Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tâ, Sîn. Ey insan! Rabb'inden sana bir mesaj geldi: Bunlar Kur'an'ın, insanlığa mutluluk ve kurtuluş yollarını gösteren o apaçık ve apaydınlık kitabın ayetleridir.
2 Bu kitap, inananlara yol gösterici ve ilâhî nimetleri haber veren bir müjdeci olarak, doğrudan Allah tarafından gönderilmiştir.
3 O inananlar ki, namazlarını tam bir duyarlılıkla ve düzenli olarak kılarlar, ekonomik ve sosyal kulluğun özel bir örneği olan zekâtı hak sahiplerine verirler ve ilâhî mahkemenin kurulacağı öte dünyanın varlığına tüm kalpleriyle inanırlar.
4 Öte dünyanın varlığına inanmayan ve dolayısıyla, yapıp ettiklerinin hesabını vermeyeceklerini zanneden, bu yüzden de hiçbir ahlâkî kural tanımayan o inkârcılara gelince; Biz, insan ruhuna yerleştirdiğimiz psikolojik yasalara göre, kötü olduğunu bile bile yaptıkları o çirkin işleri zamanla kendilerine süslü gösterdik. Böylece onlar, inkâr ve cehalet karanlıklarında bocalayıp giderler.
5 İşte onlar, bu dünyada azabın en kötüsüne müstahak olanlardır. Âhirette de en büyük kayba uğrayacak olanlar onlardır.
6 Ey insan! Gerçekten bu Kur'an sana, sonsuz hikmet ve ilim sahibi olan Allah tarafından gönderiliyor:
7 Hani Musa, ailesiyle birlikte Medyen'den Mısır'a dönerken Sina dağı yakınlarında yolunu kaybetmişti. Hava soğuk ve karanlıktı. Musa uzaklarda bir ateşin yandığını görünce, ailesine, "Ağaçların arasında bir ateş ilişti gözüme!" dedi, "Siz burada bekleyin,gideceğimiz yönle ilgili size oradan bir haber getireyim, ya da hiç değilse bir parça köz getireyim ki, ateş yakıp ısınabilesiniz."
8 Ve Musa oraya yaklaşınca, Allah tarafından ona şöyle seslenildi: "Ey Musa! İnsanlığa hidayeti göstermek için yakılan bu ateşin olduğu yerde ve çevresinde bulunan herkes kutlu kılınmıştır. Öyleyse, sen de ilâhî nur ile aydınlan. Âlemlerin yegâne efendisi ve Rabb'i olan Allah yüceler yücesidir, her türlü eksik ve kusurdan münezzehtir."
9 "Ey Musa! Hiç kuşkusuz Ben, sonsuz kudret ve hikmet sahibi Allah'ım! O hâlde çıkar ayakkabılarını, çünkü şu an Sina dağının eteklerindeki kutsal Tuva vadisinde, yüce bir makamın huzurunda bulunuyorsun!"
10 "Ben seni Peygamber olarak seçtim ve sana mucizeler verdim. Şimdi asanı yere at!"

Bunun üzerine, Musa elindeki değneği yere attı. Sonra onun tıpkı küçük bir yılan gibi hızla hareket ettiğini görünce korkuya kapıldı ve arkasına bile bakmadan dönüp kaçmaya başladı. Allah, "Korkma, ey Musa!" dedi, "Çünküsen artık bir Peygambersin ve Peygamberler, benim huzurumda asla korkuya kapılmazlar."
11 "Ancak, her kim zulmeder ve zulümde diretirse, işte o korksun Benden! Çünkü zulüm, kesinlikle cezasız kalmayacaktır. Bununla birlikte, zulmeden kişi bile kötülük yaptıktan sonra tövbe eder ve hayatını iyi yönde değiştirerek kötülüğü iyiliğe dönüştürürse, şunu iyi bilsin ki, hiç şüphesiz ben, içtenlikle tövbe edildiği takdirde en büyük günahları bile bağışlarım, çok ama çok merhametliyim."
12 Şimdi elini koynuna sok, onu geri çıkardığında, —herhangi bir hastalıktan değil, Peygamberliğinin bir alâmeti olarakgözleri kamaştıracak derecede ışıl ışıl, bembeyaz olarak çıkacaktır. Yılana dönüşen asa ve parlayan el, Firavun'a ve halkına gösterilecek dokuz mucizeden ikisidir. Doğrusu onlar, işledikleri zulümler yüzünden gerçekten yoldan çıkmış bir toplum hâline geldiler.
13 Böylece Musa, Firavunun karşısına çıkıp ona ilâhî buyrukları tebliğ etti. Fakat Firavun ve adamları inkârda direttiler. Öyle ki, hiçbir şüpheye yer vermeyecek biçimde hakikati ortaya koyan apaçık mucizelerimiz onlara ulaşınca, "Bu apaçık bir büyüdür!" dediler.
14 Ve bunların birer ilâhî mucize olduğunu pekâlâ bildikleri hâlde, zulüm ve kibirleri yüzünden hepsini inatla inkâr ettiler. Şimdi insanlık tarihini bir gözden geçir de bak bakalım, yeryüzünde fesat çıkaran bozguncuların sonu nice olmuş.

Zalimleri bekleyen acı akıbete dikkat çekildikten sonra, gelelim müminlere müjdelenen ilâhî nimetlere:
15 Hiç kuşkusuz biz Davud'a ve oğlu Süleyman'a derin bir kavrayış, üstün bir yetenek, engin bir bilgi ve hikmet verdik. Onların her ikisi de, "Bizleri inanan kullarından birçoğuna üstün kılan Allah'a hamd olsun!" diye dua ederlerdi.
16 Süleyman, babasının ölümünün ardından onunyolunu izleyerek Davud'un mirasçısı oldu. Kendisineöyle muhteşem bir güç verilmişti ki, "Ey insanlar!" diyordu, "Bize kuşların dili ve diğer bütün varlıklarla iletişim kurma tekniği öğretildi ve her konuda bilgi, beceri ve imkânlar verildi bize. Doğrusu bu, Allah tarafından bahşedilmiş apaçık bir lütuftur.
17 Ve günlerden bir gün, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu Süleyman'ın huzurunda toplanmış ve Allah yolunda cihat etmek üzere düzenli gruplar hâlinde yola koyulmuşlardı.
18 Derken, Karınca Vadisine geldiklerinde, yuvanın disiplin ve düzeninden sorumlu bir karınca "Ey karıncalar!" diye seslendi, "Derhal yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve askerleri farkında olmayarak sizi çiğnemesinler!"
19 Süleyman, karıncanın bu sözünüişitince Allah'ın kudret ve merhametini gözler önüne seren bu hayret verici manzara karşısında hayranlıkla gülümsedi ve Allah'ın kendisine verdiği bunca nimetleri düşünerek "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Gönlüme öyle duygular ilham et ki, bana ve ana babama bahşettiğin nimetler için sana şükreden bir kul olayım ve daima senin hoşnut olacağın güzel ve yararlı işler yapayım. Ey Rabb'im, sonsuz lütuf ve rahmetin sayesinde beni tertemiz kullarının arasına kat."
20 Sonra ordusundaki kuşları teftiş ederken, ibibik (çavuşkuşu) cinsinden olan Hüdhüd adlı özel yeteneklere sahip bir kuşun yerinde olmadığını gördü. Bunun üzerine, "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum, yoksa görevini terk edip kayıplara mı karıştı?" dedi. Ordu içinde disiplini bozacak bu tür sorumsuzlukların ne büyük felâketlere mal olabileceğini gayet iyi bildiğinden, işin ciddiyet ve önemini göstermek üzere şöyle dedi:
21 "Bu konuda bana geçerli bir mazeret göstermediği takdirde, onu ya şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, ya da derhal boynunu uçuracağım."
22 Fakat çok geçmeden Hüdhüd ansızın çıkageldi ve "Ey Süleyman!" dedi, "Ben uzak diyarlara gittim. Araştırmalarım sonucunda, senin bile henüz bilmediğin bazı şeyler öğrendim ve Yemen'deki Sebe Krallığı hakkında sana kesinlikle doğru bir haber getirdim."
23 "Oranın halkını Belkıs adında bir kadının yönettiğini ve ona, bir kralın sahip olması gereken her türden bilgi, beceri ve imkânın bahşedildiğini gördüm. Ayrıca onun, çok büyük ve görkemli bir de tahtı var."
24 "Ve yine gördüm ki, kendisi de halkı da, Allah'ı bırakıp Güneş'e secde ediyorlar. Demek ki, şeytan yaptıkları bu çirkin işleri kendilerine güzel ve çekici göstererek onları yoldan çıkarmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar."
25 "Hâlbuki göklerde ve yerde gizli olan her şeyi ortaya çıkaran ve sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilen yüce Allah'a secde ve kulluk etmeleri gerekmez miydi?"
26 "O Allah ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Mutlak kudret ve hükümranlığın sahibi, yani yüce arşın Rabb'idir."
27 Süleyman, "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının biri misin, bunu yakında göreceğiz." dedi ve yazdırdığı mektubu Hüdhüd'ün gagasına tutuşturup:
28 "Şu mektubumu götür ve gizlice önlerine atıver, sonra onlardan biraz uzaklaşarak bir kenara çekil ve onları dikkatle gözetle, bakalım ne yapacaklar?"
29 Hüdhüd, kendisine verilen emri yerine getirdi. Belkıs Süleyman'ın mektubunu alır almaz, "Ey ileri gelenler!" diye vezirlerine seslendi, "Bakın, bana çok değerli bir mektup geldi."
30 "Mektup Süleyman'dan geliyor ve ‘Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla' başlıyor."
31 "Mektupta diyor ki: "Sakın bana karşı koymaya kalkmayın, derhal teslim olup huzuruma gelin!"
32 Belkıs "Ey ileri gelenler!" dedi, "Bu mesele hakkındaki görüşlerinizi bana bildirin. Çünkü bilirsiniz ki, ben size danışmadan hiçbir konuda karar vermem."
33 Vezirler, "Sayın kraliçemiz! Biz son derece güçlü ve savaşçı bir milletiz, gerekirse Süleyman'ın ordusuyla da savaşabiliriz. Fakatyine de ferman senindir, düşün ve ne buyuracağına sen karar ver!" dediler.
34 Bunun üzerine Belkıs, "Doğrusu, despot yöneticiler, diktatörler ve krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın düzenini altüst ederler ve halkının soylu ve onurlu insanlarını öldürerek, esir ederek veya sürgüne göndererek aşağılık ve perişan bir hâle getirirler. Herhâlde bunlar da böyle yapacaklardır."
35 "Bu yüzden, meseleyi barış yoluyla çözmek için elimden geleni yapacağım. Onlara dostluk ve barış mesajı olarak altın, gümüş ve mücevheratla dolu bir armağan gönderecek ve elçilerin getirecekleri cevabı bekleyeceğim. Bakalım Süleyman mal mülk ile savuşturulabilecek bir kimse miymiş?"
36 Belkıs’ın gönderdiği elçiler Süleyman’ın huzuruna çıkınca, Süleyman, "Siz bu mallarla bana lütufta bulunduğunuzu mu sanıyorsunuz? Bu önemsiz ve ucuz teklifle mi geliyorsunuz karşıma? Şunu iyi bilin ki, Allah'ın bana bahşetmiş olduğu ilâhî nimetler, size verdiği servet, zenginlik gibi gelip geçici şeylerden çok daha hayırlıdır. Sizin bu hediyeniz, ancak sizin gibi manevî değerlerin kıymetini bilmeyen, yalnızca maddî zenginliklere değer veren insanları sevindirir."
37 "Getirdiğin bu hediyeleri al ve ülkene geri dön. Onlara de ki, eğer ilâhî hükümlere boyun eğmemekte ısrar ederlerse, asla karşı duramayacakları müthiş ordularla üzerlerine yürüyeceğiz ve hepsini aşağılık ve perişan bir hâlde oradan sürüp çıkaracağız!"

