Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan (onunla aynı tür ve mahiyetten) de eşini yaratarak, bu ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. (“Allah hakkı için”) deyip adını anarak birbirinize karşı istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve rahimlerin hakkını (annebaba, aile ve akraba hukukunu) ihlâlden de sakınınız (–gerek yakınlarınızla gerekse bütün insanlarla olan münasebetlerinizde takva esasları üzerinde hareket ediniz). Hiç şüphesiz Allah, üzerinizde her yaptığınızdan haberdar bir gözetleyicidir.
2 Bakım ve gözetiminizde bulunan yetimlerin mallarını tastamam verin ve (hakkınız olmayan mallara tecavüz edip de,) temizi kirli ile (helâl malınızı haramla, yetimlere bakmakla kazandığınız sevabı günahla) değişmeyin. Ayrıca, onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. (Anılan bu kötülüklerden) herhangi birini yapmanın getireceği vebal çok büyüktür.
3 Himayenizdeki yetim kızlarla evlendiğinizde eğer haklarını gerektiği ölçüde gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bu takdirde, size helâl olup da arzu ettiğiniz başka kadınlardan iki, üç veya dört tanesiyle evlenebilirsiniz. Eğer, birden fazla hanımınız olur da aralarında (nafakalarını temin ve birlikte geceleme gibi, hukuki açıdan) adalet yapamamaktan korkarsanız, bu durumda bir tanesiyle veya elinizin altında bulunan cariyelerle yetinin. Böyle davranmanız, zulme ve haksızlığa meyletmemeniz için daha uygun, daha elverişlidir.
4 Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül rızası ile size bağışlarlarsa, onu içinize sine sine ve afiyetle yiyebilirsiniz.
5 Hayatınızı sürdürebilmeniz için Allah’ın bir vesile kıldığı ve gerek mülkünüz, gerekse emanet olarak ellerinizde bulunan malları aklı ermez, nereye ve nasıl harcanacağını bilmez ve israfçı kişilere vermeyiniz. Bunun yerine, o mallarla (özellikle o malları işleterek elde edeceğiniz gelirle) böylelerinin yemeiçme ihtiyaçlarını sağlayınız, onları giydiriniz ve (kendilerine karşı kaba ve kırıcı olmaktan kaçınıp), onlara güzel ve yerinde söz söyleyiniz, usulünce tavsiyelerde bulununuz.
6 Evlenme çağına ulaşıncaya kadar yetimleri gözetip deneyin. Eğer akılca olgunlaştıklarına ve sorumluluk şuuruna ulaştıklarına kanaat getirirseniz, mallarını kendilerine hemen devrediniz. O malları gereksiz yere ve büyüyünce ellerine geçecek diye aceleden harcamalarla tüketmeyiniz. Kim, kendisini (ve ailesini) geçindirecek derecede zengin ise, (himayesinde bulunan) yetimin malından almaya tenezzül etmesin. Kim de fakir ve muhtaç olursa, bu takdirde, baktığı yetim( ler)in malından meşrû dairede, emeği ve ihtiyacı ölçüsünde yararlanabilir. Mallarını kendilerine devrettiğinizde, bunu şahitlerle tesbit edin. Hesap soran ve hesap gören olarak Allah yeter.
7 Annebabanın ve yakın akrabanın vefatla geride bıraktıkları mallarda erkek mirasçılar için pay vardır; annebabanın ve yakın akrabanın vefatla geride bıraktıkları mallarda –o mallar az olsun çok olsun– kadın mirasçılar için de pay vardır. Bunlar, Allah tarafından takdir edilmiş ve mirasçıya mutlaka verilmesi gereken paylardır.
8 Miras taksim edilirken mirasçı olmayan akrabadan, yetimlerden ve yeterli geçimlikten gerçekten mahrum düşkünlerden hazır bulunanlar olursa, onlara da o mirastan bir şeyler verin ve kendilerine gönül alıcı, güzel söz söyleyin.
9 Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde onların hali nice olur diye endişe edenler, yetimlerin hukuku hususunda da öylece korkup ürpersinler. Ürpersinler de, Allah’ın (bu konudaki emirlerine karşı gelerek O’nun cezasına maruz kalmaktan) sakınsınlar ve (gerek miras paylaşımında, gerekse yetimlere muamelelerinde) sözün güzelini ve doğrusunu söylesinler.
10 Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarında ancak (niteliğini şu anda bilmedikleri çok dehşetli bir) ateş yerler. Onlar, yakın bir gelecekte, (dünyadaki ateşlerden hiçbirine benzemeyen ve şiddetinin derecesini Allah’tan başka kimsenin bilmediği) kaynar ve alevli bir Ateş’e girip kavrulacaklardır.
11 Allah, çocuklarınız hakkındaki miras hükümlerini size şöyle emrediyor: erkek çocuğun payı, kız çocuğunun hissesinin iki katıdır; eğer (mirasçı olarak erkek çocuk yok da, sadece) iki ve daha fazla kız çocuk varsa, terikenin üçte ikisi onlarındır; eğer tek bir kız çocuğu varsa, bu durumda o, (terikenin) yarısını alır. Vefat edenin çocuğu var, (annebabası da geriye kalmışsa), annebabanın her birine altıda bir pay verilir. Vefat edenin çocuğu yok da, kendisine sadece annebabası vâris oluyorsa, bu defa anne için üçte bir hisse vardır. Vefat edenin (çocuğu yok,) annesiyle birlikte, (kız kardeşi olsun olmasın) iki veya daha fazla erkek kardeşi varsa, bu durumda altıda bir anne alır: mirasla ilgili bütün bu işlemler, vefat edenin yaptığı (Şer’an geçerli) vasiyetin ifasından ve varsa bıraktığı borcun muhakkak ödenmesinden sonra uygulanır (–önce borç ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir, sonra da miras taksim edilir). Annebabanız ve çocuklarınız: faydaları itibariyle hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz. Bu bakımdan, bütün bu taksimat, Allah’ın takdir buyurup yerine getirilmelerini kesinlikle farz kıldığı hükümlerdir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her yaptığında çok önemli hikmetler bulunandır.
12 Vefat eden eşlerinizin bıraktıkları malın, eğer çocukları yoksa, yarısı siz (kocalarındır); çocukları varsa, bu takdirde dörtte biri sizindir: fakat bu, vasiyetlerinin ifasından ve varsa borçlarının ödenmesinden sonradır. Sizin bıraktığınız terikenin ise, eğer çocuğunuz yoksa, dörtte biri, eğer çocuğunuz varsa bu durumda sekizde biri onlarındır: yine bu da, vasiyetinizin yerine getirilmesi ve varsa borcunuzun ödenmesinden sonradır. Eğer vefat eden erkek veya kadın, geriye çocuk(lar) veya annebaba bırakmayıp, sadece (aynı anneden) bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, bu durumda, geriye kalan kardeşe altıda bir hisse verilir. Şayet bu (anne bir kardeşler) daha fazla sayıda olursa, bu takdirde üçte bir hisseye ortak olurlar. Bu hüküm de, yapılan vasiyet ve varsa borcun ifasından sonrası içindir: vasiyetin yerine getirilip borcun ödenmesinde, (malın üçte birden fazlasını vasiyet etmek, vefat edenin borcu olmadığı halde borç iddia etmek veya borcu fazla göstermek gibi yollarla) mirasçılar zarara uğratılmamalıdır. Bütün bu miras hükümleri, Allah’ın birer emridir. Allah, (herkesin neyi, nasıl ve niçin yaptığını) hakkıyla bilendir; kullarının hataları karşısında çok sabırlı, çok müsamahalıdır.
13 Bütün bunlar, Allah’ın çizmiş olduğu sınırlardır. Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder (ve bu sınırlar içinde kalırsa), Allah onu içlerinde sonsuzca kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.
14 Buna karşılık, kim de Allah’a ve Rasûlü’ne isyan eder ve O’nun (koymuş olduğu) sınırları aşarsa, Allah da onu, içinde sonsuzca kalmak üzere (çok korkunç bir) Ateş’e koyar. Onun hakkı, alçaltıcı bir azaptır.
15 Kadınlarınızdan çirkin bir fiilde (zina) bulunanlarla ilgili olarak, (hadisenin üzerinden şehirlerde bir ayı, köylerde azamî altı ayı geçmemek üzere), içinizden dört erkek şahidin (hadiseyi bizzat gördüğüne dair) şahitlikte bulunması gerekir. Eğer dört kişi şahitlik ederse, bu takdirde ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah haklarında bir yol tayin buyuruncaya kadar onları evlerde tutun.
16 İçinizde eğer bir çift o çirkin fiili işlemiş olursa, onlara kınama, azarlama, dövme tarzında ceza verin. Bununla birlikte, tam bir pişmanlıkla yaptıklarından vazgeçer ve artık hallerini ıslah ederlerse, bu takdirde onları daha fazla cezalandırmaktan vazgeçin. Şüphesiz Allah, kullarına tevbe nasip eden ve onların tevbesini fazlasıyla kabul buyurandır; inanmış ve Kendisi’ne yönelmiş kullarına hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
17 Allah’ın kabulünü va’d buyurduğu tevbe, kötülüğü bir an nefsine (öfkesine, şehvetine) mağlûp olarak veya yaptığının günah olduğunu henüz bilmeden işleyip, sonra da çabucak (veya yaptığının günah olduğunu öğrenir öğrenmez) hemen vazgeçerek Allah’a yönelenlerin tevbesidir. İşte tevbelerini Allah’ın kabul buyuracağı kimseler bunlardır. Allah, herkesin (niyetini, neyi niçin yaptığını) hakkıyla bilendir; tam hüküm ve hikmet sahibidir.
18 Yoksa makbul tevbe, (hayatları boyu) kötülükleri işleyip de onlardan birine tam da ölüm gelip çattığında, “Artık ben tevbe ettim!” diyenlerin tevbesi olmadığı gibi, küfür içinde bir hayat geçirip, (ölüm anında tevbeye yeltenen, ama o andaki tevbe makbul olmadığı için) kâfir olarak ölüp gidenlerin tevbesi de değildir. Evet, böyleleri için çok acı bir azap hazırladık.
19 Ey iman edenler! (Yakınlarınızdan vefat edenlerin) eşlerini, (sanki miras malmışlar gibi) zorla sahiplenip, (kendilerine mehir ödemeden nikâhlamanız veya mehirlerini alarak başkalarıyla evlenmeye zorlamanız) helâl olmaz; zina gibi aranızı bütün bütün açacak bir suç işlemedikleri takdirde, kendi eşlerinizi de onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını geri almak için sıkıştırmanız (ve boşanmaya zorlamanız) da helâl değildir. Eşlerinizle güzelce ve iyi geçinin. (Başlangıçta ve bazı yönleriyle) onlardan hoşlanmayabilirsiniz; fakat bir şey sizin hoşunuza gitmez de, bakarsınız Allah onda pek çok hayırlar takdir etmiştir.
20 (Her şeye rağmen), bir eşinizden ayrılıp da yerine başka bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yük yük mehir vermiş de olsanız içinden en küçük bir şey almayın. Yoksa onu almayı mümkün kılacak (bir boşanma yoluna başvurup) iftirada bulunacak ve göz göre göre çok büyük bir günaha mı gireceksiniz?
21 Hem nasıl alabilirsiniz ki, birbirinize karılıp katıldınız; aynı yastığa baş koydunuz ve (eşleriniz) sizden haklarını gözetme konusunda sağlam bir teminat da almışlardı!?
22 Daha önce olup bitenler(in hukukî neticelerinin sabit bulunması ve onlardan dolayı artık üzerinizde vebal olmaması) bir tarafa, bundan böyle babalarınızın (ve dedelerinizin) nikâhladığı (ve onlardan geriye kalan) kadınları nikâhınıza almayın; (nikâhlı bulunduklarınızdan da ayrılın). Hiç şüphe yok ki bu, Allah’ın gazabına sebep olan büyük bir hayasızlıktır. Ve ne iğrenç bir yoldur o!
23 (Ey mü’min erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız) size haram kılınmıştır: (Öz veya üvey) anneleriniz, kızlarınız (ve torunlarınız), (öz veya üvey) kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz (–aranızda haramlığa sebep olan kan yakınlığı mukabili süt yakınlığı bulunanlar), kayınvalideleriniz ve kendileriyle gerdeğe girdiğiniz eşlerinizden olup da yanınızda kalan (veya kalmayan) üvey kızlarınız –kendileriyle gerdeğe girmeyerek evlilik tamamlanmadan ayrıldığınız eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda ise beis yoktur. Keza, öz oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi (ve hala veya teyze ile yeğenini) nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah, kullarının günahlarını çok bağışlayandır; bilhassa mü’min kullarına karşı hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
24 Harp esiri olarak elinizin altında bulunan ve kocalarıyla münasebetleri fiilen kopmuş olan cariyeler müstesna, başkalarının nikâhı altındaki kadınlarla evlenmeniz de haramdır. Bütün bunlar, sizin için Allah’ın takdir buyurduğu ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir. Bu sayılanlardan başkalarını, iffet ve meşruiyet çerçevesinde, zina gibi sefahat yollarına sapmadan, evliliğin hikmet ve sorumluluklarına uygun bir hayat sürmek üzere ve mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır. Bu şartlar altında onlardan hangisiyle bir arada bulunup beraberliklerinden yararlanmak istiyorsanız (ve yararlandı iseniz), üzerinizde bir borç olarak belirlenmiş olan mehirlerini ödeyin. Fakat mehri belirledikten sonra üzerinde karşılıklı rıza ile anlaştığınız bir ödeme şekli veya miktarı konusunda sizin için herhangi bir vebal söz konusu değildir. Şüphesiz Allah, (her neyi ve her ne maksatla yaparsanız onu) hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
25 İçinizde hür mü’min kadınlarla evlenecek servet ve imkânı bulunmayanlar, ellerinizin altında bulunan mü’min cariyelerle evlenebilirler. (Böyle mü’min cariyelerle evlenmeyi bir zül saymayın. Evlenmeyip zina gibi haram yollara yönelmek, asıl zillettir. Zaten) Allah da sizi imanlarınızla değerlendirir ve her birinizin imanının keyfiyet ve derecesini çok iyi bilmektedir. (Hür olsun cariye olsun,) hepiniz aynı kökten birer insan (ve mü’minler olarak da) aynı Din’in, aynı toplumun mensuplarısınız. Öyleyse o cariyeleri, zinaya, fuhşa sapmadan ve gizli dost da edinmeden iffet ve namuslarını koruyan, evliliğin hikmet ve sorumluluklarını bilen kadınlar olarak sahiplerinin izniyle nikâhlayın ve mehirlerini de güzellikle ve Din’in, örfün ilgili kaidelerini nazara alarak verin. Bu şekilde evlenip iffetleri de korumaya alındıktan sonra eğer zina gibi çirkin bir fiil irtikap edecek olurlarsa, bu takdirde onlara uygulanacak ceza, (bekâr) hür kadınlara uygulananın yarısıdır. Cariyelerle evlenme (emri), içinizden kötü yola sapmaktan korkanlar içindir. Bu konuda önü alınamaz bir endişeniz yok da, eğer sabrederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, günahları, hataları çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve haşyet sahibi kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
26 Allah, (haramları ve helâlleri, doğruları ve yanlışları) size bu şekilde apaçık bildirerek yolunuzu aydınlatmak, sizi daha önce geçen (Salih ümmetlerin gerçek kurtuluş ve mutluluk) yollarına iletmek ve sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten alıkoyup affına, rahmetine ve her bakımdan hakka yöneltmek diliyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
27 Allah, (haramları ve helâlleri size açıklayarak) sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten alıkoyup affına, rahmetine ve her bakımdan hakka yöneltmek diliyor; buna karşılık, (karşı cinse, çocuklara, mal, para, makam, şöhret, ekin gibi her türlü dünyalığa ve kazanca karşı besledikleri) aşırı tutkuların peşinde gidip keyiflerine tâbi olanlar ise, sizin büsbütün yoldan çıkıp uçurumlara sürüklenmeniz dileğindedirler.
28 Allah, yükünüzü hafifletmek (Din’i ve hayatı sizin için yaşanılır kılmak) diliyor. Çünkü insan, yaratılışça zayıftır ve zaafları olan bir varlıktır.
29 Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda, ticaret gibi karşılıklı rızaya ve anlaşmaya dayanan meşrû bir yolla olması dışında (hırsızlık, gasp, yolsuzluk, hıyanet, faiz, kumar gibi ve benzeri) bâtıl yollarla yemeyin ve (meşrû dairede kazanmayı bırakıp, sözde zühd adına nefsinizi aşırı sıkıntıya sokarak ve toplumunuzu yoksulluğa iterek, ayrıca bâtıl yollarla hem kendinizi, hem toplumunuzu helâke sürükleyerek) ölümünüze sebep olmayın. Unutmayın ki Allah, (bilhassa mü’minler olmanız hasebiyle) size karşı çok merhametlidir.
30 Buna rağmen her kim, (bilmeyerek, hataen veya unutarak değil de,) herhangi bir tür düşmanlık, (Allah’ın koyduğu) sınırları bile bile aşma ve hem başkalarına, hem de kendisine haksızlıkta bulunma manâsında ve ölçüsünde bu yasakları işlerse, o zaman Biz onu yanıp kavrulmak üzere (burada niteliğini bilmeniz mümkün olmayan) bir Ateş’e koyarız. Allah için çok kolaydır bu.
31 Eğer siz yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, diğer günahlarınızı Biz örtüp affederiz ve sizi, nerede bulunursanız bulunun, saygı ve ikram göreceğiniz bir mevkie çıkarır ve neticede de pek hoş, çok değerli ve ikramı pek bol bir yere yerleştiririz.
32 (Dünyada geçimlikler farklı farklıdır. Erkek veya kadın olmak da elinizde değildir. Dolayısıyla,) Allah’ın bazınıza bazınızdan daha fazla verdiği (makam, servet, fizikî cazibe gibi) dünyalıklar hususunda, (“Keşke bizim de olsaydı!”) şeklinde temennide bulunmayın ve (aranızda kıskançlığa düşmeyin; Allah’ın yaptığı paylaştırmaya da itiraz etmeyin). Erkekler için çalışıp kazandıklarından bir pay (ve işledikleri amellerden dolayı sevap veya günah) olduğu gibi, kadınlar için de çalışıp kazandıklarından bir pay (ve işledikleri amellerden dolayı sevap veya günah) vardır. (Bununla birlikte, mevcutla yetinmeyin; meşrû dairede ve Allah rızası istikametinde olmak kaydıyla, gayretinizi ve hedefinizi büyük tutup, çalışarak ve dua ile) Allah’ın lütf u kereminden isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir ve her yaptığını bilerek yapar.
33 Annebaba ve diğer yakın akrabanın ölümlerinden sonra bırakacakları terike için vârisler belirledik. (Bu vârislerin terikede kendilerine verilmesi gereken belli hakları olduğu gibi,) yeminlerinizle aranızda mukavele akdettiğiniz kişilerin de haklarını verin. Şüphesiz Allah, her şeye (ve bu arada, yaptığınız her işe ve her anlaşmaya) hakkıyla şahittir.
34 (Sahip kılındıkları birtakım sıfatlar ve yüklendikleri vazife ve sorumluluk açısından erkeklik vasfına tam sahip bulunan) erkekler, kadınlar üzerinde koruyucu ve yöneticidirler. Bu, (yöneticilik ve koruyuculuk noktasında) Allah’ın bazı insanları bazılarından, (bu arada genellikle erkekleri de kadınlardan) daha kapasiteli yaratmasından ve bir de erkeklerin (mehir verme ve evin bütün masraflarını yüklenme gibi) mâlî sorumluluklarından dolayıdır. Gerçekten iyi kadınlar, Allah’a karşı itaatkâr, (meşrû çerçevede ve günahta olmamak kaydıyla) kocalarının hukukuna da riayet eden ve Allah nasıl gizli ve mahrem kalması gereken hususları koruyor ve onların açılmasına müsaade etmiyor ise, aynı şekilde (namuslarını, aile sırlarını, ailenin mal, şeref ve haysiyetini ve kocalarının hukukunu) bilhassa kimsenin görmeyeceği yerlerde ve kocalarının yokluğunda koruyan kadınlardır. Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: önce onlara öğüt verin; ıslah olmazlarsa, onları yatakta yalnız bırakın ve yine yola gelmezlerse (hafifçe) dövün. Eğer (Allah hakkı, aile fertlerinin eğitimi ve yetiştirilmesi başta olmak üzere, kendinize de ait meşrû isteklerinizde) size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep ve mazeret aramayın. Unutmayın ki Allah, mutlak yücedir aşkındır, mutlak büyüktür.
35 Eğer eşlerin arasının açılıp birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, bu takdirde erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem tayin edin. İki taraf da işi düzeltmek dilerse, Allah aralarını bulur ve onları uyuşmaya muvaffak eder. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır.
