz öldüğünde diğerinin onun mirasından pay alacağına dair sözleşme yaptığınız kimselere gelince, onlara dasözleşmede öngörülen paylarını verin. Ancak bu pay, mirasın üçte birini aşmamalıdır.

Her hak sahibine hakkını vermekte son derece titiz davranın. Unutmayın ki, Allah her şeye şahittir.

Fakat erkek, kadına göre daha çok miras alacaktır. Bunun sebeplerinden biri de şudur:
33
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
Erkekler, hanımlarını koruyup gözetmekle yükümlü olup onlar üzerinde amir ve yöneticidirler. Çünkü Allah, onlardan bazılarını yaradılışça diğerlerinden üstün kılmıştır ve ayrıca erkekler, mallarından harcama yapar yaparak ailenin geçimini sağlamakla sorumludurlar.

Allah insanları farklı özelliklerde yaratarak her birine ayrı kabiliyet ve meziyetler vermiştir. Buna göre, erkeğin de kadının da kendine özgü üstün yanları vardır. Kadın daha ziyade şefkat ve merhamet, erkek ise güç ve cesaret bakımından üstündür. Ancak kadın, tabiatı gereği duygusal, yufka yürekli, zayıf ve narin olduğundan, aileyi yönetme ve onu dış tehlikelerden koruma görevi onun omuzlarına yüklenmemelidir. Genellikle daha güçlü, cesaretli ve dayanaklı olan erkek, aile reisi olmaya daha elverişlidir. Ayrıca erkekler, çalışıp para kazanmak ve ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olduklarından, aile bütçesi onların sorumluluğu altındadır. Sorumluluk da aynı oranda yetki gerektirdiğinden, aile reisi erkek olmalıdır. Toplumların düzeni için nasıl belirli kurallar ve bu kuralları uygulayan yöneticiler gerekiyorsa, toplumun en küçük birimi olan ailenin huzur ve mutluluğu için de düzeni sağlayan bir aile reisinin olması gereklidir.

O hâlde iyi kadınlar, Allah'ın emirlerine gönülden boyun eğen, İslâm'a aykırı yahut kocalık yetki sınırlarını aşan bir istekte bulunmadıkları sürece kocalarına itaat eden ve Allah kadınlara iyi davranılmasını emrederek onların haklarını nasıl gözetip koruduysa, kocalarının mallarını, ırz ve namuslarını her zaman ve her yerde muhafaza eden, aile içi mahremiyet ve gizlilikleri kimsenin görmediği durumlarda da koruyan kadınlardır. İyi erkekler de ailesinin maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin etme hususunda üzerlerine düşeni yapan, hanımlarına karşı daima sevgi, şefkat ve merhametle muamele eden erkeklerdir.

Şayet kadın evlilik yükümlülüklerini yerine getirmemeye, kocasının haklarını ihlal ederek onun şahsiyetini, iffet ve namusunu zedeleyici tavırlar göstermeye başlarsa, hemen boşanma yoluna gidilmemeli, yuvanın yıkılmasını önlemek için aşağıdaki çözüm yollarına başvurulmalıdır:

Hırçınlıkları ve isyankârca tavırlarıyla aile içi huzur ve saadeti yok edip yuvanızın yıkılmasına sebep olacağından korktuğunuz kadınlara, önce Allah'ı ve hesap gününü hatırlatarak ve kocanın meşru isteklerine karşı gelmenin günah olduğunu anlatarak güzelce nasihat edin. İsyankârlıktan vazgeçmezlerse, sizi kaybettikleri takdirde neler hissedeceklerini göstermek için bir süre ilginizi azaltarak onları yataklarında yalnız bırakın. Bu da fayda vermeyecek olursa, yuvanın yıkılmasını önlemek için son çare olarak gerekirse onları hafifçe dövün. Yerine göre insanca olmak üzere küçük bir tokat, isyan duygusuyla düşüş ve alçalışa doğru giden hırçın bir kadına kadınlık şeref ve terbiyesini vermek için güzel bir ders olabilir. Ancak kadının –sembolik anlamda bile olsa– dövülmesinin karı koca arasında telafisi imkânsız kırgınlık ve düşmanlıklara sebep olma ihtimali varsa, bu seçeneğe başvurulmamalıdır.

Eğer hırçınlık ve isyankârlıktan vaz geçip size itaat ederlerse, geçmişte olanları affedin, önceki kusurlarını bahane ederek onları incitmeye kalkmayın. Unutmayın ki, sizin birçok günahınızı affeden ve sizden çok daha güçlü olan Allah yücedir, büyüktür. Siz de bu yüceliğe layık olmak istiyorsanız, adil ve merhametli olmalısınız.

Erkeğin karısına karşı onur kırıcı, incitici, namus ve iffetini zedeleyici davranışlarda bulunması hâlinde, kadın kocasına güzelce nasihatte bulunmalıdır. Buna rağmen sorun devam ederse, kadın aile büyüklerine ve hâkime başvurarak kocasından şikâyetçi olma ve gerekirse mahkeme aracılığıyla eşinden boşanma hakkına sahiptir (Buhari, Kitabu't-Talak, Babu'l-Hul', 5273).

Ailede iyice huzursuzluk baş göstermişse, o zaman akil adamların devreye girmesi gerekir. O hâlde, ey aile büyükleri, hâkimler ve yöneticiler!
34
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً
Şayet karıkocanın aralarının iyice açılıp yuvanın yıkılacağından endişe ederseniz, aralarını barıştırmak üzere erkeğin ve kadının ailelerinden tecrübeli, adil ve güvenilir birer hakem tayin edip onlara gönderin.

Şayet her iki taraf daiyiniyetle davranıp anlaşmazlık konularını çözmek ve durumu düzeltmek isterlerse, Allah kalplerine sevgi ve merhamet ilham ederek onları yeniden barıştıracaktır. Unutmayın ki, Allah her şeyi bilendir, herşeyden haberdardır.

İşte her şeyi bilen Allah, aile ve toplumun huzuru için sizlere emrediyor:
35
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
Yalnızca Allah'a kulluk ve ibadet edin; hiçbir şeyi vehiçkimseyi O'na ortak koşmayın! Allah'tan başka hiçbir varlığı, O'na mahsus niteliklerle övüp yüceltmeyin! Ana babaya ve diğer yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara, gerek soy gerek mesafe gerekse inanç bakımından size yakın ve uzak olan komşulara, yanınızda bulunan iş, yol ve hayat arkadaşınıza, memleketinden uzak düşüp yolda kalmış muhtaç kimselere, emriniz altındaki köle, cariye, hizmetçi ve işçilere iyi davranın.

Sakın onları hakir görüp kibirlenmeyin! Zira Allah, kendini beğenen, üstünlük taslayan kimseleri sevmez. Böyle kimseler münafıktırlar ve münafıkları, şu özelliklerinden tanıyabilirsiniz:
36
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ
Onlar hem kendileri cimrilik eder, hem de başkalarına cimriliği öğütlerler. Allah'ın lütuf ve keremiyle onlara bahşettiği nimetleri, yoksul ve muhtaç kimselerle paylaşmamak için gizlerler. Biz de lütuf ve nimetlerimize karşı nankörce davranan bu inkârcılara, dünyada ve âhirette alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Bunların ara sıra fakir fukaraya yardım ediyor gibi görünmeleri sakın sizi aldatmasın:
37
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً
Onlar, Allah'a ve âhiret gününe gerçekte inanmadıkları hâlde, sırf insanlara gösteriş yapmak ve böylece daha büyük menfaatler elde etmek amacıyla mallarını yaldızlıreklamlar eşliğinde, güya yoksullar için harcarlar. Akıl hocaları olan azgın liderleri, onlara böyle şeytanca taktikler verir. Kimin yoldaşı şeytan olmuşsa, artık o ne kötü bir arkadaş, ne kötü bir yoldaştır!
38
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً
Oysa onlar, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah'ın onlara bahşettiği nimetlerden bir kısmını samimi bir kalple fakir ve muhtaç kimseler için harcamış olsalardı, kendileri için ne iyi olurdu! Allah'a güvenip O'nun emir ve yasaklarını dikkate alarak yaşasalar ve ilahi adalete göre hesaba çekilecekleri bilinciyle kötü davranışlardan uzak dursalardı,bundan bizzat kendileri kazançlı çıkacak ve hem dünyada hem âhirette barış, huzur ve güvene ulaşmayı hak edeceklerdi. Şunu asla unutmasınlar ki, Allah onları ve yaptıkları kötülükleri gayet iyi bilmektedir ve hesabını da mutlaka soracaktır.
39
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً
Öyle ki, Allah hiç kimseye zerre kadar haksızlık etmez. İyilik yapanlara da, kötülük yapanlara da hak ettikleri karşılığı tam olarak verir. Eğer bir iyilik yapılmışsa, onunsevap ve bereketini kat kat artırır ve ayrıca o iyiliği yapana, kendi katından akla hayale gelmedik ikramlar sunarak büyük bir ödül bahşeder.

Hâl böyleyken, insan nasıl olur da Rabb'inin emir ve yasakları karşısında duyarsız kalabilir, Kur'ân mesajı ile tanıştığı hâlde ondan yüz çevirebilir?
40
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ
Peki, Hesap Günü her toplumdan bir peygamber veya davetçiyi kendi halkına karşı şahit tutacağımızgibi, seni de ey Muhammed,bu mesajın ulaştığı bütün insanlara karşı şahit tuttuğumuz vakit o zalimlerin hâli nice olacak?
41
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟
Bugün Allah'ın âyetlerini inkâr edip Peygamber'e başkaldıranlar, o gün cehennem azabını karşılarında görünce, "Ah keşke mezarımızdan hiç çıkarılmasaydık da toprak olup gitseydik!" diye feryat ederlerken, yok olup yerin dibine geçirilmiş olmayı ne kadar da arzu edecekler! İşte o gün zalimler, yaptıklarının hesabını bir bir verecek ve olup biten hiçbir şeyi Allah'tan gizleyemeyecekler!

O hâlde Allah'a gönülden itaat etmeli ve bu itaatin en önemli göstergesi olan namazı dikkat ve titizlikle korumalısınız:
42
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً
Ey iman edenler! Sarhoşluk verici her türlü içkiden, uyuşturucudan uzak durun! Ama eğer bu günahı işleyip sarhoş olmuşsanız, sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye, yani iyiceayılıp kendinize gelinceye kadar namaza yaklaşmayın ve cinsel ilişki veya şehvetle meni boşalması sonucu boy abdesti almanız gereken bir durumda, yani cünüp iken de —hastalık, yolculuk ve su bulamama durumu hariç— tepeden tırnağa yıkanıp boy abdesti almadıkça yine namaza yaklaşmayın. Ay hâli görmekte olan bir kadın da aynen cünüp gibidir. Cünüp olan kişi boy abdesti almadıkça namaz kılamaz, Kur'an okuyamaz, Kâbe'yi tavaf edemez ve mescide giremez.

Ama eğer hasta veya yolculuk hâlinde iken abdest almanız veya yıkanmanız gerektiği hâlde, buna imkân bulamamış iseniz yahut hasta veya yolcu olmadığınız hâlde, tuvalet ihtiyacınızı gidermiş veya bir kadınla aşırı derecede şehvet uyandıracak şekilde temasta bulunmuş olur da, abdest alacak veya yıkanacak su bulamazsanız ya dabulduğunuz suyu kullanmanıza herhangi bir engel varsa, o zaman namaza bir ön hazırlık olarak şöyle teyemmüm alın: Temiz bir toprak veya taş, kireç, kum ve benzeri toprak cinsinden bir madde bulun ve ona ellerinizi hafifçe sürüp birbirine çırptıktan sonra, ellerinizi yüzünüze ve kollarınıza sürün. Zorunlu hâllerde, bu da abdest veya gusül (boy abdesti) yerine geçer.

İşte Allah, size böyle kolaylıklar sunuyor. Zira Allah çok merhametli, çok bağışlayıcıdır.

Namaz ve diğer ibadetlerle içe doğru derinleşirken, dış dünyayı da ihmal etmeyin. Çünkü her zaman çevrenizde, size kin güden düşmanlarınız olacaktır:
43
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Kendilerine Kitaptan bir pay verilen şu Yahudilere bir baksana; doğru yolu bırakıp sapıklığı tercih ettikleri yetmiyormuş gibi, sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! Üstelik bunu, size dost görünerek yapmaya çalışıyorlar.
44
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً
Korkmayın, Allah kimlerin size düşmanlık beslediğini çok iyi biliyor. O hâlde, dostunuzu düşmanınızı O'nun direktifleri doğrultusunda belirleyin. Unutmayın ki, size dost olarak da, yardımcı olarak da Allah yeter. Bu yüzden sizi savaş meydanında yenemeyeceklerini anlayan kâfirler, türlü hile ve tuzaklarla aranıza fitne sokmaya çalışacaklar:
45
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً
Yahudiler arasında öyle düşük karakterli kimseler var ki, kelimelerle oynayıp anlamlarını çarpıtıyor ve Peygamberin huzurunda konuşurken, güya inancınıza hakaret amacıyla tıpkı sarhoş gibi dillerini eğip bükerek:

"Semi'na ve eta'na: İşittik ve itaat ettik!" diyecekleri yerde, "Semi'na ve asayna: İşittik ve isyan ettik!" diyorlar.

Hem "Sen izin vermedikçe konuşamayız" hem de "Asıl sen bizi dinle, çünkü sen dinlenilmeye lâyık değilsin!" anlamına gelen kaypak kelimeler kullanarak "Vesma' ğayra musma'!" diyorlar.

Ve hem "Bizi gözet!", hem de "Hey, bizim çoban!"anlamına gelebilecek şekilde "Râinâ!" diyorlar.

Hâlbuki onlar, kelimeleri çarpıtmadan,adam gibi;

"Semi'na ve eta'na: İşittik ve itaat ettik!" "Vesma': Bize kulak ver!" ve "Unzurnâ: Bizi gözet, adil bir hakem ve yönetici olarak aramızda hükmet!" demiş olsalardı, elbette bu, kendileri için en doğru ve en uygun davranış olurdu. Fakat öyle olmadı. Çünkü Allah, nankörce davranıp Son Elçiyi inkâr etmeleri yüzünden kalplerini mühürleyerek onları lânetlemiştir. Bundan dolayı, içlerinden pek azı hariç, iman etmezler.

Ama her şeye rağmen, bu lânetten kurtulmaları hâlâ mümkündür:
46
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
Ey kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlar! Elinizdeki tahrif edilmemişilâhî bilgileri onaylayıp pekiştirmek üzere indirmiş olduğumuz şu Kur'an'a iman edin! Aksi hâlde, ya bazılarınızın hakikati işitme, görme ve dile getirme yeteneklerini tamamen ellerinden alarak yüzlerini silip arkasına döndüreceğiz, ya da cumartesi yasağını çiğneyenleri lânetlediğimiz gibi, sizi de ömür boyu alçaklık ve perişanlığa mahkûm ederek lânetleyeceğiz! Allah'ın emri, mutlaka yerine getirilecektir.