Süleyman'ın sahip olduğu baş döndürücü kudret ve zenginliği gören elçiler ülkelerine dönüp durumu kraliçeye bildirdiler ve böylesine kudretli bir orduyla asla baş edemeyeceklerini anlattılar. Bunun üzerine Belkıs, Süleyman'ın isteklerini görüşmek ve kendilerini davet ettiği dini öğrenmek üzere Kudüs'e geleceğini bildirdi.
38 Bu haber üzerine Süleyman, yönetimde sözüne değer verdiği yakınlarını topladı ve onlara, "Ey ileri gelenler!" dedi, "Onlar Allah'ın hükmüne boyun eğmiş bir hâlde huzuruma gelmeden önce, hanginiz Belkıs'ın 3000 km uzaklıkta bulunan sarayındaki tahtını bana getirebilir?"

Hz. Süleyman, emrindeki olağanüstü kuvvetlerin bir göstergesi olarak Belkıs'ın tahtını getirip ona takdim etmek ve böylece kraliçeyi etkileyip hem onu savaştan vazgeçirmeyi, hem de onu hak dine davet etmeyi planlıyordu.
39 Süleyman'ın emrindeki cinlerden biri olan İfrit adındaki güçlü ve yetenekli bir cin dedi ki:

"Sen daha yerinden kalkmadan, yani birkaç saat içinde onu sana getirebilirim. Ben gerçekten bunu yapabilecek güce sahibim, bana güvenebilirsiniz."
40 Süleyman'ın vezirlerinden, fen ve teknik konusunda kitap ilmine sahip olan bir kişi ise, "Ben göz açıp kapayıncaya kadar onu sana getirebilirim." dedi. Adam daha sözünü bitirmeden, taht yanlarında beliriverdi. Süleyman, onu yanı başında duruyor görünce, dedi ki:

"Bu, verdiği nimetlere karşı şükredip etmeyeceğimi sınamak için Rabb'imin bahşetmiş olduğu lütuflardandır. Her kim şükrederse, yalnızca kendi iyiliği için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, doğrusu Rabb'im ganidir, hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir, kerimdir, sonsuz lütuf ve kerem sahibidir."
41 Süleyman, saltanat ve zenginliğin gelip geçici olduğunu, bunların ancak imtihan amacıyla insana verildiğini, bu gibi dünyevi nimetlerin parlaklığına aldanıp da âhireti unutmamak gerektiğini, hiç bitmeyecek gerçek saltanat ve zenginliğin Allah katında olduğunu Belkıs'a etkileyici bir üslûpla anlatmak istiyordu. Bunun için adamlarına dedi ki:

"Onun tahtını, üzerindeki süsleri söküp değiştirerek tanınmaz hale getirin! Bakalım onun nasıl bir anda el değiştirdiğini ve eski şaşaasını, güzelliğini kaybederek perişan hale geldiğini gördükten sonra, dünyevi zenginliklerin gelip geçici olduğunu anlayıp doğru yolu bulabilecek mi, yoksa tahtı tacı uğrunda imanı reddederek doğru yolu bulamayan kimselerden mi olacak?"
42 Nihayet Belkıs Süleyman'ın huzuruna gelince, ona tahtı gösterilerek, "Senin tahtın böyle mi?" diye soruldu. O da, "Evet, sanki bu o!" dedi, "Zaten buraya gelmeden önce bize İslâm inancı hakkında bilgi ulaşmış ve Allah'ın birliğine ve senin hak Peygamber olduğuna iman ederek Müslüman olmuştuk."

Belkıs'ın o güne kadar neden iman etmediğine gelince:
43 Allah'ın dışında tapındığı varlıklara olan inanç ve bağlılığı, onu o zamana kadar tevhid dinine girmekten alıkoymuştu. Çünkü o, inkârcı bir kavimdendi ve içinde yetiştiği toplumun kültüründen, inancından ister istemez etkilenmişti.
44 Daha sonra ona, "Saraya girer misiniz?" dendi. Belkıs saraya girip onun ışıl ışıl parlayan saydamdöşemesini görünce, orayı derin bir su zannederek, ıslanmasın diye eteğini topladı. Bunun üzerine Süleyman, "Korkma!" dedi, "Bu, zemini şeffaf kristal ile döşenmiş ve her yanı cilâlanarak parlatılmış bir saraydır. Ama sen, onu ilk bakışta derin bir havuz zannettin. İşte, önyargılara kapılarak hakikati göremeyen insanın durumu da böyledir: Hak din ona ilk bakışta sıkıntılı, meşakkatli bir yol gibi görünebilir. Fakat şeytanlarının telkin ettiği batıl önyargıları aşarak hakka yöneldiği takdirde, ondaki güzelliği, parlaklığı açıkça görecektir."

Süleyman'ın hikmet dolu sözlerinden etkilenen ve böyle büyük bir zenginlik ve kudrete sahip olmasına rağmen asla kibre kapılmadığını, aksine, derin bir tevazu ile daima Rabb'ine yönelip O'na şükrettiğini görenBelkıs, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Doğrusu ben, şu ana kadar Sana kulluktan uzak durmakla kendime zulmetmişim. Fakat işte şimdi, Süleyman ile birlikte, bütün varlıkların gerçek sahibi, yöneticisi ve Efendisi olan Allah'a yürekten boyun eğiyorum."

