Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tâ, sîn. Bunlar, Kur'ân'ın ve apaçık bir kitabın âyetleridir. [387]
2 İnananlara rehber ve müjdedir.
3 Onlar ki namazı kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de kesin olarak inanırlar.
4 Âhirete inanmayanların amellerini kendilerine süslemişizdir, onlar körü körüne bocalarlar.
5 İşte bunlar, azabı en ağır olanlardır; âhirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır.
6 “Ey Muhammed! Bu Kur'ân sana, bilge ve bilgin olan Allah tarafından verilmektedir.”
7 Hani Mûsâ, ailesine şöyle demişti: “Gerçekten ben, bir ateş gördüm. Gidip size ondan bir haber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız.” [388]
8 Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: “Ateşteki kimse de, ateşin çevresindekiler de kutsal kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, bütün noksanlıklardan uzaktır.”
9 “Ey Mûsâ! Gerçek şu ki, ben güçlü ve bilge olan Allah'ım.”
10 “Asânı at!” Mûsâ onu yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Mûsâ! Korkma! Çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.”
11 “Ancak, kim zulmeder, sonra işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım; çok merhamet sahibiyim.”
12 “Elini koynuna sok da kusursuz, bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git! Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.”
13 Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
14 Kendileri de mucizelerimize kesin olarak inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden dolayı, onları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
15 Andolsun biz, Dâvûd'a da Süleyman'a da ilim verdik. Onlar şöyle dediler: “Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!” [389]
16 Süleyman, Dâvûd'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden biraz verildi. Şüphesiz bu apaçık bir lütuftur.”
17 Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.
18 Karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca şöyle seslendi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza giriniz ki Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.”
19 Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve şöyle dedi: “Rabbim! Bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkan ver ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven iyi kullarının arasına sok!”
20 Kuşları teftiş etti de dedi ki: “Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?”
21 “Ona acımasızca azap edeceğim, belki de onu boğazlayacağım; ya da bana mutlaka açık bir kanıt getirecek.”
22 Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: “Senin fark edemediğin bir şeyi fark ettim ve sana Sebe'den doğru bir haber getirdim!”
23 “Sebe'lilere hükmeden bir kadın buldum. Kendisine her şeyden bir pay verilmiş, kocaman bir tahtı var.”
24 “Onu ve toplumunu, Allah'ı bırakıp güneşe secde eder buldum. Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. Artık doğruyu bulamazlar.”
25 “Göklerde ve yerdeki sırrı açığa çıkaran, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilen Allah'a secde etmemek gayretindeler.”
26 “O Allah ki, O'ndan başka tanrı yoktur. O büyük hükümranlık tahtının Rabbidir.”
27 Süleyman şöyle dedi: “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz!”
28 “Şu yazımı götürüp onlara at! Sonra onlardan uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar.” [390]
29 Sebe' melikesi, “Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı” dedi.
30 “Mektup Süleyman'dandır, rahmet ve merhametin kaynağı olan Allah'ın adıyla başlamaktadır.”
31 “Sakın bana başkaldırmayın, teslim olarak gelin!”, diye yazmaktadır.”
32 Kraliçe dedi ki: “Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir veriniz; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir karar vermem.”
33 İleri gelenler, “Biz güçlü, kuvvetli kimseleriz; zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün!” diye cevap verdiler.
34 (34-35) Melike, “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara, bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne ile dönecekler?” dedi.
35 (34-35) Melike, “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara, bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne ile dönecekler?” dedi.
36 Elçiler hediyelerle Süleyman'a gelince, Süleyman şöyle dedi: “Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha değerlidir. Hediyenizle ben değil, siz sevinirsiniz.”
37 “Hediyeyi onlara geri götür; onlara asla karşı koyamayacakları bir ordu ile gelir, onları oradan hor ve hakir olarak çıkarırım.”
38 Sonra Süleyman, danışmanlarına şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”
39 Cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi.
40 Kitaptan bir ilmi bulunan kimse, “Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getirebilirim” dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşmiş görünce şöyle dedi: “Bu, Rabbimin lütfundandır. Kendisine şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni denemek istiyor. Şükreden, kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, çok ikram sahibidir.”
41 Süleyman devamla dedi ki: “Onun tahtını tanınmaz hale getiriniz, bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayacak mı?”