36 (Bu arada fert, aile ve toplum hayatındaki gerçek saadetin esasları olarak) Allah’a ibadet edin ve hiçbir şeyi hiçbir şekilde O’na ortak koşmayın; annebabaya en güzel şekilde davranın ve iyilikte bulunun; aynı şekilde akrabaya, yetimlere, yeterli geçimlikten gerçekten mahrum düşkünlere, (mekân, Din bağı, kan bağı açısından) yakın komşulara, uzak komşulara; yol, meslek veya iş arkadaşlarınıza; memleketinden ayrı düşmüşlere, yolculara, misafire; ve elinizin altında bulunan (köle, cariye ve hizmetçilere) de (güzel muamele ve iyilikte bulunun. Böyle davranın ve kendinizi bu yönde eğitin); çünkü Allah, kendini beğenen ve övünüp duran hiç kimseyi sevmez.
37 (Allah’ın verdiği nimetlerde) cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanları da cimriliğe çağıran ve Allah’ın tamamen lütf u kereminden ihsan buyurduğu (mal ve ilim gibi) nimetleri gizleyenler var ya: işte Biz, o nankör kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
38 Mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcayıp Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanmayanları (da Allah sevmez ve onlar için de alçaltıcı bir azap hazırladık). (Böylelerinin yakını, yoldaşı şeytandır ve) şeytan kime yakın ve yoldaş olmuşsa, açık ki o, ne kötü bir yakın ve yoldaştır!
39 Onlar, Allah’a ve Âhiret Günü’ne iman etmiş olsalardı ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah rızası için) infak etselerdi, sanki ne kaybederlerdi? Ama Allah, onları çok iyi bilmektedir.
40 Şu bir gerçek ki, Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez. (Zulmetmek şöyle dursun,) yapılmış tek bir iyiliği (hem neticesi, hem de onun için vereceği mükâfat açısından) kat kat artırır; ayrıca (onun hak ettiği bir karşılık olarak değil, bütünüyle) Kendi katından çok büyük bir mükâfat da bahşeder.
41 Her ümmetten (o ümmetin yaptıklarına ve onlara Allah’ın dininin tebliğ edildiğine dair) bir şahit getirdiğimiz ve (ey Rasûlüm,) seni de şunlar (ümmetin hakkında ve onlar içindeki kâfirler ve münafıklar) aleyhinde şahit olarak getirdiğimizde insanların hali nice olur?
42 O gün, (dünyada iken) küfür içinde yaşayıp küfür içinde ölmüş ve (bilhassa o şanı yüce ve en büyük) Rasûl’e isyan etmiş olanlar isterler ki, yer onları yutsun da, (söyledikleri ve yaptıklarıyla kendilerinden en küçük bir eser kalmayacak şekilde) dümdüz olsun. Ama onlar, Allah’tan ne söyledikleri bir sözü gizleyebilirler, ne de yaptıkları bir işi.
43 Ey iman edenler! (Alkol veya bir başka sebeple) sarhoş (ve uyku hali ya da benzeri bir halle mahmur)ken, ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya kadar namaza yaklaşmayın; yolculuk dışında, cünüp iken de gusletmedikçe (yine namaza durmayın). Eğer hasta olup da (su kullanmak size zarar verecekse) veya seferde olup da (su bulamazsanız), veya sizden biri tuvaletten gelmiş ise, yahut hanımlarınıza temas etmiş de gusledecek su bulamadı iseniz, bu takdirde temiz toprağa yönelip teyemmüm edin: (avuç içlerinizi toprağa vurarak,) yüzlerinizi ve elleriniz(le birlikte dirseklerinize kadar kollarınızı) meshedin. Şüphesiz Allah, zorlukları hafifletip kullarına hep kolaylık gösteren ve onların hata ve günahlarını pek çok bağışlayandır.
44 Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere: nasıl da sürekli dalâleti satın alıp duruyorlar ve bu yetmiyormuş gibi, sizin de (üzerinde bulunduğunuz) düz yoldan sapıp gitmenizi diliyorlar.
45 (Ey mü’minler!) Allah, düşmanlarınızın kimler olduğunu çok iyi bilir; sizden daha iyi bilir. (Ve, düşmanlarınız karşısında ve her durumda) Allah size dost ve koruyucu olarak yeter; Allah, size yardımcı olarak yeter.
46 Yahudi olanlardan bir kısmı, sözü manâsı değişecek biçimde aslî şeklinden saptırmakta ve kasten yanlış telaffuz etmekte, (“İşittik ve itaat ettik!” diyecekleri yerde) “İşittik ve isyan ettik!”; (“Bizi dinleme lûtfunda bulunur musunuz!” der gibi yapıp,) “Dinle, dinlemez olası söz dinlemez!” ve (“Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz?” der gibi yapıp,) “Bizi de gözet çobanımız!” demektedirler; bunu da, ağızlarını eğip bükerek ve sırf (İslâm) Dini’ni kınayıp onunla alay etmek için yapmaktadırlar. (Böyle davranacaklarına,) “İşittik ve itaat ettik!”; “Bizi dinleme lûtfunda bulunur musunuz!”; ve “Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz!” deselerdi, elbette kendileri için hem hayırlı, hem de dürüst ve yakışır bir şey olurdu. Fakat sürekli inkârlarından ve küfürle özdeşleşmelerinden dolayı Allah onları lânetledi (rahmetinden kovdu) ve artık imanla, iman hakikatleriyle münasebet ve alâkaları pek azdır.
47 Ey kendilerine Kitap verilenler! İndirmekte olduğumuz ve elinizde bulunan Kitabı (aslî hali, İlâhî kaynaklı oluşu ve halâ ihtiva ettiği gerçekler itibariyle) tasdik eden bu Kitaba, Biz birtakım yüzleri yüz olmaktan çıkarıp, ‘hiçbir şey görmez, işitmez, söylemez ve koklayamaz hale getirmeden’ veya Sebt Günü’nün haramlığına uymayanları rahmetimizden kovduğumuz gibi onları da kovup insan kılığından çıkarmadan iman edin. (Unutmayın ki,) Allah her neye hükmederse o mutlaka yerine gelir.
48 Şurası muhakkak ki, Allah (katında en önemli değer O’nun varlığına ve birliğine inanmak olup) O, Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun altındaki günahları ise (bilhassa tevbe ve istiğfarla Kendisi’ne yönelen) dilediği kimse hakkında bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz korkunç bir iftirada bulunmuş, pek büyük bir günah işlemiştir.
49 Bakmaz mısın şu, nefislerini günahsız (kalblerini temiz) gören (ve “Biz, Allah’ın dostları ve sevgilileriyiz.”; “Sayılı birkaç gün dışında bize Ateş dokunmayacak.” gibi iddialarla) kendilerini temize çıkaranlara? Oysa Allah, (herkesin kalbini ve ne işle meşgul bulunduğunu bilir de) kimi dilerse onu tertemiz yapar ve (bunda elbette herkesin niyet, amel ve iradesini nazara aldığından,) hiç kimseye kıl kadar olsun haksızlık edilmez.
50 Bak, nasıl da Allah adına yalan uydurup O’na iftira ediyorlar! Ki bu yaptıkları, onlara apaçık bir günah olarak fazlasıyla yeter.
51 Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere? Her bâtıl ma’buda ve tağuta (Allah’a isyanla başka dinler, başka yollar icat edip insanları bunlara itaata zorlayan bâtıl güçlere) inanıyor, bu yetmezmiş gibi, (Din’den, Kitap’tan nasipsiz diğer) küfredenlerin gerçekten iman etmiş bulunan (Müslüman)lardan daha doğru yolda olduklarını iddia ediyorlar.
52 Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onları lânetlemiş (rahmetinden kovmuş)tur. Allah kimi rahmetinden kovmuşsa, artık ona yardım eli uzatıp onu kurtaracak kimseyi bulamazsın.
53 Yoksa onların (göklerle yerin) mülk ve hakimiyetinden bir nasipleri mi var (da, hidayetin, peygamberliğin ve yeryüzü servetlerinin sadece kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar)? Öyle olmuş olsaydı, (cimrilik ve bencillikleri sebebiyle) insanlara bir kırıntı bile vermezlerdi.
54 Yoksa Allah’ın lütf u kereminden kendilerine ihsan buyurduğu nimetlerden dolayı insanları mı kıskanıyorlar? Evet Biz, Âli İbrahim’e (ve ondan gelen İshak nesli gibi İsmail nesline de) Kitap ve hikmet verdik; ayrıca (maddîmanevî) çok büyük bir mülk ve hakimiyet bahşettik.
55 (İbrahim’in neslinden gelen ve kendilerini O’na nisbet edenler) içinde kimi, (tarihte olduğu gibi şimdi de) O’na (ve dolayısıyla O’na her bakımdan daha lâyık olan bu en büyük Nebî’ye ve Kur’ân’a) gerçekten inanıp (onun yolundan gitmekte), kimi de, (daha önce kendilerine Kitap verilmiş olanların pek çoğu gibi,) halkı ondan engellemektedir. (Engelleyenler için) kaynar ve alevli bir ateş olarak Cehennem yeter.
56 Böyle bile bile âyetlerimizi reddedip kabul etmeyenleri bir gün gelecek, (dünyada eşi olmayan ve niteliğini şimdiden bilemeyeceğiniz korkunç) bir Ateş’e sokacağız. (O Ateş’te) derileri kızarıp kavruldukça yerlerine başka deri getiririz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
57 Buna karşılık, iman edip imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara gelince, onları içlerinde ebedî kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız; o cennetlerde onlar için tertemiz eşler de vardır. Ve onları sürekli taze ve hiç kesilmeyen nimetler, ferah ve eksilmeyen bir mutluluk içinde yaşatacağız.
58 Allah, size (umumî ve hususî görevler, kamu hizmetleri, makam ve mevkiler dahil) bütün emanetleri ehillerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Böylece Allah, size gerçekten ne güzel öğüt veriyor, ne güzel yol gösteriyor! Hiç şüphesiz Allah, (söylediğiniz sözler, verdiğiniz hükümler dahil) her şeyi hakkıyla işitendir; her şeyi hakkıyla görendir.
59 Ey iman edenler! (Bütün emir ve yasaklarında) Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan, (sizin gibi inanan) bütün idarecilere de (Allah’a ve Rasûlü’ne itaat çerçevesinde itaat edin). Eğer Allah’a ve Âhiret Günü’ne gerçekten iman etmişseniz, hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir meseleyi Allah’a ve Rasûl’e arz edin. Böyle yapmanız, hem (hakkınızda) hayırlıdır, hem de netice itibariyle çok daha güzeldir.
60 Bakmaz mısın şu, hem sana indirilen (Kur’ân)’a hem de senden önce indirilen (kitaplar)a inandıklarını iddia edenlere ki, Tağut’un (Allah’a isyanla başka dinler, başka yollar icat edip, insanları bunlara itaata zorlayan bâtıl otoriteler) önünde yargılanmak istiyorlar; halbuki onu bütünüyle reddetmekle emrolunmuşlardı. Açık ki şeytan, onları haktan büsbütün saptırmak diliyor.
61 Onlara, “Allah’ın indirdiği (Kur’ân’a) ve şu (şanı yüce) Rasûl’e gelin (ve O’nun vereceği hükmü kabûl edin!”) dendiği zaman, o münafıkların senden daha da uzak durduklarını görürsün.
62 Öyle de, bizzat işledikleri suçların karşılığında bir musibete maruz kaldıklarında nasıl oluyor da sana gelip yemin billâh ederek, “Billâhi maksadımız, sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaretti.” diyebiliyorlar?
63 Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalblerinde ne var ne yok çok iyi bilmektedir. Bu bakımdan (ey Rasûlüm), sen onlara aldırış etme, kendilerine çok ciddî nasihatta bulun; içlerine işleyecek ve kendilerini kendilerine tanıtacak tesirli sözler söyle onlara.
64 (Şurası iyi bilinmelidir ki,) eğer bir yere bir rasûl göndermişsek, Allah’ın ona tanıdığı yetki sebebiyle ve yardımı da daima onunla birlikte olduğundan, o rasûle mutlaka itaat edilmesi gerekir. Bu bakımdan, eğer onlar nefislerine zulmetmek demek olan bir günah işlediklerinde sana gelseler ve günahlarının affı için Allah’a yalvarsalar, (o şanı çok yüce) Rasûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dilese, bu takdirde Allah’ı, kullarının tevbesine af ve fazladan mükâfatla karşılık veren ve Kendisine yönelen kullarına karşı pek merhametli olarak bulacaklardır.
65 Hayır, hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında baş gösteren anlaşmazlıklarda seni hakem veya hakim kabul edip, sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.
66 Eğer onlar hakkında, “Günahlarınızdan arınmak için Allah yolunda meydana atılıp ölüme koşun!” veya “(Günahlarınızla kirlettiğiniz) yurdunuzdan çıkın (ve Allah yolunda hicret edin)!” diye hükmetmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bu hükmü yerine getirmezlerdi. Ama hiç olmazsa kendilerine yapılan nasihatları baştan tutmuş olsalardı –bari şimdi tutsalar– bu, hem haklarında hayırlı olurdu, hem de pekişmiş bir iman, güvenli bir hayat ve elde ettikleri güçle ayaklarını yere sağlam basarlardı.
67 O zaman hiç kuşkusuz kendilerine katımızdan pek büyük bir mükâfat da verirdik.
68 Ve onları mutlaka (inançta, duyguda, düşüncede ve yaşayışta) dosdoğru bir yola iletirdik.
69 Kim Allah’a ve (o şanı yüce) Rasûl’e gerektiği şekilde itaat ederse onlar, Allah’ın kendilerini (tam hidayet) nimetiyle serfiraz kıldığı şu seçkin insanlardan (en azından biriyle) beraberdirler (ve Cennet’te de onlarla beraber olacaklardır): nebîler, bütün duygu, düşünce, inanç ve davranışlarında dosdoğru ve Allah’a karşı tam bir sadakat içinde bulunan, özü sözü bir kimseler (sıddîklar); başkalarının inandığı gaybî gerçekleri bizzat tecrübe eden ve onların doğruluğuna hayatlarıyla şahadet edenler (şahitler) ve inanç, düşünce, söz ve davranışları itibariyle doğru yolda, sağlam, bozgunculuktan uzak, ıslah ve tamir gayesi güdenler (Salihler). Ne güzel arkadaşlardır bunlar!
70 Bu, Allah’ın bahşettiği çok büyük bir lütuftur. (Ona kimlerin lâyık olduğunu, lâyık olanların kadrini ve herkesin derecesini) Allah’ın bilmiş olması yeter.
71 Ey iman edenler! (Böyle bir mükâfat karşıda dururken,) artık siz de düşmanlarınıza karşı bütün korunma tedbirlerinizi alın ve duruma göre, bölükler (alaylar, ordular) halinde sefere çıkın veya toptan seferber olun.
72 İçinizde, açık ki ağırdan alan da var. Öylesi, başınıza bir musibet gelirse, “Neyse ki, Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım!” der.
73 Ama Allah’tan size bir nimet ve inayet, galibiyet ve ganimet eriştiğinde ise, sanki daha önceden aranızda bir tanışıklık yokmuş, sizinle birlikte yaşamıyormuş, dolayısıyla sizinle çıkmasına bir engel varmış gibi, “Ah, ne olurdu! Ben de onlarla beraber olaydım da büyük bir ganimete konaydım!” diye sızlanır.
74 Şu halde, dünya hayatını verip karşılığında Âhiret’i alanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülüp (‘şehit’ olur) veya savaştan galip ve sağ olarak çıkarsa, her iki durumda da bir gün gelecek, Biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz.
75 Hem, Allah yolunda, ayrıca, baskı altına alınıp zayıf bırakılmış ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar; çıkar da katından bize bir sahip, bir koruyucu gönder ve tarafından bize bir yardımcı yolla!” diye yalvaran çaresiz, kimsesiz mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklar için neden savaşmayacakmışsınız ki!?
76 Gerçekten iman etmiş olanlar Allah yolunda savaşırlar; küfredenler ise, tağut (bâtıl ma’budlar, Allah’a isyanla, insanları O’nun yolundan alıkoymak için bâtıl dinler, sistemler uyduran otoriteler) yolunda savaşır. O halde (ey iman edenler!), şeytanın (onun yolunda giden) dost ve elemanlarıyla savaşın. Bilin ki, şeytanın hilesi her zaman için zayıftır.
77 Bakmaz mısın, (kendilerine ne zaman savaş izni verileceğini sorup durdukları bir zamanda) “Ellerinizi savaştan (ve benzeri davranışlardan) çekin, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılmaya ve zekâtınızı hakkıyla eda etmeye bakın!” denilenlere! Nihayet savaşmak üzerlerine farz kılınınca içlerinden bir grup, Allah karşısında duyulması gereken bir ürperme gibi, hattâ daha şiddetli bir ürpermeyle insanlardan korkup titriyor ve “Rabbimiz, şu savaşı üzerimize neden farz kıldın; onu az bir süre daha ertelesen olmaz mıydı?” diyorlar. (Onlara) de ki: “Dünyanın geçimliği pek azdır ve pek kısa bir süre içindir. Âhiret ise, Allah’a olan saygısıyla günahlardan kaçınıp, O’nun emirlerini yerine getirenler için bütünüyle hayırdır; sonra size orada kıl kadar bir haksızlık da yapılmaz.”
78 Her nerede olursanız olun, isterseniz en sağlam kuleler veya kaleler içinde bulunun, ölüm gelip sizi bulacaktır. Sonra, (kalbleri oturaklaşmamış o insanlar) ne zaman bir iyilikle karşılaşsalar, “Bu, Allah’tan!” derler; ne zaman da başlarına bir kötülük gelse, bu defa, “Bu, senin yüzünden!” derler. (Ey Rasûlüm,) de ki: “Hepsi Allah’tan.” Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya yanaşmıyor ve sözün de, hadiselerin de manâsını idrakten uzak bulunuyorlar!?
79 (Ey insan!) Sana her gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de nefsindendir. (Ey Rasûlüm!) Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak Allah yeter.
80 Kim O (şanı yüce) Rasûl’e itaat ederse, hiç şüphesiz Allah’a itaat etmiş demektir. Kim de (O Rasûl’den, O’nun yolundan ve O’na itaatten) yüz çevirirse, (ey Rasûlüm hiç üzülme,) Biz seni onların üzerine bir bekçi, (onları kontrol edip yanlışlarını düzeltecek ve dolayısıyla onların yaptıklarından sorumlu) bir muhafız olarak göndermedik.
81 (Senin yanında, her ne buyurursan buyur) “Baş üstüne!” diyorlar. Fakat yanından ayrılınca da, içlerinden (münafık) bir grup, içlerinde sana söylediklerinin aksini kuruyor, karanlık planlar yapıyorlar. Ama Allah, içlerinde kurduklarını, yaptıkları bütün karanlık planları yazmaktadır. Şu halde (ey Rasûlüm,) sen onlara aldırış etme, (yaptıklarını yüzlerine vurma) ve Allah’a güvenip dayan. Kendisine dayanılıp güvenilecek ve bütün işlerin havale edileceği (vekil) olarak Allah yeter.
82 Acaba hiç Kur’ân üzerinde düşünmezler mi (de, onun Allah’ın Kitabı, senin de O’ nun Rasûlü olduğuna halâ içten inanmıyorlar?) Eğer o Allah’tan başkasının katından gelmiş olsaydı, hiç şüphesiz içinde pek çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.
83 Kendilerine (şehrin veya halkın) güvenliği ya da korku ve endişe adına bir haber ulaştığında, (hiç araştırma gereği duymadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını düşünmeden sırf dedikodu olsun ve fitne çıksın diye) onu hemen yayarlar. Halbuki bu haberi Rasûl’e ve aralarındaki yetkili zatlara arz etselerdi, elbette işin iç yüzünü araştırıp ortaya çıkarabilecek olanlar, onun mahiyetini ve neye delâlet ettiğini anlarlardı. (Ey mü’minler!) Eğer Allah’ın üzerinizdeki fazl u rahmeti, (her durumda sizi koruması, vahiyle yolunuzu aydınlatarak sizi yanlış davranışlara sürüklenip gitmekten alıkoyması) olmasaydı, pek azınız müstesna, (şeytanın izinde giden münafıklara kapılıp) şeytana uymuş gitmiştiniz.
84 O halde (ey Rasûlüm,) Allah yolunda savaş. (Biliyorsun ki, nasıl herkes önce kendinden sorumlu ise) sen de öncelikle kendinden sorumlusun; (dolayısıyla, başkalarının savaşa çıkmakta ağır davranması seni etkilemesin;) mü’minleri de savaşa teşvik et. Herhalde Allah, (bu yolla) küfredenlerin savletini savsa gerektir. Allah, savleti en karşı konulmaz, cezalandırıp ortadan kaldırması da en çetin olandır.
85 Her kim (Allah için) güzel ve hayırlı bir aracılıkta bulunur, bir hayra sebep olursa, o hayırla kazanılacak sevaptan kendisi için bir nasip vardır; kim de kötü bir işe aracılık eder, kötü bir neticeye sebebiyet verirse, bundan da ona bir pay vardır. Allah, her şeyi hakkıyla görmektedir ve her dilediğini yapabilecek güç ve kuvvettedir.
86 (Seferde veya hazarda, savaşta veya barışta) size selâm verilip bir iyilik dileğinde bulunulduğunda, ondan daha güzeliyle, hiç olmazsa onun misliyle mukabele edin. Bilin ki Allah, her şeyin muhasebesini tutmaktadır ve karşılığını verir.