Ama insanlık tarihinde bütün saltanat sahipleri Belkıs gibi teslim olmadılar:
45 Doğrusu Biz Semud kavmine, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları Salih'i mesajımızı ileten bir elçi olarak göndermiştik: "Yalnızca Allah'a kulluk edin ve O'nun gönderdiği ilkeler doğrultusunda hayatınızı düzenleyin."

Fakat onlar, Peygamberin önderliğinde tek vücut olup Allah'a kulluk edecekleri yerde, birbiriyle çekişip duran iki düşman gruba ayrıldılar.
46 Salih inkârcılara seslenerek, "Ey halkım!" dedi, "Rabb'inizin size dünyada ve âhirette bahşettiği güzellikleri ve iyilikleri arzu edeceğiniz yerde, ne diye O'na karşı küstahça meydan okuyarak bir an önce başınıza azabın ve kötülüğüngelip çatmasını istersiniz? Ne olurdu, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip Allah'tan bağışlanma dileseniz de, ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olsanız!"
47 Buna karşılık zalimler, "Ey Salih! Sen ve beraberindeki şu müminler yüzünden başımıza uğrusuzluk geldi." dediler. Salih ise, "Başınıza gelen ve uğursuzluk diye nitelendirdiğiniz belâlar, işlediğiniz günahlar yüzünden size Allah katından gelen bir uyarı ve cezadır! Çünkü siz sadece nimetlerle değil, birtakım belâ ve musibetlerle de imtihan edilmektesiniz." dedi.
48 O şehirde, insanlar arasında adaleti, barış ve esenliği egemen kılmak yerine, yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkaran servet ve iktidar sahibi dokuz kişilik bir çete vardı.
49 Bunlar, birbirlerine Allah adına söz verip gizlice antlaşarak şöyle dediler: "Her kabileden birer savaşçı alarak Salih ve adamlarına geceleyin baskın yapıp hepsini ortadan kaldıralım. Sonra da onun intikamını almak isteyecek akrabalarına, "Onun ve adamlarının öldürülmesi olayına biz katılmadık. Bu işi kimin yaptığını da bilmiyoruz. Gerçekten biz doğru söylüyoruz!" deriz. Böylece bütün kabilelerle savaşmayı göze alamayıp kan diyetine razı olurlar."
50 Onlar akılları sıra Allah'ın nurunu söndürmek için bir düzen kurmuşlardı. Biz de bütün tuzakları kuşatan bir düzen kurmuştuk. Fakat onlar bunun bilincinde değillerdi.
51 Bak, zalimlerin kurdukları tuzakların sonu nice oldu. Onları da, onları destekleyen topluluklarını da korkunç bir azapla tamamen yok ettik.
52 İşte, zulümleri yüzünden yıkılıp viraneye dönmüş, bomboş kalmış evleri… Hiç kuşkusuz bunda, öğüt almasını bilen insanlar için apaçık bir uyarı ve ibret verici bir ders vardır.
53 Ayetlerimize yürekten iman eden ve bu imanın gereği olarak dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimseleri ise, dünya ve âhiret azabından kurtardık.

Ve aradan yıllar geçti, yeni nesiller geldi. İsimler ve şekiller değişti, fakat değişmeyen tek şey vardı; hak ile batılın amansız mücadelesi:
54 Lut'u da mesajımızı ileten bir elçi olarak görevlendirip kavmine göndermiştik. Hani Lut, erkek erkeğe sapık ilişkilere giren Sodom halkına şöyle seslenmişti: "Bu çirkin işi, insanın yapı ve yaratılışına aykırı büyük bir günah olduğunu göre göre nasıl işliyorsunuz?"
55 "Demek kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yöneliyorsunuz, öyle mi? Aman Allah'ım, siz gerçekten de cehalet içinde yüzen azgın bir toplumsunuz."
56 Fakat halkının bu uyarıya cevabı, şu alaycı ve tehditkâr sözlerden başka bir şey olmadı: "Lut ve ailesini şehrinizden çıkarın. Bunlar da amma temiz insanlarmış böyle!"

Böylece, Lut ile halkı arasında yıllar sürecek zorlu bir mücadele başladı. Fakat Sodomlular, tüm uyarılara rağmen ilâhî davete kulak vermediler, aksine azıttıkça azıttılar.
57 Bunun üzerine, onu ve ailesini o şehirden çıkarıp kurtardık. Ancak kâfirlerin zulmünü destekleyen karısı hariç. Onun o zalimlerle birlikte geride kalıp helâk olmasına karar verdik.
58 Ve üzerlerine, azap taşlarını bir yağmur gibi yağdırdık. Güzelce uyarıldıkları hâlde Allah'a başkaldıranların yağmuru, ne kötü bir yağmurdur!
59 O hâlde, ey Müslüman! Rabb'inin yüceliğini ilan ederek de ki: "Zalimlere hak ettikleri cezayı veren Allah'a hamd olsun. O'nun seçip kurtardığı salih kullarına da selâm olsun! Şimdi söyleyin bakalım,sonsuz kudret ve merhamet sahibi olan Allah mı daha hayırlıdır, yoksa müşriklerin Allah'a ortak koştukları o sahte ilâhlar mı?
60 Düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa gökleri ve yeri yoktan ver eden, sizin için gökten tertemiz su indiren ve onun sayesinde, bir tek ağacını bile yaratamayacağınız güzelim bağlar, bahçeler yetiştiren Allah mı?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hayır, bunu iddia edenler, kelimenin tam anlamıyla yoldan çıkmış kimselerdir.
61 Yine düşünün; o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa yeryüzünü yaşamaya elverişli hâlde yaratan, dağların ve tepelerin arasından çağıldayan dereler, ırmaklar akıtan, yerin sarsılmaması için oraya sapasağlam dağlar yerleştiren ve iki deniz kütlesi arasına, tatlı suyla tuzlu suyun birbirine karışmasına engel olacak bir perde koyan Allah mı? (25. Furkan: 53; 35. Fatır: 12 ve 55. Rahman: 19-22 )

