Sureler
Mealler
Önceki
Hicr Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Ey müşrikler! Başınıza gelecek azaba karşı sizi uyaran Elçiye ısrarla ve inatla karşı gelerek ona küstahça meydan okuyuşunuzdan dolayı, Allah'ın azap emri gelmiştir! Şöyle ki, artık tebliğ ve uyarı dönemi bitmiş, Müslümanların güçlü ve bağımsız bir toplum oluşturarak küfre karşı savaşmalarının zamanı gelmiştir. Bundan böyle karşınızda, baskı ve işkencelerinizi sineye çeken, size tatlı tatlı öğüt veren davetçiler değil, zulüm ve haksızlıklara kılıçla karşı koyarak Allah yolunda savaşan mücahitler göreceksiniz! İşte bundan dolayı, bütün Müslümanların Medine'ye hicret etmesi ve kâfirlere Allah'ın azabını tattıracak İslâm ordularının kurulması için Allah'tan emir gelmiştir! Artık sizi hangi felâketlerin beklediğini, pek yakında göreceksiniz! O hâlde, onun çabucak gelmesi için sabırsızlanmayın! Şunu da iyi bilin ki, müşriklere vadedilen azabın —ilâhî hikmet uyarınca— henüz gelmemiş olması, sahip oldukları inanç sisteminin Allah tarafından onaylandığı anlamına gelmez. Tam aksine, Allah onların düşünce ve anlayışlarının bozukluğundan kaynaklanan şirkin her şeklinden ve her türünden münezzehtir; itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek Allah'a ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir.
2 Allah, "Benden başka ilâh yok, o hâlde Bana karşı gelmekten titizlikle sakının!" diyerek insanlığı uyarmaları için, kullarından dilediğine kendi katından bir ruh —yani gönüllere hayat veren vahiy— ile melekleri gönderir ve bu seçkin kulları Peygamberlikle görevlendirir.
3 Çünkü Allah, gökleri ve yeri anlamsız ve amaçsız değil, belli bir hikmete uygun olarak, yani hak ile yaratmıştır. O, müşriklerin ilâhlık payesi vererek Allah'a ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir.
4 O insanı bir damlacık su olan nutfeden yarattı. Fakat şimdi o, kendisini yaratan Rabb'ine karşı apaçık bir hasım kesilmiş!
5 Evcil hayvanları yaratan da O'dur. Onların yünleri, tüyleri ve kıllarından ısınmanızı sağlayan giysiler elde eder, sütlerinden, yumurtalarından faydalanır ve bir kısmının da etini yersiniz.
6 Ayrıca, sabahleyin onları sürüler hâlinde otlağa çıkarırken ve akşamleyin ağıllarına geri getirirken, sizi büyüleyenapayrı bir güzellik vardır onlarda.
7 Ve ancak güçlükle varabileceğiniz uzak diyarlara yüklerinizi onlar taşırlar. Rabb'iniz gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir.
8 Hem binek hayvanı, hem de seyrine doyum olmayan bir güzellik, bir süs olarak soylu ve endamlı atları, katırları ve merkepleri yaratan da O'dur. Bunlardan başka, henüz bilmediğiniz daha nice nimetler yaratmaktadır. Çünkü insan, yaşamak için bunlara muhtaçtır. Fakat onun dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak doğru bir inanç sistemine ve sağlıklı hukuk kurallarına duyduğu ihtiyaç, bundan çok daha büyüktür. Şimdi düşünün; insanın bütün ihtiyaçlarını bilen ve bahşettiği sayısız nimetlerle bunları karşılayan Allah, din gibi hayatın ta kendisi olan konuda hiçbir düzenleme yapmamış ve insanı, sınırlı aklı ve tecrübesi ile baş başa bırakıp karanlıklar içinde bocalamaya terk etmiş olabilir mi? Elbette hayır!
9 Peygamber ve Kitap göndererek insanlığı doğru yola iletmek ve bu yolu dikenlerden, engebelerden arındırmak Allah'a düşer. Çünkü mutlak doğruyu bulma konusunda insan aklı yeterli değildir ve bu yüzden, her zaman doğru yoldan sapanlar vardır ve olacaktırda.Nitekim insanlık tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Gerçi Allah dileseydi, sizi tüm yaratılmışlara üstün kılan iradenizi elinizden alır ve hepinizi zorla imana getirerek doğru yola iletebilirdi. Fakat imtihan hikmeti gereğince, dilediğiniz inanç ve hayat tarzını özgürce seçmenize izin verdi.Zira insan, ancak kendi özgür iradesiyle ve bilinçli olarak doğru yolu seçtiği takdirde gerçek anlamda ahlâk ve erdemliliğe ulaşabilir. Kaldı ki, etrafınızda sizi doğru yola iletecek o kadar mucize ve delil var ki:
10 Hem içme suyu ihtiyacınızı karşılayan, hem de hayvanlarınızı otlatabileceğiniz çayırların yetişmesini sağlayan yağmurları gökten indiren O'dur. Öyle ki:
11 Allah bu su ile sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve daha nice meyveler yetiştirmektedir. İşte bütün bu anlatılanlarda, hakikati keşfetmek amacıyla inceden inceye düşünen insanlar için Allah'ın varlığını, birliğini, kudret ve merhametini gözler önüne seren niceişaretler, nice deliller vardır.
12 Gece ile gündüzü mükemmel bir sistem hâlinde düzene koyan ve Güneş ile Ay'ı sizin yararlanmanız için koyduğu yasalara boyun eğdiren O'dur. Sadece bunlar mı? Bütün yıldızlar ve gökcisimleri, O'nun emriyle ilâhî yasalara boyun eğmişlerdir. Evet, bütün bunlarda, aklını kullanan insanlar için Allah'ın sonsuz kudret ve ilmini ortaya koyan nice alâmetler, nice deliller vardır.
13 Sizin için yeryüzünde yetiştirdiği rengârenk çiçekler, ağaçlar, kuşlar, kelebekler ve benzeri göz alıcı varlıklar da O'nun lütuf ve şefkatinin canlı birer şahididir. İşte bütün bunlarda, öğüt almasını bilen insanlar için ilâhî sanatın ihtişamını haykıran nice dersler ve ibretler vardır.
14 Deniz ürünlerinden taze ve lezzetli et yiyebilmeniz ve takındığınız inci, mercan, deniz kabuğu, sedef gibi süs eşyaları çıkarabilmeniz için denizi emrinize boyun eğdiren de O'dur.