42 Melike gelince, “Senin tahtın da böyle mi?” dendi. “Tıpkı o” dedi. “Zaten bize daha önce bilgi verilmişti ve biz teslim olmuştuk.”
43 Melikeyi Allah'tan başka taptığı şeyler tevhid inancından alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.
44 Ona, “Köşke gir!” denildi. Melike köşkü görünce derin bir su sandı ve bacaklarını sıvadı. Süleyman, “O sırçadan cilalı, şeffaftır” dedi. Melike, “Rabbim, ben kendime zulmetmişim. Artık Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum” dedi.
45 “Andolsun ki, Allah'a kulluk edin!” demesi için Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler. [391]
46 Sâlih dedi ki: “Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan af dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.”
47 Şöyle dediler: “Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.” Sâlih, “Size çöken uğursuzluğun sebebi Allah katındandır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz” dedi.
48 O şehirde dokuz çete vardı; bunlar ülkede bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
49 Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: “Gece, ona ve ailesine baskın yapalım, sonra da velisine, ‘Biz ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik. İnanın ki doğru söylüyoruz' diyelim.”
50 Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de, kendileri farkında olmadan onların planlarını alt üst ettik.
51 Bak, işte tuzaklarının sonucu nasıl oldu? Onları da kavimlerini de toptan helâk ettik.
52 İşte, haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ders vardır.
53 İman edip sakınanları ise kurtardık.
54 Lût da kavmine şöyle demişti: “Göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapacak mısınız?” [392]
55 “Siz ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, cehalet üreten bir toplumsunuz.”
56 Toplumunun cevabı sadece, “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar, temizliği seven insanlardır” oldu.
57 Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Karısı müstesna; çünkü onun, geride kalmasını gerekli bulduk.
58 Geride kalanların üzerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılanların bu yağmuru ne kötü idi!
59 De ki: “Hamdolsun Allah'a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına! Allah mı daha üstün, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?” [393]
60 Onlar mı daha güçlü, yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O su ile, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. [394]
61 Onlar mı daha güçlü, yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan ve aralarında nehirler akıtan, orada sabit dağlar yaratan, iki deniz arasında engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
62 Onlar mı daha güçlü, yoksa darda kalana kendisine yalvardığı zaman karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
63 Onlar mı daha güçlü, yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Allah, onların ortak koştuklarından çok yücedir, uzaktır.
64 “Onlar mı daha güçlü, yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getiriniz!”
65 De ki: “Gökte ve yerde olan akıllı varlıklar gaybı bilmezler. Gayb bilgisi Allah'ın tekelindedir. Akıllılar, tekrar diriltilecekleri zamanı da bilmezler.” [395]
66 Açıkçası, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar âhiretten yana cahildirler.
67 Nitekim inkârcılar şöyle diyorlar: “Şimdi biz ve atalarımız toz toprak olduktan sonra, gerçekten diriltilip çıkarılacak mıyız?”
68 “Andolsun ki bu tehdit, bize ve atalarımıza daha önce de söylendi. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.”
69 De ki: “Yeryüzünde gezin de, günahkârların âkıbetinin ne olduğunu bir görün!”
70 Onların yüzünden tasalanma! Kurmakta oldukları tuzaklar yüzünden canını sıkma!
71 Onlar, “Eğer doğru sözlü iseniz bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” derler.
72 De ki: “Çarçabuk gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.”
73 Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler.
74 Rabbin, elbette onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
75 Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.
76 Doğrusu bu Kur'ân, İsrâiloğulları'na, hakkında ihtilaf edegeldikleri konuların pek çoğunu anlatmaktadır.
77 Doğrusu Kur'ân, müminler için bir kılavuz ve rahmettir.
78 Rabbin elbette İsrâiloğulları arasında hükmünü verecektir. O, mutlak galiptir; her şeyi bilendir.
79 Rasûlüm; işini sağlam tutarak Allah'a güven! Çünkü sen, apaçık hakikat üzeresin.
80 Sen, şüphesiz, manen ölülere işittiremezsin; dönüp giden manen sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
81 Manen körleri sapıklıklarından döndürüp doğru yola iletemezsin; ancak âyetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin.
82 O söz, tepelerine indiğinde, yerden onlar için canlı bir yaratık çıkarırız da, o onlara, insanların bizim âyetlerimize gereğince inanmadıklarını söyler. [396]
83 O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi yalan sayanlardan bir grup toplarız da onlar toplu olarak hesap yerine sevk edilirler.