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hayır hayır, onların çoğu hakikati bilmiyorlar.
62 Yine düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa darda kalan kişi kendisine yalvardığı zaman onun yardımına koşup sıkıntısını gideren ve sizi yeryüzünün hâkimleri kılan Allah mı?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
63 Yine düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa karanın ve denizin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları bereketli yağmurların müjdecisi olarak gönderen Rabb'iniz mi?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hiç kuşkusuz Allah, acziyet ve eksiklik ifade eden her türlü nitelikten uzaktır. Müşriklerin ilâhlık payesi vererek O'na ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir!
64 Yine düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa evreni ve hayatı yoktan var ederek ilk yaratmayı gerçekleştiren ve sonra da an be an onu devam ettiren ve gökten indirdiği ve yerden çıkardığı sayısız nimetlerle sizi besleyen Allah mı?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Onlara de ki: "Eğer bu iddianızda gerçekten samimî iseniz, o hâlde bunun akla, sağduyuya ve ilâhî kitaplara uygun olduğunu ispatlayan delilinizi koyun ortaya."
65 Ey Müslüman! De ki: "Göklerde ve yerde Allah'tan başka hiçbir varlık, yaratılmışların algı ve tecrübe sınırlarının ötesindeki gizlilikler âlemi olan gaybı bilemez. Bütün bunları bilen, yalnızca Allah'tır. Yaratılmış olanlara gelince, onlar ne zaman öleceklerini bilemedikleri gibi, ne zaman diriltileceklerini de bilemezler."
66 Hayır, onlar yeniden dirilmenin hangi saatte olacağını bilemezlerse de, âhiretin varlığı hakkında onlara Peygamberler aracılığıyla ardı ardına bilgiler ve ikna edici deliller geldi. Fakat onlar, yine de öte dünyanın gerçekliği konusunda şüphe içindedirler. Daha doğrusu, âhiretten yana kalben kördür bunlar. İşte bunun içindir ki:
67 Allah'ın kudret ve adaletini inkâr edenler, "Ne yani" diyorlar, "Şimdi biz ve geçmiş atalarımız ölüp toprak olduktan sonra yeniden yaratılıp kabirlerimizden çıkarılacağız, öyle mi?"
68 "Aslında bu tehdit bize ve geçmiş atalarımıza daha önce de yapılmıştı, fakat şu ana kadar hiçbirinin gerçekleştiğini görmedik. Bu iddialar, öncekilerin uydurduğu masal ve efsanelerden başka bir şey değildir."
69 Sen de onlara de ki: "Geçmişte helâk edilen medeniyetlerin yeryüzünde bıraktıkları harabeleri ve yerle bir olmuş şehir kalıntılarını gezip dolaşın da, suçluların sonu nice olmuş, görün."
70 Ey Peygamber ve onun izinden yürüyen Müslüman! Onların çirkin davranışlarından dolayı üzülme, kurdukları hilelerden dolayı da tedirgin olma. Sen üzerine düşen tebliğ görevini yap, gerisini Bana bırak.
71 Onlar, "Eğer cennet, cehennem, kıyamet, âhiret hakkında dedikleriniz doğru ise, savurduğunuz bu tehditler ne zaman gerçekleşecek?" diyerek seninle alay ediyorlar.
72 Onlara de ki: "Ne biliyorsunuz? Bir an önce gelmesini istediğiniz o azabın bir kısmı, belki de ensenize binmek üzeredir!"
73 Eğer hâlâ helâk edilmedilerse, bunun bir tek sebebi var: Hiç kuşkusuz senin Rabb'in, insanlara karşı sonsuz lütuf ve ihsan sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.
74 Elbette Rabb'in, onların kalplerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilmektedir. Öyle ki:
75 Göklerde ve yerde sizce gizli ve erişilmez gibi görünen her şey, varlık kanunlarının kaydedildiği apaçık bir kitapta yer almaktadır.
76 Hiç kuşku yok ki, bu Kur'an, İsrail Oğulları'nın ve Hristiyanların bugün üzerinde anlaşmazlığa düştükleri âhiret, Peygamberlik, tevhid gibi pek çok meseleninaslını onlara bildirmektedir.
77 Ve yine kuşku yok ki, bu kitapAllah'a ve âhiret gününe inananlar için yegâne hidayet rehberi ve hem dünyada, hem âhirette kurtuluşa ileten ilâhî rahmet kaynağıdır. Bu kaynaktan yüz çevirenlere gelince:
78 Elbette Rabb'in, yeri ve zamanı geldiğinde onlar arasında hükmünü verecektir. O mutlak kudret ve otorite sahibidir, her şeyi bilmektedir.
79 O hâlde, ey Peygamber! Sen Allah'a güven ve tam bir kararlılıkla yoluna devam et. Çünkü sen, Allah'tan gelen apaçık bir gerçek üzerindesin. Fakat bu gerçeği, ancak gönlü ve kalbi diri olanlar idrak edebilir. Kibir, bencillik ve günah kirleriyle kalpleri kararmış olanlara gelince:
80 Gerçek şu ki, sen kalben ölülere sesini duyuramazsın ve ne kadar çırpınsan da, gerçeklerden yüz çevirip arkasını dönen sağırlara bu çağrıyı işittiremezsin.
81 Ve yine sen, vicdanları kirlenmiş, gönül gözleri körelmiş olan zalimleri saptıkları yanlış yoldan çevirip doğru yola iletemezsin. Sen bu çağrıyı, ancak ayetlerimize inanmaya gönlü olan iyi niyetli, temiz yürekli insanlara işittirebilirsin ve zaten onlar, hakikati görür görmez derhal Rab'lerine boyun eğerler.

Hakikate gözlerini kapayan kâfirlere gelince, zamanı gelince onlar da gerçeği görecekler:
82 Onlar hakkındaki vaad kıyamet günü gerçekleştiği veya inkârcıların ölüm vakti geldiği zaman, onları sorgulamak için yerin içinden korkunç görünümlü bir yaratık çıkaracağız ve bu yaratık onlara, bu insanların çoğunun ayetlerimize gerçek anlamda inanmadıklarını ve bu yüzden azabı hak ettiklerini söyleyecek. O zaman tövbe edip bağışlanmak için yalvaracaklar, ancak tövbeleri kabul edilmeyecek.
83 Ve her toplumdan ayetlerimizi yalanlayan birer grubu mahşer meydanında topladığımız gün, insan seli halinde büyük mahkemeye doğru sürülecekler.
84 Nihayet, Yüce Hâkim'in huzuruna çıktıkları vakit, Allah onlara, "Ey zalimler!" diyecek, "Demek ayetlerimi hiç düşünüp anlamadan öyle körü körüne inkâr ettiniz, öyle mi? Evet, söyleyin bakalım, neydi o yaptıklarınız öyle?"
85 Böylece, işlemiş oldukları zulüm ve haksızlıklardan dolayı kendilerine vadedilen azap sözü gerçekleşmiş olacak ve buna karşı söyleyecek söz bulamayacaklar. Çünkü suçlarını hafifletecek en ufak bir mazeretleri bile olmayacak.
86 Oysa onlar, geceyi huzur ve güven içinde dinlensinler diye sessiz ve karanlık, gündüzü de çalışıp kazanmaları için aydınlık yaptığımızı görmüyorlar mıydı? Evrende böyle mükemmel bir düzen kurarak sınırsız kudretini, ilmini, adaletini, hikmetini ortaya koyan Allah'ın, insanı başıboş bırakmayacağını, yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığını mutlaka vereceğini düşünmüyorlar mıydı? Hiç kuşkusuz bunda, iman edecek bir toplum için hakikati gösteren nice işaretler, nice deliller vardır.
87 Evet, diriliş için sura üflendiği Gün, Allah'ın dilediği mümin kimseler hariç, göklerde ve yerde bulunanlar dehşet içinde kalacak ve hepsi, boyunları bükülmüş bir hâlde O'nun huzuruna çıkacaktır.
88 Ey insan! Dağları görürsün de, onları öylece yerlerinde duruyor sanırsın. Oysa onlar, yerküreyle birlikte, tıpkı bulutların gökyüzünde yürüyüp gittiği gibi yürümektedirler. Her şeyi güzel ve yerli yerinde yapan Allah'ın sanatıdır bu. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır. Şu hâlde:
89 Her kim O'nun huzuruna bir iyilikle gelirse, ona bundan daha iyi bir karşılık vardır. Üstelik onlar, o dehşetli Günün korkusundan uzak, güven içinde olacaklardır.
90 Ve kim de O'nun huzuruna kötülüklerle gelirse, onlar da yüzüstü cehenneme atılacak ve şu acı sözleri duyacaklardır: "Siz buraya, bizzat kendi arzunuzla geldiniz. Öyle ya, yaptıklarınızdan başka bir şeyin cezasını mı çekiyorsunuz?"
91 O hâlde, ey şanlı Elçi! İçinde yaşadığın Mekke halkından başlamak üzere, tüm insanlığı hak dine çağırarak de ki: "Ben ancak, bu şehrin Rabb'ine kulluk etmekle ve O'ndan başka tapınılan bütün ilâhları reddetmekle emrolundum. Unutmayın ki, Arabistan'ın dört bir yanında kargaşa ve anarşi hüküm sürerken, bu şehri saygıdeğer kılan ve sizi huzur ve güven içinde yaşatan O'dur. Ve bu nimeti, kendisine kulluk eden bütün milletlere bahşedecektir. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa, her şeyin yaratıcısı ve gerçek sahibi O'dur. Bunun için bana, Allah'a yürekten boyun eğen kimselerden olmam emredildi."
92 "Ayrıca bana, Kur'an'ı okumam ve onu tüm insanlığa ulaştırmam emredildi. Artık kim doğru yolu tutarsa, bunu ancak kendi iyiliği için yapmış olur. Kim de İslâm'ı terk edip şeytanın yoluna saparsa, onlara da de ki: "Ben ancak bir uyarıcıyım. Tercih ve eylemlerinizin sorumluluğu yalnızca size aittir."
93 Ve kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa seslenerek de ki: "Hamd olsun Allah'a ki, Kur'an'ın ilâhî kelâm olduğunu ispatlayan delillerini hem dış dünyanızda, hem iç dünyanızda size gösterecek ve siz de onları her defasında görüp tanıyacaksınız."