Gemilerin suları yara yara denizde akıp gittiğini görürsünüz. Allah doğayı belli yasalara bağlı kıldı ve size varlık kanunlarını keşfetme, araç yapma, kullanma gibi yetenekler bağışladı ki, O'nun yeryüzüne serpiştirdiği lütuf ve bereketlerini arayasınız ve bunca nimetlerinden dolayı kendisine kulluk edip şükredesiniz.
15 Yerkürenin sistematik hareketleri esnasında dengesinin bozularak sizi sarsmaması veya depremlerin şiddetinin azalması için oraya sapasağlam dağlar yerleştiren ve her bölgeyi kendisine mahsus coğrafi özelliklerden tanıyıp yolunuzu bulabilmeniz için orada ırmaklar ve doğal yollar yaratan da yalnızca Allah'tır.
16 Ve Allah yönünüzü ve yolunuzu tayin edebileceğiniz daha nice alâmetler yaratmıştır.Sözgelimi, insanlar —özellikle de denizde veya çölde yolculuk ediyorlarsa— geceleyin yıldızlar sayesinde yollarını bulabilirler. İnsanın maddî anlamda doğru yolu bularak gideceği hedefe rahatça ulaşabilmesi için evrene bunca işaretler yerleştiren Allah'ın, onun ahlâkî ve ruhî ihtiyaçlarını görmezlikten geldiği veya doğru yolu gösterme işini başka varlıklara bıraktığı düşünülebilir mi?
17 Hiç yaratan Allah ile yaratamayan herhangi bir varlık bir tutulabilir mi; hâla düşünüp öğüt almayacak mısınız? Hem nasıl nankörlük edebilirsiniz ki:
18 Allah'ın size bahşettiği nimetlerini saymaya kalksanız, onları saymakla bitiremezsiniz. Allah gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Fakat aynı zamanda adildir de.
19 Unutmayın ki Allah, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilir. O hâlde, doğru inanç sistemini O'ndan almalısınız. Çünkü:
20 O müşriklerin, Allah'ın berisinde kendilerinden medet umup yalvardıkları o taştan tunçtan heykeller ve putlar hiçbir şey yaratamazlar, zaten kendileri yaratılmışlardır. Öyleyse, yaratma gücüne sahip olmayan varlıklardan hiç medet umulabilir mi?
21 Üstelik canlı bile değil, basbayağı ölüdür bunlar, ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
22 Sizin ilâhınız bir tek İlâh olan Allah'tır. Ve bu o kadar açık bir gerçektir ki, aklı olan her insan bunu kabul eder. Fakat âhirete inanmayanların günahlarla kirletilmiş kalpleri, anlamsız inat ve kibirleri yüzünden bu dupduru hakikati inkâr ediyor.
23 Hiç şüphesiz Allah, onların gizledikleri ve açığa vurdukları her şeyi bilmektedir ve hak ettikleri cezayı onlara muhakkak verecektir. Çünkü O, büyüklük taslayanları asla sevmez.
24 Onlara, "Rabb'iniz Muhammed'e ne indirdi?" diye sorulsa, insanların hak dine yönelişini engellemek için, "Hiçbir şey indirmedi. Muhammed'in söyledikleri eskilerin efsane ve masallarıdır!" derler.
25 Böylece mahşer gününde onlar, hem kendi işledikleri günahları, hem de bilgisizlik yüzünden yoldan çıkardıkları cahil kimselerin işlemesine sebep oldukları bazı günahları yüklenmiş olacaklar. Tabi bu, o cahillerin boynundaki günah yükünü azaltmayacak. Bakın, sırtlarında ne kötü bir yük taşıyorlar!