87 Allah, yoktur O’ndan başka ilâh. Geleceğinde hiçbir şüphe bulunmayan Kıyamet Günü hepinizi mutlaka bir araya toplayacaktır O. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
88 (Ey mü’minler! Müslüman olmuş gibi görünen fakat aleyhinizde müşriklerle işbirliği yapan Mekkeli ve diğer kabilelerden) münafıklar hakkında (mü’min olup olmadıkları ve onlara nasıl davranmak gerektiği hususunda) ne diye iki gruba ayrılıyorsunuz? Görüyorsunuz ki, kazandıkları bunca günah sebebiyle Allah onları baş aşağı getirmiş bulunuyor. Yoksa Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi diliyorsunuz? Oysa Allah kimi (hak ettiği) sapkınlığa düşürmüşse, artık onun için asla (üzerinde yürüyeceği sağlam) bir yol bulamazsın.
89 Arzu ederler ki, kendilerinin küfre yuvarlandıkları gibi siz de küfre yuvarlanasınız ve onlarla beraber olasınız. Fakat (başka bir gayeyle değil, sadece) Allah yolunda hicret edinceye (ve böylece mü’min olduklarını ortaya koyuncaya kadar) onlardan asla yakın dostlar ve sırdaşlar edinmeyin. Eğer aldırmaz ve sizden yüz çevirip (kâfirlerle işbirliği halinde aleyhinizde çalışmaya) devam ederlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir yakın dost, sırdaş, koruyucu ve ne de bir yardımcı edinin.
90 Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluluğa sığınanlar veya sizinle de, kendi kavimleriyle de savaşmayı içlerine sindiremeyip size katılanlar bundan müstesnadır. Eğer Allah dileseydi, (kendilerine cesaret verir ve) onları üzerinize musallat ederdi de, size karşı savaşırlardı. Bundan böyle eğer sizden uzak durur ve sizinle savaşmayıp barış teklifinde bulunurlarsa, artık Allah onlara tecavüz için size bir yol tanımamış demektir.
91 Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki, (sizinle anlaşma yapmak suretiyle) sizden, (yanlarına vardıklarında küfürlerini izhar edip, sizinle yaptıkları anlaşmayı bozarak) kendi kavimlerinden emin olmak isterler; ne zaman size karşı bir harekete çağrılsalar, hemen onun içine dalarlar. Bu yüzden, eğer sizden uzak durmaz ve sizinle uzlaşmayıp ellerini üzerinizden çekmezlerse, onları yakalayın ve ele geçirdiğiniz yerde öldürün. (Zulüm ve hainlikleri dolayısıyla) böylelerine karşı size apaçık bir izin ve yetki verdik.
92 (Ama dikkat edin:) Bir mü’minin bir başka mü’mini hata ve yanlışlık dışında öldürmesi asla olacak iş değildir. Kim bir mü ’mini yanlışlıkla öldürürse, mü’min bir köle âzat etmesi ve öldürülenin vârislerine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak mirasçılar diyetten vazgeçerlerse başka. Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mü’min olmakla birlikte fiilen size düşman (ve aranızda anlaşma olmayan) bir topluluktan ise, (öldüren mü’minin) bu defa mü’min bir köle âzat etmesi gerekir. Eğer öldürülen mü’min sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluluktan olursa, bu takdirde vârislerine teslim edilecek bir diyet ve mü’min bir köle âzat etmek lâzım gelir. Bunlara imkânı bulunmayan, Allah’tan bir kolaylık olarak ve tevbesinin kabulüyle günahının affedilmesi için, ara vermeden peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Allah, (içinizden geçenler ve her haliniz dahil her şeyi) hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
93 Kim bir mü’mini (mü’min olduğunu da bildiği halde) kasten ve iradî olarak öldürürse, onun (Âhiret’teki) cezası, içinde sonsuzca kalmak üzere Cehennem’dir; Allah, onu azapla mahkûm etmiş, onu lânetlemiş (bütün bütün rahmetinden uzaklaştırmış) ve onun için dehşetli bir azap hazırlamıştır.
94 Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, karşılaştığınız herhangi bir meseleyi iyice araştırıp mahiyetini tam olarak aydınlatın ve size (İslâm selâmıyla) selâm verip Müslümanlık izharında bulunan her kim olursa olsun, dünya hayatının o pek az ve geçici metaını taleple, “Sen mü’min değilsin!” demeyin. Unutmayın ki, Allah katında pek çok ve pek çeşitli ganimetler vardır. Önceden siz de böyle idiniz: (iman nedir, İslâm nedir bilmiyordunuz ve bir kelime ile İslâm’a girip Müslümanlığınızı izhar ettiniz) de, Allah size nimet üstüne nimet verdi (ve sizi şu anda sahip bulunduğunuz mevkie çıkardı); o halde, karşılaştığınız herhangi bir mesele tam olarak aydınlanmadan o mevzuda harekete geçmeyin. Bilin ki Allah, her ne yapıyorsanız ondan mutlaka ve hakkıyla haberdardır.
95 (Herkesin Allah yolunda seferber olması gereken durumlar dışında,) geçerli bir özrü bulunmamasına rağmen yerlerinde oturup cihada çıkmamakla birlikte (Din’e ve topluma da) zararı dokunmayan mü’ minlerle, (başka bir gaye için değil, sadece) Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler elbette bir olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlardan üstün kılmış ve onlara daha üst bir derece bahşetmiştir. Gerçi Allah, hepsine en güzel (mükâfat olan Cennet’i ve hoşnutluğunu) va’d buyurmuştur ya. Bununla birlikte Allah, mücahidlere yerlerinde oturan (mü’ minler) üzerinde çok büyük bir mevkî ve mükâfat lûtfetmiştir:
96 (Her bir mücahide hizmeti ve ihlâsı ölçüsünde) Kendi tarafından derece derece rütbeler (ve sürpriz mükâfatlarla yüklü) hususî bir mağfiret ve rahmet (Lûtfetmiştir). Değil mi ki Allah günahları bağışlayıverendir, (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
97 (Hicrete güçleri yettiği halde hicret etmeyip, bulundukları yerde Allah’a şirk koşmaya devam ettikleri için) kendi kendilerinin zalimleri olarak (ölüm) meleklerinin canlarını aldığı kimselere gelince: (o anda melekler) onlara sorar: “Ne işle meşguldünüz?” Onlar, “Biz, bu ülkede (Din’i yaşamaya imkân bulamayan) zulme ve baskıya maruz kalmış kimselerdik.” diye cevap verirler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret edeydiniz!” derler. Böylelerinin nihaî barınağı Cehennem’dir; ne fena bir âkıbet, son durak olarak ne kötü bir yer!
98 Ancak, (imanlarını korumakla birlikte) her türlü imkândan mahrum, çaresiz ve hicrete yol bulamayan, (bir de, kendilerine tebliğ gitmediği için iman nedir, İslâm nedir bilme ve inanma imkânı olmayan) erkekler, kadınlar ve (her halükârda) çocuklar bundan müstesnadır.
99 (Aynı şartların devam etmesi durumunda) Allah’ın bunları sorumlu tutmayacağı umulur. Şüphesiz Allah, zorlukları hafifletip kullarına hep kolaylık gösteren ve onların hata ve günahlarını pek çok bağışlayandır.
100 Kim (başka bir gaye için değil de sadece) Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne kavuşma (ve onların rızası istikametinde) hicret için evinden çıkar da daha yolda iken ecel gelip kendini yakalarsa, hiç şüphesiz onun (geç miş günahlarını affetmek ve) mükâfatını vermek Allah’a aittir. Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve itaatkâr kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
101 (Ey mü’minler! Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman (bilhassa savaş için sefere çıkmış iseniz ve) küfredenlerin size bir fenalık yapmasından endişe ediyorsanız namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Hiç şüphesiz kâfirler size apaçık düşmandır (ve mutlaka size fenalık etmek isteyeceklerdir).
102 (Ey Rasûlüm! Sefer halinde ve kâfirlerin kötülük yapmasından endişe içinde bulunan) mü’minlerle birlikte olur da onlara namaz kıldırırsan, önce onlardan bir grup seninle birlikte namaza dursun ve namaz esnasında silahlarını da üzerlerinde bulundursunlar. (Bu esnada diğer grup düşmanı gözetlesin.) Namaz kılan grup secdeyi yapıp da (rekâtı tamamlayınca, düşmanı gözetlemek üzere) arka tarafa geçsin. Bu arada, namazını kılmamış olan diğer grup gelsin ve seninle birlikte namazı kılsınlar; (bu şekilde yer değiştirme esnasında) tam ihtiyat ve teyakkuz durumunda olsun (ve hem yer değiştirme, hem namaz esnasında) silahlarını da üzerlerinde bulundursunlar. Kâfirler, sizi silahsız ve teçhizatsız halde yakalayıp birden baskın yaparak (işinizi bitirmek) isterler. Bununla birlikte, eğer yağmur (ve yerin de harekete elverişsiz olması) sebebiyle büyük zahmet çekecekseniz veya hasta olursanız, bu takdirde (namaz esnasında) silahlarınızı yere bırakmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Fakat her halükârda tedbiri elden bırakmayın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
103 Namaz kılmayı tamamladığınız zaman, (bilhassa sefer ve korku hali sebebiyle namazda kısaltma yaptığınızı dikkate alarak) gerek ayakta, gerek oturarak, gerekse yanlarınız üzerinde uzanmış halde iken, (hattâ savaş esnasında) Allah’ı anın (O’nu kalbinizden hiç çıkarmadığınız gibi dilinizden de bırakmayın). Sefer ve bilhassa korku hali geçip de güvene erdiğinizde, artık namazı bütün şartlarını yerine getirerek tam kılın (ve sıcak çatışma ortamında kılamadıklarınızı güzelce kaza edin). Bilin ki, (en önemli bir ibadet olarak) namaz, mü’minler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.
104 (Sizinle savaşan düşman) topluluğunu takip edip arkalarından sıkıştırmada (ve aranızda anlaşma olmayıp, fiilî veya hukukî savaş hali devam ettiği müddetçe onları baskı altında tutmada) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz böyle yapmakla (katlanmanız gereken bir) acı, bir zorluk çekiyorsanız, onlar da sizin acı ve zorluk çektiğiniz gibi acı ve zorluk çekmektedirler; kaldı ki siz, Allah’ tan onların ümit edip beklemedikleri pek çok şeyi ümit edip bekliyorsunuz. Şüphesiz ki Allah, (herkesin her halini) hakkıyla bilendir; (her hükmünde ve icraatında pek çok) hikmetler bulunandır.
105 (Ey Rasûlüm!) Biz sana Kitabı insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye, kendisinde hiçbir şüphe olmayacak şekilde ve gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. Şu halde, (suçlu ile suçsuzu tam ayırt edip, suçsuz aleyhinde) hainlere yardımcı ve müdafaacı olma!
106 Ve, Allah’tan bağışlanma dile. Çünkü Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı hususî) rahmet ve merhameti pek bol olandır.
107 Kendi öz canlarına ihanet edenlerden yana tartışma ve savunmada bulunma. Şüphesiz ki Allah, hele hele hainlikte ve büyük günah işlemede çok ileri gidenleri hiç sevmez.
108 (Yaptıkları ihanet ve işledikleri günahları) insanlardan gizlemeye çalışırlar da, onları Allah’ın gördüğünü hiç düşünmezler. Halbuki onlar, bilhassa gece karanlığında gizli gizli Allah’ın razı olmayacağı ihanet ve tezvirat planları yaparlarken O daima yanıbaşlarındaydı. Allah, her ne işliyorlarsa hepsini (ilim, görme, işitme ve kudretiyle) zaten kuşatmış durumdadır.
109 Haydi diyelim, siz bu dünya hayatında onlardan yana tartışma ve savunmaya giriştiniz; iyi de, ya Kıyamet Günü onları Allah’a karşı kim savunacak veya kim onlara vekil olup (yaptıklarının karşılığını ödeyecek)?
110 Buna mukabil, kim bir kötülük işler veya (bir günahla) bizzat kendisine zulmeder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı (günahları) pek çok bağışlayan, (bilhassa tevbe ve istiğfar ile Kendisine yönelen mü’min kullarına karşı) pek bol rahmet ve merhamet sahibi olarak bulur.
111 Fakat kim de (işlediği kötülüğün ardından tevbe etmez ve bir) günah kazanırsa, bilsin ki, o günahı ancak kendi aleyhine kazanmıştır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
112 Ayrıca kim, günahı sadece kendisine dönük bir kötülük veya (hırsızlık, cana kıyma gibi) başkalarına yönelik bir suç işler, sonra da onu masum birinin üstüne atarsa, hiç şüphesiz bir iftira ve pek açık, pek büyük bir vebal yüklenmiş olur.
113 (Ey Rasûlüm!) Eğer senin üzerinde Allah’ın pek büyük lütfu, inayeti ve rahmeti olmamış olsaydı, onlardan bir grup vereceğin hükümde seni yanlışa sürüklemeyi kurmuşlardı. Fakat onlar, ancak kendilerini yanlışa sürüklerler ve sana hiçbir şekilde zarar veremezler. (Seni nasıl şaşırtıp, nasıl sana zarar verebilirler ki? Çünkü) Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. (Ey Rasûlüm!) Allah’ın senin üzerindeki lütfu ve inayeti gerçekten çok büyüktür.
114 Onların fısıldaşmalarının, bir araya gelip de kendi aralarında yaptıkları gizli toplantı ve görüşmelerin çoğunda hayır yoktur; ancak muhtaçlara yardımı veya iyilik, güzellik ve doğruluğu ya da insanların arasını ıslah etmeyi emir ve tavsiye edenlerin yaptıkları gizli görüşme ve fısıldaşmalar bundan müstesnadır. Kim içten bir taleple Allah’ın rızası peşinde olur ve O’nun rızasının nerede yattığını araştırarak hayırlı toplantı ve görüşmelerde bulunursa, bir gün gelir, Biz ona (hiç ümit etmediği) çok büyük bir mükâfat veririz.
115 Her kim de, hidayet (yolun, sözün, inancın, düşüncenin ve davranışın doğrusu) kendisine apaçık belli olduktan sonra (o şanı büyük) Rasûl’e muhalefet eder ve (topluluk olarak dalâlet üzerinde birleşmeleri mümkün bulunmayan) mü’minlerin yolundan başka bir yol tutarsa onu, arkasını dönüp de yöneldiği o bâtıl yolla baş başa bırakır ve Cehennem’e atıp kavururuz. Ne fena bir âkıbet, son durak olarak ne kötü bir yer!
116 Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun altındaki günahları ise, (bilhassa tevbe ve istiğfarla Kendisi’ne yönelen) dilediği kimse hakkında bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz hak yoldan büsbütün sapmış gitmiş demektir.
117 Allah’ı bırakıp, (şuurdan, ilimden, güçten, iradeden yoksun) ve kendilerine dişi isimler taktıkları (birtakım putlar edinerek onlara) ilâh diyor ve karşılarında el açıp yalvarıyorlar. Böyle yapmakla, aslında (kibir, günah ve inkârda) ısrarlı mı ısrarlı ve hayra bütün bütün kapalı bir şeytana el açıp dua etmiş olmaktadırlar.
118 Allah’ın lâneti boynuna olsun o şeytanın! Bir zaman şöyle demişti: “Andolsun, Sen’in kullarından muhakkak bana uyup neticede bana ait olacak bir pay edineceğim.
119 “Andolsun, saptıracağım onları ve dipsiz emeller, boş ümitler, yalan sevdalar ve bâtıl ideallerle oyalayacağım; kesinlikle onlara emredecek, onları öyle yollara sürükleyeceğim ki, davarlarının kulaklarını yarıp (onları putlarına adayacak ve yemeyi kendilerine haram kılacaklar); onlara yine emredecek, daha başka öyle yollara sürükleyeceğim ki onları, Allah’ın yarattığını, varlığa verdiği aslî şekli değiştirecekler.” Artık kim Allah’ı bırakıp da şeytanı kendisine yakın dost, sırdaş ve işlerini emanet edeceği bir vekil edinirse, hiç şüphesiz apaçık bir kaybın içine yuvarlanmış gitmiş demektir.
120 (Ama, şeytanın insanlar üzerinde Allah’a rağmen bir yaptırım gücü yoktur.) O, ancak va’deder; kalbe boş ümitler, yalan sevdalar ve bâtıl idealler atar. Şeytanın va’dettiği, boş bir aldanmadan başka bir şey değildir.
121 (O şeytanın da, onun va’dlerine kanıp, kalbe attığı boş ümit, yalan sevda ve bâtıl ideallerin arkasından sürüklenip gidenlerin de) nihaî barınağı Cehennem’dir ve oradan kurtulmak için hiçbir yol, hiçbir çare bulamayacaklardır.
122 İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara gelince: Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah’tan hak ve gerçekleşmesi kesin bir va’ddir bu. Allah’ tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123 Mesele, ne sizin kuruntularınız, ne de Ehli Kitabın kuruntuları gibidir. (Hiçbir kimse veya kavmin Allah katında bir ayrıcalığı yoktur. Gerçek, sadece şudur:) Kim bir fenalık işlerse onun karşılığını görür ve kendisi için Allah’tan başka, (onu cezadan kurtaracak) ne bir koruyucu, sahiplenici, ne de bir yardımcı bulabilir.
124 Erkek olsun kadın olsun, kim de (bütün iman esaslarına inanılması gerektiği gibi inanmış tam) bir mü’min olarak Allah’ın emrettiği şekilde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaparsa, işte bu (gerçekten kıymetli) insanlar Cennet’e girerler ve kendilerine en küçük bir haksızlıkta bulunulmaz.
125 O’nu görürcesine, en azından O’nun kendisini sürekli gördüğünün şuuru içinde bütün varlığıyla Allah’a teslim olan ve şirkten, nifaktan uzak dupduru bir Tevhid inancıyla İbrahim’in milletine (yol, inanç ve yaşayış tarzına) uyanın dininden daha güzel bir dine kim sahiptir ki? Allah, İbrahim’i (izni ölçüsünde bazı Ulûhiyet sırlarına muttali) bir sırdaş edinmişti.
126 Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah, (ilmiyle, kudretiyle) her şeyi kuşatmış bulunmaktadır.
127 (Ey Rasûlüm,) kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, onlar hakkında size vereceği fetvaları (Kur’ân’da) veriyor; ayrıca, (güzellikleri ve servetleri uğruna) kendileriyle evlenmeye hırs gösterdiğiniz halde onlara vermeniz gereken mehri vermediğiniz (veya, sizi çekmedikleri için kendileriyle evlenmediğiniz gibi, mallarından faydalanmayı sürdürmek gayesiyle başkalarıyla da evermeye yanaşmadığınız) yetim kadınlarla, zayıf, biçare çocuklar ve yetimlerin haklarına gerektiği ölçüde riayet etmeniz konusundaki hükümler size zaten bu Kitap’ta okunuyor.” Bilin ki, hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilmektedir.
128 Eğer bir kadın kocasının serkeşliğinden, evlilik vazifelerini yerine getirmemesinden veya bütün bütün kendisinden yüz çevirip uzaklaşmasından haklı olarak endişe duyuyorsa, bu takdirde bir yolunu bulup, aralarında yeniden anlaşma ve sulh yoluna gitmelerinde üzerlerine bir vebal yoktur. Sulh, gerçekten hayırlı olandır. (Şurası bir gerçek ki,) nefisler, kendilerine düşkün ve hep bencilliğe ve kendi menfaatlerine eğilimlidir. Bu bakımdan (ey erkekler), eğer Allah’ı görüyormuşçasına, en azından O’ nun sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde hep iyiliği seçer ve (bilhassa kadınların hakkını gözetmede) takva yolunu tercih ederseniz, bilin ki hiç şüphesiz Allah, her ne yaparsanız yapın ondan mutlaka haberdardır.
129 Gerçekleştirme konusunda ne kadar hırs gösterseniz de, kadınlar arasında (sevgi, hissî alâka gibi bütünüyle irade altına girmeyen hususlarda) adaleti sağlamaya muvaffak olmanız mümkün değildir. Bununla birlikte, birinden büsbütün yüz çevirip de onu sanki kocasızmış gibi ortada bırakmayın. Eşlerinizle münasebetlerinizde hep sulh yörüngeli davranır, onların aralarında çıkan anlaşmazlıkları sürekli güzellikle ve adaletle halleder ve daima takva yolunu tercih ederseniz, bilin ki Allah, (elde olmadan işlenen, elde olarak işlense bile kendilerinden tevbe edilen hata ve günahları) pek çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve müttakî kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
130 (Aralarını düzeltme adına ortaya konan her türlü gayrete rağmen) eşler, (evliliği daha fazla devam ettiremeyeceklerine inanıp) ayrılacak olurlarsa, (fakir ve kimsesiz kalırız endişesine kapılmasınlar). Allah, her birine o çok geniş, her varlığı kapsayan lütf u kereminden bir kapı açar ve birini diğerine muhtaç etmez. Allah, lütf u keremiyle her varlığı kucaklayan, kullarına olabildiğince genişlik gösterendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
131 Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bu bakımdan, sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve elbette size de, “Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’nunla münasebetlerinizde takva dairesi içinde hareket edip O’nun koruması altına girin!” diye emrettik. Buna rağmen, eğer O’nu tanımaz ve O’na karşı nankör kesilirseniz bilin ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır: (ne O’nu tanıyıp O’na şükretmeniz O’na bir şey katar, ne de O’nu tanımayıp O’na karşı nankör kesilmeniz O’ndan bir şey eksiltir. Çünkü) Allah, mutlak servet sahibi, (dolayısıyla kullarının iman ve şükründen) mutlak müstağnîdir; (bütün ihtiyaçlarınızı gideren ve rızkınızı veren Rabbiniz olarak) hakkıyla hamde lâyıktır.