84 Nihayet, hesap yerine geldikleri zaman Allah şöyle buyurur: “Siz benim âyetlerimi iyice anlamadan yalan saydınız, öyle mi? Değilse, yaptığınız ne idi?”
85 İşledikleri zulümler yüzünden o söz, tepelerine inmiştir, artık tek kelime söyleyemezler.
86 Geceyi dinlensinler diye karanlık, gündüzü çalışsınlar diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi? Doğrusu bunda inanacak toplum için dersler vardır.
87 Sûra üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri müstesna, gökte olanlar da yerde olanlar da dehşet içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler.
88 Dağları, yerinde cansız gibi durur görürsün. Oysa onlar bulutların geçişi gibi geçerler. Bu, her şeyi sağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.
89 Kim bir iyilik yaparsa, ona daha iyisi verilir; o günün korkusundan güvende olurlar.
90 Kötülük yapanlar, yüzüstü ateşe atılırlar. “Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?” denir.
91 (91-92) De ki: “Ben, yalnızca her şeyin sahibi olan bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmak ve Kur'ân okumakla emrolundum.” Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur; kim sapıtırsa, ona de ki: “Ben, sadece uyaranlardan biriyim.”
92 (91-92) De ki: “Ben, yalnızca her şeyin sahibi olan bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmak ve Kur'ân okumakla emrolundum.” Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur; kim sapıtırsa, ona de ki: “Ben, sadece uyaranlardan biriyim.”
93 De ki: “Övgü Allah'adır. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” [397]
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ 1
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ 2
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ 3
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ 4
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ 5
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ 6
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ 7
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 8
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ 9
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ 10
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 11
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ 12
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 13
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟ 14
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ 15
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ 16
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ 17
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ 19
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ 20
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ 21
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ 22
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ 23
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ 24
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ 25
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ 26
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 27
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ 28
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ 29
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ 30
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟ 31
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ 32
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ 33
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ 34
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ 35
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ 36
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ 37
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ 38
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ 39
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ 40
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ 41
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ 42
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ 43
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ 44
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ 45
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 46
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ 47
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ 48
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 49
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 50
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ 51
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 52
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ 53
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 54
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ 55
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ 56
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ 57
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟ 58
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ 59
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ 60
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ 61
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ 62
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ 63
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 64
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ 65
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ 66
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ 67
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ 68
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ 69
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ 70
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 71
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ 72
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ 73
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ 74
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 75
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 76
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 77
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ 78
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ 79
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ 80
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ 81
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ 82
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ 83
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 84
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ 85
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 86
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 87
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ 88
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ 89
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 90
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ 91
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ 92
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 93
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Tâ, sîn. Bunlar, Kur'ân'ın ve apaçık bir kitabın âyetleridir. [387]
1
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
İnananlara rehber ve müjdedir.
2
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Onlar ki namazı kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de kesin olarak inanırlar.
3
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
Âhirete inanmayanların amellerini kendilerine süslemişizdir, onlar körü körüne bocalarlar.
4
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
İşte bunlar, azabı en ağır olanlardır; âhirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır.
5
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ
“Ey Muhammed! Bu Kur'ân sana, bilge ve bilgin olan Allah tarafından verilmektedir.”
6
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Hani Mûsâ, ailesine şöyle demişti: “Gerçekten ben, bir ateş gördüm. Gidip size ondan bir haber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız.” [388]
7
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: “Ateşteki kimse de, ateşin çevresindekiler de kutsal kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, bütün noksanlıklardan uzaktır.”
8
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
“Ey Mûsâ! Gerçek şu ki, ben güçlü ve bilge olan Allah'ım.”
9
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ
“Asânı at!” Mûsâ onu yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Mûsâ! Korkma! Çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.”
10
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Ancak, kim zulmeder, sonra işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım; çok merhamet sahibiyim.”
11
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ
“Elini koynuna sok da kusursuz, bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git! Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.”
12
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
13
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Kendileri de mucizelerimize kesin olarak inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden dolayı, onları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
14
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Andolsun biz, Dâvûd'a da Süleyman'a da ilim verdik. Onlar şöyle dediler: “Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!” [389]
15
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ
Süleyman, Dâvûd'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden biraz verildi. Şüphesiz bu apaçık bir lütuftur.”
16
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.
17
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca şöyle seslendi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza giriniz ki Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.”
18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve şöyle dedi: “Rabbim! Bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkan ver ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven iyi kullarının arasına sok!”
19
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ
Kuşları teftiş etti de dedi ki: “Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?”