Sakın ola ki, "Ne de olsa Allah'a iman ediyoruz, nasılsa bağışlanırız!" ümidiyle Allah'ın ayetlerine sırt çevirmeyin! Unutmayın ki:
47
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً
Allah, kendisine ortak koşulmasını —zamanında tövbe edilmediği takdirde— asla bağışlamaz. Bir kimse Allah'a inansa bile, O'ndan başka ilâhlara tapınarak yahut ilâhî hükümleri reddedip arzu ve heveslerini ilahlaştırarak Allah'a ortak koşar ve tövbe etmeden ölürse, Allah onu asla affetmeyecektir. Bundan daha hafif günahları ise, dilediği kimseler için bağışlar. Fakatmüşriklerin bağışlanması asla söz konusu olamaz. Çünkü Allah'a ortak koşanlar, O'na iftira ederek korkunç bir günah işlemişlerdir!
48
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
İşledikleri bunca günahları görmezlikten gelerek tertemiz olduklarını iddia edenleri görüyorsun, değil mi? Hayır, "Benim kalbim temiz!" demekle hiç kimse temizlenmiş olmaz; aksine Allah, dilediğini ve layık gördüğünü tertemiz kılıp yüceltir. Dolayısıyla, gerçek anlamda temizlik, ancak O'nun hoşnutluğunu kazanmakla elde edilebilir. Bunun da tek yolu, O'nun gönderdiği ilkelere uygun bir hayat yaşamaktır. Demek ki, hangi ırktan, hangi sınıftan olursa olsun hiç kimseye kıl kadar haksızlık edilmeyecek ve hiç kimseye hak etmediği bir ceza veya mükâfat verilmeyecektir.
49
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟
Bak, nasıl da Allah'a karşı olmadık yalanlar uyduruyorlar! "Allah bizi ayrıcalıklı bir millet olarak seçip yüceltmiştir ve ne yaparsak yapalım, bizi asla cezalandırmayacaktır! Bu yüzden, O'nun gönderdiği Son Elçiye ve Kur'an'a iman etmek zorunda değiliz!" diyerek, hiç çekinmeden O'nun adına yalan söylüyorlar! Bu apaçık günah, baş aşağı cehenneme atılmaları için onlara yeter!
50
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً
Kendilerine Kitaptan bir pay verilenlere bir baksana; hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğdikleri din adamlarına, yani cibt'e ve ilâhî kanunlara aykırı hükümler veren azgın güçlere, yani tağut'a inanıyorlar. Ayrıca, putperest kâfirler için, "Bunlar ne kadar müşrik olsalar da, Müslümanlardan daha doğru yoldadırlar!" diyorlar. Aslında böylece, kendi dinlerini de inkâr etmiş oluyorlar.
51
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ
İşte bunlar, Allah'ın lânet ettiği kimselerdir! Allah da kime lânet etmişse, artık onu kurtaracak bir yardımcı bulamazsın.
52
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ
Bunlar hangi yetkiyle dilediklerini cennetlik, dilediklerini cehennemlik ilân ediyorlar? Yoksa onlara ilâhî egemenlik ve hükümranlıktan bir pay mı verilmiş? Eğer öyle olsaydı ve bu cimri insanlara bu konuda yetki verilseydi, insanlardan bir incir çekirdeği kadar iyiliği bile esirgerlerdi.
53
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً
Yoksa onlar, kendi ırkları dışındaki insanları, Allah'ın engin rahmetiyle onlara verdiği Kitap, Peygamberlik gibi nimetler yüzünden kıskanıyorlar mı? Oysa daha önce İbrahim ve nesline —ki sen de o nesildensin— Kitap ve Kitaptaki bilgileri pratik hayata uygulama yeteneği olarak hikmet vermiş ve onlara peygamberlik nimeti gibi büyük bir hükümranlık bahşetmiştik.
54
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً
Amahâlâ içlerinde ona inananlar da var, ondan yüz çevirenler de var. İşte, şimdi de Son Elçiyi yalanlıyorlar. O hâlde, onlara cehennemin çılgın alevi yeter!
55
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Evet, ayetlerimizi inkâr edenleri öyle korkunç bir ateşe atacağız ki, derileri kavrulup döküldükçe, azabı iyice tatsınlar diye her defasında onun yerine taze deriler yaratacağız.

Kuşkusuz Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
56
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً
İman edip doğru ve yararlı işler yapanlara gelince, onları da ağaçlarının altından ırmaklar akan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçelerinde ağırlayacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları koyu bir gölgeliğe, yani olabildiğince keyif ve mutluluk içinde yaşayacakları sonsuz nimetler diyarına yerleştireceğiz. İştebu nimetleri hak edebilmeniz için:
57
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Allah size, emanet ve yetkileri o konuda güvenilir, bilgili ve yetenekli olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın; Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir.

En büyük emanet, ilahi hükümleri uygulama ve toplumu yönetme yetkisidir:
58
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟
Ey iman edenler! Allah'ın buyruklarına kayıtsız şartsız itaat edin ve O'nun emir ve yasaklarını size ileten bir Elçi olarak Peygamber'e aynı şekilde kayıtsız şartsız itaat edin! Bir de, Allah'tan gelen bu temel ilkelere aykırı hüküm vermedikleri sürece, sizin gibi müminlerden olan yetki sahibi kimselere, yani Müslüman ve adilyöneticilere, devlet adamlarına, İslâm âlimlerine, aile büyüklerineveİslâm'ın emretme yetkisi verdiğidiğer kimselere itaatedin! Fakat onlara itaat, Allah'a ve Peygamber'e itaat gibi kayıtsız şartsız olmamalıdır:

Şayet herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, o anlaşmazlık konusunu Allah'a ve Elçi'ye götürün. Sizi yöneten idarecilerle, size dininizi öğreten âlimlerle, ailenizin bir ferdiyle veya diğer insanlarla herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, meselenin çözümü için Allah'ın kitabına (Kur'an'a) ve Peygamber'in Allah'tan aldığı diğer talimatlara (Sünnet'e)başvurmalısınız. Kur'an'dan veya sahih ve muteber hadislerden sağlam bir delil ortaya konulduğu zaman da, Allah'ın hükmünü tereddütsüz kabul etmelisiniz. Ancak bunu yapmak için, her şeyden önce ortaya konan delilleri anlayabilecek seviyede Kur'an ve Sünnet bilgisine sahip olmanız gerekmektedir.

Eğer anlaşmazlığın çözümüyle ilgili Kur'an'da ve Sünnet'te açık bir hüküm bulamazsanız, bu iki kaynağın temel prensipleri çerçevesinde, içinde bulunduğunuz ortam ve şartlara uygun yeni çözümler üretmelisiniz.

İşte bu, sizin için her bakımdan en hayırlı ve sonuç itibariyle en güzel davranış şeklidir.

Bu konuda göstereceğiniz tavır, gerçek müminlerle münafıkları ayırt eden temel ölçü olacaktır:
59
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
Ey Peygamber! Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen ilahi vahiylere inandıklarını iddia eden ikiyüzlülerin hâline bir baksana:

Bunlar, aralarındaki anlaşmazlıkları Kur'an'ın ortaya koyduğu temel ilkeler ışığında çözmeleri gerekirken, Allah'ın hükümlerini hiçe sayan zalimlerin ve azgın kâfirlerin, yani tağut'un hakemliğine başvurmak ve o zalimlerin hükmüne göre yargılanmak istiyorlar. Haksız durumda oldukları hukuki bir anlaşmazlığı çözmek için, kendilerini kayırıp lehlerine hüküm vereceğini tahmin ettikleri kâfirlere danışmak istiyorlar. Oysa onlara, tağut'u tamamıyla ret ve inkâr edip Allah'ın hükmüne kayıtsız şartsız itaat etmeleri emredilmişti (Bakara, 2/256). Bu gayri samimi tutum ve davranışları sebebiyledir ki, perde arkasındaki liderleri ve akıl hocaları olan şeytan, onları doğru yoldan iyice uzaklaştırmak ve derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.
60
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ
Onlara, "Haydi imanınızın gereği olarak, Allah'ın gönderdiği Kur'an'ın hükmüne ve Kur'an'ı en güzel şekilde açıklayıp uygulayan Peygamber'in hakemliğine gelin ve onun Kur'an'a göre vereceği karara uyun!" denildiği zaman, o münafıkların senden büsbütün yüz çevirdiklerini görürsün. Çünkü hak ve adalet esaslarına göre verilecek bir hükmün, kendi menfaatlerine ters düşeceğini çok iyi bilirler.
61
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً
Peki, kendi elleriyle yaptıkları bu çirkin davranışlar sebebiyle başlarına nifak maskelerinin düşmesi, ihanetlerinin ortaya çıkması gibi bir felâket geldiği ve sonra da utana sıkıla özürler dileyerek ve "Bizim o kâfirlerin hakemliğine başvururken amacımız insanlara iyilik etmek ve iki davacı tarafın arasını uzlaştırmaktan başka bir şey değildi!" diye Allah'a yeminler ederek huzuruna geldikleri zaman, hâlleri nice olacak? O zaman alınlarına sürülmüş utanç ve zillet damgasından nasıl temizlenecek, kendilerini Allah'ın gazabından nasıl kurtaracaklar?
62
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً
Ey Peygamber! Müminler üzerlerine düşeni yerine getirdikleri takdirde, o münafıklar asla amaçlarına ulaşamayacaklardır. Allah onların kalplerindeki gerçek niyetlerini bilmekte ve buna karşı almanız gereken tedbirleri bu kitapta haber vermektedir. Onun için sen onları Allah'a bırak; fakat tebliğ ve irşat görevini de asla ihmal etme!O münafıkların iç dünyalarına seslenen ve ruhlarına tesir eden, kalplerini kazanmaya yönelik açık, anlaşılır, güzel ve etkileyici sözlerle onlara öğüt ver.

Allah'ın Elçisi'ne karşı gelip ilahi hükümleri reddedenler şunu iyi bilsinler ki:
63
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
Biz her peygamberi, ancak kendisine —Allah'ın izniyle, yani O'nun belirlediği ilkeler çerçevesinde itaat edilsin diye gönderdik. Yoksa peygamberler, yalnızca vicdanlara seslenen birer öğütçü olarak gönderilmiş değildirler. Onlar ve onların temsilcisi konumunda olan mümin önderler, ilahi yasaları uygulamak ve yeryüzünde barış, huzur ve adaleti gerçekleştirmekle yükümlüdürler. Bu görevi yerine getirebilmeleri için, müminlerin onlara itaat etmeleri gerekmektedir.

Ey Peygamber! Eğer o münafıklar, Kur'an'ın hükmünü reddetmek suretiyle kendilerine zulmettikleri zaman, derhâltövbe ederek senin huzuruna gelip içtenlikle Allah'tan bağışlanma dileselerdi ve Peygamber de onların affedilmeleri için dua etseydi, Allah'ın nekadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu elbette göreceklerdi.

Onlar hem Müslüman olduklarını iddia ediyor, hem de Kur'an'ın hükmünü reddediyorlar, öyle mi?
64
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
Hayır; senin Rabb'in şahit olsun ki ey Peygamber, onlar anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de Kur'an'a göre vereceğin hükme karşı içlerinde en ufak bir tereddüt ve burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikleri sürece, iman etmiş olamazlar!
65
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ
Demek onlara, "Zalimlere karşıAllah yolunda savaşın ve gerekirse bu uğurda canlarınızı feda edin!" ya da "Zulmün egemen olduğu yurdunuzdan çıkın ve İslam diyarına hicret edin!" diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı hariç, arzu ve heveslerine uymadığı için bunları yapmayacaklardı.

Oysa kendilerine verilen öğütleri tutmuş olsalardı, hiç şüphesiz bu, onların hem dünyası hem de ahireti için çok daha hayırlı olacak ve aynı zamanda imanları, hakka bağlılıkları, hak yoldaki kararlılıkları daha güçlü, daha sağlam olacaktı. Böylece tertemiz ve sağlıklı bir inanca kavuşacak ve huzur, güven ve barışın egemen olduğu İslam toplumunun şerefli birer üyesi olacaklardı.
66
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
İşte o zaman biz de onlara katımızdan büyük bir ödül bahşeder,
67
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً
Ve onları dosdoğru yola iletirdik. Zira ilahi yasalara göre;
68
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
Her kim Allah'a ve O'nun mesajlarının taşıyıcısı, uygulayıcısı ve açıklayıcısı olan Peygamber'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın dünyadahidayet, şeref ve izzet; ahirette ise ebedî cennet nimetleri bahşettiği peygamberlerle, özü sözü bir olup doğruluktan ayrılmayan sıddıklarla, Allah yolunda seve seve canlarını feda eden şehitlerle ve iman, ahlâk ve ibadette ihsan mertebesine ulaşmış salihlerle birlikte olacaklardır. Bunlar da ne güzel yoldaş, ne güzel arkadaştırlar! Dünyada başlayan bu arkadaşlık mahşerde de devam edece ve cennette sonsuza dek sürüp gidecektir.
69
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟
Müminlere vaadedilen bu lütuf ve nimetler,doğrudan doğruya Allah tarafındandır. O kimlerin bu nimetlere layık olduğunu çok iyi bilir ve verdiği sözü mutlaka yerine getirir. Her şeyi bilen bir şahit olarak Allah yeter!