132 Evet, Allah’ındır göklerde ne varsa ve yerde ne varsa. Kendisine dayanılıp güvenilecek ve bütün işlerin havale edileceği (vekil) olarak Allah kâfidir.
133 Eğer O dilerse, ey insanlar, hepinizi ortadan kaldırır ve yerinize başkalarını getirir. Bunu yapmaya Allah’ın kudreti elbette yeter.
134 Kim dünya nimet ve mutluluğunu istiyorsa bilsin ki, dünyanın da Âhiret’in de nimet ve mutluluğu Allah katındadır. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla görendir: (her sözü işitir, her yapılanı görür ve hepsini kaydeder).
135 Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, annebabanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa, haktan yana ve Allah için şahitlik yapanlar olarak var gücünüzle ve kılı kırk yararcasına adaleti gerçekleştirin ve koruyun. (Lehinde ve aleyhinde şahitlikte bulunacağız kişi) zengin de olsa fakir de olsa bilin ki Allah, onların her ikisine de sizden daha yakındır; bu sebeple (zengine hürmetinize veya ondan beklentinize ve fakire merhametinize takılarak), nefsinizin meyillerine uyup adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek doğru şahitlikte bulunmaz veya şahitlik yapmaktan (ya da doğruyu söylemekten) büsbütün kaçınırsanız, unutmayın ki Allah, her yaptığınızdan hakkıyla haberdardır.
136 Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlü (Muhammed)’ e, Rasûlü’ne bölüm bölüm indirmekte olduğu Kitaba (Kur’ân’a) ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaplara (hakkıyla ve gerçek manâda) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini ve Âhiret Günü’nü tanımayıp inkâr ederse, hiç şüphesiz haktan büsbütün sapıp gitmiş demektir.
137 Şurası bir gerçek ki, iman edip sonra küfre düşenler, sonra tekrar iman edip ardından yine küfre düşen ve sonrasında da küfürde ileri gidip kökleşenler var ya: Allah, onları asla bağışlamayacağı gibi, onları (neticede kurtuluşa varacak) herhangi bir yola da katiyen yöneltecek değildir.
138 (Bunlar zaten münafıklar olup,) böylesi münafıklara müjdele ki, onların hakkı sadece çok acı bir azaptır.
139 Onlar, mü’minleri bırakıp da kâfirleri kendilerine yakın dost, sırdaş ve işlerini havale edip, sığınacakları birer mercî edinirler. Onlar, izzet, şeref ve kuvveti o kâfirlerle birlikte olmada mı görüyorlar? Oysa izzet, şeref ve kuvvet, bütünüyle Allah’a aittir.
140 Allah, size Kitap’ta (Kur’ân’da) daha önce indirmişti: Allah’ın âyetlerinin ret ve inkâr edilip onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir söze dalıp gidinceye kadar onların yanında oturmayın. Eğer (yaptıklarına katılmadığınızı ortaya koyacak en basit bir tavır olarak oradan kalkıp gitmez de, onlarla) oturmaya devam ederseniz, siz de onlar gibisiniz demektir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin tamamını Cehennem’de bir araya getirecektir.
141 Münafıklar, sizinle ilgili olup bitenleri çok yakından izler ve devamlı olarak havayı yoklarlar: Şayet Allah size bir zafer lûtfederse, “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer karşınızdaki kâfirlere zaferden bir pay düşecek olsa, bu defa onlara, “Biz, (mü’minlere katılmamak ve onları içten vurmak suretiyle) size yardım edip bu zaferde daha önemli bir pay sahibi olmadık mı, sizi mü’minlere karşı korumadık mı?” derler. Allah, Kıyamet Günü sizinle onlar arasında hükmünü verecektir. Allah, kâfirlere mü’minler aleyhinde asla yol vermez.
142 Münafıklar, kendilerince güya Allah’a hile edip O’nu kandırıyorlar; oysa Allah, onların hilelerini sürekli kendi başlarına çeviriyor. (O münafıklar) ne zaman namaza kalksalar, hep üşene üşene, üstelik sadece insanlara gösteriş yapmak, namaz kıldıklarını gösterip (güya Müslümanlıklarını ispat etmek için) kalkarlar ve (hem namazda, hem namaz dışında) Allah’ı pek az anar, pek az hatırlarlar.
143 (Mü’minlerle kâfirler) arasında bocalayıp dururlar; ne bunlara katılırlar, ne de onlara. Öyle ya, Allah her kimi saptırırsa, artık onun için (üzerinde gideceği) hiçbir sağlam yol bulamazsın.
144 Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri sırdaş, yakın dost, işlerinizde vekil ve müttefik edinmeyin. Yoksa (böyle bir akılsızlıkta bulunup da, nifak alâmeti olarak) aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil vermek (ve O’nun azabını üzerinize çekmek) mi istiyorsunuz?
145 Şüphesiz ki münafıklar, Ateş’in en alt tabakasındadırlar. Onlar için, (kendilerini oradan kurtaracak) bir yardımcı da bulamazsın.
146 Ancak samimi bir tevbe ile Allah’a yönelip hallerini düzeltenler ve Allah’a sımsıkı sarılanlar, ayrıca dinlerini tam bir ihlâsla yaşayıp Allah’a halis kul olanlar, işte bunlar mü’minlere dahildirler. Ve gün gelecek, Allah mü’minlere çok büyük bir mükâfat verecektir.
147 Siz şükredip iman ettikten sonra Allah size niye azap etsin ki? Allah, (Kendisine yapılan her şükre ve Kendisine her yönelişe fazlasıyla) karşılık verendir ve (her şeyi, herkesin halini) hakkıyla bilendir.
148 Allah, zulme ve haksızlığa maruz kalanın (usulü dairesinde) söylemesi dışında, (her ne türde ve şekilde olursa olsun) kötü sözün açıktan söylenmesinden asla hoşlanmaz. Hiç şüphesiz Allah, (her söyleneni) hakkıyla işitendir; (her sözü, her niyeti, her söyleyeni) hakkıyla bilendir.
149 (Buna karşılık,) bir iyiliği ister açıktan yapın ister gizlice yapın veya (şahsınıza reva görülen) herhangi bir fenalığı (ona usulünce mukabelede bulunmak hakkınız olmakla birlikte) bağışlayıverin: her halükârda bilin ki Allah, (Kendisine karşı işlenen) günahların pek çoğundan hemen geçiverendir; (cezalandırılması gereken her suçluyu ve suçu cezalandırmaya da) gücü hakkıyla yetendir.
150 (Çünkü cezayı hak eden) öyleleri vardır ki, (tanınması gerektiği şekilde tanımamakla) Allah’a ve (rasûllerin bazısına inanmamakla) O’nun rasûllerine karşı küfür içindedirler. (İman iddia ettikleri halde rasûllerden bazılarını inkâr ederek) Allah ile rasûllerinin arasını ayırmak dilemekte ve “(O rasûllerden) kimisine inanır, kimisini ise reddederiz.” diyerek, (iman ile küfür) ortasında kendilerince bir yol tutmak istemektedirler.
151 İşte bunlar, gerçekten kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
152 Buna karşılık, Allah’a ve rasûllerine (gerçekten) iman eden ve (inanma hususunda) rasûllerin arasında hiçbir ayırım yapmayanlara gelince: gün gelecek, Allah onların mükâfatlarını verecektir. Allah, (günahları) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek çok olandır.
153 Kitap Ehli kalkmış şimdi de, (peygamberliğini ispat için) senden üzerlerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Ey Rasûlüm, onların bu isteklerini çok görme!) Nitekim daha önce Musa’dan bundan da ötesini istemişler ve “Allah’ı bize apaçık göster!” demişlerdi de, bu zulümleri sebebiyle yıldırım çarpmışçasına gelen o dehşetli sarsıntı kendilerini yakalayıvermişti. Sadece bu değildi yaptıkları: kendilerine (gerçeği gösteren) apaçık deliller gelmiş (ve pek çok mucize de gösterilmiş) olmasına rağmen, tuttular (süs eşyalarından bir buzağı yapıp) onu ilâh edindiler; fakat Biz (hepsini helâk etmeyip, tevbelerini ve keffaretlerini kabulle) bu yaptıklarından da geçiverdik. Ve Musa’ya (Kitap ve Furkan verip,) apaçık bir delil, nüfuz ve hakimiyet bahşettik.
154 (Bu kadar da değil: Tevrat’a kuvvetle tutunmaları konusunda ) vermiş oldukları sözü sağlama almak için Tur’u (yerinden söküp) üzerlerine kaldırdık (ve düşüverecek gibi başları üzerinde öylece tuttuk. Ayrıca, çölde dolaşıp dururlarken kendilerini yönlendirdiğimiz beldenin) kapısından “Âdeta secde halinde, mütevazı ve emirlerimize boyun eğmiş olarak girin!” buyurduk. Yine, kendilerine “Sebt Günü’nün hürmetine riayetle, o günle ilgili yasağı çiğnemeyin!” diye emrettik ve (bu hususta ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyecekleri, birbirlerinin kanını akıtmayacakları gibi daha pek çok hususta) kendilerinden çok sağlam bir söz aldık.
155 İşte (başlarına ne geldi ise hep kendi yüzlerinden geldi): verdikleri sözde durmamaları, Allah’ın (vahyettiği) âyetlerini (ve hem kâinatta, hem de kendi hayatlarında müşahede edip durdukları) apaçık delilleri görmezlikten gelip inkâr etmeleri, hiçbir hakhukuk gözetmeksizin peygamberleri öldürmeleri ve “Bizim kalblerimiz kılıflı, kabuk bağlamış, kaşarlanmış; (imana kabiliyetimiz kalmamış!)” demeleri yüzünden; –oysa küfürde ısrarları sebebiyle Allah kalblerine baskı vurup küfrü tabiatları haline getirdi de, artık imanla, iman hakikatleriyle münasebet ve alâkaları pek azdır.–
156 Yine, küfürde ısrarla devamları ve Meryem aleyhinde dehşetli bir iftira atmaları yüzünden.
157 Yine, Allah’ın rasûlü Meryem oğlu İsa (hakkında övüne övüne, “Onu) katlettik!” diye iddia etmeleri yüzünden –oysa onlar, İsa’yı öldüremediler, onu asamadı ve çarmıha geremediler; fakat şüpheye düşürülüp (bir aldanışa ve karışıklığa sürüklendiler). İsa ve dünyadan nasıl ayrıldığı konusunda ihtilâfa düşenler, asla bir gerçeğe dayanmayıp, zaten kendileri de hep şüphe içindedirler. Herhangi kesin bir bilgiye sahip bulunmadıkları için, ancak zanna tâbi olup gitmektedirler. Gerçek şu ki, onlar İsa’yı asla öldüremediler.
158 Fakat Allah O’nu Kendi (katına) yükseltti. Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
159 Ehli Kitap’tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce İsa’yı (gerçek kimliğiyle tanıyıp, fakat artık fayda vermeyecek bir imanla) O’na mutlaka inanacak olmasın. Kıyamet Günü gelince de, İsa onların aleyhinde şahitlik yapacaktır.
160 Yine, Yahudi olanlardan taşan zulüm sebebiyle, kendilerine daha önce helâl kılınmış bulunan birtakım temiz ve hoş yiyecekleri onlara haram kıldık; ayrıca, insanları Allah’ın yolundan alıkoymaları sebebiyle de.
161 Kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faiz almaları ve halkın mallarını (gasp, yolsuzluk, hıyanet ve Allah’ın âyetlerini satma gibi) bâtıl yollarla yemeleri sebebiyle de. İçlerinden kâfir olanlara ise (Âhiret’te) pek acı bir azap hazırladık.
162 Fakat onların içinde ilimde derinleşip kökleşmiş olanlar ve gerçek manâda mü’min bulunanlar da (vardır ki, diğerleri gibi senden kendilerine gökten kitap indirmeni istemezler. Onlar,) sana indirilen (Kur’ân)’a ve senden önce indirilen (Tevrat, İncil ve diğer Kitaplar)a iman ederler; namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılanlardır onlar; ayrıca zekâtı tastamam verenler ve Allah’a ve Âhiret Günü’ne içten iman edenlerdir: onlardır ki, kendilerine çok büyük bir mükâfat vereceğiz.
163 (Ey Rasûlüm!) Nuh’a ve O’ndan sonra gelen nebîlere nasıl vahiyde bulunmuşsak, aynı şekilde sana da vahyediyoruz. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve O’ nun soyundan gelip İsrail kabileleri içinde gönderilen peygamberlere, İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davud’a da Zebur’u verdik.
164 (Misyonları çerçevesinde) daha önceden sana bahsettiğimiz rasûller gibi, kendilerinden sana söz etmediğimiz daha başka rasûller de gönderdik (ve şüphesiz onlara da vahiyde bulunduk). Ve Allah, Musa ile de hususî bir tarzda konuştu.
165 Hepsini (iman ve salih amel karşılığında af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyiciler ve (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcılar olarak gönderdik; ta ki, kendilerine rasûller geldikten sonra insanların, (“Bize müjdeleyen ve uyaran bir rasûl gelmemişti ki!” diye) Allah karşısında geçerli bir mazeretleri olmasın. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
166 (İnsanlar ister iman etsin ister etmesin,) ama Allah, sana indirdiğinin hak olduğuna bizzat şahadet etmektedir ve yine şahadet etmektedir ki, onu bizzat Kendi ilmine dayalı olarak ve yine Kendi ilmi dahilinde indirmektedir. Sonra, bu gerçeğe melekler de şahitlik etmektedirler. Aslında (başka şahitlere ihtiyaç da yoktur ya; çünkü bir şeyin gerçekliği için) şahit olarak Allah yeter.
167 Hâl böyle iken, (sana indirdiğimiz hakikatları) ret ve inkâr edenler ve başkalarını da Allah’ın yolundan alıkoyanlar, hiç şüphesiz haktan büsbütün sapıp gitmişlerdir.
168 Evet, o inkâr edenleri ve (başkalarını Allah’ın yolundan alıkoymakla) zulmedenleri, (böyle bir inkârla da Allah’a, peygamberlere, meleklere, bütün mü’minlere ve hakka şahitlik eden onca varlığa karşı) haksızlıkta bulunanları Allah asla bağışlayacak değildir; onları (başka) bir yola iletecek de değildir,
169 İçinde ebediyen kalacakları Cehennem’in yolu dışında. Bunu yapmak, Allah için pek kolaydır.
170 Ey (bütün) insanlar! O (şanı çok yüce en büyük) Rasûl, size Rabbinizden hakkı getirdi; dolayısıyla kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki (inkârınızın Allah’a hiçbir zararı olmayacak ve O’ndan hiçbir şey eksiltmeyecektir; çünkü) göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Ve Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
171 Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçek dışı iddialarda bulunmayın. Bilin ki, Meryem’in oğlu İsa Mesih başka değil, sadece Allah’ın bir rasûlüdür ve (Kudreti’nin) bir kelimesidir ki, onu Meryem’e bırakmıştır; bir de, Allah’tan bir ruhtur. Şu halde, Allah’a (Allah olarak) ve (İsa Mesih gibi) bütün rasûllerine de (rasûl olarak) iman edin; böyle iman edin de, “İlâh üçtür!” demeyin. Kendi hayrınıza, böyle iddialardan vazgeçin. Allah ki, ancak tek bir ilâhtır. Hiç mümkün müdür ki bir oğlu olsun; bundan bütünüyle münezzehtir O. Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hepsi O’nundur (O’nun mülküdür ve O’nun tasarrufu altındadır). Allah, (koruyan, yöneten ve bütün işlerin Kendisine havale edileceği bir) vekil olarak yeter.
172 Mesih, Allah’a herkes gibi sadece bir kul olup ibadet etmekten asla kaçınmaz; Allah’a en yakın melekler de kaçınmaz; (şu halde, melekler içinde de asla bir ilâh bulunamaz). Kim Allah’a kul olup ibadet etmekten kaçınır ve bunu kibirine yediremezse, bilsin ki Allah, öylelerinin hepsini huzuruna toplayacak (ve hesaba çekecektir).
173 İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara ise mükâfatlarını tastamam verecek, üstelik lütf u kereminden daha fazlasını bahşedecektir. (Allah’a kul olmaktan) kaçınanlara ve bunu kibirlerine yediremeyip büyüklenenlere gelince, öylelerini ise çok acı bir azapla cezalandıracak ve onlar, Allah kendilerini asla sahiplenmeyeceği için, (azap karşısında) ne bir koruyucu, ne bir sahip, ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.
174 Ey insanlar! Hiç şüphesiz Rabbinizden size kesin bir Delil geldi ve size her şeyi olduğu gibi apaydınlık gösteren ve yolunuzu aydınlatan parlak bir Nur indirdik.
175 İşte, Allah’a (bu Delil’in kılavuzluğunda ve Nûr’un ışığında) iman eden ve O’na sımsıkı sarılanları O, Kendi katından (şu anda mahiyetini ve büyüklüğünü kavrayamayacağınız) bir rahmetin ve yine (mahiyetini kavramanız mümkün olmayan) bir lütf u nimetin içine yerleştirecek ve dosdoğru bir yol üzerinde hiç sapmadan Kendisine ulaştıracaktır.
176 (Ey Rasûlüm!) Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kelâle (geride baba ve çocuk bırakmadan vefat eden kişi)nin mirasıyla ilgili hükmünü size şöyle bildiriyor: “Çocuğu olmayan, (babasını da daha önce kaybetmiş bulunan) biri ölür ve geride (öz veya baba bir) kız kardeş bırakırsa, terikesinin yarısı ona aittir; (kalan yarısı, baba tarafından varsa mirasçı konumundaki akrabanındır. Onlar da yoksa, yine kız kardeşindir.) Eğer herhangi bir kız kardeş çocuk bırakmaksızın ölürse, (tek vâris olan öz veya baba bir) erkek kardeş, onun terikesinin tamamını alır. (Babasız veya çocuksuz olarak vefat eden bir kişiden) geriye iki kız kardeş kalırsa, terikenin üçte ikisi onlarındır. Eğer vârisler erkek ve kız kardeşlerden ibaret olurlarsa, bu durumda erkek, kadın hissesinin iki mislini alır. Allah, hükümlerini size açıklıyor ki, herhangi bir yanlışlığa ve şaşkınlığa düşmeyesiniz. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً 1
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً 2
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ 3
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً 4
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً 5
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً 6
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً 7
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً 8
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً 9
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟ 10
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً 11
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ 12
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 13
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ 14
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً 15
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً 16
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 17
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً 18
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً 19
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً 20
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً 21
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتاًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً۟ 22
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ 23
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۚ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۘ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَٓاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَۜ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه۪ مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَر۪يضَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه۪ مِنْ بَعْدِ الْفَر۪يضَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً 24
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 25
يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ 26
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً 27
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً 28
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً 29
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً 30
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً 31
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً 32
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟ 33
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً 34
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً 35
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ 36
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ 37
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً 38
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً 39
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً 40
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ 41
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟ 42
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً 43
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ 44
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً 45
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً 46
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً 47
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً 48
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً 49
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟ 50
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً 51
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ 52
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ 53
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً 54
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً 55
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً 56
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً 57
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً 58
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟ 59
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً 60
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ 61
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً 62
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً 63
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً 64
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً 65
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ 66
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ 67
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً 68
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ 69
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟ 70
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً 71
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً 72
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً 73
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً 74
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ 75
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟ 76
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً 77
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً 78
مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً 79
مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ 80
وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً 81
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً 82
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً 83
فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً 84
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً 85
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً 86
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟ 87
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً 88
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ 89
اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً 90
سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟ 91
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 92
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً 93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً 94
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ 95
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟ 96
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ 97
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلاً 98
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً 99
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟ 100
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُواًّ مُب۪يناً 101
وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً 102
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً 103
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً۟ 104
اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يماًۙ 105
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ 106
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ 107
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً 108
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً 109
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً 110
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 111
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟ 112
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً 113
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً 114
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟ 115
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً 116
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ 117
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ 118
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ 119
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً 120
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً 121
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً 122
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً 123
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً 124
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً 125
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟ 126
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً 127
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً 128
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً 129
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً 130
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً 131
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً 132
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً 133
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟ 134
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً 135
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً 136
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ 137
بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ 138
اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ 139
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ 140
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟ 141
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ 142
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً 143
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً 144
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ 145
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً 146
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً 147
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً عَل۪يماً 148
اِنْ تُبْدُوا خَيْراً اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ قَد۪يراً 149
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاًۙ 150
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقاًّۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً 151
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟ 152
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً 153
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً 154
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ 155
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ 156
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ 157
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً 158
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ 159
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ 160
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً 161
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟ 162
اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ 163
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ 164
رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً 165
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً 166
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً 167
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ 168
اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً 169
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً 170
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟ 171
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعاً 172
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً 173
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ نُوراً مُب۪يناً 174
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۜ 175
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ 176
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً
Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan (onunla aynı tür ve mahiyetten) de eşini yaratarak, bu ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. (“Allah hakkı için”) deyip adını anarak birbirinize karşı istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve rahimlerin hakkını (annebaba, aile ve akraba hukukunu) ihlâlden de sakınınız (–gerek yakınlarınızla gerekse bütün insanlarla olan münasebetlerinizde takva esasları üzerinde hareket ediniz). Hiç şüphesiz Allah, üzerinizde her yaptığınızdan haberdar bir gözetleyicidir.