26 Kendilerinden önceki çağlarda hüküm süren kâfirler de inananlara karşı planlar hazırlamış türlü tuzaklar kurmuş, Allah'ın nurunu söndürmek için nice hileler düzenlemişlerdi. Fakat Allah, onların binalarını temelinden öyle bir sarstı da, tavanları başlarına yıkılıverdi ve böylece, hiç beklemedikleri bir anda, nereden geldiğini bile anlamadıkları korkunç bir azapla yüz yüze geldiler. Fakat cezaları yalnızca bundan ibaret kalmayacak:
27 Ayrıca mahşer gününde Allah onları alçaltacak ve şöyle diyecek: "Hani uğrunda müminlere karşı düşman kesildiğiniz sözde ortaklarım nerede?" Bu soru karşısında kâfirlerin dilleri tutulacak, âdeta ölüm sessizliğine bürünecekler. Kendilerine Kitap ve Peygamberler aracılığıyla ilim verilmiş olanlar ise, "İşte bugün her türlü rezillik ve alçaklık, inkârcılar üzerinedir!" diyecekler.
28 Onlar işledikleri günahlar sebebiyle kendilerine zulmederlerken, korkunç görünüşlü melekler ansızın gelip canlarını alacak ve o zaman başlarını öne eğerek, "Biz bu yaptıklarımızı kötülük amacıyla yapmıyorduk!" diye sahte mazeretler öne sürecekler. Buna karşılık melekler, "Hayır!" diyecekler, "Allah sizin neler yaptığınızı ve hangi amaçları güttüğünüzü gayet iyi bilmektedir!"
29 "Öyleyse, girin bakalım cehennemin kapılarından içeri, hem de sonsuza dek içinde kalmak üzere! Büyüklük taslayanların varacağı yer gerçekten ne kötüdür!" Müminlere gelince:
30 Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselere ölüm anında melekler tarafından, "Rabb'iniz ne indirdi?" diye sorulduğunda, "Elbette güzellikler, iyiliklerindirdi!" diyecekler. O hâlde, iyilik yapanlara müjde: Bu dünyada güzel davranış gösterenlere, daha dünyadayken güzel bir mükâfat vardır. Çünkü iyiliklerin yaygınlaştığı toplumlarda haksızlık ve zulüm en alt seviyeye indirilir, toplumsal adalet sağlanarak karşılıklı güven ortamında huzur dolu bir hayat yaşanır. Fakat âhiret yurdunda alacakları mükâfat, dünyadakinden çok daha hayırlıdır. Evet, daima iyiliğe ve güzelliğe yönelerek kötülüklerden sakınanların ebedî vatanı olan o cennet yurdu gerçekten ne güzeldir!
31 Yani, sonsuz huzur ve mutluluk diyarı olan Adn cennetleri. İşte onlar, içerisinde ırmaklar çağıldayan ve arzu ettikleri her şeyi bulabilecekleri bu cennet bahçelerine girecekler. Allah, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimseleri işte böyle mükâfatlandırır.
32 Onlar ki, tertemiz bir hayat yaşarlarken, güzel yüzlü melekler gelip incitmeden canlarını alacak ve "Selâm sizlere, ebedî kurtuluş ve esenliğe ulaştınız, yaptığınız iyi işlerden dolayı buyurun girin cennete!" diyerek müjdeyi verecekler.