Allah'ın vadettiği lütuf ve nimetlere layık olabilmek için yapmanız gereken en önemli işlerden biri de, meşru İslam liderinin önderliğinde bir araya gelip zulüm ve haksızlıklara karşı mücadele etmektir:
70
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً
Ey iman edenler! İslâm toplumunu tehdit edebilecek saldırı ve tehlikelere karşı daima dikkatli ve uyanık bulunun! Bunun için gerekli her türlü hazırlığı yaparak tedbirinizi alın ve size saldırıda bulunan düşman kuvvetleriyle savaşmak üzere, duruma göre küçük birlikler hâlinde veya topluca seferberlik ilan ederek Allah yolunda sefere çıkın!
71
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً
Gerçi içinizden, işi ağırdan alan ve çeşitli bahanelerle sizinle birlikte savaşa gelmeyen zayıf imanlı kimseler ve münafıklar da var. Şayet savaşta başınıza ölüm, yaralanma gibi bir musibet gelecek olsa, savaştan kaçan bu münafık, "Neyse ki Allah bana lütfetti de da onlarla birlikte savaş meydanında bulunmadım." der.
72
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً
Fakat Allah'tan size zafer, başarı, ganimet gibi bir nimet erişince, sanki sizden biri değilmiş de kendisiyle sizin aranızda hiçbir dostluk ve kardeşlik ilişkisi yokmuş gibi, "Keşke onlarla birlikte olsaydım da, kazandıkları zafere ve ganimetlere ortak olup ben de büyük bir başarı elde etseydim!" der.
73
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
O hâlde, bu dünyanın basit ve gelip geçici nimetlerine karşılık ahiretin sonsuz nimetlerini tercih etmek suretiyle dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, savaştan kaçan münafıklara aldırmayıp Allah yolunda zalimlere karşı mallarını canlarını feda ederek savaşsınlar! Her kim Allah yolunda savaşır ve bu yolda öldürülür yahut galip gelirse, biz her iki hâlde de ona Hesap Günü'nde ebedî cennet nimetleri bahşetmek suretiyle, akla hayale gelmeyen büyük ve muhteşem bir mükâfat vereceğiz.
74
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Hem nasıl olur da, "Ey Rabb'imiz; halkı ve yöneticileri zalim olan bu şehirden bizi kurtar; lütfen bize kendi katından yaramızı sarıp bizlere kol kanat gerecek bir dost, canımızı, malımızı, şeref ve haysiyetimizi koruyacak bir yardımcı gönder!" diye yalvaran şu çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için Allah yolunda savaşmazsınız? Unutmayın ki;
75
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟
İnananlar Allah yolunda, inkâr edenler ise Allah'ın hükümlerine başkaldıran azgın lider ve yöneticilerin, yani tağut'un yolunda savaşırlar. O hâlde, hak ile batılın, iyi ile kötünün, zulüm ile adaletin mücadelesinde tarafsız kalmayın! Yeryüzünde Kur'an'ın öngördüğü barış, huzur ve adalet düzeni egemen oluncaya kadar, o azgın lider ve yöneticilerle, yani şeytanın dost ve yandaşları ile savaşın! Girdikleri her yerde terör estiren bu kötülük odaklarının o gösterişli silahları, o "süper" orduları sakın sizi aldatmasın. Siz üzerinize düşen kararlılık ve fedakârlığı gösterdiğiniz takdirde,zafer kesinlikle sizin olacak ve o şeytanlar amaçlarına ulaşamayacaklardır. Çünkü şeytanın hilesi, gerçekten pek zayıftır.
76
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
Şu kimselerin hâline ibret nazarıyla bir baksana: Bunlar Allah yolunda savaşma konusunda pek hevesli görünüyor, "Canımıza malımıza kast eden şu kâfirlere silahla karşılık vermek için daha ne bekliyoruz?" diyorlardı. Oysa savaş için yeterli şartlar henüz oluşmamıştı. Tebliğ ve davet aşaması henüz tamamlanmamış, hak ve hakikat gönüllere tam olarak ulaşmamıştı. Ayrıca müstakil bir devlete ve düzenli ordulara sahip olmayan Müslümanlar, yeterli güç ve sayıya ulaşmış değillerdi. Bu yüzden onlara:

"Savaştan ve silahtan ellerinizi çekin. Zalimlerin baskı ve eziyetlerine şimdilik pasif direniş göstererek sabredin; onlara silahla karşılık vermeyin. Bunun yerine, güçlü ve sağlıklı bir toplum oluşturabilmek için var gücünüzle çalışın.Ruhunuzu disiplin altına alıp terbiye etmek üzere namazı güzelce kılın, toplumsal barış ve adaleti sağlamak üzere kazancınızdan bir kısmını fakir ve kimsesizlerle paylaşarak zekâtı verin." denilmişti.

Fakat zamanı gelip de onlara Allah yolunda savaşmaları emredilince, Müslüman olduklarını iddia eden bu insanlardan bir kısmı, tıpkı Allah'tan korkarcasına, hatta daha büyük bir korkuyla insanlardan korkarak:

"Ey Rabb'imiz; bize neden zulüm ve haksızlıklara karşı savaşmayı emrettin? Bizi dünya zevkleri içinde azıcık daha yaşatarak yakın bir süreye kadar erteleseydin olmaz mıydı!" demeye başladılar.

Onlara de ki: "Bu dünyanın nimetleri hem gelip geçici, hem deâhiretnimetlerine göre değersiz ve azdır. Ebedî nimetlerle bezenmiş olan âhiret ise, günah ve kötülüklerden sakınıp korunanlar için elbette çok daha hayırlıdır. Orada hepinize hak ettiğiniz karşılık tam olarak verilecek ve hiç birinize zerre kadar haksızlık edilmeyecektir."
77
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً
O halde, dünyanın basit nimetlerine tamah edip de, Allah yolunda savaştan kaçarak ebedî saadeti kaybetmek hiç akıl kârı mıdır? Kaldı ki, her nerede olursanız olun, çok iyi korunan sapasağlam kaleler içinde bile olsanız, ölüm sizi eninde sonunda gelip bulacaktır. Üstelik küfür ve zulüm karşısında mücadeleyi terk ettiğiniz takdirde, asla güven ve huzur içinde yaşayamayacaksınız. Gücü ele geçiren zalimler yeryüzünü fesada boğacak ve onların boyunduruğu altında çok daha büyük felaketlerle yüz yüze geleceksiniz. İşte o zaman ölüm size, savaş meydanında olduğundan çok daha yakın olacaktır.

Münafıklar ve onların sözlerine kanan zayıf imanlı bazı Müslümanlar, başlarına gelen musibetlerin ve nail oldukları nimetlerin sebeplerini doğru tahlil edemiyorlar. Onlara zafer, başarı, zenginlik, ganimet gibi bir iyilik ulaşınca, "Bu nimetler Peygamber'in mahareti filan değil, Allah katındandır." derler. Fakat başlarına ölüm, hastalık, yenilgi gibi bir kötülük gelince, hemen Peygamber'i suçlu ilan ederek, "Bu senin katındandır. Senin yanlış yönetimin ve isabetsiz kararların yüzünden bunlar başımıza geldi." derler.

Onlara de ki: "Size isabet eden iyiliklerden de kötülüklerden de Peygamber asla sorumlu değil­dir. Başınıza gelen iyi ve kötü olayların hepsi, yaratma ve izin verme bakımından Allah katındandır. Bazılarının meydana gelmesinde sizin tercih ve iradenizin payı olsa da, hepsi Allah'ın yaratması ve takdiri iledir. Zira her şey Allah'ın yasalarına göre cereyan etmekte, O'nun izni ve iradesi dairesinde gerçekleşmektedir. Bu yasalara göre, Allah iyiliği hak edenlere iyiliği, kötülüğü hak edenlere de kötülüğü verir. Bazen de kullarını bu musibet ve nimetlerle imtihan eder. Buna göre insanın yaptığı iyilik ve kötülükler, tercih etme ve yapma yönüyle insana; yaratma ve izin verme yönüyle Allah'a aittir. Bununla birlikte, her türlü iyilik ve güzelliğin kaynağı, emredicisi ve yaratıcısı Allah olduğu için, hayır ve lütuflar esas itibariyle Allah'tandır. Kötülükler ise, onu tercih edip yapan insana aittir."

O hâlde, bu insanlara ne oluyor ki, akıllarını kullanıp gerçeği anlamaya yanaşmıyor, neredeyse hiç söz anlamıyorlar! Doğrusu şu ki:
78
مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
Ey insanoğlu! Sana ulaşan her iyilik, —onu kendi iradenle çalışarak elde etmiş olsan bile— gerçekte Allah'tandır. Çünkü bütün iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı O'dur. Seni yaratan, iyilik yapma kudret ve iradesini sana bahşeden ve bu iyilikleri yapmanı emreden Allah'tır. Başına gelen her kötülük de, esasen Allah'ın katından, yani O'nun izni ve iradesi ile olsa da, senin kendi günahın yüzündendir. Çünkü Allah, yapılmasına onay vermediği hiçbir şeyin müsebbibi değildir. İnsan, Allah'ın kendisine bahşettiği imkân ve yetenekleri O'nun istediği yönde kullanmayıp cezayı hak etmişse, bunun sorumluluğu yalnızca kendisine aittir.

Burada sözü edilen kötülük, imtihan gereğince insanın başına gelen kaza, hastalık, sakatlık, iflâs, ölüm gibi hâller veya zalimlerin baskı ve eziyetlerine uğramak, imtihan gereği sıkıntı çekmek gibi "kötü görünen şeyler" değil, kişiyi Allah'ın rahmetinden uzaklaştıran ve hoşnutluğundan mahrum bırakan "gerçek" kötülüktür. İmtihan hikmetince insanın başına gelen bu tür ‘kötülükler' size verilmiş bir ceza değil, aksine birer ilâhî lütuf olduğundan, elbette Allah'tandır.

Sonuç olarak, yaratma ve izin verme bakımından iyilik de kötülük de Allah'ın katındandır; fakat onay verme ve razı olma bakımından iyilikler Allah'tan, kötülükler ise kendi tercih ve iradesiyle onu gerçekleştiren insandandır.

Ey Muhammed! Münafıkların sözlerine üzülme; sen hiçbir zaman kötülük kaynağı olamazsın. Zira Biz seni, insanlığa iyilik ve güzellikleri öğreterek hayırlara vesile olan mübarek bir Elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.
79
مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ
Kim Allah'ın gönderdiği Elçi'ye itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Çünkü Elçi, ancak Allah'tan aldığı emir ve yasakları iletir. Kim de yüz çevirecek olursa, yalnızca kendisine kötülük etmiş olur. Senin görevinse ancak tebliğ etmektir. Biz seni onların başına bekçi olarak göndermedik.
80
وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً
O münafıklar senin yüzüne karşı, "Emrindeyiz!" diyorlar; fakat yanından ayrılır ayrılmaz, içlerinden bir kısmı, bu söylediklerinin tam tersi işler yaparak müminler aleyhine sinsice plânlar kuruyorlar. Oysa Allah, kurdukları hileleri bir bir kaydetmektedir ve hepsinin cezasını muhakkak verecektir.

Sen onların aymazlığına aldırma; hakkı bile bile reddedenböyle inatçı, önyargılı kimselere takılıp kalma!Doğru bildiğin yolda azim ve kararlılıkla yürümeye devam et! Bu münafıklar sana zarar verirler diye de korkma! Sen üzerine düşeni yap ve Allah'a güven! Koruyucu, yardımcı ve vekil olarak sana Allah yeter!

Bu arada, sürekli Kur'an'ı gündeme getirerek onları ve bütün insanları hakka davet et:
81
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً
Onlar Kur'an'ı hiç araştırıpüzerinde düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından meydana getirilmiş olsaydı, yirmi üç yıl gibi uzun bir sürede tamamlanan bu kitabın içinde birçok tutarsızlıklar, akıl ve sağduyu ile bağdaşmayan yanlışlık ve çelişkiler göreceklerdi. Fakatİslam'a savaş açan, Kur'an mesajını ortadan kaldırmak için tüm güçleriyle mücadele eden kâfirler bile, bu kitabın içinde en ufak bir çelişki, hata ve tutarsızlık bulamadılar ve asla bulamayacaklar. Bu da onun Allah'tan gelen hak bir kitap olduğunun apaçık kanıtlarından biridir

Mekke müşrikleri, güçlü bir ordu hazırladıkları ve yakında büyük bir baskın yapacakları yönünde yalan haberler üretiyor ve gönderdikleri ajanlar ya da gelip geçen kervanlar aracılığıyla bu haberleri etrafa yayıyorlardı. Münafıklar da bu haberleri duyar duymaz abartılı bir şekilde orada burada anlatarak müminler arasında korku ve panik havası oluşturmaya çalışıyorlardı. Bazı saf ve bilgisiz Müslümanlar da münafıkların bu haberlerini ciddiye alıp üzerinde yorum yapmak suretiyle, farkında olmadan onların amaçlarına hizmet ediyorlardı. Bunun üzerine Allah, müminleri bu konuda dikkatli ve duyarlı olmaya davet eden şu ayetleri gönderdi:
82
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً
Onlara, İslâm toplumunun güvenliğini ilgilendiren veya müminler arasında korku ve paniğe yol açabilecek bir söylenti ya da önemli bir haber ulaşınca, olayın içyüzünü araştırmadan ve bu söylentilerin sebep olabileceği zararları hiç düşünmeden, hemen onu sağa sola yayarlar.

Oysa bu haberi duyar duymaz onu Peygamber'e ve kendilerinden olan yönetici, âlim, komutan gibi yetki sahibi kimselere arz etmiş olsalardı, o yetkililer arasından savaş stratejisini iyi bilen, bu tür propaganda amaçlı haberleri doğru değerlendirip bunlardandoğru hükümler çıkarabilen tecrübeli ve uzmankimseler, onu titizlikle araştırıp haberin aslını ortaya çıkaracak ve buna karşı hangi tedbirlerin alınması gerektiğini de bileceklerdi.

Demek ki, savaş, siyaset, doğal felaket vb. toplumun ve ülkenin geleceğini ilgilendiren önemli konularda yeterli bilgiye sahip olmadan ileri geri konuşulmamalı, bu gibi meseleler konunun uzmanı olan ve ilmine, ahlakına, samimiyetine güvenilen yetkili kimselere danışılmalı, onların açıklamalarını dikkate almadan uluorta yorum yapmaktan ve bu haberleri yaymaktan kaçınılmalıdır.

Ey müminler! Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytanın peşine takılıp giderdiniz. Yani O sizeKitap ve Peygamber göndererek doğruyu eğriyi, hakkı batılı göstermeseydi ve düşmanlarınıza karşı sizi yardımıyla desteklemeseydi, pek çoğunuz kâfirlerin ve münafıkların propagandasına aldanıp yolunuzu şaşırır, dağılıp parçalanır ve hem dünyada hem ahirette perişan olurdunuz.
83
فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً
O hâlde, ey Peygamber ve Peygamber'in izinden giden Müslüman! Sen Rabb'inin vaadine güven ve tek başına kalmış olsan bile, zalimlere karşı Allah yolunda savaş! Unutmaki, sen ancak kendi eylemlerinden sorumlusun. Bu sorumluluğun gereği olarak, bütün müminleri cesaretlendirerek savaşa teşvik et ve hiçbir zaman ümidini yitirme!Çünküsen üzerine düşeni yaptığın takdirde, Allah kâfirlerin gücünü kıracaktır. Hiç kuşku yok ki, Allah'ın kudreti sınırsız, cezası da pek çetindir.
84
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً
O halde, zalimlerin tehditlerinden korkma! Korku, gaflet, dünya malına bağlılık gibi sebeplerle Allah yolunda mücadeleyi terk eden veya aksatan müminleri uyararak cihada yönlendir. Çünkü kim güzel ve yararlı bir işe aracılık ederse, o işten kazanılacak mükâfattan kendisine de bir pay vardır. Kim de kötü ve zararlı bir işe aracılık ederse, ondan doğacak zararlardan kendisine de bir sorumluluk payı vardır. Böylece her insan, yaptığı ve yapması gerektiği halde yapmadığı işlerin cezasını veya mükâfatını tam olarak görecektir.

Unutmayın ki, Allah her şeyi görüp gözetmektedir.