1
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً
Bakım ve gözetiminizde bulunan yetimlerin mallarını tastamam verin ve (hakkınız olmayan mallara tecavüz edip de,) temizi kirli ile (helâl malınızı haramla, yetimlere bakmakla kazandığınız sevabı günahla) değişmeyin. Ayrıca, onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. (Anılan bu kötülüklerden) herhangi birini yapmanın getireceği vebal çok büyüktür.
2
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
Himayenizdeki yetim kızlarla evlendiğinizde eğer haklarını gerektiği ölçüde gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bu takdirde, size helâl olup da arzu ettiğiniz başka kadınlardan iki, üç veya dört tanesiyle evlenebilirsiniz. Eğer, birden fazla hanımınız olur da aralarında (nafakalarını temin ve birlikte geceleme gibi, hukuki açıdan) adalet yapamamaktan korkarsanız, bu durumda bir tanesiyle veya elinizin altında bulunan cariyelerle yetinin. Böyle davranmanız, zulme ve haksızlığa meyletmemeniz için daha uygun, daha elverişlidir.
3
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً
Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül rızası ile size bağışlarlarsa, onu içinize sine sine ve afiyetle yiyebilirsiniz.
4
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
Hayatınızı sürdürebilmeniz için Allah’ın bir vesile kıldığı ve gerek mülkünüz, gerekse emanet olarak ellerinizde bulunan malları aklı ermez, nereye ve nasıl harcanacağını bilmez ve israfçı kişilere vermeyiniz. Bunun yerine, o mallarla (özellikle o malları işleterek elde edeceğiniz gelirle) böylelerinin yemeiçme ihtiyaçlarını sağlayınız, onları giydiriniz ve (kendilerine karşı kaba ve kırıcı olmaktan kaçınıp), onlara güzel ve yerinde söz söyleyiniz, usulünce tavsiyelerde bulununuz.
5
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
Evlenme çağına ulaşıncaya kadar yetimleri gözetip deneyin. Eğer akılca olgunlaştıklarına ve sorumluluk şuuruna ulaştıklarına kanaat getirirseniz, mallarını kendilerine hemen devrediniz. O malları gereksiz yere ve büyüyünce ellerine geçecek diye aceleden harcamalarla tüketmeyiniz. Kim, kendisini (ve ailesini) geçindirecek derecede zengin ise, (himayesinde bulunan) yetimin malından almaya tenezzül etmesin. Kim de fakir ve muhtaç olursa, bu takdirde, baktığı yetim( ler)in malından meşrû dairede, emeği ve ihtiyacı ölçüsünde yararlanabilir. Mallarını kendilerine devrettiğinizde, bunu şahitlerle tesbit edin. Hesap soran ve hesap gören olarak Allah yeter.
6
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً
Annebabanın ve yakın akrabanın vefatla geride bıraktıkları mallarda erkek mirasçılar için pay vardır; annebabanın ve yakın akrabanın vefatla geride bıraktıkları mallarda –o mallar az olsun çok olsun– kadın mirasçılar için de pay vardır. Bunlar, Allah tarafından takdir edilmiş ve mirasçıya mutlaka verilmesi gereken paylardır.
7
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
Miras taksim edilirken mirasçı olmayan akrabadan, yetimlerden ve yeterli geçimlikten gerçekten mahrum düşkünlerden hazır bulunanlar olursa, onlara da o mirastan bir şeyler verin ve kendilerine gönül alıcı, güzel söz söyleyin.
8
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً
Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde onların hali nice olur diye endişe edenler, yetimlerin hukuku hususunda da öylece korkup ürpersinler. Ürpersinler de, Allah’ın (bu konudaki emirlerine karşı gelerek O’nun cezasına maruz kalmaktan) sakınsınlar ve (gerek miras paylaşımında, gerekse yetimlere muamelelerinde) sözün güzelini ve doğrusunu söylesinler.
9
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟
Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarında ancak (niteliğini şu anda bilmedikleri çok dehşetli bir) ateş yerler. Onlar, yakın bir gelecekte, (dünyadaki ateşlerden hiçbirine benzemeyen ve şiddetinin derecesini Allah’tan başka kimsenin bilmediği) kaynar ve alevli bir Ateş’e girip kavrulacaklardır.
10
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
Allah, çocuklarınız hakkındaki miras hükümlerini size şöyle emrediyor: erkek çocuğun payı, kız çocuğunun hissesinin iki katıdır; eğer (mirasçı olarak erkek çocuk yok da, sadece) iki ve daha fazla kız çocuk varsa, terikenin üçte ikisi onlarındır; eğer tek bir kız çocuğu varsa, bu durumda o, (terikenin) yarısını alır. Vefat edenin çocuğu var, (annebabası da geriye kalmışsa), annebabanın her birine altıda bir pay verilir. Vefat edenin çocuğu yok da, kendisine sadece annebabası vâris oluyorsa, bu defa anne için üçte bir hisse vardır. Vefat edenin (çocuğu yok,) annesiyle birlikte, (kız kardeşi olsun olmasın) iki veya daha fazla erkek kardeşi varsa, bu durumda altıda bir anne alır: mirasla ilgili bütün bu işlemler, vefat edenin yaptığı (Şer’an geçerli) vasiyetin ifasından ve varsa bıraktığı borcun muhakkak ödenmesinden sonra uygulanır (–önce borç ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir, sonra da miras taksim edilir). Annebabanız ve çocuklarınız: faydaları itibariyle hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz. Bu bakımdan, bütün bu taksimat, Allah’ın takdir buyurup yerine getirilmelerini kesinlikle farz kıldığı hükümlerdir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her yaptığında çok önemli hikmetler bulunandır.
11
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ
Vefat eden eşlerinizin bıraktıkları malın, eğer çocukları yoksa, yarısı siz (kocalarındır); çocukları varsa, bu takdirde dörtte biri sizindir: fakat bu, vasiyetlerinin ifasından ve varsa borçlarının ödenmesinden sonradır. Sizin bıraktığınız terikenin ise, eğer çocuğunuz yoksa, dörtte biri, eğer çocuğunuz varsa bu durumda sekizde biri onlarındır: yine bu da, vasiyetinizin yerine getirilmesi ve varsa borcunuzun ödenmesinden sonradır. Eğer vefat eden erkek veya kadın, geriye çocuk(lar) veya annebaba bırakmayıp, sadece (aynı anneden) bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, bu durumda, geriye kalan kardeşe altıda bir hisse verilir. Şayet bu (anne bir kardeşler) daha fazla sayıda olursa, bu takdirde üçte bir hisseye ortak olurlar. Bu hüküm de, yapılan vasiyet ve varsa borcun ifasından sonrası içindir: vasiyetin yerine getirilip borcun ödenmesinde, (malın üçte birden fazlasını vasiyet etmek, vefat edenin borcu olmadığı halde borç iddia etmek veya borcu fazla göstermek gibi yollarla) mirasçılar zarara uğratılmamalıdır. Bütün bu miras hükümleri, Allah’ın birer emridir. Allah, (herkesin neyi, nasıl ve niçin yaptığını) hakkıyla bilendir; kullarının hataları karşısında çok sabırlı, çok müsamahalıdır.
12
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Bütün bunlar, Allah’ın çizmiş olduğu sınırlardır. Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder (ve bu sınırlar içinde kalırsa), Allah onu içlerinde sonsuzca kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.
13
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟
Buna karşılık, kim de Allah’a ve Rasûlü’ne isyan eder ve O’nun (koymuş olduğu) sınırları aşarsa, Allah da onu, içinde sonsuzca kalmak üzere (çok korkunç bir) Ateş’e koyar. Onun hakkı, alçaltıcı bir azaptır.
14
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً
Kadınlarınızdan çirkin bir fiilde (zina) bulunanlarla ilgili olarak, (hadisenin üzerinden şehirlerde bir ayı, köylerde azamî altı ayı geçmemek üzere), içinizden dört erkek şahidin (hadiseyi bizzat gördüğüne dair) şahitlikte bulunması gerekir. Eğer dört kişi şahitlik ederse, bu takdirde ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah haklarında bir yol tayin buyuruncaya kadar onları evlerde tutun.
15
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
İçinizde eğer bir çift o çirkin fiili işlemiş olursa, onlara kınama, azarlama, dövme tarzında ceza verin. Bununla birlikte, tam bir pişmanlıkla yaptıklarından vazgeçer ve artık hallerini ıslah ederlerse, bu takdirde onları daha fazla cezalandırmaktan vazgeçin. Şüphesiz Allah, kullarına tevbe nasip eden ve onların tevbesini fazlasıyla kabul buyurandır; inanmış ve Kendisi’ne yönelmiş kullarına hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
16
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Allah’ın kabulünü va’d buyurduğu tevbe, kötülüğü bir an nefsine (öfkesine, şehvetine) mağlûp olarak veya yaptığının günah olduğunu henüz bilmeden işleyip, sonra da çabucak (veya yaptığının günah olduğunu öğrenir öğrenmez) hemen vazgeçerek Allah’a yönelenlerin tevbesidir. İşte tevbelerini Allah’ın kabul buyuracağı kimseler bunlardır. Allah, herkesin (niyetini, neyi niçin yaptığını) hakkıyla bilendir; tam hüküm ve hikmet sahibidir.
17
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Yoksa makbul tevbe, (hayatları boyu) kötülükleri işleyip de onlardan birine tam da ölüm gelip çattığında, “Artık ben tevbe ettim!” diyenlerin tevbesi olmadığı gibi, küfür içinde bir hayat geçirip, (ölüm anında tevbeye yeltenen, ama o andaki tevbe makbul olmadığı için) kâfir olarak ölüp gidenlerin tevbesi de değildir. Evet, böyleleri için çok acı bir azap hazırladık.
18
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً
Ey iman edenler! (Yakınlarınızdan vefat edenlerin) eşlerini, (sanki miras malmışlar gibi) zorla sahiplenip, (kendilerine mehir ödemeden nikâhlamanız veya mehirlerini alarak başkalarıyla evlenmeye zorlamanız) helâl olmaz; zina gibi aranızı bütün bütün açacak bir suç işlemedikleri takdirde, kendi eşlerinizi de onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını geri almak için sıkıştırmanız (ve boşanmaya zorlamanız) da helâl değildir. Eşlerinizle güzelce ve iyi geçinin. (Başlangıçta ve bazı yönleriyle) onlardan hoşlanmayabilirsiniz; fakat bir şey sizin hoşunuza gitmez de, bakarsınız Allah onda pek çok hayırlar takdir etmiştir.
19
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً
(Her şeye rağmen), bir eşinizden ayrılıp da yerine başka bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yük yük mehir vermiş de olsanız içinden en küçük bir şey almayın. Yoksa onu almayı mümkün kılacak (bir boşanma yoluna başvurup) iftirada bulunacak ve göz göre göre çok büyük bir günaha mı gireceksiniz?
20
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
Hem nasıl alabilirsiniz ki, birbirinize karılıp katıldınız; aynı yastığa baş koydunuz ve (eşleriniz) sizden haklarını gözetme konusunda sağlam bir teminat da almışlardı!?
21
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتاًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً۟
Daha önce olup bitenler(in hukukî neticelerinin sabit bulunması ve onlardan dolayı artık üzerinizde vebal olmaması) bir tarafa, bundan böyle babalarınızın (ve dedelerinizin) nikâhladığı (ve onlardan geriye kalan) kadınları nikâhınıza almayın; (nikâhlı bulunduklarınızdan da ayrılın). Hiç şüphe yok ki bu, Allah’ın gazabına sebep olan büyük bir hayasızlıktır. Ve ne iğrenç bir yoldur o!
22
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ
(Ey mü’min erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız) size haram kılınmıştır: (Öz veya üvey) anneleriniz, kızlarınız (ve torunlarınız), (öz veya üvey) kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz (–aranızda haramlığa sebep olan kan yakınlığı mukabili süt yakınlığı bulunanlar), kayınvalideleriniz ve kendileriyle gerdeğe girdiğiniz eşlerinizden olup da yanınızda kalan (veya kalmayan) üvey kızlarınız –kendileriyle gerdeğe girmeyerek evlilik tamamlanmadan ayrıldığınız eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda ise beis yoktur. Keza, öz oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi (ve hala veya teyze ile yeğenini) nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah, kullarının günahlarını çok bağışlayandır; bilhassa mü’min kullarına karşı hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
23
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۚ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۘ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَٓاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَۜ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه۪ مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَر۪يضَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه۪ مِنْ بَعْدِ الْفَر۪يضَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
Harp esiri olarak elinizin altında bulunan ve kocalarıyla münasebetleri fiilen kopmuş olan cariyeler müstesna, başkalarının nikâhı altındaki kadınlarla evlenmeniz de haramdır. Bütün bunlar, sizin için Allah’ın takdir buyurduğu ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir. Bu sayılanlardan başkalarını, iffet ve meşruiyet çerçevesinde, zina gibi sefahat yollarına sapmadan, evliliğin hikmet ve sorumluluklarına uygun bir hayat sürmek üzere ve mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır. Bu şartlar altında onlardan hangisiyle bir arada bulunup beraberliklerinden yararlanmak istiyorsanız (ve yararlandı iseniz), üzerinizde bir borç olarak belirlenmiş olan mehirlerini ödeyin. Fakat mehri belirledikten sonra üzerinde karşılıklı rıza ile anlaştığınız bir ödeme şekli veya miktarı konusunda sizin için herhangi bir vebal söz konusu değildir. Şüphesiz Allah, (her neyi ve her ne maksatla yaparsanız onu) hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
24
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
İçinizde hür mü’min kadınlarla evlenecek servet ve imkânı bulunmayanlar, ellerinizin altında bulunan mü’min cariyelerle evlenebilirler. (Böyle mü’min cariyelerle evlenmeyi bir zül saymayın. Evlenmeyip zina gibi haram yollara yönelmek, asıl zillettir. Zaten) Allah da sizi imanlarınızla değerlendirir ve her birinizin imanının keyfiyet ve derecesini çok iyi bilmektedir. (Hür olsun cariye olsun,) hepiniz aynı kökten birer insan (ve mü’minler olarak da) aynı Din’in, aynı toplumun mensuplarısınız. Öyleyse o cariyeleri, zinaya, fuhşa sapmadan ve gizli dost da edinmeden iffet ve namuslarını koruyan, evliliğin hikmet ve sorumluluklarını bilen kadınlar olarak sahiplerinin izniyle nikâhlayın ve mehirlerini de güzellikle ve Din’in, örfün ilgili kaidelerini nazara alarak verin. Bu şekilde evlenip iffetleri de korumaya alındıktan sonra eğer zina gibi çirkin bir fiil irtikap edecek olurlarsa, bu takdirde onlara uygulanacak ceza, (bekâr) hür kadınlara uygulananın yarısıdır. Cariyelerle evlenme (emri), içinizden kötü yola sapmaktan korkanlar içindir. Bu konuda önü alınamaz bir endişeniz yok da, eğer sabrederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, günahları, hataları çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve haşyet sahibi kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
25
يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Allah, (haramları ve helâlleri, doğruları ve yanlışları) size bu şekilde apaçık bildirerek yolunuzu aydınlatmak, sizi daha önce geçen (Salih ümmetlerin gerçek kurtuluş ve mutluluk) yollarına iletmek ve sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten alıkoyup affına, rahmetine ve her bakımdan hakka yöneltmek diliyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
26
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
Allah, (haramları ve helâlleri size açıklayarak) sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten alıkoyup affına, rahmetine ve her bakımdan hakka yöneltmek diliyor; buna karşılık, (karşı cinse, çocuklara, mal, para, makam, şöhret, ekin gibi her türlü dünyalığa ve kazanca karşı besledikleri) aşırı tutkuların peşinde gidip keyiflerine tâbi olanlar ise, sizin büsbütün yoldan çıkıp uçurumlara sürüklenmeniz dileğindedirler.
27
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً
Allah, yükünüzü hafifletmek (Din’i ve hayatı sizin için yaşanılır kılmak) diliyor. Çünkü insan, yaratılışça zayıftır ve zaafları olan bir varlıktır.
28
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda, ticaret gibi karşılıklı rızaya ve anlaşmaya dayanan meşrû bir yolla olması dışında (hırsızlık, gasp, yolsuzluk, hıyanet, faiz, kumar gibi ve benzeri) bâtıl yollarla yemeyin ve (meşrû dairede kazanmayı bırakıp, sözde zühd adına nefsinizi aşırı sıkıntıya sokarak ve toplumunuzu yoksulluğa iterek, ayrıca bâtıl yollarla hem kendinizi, hem toplumunuzu helâke sürükleyerek) ölümünüze sebep olmayın. Unutmayın ki Allah, (bilhassa mü’minler olmanız hasebiyle) size karşı çok merhametlidir.
29
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Buna rağmen her kim, (bilmeyerek, hataen veya unutarak değil de,) herhangi bir tür düşmanlık, (Allah’ın koyduğu) sınırları bile bile aşma ve hem başkalarına, hem de kendisine haksızlıkta bulunma manâsında ve ölçüsünde bu yasakları işlerse, o zaman Biz onu yanıp kavrulmak üzere (burada niteliğini bilmeniz mümkün olmayan) bir Ateş’e koyarız. Allah için çok kolaydır bu.
30
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً
Eğer siz yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, diğer günahlarınızı Biz örtüp affederiz ve sizi, nerede bulunursanız bulunun, saygı ve ikram göreceğiniz bir mevkie çıkarır ve neticede de pek hoş, çok değerli ve ikramı pek bol bir yere yerleştiririz.
31
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً
(Dünyada geçimlikler farklı farklıdır. Erkek veya kadın olmak da elinizde değildir. Dolayısıyla,) Allah’ın bazınıza bazınızdan daha fazla verdiği (makam, servet, fizikî cazibe gibi) dünyalıklar hususunda, (“Keşke bizim de olsaydı!”) şeklinde temennide bulunmayın ve (aranızda kıskançlığa düşmeyin; Allah’ın yaptığı paylaştırmaya da itiraz etmeyin). Erkekler için çalışıp kazandıklarından bir pay (ve işledikleri amellerden dolayı sevap veya günah) olduğu gibi, kadınlar için de çalışıp kazandıklarından bir pay (ve işledikleri amellerden dolayı sevap veya günah) vardır. (Bununla birlikte, mevcutla yetinmeyin; meşrû dairede ve Allah rızası istikametinde olmak kaydıyla, gayretinizi ve hedefinizi büyük tutup, çalışarak ve dua ile) Allah’ın lütf u kereminden isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir ve her yaptığını bilerek yapar.
32
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟
Annebaba ve diğer yakın akrabanın ölümlerinden sonra bırakacakları terike için vârisler belirledik. (Bu vârislerin terikede kendilerine verilmesi gereken belli hakları olduğu gibi,) yeminlerinizle aranızda mukavele akdettiğiniz kişilerin de haklarını verin. Şüphesiz Allah, her şeye (ve bu arada, yaptığınız her işe ve her anlaşmaya) hakkıyla şahittir.
33
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
(Sahip kılındıkları birtakım sıfatlar ve yüklendikleri vazife ve sorumluluk açısından erkeklik vasfına tam sahip bulunan) erkekler, kadınlar üzerinde koruyucu ve yöneticidirler. Bu, (yöneticilik ve koruyuculuk noktasında) Allah’ın bazı insanları bazılarından, (bu arada genellikle erkekleri de kadınlardan) daha kapasiteli yaratmasından ve bir de erkeklerin (mehir verme ve evin bütün masraflarını yüklenme gibi) mâlî sorumluluklarından dolayıdır. Gerçekten iyi kadınlar, Allah’a karşı itaatkâr, (meşrû çerçevede ve günahta olmamak kaydıyla) kocalarının hukukuna da riayet eden ve Allah nasıl gizli ve mahrem kalması gereken hususları koruyor ve onların açılmasına müsaade etmiyor ise, aynı şekilde (namuslarını, aile sırlarını, ailenin mal, şeref ve haysiyetini ve kocalarının hukukunu) bilhassa kimsenin görmeyeceği yerlerde ve kocalarının yokluğunda koruyan kadınlardır. Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: önce onlara öğüt verin; ıslah olmazlarsa, onları yatakta yalnız bırakın ve yine yola gelmezlerse (hafifçe) dövün. Eğer (Allah hakkı, aile fertlerinin eğitimi ve yetiştirilmesi başta olmak üzere, kendinize de ait meşrû isteklerinizde) size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep ve mazeret aramayın. Unutmayın ki Allah, mutlak yücedir aşkındır, mutlak büyüktür.