Unutma ki, Rabb'in yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ 1
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ 2
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ 3
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ 4
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ 5
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ 6
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ 7
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 8
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ 9
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ 10
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 11
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ 12
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 13
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟ 14
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ 15
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ 16
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ 17
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ 19
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ 20
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ 21
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ 22
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ 23
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ 24
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ 25
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ 26
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 27
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ 28
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ 29
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ 30
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟ 31
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ 32
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ 33
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ 34
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ 35
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ 36
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ 37
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ 38
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ 39
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ 40
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ 41
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ 42
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ 43
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ 44
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ 45
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 46
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ 47
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ 48
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 49
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 50
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ 51
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 52
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ 53
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 54
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ 55
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ 56
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ 57
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟ 58
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ 59
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ 60
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ 61
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ 62
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ 63
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 64
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ 65
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ 66
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ 67
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ 68
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ 69
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ 70
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 71
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ 72
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ 73
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ 74
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 75
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 76
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 77
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ 78
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ 79
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ 80
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ 81
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ 82
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ 83
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 84
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ 85
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 86
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 87
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ 88
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ 89
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 90
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ 91
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ 92
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 93
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Tâ, Sîn. Ey insan! Rabb'inden sana bir mesaj geldi: Bunlar Kur'an'ın, insanlığa mutluluk ve kurtuluş yollarını gösteren o apaçık ve apaydınlık kitabın ayetleridir.
1
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
Bu kitap, inananlara yol gösterici ve ilâhî nimetleri haber veren bir müjdeci olarak, doğrudan Allah tarafından gönderilmiştir.
2
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
O inananlar ki, namazlarını tam bir duyarlılıkla ve düzenli olarak kılarlar, ekonomik ve sosyal kulluğun özel bir örneği olan zekâtı hak sahiplerine verirler ve ilâhî mahkemenin kurulacağı öte dünyanın varlığına tüm kalpleriyle inanırlar.
3
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
Öte dünyanın varlığına inanmayan ve dolayısıyla, yapıp ettiklerinin hesabını vermeyeceklerini zanneden, bu yüzden de hiçbir ahlâkî kural tanımayan o inkârcılara gelince; Biz, insan ruhuna yerleştirdiğimiz psikolojik yasalara göre, kötü olduğunu bile bile yaptıkları o çirkin işleri zamanla kendilerine süslü gösterdik. Böylece onlar, inkâr ve cehalet karanlıklarında bocalayıp giderler.
4
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
İşte onlar, bu dünyada azabın en kötüsüne müstahak olanlardır. Âhirette de en büyük kayba uğrayacak olanlar onlardır.
5
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ
Ey insan! Gerçekten bu Kur'an sana, sonsuz hikmet ve ilim sahibi olan Allah tarafından gönderiliyor:
6
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Hani Musa, ailesiyle birlikte Medyen'den Mısır'a dönerken Sina dağı yakınlarında yolunu kaybetmişti. Hava soğuk ve karanlıktı. Musa uzaklarda bir ateşin yandığını görünce, ailesine, "Ağaçların arasında bir ateş ilişti gözüme!" dedi, "Siz burada bekleyin,gideceğimiz yönle ilgili size oradan bir haber getireyim, ya da hiç değilse bir parça köz getireyim ki, ateş yakıp ısınabilesiniz."
7
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Ve Musa oraya yaklaşınca, Allah tarafından ona şöyle seslenildi: "Ey Musa! İnsanlığa hidayeti göstermek için yakılan bu ateşin olduğu yerde ve çevresinde bulunan herkes kutlu kılınmıştır. Öyleyse, sen de ilâhî nur ile aydınlan. Âlemlerin yegâne efendisi ve Rabb'i olan Allah yüceler yücesidir, her türlü eksik ve kusurdan münezzehtir."
8
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
"Ey Musa! Hiç kuşkusuz Ben, sonsuz kudret ve hikmet sahibi Allah'ım! O hâlde çıkar ayakkabılarını, çünkü şu an Sina dağının eteklerindeki kutsal Tuva vadisinde, yüce bir makamın huzurunda bulunuyorsun!"
9
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ
"Ben seni Peygamber olarak seçtim ve sana mucizeler verdim. Şimdi asanı yere at!"

Bunun üzerine, Musa elindeki değneği yere attı. Sonra onun tıpkı küçük bir yılan gibi hızla hareket ettiğini görünce korkuya kapıldı ve arkasına bile bakmadan dönüp kaçmaya başladı. Allah, "Korkma, ey Musa!" dedi, "Çünküsen artık bir Peygambersin ve Peygamberler, benim huzurumda asla korkuya kapılmazlar."
10
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
"Ancak, her kim zulmeder ve zulümde diretirse, işte o korksun Benden! Çünkü zulüm, kesinlikle cezasız kalmayacaktır. Bununla birlikte, zulmeden kişi bile kötülük yaptıktan sonra tövbe eder ve hayatını iyi yönde değiştirerek kötülüğü iyiliğe dönüştürürse, şunu iyi bilsin ki, hiç şüphesiz ben, içtenlikle tövbe edildiği takdirde en büyük günahları bile bağışlarım, çok ama çok merhametliyim."
11
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ
Şimdi elini koynuna sok, onu geri çıkardığında, —herhangi bir hastalıktan değil, Peygamberliğinin bir alâmeti olarakgözleri kamaştıracak derecede ışıl ışıl, bembeyaz olarak çıkacaktır. Yılana dönüşen asa ve parlayan el, Firavun'a ve halkına gösterilecek dokuz mucizeden ikisidir. Doğrusu onlar, işledikleri zulümler yüzünden gerçekten yoldan çıkmış bir toplum hâline geldiler.
12
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Böylece Musa, Firavunun karşısına çıkıp ona ilâhî buyrukları tebliğ etti. Fakat Firavun ve adamları inkârda direttiler. Öyle ki, hiçbir şüpheye yer vermeyecek biçimde hakikati ortaya koyan apaçık mucizelerimiz onlara ulaşınca, "Bu apaçık bir büyüdür!" dediler.
13
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Ve bunların birer ilâhî mucize olduğunu pekâlâ bildikleri hâlde, zulüm ve kibirleri yüzünden hepsini inatla inkâr ettiler. Şimdi insanlık tarihini bir gözden geçir de bak bakalım, yeryüzünde fesat çıkaran bozguncuların sonu nice olmuş.

