|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ Yemin olsun, (inkârcıların ruhlarını) şiddetle çekip alan meleklere. |
1 |
|
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ Yemin olsun (inananların ruhlarını) kolaylıkla alanlara. |
2 |
|
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ Yemin olsun (yörüngelerinde) yüzüp giden (kuvvelere/gezegen)lere. |
3 |
|
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ Öncü olarak (hizmet için) yarışıp geçenlere. |
4 |
|
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ Böylece (Allah'ın) emrini yerine getirenlere (yemin olsun ki kıyamet kopacak ve siz hesaba çekileceksiniz). |
5 |
|
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ O gün (sura) ilk üfürüş şiddetle sarsacak (ilk ölüm ve kıyametin birinci kopuşu gerçekleşecek). |
6 |
|
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ Arkasından onu daha büyük bir sarsıntı izleyecek (ikinci kıyamet kopacak ve insanların dirilişi gerçekleşecek). |
7 |
|
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ O gün birtakım kalpler (tedirginlik içinde) şiddetle çarpacak. |
8 |
|
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ Gözler korkudan yere bakıp kalacak. |
9 |
|
يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ (10-12) (O inkârcılar) diyorlar ki: “Çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz eski durumumuza getirileceğiz! Öyle ise bu zarar dolu bir dönüştür.” |
10 |
|
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ (10-12) (O inkârcılar) diyorlar ki: “Çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz eski durumumuza getirileceğiz! Öyle ise bu zarar dolu bir dönüştür.” |
11 |
|
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ (10-12) (O inkârcılar) diyorlar ki: “Çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz eski durumumuza getirileceğiz! Öyle ise bu zarar dolu bir dönüştür.” |
12 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ Hâlbuki o (diriliş), sadece bir haykırıştan (Sur'un üfürülmesinden) ibarettir. |
13 |
|
فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ Bir de (bakarsın onlar) kabirlerinden çıkmışlar (bir araya toplanmışlar). |
14 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ (Ey Muhammed!) Musa'nın haberi sana geldi mi? |
15 |
|
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ (16-17) Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti: “Haydi, Firavun'a git! Çünkü o azmıştır.” |
16 |
|
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ (16-17) Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti: “Haydi, Firavun'a git! Çünkü o azmıştır.” |
17 |
|
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ (18-19) (Ona) de ki: “İster misin (küfürden) temizlenesin? Rabbine giden yolu göstereyim ki O'na saygı duyup O'ndan sakınasın!” |
18 |
|
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ (18-19) (Ona) de ki: “İster misin (küfürden) temizlenesin? Rabbine giden yolu göstereyim ki O'na saygı duyup O'ndan sakınasın!” |
19 |
|
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ Derken (Musa) ona, en büyük mucizeyi (asanın ejderha oluşunu) gösterdi. |
20 |
|
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ Fakat o, (Musa'yı ve dinini) yalanladı ve isyan etti. |
21 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ Sonra sırtını dönerek (iman etmekten) yüz çevirdi. |
22 |
|
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ (23-24) Hemen (adamlarını) topladı ve onlara (şöyle) seslendi: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” |
23 |
|
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ (23-24) Hemen (adamlarını) topladı ve onlara (şöyle) seslendi: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” |
24 |
|
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ Allah onu, (herkese ibret olarak) dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı. |
25 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟ Şüphesiz bunda Allah'a karşı gelmekten sakınan bir kimse için bir ibret vardır. |
26 |
|
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ (27-29) (Öldükten sonra tekrar) sizi yaratmak mı zor, yoksa göğü (yaratmak) mı? Onu Allah bina etti. Onu yükseltti ve ona düzen ve ahenk verdi. O göğün gecesini karanlık yaptı, gündüzünü aydınlattı. |
27 |
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ (27-29) (Öldükten sonra tekrar) sizi yaratmak mı zor, yoksa göğü (yaratmak) mı? Onu Allah bina etti. Onu yükseltti ve ona düzen ve ahenk verdi. O göğün gecesini karanlık yaptı, gündüzünü aydınlattı. |
28 |
|
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ (27-29) (Öldükten sonra tekrar) sizi yaratmak mı zor, yoksa göğü (yaratmak) mı? Onu Allah bina etti. Onu yükseltti ve ona düzen ve ahenk verdi. O göğün gecesini karanlık yaptı, gündüzünü aydınlattı. |
29 |
|
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ (30-31) Bundan sonra (yer ve gök yaratıldıktan sonra), yeryüzünü döşedi. Ondan da suyunu ve otlağını (çeşit çeşit ağaç ve bitkilerini) çıkardı. |
30 |
|
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ (30-31) Bundan sonra (yer ve gök yaratıldıktan sonra), yeryüzünü döşedi. Ondan da suyunu ve otlağını (çeşit çeşit ağaç ve bitkilerini) çıkardı. |
31 |
|
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ Dağları da sağlam bir şekilde olması gereken yere yerleştirdi. |
32 |
|
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ Bunları sizin için ve hayvanlarınız için bir yarar kaynağı yaptı. |
33 |
|
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ (34-35) Fakat o büyük felâket (kıyamet) geldiği zaman. O gün insan, (dünya hayatında) ne yaptığını hatırlar. |
34 |
|
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ (34-35) Fakat o büyük felâket (kıyamet) geldiği zaman. O gün insan, (dünya hayatında) ne yaptığını hatırlar. |
35 |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى Gören kimseler için cehennem ortaya çıkarılır. |
36 |
|
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ (37-39) Artık her kim azgınlık etmişse, (sadece) dünya hayatını ahirete tercih etmişse, şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir. |
37 |
|
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ (37-39) Artık her kim azgınlık etmişse, (sadece) dünya hayatını ahirete tercih etmişse, şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir. |
38 |
|
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ (37-39) Artık her kim azgınlık etmişse, (sadece) dünya hayatını ahirete tercih etmişse, şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir. |
39 |
|
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ (40-41) Ancak kim Rabbinin huzurunda durup hesap vermekten ürkmüş ve nefsini kötü heveslerden uzak tutmuşsa, muhakkak onun varacağı yer cennettir. |
40 |
|
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ (40-41) Ancak kim Rabbinin huzurunda durup hesap vermekten ürkmüş ve nefsini kötü heveslerden uzak tutmuşsa, muhakkak onun varacağı yer cennettir. |
41 |
|
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ Sana, kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. |
42 |
|
ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ (43-44) Sen nerede, onun vaktini söylemek nerede? Onun nihai bilgisi, yalnız Rabbine aittir. |
43 |
|
اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ (43-44) Sen nerede, onun vaktini söylemek nerede? Onun nihai bilgisi, yalnız Rabbine aittir. |
44 |
|
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ Sana düşen sadece ondan (kıyametten) korkanı uyarmaktır. |
45 |
|
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا Onlar onu (kıyameti) gördükleri zaman sanki dünyada bir akşam veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olacaklar. |
46 |