Hakikati tüm berraklığıyla gözler önüne seren bunca deliller ve mucizeler ortada dururken, inkârcılar tövbe edip ebedî mutluluğa ulaşmak için daha ne duruyorlar?
33 Canlarını alacak azap meleklerinin karşılarına çıkagelmesini ya da Rabb'inin azap emrinin gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Oysa geçmiş toplumları ibretle incelemiş olsalardı, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğini anlayacaklardı. Çünkü onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı ve yaptıklarının cezasını en ağır biçimde ödemişlerdi! Allah, hak ettikleri cezayı vermekle onlara zulmetmiş değildi; ne var ki, onlar bile bile kötülüğü tercih ederek kendilerine zulmediyorlardı.
34 Ve sonunda, yaptıkları kötülükler dönüp kendilerini buldu ve o alay edip durdukları azap, onları çepeçevre kuşatıverdi!

İşledikleri günahların, ezelden belirlenmiş ilâhî bir yazgı olduğunu öne sürerek sorumluluktan kurtulmaya çalışanlara gelince:
35 Allah’a inanmakla birlikte, birtakım sahte ilâhları itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek veya makam, şöhret, servet ve benzeri değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşanlar, günahlarını mazur gösterebilmek için diyorlar ki: "Eğer Allah dileseydi irademizi elimizden alırdı, böylece ne biz, ne de atalarımız O'ndan başkasına kulluk etmez, O'nun hükmüne aykırı olarak hiçbir şeyi yasaklamazdık! Mademki bunları yapıyoruz, demek Allah buna izin vermiştir." Aslında buraya kadar söyledikleri doğru. Fakat buradan yola çıkarak vardıkları sonuç yanlış: "O hâlde, yaptıklarımız O'nun rızasına uygundur. Öyle ya, Allah bizzat kendisinin izin verdiği şeyi niçin yasaklasın?"

Evet, gerçekten de Allah imtihan hikmeti gereğince insana akıl ve irade vermiş ve yaptığı kötülüklere derhal müdahale etmeyerek bunları yapmasına izin vermiştir. Fakat Allah'ın bir şeye izin vermesi, ondan razı olduğu anlamına gelmez. O'nun razı olduğu şeyleri öğrenmek için "nelere izin verdiğine" değil, "neleri emrettiğine" bakmak gerekir. Fakat inkârcılar, bunları bile bile hakikati çarpıtıyorlar.

Onlardan önceki zalimler de buna benzer saçma gerekçelerle insan iradesini yok sayarak aynı şekilde davranmış ve sonunda azabımızı tatmışlardı! Göz göre göre saçma bahaneler uyduran bu insanlara karşı elçilerin görevi, hakikati onlara açıkça duyurmaktan başka ne olabilir ki!

Rabb'inizin neleri emrettiğini öğrenmek ister misiniz?
36 Hiç kuşkusuz Biz, "Yalnızca Allah'a kulluk edin; Allah'ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak zulüm sistemini yeryüzünde kurumsallaştırmaya çalışanazgın kâfirlere, yani tâğutlara kul köle olmaktan kaçının!" diye emrimizi iletmeleri için her topluma bir Peygamber veya Peygamberin mesajını tebliğ eden bir davetçi gönderdik. Elçilerin yoğun tebliği sonucunda, Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti, vahye teslim olan bu insanlar dışında bir kısmı da kötülüğü tercih ettiği için sapıklığı hak etti. Bunun canlı örneklerini görmek istiyorsanız, yeryüzünde gezip dolaşın da, ayetlerimizi inkâr eden güçlü toplumların, medeniyetlerin sonu nice olmuş, bir görün!

Demek oluyor ki, Allah dilediği yolu seçmesi konusunda insanı özgür bırakmıştır. O hâlde:
37 Ey Müslüman! Sen onların doğru yola gelmelerini ne kadar arzu etsen de, Allah koyduğu yasalar çerçevesinde saptırdığı hiç kimseyi —kendisi doğru yola yönelmediği sürece— hidayete erdirecek değildir. Ve bile bile sapıklığı tercih eden bu insanlara, Hesap Gününde hiç kimse yardım edemeyecektir! Neden mi?
38 İnkârcılar, "Ölüp giden bir kimseyi, Allah bir daha asla diriltmeyecektir!" diye olanca güçleriyle yemin ediyorlar. Hayır, elbette diriltecek! Bu, yerine getirmeyi bizzat kendisinin üstlendiği gerçek bir sözdür; ne var ki insanların çoğu bunu bilmez.
39 Allah, mahşer gününde bütün insanları yeniden diriltecek ki, anlaşmazlığa düştükleri bütün tartışmalı konuları karara bağlayarak hükmünü açıklasın ve böylece inkârcılar ne kadar yalancı olduklarını görsünler. "Peki, çürüyüp gitmiş bedenleri yeniden diriltmek zor değil mi?" diyorsanız, onu Bize bırakın:
40 Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sadece "Ol!" deriz; o da hemen oluverir. Zaten bütün varlıklar, O'nun "Ol" emriyle yaratılmadı mı?