Zalimleri bekleyen acı akıbete dikkat çekildikten sonra, gelelim müminlere müjdelenen ilâhî nimetlere:
14
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Hiç kuşkusuz biz Davud'a ve oğlu Süleyman'a derin bir kavrayış, üstün bir yetenek, engin bir bilgi ve hikmet verdik. Onların her ikisi de, "Bizleri inanan kullarından birçoğuna üstün kılan Allah'a hamd olsun!" diye dua ederlerdi.
15
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ
Süleyman, babasının ölümünün ardından onunyolunu izleyerek Davud'un mirasçısı oldu. Kendisineöyle muhteşem bir güç verilmişti ki, "Ey insanlar!" diyordu, "Bize kuşların dili ve diğer bütün varlıklarla iletişim kurma tekniği öğretildi ve her konuda bilgi, beceri ve imkânlar verildi bize. Doğrusu bu, Allah tarafından bahşedilmiş apaçık bir lütuftur.
16
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Ve günlerden bir gün, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu Süleyman'ın huzurunda toplanmış ve Allah yolunda cihat etmek üzere düzenli gruplar hâlinde yola koyulmuşlardı.
17
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Derken, Karınca Vadisine geldiklerinde, yuvanın disiplin ve düzeninden sorumlu bir karınca "Ey karıncalar!" diye seslendi, "Derhal yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve askerleri farkında olmayarak sizi çiğnemesinler!"
18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
Süleyman, karıncanın bu sözünüişitince Allah'ın kudret ve merhametini gözler önüne seren bu hayret verici manzara karşısında hayranlıkla gülümsedi ve Allah'ın kendisine verdiği bunca nimetleri düşünerek "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Gönlüme öyle duygular ilham et ki, bana ve ana babama bahşettiğin nimetler için sana şükreden bir kul olayım ve daima senin hoşnut olacağın güzel ve yararlı işler yapayım. Ey Rabb'im, sonsuz lütuf ve rahmetin sayesinde beni tertemiz kullarının arasına kat."
19
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ
Sonra ordusundaki kuşları teftiş ederken, ibibik (çavuşkuşu) cinsinden olan Hüdhüd adlı özel yeteneklere sahip bir kuşun yerinde olmadığını gördü. Bunun üzerine, "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum, yoksa görevini terk edip kayıplara mı karıştı?" dedi. Ordu içinde disiplini bozacak bu tür sorumsuzlukların ne büyük felâketlere mal olabileceğini gayet iyi bildiğinden, işin ciddiyet ve önemini göstermek üzere şöyle dedi:
20
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
"Bu konuda bana geçerli bir mazeret göstermediği takdirde, onu ya şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, ya da derhal boynunu uçuracağım."
21
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ
Fakat çok geçmeden Hüdhüd ansızın çıkageldi ve "Ey Süleyman!" dedi, "Ben uzak diyarlara gittim. Araştırmalarım sonucunda, senin bile henüz bilmediğin bazı şeyler öğrendim ve Yemen'deki Sebe Krallığı hakkında sana kesinlikle doğru bir haber getirdim."
22
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
"Oranın halkını Belkıs adında bir kadının yönettiğini ve ona, bir kralın sahip olması gereken her türden bilgi, beceri ve imkânın bahşedildiğini gördüm. Ayrıca onun, çok büyük ve görkemli bir de tahtı var."
23
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
"Ve yine gördüm ki, kendisi de halkı da, Allah'ı bırakıp Güneş'e secde ediyorlar. Demek ki, şeytan yaptıkları bu çirkin işleri kendilerine güzel ve çekici göstererek onları yoldan çıkarmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar."
24
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
"Hâlbuki göklerde ve yerde gizli olan her şeyi ortaya çıkaran ve sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilen yüce Allah'a secde ve kulluk etmeleri gerekmez miydi?"
25
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
"O Allah ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Mutlak kudret ve hükümranlığın sahibi, yani yüce arşın Rabb'idir."
26
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Süleyman, "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının biri misin, bunu yakında göreceğiz." dedi ve yazdırdığı mektubu Hüdhüd'ün gagasına tutuşturup:
27
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
"Şu mektubumu götür ve gizlice önlerine atıver, sonra onlardan biraz uzaklaşarak bir kenara çekil ve onları dikkatle gözetle, bakalım ne yapacaklar?"
28
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
Hüdhüd, kendisine verilen emri yerine getirdi. Belkıs Süleyman'ın mektubunu alır almaz, "Ey ileri gelenler!" diye vezirlerine seslendi, "Bakın, bana çok değerli bir mektup geldi."
29
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
"Mektup Süleyman'dan geliyor ve ‘Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla' başlıyor."
30
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
"Mektupta diyor ki: "Sakın bana karşı koymaya kalkmayın, derhal teslim olup huzuruma gelin!"
31
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ
Belkıs "Ey ileri gelenler!" dedi, "Bu mesele hakkındaki görüşlerinizi bana bildirin. Çünkü bilirsiniz ki, ben size danışmadan hiçbir konuda karar vermem."
32
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
Vezirler, "Sayın kraliçemiz! Biz son derece güçlü ve savaşçı bir milletiz, gerekirse Süleyman'ın ordusuyla da savaşabiliriz. Fakatyine de ferman senindir, düşün ve ne buyuracağına sen karar ver!" dediler.
33
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Bunun üzerine Belkıs, "Doğrusu, despot yöneticiler, diktatörler ve krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın düzenini altüst ederler ve halkının soylu ve onurlu insanlarını öldürerek, esir ederek veya sürgüne göndererek aşağılık ve perişan bir hâle getirirler. Herhâlde bunlar da böyle yapacaklardır."
34
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
"Bu yüzden, meseleyi barış yoluyla çözmek için elimden geleni yapacağım. Onlara dostluk ve barış mesajı olarak altın, gümüş ve mücevheratla dolu bir armağan gönderecek ve elçilerin getirecekleri cevabı bekleyeceğim. Bakalım Süleyman mal mülk ile savuşturulabilecek bir kimse miymiş?"
35
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
Belkıs’ın gönderdiği elçiler Süleyman’ın huzuruna çıkınca, Süleyman, "Siz bu mallarla bana lütufta bulunduğunuzu mu sanıyorsunuz? Bu önemsiz ve ucuz teklifle mi geliyorsunuz karşıma? Şunu iyi bilin ki, Allah'ın bana bahşetmiş olduğu ilâhî nimetler, size verdiği servet, zenginlik gibi gelip geçici şeylerden çok daha hayırlıdır. Sizin bu hediyeniz, ancak sizin gibi manevî değerlerin kıymetini bilmeyen, yalnızca maddî zenginliklere değer veren insanları sevindirir."
36
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
"Getirdiğin bu hediyeleri al ve ülkene geri dön. Onlara de ki, eğer ilâhî hükümlere boyun eğmemekte ısrar ederlerse, asla karşı duramayacakları müthiş ordularla üzerlerine yürüyeceğiz ve hepsini aşağılık ve perişan bir hâlde oradan sürüp çıkaracağız!"

Süleyman'ın sahip olduğu baş döndürücü kudret ve zenginliği gören elçiler ülkelerine dönüp durumu kraliçeye bildirdiler ve böylesine kudretli bir orduyla asla baş edemeyeceklerini anlattılar. Bunun üzerine Belkıs, Süleyman'ın isteklerini görüşmek ve kendilerini davet ettiği dini öğrenmek üzere Kudüs'e geleceğini bildirdi.
37
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
Bu haber üzerine Süleyman, yönetimde sözüne değer verdiği yakınlarını topladı ve onlara, "Ey ileri gelenler!" dedi, "Onlar Allah'ın hükmüne boyun eğmiş bir hâlde huzuruma gelmeden önce, hanginiz Belkıs'ın 3000 km uzaklıkta bulunan sarayındaki tahtını bana getirebilir?"

Hz. Süleyman, emrindeki olağanüstü kuvvetlerin bir göstergesi olarak Belkıs'ın tahtını getirip ona takdim etmek ve böylece kraliçeyi etkileyip hem onu savaştan vazgeçirmeyi, hem de onu hak dine davet etmeyi planlıyordu.
38
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ
Süleyman'ın emrindeki cinlerden biri olan İfrit adındaki güçlü ve yetenekli bir cin dedi ki:

"Sen daha yerinden kalkmadan, yani birkaç saat içinde onu sana getirebilirim. Ben gerçekten bunu yapabilecek güce sahibim, bana güvenebilirsiniz."
39
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Süleyman'ın vezirlerinden, fen ve teknik konusunda kitap ilmine sahip olan bir kişi ise, "Ben göz açıp kapayıncaya kadar onu sana getirebilirim." dedi. Adam daha sözünü bitirmeden, taht yanlarında beliriverdi. Süleyman, onu yanı başında duruyor görünce, dedi ki:

"Bu, verdiği nimetlere karşı şükredip etmeyeceğimi sınamak için Rabb'imin bahşetmiş olduğu lütuflardandır. Her kim şükrederse, yalnızca kendi iyiliği için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, doğrusu Rabb'im ganidir, hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir, kerimdir, sonsuz lütuf ve kerem sahibidir."
40
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ
Süleyman, saltanat ve zenginliğin gelip geçici olduğunu, bunların ancak imtihan amacıyla insana verildiğini, bu gibi dünyevi nimetlerin parlaklığına aldanıp da âhireti unutmamak gerektiğini, hiç bitmeyecek gerçek saltanat ve zenginliğin Allah katında olduğunu Belkıs'a etkileyici bir üslûpla anlatmak istiyordu. Bunun için adamlarına dedi ki:

"Onun tahtını, üzerindeki süsleri söküp değiştirerek tanınmaz hale getirin! Bakalım onun nasıl bir anda el değiştirdiğini ve eski şaşaasını, güzelliğini kaybederek perişan hale geldiğini gördükten sonra, dünyevi zenginliklerin gelip geçici olduğunu anlayıp doğru yolu bulabilecek mi, yoksa tahtı tacı uğrunda imanı reddederek doğru yolu bulamayan kimselerden mi olacak?"
41
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ
Nihayet Belkıs Süleyman'ın huzuruna gelince, ona tahtı gösterilerek, "Senin tahtın böyle mi?" diye soruldu. O da, "Evet, sanki bu o!" dedi, "Zaten buraya gelmeden önce bize İslâm inancı hakkında bilgi ulaşmış ve Allah'ın birliğine ve senin hak Peygamber olduğuna iman ederek Müslüman olmuştuk."

Belkıs'ın o güne kadar neden iman etmediğine gelince:
42
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
Allah'ın dışında tapındığı varlıklara olan inanç ve bağlılığı, onu o zamana kadar tevhid dinine girmekten alıkoymuştu. Çünkü o, inkârcı bir kavimdendi ve içinde yetiştiği toplumun kültüründen, inancından ister istemez etkilenmişti.
43
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
Daha sonra ona, "Saraya girer misiniz?" dendi. Belkıs saraya girip onun ışıl ışıl parlayan saydamdöşemesini görünce, orayı derin bir su zannederek, ıslanmasın diye eteğini topladı. Bunun üzerine Süleyman, "Korkma!" dedi, "Bu, zemini şeffaf kristal ile döşenmiş ve her yanı cilâlanarak parlatılmış bir saraydır. Ama sen, onu ilk bakışta derin bir havuz zannettin. İşte, önyargılara kapılarak hakikati göremeyen insanın durumu da böyledir: Hak din ona ilk bakışta sıkıntılı, meşakkatli bir yol gibi görünebilir. Fakat şeytanlarının telkin ettiği batıl önyargıları aşarak hakka yöneldiği takdirde, ondaki güzelliği, parlaklığı açıkça görecektir."