34
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً
Eğer eşlerin arasının açılıp birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, bu takdirde erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem tayin edin. İki taraf da işi düzeltmek dilerse, Allah aralarını bulur ve onları uyuşmaya muvaffak eder. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır.
35
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
(Bu arada fert, aile ve toplum hayatındaki gerçek saadetin esasları olarak) Allah’a ibadet edin ve hiçbir şeyi hiçbir şekilde O’na ortak koşmayın; annebabaya en güzel şekilde davranın ve iyilikte bulunun; aynı şekilde akrabaya, yetimlere, yeterli geçimlikten gerçekten mahrum düşkünlere, (mekân, Din bağı, kan bağı açısından) yakın komşulara, uzak komşulara; yol, meslek veya iş arkadaşlarınıza; memleketinden ayrı düşmüşlere, yolculara, misafire; ve elinizin altında bulunan (köle, cariye ve hizmetçilere) de (güzel muamele ve iyilikte bulunun. Böyle davranın ve kendinizi bu yönde eğitin); çünkü Allah, kendini beğenen ve övünüp duran hiç kimseyi sevmez.
36
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ
(Allah’ın verdiği nimetlerde) cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanları da cimriliğe çağıran ve Allah’ın tamamen lütf u kereminden ihsan buyurduğu (mal ve ilim gibi) nimetleri gizleyenler var ya: işte Biz, o nankör kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
37
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً
Mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcayıp Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanmayanları (da Allah sevmez ve onlar için de alçaltıcı bir azap hazırladık). (Böylelerinin yakını, yoldaşı şeytandır ve) şeytan kime yakın ve yoldaş olmuşsa, açık ki o, ne kötü bir yakın ve yoldaştır!
38
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً
Onlar, Allah’a ve Âhiret Günü’ne iman etmiş olsalardı ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah rızası için) infak etselerdi, sanki ne kaybederlerdi? Ama Allah, onları çok iyi bilmektedir.
39
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً
Şu bir gerçek ki, Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez. (Zulmetmek şöyle dursun,) yapılmış tek bir iyiliği (hem neticesi, hem de onun için vereceği mükâfat açısından) kat kat artırır; ayrıca (onun hak ettiği bir karşılık olarak değil, bütünüyle) Kendi katından çok büyük bir mükâfat da bahşeder.
40
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ
Her ümmetten (o ümmetin yaptıklarına ve onlara Allah’ın dininin tebliğ edildiğine dair) bir şahit getirdiğimiz ve (ey Rasûlüm,) seni de şunlar (ümmetin hakkında ve onlar içindeki kâfirler ve münafıklar) aleyhinde şahit olarak getirdiğimizde insanların hali nice olur?
41
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟
O gün, (dünyada iken) küfür içinde yaşayıp küfür içinde ölmüş ve (bilhassa o şanı yüce ve en büyük) Rasûl’e isyan etmiş olanlar isterler ki, yer onları yutsun da, (söyledikleri ve yaptıklarıyla kendilerinden en küçük bir eser kalmayacak şekilde) dümdüz olsun. Ama onlar, Allah’tan ne söyledikleri bir sözü gizleyebilirler, ne de yaptıkları bir işi.
42
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً
Ey iman edenler! (Alkol veya bir başka sebeple) sarhoş (ve uyku hali ya da benzeri bir halle mahmur)ken, ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya kadar namaza yaklaşmayın; yolculuk dışında, cünüp iken de gusletmedikçe (yine namaza durmayın). Eğer hasta olup da (su kullanmak size zarar verecekse) veya seferde olup da (su bulamazsanız), veya sizden biri tuvaletten gelmiş ise, yahut hanımlarınıza temas etmiş de gusledecek su bulamadı iseniz, bu takdirde temiz toprağa yönelip teyemmüm edin: (avuç içlerinizi toprağa vurarak,) yüzlerinizi ve elleriniz(le birlikte dirseklerinize kadar kollarınızı) meshedin. Şüphesiz Allah, zorlukları hafifletip kullarına hep kolaylık gösteren ve onların hata ve günahlarını pek çok bağışlayandır.
43
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere: nasıl da sürekli dalâleti satın alıp duruyorlar ve bu yetmiyormuş gibi, sizin de (üzerinde bulunduğunuz) düz yoldan sapıp gitmenizi diliyorlar.
44
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً
(Ey mü’minler!) Allah, düşmanlarınızın kimler olduğunu çok iyi bilir; sizden daha iyi bilir. (Ve, düşmanlarınız karşısında ve her durumda) Allah size dost ve koruyucu olarak yeter; Allah, size yardımcı olarak yeter.
45
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً
Yahudi olanlardan bir kısmı, sözü manâsı değişecek biçimde aslî şeklinden saptırmakta ve kasten yanlış telaffuz etmekte, (“İşittik ve itaat ettik!” diyecekleri yerde) “İşittik ve isyan ettik!”; (“Bizi dinleme lûtfunda bulunur musunuz!” der gibi yapıp,) “Dinle, dinlemez olası söz dinlemez!” ve (“Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz?” der gibi yapıp,) “Bizi de gözet çobanımız!” demektedirler; bunu da, ağızlarını eğip bükerek ve sırf (İslâm) Dini’ni kınayıp onunla alay etmek için yapmaktadırlar. (Böyle davranacaklarına,) “İşittik ve itaat ettik!”; “Bizi dinleme lûtfunda bulunur musunuz!”; ve “Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz!” deselerdi, elbette kendileri için hem hayırlı, hem de dürüst ve yakışır bir şey olurdu. Fakat sürekli inkârlarından ve küfürle özdeşleşmelerinden dolayı Allah onları lânetledi (rahmetinden kovdu) ve artık imanla, iman hakikatleriyle münasebet ve alâkaları pek azdır.
46
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
Ey kendilerine Kitap verilenler! İndirmekte olduğumuz ve elinizde bulunan Kitabı (aslî hali, İlâhî kaynaklı oluşu ve halâ ihtiva ettiği gerçekler itibariyle) tasdik eden bu Kitaba, Biz birtakım yüzleri yüz olmaktan çıkarıp, ‘hiçbir şey görmez, işitmez, söylemez ve koklayamaz hale getirmeden’ veya Sebt Günü’nün haramlığına uymayanları rahmetimizden kovduğumuz gibi onları da kovup insan kılığından çıkarmadan iman edin. (Unutmayın ki,) Allah her neye hükmederse o mutlaka yerine gelir.
47
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً
Şurası muhakkak ki, Allah (katında en önemli değer O’nun varlığına ve birliğine inanmak olup) O, Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun altındaki günahları ise (bilhassa tevbe ve istiğfarla Kendisi’ne yönelen) dilediği kimse hakkında bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz korkunç bir iftirada bulunmuş, pek büyük bir günah işlemiştir.
48
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
Bakmaz mısın şu, nefislerini günahsız (kalblerini temiz) gören (ve “Biz, Allah’ın dostları ve sevgilileriyiz.”; “Sayılı birkaç gün dışında bize Ateş dokunmayacak.” gibi iddialarla) kendilerini temize çıkaranlara? Oysa Allah, (herkesin kalbini ve ne işle meşgul bulunduğunu bilir de) kimi dilerse onu tertemiz yapar ve (bunda elbette herkesin niyet, amel ve iradesini nazara aldığından,) hiç kimseye kıl kadar olsun haksızlık edilmez.
49
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟
Bak, nasıl da Allah adına yalan uydurup O’na iftira ediyorlar! Ki bu yaptıkları, onlara apaçık bir günah olarak fazlasıyla yeter.
50
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً
Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere? Her bâtıl ma’buda ve tağuta (Allah’a isyanla başka dinler, başka yollar icat edip insanları bunlara itaata zorlayan bâtıl güçlere) inanıyor, bu yetmezmiş gibi, (Din’den, Kitap’tan nasipsiz diğer) küfredenlerin gerçekten iman etmiş bulunan (Müslüman)lardan daha doğru yolda olduklarını iddia ediyorlar.
51
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onları lânetlemiş (rahmetinden kovmuş)tur. Allah kimi rahmetinden kovmuşsa, artık ona yardım eli uzatıp onu kurtaracak kimseyi bulamazsın.
52
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ
Yoksa onların (göklerle yerin) mülk ve hakimiyetinden bir nasipleri mi var (da, hidayetin, peygamberliğin ve yeryüzü servetlerinin sadece kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar)? Öyle olmuş olsaydı, (cimrilik ve bencillikleri sebebiyle) insanlara bir kırıntı bile vermezlerdi.
53
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً
Yoksa Allah’ın lütf u kereminden kendilerine ihsan buyurduğu nimetlerden dolayı insanları mı kıskanıyorlar? Evet Biz, Âli İbrahim’e (ve ondan gelen İshak nesli gibi İsmail nesline de) Kitap ve hikmet verdik; ayrıca (maddîmanevî) çok büyük bir mülk ve hakimiyet bahşettik.
54
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً
(İbrahim’in neslinden gelen ve kendilerini O’na nisbet edenler) içinde kimi, (tarihte olduğu gibi şimdi de) O’na (ve dolayısıyla O’na her bakımdan daha lâyık olan bu en büyük Nebî’ye ve Kur’ân’a) gerçekten inanıp (onun yolundan gitmekte), kimi de, (daha önce kendilerine Kitap verilmiş olanların pek çoğu gibi,) halkı ondan engellemektedir. (Engelleyenler için) kaynar ve alevli bir ateş olarak Cehennem yeter.
55
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Böyle bile bile âyetlerimizi reddedip kabul etmeyenleri bir gün gelecek, (dünyada eşi olmayan ve niteliğini şimdiden bilemeyeceğiniz korkunç) bir Ateş’e sokacağız. (O Ateş’te) derileri kızarıp kavruldukça yerlerine başka deri getiririz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
56
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً
Buna karşılık, iman edip imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara gelince, onları içlerinde ebedî kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız; o cennetlerde onlar için tertemiz eşler de vardır. Ve onları sürekli taze ve hiç kesilmeyen nimetler, ferah ve eksilmeyen bir mutluluk içinde yaşatacağız.
57
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Allah, size (umumî ve hususî görevler, kamu hizmetleri, makam ve mevkiler dahil) bütün emanetleri ehillerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Böylece Allah, size gerçekten ne güzel öğüt veriyor, ne güzel yol gösteriyor! Hiç şüphesiz Allah, (söylediğiniz sözler, verdiğiniz hükümler dahil) her şeyi hakkıyla işitendir; her şeyi hakkıyla görendir.
58
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟
Ey iman edenler! (Bütün emir ve yasaklarında) Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan, (sizin gibi inanan) bütün idarecilere de (Allah’a ve Rasûlü’ne itaat çerçevesinde itaat edin). Eğer Allah’a ve Âhiret Günü’ne gerçekten iman etmişseniz, hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir meseleyi Allah’a ve Rasûl’e arz edin. Böyle yapmanız, hem (hakkınızda) hayırlıdır, hem de netice itibariyle çok daha güzeldir.
59
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
Bakmaz mısın şu, hem sana indirilen (Kur’ân)’a hem de senden önce indirilen (kitaplar)a inandıklarını iddia edenlere ki, Tağut’un (Allah’a isyanla başka dinler, başka yollar icat edip, insanları bunlara itaata zorlayan bâtıl otoriteler) önünde yargılanmak istiyorlar; halbuki onu bütünüyle reddetmekle emrolunmuşlardı. Açık ki şeytan, onları haktan büsbütün saptırmak diliyor.
60
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ
Onlara, “Allah’ın indirdiği (Kur’ân’a) ve şu (şanı yüce) Rasûl’e gelin (ve O’nun vereceği hükmü kabûl edin!”) dendiği zaman, o münafıkların senden daha da uzak durduklarını görürsün.
61
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً
Öyle de, bizzat işledikleri suçların karşılığında bir musibete maruz kaldıklarında nasıl oluyor da sana gelip yemin billâh ederek, “Billâhi maksadımız, sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaretti.” diyebiliyorlar?
62
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalblerinde ne var ne yok çok iyi bilmektedir. Bu bakımdan (ey Rasûlüm), sen onlara aldırış etme, kendilerine çok ciddî nasihatta bulun; içlerine işleyecek ve kendilerini kendilerine tanıtacak tesirli sözler söyle onlara.
63
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
(Şurası iyi bilinmelidir ki,) eğer bir yere bir rasûl göndermişsek, Allah’ın ona tanıdığı yetki sebebiyle ve yardımı da daima onunla birlikte olduğundan, o rasûle mutlaka itaat edilmesi gerekir. Bu bakımdan, eğer onlar nefislerine zulmetmek demek olan bir günah işlediklerinde sana gelseler ve günahlarının affı için Allah’a yalvarsalar, (o şanı çok yüce) Rasûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dilese, bu takdirde Allah’ı, kullarının tevbesine af ve fazladan mükâfatla karşılık veren ve Kendisine yönelen kullarına karşı pek merhametli olarak bulacaklardır.
64
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
Hayır, hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında baş gösteren anlaşmazlıklarda seni hakem veya hakim kabul edip, sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.
65
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ
Eğer onlar hakkında, “Günahlarınızdan arınmak için Allah yolunda meydana atılıp ölüme koşun!” veya “(Günahlarınızla kirlettiğiniz) yurdunuzdan çıkın (ve Allah yolunda hicret edin)!” diye hükmetmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bu hükmü yerine getirmezlerdi. Ama hiç olmazsa kendilerine yapılan nasihatları baştan tutmuş olsalardı –bari şimdi tutsalar– bu, hem haklarında hayırlı olurdu, hem de pekişmiş bir iman, güvenli bir hayat ve elde ettikleri güçle ayaklarını yere sağlam basarlardı.
66
وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
O zaman hiç kuşkusuz kendilerine katımızdan pek büyük bir mükâfat da verirdik.
67
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً
Ve onları mutlaka (inançta, duyguda, düşüncede ve yaşayışta) dosdoğru bir yola iletirdik.
68
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
Kim Allah’a ve (o şanı yüce) Rasûl’e gerektiği şekilde itaat ederse onlar, Allah’ın kendilerini (tam hidayet) nimetiyle serfiraz kıldığı şu seçkin insanlardan (en azından biriyle) beraberdirler (ve Cennet’te de onlarla beraber olacaklardır): nebîler, bütün duygu, düşünce, inanç ve davranışlarında dosdoğru ve Allah’a karşı tam bir sadakat içinde bulunan, özü sözü bir kimseler (sıddîklar); başkalarının inandığı gaybî gerçekleri bizzat tecrübe eden ve onların doğruluğuna hayatlarıyla şahadet edenler (şahitler) ve inanç, düşünce, söz ve davranışları itibariyle doğru yolda, sağlam, bozgunculuktan uzak, ıslah ve tamir gayesi güdenler (Salihler). Ne güzel arkadaşlardır bunlar!
69
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟
Bu, Allah’ın bahşettiği çok büyük bir lütuftur. (Ona kimlerin lâyık olduğunu, lâyık olanların kadrini ve herkesin derecesini) Allah’ın bilmiş olması yeter.
70
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً
Ey iman edenler! (Böyle bir mükâfat karşıda dururken,) artık siz de düşmanlarınıza karşı bütün korunma tedbirlerinizi alın ve duruma göre, bölükler (alaylar, ordular) halinde sefere çıkın veya toptan seferber olun.
71
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً
İçinizde, açık ki ağırdan alan da var. Öylesi, başınıza bir musibet gelirse, “Neyse ki, Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım!” der.
72
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً
Ama Allah’tan size bir nimet ve inayet, galibiyet ve ganimet eriştiğinde ise, sanki daha önceden aranızda bir tanışıklık yokmuş, sizinle birlikte yaşamıyormuş, dolayısıyla sizinle çıkmasına bir engel varmış gibi, “Ah, ne olurdu! Ben de onlarla beraber olaydım da büyük bir ganimete konaydım!” diye sızlanır.
73
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
Şu halde, dünya hayatını verip karşılığında Âhiret’i alanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülüp (‘şehit’ olur) veya savaştan galip ve sağ olarak çıkarsa, her iki durumda da bir gün gelecek, Biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz.
74
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Hem, Allah yolunda, ayrıca, baskı altına alınıp zayıf bırakılmış ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar; çıkar da katından bize bir sahip, bir koruyucu gönder ve tarafından bize bir yardımcı yolla!” diye yalvaran çaresiz, kimsesiz mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklar için neden savaşmayacakmışsınız ki!?
75
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟
Gerçekten iman etmiş olanlar Allah yolunda savaşırlar; küfredenler ise, tağut (bâtıl ma’budlar, Allah’a isyanla, insanları O’nun yolundan alıkoymak için bâtıl dinler, sistemler uyduran otoriteler) yolunda savaşır. O halde (ey iman edenler!), şeytanın (onun yolunda giden) dost ve elemanlarıyla savaşın. Bilin ki, şeytanın hilesi her zaman için zayıftır.
76
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
Bakmaz mısın, (kendilerine ne zaman savaş izni verileceğini sorup durdukları bir zamanda) “Ellerinizi savaştan (ve benzeri davranışlardan) çekin, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılmaya ve zekâtınızı hakkıyla eda etmeye bakın!” denilenlere! Nihayet savaşmak üzerlerine farz kılınınca içlerinden bir grup, Allah karşısında duyulması gereken bir ürperme gibi, hattâ daha şiddetli bir ürpermeyle insanlardan korkup titriyor ve “Rabbimiz, şu savaşı üzerimize neden farz kıldın; onu az bir süre daha ertelesen olmaz mıydı?” diyorlar. (Onlara) de ki: “Dünyanın geçimliği pek azdır ve pek kısa bir süre içindir. Âhiret ise, Allah’a olan saygısıyla günahlardan kaçınıp, O’nun emirlerini yerine getirenler için bütünüyle hayırdır; sonra size orada kıl kadar bir haksızlık da yapılmaz.”
77
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً
Her nerede olursanız olun, isterseniz en sağlam kuleler veya kaleler içinde bulunun, ölüm gelip sizi bulacaktır. Sonra, (kalbleri oturaklaşmamış o insanlar) ne zaman bir iyilikle karşılaşsalar, “Bu, Allah’tan!” derler; ne zaman da başlarına bir kötülük gelse, bu defa, “Bu, senin yüzünden!” derler. (Ey Rasûlüm,) de ki: “Hepsi Allah’tan.” Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya yanaşmıyor ve sözün de, hadiselerin de manâsını idrakten uzak bulunuyorlar!?
78
مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
(Ey insan!) Sana her gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de nefsindendir. (Ey Rasûlüm!) Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak Allah yeter.
79
مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ
Kim O (şanı yüce) Rasûl’e itaat ederse, hiç şüphesiz Allah’a itaat etmiş demektir. Kim de (O Rasûl’den, O’nun yolundan ve O’na itaatten) yüz çevirirse, (ey Rasûlüm hiç üzülme,) Biz seni onların üzerine bir bekçi, (onları kontrol edip yanlışlarını düzeltecek ve dolayısıyla onların yaptıklarından sorumlu) bir muhafız olarak göndermedik.
80
وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً
(Senin yanında, her ne buyurursan buyur) “Baş üstüne!” diyorlar. Fakat yanından ayrılınca da, içlerinden (münafık) bir grup, içlerinde sana söylediklerinin aksini kuruyor, karanlık planlar yapıyorlar. Ama Allah, içlerinde kurduklarını, yaptıkları bütün karanlık planları yazmaktadır. Şu halde (ey Rasûlüm,) sen onlara aldırış etme, (yaptıklarını yüzlerine vurma) ve Allah’a güvenip dayan. Kendisine dayanılıp güvenilecek ve bütün işlerin havale edileceği (vekil) olarak Allah yeter.
81
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً
Acaba hiç Kur’ân üzerinde düşünmezler mi (de, onun Allah’ın Kitabı, senin de O’ nun Rasûlü olduğuna halâ içten inanmıyorlar?) Eğer o Allah’tan başkasının katından gelmiş olsaydı, hiç şüphesiz içinde pek çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.
82
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً
Kendilerine (şehrin veya halkın) güvenliği ya da korku ve endişe adına bir haber ulaştığında, (hiç araştırma gereği duymadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını düşünmeden sırf dedikodu olsun ve fitne çıksın diye) onu hemen yayarlar. Halbuki bu haberi Rasûl’e ve aralarındaki yetkili zatlara arz etselerdi, elbette işin iç yüzünü araştırıp ortaya çıkarabilecek olanlar, onun mahiyetini ve neye delâlet ettiğini anlarlardı. (Ey mü’minler!) Eğer Allah’ın üzerinizdeki fazl u rahmeti, (her durumda sizi koruması, vahiyle yolunuzu aydınlatarak sizi yanlış davranışlara sürüklenip gitmekten alıkoyması) olmasaydı, pek azınız müstesna, (şeytanın izinde giden münafıklara kapılıp) şeytana uymuş gitmiştiniz.