Allah yolunda böyle amansız mücadele verirken, barış ve dostluk amacıyla size uzatılan eli de geri çevirmeyin:
85
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً
Ey iman edenler! Toplumsal barış ve huzurun en önemli araçlarından biri olan selamı aranızda yayın! Çarşıda, pazarda, yolda, evde, işyerinde karşılaştığınız herkese, -onları tanısanız da tanımasanız da- "Selamun aleykum!" veya "Esselamu aleykum" (Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun!)" diyerek selam verin! Selamınızı almazlarsa bile siz buna devam edin! Size bir Müslüman veya gayrimüslim tarafından, "Selamun aleykum, merhaba, günaydın, selam, iyi günler" gibibarış, kardeşlik ve dostluk anlamını içeren bir selâm verildiği zaman, siz bu selâma ondan daha güzeliyle karşılık verin veya en azından aynen mukabele edin. Size selam veren kişiyi daha güzel, daha kapsamlı sözlerle ve daha içten, daha sevecen bir tavırlaselamlayarak daha fazla sevap kazanabilirsiniz. Mesela, size "Selamun aleykum" diyen kimseye, "Aleyküm selam ve rahmetullah"; "Selamun aleykum ve rahmetullah" diyen kimseye, "Aleyküm selam ve rahmetullah ve berekâtuh" şeklinde karşılık verebilirsiniz. Basit bir selamın da sevabı günahı mı olurmuş demeyin. Unutmayın ki, Allah her büyük küçük şeyin hesabını tutmaktadır. Ve bu hesap boşu boşuna tutulmuyor:
86
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟
Allah —ki O'ndan başka boyun eğilecek, emrine kayıtsız şartsız itaat edilecek hiçbir otorite, hiçbir ilâh yoktur— gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan Diriliş Günü'nde hepinizi bir araya toplayacak ve yaptıklarınızın hesabını bir bir soracaktır. Bunu bizzat Allah söylüyor; Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?

Peygamber (sav) Medine'ye hicret edip orada İslâm toplumunun çekirdeğini oluşturduktan sonra, Mekke'de ve Arabistan'ın diğer bölgelerinde yaşayan tüm Müslümanların Medine'ye hicret etmeleri konusunda genel bir çağrı yaptı. Ancak gerçekten hicret etmeye güç yetiremeyenler mazur görüldüler (Nisa, 4/97). Müslümanların çoğu bu çağrıya uysalar da, bazıları hicret etme imkânına sahip oldukları halde yurtlarını, akrabalarını, çıkarlarını İslâm'dan daha çok sevdikleri için emre itaat etmediler. Önceden olduğu gibi kabileleriyle birlikte yaşamaya, onların İslâm ve Müslümanlar aleyhinde yaptıkları bütün düşmanca hareketlerde rol almaya devam ettiler. Müslümanlardan bazıları onlara düşman muamelesi yapılması gerektiğini söylerken, bazıları aksini iddia ediyor ve iki taraf arasında sert tartışmalar yaşanıyordu. Bunun üzerine, mümin olduğunu söylediği halde düşman cephesinde yer alan böyle kimselere karşı nasıl tavır takınılması gerektiğini bildiren aşağıdaki ayetler nazil oldu:
87
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
Ey iman edenler! Allah doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan bu kadar net çizgilerle ayırmışken, neden münafıklar hakkında iki grubaayrılıp yersiz ve kırıcı tartışmalara giriyorsunuz? Nasıl oluyor da, zalimlerin safında yer alan sözde müminler hakkında, "Acaba bunları mümin kardeşlerimiz olarak mı göreceğiz, yoksa onlara kâfir muamelesi mi yapacağız? Bunlardan birini düşman saflarında gördüğümüzde onunla savaşacak mıyız, yoksa onu bırakacak mıyız?" diye tereddüde düşüyorsunuz? Oysa Allah, işledikleri günahlar sebebiyle onları yeniden inkâra döndürerek baş aşağı etmiştir!

Allah'ın sapmış dediği kimselerin hidayet üzere olduklarını mı söylemek istiyorsunuz? Kur'an'ın ölçülerine göre hak yoldan sapmış olanları, nasıl hidayet üzere görebilirsiniz? Bizzat Allah'ın doğru yoldan saptıklarını söylediği bu münafıkları hâlâ mümin kabul edecek, onlara dost ve kardeş muamelesi mi yapacaksınız? Hayır; Allah kimi sapkın olarak nitelemişse, artık onun hidayet üzere sayılması için hiçbir gerekçe, hiçbir yol bulamazsın.
88
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ
Bazılarınızın iyi niyetle Müslüman zannettiği o münafıklar, asıl niyetlerini içlerinde gizliyorlar. Onlar sizin de kendileri gibi İslam'dan dönüp inkâra saplanmanızı ve böylece aynı duruma düşmenizi istiyorlar. O hâlde bunlar, zulüm sistemini ayakta tutan bir tuğla olmaktan vazgeçip Allah uğrunda İslâm diyarına hicret etmedikleri ve müminlerin safında yerlerini almadıkları sürece, onlardan hiçbirisini dost edinmeyin ve yardımına koşulması gereken bir din kardeşi olarak görmeyin!

Şayet bu uyarılara aldırmayıp Peygamber'in hicret emrinden yüz çevirecek olurlarsa, o zaman onları savaş meydanında gördüğünüz yerde diğer düşman askerlerine yaptığınız gibi yakalayıp esir edin, gerekirse öldürün! Ayrıca, onlardan hiçbirini kendinize müttefik, dost ve yardımcı edinmeyin!
89
اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً
Ancak aranızda antlaşma bulunan dost ve müttefik bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi halklarıyla savaşmayı içlerine sindiremedikleri için yanınıza gelen vetarafsız kalmak istediklerini söyleyen kimseler bunun dışındadır.

Onlara dostça muamelede bulunun. Düşünün ki, eğer Allah dileseydi, onları başınıza musallat ederdi de, çevrenizde bunca düşman varken, bir de onlar sizinle savaşırlardı. O hâlde, onlar sizinle savaşmaktan uzak durup size barış ve dostluk elini uzatırlarsa, onlara karşı savaşmakonusunda Allah size hiçbir yetki vermemiştir.
90
سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟
Bir de, hem sizden hem de kendi toplumlarından gelecek tehlikelere karşı güvende olmak isteyen; ama ne zaman Müslümanlara karşı savaş, saldırı ve fitneye çağırılsalar, hemen o fitnenin içine dalıveren diğer bazı kimseler de göreceksiniz.

Eğer bunlar sizinle savaşmaktan veya düşmanlarınıza yardım etmekten uzak durmaz, sizinle barışa yanaşmaz ve ellerini fitne fesattan çekmezlerse, onları savaş meydanında gördüğünüz yerde yakalayıp esir edin; gerekirse öldürün! İşte bunlar, kendilerine karşı savaşmanız konusunda size açıkça yetki verdiğimiz kimselerdir.

Bir de, hicret etmeye gücü yetmediği için düşman diyarında yaşamak zorunda kalan Müslümanlar var ki, onlara zarar vermemek için son derece dikkatli olmalısınız:
91
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Bir müminin suçsuz bir insanı, özellikle de bir mümini öldürmesi olacak şey değildir; ancak hata sonucu olursa, o zaman başka.

Kim İslam ülkesinde veya Müslümanlarla barış halindeki bir toplumda yaşayan bir mümini yanlışlıkla öldürürse, Müslüman bir köle veya cariye azat etmeli ve bunun yanı sıra, öldürülenin meşru varisleri olan ailesine kan diyeti [73] ödemelidir. Ancak öldürülenin varisleri katili affeder ve diyet hakkından vazgeçerek bunu ona sadaka olarak bağışlarlarsa, o zaman başka. Bu durumda katilin diyet ödemesi gerekmez. Ancak köleyi yine azat etmelidir.

Eğer bu yanlışlıkla öldürülen kişi mümin olmakla birlikte, size düşman olan ve kendileriyle fiilen savaş hâlinde bulunduğunuz bir devlet veya topluluğa mensup ise, o zaman katilin yalnızca mümin bir köle veya cariye azat etmesi yeterlidir. Böyle yanlışlıkla öldürülen bir mümin için kan diyeti ödenmez. Zira o, Müslümanlarla sıcak savaş hâlindeki bir toplum içinde kalmakla kendi canını bilerek tehlikeye atmıştır. Ayrıca onun ailesine ödenecek diyet, düşmanın maddî yönden güçlenmesini sağlayacaktır.

Hataen öldürülen kâfirin durumuna gelince: İslâm ülkesinde veya Müslümanlarla antlaşmalı bir ülkede yaşayan bir gayrimüslim hataen öldürülürse, tıpkı Müslümanın hataen öldürülmesinde olduğu gibi, katilin mümin bir köle azat etmesi ve ölenin varislerine kan diyeti ödemesi gerekir. Müslümanlarla fiilen savaş hâlinde bulunan bir ülkenin gayrimüslim vatandaşı yanlışlıkla öldürülürse, bunun için ne diyet ne de kefaret gerekir. Zira böyle bir kimse harbî (düşman askeri) hükmündedir.

Eğer hataenöldürülen bu mümin, aranızda barış ve saldırmazlık antlaşmabulunan gayrimüslim bir devlet veya topluluğa mensup ise, o daaynen İslâm devletinde öldürülmüş gibi kabul edilir. Bu durumda katil, öldürülenin ailesine yukarıda açıklanan miktarda kan diyeti ödemeli [74] ve Müslüman bir köle veya cariye azat etmelidir.

Fakirlik veya başka bir sebeple azad edecek köle bulamayan kimse, Allah tarafından tövbesinin kabulü için kamerî takvime göre iki ay aralıksız oruç tutmalıdır. Oruç tutabilecek durumda değilse, imkânı varsa 60 fakiri doyurmalıdır. Buna da imkân bulamazsa, o zaman Allah'tan bağışlanma dilemekle yetinir.

Şunu hiç unutmayın ki, Allah her şeyi bilendir, her konuda en güzel ve en doğru hüküm verendir. Kasten adam öldürmenin cezasına gelince:
92
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً
Her kim suçsuz bir insanı, hele de bir Müslüman'ı kasten öldürecek olursa, onun âhiretteki cezası —gereğince tövbe etmediği takdirde— ebedî cehennemdir! Masum bir cana kıyan kişi öyle korkunç bir kötülük işlemiştir ki, bu kötülüğünden dolayı Allah ona gazap etmiş, onu rahmetinden kovarak lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır! Suçsuz bir insanı kasten öldürenin dünyadaki cezası ise, kısas edilerek öldürülmektir. Ancak maktulün varislerinden biri katili affettiği takdirde, katilin onlara kan diyeti ödemesi gerekir (Bakara, 2/178).

O hâlde, bu gibi konularda kılı kırk yararcasına titiz ve dikkatli davranın:
93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Ey iman edenler! Allah yolunda savaşmak üzere sefere çıktığınızda, saldırıda bulunacağınız kimselerin düşman askeri olup olmadığını iyice araştırın! Müslüman olduğunu bildirmek üzere size İslâmî tarzda selâm veren kimseye, zafer kazanma, ganimet ve esir elde etme gibi basit dünya menfaatlerini kazanma uğruna, "Sen Müslüman değilsin! Bizi kandırmak için yalan söylüyorsun!" deyip desaldırıya yeltenmeyin! Eğer istediğiniz ganimetse, Allah katında pek çok ganimet, sınırsız lütuf ve nimetler vardır. Bu nimetleri elde etmenin yolu masum insanları öldürüp mallarına el koymak değil, her ne pahasına olursa olsun hak ve adalet ilkelerine sımsıkı bağlı kalmaktır.

Müslüman olduğunu söyleyip sizden eman dileyen kişi sizin gözünüzde İslam'dan uzak, cahil bir kimse olabilir. Unutmayın ki, siz de bir zamanlar böyle dalalet içinde, zayıf ve merhamete muhtaç bir halde idiniz. Sonra Allah size kitap ve Peygamber göndererek lütufta bulundu da sizi önce imansızlıktan, sonra da kâfirlerin baskı ve işkencesinden kurtardı. O hâlde, bir topluluğa saldırmadan önce, onların düşman kuvvetleri olup olmadığını iyice araştırın!

Hiç kuşku yok ki, Allah bütün yapıp ettiklerinizden haberdardır ve yaptığınız her iyilik ve kötülüğün karşılığını mutlaka verecektir.
94
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
Hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi askerliğe engel bir mazeretleri olmadığı hâlde, genel seferberlik çağrısı yapılmadığı için savaşa gitmeyip evlerinde oturan müminlerle Allah yolunda malları ve canlarıyla gönüllü olarak savaşarak cihat eden müminler, üstünlük ve değer bakımından eşit değildirler.

Çünkü Allah, Kur'an'ın öngördüğü adalet sistemini egemen kılmak için savaşa çıkıp malları ve canlarıyla küfre ve zulme karşı mücadele eden fedakâr müminleri, Allah yolunda cihada katılmayıp evlerinde oturan ve kulluk görevlerini en asgarî düzeyde yerine getiren Müslümanlardan daha üstün bir makama yüceltmiştir.

Gerçi Allah, bu iki grup müminden her ikisine de en güzel mükâfatolancennetini vadetmiştir; fakat hak uğrunda cihad edenleri, savaşa katılmayıp evlerinde oturanlardan çok daha büyük bir mükâfat ile yüceltip üstün kılmıştır.
95
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Yani kendi katından bahşettiği yüksek dereceler, bağışlama ve rahmet ile onları ödüllendirerek çok çok üstün bir makama yüceltmiştir. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Bu "savaşa katılmama" izni, bütün müminlerin cihada çağırıldığı genel seferberlik durumu için söz konusu değildir. Genel seferberlik durumunda savaşa gelmeyenler, Allah'a isyan etmiş olurlar. Geçerli bir mazeret yüzünden mücadeleye katılamayanlara gelince, onlar bu mücadele arzusunu yüreklerinde taşıdıkları ve doğruluktan ayrılmadıkları sürece, Allah yolunda cihada katılan kardeşleriyle aynı sevabı alacaklardır.

Peygamber (s)'in İslam diyarına hicret etme ve müminlerin safına katılma çağrısına kulak tıkayıp kâfirlerin egemenliği altında, zillet ve meskenet içinde yaşamaya devam eden sözde müminlere gelince:
96
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ
Ölüm melekleri, içten içe mümin oldukları halde Peygamber'in hicret emrine uymayıp kâfirlerin baskı ve egemenliği altında yaşamayı tercih eden ve böylece İslam'ın hükümlerini terk edip zulüm sisteminin bir parçası hâline gelerek kendilerine zulmeden kimselerin canlarını alırken, günahlarını yüzlerine vurmak için onlara, "Siz nasıl bir hal içindeydiniz ki, güya iman etmiş olduğunuz hâlde kâfirlerle iç içe ve tıpkı kâfirler gibi yaşadınız da, Kur'an'ın emir ve yasaklarını hiçe saydınız? Zulme karşı açık ve net olarak tavır almama ve müminlerle birlikte hakkın hâkimiyeti uğrunda mücadeleye katılmama konusunda mazeretiniz neydi?" diye soracaklar.