Öyleyse, Rabb'inize sonsuz güven duyarak zulme karşı mücadeleye devam edin. Sizi bu yoldan çevirebilecek her şeyi terk ederek, İslâm'ı yaşayabileceğiniz yepyeni bir hayata geçiş yapın. Tıpkı, İslâm'ın ilk yıllarında, kâfirlerin baskı ve işkenceleri nedeniyle yurtlarını terk edip Mekke'den Habeşistan'a hicret eden ilk muhacirler gibi:
41 Zulme uğradıktan sonra, zulüm diyarını terk ederek Allah yolunda hicret edenleri, bu dünyada güzel bir yurda yerleştireceğiz. Âhirette verilecek mükâfat, elbette çok daha büyüktür, bir bilselerdi!
42 Onlar, hak dinin egemen olması için verdikleri mücadelenin güçlüklerine sabredip direnen ve yalnızca Rab'lerine güvenen kimselerdir.
43 Ey Muhammed! İnkârcılar, senin diğer insanlar gibi fâni bir insan olmanı gerekçe göstererek Peygamberliğine itiraz ediyorlar. Oysa Biz senden önce de, kendilerini vahiyle desteklediğimiz ölümlü adamlardan başkasını elçi olarak göndermedik. Zira onlar, bütün hal ve hareketleriyle müminlere önder ve örnek olacaklardı. Ey insanlar! Eğer bu gerçeği bilmiyorsanız, Allah'ın ayetlerini iyi bilen dürüst ve güvenilir insanlara, yani zikir ehline sorun. Onlar da şahitlik edeceklerdir ki:
44 Allah, her devirde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onları, hakikati gözler önüne seren apaçık delillerle ve hikmet dolu kitaplarla insanlığı aydınlatmak üzere göndermiştir. Ve işte ey Muhammed, sana da hikmet, uyarı ve öğütlerle dolu bu Zikri gönderdik ki, kendilerine indirilen bu son ilâhî vahyi, —onun pratik hayata uygulanmasınınbireysel ve toplumsal bir modelini de ortaya koyarak— tüm insanlığa açıkça bildiresin ve böylece onlar, Allah'ın ayetlerini düşünüp ibret alabilsinler. Fakat yine de, Kur'an'ın ortaya koyduğu hayat programından yüz çevirenler olacak:
45 Peki, zulüm düzenlerini sürdürebilmek için sinsice plânlar kuran bu inkârcılar, Allah'ın kendilerini bir gün yerin dibine geçirmeyeceğinden, ya da hiç ummadıkları bir yerden başlarına korkunç bir azabın gelmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?
46 Ya da refah ve zenginlikle şımarmış bir hâlde gezip dolaşırlarken, onları ansızın yakalayıp helâk etmeyeceğinden —ki buna asla engel olamazlar— nasıl emin olabiliyorlar?
47 Yahut ahlâkî değerlerin çözülmesi sonucunda, zamanla barış ve huzur ortamının yok olup toplumun içten içe çürümesiyle, Allah'ın onları adım adım felâketlere sürüklemeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?Fakatonların bunca nankörlüğüne karşılık Allah onları derhal cezalandırmıyor, tövbe etmeleri için biraz daha mühlet tanıyor. Çünkü sizin Rabb'iniz, kullarına karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir. Nitekim bu inkârcılar, etraflarına ibret gözüyle bir bakmış olsalar, Allah'ın varlığını, birliğini, sonsuz kudret ve merhametini görecekler:
48 Allah'ın yarattığı varlıklara dikkat ve ibretle bakmıyorlar mı? Onların o görünen gölgeleri, güneş sistemindeki mükemmel ölçü ve dengeyi insana haykırırcasına,nasıl da sabah akşam bir sağa bir sola dönerek Allah'ın koyduğu doğal yasalara alçakgönüllü olarak boyun eğiyorlar.
49 Ve zaten, göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar Allah'a secde ederler. Müminler kendi istek ve iradeleriyle, diğer yaratılmışlar da bağlı oldukları doğa yasalarına uyarak ister istemez Allah'a boyun eğerler. Allah'a isyan eden bir kâfir bile, yiyip içerken, nefes alıp verirken; kalbi, ciğerleri ve bağırsakları çalışırken... ilâhî kanunlara itaat etmektedir. Müşriklerin tanrılaştırdığı o melekler de, asla kibre kapılmaksızın Allah'a boyun eğmektedirler. Öyle ki:
50 Üzerlerinde mutlak egemen olan Rab'lerinden korkar ve yalnızca kendilerine emredileni yaparlar. İşte bu yüzden:
51 Allah, "Sakın O'ndan başkasının otoritesine boyun eğip de kendinize ikinci bir tanrı edinmeyin!" buyurdu, "Çünkü sizin Rabb'iniz, eşi ve ortağı olmayan bir tek ilâhtır! O hâlde başka hiç kimseden değil, yalnızca Benden korkun!"
52 Mademki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur, şu hâlde kulluk ve itaat de daima O'na olmalıdır; hal böyleyken, hâlâ Allah'tan başka birilerinden mi çekineceksiniz?
53 Size ulaşan her nimet Allah'tandır. Nitekim başınıza bir belâ geldi mi, hemen O'na el açıp yalvarırsınız.
54 Fakat Allah bu belâyı üzerinizden kaldırır kaldırmaz, içinizden bazıları çok geçmeden ettiği duaları unutur ve başkalarına kulluk ederek Rab'lerine ortak koşarlar.
55 Böylece, kendilerine bahşettiğimiz nimetlere nankörlük etmiş olurlar. Ey nankörler, şimdilik keyfinize göre yaşayın bakalım; yakında başınıza neler gelecek, göreceksiniz!