83
فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً
O halde (ey Rasûlüm,) Allah yolunda savaş. (Biliyorsun ki, nasıl herkes önce kendinden sorumlu ise) sen de öncelikle kendinden sorumlusun; (dolayısıyla, başkalarının savaşa çıkmakta ağır davranması seni etkilemesin;) mü’minleri de savaşa teşvik et. Herhalde Allah, (bu yolla) küfredenlerin savletini savsa gerektir. Allah, savleti en karşı konulmaz, cezalandırıp ortadan kaldırması da en çetin olandır.
84
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً
Her kim (Allah için) güzel ve hayırlı bir aracılıkta bulunur, bir hayra sebep olursa, o hayırla kazanılacak sevaptan kendisi için bir nasip vardır; kim de kötü bir işe aracılık eder, kötü bir neticeye sebebiyet verirse, bundan da ona bir pay vardır. Allah, her şeyi hakkıyla görmektedir ve her dilediğini yapabilecek güç ve kuvvettedir.
85
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً
(Seferde veya hazarda, savaşta veya barışta) size selâm verilip bir iyilik dileğinde bulunulduğunda, ondan daha güzeliyle, hiç olmazsa onun misliyle mukabele edin. Bilin ki Allah, her şeyin muhasebesini tutmaktadır ve karşılığını verir.
86
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟
Allah, yoktur O’ndan başka ilâh. Geleceğinde hiçbir şüphe bulunmayan Kıyamet Günü hepinizi mutlaka bir araya toplayacaktır O. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
87
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
(Ey mü’minler! Müslüman olmuş gibi görünen fakat aleyhinizde müşriklerle işbirliği yapan Mekkeli ve diğer kabilelerden) münafıklar hakkında (mü’min olup olmadıkları ve onlara nasıl davranmak gerektiği hususunda) ne diye iki gruba ayrılıyorsunuz? Görüyorsunuz ki, kazandıkları bunca günah sebebiyle Allah onları baş aşağı getirmiş bulunuyor. Yoksa Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi diliyorsunuz? Oysa Allah kimi (hak ettiği) sapkınlığa düşürmüşse, artık onun için asla (üzerinde yürüyeceği sağlam) bir yol bulamazsın.
88
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ
Arzu ederler ki, kendilerinin küfre yuvarlandıkları gibi siz de küfre yuvarlanasınız ve onlarla beraber olasınız. Fakat (başka bir gayeyle değil, sadece) Allah yolunda hicret edinceye (ve böylece mü’min olduklarını ortaya koyuncaya kadar) onlardan asla yakın dostlar ve sırdaşlar edinmeyin. Eğer aldırmaz ve sizden yüz çevirip (kâfirlerle işbirliği halinde aleyhinizde çalışmaya) devam ederlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir yakın dost, sırdaş, koruyucu ve ne de bir yardımcı edinin.
89
اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً
Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluluğa sığınanlar veya sizinle de, kendi kavimleriyle de savaşmayı içlerine sindiremeyip size katılanlar bundan müstesnadır. Eğer Allah dileseydi, (kendilerine cesaret verir ve) onları üzerinize musallat ederdi de, size karşı savaşırlardı. Bundan böyle eğer sizden uzak durur ve sizinle savaşmayıp barış teklifinde bulunurlarsa, artık Allah onlara tecavüz için size bir yol tanımamış demektir.
90
سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟
Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki, (sizinle anlaşma yapmak suretiyle) sizden, (yanlarına vardıklarında küfürlerini izhar edip, sizinle yaptıkları anlaşmayı bozarak) kendi kavimlerinden emin olmak isterler; ne zaman size karşı bir harekete çağrılsalar, hemen onun içine dalarlar. Bu yüzden, eğer sizden uzak durmaz ve sizinle uzlaşmayıp ellerini üzerinizden çekmezlerse, onları yakalayın ve ele geçirdiğiniz yerde öldürün. (Zulüm ve hainlikleri dolayısıyla) böylelerine karşı size apaçık bir izin ve yetki verdik.
91
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
(Ama dikkat edin:) Bir mü’minin bir başka mü’mini hata ve yanlışlık dışında öldürmesi asla olacak iş değildir. Kim bir mü ’mini yanlışlıkla öldürürse, mü’min bir köle âzat etmesi ve öldürülenin vârislerine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak mirasçılar diyetten vazgeçerlerse başka. Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mü’min olmakla birlikte fiilen size düşman (ve aranızda anlaşma olmayan) bir topluluktan ise, (öldüren mü’minin) bu defa mü’min bir köle âzat etmesi gerekir. Eğer öldürülen mü’min sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluluktan olursa, bu takdirde vârislerine teslim edilecek bir diyet ve mü’min bir köle âzat etmek lâzım gelir. Bunlara imkânı bulunmayan, Allah’tan bir kolaylık olarak ve tevbesinin kabulüyle günahının affedilmesi için, ara vermeden peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Allah, (içinizden geçenler ve her haliniz dahil her şeyi) hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
92
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً
Kim bir mü’mini (mü’min olduğunu da bildiği halde) kasten ve iradî olarak öldürürse, onun (Âhiret’teki) cezası, içinde sonsuzca kalmak üzere Cehennem’dir; Allah, onu azapla mahkûm etmiş, onu lânetlemiş (bütün bütün rahmetinden uzaklaştırmış) ve onun için dehşetli bir azap hazırlamıştır.
93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, karşılaştığınız herhangi bir meseleyi iyice araştırıp mahiyetini tam olarak aydınlatın ve size (İslâm selâmıyla) selâm verip Müslümanlık izharında bulunan her kim olursa olsun, dünya hayatının o pek az ve geçici metaını taleple, “Sen mü’min değilsin!” demeyin. Unutmayın ki, Allah katında pek çok ve pek çeşitli ganimetler vardır. Önceden siz de böyle idiniz: (iman nedir, İslâm nedir bilmiyordunuz ve bir kelime ile İslâm’a girip Müslümanlığınızı izhar ettiniz) de, Allah size nimet üstüne nimet verdi (ve sizi şu anda sahip bulunduğunuz mevkie çıkardı); o halde, karşılaştığınız herhangi bir mesele tam olarak aydınlanmadan o mevzuda harekete geçmeyin. Bilin ki Allah, her ne yapıyorsanız ondan mutlaka ve hakkıyla haberdardır.
94
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
(Herkesin Allah yolunda seferber olması gereken durumlar dışında,) geçerli bir özrü bulunmamasına rağmen yerlerinde oturup cihada çıkmamakla birlikte (Din’e ve topluma da) zararı dokunmayan mü’ minlerle, (başka bir gaye için değil, sadece) Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler elbette bir olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlardan üstün kılmış ve onlara daha üst bir derece bahşetmiştir. Gerçi Allah, hepsine en güzel (mükâfat olan Cennet’i ve hoşnutluğunu) va’d buyurmuştur ya. Bununla birlikte Allah, mücahidlere yerlerinde oturan (mü’ minler) üzerinde çok büyük bir mevkî ve mükâfat lûtfetmiştir:
95
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
(Her bir mücahide hizmeti ve ihlâsı ölçüsünde) Kendi tarafından derece derece rütbeler (ve sürpriz mükâfatlarla yüklü) hususî bir mağfiret ve rahmet (Lûtfetmiştir). Değil mi ki Allah günahları bağışlayıverendir, (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
96
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ
(Hicrete güçleri yettiği halde hicret etmeyip, bulundukları yerde Allah’a şirk koşmaya devam ettikleri için) kendi kendilerinin zalimleri olarak (ölüm) meleklerinin canlarını aldığı kimselere gelince: (o anda melekler) onlara sorar: “Ne işle meşguldünüz?” Onlar, “Biz, bu ülkede (Din’i yaşamaya imkân bulamayan) zulme ve baskıya maruz kalmış kimselerdik.” diye cevap verirler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret edeydiniz!” derler. Böylelerinin nihaî barınağı Cehennem’dir; ne fena bir âkıbet, son durak olarak ne kötü bir yer!
97
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلاً
Ancak, (imanlarını korumakla birlikte) her türlü imkândan mahrum, çaresiz ve hicrete yol bulamayan, (bir de, kendilerine tebliğ gitmediği için iman nedir, İslâm nedir bilme ve inanma imkânı olmayan) erkekler, kadınlar ve (her halükârda) çocuklar bundan müstesnadır.
98
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً
(Aynı şartların devam etmesi durumunda) Allah’ın bunları sorumlu tutmayacağı umulur. Şüphesiz Allah, zorlukları hafifletip kullarına hep kolaylık gösteren ve onların hata ve günahlarını pek çok bağışlayandır.
99
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Kim (başka bir gaye için değil de sadece) Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne kavuşma (ve onların rızası istikametinde) hicret için evinden çıkar da daha yolda iken ecel gelip kendini yakalarsa, hiç şüphesiz onun (geç miş günahlarını affetmek ve) mükâfatını vermek Allah’a aittir. Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve itaatkâr kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
100
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُواًّ مُب۪يناً
(Ey mü’minler! Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman (bilhassa savaş için sefere çıkmış iseniz ve) küfredenlerin size bir fenalık yapmasından endişe ediyorsanız namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Hiç şüphesiz kâfirler size apaçık düşmandır (ve mutlaka size fenalık etmek isteyeceklerdir).
101
وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً
(Ey Rasûlüm! Sefer halinde ve kâfirlerin kötülük yapmasından endişe içinde bulunan) mü’minlerle birlikte olur da onlara namaz kıldırırsan, önce onlardan bir grup seninle birlikte namaza dursun ve namaz esnasında silahlarını da üzerlerinde bulundursunlar. (Bu esnada diğer grup düşmanı gözetlesin.) Namaz kılan grup secdeyi yapıp da (rekâtı tamamlayınca, düşmanı gözetlemek üzere) arka tarafa geçsin. Bu arada, namazını kılmamış olan diğer grup gelsin ve seninle birlikte namazı kılsınlar; (bu şekilde yer değiştirme esnasında) tam ihtiyat ve teyakkuz durumunda olsun (ve hem yer değiştirme, hem namaz esnasında) silahlarını da üzerlerinde bulundursunlar. Kâfirler, sizi silahsız ve teçhizatsız halde yakalayıp birden baskın yaparak (işinizi bitirmek) isterler. Bununla birlikte, eğer yağmur (ve yerin de harekete elverişsiz olması) sebebiyle büyük zahmet çekecekseniz veya hasta olursanız, bu takdirde (namaz esnasında) silahlarınızı yere bırakmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Fakat her halükârda tedbiri elden bırakmayın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
102
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً
Namaz kılmayı tamamladığınız zaman, (bilhassa sefer ve korku hali sebebiyle namazda kısaltma yaptığınızı dikkate alarak) gerek ayakta, gerek oturarak, gerekse yanlarınız üzerinde uzanmış halde iken, (hattâ savaş esnasında) Allah’ı anın (O’nu kalbinizden hiç çıkarmadığınız gibi dilinizden de bırakmayın). Sefer ve bilhassa korku hali geçip de güvene erdiğinizde, artık namazı bütün şartlarını yerine getirerek tam kılın (ve sıcak çatışma ortamında kılamadıklarınızı güzelce kaza edin). Bilin ki, (en önemli bir ibadet olarak) namaz, mü’minler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.
103
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً۟
(Sizinle savaşan düşman) topluluğunu takip edip arkalarından sıkıştırmada (ve aranızda anlaşma olmayıp, fiilî veya hukukî savaş hali devam ettiği müddetçe onları baskı altında tutmada) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz böyle yapmakla (katlanmanız gereken bir) acı, bir zorluk çekiyorsanız, onlar da sizin acı ve zorluk çektiğiniz gibi acı ve zorluk çekmektedirler; kaldı ki siz, Allah’ tan onların ümit edip beklemedikleri pek çok şeyi ümit edip bekliyorsunuz. Şüphesiz ki Allah, (herkesin her halini) hakkıyla bilendir; (her hükmünde ve icraatında pek çok) hikmetler bulunandır.
104
اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يماًۙ
(Ey Rasûlüm!) Biz sana Kitabı insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye, kendisinde hiçbir şüphe olmayacak şekilde ve gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. Şu halde, (suçlu ile suçsuzu tam ayırt edip, suçsuz aleyhinde) hainlere yardımcı ve müdafaacı olma!
105
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Ve, Allah’tan bağışlanma dile. Çünkü Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı hususî) rahmet ve merhameti pek bol olandır.
106
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ
Kendi öz canlarına ihanet edenlerden yana tartışma ve savunmada bulunma. Şüphesiz ki Allah, hele hele hainlikte ve büyük günah işlemede çok ileri gidenleri hiç sevmez.
107
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً
(Yaptıkları ihanet ve işledikleri günahları) insanlardan gizlemeye çalışırlar da, onları Allah’ın gördüğünü hiç düşünmezler. Halbuki onlar, bilhassa gece karanlığında gizli gizli Allah’ın razı olmayacağı ihanet ve tezvirat planları yaparlarken O daima yanıbaşlarındaydı. Allah, her ne işliyorlarsa hepsini (ilim, görme, işitme ve kudretiyle) zaten kuşatmış durumdadır.
108
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
Haydi diyelim, siz bu dünya hayatında onlardan yana tartışma ve savunmaya giriştiniz; iyi de, ya Kıyamet Günü onları Allah’a karşı kim savunacak veya kim onlara vekil olup (yaptıklarının karşılığını ödeyecek)?
109
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً
Buna mukabil, kim bir kötülük işler veya (bir günahla) bizzat kendisine zulmeder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı (günahları) pek çok bağışlayan, (bilhassa tevbe ve istiğfar ile Kendisine yönelen mü’min kullarına karşı) pek bol rahmet ve merhamet sahibi olarak bulur.
110
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Fakat kim de (işlediği kötülüğün ardından tevbe etmez ve bir) günah kazanırsa, bilsin ki, o günahı ancak kendi aleyhine kazanmıştır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
111
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Ayrıca kim, günahı sadece kendisine dönük bir kötülük veya (hırsızlık, cana kıyma gibi) başkalarına yönelik bir suç işler, sonra da onu masum birinin üstüne atarsa, hiç şüphesiz bir iftira ve pek açık, pek büyük bir vebal yüklenmiş olur.
112
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً
(Ey Rasûlüm!) Eğer senin üzerinde Allah’ın pek büyük lütfu, inayeti ve rahmeti olmamış olsaydı, onlardan bir grup vereceğin hükümde seni yanlışa sürüklemeyi kurmuşlardı. Fakat onlar, ancak kendilerini yanlışa sürüklerler ve sana hiçbir şekilde zarar veremezler. (Seni nasıl şaşırtıp, nasıl sana zarar verebilirler ki? Çünkü) Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. (Ey Rasûlüm!) Allah’ın senin üzerindeki lütfu ve inayeti gerçekten çok büyüktür.
113
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
Onların fısıldaşmalarının, bir araya gelip de kendi aralarında yaptıkları gizli toplantı ve görüşmelerin çoğunda hayır yoktur; ancak muhtaçlara yardımı veya iyilik, güzellik ve doğruluğu ya da insanların arasını ıslah etmeyi emir ve tavsiye edenlerin yaptıkları gizli görüşme ve fısıldaşmalar bundan müstesnadır. Kim içten bir taleple Allah’ın rızası peşinde olur ve O’nun rızasının nerede yattığını araştırarak hayırlı toplantı ve görüşmelerde bulunursa, bir gün gelir, Biz ona (hiç ümit etmediği) çok büyük bir mükâfat veririz.
114
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟
Her kim de, hidayet (yolun, sözün, inancın, düşüncenin ve davranışın doğrusu) kendisine apaçık belli olduktan sonra (o şanı büyük) Rasûl’e muhalefet eder ve (topluluk olarak dalâlet üzerinde birleşmeleri mümkün bulunmayan) mü’minlerin yolundan başka bir yol tutarsa onu, arkasını dönüp de yöneldiği o bâtıl yolla baş başa bırakır ve Cehennem’e atıp kavururuz. Ne fena bir âkıbet, son durak olarak ne kötü bir yer!
115
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun altındaki günahları ise, (bilhassa tevbe ve istiğfarla Kendisi’ne yönelen) dilediği kimse hakkında bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz hak yoldan büsbütün sapmış gitmiş demektir.
116
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ
Allah’ı bırakıp, (şuurdan, ilimden, güçten, iradeden yoksun) ve kendilerine dişi isimler taktıkları (birtakım putlar edinerek onlara) ilâh diyor ve karşılarında el açıp yalvarıyorlar. Böyle yapmakla, aslında (kibir, günah ve inkârda) ısrarlı mı ısrarlı ve hayra bütün bütün kapalı bir şeytana el açıp dua etmiş olmaktadırlar.
117
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
Allah’ın lâneti boynuna olsun o şeytanın! Bir zaman şöyle demişti: “Andolsun, Sen’in kullarından muhakkak bana uyup neticede bana ait olacak bir pay edineceğim.
118
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
“Andolsun, saptıracağım onları ve dipsiz emeller, boş ümitler, yalan sevdalar ve bâtıl ideallerle oyalayacağım; kesinlikle onlara emredecek, onları öyle yollara sürükleyeceğim ki, davarlarının kulaklarını yarıp (onları putlarına adayacak ve yemeyi kendilerine haram kılacaklar); onlara yine emredecek, daha başka öyle yollara sürükleyeceğim ki onları, Allah’ın yarattığını, varlığa verdiği aslî şekli değiştirecekler.” Artık kim Allah’ı bırakıp da şeytanı kendisine yakın dost, sırdaş ve işlerini emanet edeceği bir vekil edinirse, hiç şüphesiz apaçık bir kaybın içine yuvarlanmış gitmiş demektir.
119
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
(Ama, şeytanın insanlar üzerinde Allah’a rağmen bir yaptırım gücü yoktur.) O, ancak va’deder; kalbe boş ümitler, yalan sevdalar ve bâtıl idealler atar. Şeytanın va’dettiği, boş bir aldanmadan başka bir şey değildir.
120
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً
(O şeytanın da, onun va’dlerine kanıp, kalbe attığı boş ümit, yalan sevda ve bâtıl ideallerin arkasından sürüklenip gidenlerin de) nihaî barınağı Cehennem’dir ve oradan kurtulmak için hiçbir yol, hiçbir çare bulamayacaklardır.
121
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara gelince: Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah’tan hak ve gerçekleşmesi kesin bir va’ddir bu. Allah’ tan daha doğru sözlü kim olabilir?
122
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Mesele, ne sizin kuruntularınız, ne de Ehli Kitabın kuruntuları gibidir. (Hiçbir kimse veya kavmin Allah katında bir ayrıcalığı yoktur. Gerçek, sadece şudur:) Kim bir fenalık işlerse onun karşılığını görür ve kendisi için Allah’tan başka, (onu cezadan kurtaracak) ne bir koruyucu, sahiplenici, ne de bir yardımcı bulabilir.
123
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
Erkek olsun kadın olsun, kim de (bütün iman esaslarına inanılması gerektiği gibi inanmış tam) bir mü’min olarak Allah’ın emrettiği şekilde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaparsa, işte bu (gerçekten kıymetli) insanlar Cennet’e girerler ve kendilerine en küçük bir haksızlıkta bulunulmaz.
124
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
O’nu görürcesine, en azından O’nun kendisini sürekli gördüğünün şuuru içinde bütün varlığıyla Allah’a teslim olan ve şirkten, nifaktan uzak dupduru bir Tevhid inancıyla İbrahim’in milletine (yol, inanç ve yaşayış tarzına) uyanın dininden daha güzel bir dine kim sahiptir ki? Allah, İbrahim’i (izni ölçüsünde bazı Ulûhiyet sırlarına muttali) bir sırdaş edinmişti.
125
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah, (ilmiyle, kudretiyle) her şeyi kuşatmış bulunmaktadır.
126
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
(Ey Rasûlüm,) kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, onlar hakkında size vereceği fetvaları (Kur’ân’da) veriyor; ayrıca, (güzellikleri ve servetleri uğruna) kendileriyle evlenmeye hırs gösterdiğiniz halde onlara vermeniz gereken mehri vermediğiniz (veya, sizi çekmedikleri için kendileriyle evlenmediğiniz gibi, mallarından faydalanmayı sürdürmek gayesiyle başkalarıyla da evermeye yanaşmadığınız) yetim kadınlarla, zayıf, biçare çocuklar ve yetimlerin haklarına gerektiği ölçüde riayet etmeniz konusundaki hükümler size zaten bu Kitap’ta okunuyor.” Bilin ki, hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilmektedir.
127
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Eğer bir kadın kocasının serkeşliğinden, evlilik vazifelerini yerine getirmemesinden veya bütün bütün kendisinden yüz çevirip uzaklaşmasından haklı olarak endişe duyuyorsa, bu takdirde bir yolunu bulup, aralarında yeniden anlaşma ve sulh yoluna gitmelerinde üzerlerine bir vebal yoktur. Sulh, gerçekten hayırlı olandır. (Şurası bir gerçek ki,) nefisler, kendilerine düşkün ve hep bencilliğe ve kendi menfaatlerine eğilimlidir. Bu bakımdan (ey erkekler), eğer Allah’ı görüyormuşçasına, en azından O’ nun sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde hep iyiliği seçer ve (bilhassa kadınların hakkını gözetmede) takva yolunu tercih ederseniz, bilin ki hiç şüphesiz Allah, her ne yaparsanız yapın ondan mutlaka haberdardır.