Onlar da, "Biz bu ülkede güç ve imkânlardan mahrum kalmış, zalimlerin baskı ve eziyetleri altında güçsüz ve zayıf bırakılmış kimselerdik. Bu yüzden imanımızı açıklamaya ve gereğini yerine getirmeye imkân bulamamış, çaresiz bir hâlde küfrün egemenliğine boyun eğmiştik." diyecekler.

Bunun üzerine melekler, "Peki Allah'ın arzı yeterince geniş değil miydi ki, inancınızı özgürce yaşayabileceğiniz bir yere göç etmediniz? Sizi inancınızı yaşamaktan alıkoyan ülkeyi, arkadaş çevresini, ortamı, hayat tarzını, âdet ve alışkanlıkları terk edip müminlerle dayanışma içinde küfre ve zulme karşı mücadele verebileceğiz bir çevreye hicret etmeniz gerekmez miydi? Ama siz bilerek ve isteyerek kâfirce bir hayatı tercih ettiniz ve bu yüzden azaba müstahak oldunuz!" diyecekler.

İşte onların varacağı yer cehennemdir; ne kötü bir son! Her ne kadar mümin olmaları sebebiyle cehennemde ebediyen kalmayacak olsalar da, Allah yolunda hicret ve cihadı terk etmenin cezasını mutlaka çekeceklerdir.
97
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلاً
Ancak zalimlerin tahakkümünden kurtulmaya güç yetiremeyen, bir şekildekaçıp kurtulsa bile nereye gideceğini bilemeyen gerçekten degüçsüz ve zayıf bırakılmış yaşlı, hasta, özürlü vb. erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç…
98
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً
Bunlar, zalimlerin baskısından dolayı İslam'ın emir ve yasaklarını gereğince yerine getirememiş olsalar bile, Allah'ın onları bağışlaması umulabilir. Allah hakikaten çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
99
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Allah yolunda hicret etmekten korkmayın! "Yerimden ayrılırsam amacıma ya ulaşırım ya ulaşamam; iyisi mi hicret edeceğim derken elimdekini de kaybetmeyeyim!" diye düşünmeyin! Her kim zulüm diyarını terk ederek Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde güven içinde barınabileceği birçok yer ve huzurlu, bereketli bir hayat bulacaktır.

Her kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederek İslâm diyarına hicret etmek üzere evinden çıkar, fakat amacına ulaşamadan bu yolda öldürülür veya vefat ederse, onun mükâfatını vermek, bizzat Allah'ın sorumluluğundadır. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Bu merhameti sayesindedir ki, bakın size ne kolaylıklar sunuyor:
100
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُواًّ مُب۪يناً
Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, özellikle de kâfirlerin size ani bir saldırı ile zarar vereceğinden endişe ederseniz, aşağıda tarif edileceği şekilde dört rekâtlı namazları ikişer rekâta düşürerek ve kıraatın, secdenin, rükûun süresini en aza indirerek namazları kısaltmanızda size bir günah yoktur.

Çünkü kendileriyle savaş halinde bulunduğunuz kâfirler, size saldırmak için fırsat kollayan apaçık bir düşmandırlar.

Düşman karşısında cephede beklerken kılacağınız namazın şekline gelince:
101
وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً
Ey Peygamber! Sen veya senin temsilcin konumundaki bir mümin komutan, cephede müminler arasında bulunup onlara namaz kıldıracağın zaman, mümin askerleri iki gruba ayır; onlardan bir grup düşmana karşı tetikte beklerken, diğer grup silahlarını da yanlarına alarak seninle birlikte arkandasaf tutup namaza dursunlar.

Birinci grup senin imamlığında ilk rekâtı bitirip secde ettikten sonra, ikinci rekâtı tek başlarına tamamlayıp selam versinler. Sonra da arka tarafınızda durup sizi düşmana karşı korusunlar. Yani düşmanın kıble yönünde olup olmaması durumuna göre, sizinle düşman arasında uygun bir yerde siper alıp beklesinler.Bu arada sen imam olarak birinci rekâtı kılmış, ikinci grubun gelmesini bekliyor olacaksın. Daha sonra, henüz namaz kılmamış olan diğer grup gelip senin arkanda aynı şekilde bir rekât namaz kılsın veikinci rekâtı kendi başlarına tamamladıktan sonra tekrar mevzilerindeki yerlerini alsınlar. Böylece askerler de onlara imamlık yapan komutan da ikişer rekât namaz kılmış olacaktır. [75] İmam namazı kısa sureler okuyarak en kısa sürede kıldırsın. Namaz esnasında askerler de komutan da düşmanın saldırı tehlikesine karşı her türlü korunma tedbirlerini alsınlar, silahlarını da yanlarında bulundursunlar. Unutmayın ki;

Kâfirlerden oluşan düşman ordusu, sizin dikkatsizce davranıp silah ve teçhizatınızdan uzak kalmanızı istiyorlar ki, böylece fırsatını bulup sizi ani bir baskınla gafil avlasınlar.

Namaz esnasında silahlarınız üzerinizde bulunsun. Ancak aşırı soğuk, şiddetli fırtına veya yağmurdan dolayı sıkıntıya düşer ya da silah kullanamayacak derecede hasta olursanız, namaz kılarken silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Bununla birlikte, böyle durumlarda bile düşman tehlikesine karşı daima tetikte bulunun; mümkün olan her türlü korunmatedbirinizi alın.

Ey müminler! Siz zalimlere karşı mücadelede üzerinize düşeni yaptığınız takdirde, Allah sizlere zafer ve üstünlük bahşedecek, İslam'a ve Müslümanlara savaş açan inkârcıları ise yenilgiye, zillet ve perişanlığa mahkûm edecektir. Şüphesiz Allah, bile bile hakkı inkâr eden o kâfirler için dünyada da âhirette de alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

Düşmanın saldırma ihtimalinin bulunduğu durumlarda namaz bu şekilde kılınır. Fakat savaş fiilen başladıktan sonra artık îmâ ile de olsa namaz kılınmaz. Vakti geçen bu namazlar, savaş sona erdikten sonra kaza edilir. [76]

Kur'an'ı tatbik etme hususunda müminler için en güzel örnek olan [77] Peygamber (s), "Bu Allah'ın müminlere bir lütfudur, o halde O'nun ikramını geri çevirmeyin!" buyurmak suretiyle, düşman tehlikesi bulunmayan normal yolculuklarda da dört rekâtlık namazların ikişer rekât olarak kılınacağını bildirmiştir. [78]
102
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً
Namazı bitirdiğiniz zaman, gerek ayakta gerek otururken ve gerekse yan tarafınıza uzanırken Allah'ı anın. Namazdan sonra da Allah ile irtibatınızı kesmeyin. Zikir, dua, tilâvet, sohbet ve tefekküre uygun olan her yerde ve her zamanda, gerek kalbinizle, gerek dilinizle, gerekse tavır ve eylemlerinizle Rabb'inizi anın; O'nun sınırsız lütuf ve nimetlerini, yegâne Rab ve İlah olarak varlığını, birliğini, sonsuz kudret ve yüceliğini her an hatırlayın ve hatırlatın.

Tehlikeli durumlardan uzaklaşıp yeniden güvenli bir ortama kavuşunca da, namazı kısaltılmış veya geciktirilmiş olarak değil, savaştan önceki durumda olduğu gibi zamanında ve eksiksiz olarak kılmaya devam edin. Okuduğunuz âyetlerin manalarını düşünerek, Allah'tan hangi mesajları aldığınızın ve O'na hangi sözleri verdiğiniz farkında olarak namazlarınızı kılın. Çünkü namaz, inananlar için sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere belirli vakitlerde farz kılınmış en önemli kulluk görevi ve mümini kâfirden ayırt eden en belirgin alâmeti fârikadır.

Namazın size kazandıracağı bu bilinç ve cesaret, Allah yolunda cihad azminizi de artıracaktır:
103
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً۟
Ey iman edenler! Düşman ordusunu savaş meydanında karşılama, onlarla kıyasıya çarpışma ve dağılıp kaçtıklarında o topluluğu takip etme hususunda yılgınlık ve gevşeklik göstermeyin! Eğer siz savaşın sıkıntı ve zorlukları yüzünden acı çekiyorsanız, unutmayın ki, sizin çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Kâfirler bâtıl bir dava uğrunda bu kadar sabır gösterirlerken, müminlerin hak davaları uğrunda gevşeklik göstermeleri olacak şey midir? Üstelik siz, onların ümit etmedikleri ve asla edemeyeceklericennetnimetlerini kazanmayı ve ilahi yardıma nail olmayı ümit ediyorsunuz. İnkârcıların ebedî hayattan bir beklentileri yoktur, elde etmeyi hedefledikleri kazanç yalnızca bu dünya ile sınırlıdır.Mümin­ler ise dünyada zafer ve üstünlük elde etmenin ya­nı sıra, Allah'ın rızasını kazanmak ve bunun sonucunda âhirette ebedî hayata nail olmak gibi ilahi teşviklere mazhar bulun­maktadırlar.O hâlde, müminler Allah'ın vaadine güvenmeli ve O'nun uğrunda her türlü zorluğa göğüs gererek azim ve kararlılıkla mücadele etmelidirler. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, her konuda en doğru, en güzel hüküm verendir.

Daha önce hırsızlık vukuatları olan Tu'me (veya Büşeyr) bin Ubeyrik adındaki bir Müslüman, komşusunun zırhını çalmış ve ilkönce kendisinden şüphelenileceğini bildiği için onu bir Yahudi'ye emanet etmişti. Zırhın sahipleri olayı araştırınca bu işi Tu'me'nin yaptığına dair bazı ipuçları buldular. Bunun üzerine Tu'me, suçu o Yahudi'nin üzerine attı. Yahudi ise zırhı kendisine Tu'me'nin emanet ettiğini, bu konuda şahitlerinin de bulunduğunu söyleyerek suçlamayı reddetti. Tu'me'nin kabilesi o gece konuyu aralarında gizlice görüştüler ve her ne pahasına olursa olsun arkadaşlarını savunmaya karar verdiler. Ertesi gün hep birlikte Peygamber'in huzuruna gelerek Tu'me lehinde şahitlik ettiler. Ayrıca bir Yahudi karşısında Tu'me'nin suçlu ilan edilmesinin Müslümanların itibarını zedeleyeceğini ve müminler aleyhinde propaganda yapan Yahudilerin eline koz vereceğini söylediler. Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, o insanların şahitliğine güvenerek Yahudi'nin suçlu olduğuna karar vermek üzereydi ki, asıl suçlunun Tu'me adındaki o sözde Müslüman olduğunu haber vererek kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için mükemmel bir adalet ölçüsü ortaya koyan aşağıdaki ayetler nazil oldu:
104
اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يماًۙ
Ey Muhammed! Biz bu kitabı sana hak olarak, yani hakve hakikatin ölçüsünü ortaya koyarak zulüm ve haksızlıklara son veren mükemmel bir inanç, hukuk ve ahlak sistemi olarak indirdik ki, Allah'ın sana bu kitapta gösterdiği ve öğrettiği şekilde, insanlar arasında tam bir adaletle hüküm verebilesin.

O hâlde, hangi dine, hangi ırka, hangi cemaate mensup olursa olsun, asla yalancıların, haksızlık yapanların, hilekârların, hainlerin –bilmeyerek de olsa–destekleyicisi ve savunucusu olma! Sana gelen davaları iyice incelemeden, meseleyi her yönüyle ele alıp derinlemesine araştırma yapmadan karar verme! Aksi halde, Müslüman kimliği taşıdığı halde zulüm ve haksızlık yapan kimseleri farkında olmadan desteklemiş olursun! [79]
105
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Ey Peygamber! Az kalsın masum bir insanı haksız yere cezalandıracaktın. Bunu kasıtlı olarak yapmamış olsan bile, işlediğin bu hatadan dolayı Allah'tan bağışlanma dile! Unutma ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
106
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ
Evet; inançlarına, vicdanlarına, kişiliklerine, değerlerine, kısacası kendi öz benliklerine ihanet eden bu zalimleri sakın mazlumlara karşı savunma! Çünkü Allah, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun, hainlik eden ve hak hukuk tanımayıp bile bile günah işleyen hiç kimseyi sevmez! Sizin de böyle kimseleri sevmemenizi, onlara destek vermemenizi ister.
107
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً
Ne tuhaf şeydir ki, onlar günah işlerken insanlardan çekinip gizleniyorlar da, her şeyi gören ve her şeyi işiten Allah'tan çekinip gizlenmiyorlar. Oysa onlar gecenin karanlığında Allah'ın hoşnut olmadığı o planları kurup o çirkin sözleri söylerlerken, O, sınırsız ilim ve kudretiyle onların hemen yanı başında bulunuyordu.

Çünkü Allah, insanların yapıp ettikleri her şeyi sonsuz ilim ve kudretiyle çepeçevre kuşatmış bulunmaktadır.
108
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
Haydi siz haklı olduklarını zannederek onları bu dünya hayatında savundunuz diyelim; peki ya ilahi adaletin tam olarak gerçekleşeceği Diriliş Günü'nde onları Allah'a karşı kim savunabilecek yahut onların sorumluluğunu kim üzerine alacak, onlara kim vekil olabilecek?

O hâlde, henüz fırsat varken tövbe edip Rablerine yönelsinler. Unutmasınlar ki;
109
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً
Her kim bir başkasına kötülük yapar yahut bizzat kendisine zulmeder de hemen arkasından tövbe edip Allah'tan bağışlanma dilerse, O'nun nekadar bağışlayıcı, nekadar merhametli olduğunu elbette görecektir.
110
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Zaten günah işleyen, bunu ancak kendi aleyhine yapmış ve başkasına değil, bizzat kendisine zarar vermiş olur. Bakın, bunları size Allah söylüyor; O'nun buyruklarını can kulağıyla dinleyin! Unutmayın ki, Allah her şeyi bilendir, her konuda yerli yerince hüküm verendir.
111
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Her kim de bir hata yahut günah işler, sonra da onu suçsuz birinin üzerine atarsa, gerçekten ağır bir iftira ve apaçık bir vebal yüklenmiş demektir!
112
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً
O hâlde ey Peygamber, böyle bir günaha alet olmamak için son derece dikkatli olmalısın. Allah'ın sana o engin lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir kısmı yalan şahitlikleriyle suçsuz bir insanı cezalandırmana yol açarak az kalsın seni yanılgıya sürükleyeceklerdi. Aslında onlar kendilerinden başka hiç kimseyi yanıltamazlar. Korkma, sen buyruklarıma bağlı kaldığını sürece, o münafıklar sana hiçbir şekilde zarar veremezler.