20
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
“Ona acımasızca azap edeceğim, belki de onu boğazlayacağım; ya da bana mutlaka açık bir kanıt getirecek.”
21
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ
Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: “Senin fark edemediğin bir şeyi fark ettim ve sana Sebe'den doğru bir haber getirdim!”
22
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
“Sebe'lilere hükmeden bir kadın buldum. Kendisine her şeyden bir pay verilmiş, kocaman bir tahtı var.”
23
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
“Onu ve toplumunu, Allah'ı bırakıp güneşe secde eder buldum. Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. Artık doğruyu bulamazlar.”
24
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
“Göklerde ve yerdeki sırrı açığa çıkaran, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilen Allah'a secde etmemek gayretindeler.”
25
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
“O Allah ki, O'ndan başka tanrı yoktur. O büyük hükümranlık tahtının Rabbidir.”
26
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Süleyman şöyle dedi: “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz!”
27
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
“Şu yazımı götürüp onlara at! Sonra onlardan uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar.” [390]
28
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
Sebe' melikesi, “Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı” dedi.
29
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
“Mektup Süleyman'dandır, rahmet ve merhametin kaynağı olan Allah'ın adıyla başlamaktadır.”
30
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
“Sakın bana başkaldırmayın, teslim olarak gelin!”, diye yazmaktadır.”
31
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ
Kraliçe dedi ki: “Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir veriniz; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir karar vermem.”
32
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
İleri gelenler, “Biz güçlü, kuvvetli kimseleriz; zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün!” diye cevap verdiler.
33
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
(34-35) Melike, “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara, bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne ile dönecekler?” dedi.
34
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
(34-35) Melike, “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara, bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne ile dönecekler?” dedi.
35
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
Elçiler hediyelerle Süleyman'a gelince, Süleyman şöyle dedi: “Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha değerlidir. Hediyenizle ben değil, siz sevinirsiniz.”
36
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
“Hediyeyi onlara geri götür; onlara asla karşı koyamayacakları bir ordu ile gelir, onları oradan hor ve hakir olarak çıkarırım.”
37
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
Sonra Süleyman, danışmanlarına şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”
38
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ
Cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi.
39
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Kitaptan bir ilmi bulunan kimse, “Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getirebilirim” dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşmiş görünce şöyle dedi: “Bu, Rabbimin lütfundandır. Kendisine şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni denemek istiyor. Şükreden, kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, çok ikram sahibidir.”
40
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ
Süleyman devamla dedi ki: “Onun tahtını tanınmaz hale getiriniz, bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayacak mı?”
41
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ
Melike gelince, “Senin tahtın da böyle mi?” dendi. “Tıpkı o” dedi. “Zaten bize daha önce bilgi verilmişti ve biz teslim olmuştuk.”
42
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
Melikeyi Allah'tan başka taptığı şeyler tevhid inancından alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.
43
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
Ona, “Köşke gir!” denildi. Melike köşkü görünce derin bir su sandı ve bacaklarını sıvadı. Süleyman, “O sırçadan cilalı, şeffaftır” dedi. Melike, “Rabbim, ben kendime zulmetmişim. Artık Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum” dedi.
44
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
“Andolsun ki, Allah'a kulluk edin!” demesi için Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler. [391]
45
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Sâlih dedi ki: “Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan af dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.”
46
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
Şöyle dediler: “Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.” Sâlih, “Size çöken uğursuzluğun sebebi Allah katındandır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz” dedi.
47
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
O şehirde dokuz çete vardı; bunlar ülkede bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
48
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: “Gece, ona ve ailesine baskın yapalım, sonra da velisine, ‘Biz ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik. İnanın ki doğru söylüyoruz' diyelim.”
49
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de, kendileri farkında olmadan onların planlarını alt üst ettik.
50
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Bak, işte tuzaklarının sonucu nasıl oldu? Onları da kavimlerini de toptan helâk ettik.
51
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte, haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ders vardır.
52
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
İman edip sakınanları ise kurtardık.
53
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Lût da kavmine şöyle demişti: “Göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapacak mısınız?” [392]
54
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
“Siz ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, cehalet üreten bir toplumsunuz.”
55
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Toplumunun cevabı sadece, “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar, temizliği seven insanlardır” oldu.
56
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Karısı müstesna; çünkü onun, geride kalmasını gerekli bulduk.
57
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
Geride kalanların üzerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılanların bu yağmuru ne kötü idi!