128
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً
Gerçekleştirme konusunda ne kadar hırs gösterseniz de, kadınlar arasında (sevgi, hissî alâka gibi bütünüyle irade altına girmeyen hususlarda) adaleti sağlamaya muvaffak olmanız mümkün değildir. Bununla birlikte, birinden büsbütün yüz çevirip de onu sanki kocasızmış gibi ortada bırakmayın. Eşlerinizle münasebetlerinizde hep sulh yörüngeli davranır, onların aralarında çıkan anlaşmazlıkları sürekli güzellikle ve adaletle halleder ve daima takva yolunu tercih ederseniz, bilin ki Allah, (elde olmadan işlenen, elde olarak işlense bile kendilerinden tevbe edilen hata ve günahları) pek çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve müttakî kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
129
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً
(Aralarını düzeltme adına ortaya konan her türlü gayrete rağmen) eşler, (evliliği daha fazla devam ettiremeyeceklerine inanıp) ayrılacak olurlarsa, (fakir ve kimsesiz kalırız endişesine kapılmasınlar). Allah, her birine o çok geniş, her varlığı kapsayan lütf u kereminden bir kapı açar ve birini diğerine muhtaç etmez. Allah, lütf u keremiyle her varlığı kucaklayan, kullarına olabildiğince genişlik gösterendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
130
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً
Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bu bakımdan, sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve elbette size de, “Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’nunla münasebetlerinizde takva dairesi içinde hareket edip O’nun koruması altına girin!” diye emrettik. Buna rağmen, eğer O’nu tanımaz ve O’na karşı nankör kesilirseniz bilin ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır: (ne O’nu tanıyıp O’na şükretmeniz O’na bir şey katar, ne de O’nu tanımayıp O’na karşı nankör kesilmeniz O’ndan bir şey eksiltir. Çünkü) Allah, mutlak servet sahibi, (dolayısıyla kullarının iman ve şükründen) mutlak müstağnîdir; (bütün ihtiyaçlarınızı gideren ve rızkınızı veren Rabbiniz olarak) hakkıyla hamde lâyıktır.
131
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً
Evet, Allah’ındır göklerde ne varsa ve yerde ne varsa. Kendisine dayanılıp güvenilecek ve bütün işlerin havale edileceği (vekil) olarak Allah kâfidir.
132
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً
Eğer O dilerse, ey insanlar, hepinizi ortadan kaldırır ve yerinize başkalarını getirir. Bunu yapmaya Allah’ın kudreti elbette yeter.
133
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟
Kim dünya nimet ve mutluluğunu istiyorsa bilsin ki, dünyanın da Âhiret’in de nimet ve mutluluğu Allah katındadır. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla görendir: (her sözü işitir, her yapılanı görür ve hepsini kaydeder).
134
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, annebabanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa, haktan yana ve Allah için şahitlik yapanlar olarak var gücünüzle ve kılı kırk yararcasına adaleti gerçekleştirin ve koruyun. (Lehinde ve aleyhinde şahitlikte bulunacağız kişi) zengin de olsa fakir de olsa bilin ki Allah, onların her ikisine de sizden daha yakındır; bu sebeple (zengine hürmetinize veya ondan beklentinize ve fakire merhametinize takılarak), nefsinizin meyillerine uyup adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek doğru şahitlikte bulunmaz veya şahitlik yapmaktan (ya da doğruyu söylemekten) büsbütün kaçınırsanız, unutmayın ki Allah, her yaptığınızdan hakkıyla haberdardır.
135
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlü (Muhammed)’ e, Rasûlü’ne bölüm bölüm indirmekte olduğu Kitaba (Kur’ân’a) ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaplara (hakkıyla ve gerçek manâda) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini ve Âhiret Günü’nü tanımayıp inkâr ederse, hiç şüphesiz haktan büsbütün sapıp gitmiş demektir.
136
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ
Şurası bir gerçek ki, iman edip sonra küfre düşenler, sonra tekrar iman edip ardından yine küfre düşen ve sonrasında da küfürde ileri gidip kökleşenler var ya: Allah, onları asla bağışlamayacağı gibi, onları (neticede kurtuluşa varacak) herhangi bir yola da katiyen yöneltecek değildir.
137
بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ
(Bunlar zaten münafıklar olup,) böylesi münafıklara müjdele ki, onların hakkı sadece çok acı bir azaptır.
138
اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ
Onlar, mü’minleri bırakıp da kâfirleri kendilerine yakın dost, sırdaş ve işlerini havale edip, sığınacakları birer mercî edinirler. Onlar, izzet, şeref ve kuvveti o kâfirlerle birlikte olmada mı görüyorlar? Oysa izzet, şeref ve kuvvet, bütünüyle Allah’a aittir.
139
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ
Allah, size Kitap’ta (Kur’ân’da) daha önce indirmişti: Allah’ın âyetlerinin ret ve inkâr edilip onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir söze dalıp gidinceye kadar onların yanında oturmayın. Eğer (yaptıklarına katılmadığınızı ortaya koyacak en basit bir tavır olarak oradan kalkıp gitmez de, onlarla) oturmaya devam ederseniz, siz de onlar gibisiniz demektir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin tamamını Cehennem’de bir araya getirecektir.
140
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟
Münafıklar, sizinle ilgili olup bitenleri çok yakından izler ve devamlı olarak havayı yoklarlar: Şayet Allah size bir zafer lûtfederse, “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer karşınızdaki kâfirlere zaferden bir pay düşecek olsa, bu defa onlara, “Biz, (mü’minlere katılmamak ve onları içten vurmak suretiyle) size yardım edip bu zaferde daha önemli bir pay sahibi olmadık mı, sizi mü’minlere karşı korumadık mı?” derler. Allah, Kıyamet Günü sizinle onlar arasında hükmünü verecektir. Allah, kâfirlere mü’minler aleyhinde asla yol vermez.
141
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ
Münafıklar, kendilerince güya Allah’a hile edip O’nu kandırıyorlar; oysa Allah, onların hilelerini sürekli kendi başlarına çeviriyor. (O münafıklar) ne zaman namaza kalksalar, hep üşene üşene, üstelik sadece insanlara gösteriş yapmak, namaz kıldıklarını gösterip (güya Müslümanlıklarını ispat etmek için) kalkarlar ve (hem namazda, hem namaz dışında) Allah’ı pek az anar, pek az hatırlarlar.
142
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
(Mü’minlerle kâfirler) arasında bocalayıp dururlar; ne bunlara katılırlar, ne de onlara. Öyle ya, Allah her kimi saptırırsa, artık onun için (üzerinde gideceği) hiçbir sağlam yol bulamazsın.
143
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri sırdaş, yakın dost, işlerinizde vekil ve müttefik edinmeyin. Yoksa (böyle bir akılsızlıkta bulunup da, nifak alâmeti olarak) aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil vermek (ve O’nun azabını üzerinize çekmek) mi istiyorsunuz?
144
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ
Şüphesiz ki münafıklar, Ateş’in en alt tabakasındadırlar. Onlar için, (kendilerini oradan kurtaracak) bir yardımcı da bulamazsın.
145
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً
Ancak samimi bir tevbe ile Allah’a yönelip hallerini düzeltenler ve Allah’a sımsıkı sarılanlar, ayrıca dinlerini tam bir ihlâsla yaşayıp Allah’a halis kul olanlar, işte bunlar mü’minlere dahildirler. Ve gün gelecek, Allah mü’minlere çok büyük bir mükâfat verecektir.
146
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً
Siz şükredip iman ettikten sonra Allah size niye azap etsin ki? Allah, (Kendisine yapılan her şükre ve Kendisine her yönelişe fazlasıyla) karşılık verendir ve (her şeyi, herkesin halini) hakkıyla bilendir.
147
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً عَل۪يماً
Allah, zulme ve haksızlığa maruz kalanın (usulü dairesinde) söylemesi dışında, (her ne türde ve şekilde olursa olsun) kötü sözün açıktan söylenmesinden asla hoşlanmaz. Hiç şüphesiz Allah, (her söyleneni) hakkıyla işitendir; (her sözü, her niyeti, her söyleyeni) hakkıyla bilendir.
148
اِنْ تُبْدُوا خَيْراً اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ قَد۪يراً
(Buna karşılık,) bir iyiliği ister açıktan yapın ister gizlice yapın veya (şahsınıza reva görülen) herhangi bir fenalığı (ona usulünce mukabelede bulunmak hakkınız olmakla birlikte) bağışlayıverin: her halükârda bilin ki Allah, (Kendisine karşı işlenen) günahların pek çoğundan hemen geçiverendir; (cezalandırılması gereken her suçluyu ve suçu cezalandırmaya da) gücü hakkıyla yetendir.
149
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاًۙ
(Çünkü cezayı hak eden) öyleleri vardır ki, (tanınması gerektiği şekilde tanımamakla) Allah’a ve (rasûllerin bazısına inanmamakla) O’nun rasûllerine karşı küfür içindedirler. (İman iddia ettikleri halde rasûllerden bazılarını inkâr ederek) Allah ile rasûllerinin arasını ayırmak dilemekte ve “(O rasûllerden) kimisine inanır, kimisini ise reddederiz.” diyerek, (iman ile küfür) ortasında kendilerince bir yol tutmak istemektedirler.
150
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقاًّۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً
İşte bunlar, gerçekten kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
151
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Buna karşılık, Allah’a ve rasûllerine (gerçekten) iman eden ve (inanma hususunda) rasûllerin arasında hiçbir ayırım yapmayanlara gelince: gün gelecek, Allah onların mükâfatlarını verecektir. Allah, (günahları) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek çok olandır.
152
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً
Kitap Ehli kalkmış şimdi de, (peygamberliğini ispat için) senden üzerlerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Ey Rasûlüm, onların bu isteklerini çok görme!) Nitekim daha önce Musa’dan bundan da ötesini istemişler ve “Allah’ı bize apaçık göster!” demişlerdi de, bu zulümleri sebebiyle yıldırım çarpmışçasına gelen o dehşetli sarsıntı kendilerini yakalayıvermişti. Sadece bu değildi yaptıkları: kendilerine (gerçeği gösteren) apaçık deliller gelmiş (ve pek çok mucize de gösterilmiş) olmasına rağmen, tuttular (süs eşyalarından bir buzağı yapıp) onu ilâh edindiler; fakat Biz (hepsini helâk etmeyip, tevbelerini ve keffaretlerini kabulle) bu yaptıklarından da geçiverdik. Ve Musa’ya (Kitap ve Furkan verip,) apaçık bir delil, nüfuz ve hakimiyet bahşettik.
153
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
(Bu kadar da değil: Tevrat’a kuvvetle tutunmaları konusunda ) vermiş oldukları sözü sağlama almak için Tur’u (yerinden söküp) üzerlerine kaldırdık (ve düşüverecek gibi başları üzerinde öylece tuttuk. Ayrıca, çölde dolaşıp dururlarken kendilerini yönlendirdiğimiz beldenin) kapısından “Âdeta secde halinde, mütevazı ve emirlerimize boyun eğmiş olarak girin!” buyurduk. Yine, kendilerine “Sebt Günü’nün hürmetine riayetle, o günle ilgili yasağı çiğnemeyin!” diye emrettik ve (bu hususta ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyecekleri, birbirlerinin kanını akıtmayacakları gibi daha pek çok hususta) kendilerinden çok sağlam bir söz aldık.
154
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ
İşte (başlarına ne geldi ise hep kendi yüzlerinden geldi): verdikleri sözde durmamaları, Allah’ın (vahyettiği) âyetlerini (ve hem kâinatta, hem de kendi hayatlarında müşahede edip durdukları) apaçık delilleri görmezlikten gelip inkâr etmeleri, hiçbir hakhukuk gözetmeksizin peygamberleri öldürmeleri ve “Bizim kalblerimiz kılıflı, kabuk bağlamış, kaşarlanmış; (imana kabiliyetimiz kalmamış!)” demeleri yüzünden; –oysa küfürde ısrarları sebebiyle Allah kalblerine baskı vurup küfrü tabiatları haline getirdi de, artık imanla, iman hakikatleriyle münasebet ve alâkaları pek azdır.–
155
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ
Yine, küfürde ısrarla devamları ve Meryem aleyhinde dehşetli bir iftira atmaları yüzünden.
156
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ
Yine, Allah’ın rasûlü Meryem oğlu İsa (hakkında övüne övüne, “Onu) katlettik!” diye iddia etmeleri yüzünden –oysa onlar, İsa’yı öldüremediler, onu asamadı ve çarmıha geremediler; fakat şüpheye düşürülüp (bir aldanışa ve karışıklığa sürüklendiler). İsa ve dünyadan nasıl ayrıldığı konusunda ihtilâfa düşenler, asla bir gerçeğe dayanmayıp, zaten kendileri de hep şüphe içindedirler. Herhangi kesin bir bilgiye sahip bulunmadıkları için, ancak zanna tâbi olup gitmektedirler. Gerçek şu ki, onlar İsa’yı asla öldüremediler.
157
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Fakat Allah O’nu Kendi (katına) yükseltti. Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
158
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ
Ehli Kitap’tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce İsa’yı (gerçek kimliğiyle tanıyıp, fakat artık fayda vermeyecek bir imanla) O’na mutlaka inanacak olmasın. Kıyamet Günü gelince de, İsa onların aleyhinde şahitlik yapacaktır.
159
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ
Yine, Yahudi olanlardan taşan zulüm sebebiyle, kendilerine daha önce helâl kılınmış bulunan birtakım temiz ve hoş yiyecekleri onlara haram kıldık; ayrıca, insanları Allah’ın yolundan alıkoymaları sebebiyle de.
160
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faiz almaları ve halkın mallarını (gasp, yolsuzluk, hıyanet ve Allah’ın âyetlerini satma gibi) bâtıl yollarla yemeleri sebebiyle de. İçlerinden kâfir olanlara ise (Âhiret’te) pek acı bir azap hazırladık.
161
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Fakat onların içinde ilimde derinleşip kökleşmiş olanlar ve gerçek manâda mü’min bulunanlar da (vardır ki, diğerleri gibi senden kendilerine gökten kitap indirmeni istemezler. Onlar,) sana indirilen (Kur’ân)’a ve senden önce indirilen (Tevrat, İncil ve diğer Kitaplar)a iman ederler; namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılanlardır onlar; ayrıca zekâtı tastamam verenler ve Allah’a ve Âhiret Günü’ne içten iman edenlerdir: onlardır ki, kendilerine çok büyük bir mükâfat vereceğiz.
162
اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ
(Ey Rasûlüm!) Nuh’a ve O’ndan sonra gelen nebîlere nasıl vahiyde bulunmuşsak, aynı şekilde sana da vahyediyoruz. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve O’ nun soyundan gelip İsrail kabileleri içinde gönderilen peygamberlere, İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davud’a da Zebur’u verdik.
163
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ
(Misyonları çerçevesinde) daha önceden sana bahsettiğimiz rasûller gibi, kendilerinden sana söz etmediğimiz daha başka rasûller de gönderdik (ve şüphesiz onlara da vahiyde bulunduk). Ve Allah, Musa ile de hususî bir tarzda konuştu.
164
رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Hepsini (iman ve salih amel karşılığında af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyiciler ve (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcılar olarak gönderdik; ta ki, kendilerine rasûller geldikten sonra insanların, (“Bize müjdeleyen ve uyaran bir rasûl gelmemişti ki!” diye) Allah karşısında geçerli bir mazeretleri olmasın. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
165
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
(İnsanlar ister iman etsin ister etmesin,) ama Allah, sana indirdiğinin hak olduğuna bizzat şahadet etmektedir ve yine şahadet etmektedir ki, onu bizzat Kendi ilmine dayalı olarak ve yine Kendi ilmi dahilinde indirmektedir. Sonra, bu gerçeğe melekler de şahitlik etmektedirler. Aslında (başka şahitlere ihtiyaç da yoktur ya; çünkü bir şeyin gerçekliği için) şahit olarak Allah yeter.
166
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً
Hâl böyle iken, (sana indirdiğimiz hakikatları) ret ve inkâr edenler ve başkalarını da Allah’ın yolundan alıkoyanlar, hiç şüphesiz haktan büsbütün sapıp gitmişlerdir.
167
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ
Evet, o inkâr edenleri ve (başkalarını Allah’ın yolundan alıkoymakla) zulmedenleri, (böyle bir inkârla da Allah’a, peygamberlere, meleklere, bütün mü’minlere ve hakka şahitlik eden onca varlığa karşı) haksızlıkta bulunanları Allah asla bağışlayacak değildir; onları (başka) bir yola iletecek de değildir,
168
اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
İçinde ebediyen kalacakları Cehennem’in yolu dışında. Bunu yapmak, Allah için pek kolaydır.
169
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Ey (bütün) insanlar! O (şanı çok yüce en büyük) Rasûl, size Rabbinizden hakkı getirdi; dolayısıyla kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki (inkârınızın Allah’a hiçbir zararı olmayacak ve O’ndan hiçbir şey eksiltmeyecektir; çünkü) göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Ve Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
170
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً۟
Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçek dışı iddialarda bulunmayın. Bilin ki, Meryem’in oğlu İsa Mesih başka değil, sadece Allah’ın bir rasûlüdür ve (Kudreti’nin) bir kelimesidir ki, onu Meryem’e bırakmıştır; bir de, Allah’tan bir ruhtur. Şu halde, Allah’a (Allah olarak) ve (İsa Mesih gibi) bütün rasûllerine de (rasûl olarak) iman edin; böyle iman edin de, “İlâh üçtür!” demeyin. Kendi hayrınıza, böyle iddialardan vazgeçin. Allah ki, ancak tek bir ilâhtır. Hiç mümkün müdür ki bir oğlu olsun; bundan bütünüyle münezzehtir O. Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hepsi O’nundur (O’nun mülküdür ve O’nun tasarrufu altındadır). Allah, (koruyan, yöneten ve bütün işlerin Kendisine havale edileceği bir) vekil olarak yeter.
171
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعاً
Mesih, Allah’a herkes gibi sadece bir kul olup ibadet etmekten asla kaçınmaz; Allah’a en yakın melekler de kaçınmaz; (şu halde, melekler içinde de asla bir ilâh bulunamaz). Kim Allah’a kul olup ibadet etmekten kaçınır ve bunu kibirine yediremezse, bilsin ki Allah, öylelerinin hepsini huzuruna toplayacak (ve hesaba çekecektir).
172
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara ise mükâfatlarını tastamam verecek, üstelik lütf u kereminden daha fazlasını bahşedecektir. (Allah’a kul olmaktan) kaçınanlara ve bunu kibirlerine yediremeyip büyüklenenlere gelince, öylelerini ise çok acı bir azapla cezalandıracak ve onlar, Allah kendilerini asla sahiplenmeyeceği için, (azap karşısında) ne bir koruyucu, ne bir sahip, ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.
173
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ نُوراً مُب۪يناً
Ey insanlar! Hiç şüphesiz Rabbinizden size kesin bir Delil geldi ve size her şeyi olduğu gibi apaydınlık gösteren ve yolunuzu aydınlatan parlak bir Nur indirdik.
174
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۜ
İşte, Allah’a (bu Delil’in kılavuzluğunda ve Nûr’un ışığında) iman eden ve O’na sımsıkı sarılanları O, Kendi katından (şu anda mahiyetini ve büyüklüğünü kavrayamayacağınız) bir rahmetin ve yine (mahiyetini kavramanız mümkün olmayan) bir lütf u nimetin içine yerleştirecek ve dosdoğru bir yol üzerinde hiç sapmadan Kendisine ulaştıracaktır.
175
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
(Ey Rasûlüm!) Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kelâle (geride baba ve çocuk bırakmadan vefat eden kişi)nin mirasıyla ilgili hükmünü size şöyle bildiriyor: “Çocuğu olmayan, (babasını da daha önce kaybetmiş bulunan) biri ölür ve geride (öz veya baba bir) kız kardeş bırakırsa, terikesinin yarısı ona aittir; (kalan yarısı, baba tarafından varsa mirasçı konumundaki akrabanındır. Onlar da yoksa, yine kız kardeşindir.) Eğer herhangi bir kız kardeş çocuk bırakmaksızın ölürse, (tek vâris olan öz veya baba bir) erkek kardeş, onun terikesinin tamamını alır. (Babasız veya çocuksuz olarak vefat eden bir kişiden) geriye iki kız kardeş kalırsa, terikenin üçte ikisi onlarındır. Eğer vârisler erkek ve kız kardeşlerden ibaret olurlarsa, bu durumda erkek, kadın hissesinin iki mislini alır. Allah, hükümlerini size açıklıyor ki, herhangi bir yanlışlığa ve şaşkınlığa düşmeyesiniz. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
176

Sureler

Mealler