Çünkü Allah sana bu Kitabı ve Kitaptaki bilgileri en güzel şekilde pratik hayata uygulama yeteneği olan hikmeti bahşetmiş, böylece insanın menşei, yaratılış amacı, akıbeti, uyması gereken ahlaki ilkeler gibi dünya ve ahirette huzur ve mutluluğuna ulaşmanızı sağlayacak en doğru bilgileri vererek sana bilmediklerini öğretmiştir. Evet, Allah'ın sana ve ümmetine olan lütuf ve inayeti gerçekten çok büyüktür.
113
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
Seni hak yoldan çevirmeye çalışan o ikiyüzlülere gelince, onların kapalı kapılar ardında kurdukları planların, yaptıkları gizli konuşmaların çoğunda hayır yoktur. Ancak her türlü gizli konuşma da kötü zannedilmemelidir. Yoksullara verilecek bir sadakayı, yapılması gereken başka bir iyiliği ya da insanlar arasında barış ve uzlaşmayı tavsiye eden kimselerin gizli toplantıları elbette böyle değildir. Yardım edilecek bir yoksulun, kusurlu davranışından dolayı uyarılacak bir kimsenin yahut barıştırılması gereken küslerin incinmemesi için bu gibi meselelerin gizlice konuşulmasında bir sakınca yoktur.

Kim Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla böyle hayırlı işler yaparsa, ona dünyada huzur ve bereket, âhirette ise ebedi cennet nimetleri olmak üzere büyük bir ödül bahşedeceğiz.
114
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟
Kim de Kur'an ile tanışıp İslam'ı iyice öğrendikten ve hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra Peygamber'in emir ve talimatlarına, yani onun Allah'tan alıp sizlere tebliğ ettiği inanç, ahlak ve hukuk prensiplerine karşı gelir ve böylece hak dini terk ederek Müslümanların izlediği yoldan başka bir yolu takip ederse, onu kendi tercihiyle baş başa bırakacak ve sonunda cehenneme atacağız! Ne fena bir varış, ne korkunç bir son!

Şu hâlde, Allah'ın merhametine ve affına sığınmaktan başka çareniz yoktur:
115
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
Allah, ister birtakım putları veya putlaştırılmış kişi ve kurumları ilâhlık mertebesine yüceltme şeklinde olsun, isterse ilahi hükümleri reddedip onlara alternatif hükümler koyma şeklinde olsun, kendisine ortak koşulmasını —zamanında tövbe edilmediği takdirde— asla bağışlamayacaktır. Bunun dışında kalan ve küfür, şirk, inkâr içermeyen diğergünahları ise, günahın büyüklüğüne ve onu işleyen kişinin durumuna göre dilediği kimseler için bağışlayabilir. Fakatmüşriklerin bağışlanması asla söz konusu olamaz. Çünkü Allah'a ortak koşan kimse, hak yoldan tamamen sapmış ve affı asla mümkün olmayan derin bir sapıklığa düşmüştür!
116
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ
Müşrikler, Allah'ın varlığını, yaratıcılığını ve sonsuz kudretini kabul etmekle birlikte, O'nun yanı sıra, Allah'ın kızları olarak nitelendirip arzu ve heveslerine uygun birer ilâh olarak kabul ettikleri melekler gibi birtakım dişi tanrıçalara ve sembollere tapınıyorlar. Böylece Allah'a başkaldıran insan ve cin liderlerinin empoze ettiği hayat tarzını benimsemek suretiyle, aslında o azgın, isyankâr şeytana tapınmış oluyorlar.
117
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
Oysa Allah, emirlerine itaatten yüz çevirdiği için şeytanırahmetinden kovarak lânetlemişti. Şeytan da lisanı haliyle demişti ki:

"Senin kullarından inancı, aklı ve iradesi zayıf olanları mutlaka kendimekul köle edinerek onlardan belli bir pay alacağım!"
118
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
"Onları inkâra, kötülük ve günaha yönlendirerek haktan saptıracak, hak ve hakikati idrak edememeleri için boş ümitlerle oyalayıp aldatacağım. Mesela onlara emredeceğim; putlara ve sahte tanrılara adanmışlığın sembolü olarak hayvanların kulaklarını kesecekler. Yine onlara emredeceğim; Allah'ın yaratıklar için koyduğu doğal fıtrat kanunlarını çiğneyecek, varlıklara yüklediği temel özellikleri ve onların aslî fonksiyonlarını değiştirmeye çalışacaklar. Sözgelimi kadını erkeğe, erkeği kadına benzetecekler. Doğal yöneliş ve içgüdüleri saptıracak, yetenekleri ve organları yaratılış gayelerinin dışında kullanıp çarpık ilişkilere girecekler. Böylece dinini kısmen veya tamamen reddederek yaratılış kanunlarına ve bu kanunların amaç ve hikmetine aykırı, iğreti bir hayat tarzı ortaya koyacaklar."

İşte görüyorsun ya; kim ki Allah'ı bırakır da şeytanı kendisine dost ve rehber edinecek olursa, her iki âlemde de apaçık ziyana uğramış demektir!
119
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
Çünkü şeytan onlara hep vaatlerde bulunur ve onları boş ümitlerle oyalayıp durur. Fakat gerçekte şeytan onlara, netice itibariyle bir hayal kırıklığı ve aldanıştan başka bir şey vaadetmez.
120
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً
İşte onlar, barınakları ve ebedi yurtları cehennem olan kimselerdir. Onlar kötülüklerinin cezasını çekmek üzere cehennem ateşine girecekler ve oradan kaçıp kurtulabilecekleri bir menfez, bir çıkış yolu bulamayacaklardır.
121
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
Göndermiş olduğum bütün kitaplara ve peygamberlere iman eden ve bu imanın gereği olarak doğru ve yararlı işler yapan kimselere gelince, onları da ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan, sonsuza dek içinde kalacakları cennet bahçelerine yerleştireceğim. İşte bu da Allah'ın gerçek vaadidir. Öyle ya, Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?
122
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Ey müminler! Yalnızca Müslüman adını taşımakla veya birilerinin şefaatine mazhar olmakla kurtuluşa ereceğinizi zannetmeyin! Allah'ın rahmet ve sevgisine ne kendi hayal ve kuruntularınızla ulaşılabilirsiniz, ne de peygamberlerin getirmiş olduğu hak dini değiştirip tanınmaz hale getiren ve bu uydurma dine tabi olmakla cennete gireceklerini zanneden Kitap Ehli'nin kuruntularıyla… Gerçek şu ki, Allah katında ayrıcalıklı, özel imtiyazlara sahip bir millet yoktur. Dini, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun, her kim bir kötülük yaparsa, tövbe etmediği takdirde kötülüğünün cezasını mutlaka çekecektir. Ve Hesap Günü Allah'tan tarafından kendisine ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilecektir.
123
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
Her kim de –gerek erkek gerek kadın olsun– Allah'ın varlığına, birliğine ve ahiret gününe iman ederek O'nun emrettiği doğru ve yararlı işlerden yaparsa, işte onlar da cennete girecek ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklardır. Öyle ya;
124
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
Dürüst ve erdemlice yaşayarak tümruhu, tüm benliğiyle Allah'a teslim olan ve her türlü batıl inançtan yüz çeviripbir tek Allah'a iman etmiş bir hanîf olarak,Yahudi ve Hristiyanların da en büyük dinî önder kabul ettikleri İbrahim'in tebliğ etmiş olduğu dosdoğru inanç sistemine tabi olan kimsenin dininden daha hayırlı, daha güzel bir din olabilir mi? Allah, işte bu dosdoğru inancı, dürüstlüğü ve samimiyetinden dolayı İbrahim'i dostluğuyla yüceltip şereflendirmiş ve onu kendisine adeta bir sırdaş, bir arkadaş, yakın bir dost edinmiştir. Şimdi düşünün; Yahudi ve Hristiyan din adamlarının tarih boyunca uydurup din haline getirdikleri hurafeler mi daha hayırlıdır, yoksa peygamberlerin tebliğ ettikleri hak din mi?
125
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
Sakın inkârcı zorbaların baskı ve tehditlerine boyun eğip de haktan yüz çevirmeyin.Unutmayın ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah, sonsuz ilim ve kudretiyle her şeyi kuşatmıştır.
126
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
Ey Peygamber! Senden kadınların hak ve sorumlulukları ile ilgili ve evlilikte çıkabilecek sorunların çözümüne dair daha ayrıntılı açıklama yapmanı istiyorlar.

De ki: "Allah size onlar hakkında gerekli açıklamayı aşağıdaki 128. ve129. âyetlerde yapacaktır.

Allah tarafından değişmez bir yasa olarak yazılıp farz kılınmış miras, mehir vb. haklarını vermeksizin kendileriyle evlenmek istediğiniz sorumluluğunuz altındaki yetim kızlar ve yardıma muhtaç kimsesiz çocuklar hakkında size bu kitapta (Nisa, 4/2–4) daha önce bildirilen âyetler debu konuyu açıklamaktadır.

Ayrıca yetimlere karşı adaleti gözetmeniz gerektiğine dair âyetler(Nisa, 4/2–4) de bu konuda sizi aydınlatmaktadır."

O hâlde, bu öğütleri can kulağıyla dinleyin. Unutmayın ki, her ne iyilik yaparsanız, Allah onu elbette bilmektedir ve mükâfatını da muhakkak verecektir.

Sorunuzun asıl cevabına gelince:
127
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Şayet bir kadın, kocasınıntavır ve davranışlarından, kendisine artık değer vermemeye veya yeterinceilgi göstermeyerek ondan yüz çevirmeyebaşladığını hissederse, taraflardan birinin veya her ikisinin karşılıklı fedakârlıklarlaanlaşıp uzlaşmalarında her ikisine de günah yoktur. Yani kocasının tutum ve davranışlarından rahatsız olan bir kadının şikâyetini dile getirmesi, hakkını araması, kocasıyla oturup bu meseleleri tartışması, –kadına neredeyse hiçbir hak tanımayan, onun erkekten hak talep etmesini bile edepsizlik olarak gören Cahiliye zihniyetinin tam aksine– ayıp ve günah değildir. Erkek açısından da eşinin taleplerini dikkate alması onur kırıcı bir davranış değildir. Tam tersine, her iki tarafın da arzu ve beklentilerini açık yüreklilikle dile getirip ortak bir çözüme ulaşmak için uzlaşmaya çalışmaları en güzelidir.

Çünkükarşılıklı konuşarak belli şartlarda anlaşıp barışmak, öfke ve nefret duygularıyla hareket etmekten yahutgeçimsizliğe düşüp boşanmaktan daha iyidir.

Unutmayın ki, nefisler bencillik, açgözlülük ve cimriliğe yatkın halde yaratılmıştır. Yani Allah insanoğlunu "çıkarlarına sahiplenen", "menfaatlerini koruyan" bir varlık olarak yaratmıştır. Esasında faydalı ve gerekli olan bu duygular, aynı zamanda kişiyi zulüm ve haksızlığa sürükleme potansiyeline de sahiptir. Onun için böyle anlaşmazlık durumlarında her iki taraf karşısındakinin arzu ve beklentilerini de dikkate almalı, realiteyi görerek ortak bir uzlaşma noktası bulmaya çalışmalıdır. Kadın da erkek de kendi beklentilerinden biraz fedakârlıkta bulunabilmelidir.

Ey müminler! Eşlerinize güzellikle davranır ve onları üzmekten, haklarını çiğnemekten sakınırsanız, Allah bunun mükâfatını size mutlaka verecektir. Hiç şüphesiz Allah, yapıp ettiğiniz her şeyden haberdardır.

Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arap toplumunda, birden fazla kadınla evlilik oldukça yaygındı. Yüce Allah bir yandan tek eşliliği ideal aile düzeni olarak teşvik edip (Nisa, 4/3, 129) çok eşliliği aşama aşama azaltırken, bir yandan da çok eşliliğe dayalı aile düzenin getirdiği sorunlara acil ve gerçekçi çözümler sunarak buyurdu ki:
128
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً
Ey müminler! Birden fazla kadınla evlendiğiniz takdirde, ne kadar isteseniz de eşleriniz arasında her birine hak ettiği ilgi, sevgi ve şefkati gösterme konusunda tam olarak adaleti sağlayamazsınız. O hâlde, çok eşliliğin omzunuza yükleyeceği külfet ve sorumluluğun bilincinde olun! Önemli bir zorunluluk olmadıkça tek eşliliği tercih edin. Bir zorunluluktan dolayı birden fazla kadınla evlenmiş iseniz, eşleriniz arasında tam olarak adaleti sağlayamasanız bile, hiç değilse bütün ilginizi içlerinden birine yöneltip de diğerini askıda kalmış yani kocası hem var hem yok gibi tamamen ihmal edilmiş bir halde bırakmayın.

Ey müminler! Eğer eşlerinize karşı güzellikle davranır, elinizden geldiğince eksikliklerinizi tamamlamaya, hatalarınızı telafi etmeye çalışarak hal ve hareketinizi düzeltir ve bile bilegünaha girmekten, haksızlık yapmaktan sakınırsanız, Allah ufak tefek kusurlarınızı bağışlayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
129
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً
Demek ki karı koca arasında meydana gelebilecek anlaşmazlıklarda hemen boşanma yoluna gidilmemeli, toplumun temel taşı olan ailenin parçalanmaması için her türlü tedbire başvurulmalıdır. Fakateşler arasında sevgi ve huzur kalmamış, evlilik hayatı adeta işkenceye dönüşmüşse, artık bu evliliği zorla devam ettirmenin de bir anlamı yoktur. Zira böyle bir evliliğin devamı daha büyük mahzurlar doğuracaktır. Bu durumda eşler birbirlerini incitmeden, güzellikle evliliği sona erdirip ayrılacak olurlarsa, Allah her ikisine de engin lütuf ve nimetlerinden bahşedecek ve yeni bir aile kurup huzur içinde yaşamaları için fırsat verecektir. Unutmayın ki, Allah lütuf ve merhametiyle sınırsızdır; sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. Her işini hikmet ve adalete göre yapmakta, her konuda doğru ve yerli yerince hüküm vermektedir.
130
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah, sizin ve sahip olduğunuzu zannettiğiniz şeylerin de yaratıcısı ve gerçek sahibidir. Malınız, canınız, aileniz, ruhunuz ve bedeniniz size Allah'ın birer emanetidir. O halde O'nun emanetini O'nun emir ve talimatları doğrultusunda kullanmalısınız.

Bunun içindir ki, hem sizden önce kitap verilen Hristiyan ve Yahudilere ve hem de size, "Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek günahın, zulmün ve haksızlığın her çeşidinden titizlikle sakının!" diye emretmişizdir.