Müşrikler, ekinlerinden ve hayvanlarından bir kısmını (6. En'âm: 136) Allah ile putları arasında bölüştürürlerdi:
56 Kendilerine bahşettiğimiz nimetlerden, haklarında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları ve yalnızca atalarını körü körüne taklit ederek bağlandıkları sözde ilâhlarına da bir pay ayırıyorlar. Üstelik bunun, Allah'ın emri olduğunu iddia ediyorlar. O hâlde, ey zalimler! Yemin olsun ki, bütün bu uydurduğunuz şeylerden dolayı kesinlikle hesaba çekileceksiniz!
57 Bir de hoşlarına giden erkek çocuklarını kendilerine lâyık görürlerken, sahip olmaktan utanç duydukları kızları "Melekler Allah'ın kızlarıdır!" diyerek Allah'a yakıştırmaktan çekinmiyorlar! Hâşâ, Allah eksiklik ve noksanlık ifade eden ve ancak yaratıklara yakıştırılabilecek sıfatlardan uzaktır, yücedir! Üstelik bunlar Allah'a nispet ettikleri kız çocuklarını o kadar aşağılık görürler ki:
58 Onlardan birine bir kız çocuğunun dünyaya geldiği müjdelense, üzüntüden yüzü kapkara kesilir ve içi öfkeyle dolup taşar.
59 Kendisine verilen bu "utanç verici" müjde yüzünden insanların içine çıkamaz olur. Evine kapanıp kara kara düşünmeye başlar; şimdi bu "alçaklığa" katlanıp onu evinde mi tutsun, yoksa onurunu kurtarmak için kızını diri diri toprağa mı gömsün!

Bakın, ne kötü hüküm veriyorlar!
60 Âhirete inanmayanlar, insanlığı mutsuzluğa sürükleyen ve asla örnek alınmaması gereken böyle kötü özelliklere sahiptir. En yüce sıfatlar ise Allah'a aittir. O hâlde, inanç, düşünce ve davranışlarınızı Allah'ın gönderdiği kitaba göre düzenlemelisiniz. Çünkü O azizdir, hakimdir. Tüm varlıklar üzerinde mutlak otorite sahibidir, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir.Sonsuz hikmetinden dolayıdır ki:
61 Allah insanları işledikleri kötülüklerden dolayı anında helâk edecek olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Fakat O, düşünüp tövbe etmeleri için, onlara vereceği cezayı kendisinin takdir ettiği belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri dolunca da artık son pişmanlık fayda vermez. Helaki ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler!"

Allah böyle yüce sıfatlara sahipken, bu inkârcılar hoşlanmadıkları kız çocuklarını Allah'a yakıştırırlar. Kendileri başkanlık ve yönetimde ortaklığı sevmez, fakat Allah'a ortak koşarlar. Kendi elçilerine saygı gösterilmesini ister, fakat Allah'ın Peygamberlerini küçümserler. Yani:
62 Hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a yakıştırmaktan çekinmezler. Bir de hiç çekinmeden, kendilerinin en güzel şeylere lâyık olduğunu iddia ederek göz göre göre yalan söylerler. Oysa hiç kuşku yok ki, onların hakkı ateştir, hem de cehennemin öncüleri olarak!
63 Gerçek şu ki, senden önceki çağlarda hüküm süren toplumlara da elçilerimizi göndermiştik. Fakat şeytan, yaptıkları çirkin işleri allayıp pullayarak onların gözüne güzel göstermiş ve böylece onları inkâra sürüklemişti. Ve işte aynı şeytan, bugün de inkârcıları aldatarak onların yol göstereni, karar vereni, danışmanı ve dostu olmuş! Şeytanı dost edindikleri için, onlara can yakıcı bir azap var!