58
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
De ki: “Hamdolsun Allah'a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına! Allah mı daha üstün, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?” [393]
59
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
Onlar mı daha güçlü, yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O su ile, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. [394]
60
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Onlar mı daha güçlü, yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan ve aralarında nehirler akıtan, orada sabit dağlar yaratan, iki deniz arasında engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
61
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
Onlar mı daha güçlü, yoksa darda kalana kendisine yalvardığı zaman karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
62
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Onlar mı daha güçlü, yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Allah, onların ortak koştuklarından çok yücedir, uzaktır.
63
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Onlar mı daha güçlü, yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var? Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getiriniz!”
64
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
De ki: “Gökte ve yerde olan akıllı varlıklar gaybı bilmezler. Gayb bilgisi Allah'ın tekelindedir. Akıllılar, tekrar diriltilecekleri zamanı da bilmezler.” [395]
65
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Açıkçası, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar âhiretten yana cahildirler.
66
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Nitekim inkârcılar şöyle diyorlar: “Şimdi biz ve atalarımız toz toprak olduktan sonra, gerçekten diriltilip çıkarılacak mıyız?”
67
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
“Andolsun ki bu tehdit, bize ve atalarımıza daha önce de söylendi. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.”
68
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
De ki: “Yeryüzünde gezin de, günahkârların âkıbetinin ne olduğunu bir görün!”
69
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
Onların yüzünden tasalanma! Kurmakta oldukları tuzaklar yüzünden canını sıkma!
70
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar, “Eğer doğru sözlü iseniz bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” derler.
71
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
De ki: “Çarçabuk gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.”
72
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler.
73
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Rabbin, elbette onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
74
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.
75
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Doğrusu bu Kur'ân, İsrâiloğulları'na, hakkında ihtilaf edegeldikleri konuların pek çoğunu anlatmaktadır.
76
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Doğrusu Kur'ân, müminler için bir kılavuz ve rahmettir.
77
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ
Rabbin elbette İsrâiloğulları arasında hükmünü verecektir. O, mutlak galiptir; her şeyi bilendir.
78
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ
Rasûlüm; işini sağlam tutarak Allah'a güven! Çünkü sen, apaçık hakikat üzeresin.
79
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Sen, şüphesiz, manen ölülere işittiremezsin; dönüp giden manen sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
80
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
Manen körleri sapıklıklarından döndürüp doğru yola iletemezsin; ancak âyetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin.
81
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟
O söz, tepelerine indiğinde, yerden onlar için canlı bir yaratık çıkarırız da, o onlara, insanların bizim âyetlerimize gereğince inanmadıklarını söyler. [396]
82
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi yalan sayanlardan bir grup toplarız da onlar toplu olarak hesap yerine sevk edilirler.
83
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Nihayet, hesap yerine geldikleri zaman Allah şöyle buyurur: “Siz benim âyetlerimi iyice anlamadan yalan saydınız, öyle mi? Değilse, yaptığınız ne idi?”
84
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
İşledikleri zulümler yüzünden o söz, tepelerine inmiştir, artık tek kelime söyleyemezler.
85
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Geceyi dinlensinler diye karanlık, gündüzü çalışsınlar diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi? Doğrusu bunda inanacak toplum için dersler vardır.
86
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ
Sûra üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri müstesna, gökte olanlar da yerde olanlar da dehşet içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler.
87
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Dağları, yerinde cansız gibi durur görürsün. Oysa onlar bulutların geçişi gibi geçerler. Bu, her şeyi sağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.
88
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ
Kim bir iyilik yaparsa, ona daha iyisi verilir; o günün korkusundan güvende olurlar.
89
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Kötülük yapanlar, yüzüstü ateşe atılırlar. “Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?” denir.
90
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ
(91-92) De ki: “Ben, yalnızca her şeyin sahibi olan bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmak ve Kur'ân okumakla emrolundum.” Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur; kim sapıtırsa, ona de ki: “Ben, sadece uyaranlardan biriyim.”
91
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ
(91-92) De ki: “Ben, yalnızca her şeyin sahibi olan bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmak ve Kur'ân okumakla emrolundum.” Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur; kim sapıtırsa, ona de ki: “Ben, sadece uyaranlardan biriyim.”
92
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
De ki: “Övgü Allah'adır. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” [397]
93

Sureler

Mealler
Kasas Suresi
Sonraki