Eğer bunca nimetlere karşılık nankörce davranıp O'nun ayetlerini inkâr edecek olursanız, bir kez daha söyleyelim ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü şükür ve övgüye lâyık olandır. Size bunca emir ve talimatları kulluk ve ibadetinize muhtaç olduğu için değil, bilakis sizin bunlara ihtiyacınız olduğu gönderiyor.
131
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً
Evet, şu hakikati tekrar ve tekrar gündeme getirmeli ve tüm ruhunuza, tüm benliğinize nakşetmelisiniz: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve her konuda emrine uyulacak, sözü dinlenecek güvenilir bir vekil olarak yalnızca Allah yeterlidir.
132
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً
Ey müminler! İşte sizler bu hakikati yaşamak, duymayanlara duyurmak ve bunun gereği olan adalet sistemini yeryüzünde egemen kılmakla görevlisiniz; sakın görevinizi ihmal etmeyin! Ey insanlar; eğer Allah dilerse sizi yok eder ve sizinyerinize, bu görevi hakkıyla yerine getirecek başka toplumlar getirir. Bu nasıl olur demeyin; Allah elbette buna kâdirdir.
133
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟
O halde, sakın ola ki dünyanın gelip geçici nimetlerine heveslenip de Allah yolundaki mücadelenizi terk etmeyin! Kim bu dünyanın nimetlerini istiyorsa, yalnızca Allah'a yönelsin ve O'nun çağrısına kulak versin. Çünkü dünyanın da âhiretin de nimetleri Allah'ın elindedir ve O her şeyi işiten, her şeyi görendir.

İşte bu nimetleri elde etmenin yolu:
134
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve diğer dost ve akrabanızın aleyhine bile olsa, Allah için dosdoğru şahitlik ederek adaleti tam anlamıyla yerine getiren kimseler olun! Hiç kimsenin mensup olduğu ırk, kabile, din veya cemaat sebebiyle haksızlığa uğramasına yahut haksız kazanç elde etmesine izin vermeyin. Davacılar ister zengin ister fakir olsun, ne zengine dalkavukluk etmek ne de güya fakiri kayırmak adına adaletten ayrılmayın! Zira zengin de olsa fakir de olsa, Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onların haklarını gözetmeye de sizden daha lâyıktır. Ama yine de O yakınlarınıza iltimas göstermemenizi, her hak sahibine hakkını tam olarak vermenizi emretmektedir.

O hâlde, sakın arzu ve heveslere kapılıp da haktan, adaletten zerre kadar bile sapmayın! Eğer şahitlik ederken gerçeği çarpıtır ya da şahitlik yapmaktan yüz çevirirseniz, bunun cezasını mutlaka göreceksiniz. Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Ama hakiki adaleti, ancak hakiki imana erişmiş bir toplum gerçekleştirebilir. Bunun için de, iman ettim diyerek işin peşini bırakmamalı, her Kur'an okuyuşunuzda âdeta yeniden iman ederek ruhunuzdaki heyecanı daima diri tutmalısınız:
135
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
Ey iman sahibi olduğunu iddia edenler! Allah'a, Elçisine ve gerek Elçisine indirdiği bu Kitaba, gerek daha önce indirmiş olduğu diğer Kitaplara gerçek anlamda ve yeniden iman edin!

Şunu iyi bilin ki, her kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse, haktan tamamen uzaklaşmış ve gerçekten derin bir sapıklığa düşmüş demektir!
136
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ
İmana erdikten sonra yeniden inkâra saplanan, sonra yine iman edip tekrar inkâr eden ve bununla da kalmayıp Müslümanlara karşı mücadeleye girişerek inkârcılıkta iyice azıtanlara gelince; tövbe etmedikleri sürece Allah onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir. Zaten böyle kimseler ölüm belirtilerini görüp hayattan tamamen ümit kesmedikçe tövbe etmezler.O hâlde:
137
بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ
Bu ikiyüzlülere şu acı haberi müjdele: Fesat ve bozgunculuktan vaz geçmedikleri takdirde, onlar için cehennemde can yakıcı bir azap vardır!
138
اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ
Çünkü onlar, müminleri bırakıp kâfirleri kendilerine dost ediniyorlar. Müminlere en şiddetli muhalefeti gösterirken, zalimleri ve kâfirleri yakın dost, yardımcı, yandaş ve müttefik olarak görüyorlar. Onların yanında izzet veşeref mi arıyorlar?O zalimlerin yanında yer almakla üstünlük ve şeref elde edeceklerini mi umuyorlar?İnkârcılarla dost olup onların hayat tarzını, kılık kıyafetini, kültürünü taklit ederek güçlü, gelişmiş, ileri bir toplum oluşturabileceklerini mi sanıyorlar? Ne kadar da aldanıyorlar! Oysa izzet ve şeref, tamamen ve yalnızca Allah'a aittir. Dünyada da ahirette de üstünlük, kuvvet, onur, izzet ve şeref yalnızca O'nun elindedir ve bunu dilediğine dilediği kadar verir. O hâlde, gerçek anlamda onur kazanmak isteyenler yalnızca Allah'a kul olmalı, O'nun Kitabını ve Elçisini kendilerine rehber edinmelidirler. Kâfirlerde onur aramak şöyle dursun, belli durumlarda onlarla birlikte oturmaktan bile sakınmalıdırlar:
139
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ
Allah bu kitapta daha önce vahyettiği ayetlerde [80] , size şu hükmü indirmişti: Kâfirlerle oturduğunuz bir mecliste Allah'ın âyetlerinin inkâr edilip alaya alındığını duyduğunuz zaman, onlar bu sözleribırakıp başka bir konuya geçinceye kadar —şayet bir zorunluluk söz konusu değilse— onlarla birlikte oturmayın, hemen yanlarından ayrılın. Aksi halde, inkârcıların bu saygısızca davranışı karşısında tepkinizi göstermediğiniz için siz de onlar gibi olursunuz. Allah'ın âyetlerini alay konusu edinen zalimlerle bu dünyada birlikte olanlar, âhirette de onlarla birlikte olacaklardır:

Hiç şüphesiz Allah, sözde mümin göründüğü halde her yol ayrımında kâfirlerin safında yer alan o ikiyüzlülerin ve hak dine alenen savaş açan o kâfirlerin tümünü cehennemde bir araya toplayacak ve yaptıkları her kötülüğün hesabını onlara bir bir soracaktır.
140
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟
Her zaman güçlünün yanında yer almayı ilke edinen bu ikiyüzlüler, olayların seyrine göre tavır takınmak üzere sizi dikkatle gözlerler: Şayet size Allah'tan bir zafer gelecek olsa, hiçbir katkı sunmadıkları bu zaferin nimetlerinden faydalanmak ve ganimetten pay kapmak için:

"Biz de sizinle beraber değil miydik?" derler. Fakat inkâr edenler inananlara karşı hasbelkader bir zafer elde edecek olsalar, bu kez de inkârcılara dönüp:

"Biz sizi Müslümanlara karşı savunup üstün gelmenizi sağlamadık mı? Siz dışarıdan vururken, biz kaleyi içten fethetmedik mi?" derler.

Bununla birlikte, inkâr ve ihanetleri açıkça kanıtlanmadığı sürece, onları Müslüman kabul etmelisiniz. Diriliş Günü Allah, aranızda nihai hükmünü verecek ve münafıkları kâfirlerle birlikte cehenneme sürecektir.

Korkmayın; sizler Kur'an'ın emirleri doğrultusunda üzerinize düşeni yaptığınız takdirde, Allah inkârcılara, müminlere karşı sürekli üstünlük sağlayacak bir güç ve yetki vermeyecektir.
141
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ
Münafıklara gelince, onlar hâl ve hareketleriyleadeta Allah'ı aldatmaya çalışıyor vesanki O'nu kandırmaları mümkünmüş gibi davranıyorlar. Oysa gerçekte Allah, ahlaksızlıkları yüzünden onları rezil ve maskara konumuna düşürmeksuretiyle derin bir aldanışa sürüklemektedir. Aldanan asıl kendileridir, ama bunun da farkında değiller.

Onlar namaza kalkarken üşene üşene, sırf insanlara gösteriş amacıyla kalkarlar. Kur'an'ı da çok az okur, Allah'ı çok az anarlar.
142
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
İç dünyaları karmakarışıktır.Bir yandan menfaat, kibir, inatçılık gibi duyguları onları inkâra sürükler, bir yandan da vicdanları, Kur'an'ın apaçık bir mucize olduğunu haykırır durur!İman mı etsinler, inkâr mı; bir türlü karar veremez, bu ikisi arasında sürekli bocalayıp dururlar. Bu yüzden Müslümanlarla kâfirler arasında tercih yapmakta zorlanırlar ve ne onlara, ne de bunlara tam olarak bağlanırlar. Çünkü Allah onları, yaptıkları kötülükler yüzünden saptırmıştır. Allah kimi doğru yoldan saptırmışsa, ona asla bir çıkış yolu bulamazsın.
143
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Ey iman edenler! İnananları bırakıp da, gerek söz ve gerek davranışlarıyla Allah'ın âyetlerini reddeden inkârcıları ve inkârcılıklarını gizleyip aranıza sızmaya çalışan münafıkları yönetici, koruyucu, müttefik ve dost edinmeyin! Böyle yaparak Allah'a kendi aleyhinizde apaçık bir delil vermek ve böylecesuçluluğunuzu resmen belgelendirmek mi istiyorsunuz? Bunu elbette istemezsiniz, değil mi? Kâfirleri dost edinmek münafıklığın açık bir delilidir ve cezası da çok şiddetlidir:
144
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ
Hiç kuşku yok ki, ikiyüzlüler inkârcıların en tehlikelisi olup cehennemin en aşağı tabakasınadırlar. Nifak ve bozgunculuktan vaz geçmedikleri sürece, onların affedilme ihtimali de yoktur. Öyle ki, mahşer gününde onlar için bir kurtarıcı ve yardımcı bulamazsın!
145
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً
Ancak ikiyüzlülükten vazgeçerek tövbe eden, hatalarını telâfi edip durumlarını düzelten, Allah'a yürekten boyun eğerek O'nun kitabına sımsıkı sarılan ve hayatın her alanında hüküm koyma yetkisinin Allah'a ait olduğu bilinciyle yalnızca O'nun kulluk ve itaat ederek dinlerini Allah'a halis kılanlar hariç. İşte bunlar, dünyada da âhirette de inananlarla beraberdirler ve Allah, inananlara büyük bir ödül bahşedecektir!
146
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً
Öyle ya, siz Rabb'inizin nimetlerine şükredip O'nun âyetlerine inandıktan sonra, Allah sizi ne diye cezalandırsın ki? Elbette cezalandırmaz; çünkü Allah, iyilik ve teşekkürlerin karşılığını fazlasıyla verendir, her şeyi eksiksiz bilendir.

O hâlde, kötü davranışlardan ve çirkin sözlerden uzak durun!
147
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً عَل۪يماً
Allah, kötü vekırıcı sözün açıktan söylenmesini hoş görmez; ancak haksızlığa uğrayan kimse hariç. Çünkü zulüm ve haksızlıktan canı yananların, zalimlere karşı feryat ile beddua etmeleri, hatta aynen karşılıkta bulunmaları suç değildir. Ayrıca, insanların kusurunu açığa vuran ve normal şartlarda dedikodu sayılan ve bazı sözlerin, bir kimsenin kötülüğüne karşı uyarmak veya mahkemede şahitlik ederek bir olayın aydınlanmasını sağlamak gibi meşru sebeplerle söylenmesi günah değildir. Bunun dışında kaba ve kırıcı sözler söylemekten sakının. Unutmayın ki, Allah her şeyi işitendir, bilendir.

Zulüm ve haksızlık karşısında beddua etmeniz, hatta aynen karşılıkta bulunmanız suç olmamakla birlikte, sabredip efendice davranmanız, —zulmün devamına sebep olmadığı takdirde— elbette daha güzeldir:
148
اِنْ تُبْدُوا خَيْراً اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ قَد۪يراً
Açık veya gizli bir iyilik yaptığınızda ya da size yapılan bir kötülüğü bağışladığınızda, bilin ki, Allah da sizi affedecektir. Çünkü Allah bağışlayıcıdır, her şeye gücü yetendir.

Ancak şu kimseler, bağışlanmayı hak edemezler:
149
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاًۙ
Allah'ı ve elçilerini tümüyle inkâr eden ve tanrıtanımaz, materyalist, ateist olarak bilinen kâfirler,

Allah'a inanmakla birlikte, Allah'ın kâinatı yaratıp onu başıboş bıraktığını, insan hayatına müdahale etmediğini iddia eden, böylece vahiy ve peygamberlik gerçeğini inkâr ederek Allah ile elçileri arasında ayrım yapmak isteyen deistler,

Ve "Biz Allah'a, elçilerine, kitaplarına, meleklerine ve âhiret gününe iman eder; fakat Son Elçi'yi ve Kur'an'ı kabul etmeyiz. Yani peygamberlerin bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz!" diyen Hristiyanlar ve Yahudiler,

Ve bazen imana, bazen de inkâra meylederek bunlar arasında orta bir yol tutturmak isteyen ikiyüzlüler ile "Tanrı'nın ve dünya ötesi yaşamın varlığı ya da yokluğu hiçbir zaman bilinemez; o hâlde kanıtlanması mümkün olmayan bu tür iddialara ne inanır ne de bunları reddederiz." diyen agnostikler ve şüpheciler var ya;
150
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقاًّۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً
İşte bu sayılan gruplar, farklı söylemlerine rağmen gerçek anlamda inkâra saplanmış kimselerdir. Biz de inkârcılar için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. [81] Buna karşılık:
151
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Allah'a ve bütün elçilerine —aralarında hiçbir ayrım gözetmeksizin— iman eden samimi müminlere gelince; Allah onların mükâfatını elbette verecek ve geçmişte işledikleri günahları affedecektir. O halde, o inkârcılar da fırsat varken tövbe edip hakka yönelsinler. Unutmasınlar ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Bu merhamete nail olmak dururken;
152
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً
Kitap Ehli olarak bilinen Yahudi din adamları, senin hak Peygamber olduğunu gayet iyi bildikleri hâlde, sırf işi yokuşa sürmek için, gökten kendilerine özel olarak gönderilen ve Yahudilere ayrıcalık tanıyan bir kitap indirmeni istiyorlar. Bu ne küstahça bir davranış!

Onların övünerek izinden gittikleri ataları da, vaktiyle bundan daha büyüğünü Musa'dan istemiş, "Madem iman etmemizi istiyorsun, o hâlde Allah'ı bize açıkça göster!" diye tutturmuşlardı. Bunun üzerine, Allah'ın âyetlerine ve Elçisi'ne karşı takındıkları küstahça tavırları ve bile bile işledikleri zulümleri sebebiyle, onları o müthiş yıldırım çarpıvermişti.

Ayrıca, asanın yılana dönüşmesi,denizin yarılması, kayadan suyun fışkırması, gökten kudret helvası ve bıldırcın indirilmesi gibi apaçık mucizeler onlara gelmesine rağmen, putperestlere özenerek kendi elleriyle yaptıklarıaltın buzağıya tapınmışlardı. Yine de bütün bunları affetmiş ve onları eğitip örnek ve öncü bir toplum yapması için Musa'ya ilâhî vahyi bahşederek ona üstün bir yetki ve apaçık bir güç vermiştik. Fakat bunun kıymetini bilemediler.
153
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
Yine bir zamanlar kendilerinden söz almak üzere, antlaşmayı bozdukları takdirde doğabilecek vahim sonuçları belleklerinde hep canlı tutmaları için Sina dağını tepelerine yıkılacakmış gibi kaldırmıştık. Fakat yine de sözlerinde durmadılar.