Bu durumda, ey Muhammed, sana ve senin izinden gidenlere büyük bir görev düşüyor:
64 Biz bu Kitabı sana, ne dediğini anlamadan, öylesine okuyup geçesin diye değil, ancak ve ancak, Allah'ın gönderdiği vahye teslim olan Müslümanlardan başka bütün insanların yüzyıllardan beri üzerinde tartışıp durdukları dinî, felsefî, hukukî, ahlâkî konularda mutlak hakikati ortaya koyarak insanlığı aydınlatman için ve iman edecek bir topluma doğru yolu gösteren bir rahmet kaynağı olmak üzere gönderdik. Bu neye benzer, bilir misiniz?
65 Allah gökten yağmur yağdırır da, onunla ölü toprağa yeniden hayat verir. İşte gönderdiği Kur'an ile insanlığa böyle hayat verir. Gerçekten bunda, hakikate kulak verenler için hem gökten bir rahmet olarak inen Kur'an'ın ölü kalpleri nasıl dirilttiğini anlatan bir işaret, hem de Allah'ın kudret ve merhametini ortaya koyan bir delil vardır.
66 Gerçek şu ki, sütlerini sağdığınız evcil hayvanların o mükemmel yaratılışında da sizin için ibret verici yönler vardır. Şöyle ki: Biz bu hayvanların karınlarındaki yarı sindirilmiş gıdalarla kan arasından salgılanan ve içenlerin boğazından kayıp giden lezzet verici ve tertemiz süt içiriyoruz size.
67 Ve gerek hurmadan, gerek üzümden, kimileriniz sağlığa zararlı ve sarhoşluk verici içki imal edersiniz, kimileriniz de kurutulmuş meyve, reçel, helva ve benzeri temiz ve helâl gıdalar üretirsiniz. İşte Kur'an'a karşı tavrınız da böyledir: Kiminiz onu inkâr ederek yahut basit menfaatler karşılığında değiştirerek ya da kâhinliğe, cinciliğe alet ederek azaba uğrar, kiminiz de onunla hidayet bularak dünya ve âhirette kurtuluşa erişirsiniz. Hiç kuşkusuz bunda, aklını kullanan bir toplum için hakikati gösteren bir işaret, bir delil vardır.
68 Rabb'in balarısına vahyederek şöyle emretti: "Dağlarda, ağaçlarda ve insanların senin için yapacakları kovanlarda kendine yuva yap."
69 "Sonra her çeşit meyvenin çiçeğinden tadıp bal topla ve sana verilen emirlere boyun eğerek Rabb'inin gösterdiği yolları adım adım izle."

Arıya verdiğimiz bu yetenekler sayesindedir ki, onların karınlarından, içinde insanlar için şifa verici unsurlar olan farklı lezzet ve renklerde şerbet çıkar. Hiç kuşkusuz bunda, hakikati keşfetmek amacıyla inceden inceye düşünen bir toplum için bir delil vardır.
70 Sizi yoktan var eden ve zamanı geldiğinde öldürecek olan Allah'tır. İçinizden bazıları genç yaşta hayata gözlerini yumarken, kimileriniz de bildiği şeyleri dahi bilemez hâle geleceği ömrünün o en düşkün ve perişan çağına kadar yaşatılır. Şüphesiz Allah, sonsuz ilim ve kudret sahibidir.

Şimdi de, Allah'ın mülkünde eşi ve ortağı olmadığını sizin kendi hayatınızdan canlı bir örnekle açıklayalım:
71 Allah her birinize farklı güç ve yetenekler bahşederek, gerek sosyal statü gerekse rızık ve kazanç bakımından bir kısmınızı diğerlerinden üstün kılmıştır. Fakat kendilerine zenginlik bahşedilmiş olanlar, köle veya hizmetçileriyle eşit konuma gelecek şekilde rızıklarını onlarla paylaşmak istemezler. Peki, ey müşrikler! Siz servetinizde —onu size Allah verdiği hâlde— kölelerinizi ve hizmetçilerinizi kendinize ortak kabul etmezken, nasıl olur da Allah'a kulluk ve şükür konusunda başka ilâhları O'na ortak koşarsınız? Kendi mülk ve nüfuz alanınızda başka bir ortağa tahammül edemeyen sizler, nasıl olur da Allah'ın birer aciz kulu olan sözde "yüce şahsiyetleri" ya da uydurduğunuz sahte ilâhları Allah'ın mülk ve egemenliğinde O'na ortak kabul eder, kendinize lâyık görmediğiniz bir durumu Allah'a yakıştırmaya cüret edersiniz?