Süleyman'ın hikmet dolu sözlerinden etkilenen ve böyle büyük bir zenginlik ve kudrete sahip olmasına rağmen asla kibre kapılmadığını, aksine, derin bir tevazu ile daima Rabb'ine yönelip O'na şükrettiğini görenBelkıs, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Doğrusu ben, şu ana kadar Sana kulluktan uzak durmakla kendime zulmetmişim. Fakat işte şimdi, Süleyman ile birlikte, bütün varlıkların gerçek sahibi, yöneticisi ve Efendisi olan Allah'a yürekten boyun eğiyorum."

Ama insanlık tarihinde bütün saltanat sahipleri Belkıs gibi teslim olmadılar:
44
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Doğrusu Biz Semud kavmine, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları Salih'i mesajımızı ileten bir elçi olarak göndermiştik: "Yalnızca Allah'a kulluk edin ve O'nun gönderdiği ilkeler doğrultusunda hayatınızı düzenleyin."

Fakat onlar, Peygamberin önderliğinde tek vücut olup Allah'a kulluk edecekleri yerde, birbiriyle çekişip duran iki düşman gruba ayrıldılar.
45
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Salih inkârcılara seslenerek, "Ey halkım!" dedi, "Rabb'inizin size dünyada ve âhirette bahşettiği güzellikleri ve iyilikleri arzu edeceğiniz yerde, ne diye O'na karşı küstahça meydan okuyarak bir an önce başınıza azabın ve kötülüğüngelip çatmasını istersiniz? Ne olurdu, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip Allah'tan bağışlanma dileseniz de, ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olsanız!"
46
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
Buna karşılık zalimler, "Ey Salih! Sen ve beraberindeki şu müminler yüzünden başımıza uğrusuzluk geldi." dediler. Salih ise, "Başınıza gelen ve uğursuzluk diye nitelendirdiğiniz belâlar, işlediğiniz günahlar yüzünden size Allah katından gelen bir uyarı ve cezadır! Çünkü siz sadece nimetlerle değil, birtakım belâ ve musibetlerle de imtihan edilmektesiniz." dedi.
47
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
O şehirde, insanlar arasında adaleti, barış ve esenliği egemen kılmak yerine, yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkaran servet ve iktidar sahibi dokuz kişilik bir çete vardı.
48
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Bunlar, birbirlerine Allah adına söz verip gizlice antlaşarak şöyle dediler: "Her kabileden birer savaşçı alarak Salih ve adamlarına geceleyin baskın yapıp hepsini ortadan kaldıralım. Sonra da onun intikamını almak isteyecek akrabalarına, "Onun ve adamlarının öldürülmesi olayına biz katılmadık. Bu işi kimin yaptığını da bilmiyoruz. Gerçekten biz doğru söylüyoruz!" deriz. Böylece bütün kabilelerle savaşmayı göze alamayıp kan diyetine razı olurlar."
49
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onlar akılları sıra Allah'ın nurunu söndürmek için bir düzen kurmuşlardı. Biz de bütün tuzakları kuşatan bir düzen kurmuştuk. Fakat onlar bunun bilincinde değillerdi.
50
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Bak, zalimlerin kurdukları tuzakların sonu nice oldu. Onları da, onları destekleyen topluluklarını da korkunç bir azapla tamamen yok ettik.
51
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte, zulümleri yüzünden yıkılıp viraneye dönmüş, bomboş kalmış evleri… Hiç kuşkusuz bunda, öğüt almasını bilen insanlar için apaçık bir uyarı ve ibret verici bir ders vardır.
52
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
Ayetlerimize yürekten iman eden ve bu imanın gereği olarak dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimseleri ise, dünya ve âhiret azabından kurtardık.

Ve aradan yıllar geçti, yeni nesiller geldi. İsimler ve şekiller değişti, fakat değişmeyen tek şey vardı; hak ile batılın amansız mücadelesi:
53
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Lut'u da mesajımızı ileten bir elçi olarak görevlendirip kavmine göndermiştik. Hani Lut, erkek erkeğe sapık ilişkilere giren Sodom halkına şöyle seslenmişti: "Bu çirkin işi, insanın yapı ve yaratılışına aykırı büyük bir günah olduğunu göre göre nasıl işliyorsunuz?"
54
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
"Demek kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yöneliyorsunuz, öyle mi? Aman Allah'ım, siz gerçekten de cehalet içinde yüzen azgın bir toplumsunuz."
55
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Fakat halkının bu uyarıya cevabı, şu alaycı ve tehditkâr sözlerden başka bir şey olmadı: "Lut ve ailesini şehrinizden çıkarın. Bunlar da amma temiz insanlarmış böyle!"

Böylece, Lut ile halkı arasında yıllar sürecek zorlu bir mücadele başladı. Fakat Sodomlular, tüm uyarılara rağmen ilâhî davete kulak vermediler, aksine azıttıkça azıttılar.
56
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Bunun üzerine, onu ve ailesini o şehirden çıkarıp kurtardık. Ancak kâfirlerin zulmünü destekleyen karısı hariç. Onun o zalimlerle birlikte geride kalıp helâk olmasına karar verdik.
57
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
Ve üzerlerine, azap taşlarını bir yağmur gibi yağdırdık. Güzelce uyarıldıkları hâlde Allah'a başkaldıranların yağmuru, ne kötü bir yağmurdur!
58
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
O hâlde, ey Müslüman! Rabb'inin yüceliğini ilan ederek de ki: "Zalimlere hak ettikleri cezayı veren Allah'a hamd olsun. O'nun seçip kurtardığı salih kullarına da selâm olsun! Şimdi söyleyin bakalım,sonsuz kudret ve merhamet sahibi olan Allah mı daha hayırlıdır, yoksa müşriklerin Allah'a ortak koştukları o sahte ilâhlar mı?
59
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
Düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa gökleri ve yeri yoktan ver eden, sizin için gökten tertemiz su indiren ve onun sayesinde, bir tek ağacını bile yaratamayacağınız güzelim bağlar, bahçeler yetiştiren Allah mı?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hayır, bunu iddia edenler, kelimenin tam anlamıyla yoldan çıkmış kimselerdir.
60
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Yine düşünün; o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa yeryüzünü yaşamaya elverişli hâlde yaratan, dağların ve tepelerin arasından çağıldayan dereler, ırmaklar akıtan, yerin sarsılmaması için oraya sapasağlam dağlar yerleştiren ve iki deniz kütlesi arasına, tatlı suyla tuzlu suyun birbirine karışmasına engel olacak bir perde koyan Allah mı? (25. Furkan: 53; 35. Fatır: 12 ve 55. Rahman: 19-22 )

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hayır hayır, onların çoğu hakikati bilmiyorlar.
61
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
Yine düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa darda kalan kişi kendisine yalvardığı zaman onun yardımına koşup sıkıntısını gideren ve sizi yeryüzünün hâkimleri kılan Allah mı?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
62
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Yine düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa karanın ve denizin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları bereketli yağmurların müjdecisi olarak gönderen Rabb'iniz mi?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hiç kuşkusuz Allah, acziyet ve eksiklik ifade eden her türlü nitelikten uzaktır. Müşriklerin ilâhlık payesi vererek O'na ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir!
63
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Yine düşünün, o aciz varlıklar mı kulluk edilmeye lâyıktır, yoksa evreni ve hayatı yoktan var ederek ilk yaratmayı gerçekleştiren ve sonra da an be an onu devam ettiren ve gökten indirdiği ve yerden çıkardığı sayısız nimetlerle sizi besleyen Allah mı?

Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Onlara de ki: "Eğer bu iddianızda gerçekten samimî iseniz, o hâlde bunun akla, sağduyuya ve ilâhî kitaplara uygun olduğunu ispatlayan delilinizi koyun ortaya."
64
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Ey Müslüman! De ki: "Göklerde ve yerde Allah'tan başka hiçbir varlık, yaratılmışların algı ve tecrübe sınırlarının ötesindeki gizlilikler âlemi olan gaybı bilemez. Bütün bunları bilen, yalnızca Allah'tır. Yaratılmış olanlara gelince, onlar ne zaman öleceklerini bilemedikleri gibi, ne zaman diriltileceklerini de bilemezler."
65
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Hayır, onlar yeniden dirilmenin hangi saatte olacağını bilemezlerse de, âhiretin varlığı hakkında onlara Peygamberler aracılığıyla ardı ardına bilgiler ve ikna edici deliller geldi. Fakat onlar, yine de öte dünyanın gerçekliği konusunda şüphe içindedirler. Daha doğrusu, âhiretten yana kalben kördür bunlar. İşte bunun içindir ki:
66
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Allah'ın kudret ve adaletini inkâr edenler, "Ne yani" diyorlar, "Şimdi biz ve geçmiş atalarımız ölüp toprak olduktan sonra yeniden yaratılıp kabirlerimizden çıkarılacağız, öyle mi?"
67
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
"Aslında bu tehdit bize ve geçmiş atalarımıza daha önce de yapılmıştı, fakat şu ana kadar hiçbirinin gerçekleştiğini görmedik. Bu iddialar, öncekilerin uydurduğu masal ve efsanelerden başka bir şey değildir."
68
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
Sen de onlara de ki: "Geçmişte helâk edilen medeniyetlerin yeryüzünde bıraktıkları harabeleri ve yerle bir olmuş şehir kalıntılarını gezip dolaşın da, suçluların sonu nice olmuş, görün."
69
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
Ey Peygamber ve onun izinden yürüyen Müslüman! Onların çirkin davranışlarından dolayı üzülme, kurdukları hilelerden dolayı da tedirgin olma. Sen üzerine düşen tebliğ görevini yap, gerisini Bana bırak.
70
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar, "Eğer cennet, cehennem, kıyamet, âhiret hakkında dedikleriniz doğru ise, savurduğunuz bu tehditler ne zaman gerçekleşecek?" diyerek seninle alay ediyorlar.
71
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
Onlara de ki: "Ne biliyorsunuz? Bir an önce gelmesini istediğiniz o azabın bir kısmı, belki de ensenize binmek üzeredir!"
72
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
Eğer hâlâ helâk edilmedilerse, bunun bir tek sebebi var: Hiç kuşkusuz senin Rabb'in, insanlara karşı sonsuz lütuf ve ihsan sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.
73
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Elbette Rabb'in, onların kalplerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilmektedir. Öyle ki:
74
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Göklerde ve yerde sizce gizli ve erişilmez gibi görünen her şey, varlık kanunlarının kaydedildiği apaçık bir kitapta yer almaktadır.
75
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Hiç kuşku yok ki, bu Kur'an, İsrail Oğulları'nın ve Hristiyanların bugün üzerinde anlaşmazlığa düştükleri âhiret, Peygamberlik, tevhid gibi pek çok meseleninaslını onlara bildirmektedir.
76
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Ve yine kuşku yok ki, bu kitapAllah'a ve âhiret gününe inananlar için yegâne hidayet rehberi ve hem dünyada, hem âhirette kurtuluşa ileten ilâhî rahmet kaynağıdır. Bu kaynaktan yüz çevirenlere gelince:
77
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ
Elbette Rabb'in, yeri ve zamanı geldiğinde onlar arasında hükmünü verecektir. O mutlak kudret ve otorite sahibidir, her şeyi bilmektedir.
78
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ
O hâlde, ey Peygamber! Sen Allah'a güven ve tam bir kararlılıkla yoluna devam et. Çünkü sen, Allah'tan gelen apaçık bir gerçek üzerindesin. Fakat bu gerçeği, ancak gönlü ve kalbi diri olanlar idrak edebilir. Kibir, bencillik ve günah kirleriyle kalpleri kararmış olanlara gelince:
79
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Gerçek şu ki, sen kalben ölülere sesini duyuramazsın ve ne kadar çırpınsan da, gerçeklerden yüz çevirip arkasını dönen sağırlara bu çağrıyı işittiremezsin.
80
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
Ve yine sen, vicdanları kirlenmiş, gönül gözleri körelmiş olan zalimleri saptıkları yanlış yoldan çevirip doğru yola iletemezsin. Sen bu çağrıyı, ancak ayetlerimize inanmaya gönlü olan iyi niyetli, temiz yürekli insanlara işittirebilirsin ve zaten onlar, hakikati görür görmez derhal Rab'lerine boyun eğerler.

Hakikate gözlerini kapayan kâfirlere gelince, zamanı gelince onlar da gerçeği görecekler:
81
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟
Onlar hakkındaki vaad kıyamet günü gerçekleştiği veya inkârcıların ölüm vakti geldiği zaman, onları sorgulamak için yerin içinden korkunç görünümlü bir yaratık çıkaracağız ve bu yaratık onlara, bu insanların çoğunun ayetlerimize gerçek anlamda inanmadıklarını ve bu yüzden azabı hak ettiklerini söyleyecek. O zaman tövbe edip bağışlanmak için yalvaracaklar, ancak tövbeleri kabul edilmeyecek.
82
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
Ve her toplumdan ayetlerimizi yalanlayan birer grubu mahşer meydanında topladığımız gün, insan seli halinde büyük mahkemeye doğru sürülecekler.
83
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Nihayet, Yüce Hâkim'in huzuruna çıktıkları vakit, Allah onlara, "Ey zalimler!" diyecek, "Demek ayetlerimi hiç düşünüp anlamadan öyle körü körüne inkâr ettiniz, öyle mi? Evet, söyleyin bakalım, neydi o yaptıklarınız öyle?"
84
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
Böylece, işlemiş oldukları zulüm ve haksızlıklardan dolayı kendilerine vadedilen azap sözü gerçekleşmiş olacak ve buna karşı söyleyecek söz bulamayacaklar. Çünkü suçlarını hafifletecek en ufak bir mazeretleri bile olmayacak.
85
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Oysa onlar, geceyi huzur ve güven içinde dinlensinler diye sessiz ve karanlık, gündüzü de çalışıp kazanmaları için aydınlık yaptığımızı görmüyorlar mıydı? Evrende böyle mükemmel bir düzen kurarak sınırsız kudretini, ilmini, adaletini, hikmetini ortaya koyan Allah'ın, insanı başıboş bırakmayacağını, yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığını mutlaka vereceğini düşünmüyorlar mıydı? Hiç kuşkusuz bunda, iman edecek bir toplum için hakikati gösteren nice işaretler, nice deliller vardır.
86
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ
Evet, diriliş için sura üflendiği Gün, Allah'ın dilediği mümin kimseler hariç, göklerde ve yerde bulunanlar dehşet içinde kalacak ve hepsi, boyunları bükülmüş bir hâlde O'nun huzuruna çıkacaktır.
87
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Ey insan! Dağları görürsün de, onları öylece yerlerinde duruyor sanırsın. Oysa onlar, yerküreyle birlikte, tıpkı bulutların gökyüzünde yürüyüp gittiği gibi yürümektedirler. Her şeyi güzel ve yerli yerinde yapan Allah'ın sanatıdır bu. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır. Şu hâlde:
88
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ
Her kim O'nun huzuruna bir iyilikle gelirse, ona bundan daha iyi bir karşılık vardır. Üstelik onlar, o dehşetli Günün korkusundan uzak, güven içinde olacaklardır.
89
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve kim de O'nun huzuruna kötülüklerle gelirse, onlar da yüzüstü cehenneme atılacak ve şu acı sözleri duyacaklardır: "Siz buraya, bizzat kendi arzunuzla geldiniz. Öyle ya, yaptıklarınızdan başka bir şeyin cezasını mı çekiyorsunuz?"
90
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ
O hâlde, ey şanlı Elçi! İçinde yaşadığın Mekke halkından başlamak üzere, tüm insanlığı hak dine çağırarak de ki: "Ben ancak, bu şehrin Rabb'ine kulluk etmekle ve O'ndan başka tapınılan bütün ilâhları reddetmekle emrolundum. Unutmayın ki, Arabistan'ın dört bir yanında kargaşa ve anarşi hüküm sürerken, bu şehri saygıdeğer kılan ve sizi huzur ve güven içinde yaşatan O'dur. Ve bu nimeti, kendisine kulluk eden bütün milletlere bahşedecektir. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa, her şeyin yaratıcısı ve gerçek sahibi O'dur. Bunun için bana, Allah'a yürekten boyun eğen kimselerden olmam emredildi."
91
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ
"Ayrıca bana, Kur'an'ı okumam ve onu tüm insanlığa ulaştırmam emredildi. Artık kim doğru yolu tutarsa, bunu ancak kendi iyiliği için yapmış olur. Kim de İslâm'ı terk edip şeytanın yoluna saparsa, onlara da de ki: "Ben ancak bir uyarıcıyım. Tercih ve eylemlerinizin sorumluluğu yalnızca size aittir."
92
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa seslenerek de ki: "Hamd olsun Allah'a ki, Kur'an'ın ilâhî kelâm olduğunu ispatlayan delillerini hem dış dünyanızda, hem iç dünyanızda size gösterecek ve siz de onları her defasında görüp tanıyacaksınız."

Unutma ki, Rabb'in yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.
93

Sureler

Mealler
Kasas Suresi
Sonraki