Yine bir defasında onlara, "Şu ele geçirdiğiniz şehrin kapısından kibir ve çalımla değil, secde ederek, yani ilâhî hükümlere boyun eğerek, alçakgönüllü ve saygılı bir şekilde girin!" demiştik. Fakatemrimizi alaya aldılar.

Ve yine onlardan, "Cumartesi günü çalışma yasağını çiğnemeyin!" diyerek kesin bir söz almıştık. Fakat birtakım hileli yollarla bu yasağı da çiğnediler.
154
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ
Kısacası; sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve kendilerini hakka davet eden müminlerle alayederek, "Size ve söylediklerinize karşı kalplerimiz kapalıdır. Ayrıca sizin yol göstericiliğinize de ihtiyacımız yoktur!" demeleri sebebiyle en ağır cezayı hak ettiler. Güya sizinle alay etmek için "Kalplerimiz kapalıdır" diyorlar. Doğrusu, apaçık hakikati inkâr ettikleri için Allah gerçekten de kalplerini mühürlemiştir; bu yüzden inanıyoruz dedikleri şeylere bile çok az inanırlar. Yanison derece zayıf ve çürük bir imana sahiptirler yahut içlerinden gerçek anlamda iman edenlerin sayısı çok azdır.
155
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ
Ayrıca, daha önceki peygamberleri inkâr ettikleri ve İsa Peygamber'i babasız bir şekilde dünyaya getiren iffet timsali Meryem hakkında zina isnadında bulunarak büyük bir iftirayı ağızlarına doladıkları için…
156
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ
Ve sanki övünülecek bir iş yapmışlar gibi, "Biz, Allah'ın Elçisi olduğunu iddia eden Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük!" dedikleri için belâlarını verdik!

Aslında onlar İsa'yı ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler; fakat İsa'yı Romalılara ihbar eden ikiyüzlü Yahûda İskariyot, onların gözünde İsa'ya benzer gösterildi. Onlar daİsa'yı değil, ilâhî bir yardım ve mucize eseri olarak tıpatıp ona benzetilen bu adamı çarmıha gerip öldürdüler (Al-i İmran, 3/55).

Gerçek şu ki, İsa'nın akıbetiyle ilgilifarklı iddialar ortaya atarak onun hakkında tartışanlar, onun çarmıha gerilip gerilmediği konusunda kuşku içindedirler. Asılsız iddia ve zanların peşine düşmenin dışında, bu konuda gerçek bir bilgiye sahip değiller.

Zira İsa'nın düşmanları bile, onu kesin bilgiye dayalı olarak öldürmediler. Yani onu öldürdüklerinden hiçbir zaman emin olamadılar.

Şu hâlde, İsa çarmıha gerilmedi mi?
157
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Hayır; bilakis Allah, İsa Peygamber'idüşmanlarının şerrinden korudu ve Kıyamete yakın bir zamanda Son Peygamber (as)'ın ümmeti olarak yeniden yeryüzüne göndermek üzere, onu hem ruhu hem bedeniyle yüce semalara, kendi katına yükseltti. Allah'ın böyle harikulade işlere elbette gücü yeter. Hiç kuşku yok ki, Allah sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
158
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ
İster Yahudi ister Hristiyan olsun, Kitap Ehli'nden hiç kimse yoktur ki, ölümmeleklerinin huzurunda son nefesini vermeden önce, İsa'nın ne bir "sahtekâr" ne de "Allah" veya "Allah'ın oğlu" olmadığını, bilakis Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu kabul ederek ona iman edecek olmasın (A'raf, 7/37). Ne var ki, gözlerden perdenin kaldırıldığı ve imtihanın sona erdiği bir zamanda itiraf edilen bu gecikmiş iman, sahibine hiçbir yarar sağlamayacaktır. Ve herkesin hesaba çekileceği Diriliş Günü bizzat İsa Peygamber,peygamberliğini reddeden Yahudilerden ve kendisini "ilâh" yahut "ilahın oğlu" ilan eden Hristiyanlardan şikâyetçi olacak ve onlar aleyhinde şahitlik edecektir. [82]
159
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ
İşte Yahudilerin tarih boyunca işledikleribu ve buna benzer zulümleri ve birçok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle, kendilerine daha önce helâl kılınmış kesici tırnağı ve gagası olan yırtıcı hayvanlar ve bazı evcil hayvanların içyağları gibi güzel nimetleri onlara haram kıldık. [83] Böylece, onları alçaklık ve perişanlığa mahkûm ederek hayatın birçok güzelliklerinden mahrum bıraktık.
160
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Ayrıca, ―kendilerine Tevrat'ta açıkça yasaklanmış olmasına rağmen― faiz yedikleri ve her türlü hilekârlığa başvurarak insanları sömürdükleri için onları birçok nimetten mahrum bıraktık. Bu onların dünyadaki cezalarıydı. Âhiretteki cezalarına gelince:

Onlardan inkâr edenlere, can yakıcı bir azap hazırladık!
161
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Ama ey Muhammed, Yahudilerden gerçek ilim sahipleri ve senin etrafında kenetlenen bu müminler, hem sana indirilen Kur'an ayetlerine, hem de senden önce indirilen vahiylere inanırlar.

Evet; günün belli saatlerinde Allah'ın huzurunda durarak namazlarını güzelce kılan, sahip oldukları zenginlikleri muhtaç kimselerle paylaşarak zekâtlarını veren, Allah'ın varlığına, birliğine, eşi―ortağı olmadığına ve ilahi adaletin tam olarak tecelli edeceği âhiret gününe yürekten inanan o bahtiyarlara muhteşem bir mükâfat vereceğiz.
162
اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ
Ey Peygamber! Bir zamanlar Nuh'a ve ondan sonraki elçilere yol gösterici mesajlarımızı vahyettiğimiz gibi, sana da çağlar üstü hayat rehberi olan bu kitabı vahyettik.

Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve sonraki nesillere; İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da yol gösterici mesajlarımızı vahyetmiştik.

Ve Davud'a hikmet dolu Zebur'u vermiştik.
163
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ
Sana daha önce gönderdiğimiz ayetlerde hayat hikâyelerini anlattığımız Elçilere ve kendilerinden hiç söz etmediğimiz dünyanın farklı bölgelerindeki Elçilere de aynı şekilde vahyetmiştik.

Ve nihayet Allah, Musa ile aracısız konuşmuş ve muhtaç olduğunuz temel hayat prensiplerini onun vasıtasıyla tüm insanlığa duyurmuştu.
164
رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
İşte bütün bu peygamberleri,iyilik yapanlaradünya ve ahiretnimetlerini müjdeleyen ve kötülük yapanlarıilâhî gazap ile uyaran Elçiler olarak gönderdik ki, bu Elçilerin irşat ve tebliğlerinden sonra, insanların Allah'a karşı herhangi birözürleri, öne sürebilecekleri bir bahaneleri olmasın.

Hiç kuşkusuz Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
165
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
İnkârcılar, Kur'an'ın ilahi bir kelam olmadığını iddia ederek onu yalanlamaya kalkıyorlar. Fakat sana indirdiği bu Kur'an ayetleri ile bizzat Allah şahitlik eder ki, onu doğrudan doğruya kendi ilmiyle indirmiştir. İşte elinizdeki Kur'an, erişilemez belâgati, harikulade ifadeleri, gelecekle ilgili mucizevî haberleri, dünya ve ahiret saadetine yönelik dosdoğru hükümleri ve hikmetli öğütleriyle, ilâhî bir kelam olduğuna yine bizzat kendisi şahitlik etmektedir. Ve melekler de buna şahittirler. Zaten şahit olarak Allah yeter, başka şahide ne hacet! Bütün bunlara rağmen:
166
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً
Sana gelen bu son Kitabı inkâr eden ve bununla da kalmayıp insanları Allah yolundan çevirenler, haktan tamamen uzaklaşmış ve derin bir sapıklığa düşmüşlerdir. Öyle ki:
167
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ
Hakikati bile bile reddederek inkâra saplanan ve inkâra dayalı hayat sisteminin doğal neticesi olarak hem kendilerine, hem de başkalarına zulüm ve haksızlık eden kimseleri Allah ne affedecek, ne de onları doğru yola da iletecektir!
168
اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Sadece bir yola iletecek onları; cehennemin yoluna! Hem de sonsuza dek orada kalmak üzere! Bunu yapmak, sonsuz kudret sahibi olan Allah için elbette çok kolaydır.
169
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Ey insanlar! Muhammed Peygamber, size Rabb'inizden gerçeği, doğruyu, yani hakikati getirmiştir; o hâlde, kendi iyiliğiniz için onun tebliğ ettiği bu Kitaba iman edin!

Şayet inkâr edecek olursanız, şunu iyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi bilendir, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir.
170
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Ey Kitap Ehli! Ne Yahudiler gibiİsa Peygamber'in bir sahtekâr olduğunu iddia ederek ne de Hristiyanlar gibi onu ilâhlık mertebesine yücelterek dininizde taşkınlık etmeyin! Allah hakkında, "O çocuk edinmiştir" veya "İsa'nın suretinde yeryüzüne inmiştir" gibi gerçek dışı sözler söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih ne bir sahtekârdır ne de bir ilah! O ancak, Allah'ın diğer elçileri gibi bir Elçisi, Meryem'e "Ol!" emriyle lütfettiği kelimesi ve diğer bütün insanlar gibi O'nun tarafından yaratılmış bir can, bir ruhtur.

Şu hâlde, ey Hristiyanlar! Allah'a ve bütün elçilerine iman edin! "Allah üç ayrı unsurdan oluşan bir bütündür" demeyin, kendi iyiliğiniz için bu teslis (üçleme) inancından vazgeçin! Bizzat İsa'nın da size söylediği gibi, Allah ancak tek bir ilâhtır! O, çocuk edinmek gibi kusur ve eksikliklerden uzaktır, yücedir. Göklerde ve yerde ne varsa zaten hepsi O'nundur. Öyleyse, bir tek Allah'a iman edin ve sadece O'na güvenin. Zira her konuda güvenilir bir vekil olarak Allah yeter!
171
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعاً
Ey Hristiyanlar! Sizin neredeyse ilâhlık mertebesine yücelttiğiniz İsa Mesih, Allah'a kul olmaktan asla gocunmaz, bilakis bundan şeref duyardı; Allah'a en yakın melekler de öyle.

Her kim O'na kulluktan kaçınır ve büyüklük taslayıp kibre kapılırsa, şunu iyi bilsin ki, Diriliş Günü Allah onların hepsini huzurunda toplayacak ve bu küstahlığın hesabını mutlaka soracaktır.
172
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Allah'a ve ahiret gününe iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara gelince, onlara da mükâfatlarını tastamam verecek ve hak ettiklerinden çok daha fazlasını onlara bağışlayacaktır.

Kibre kapılıp Allah'a kulluk etmekten kaçınanlara gelince; onları da can yakıcı bir azaba mahkûm edecektir. İşte o zaman zalimler, kendilerini Allah'a karşı koruyabilecek ne bir dost bulabilecekler, ne de bir yardımcı.
173
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ نُوراً مُب۪يناً
Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden apaçık bir delil olarak tertemiz ahlakına, doğruluğuna, dürüstlüğüne bizzat şahit olduğunuz Muhammed Peygamber geldi ve yine size, onun peygamberliğini kanıtlayan en parlak mucize ve inkâr/cehalet karanlıklarını aydınlatan bir ışık olarak Kur'an'ı gönderdik.
174
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۜ
Artık her kim Allah'a eşi ortağı olmayan bir tek İlah olarak iman eder ve O'na güvenir, O'nun buyruklarına sımsıkı sarılırsa, O da onları lütuf ve rahmetiyle kuşatarak bizzat Kendi katından bir rahmetin içine koyacak ve dosdoğru bir yolda, O'nundostluk, sevgi ve hoşnutluğuna ulaştıracaktır.

Bu kitabın, hayatı tüm cepheleriyle aynı anda kuşattığını ve insanı ruhsal, fiziksel, bireysel ve toplumsal yönleriyle bir bütün olarak ele aldığını göstermek üzere, iman ve ahlâk prensiplerinin hemen ardından, sure hukukî bir düzenleme ile sona eriyor:

12. âyetin son kısmında, kelâlenin (babası ve çocuğu olmayan kişinin) mirasından "ana-bir" kardeşlerin ne kadar pay alacağı belirtilmişti. Kelâlenin "ana-baba bir" veya "baba bir" kardeşlerinin alacağı paya gelince:
175
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ey Peygamber! Senden, miras konusunda ek açıklama yapmanı istiyorlar. De ki: "Allah, kelâle hakkındaki hükmünü şöyle açıklıyor:

Babası, babasının… babası ve aynı zamanda çocuğu, oğlunun… çocuğu olmayan kimseye "kelâle" denir.Böyle babası ve çocuğu olmayıp da, "ana-baba bir" veya "baba bir" tek bir kız kardeşi olan bir kişi ölürse, kız kardeş mirasın yarısını alır.

Kız kardeşler birden fazla iseler ve aralarında "ana-baba bir" erkek kardeş yoksa, üçte ikiyi eşit olarak paylaşırlar.

Kız kardeşler "ana-baba bir" erkek kardeşlerle birlikte mirasçısı olurlarsa "asabe" sayılırlar ve erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere kalanı paylaşırlar.

Böyle "kelâle" olarak ölen birine bir tek erkek kardeşi mirasçı olursa, ölen erkek veya kadının ana babası ve çocuğu yok ise, o kardeş ona mirasçı olur ve kendisinden başka mirasçı bulunmadığı için mirasın tamamını alır. Kendisinden başka "ana-baba bir" kardeş olsaydı, kalan mirası aralarında paylaşacaklardı.

Kelâle olarak ölen erkek veya kadının erkek kardeşi olmayıp iki veya daha fazla kız kardeşi varsa, kız kardeşler mirasın üçte ikisini eşit olarak paylaşırlar.

Eğer mirasçılar erkek ve kız kardeşlerden oluşuyorsa, o zaman bir erkek iki kızın alacağı payı alacak şekilde mirası aralarında paylaşırlar. [84]

Şayet ölenin "ana-baba bir" kız kardeşi yoksa, "baba bir" kız kardeş onun yerini alır. [85]

"Ana-baba bir" veya "baba bir" erkek kardeşlere gelince, onlar babası ve çocuğu olmayan birine mirasçı olduklarında daima asabe [86] olurlar ve mirastan kalanı alırlar. Bu şekilde kız kardeşlerle birlikte mirasçı olduklarında, erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere kalanı paylaşırlar.

İşte Allah, hak ve adaletten sapmamanız için size hükümlerini böyle ayrıntılı olarak açıklıyor.

İşte bu hükümleri değişmez birer yasa olarak uygulamalısınız. Unutmayın ki, Allah her şeyi en mükemmel şekilde bilendir.
176

Sureler

Mealler