Şimdi bu müşrikler, kendilerine bunca lütuflar bahşeden Rab'lerine ortaklar koşarak göz göre göre Allah'ın nimetlerini inkâr mı edecekler?
72 Allah size, kendiniz gibi birer insan olan karşı cinsten eşler yarattı. Eşlerinizden de size çocuklar ve torunlar verdi ve size tertemiz gıdalar, geçim kaynakları ve rızıklar ihsan etti. Bütün bunlara rağmen, hâlâ Allah'tan başka kulluk edilecek, emrine boyun eğilecek varlıklar bulunduğuna dair asılsız bir inanç besleyerek batıla inanacak ve Allah'ın bunca nimetlerine karşı nankörlük mü edecekler?
73 Onlar Allah'ın yanı sıra, kendilerine ne göklerden ne de yeryüzünden hiçbir şekilde rızık veremeyecek olan ve rızık verme haricinde de hiçbir şeye güç yetiremeyen birtakım hayal ürünü varlıklara tapıyorlar.
74 Sakın şirke dayalı inancınızı makul göstermek için saçma gerekçelerle Allah'a örnekler vermeye kalkmayın. Örneğin bazı müşriklerin dediği gibi, "Nasıl ki sıradan bir insan padişahın huzuruna çıkamıyor da, ancak onun yakın dostları aracılığıyla arzu ve dileklerini ona iletebiliyorsa, biz aciz kullar da doğrudan Allah'a yalvarmak yerine, O'na bizden daha yakın olan putlar, efendiler, azizler, evliyalar aracılığıyla O'na kulluk ediyoruz!" demeyin. Çünkü Allah sırf etrafındaki yakın "dostlarını" memnun etmek için onların aracılığıyla ihsanlarda bulunan, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyen bir ilâh olmadığı gibi, halkının kalbinden geçenleri bilmeyen, bu yüzden de aracılara muhtaç olan padişahlar gibi aciz de değildir. O hâlde, bu saçma örnekleri bırakın da, inancınızı Allah'ın kitabına göre şekillendirin. Çünkü her şeyin en doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz. Yine sizin hayatınızdan alınan şu örneğe de kulak verin:
75 Allah şu iki adamı size örnek olarak anlatıyor: Bunlardan birisi hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köledir. Diğeri ise kendisine katımızdan güzel nimetler bahşettiğimiz hür ve zengin bir insandır ki, bu nimetlerden gizli ve açık Allah yolunda infak edip harcıyor. Şimdidüşünün, hiçbir şey yaratamayan birtakım aciz varlıkları ilâh edinerek onların kulu kölesi olan inkârcılarla, göklerin ve yerin mutlak Efendisi olan Allah'a kulluk ederek gerçek onur ve özgürlüğü elde eden müminler hiç aynı olabilirler mi? Elbette hayır! O halde, sahte ilâhların, batıl inanç ve hurafelerin, sizin gibi aciz birer yaratık olan putlaştırılmış önderlerin, efendilerin, azizlerin, diktatörlerin boyunduruğundan kurtularak her şeye kadir olan Allah'a kul köle olmak ve böylece özgürlük ve onurunuzu yeniden kazanmak istemez misiniz? Kur'an'ın gösterdiği apaydınlık yolda yürüyerek adalet, barış, huzur ve mutluluğun egemen olduğu bir dünya kurmak ve âhirette cennet nimetleri içinde ebedî bir hayat yaşamak istemez misiniz? Unutmayın ki, göklerin ve yerin hazineleri Allah'ın katındadır ve mademki bütün nimetler O'nundur, o hâlde bütün teşekkür ve övgüler de yalnızca Allah'a yöneltilmeli, sadece O'na kulluk ve ibadet edilmelidir. Ne var ki, onların çoğu bunu bilmezler.
76 Allah, konuyu biraz daha açıp geliştirmek için size başka iki insan örneği veriyor: Birisi hiçbir şeye gücü yetmeyen dilsiz ve aklı ermez bir köledir, efendisinin sırtında âdeta bir yüktür. Öyle ki, sahibi onu nereye yollasa her şeyi bozup dağıtır, doğru dürüst bir iş beceremez. Şimdi bu adam, hem kendisi dosdoğru bir yolda yürüyen, hem de başkalarına doğruluğu ve adaleti emreden dürüst, akıllı ve güçlü bir kimseyle hiç bir tutulabilir mi? Siz bunlardan hangisi olmak isterdiniz? Hakikat karşısında dilsiz kesilen, kendisini yaratıp dünyaya gönderen Efendisi Allah'a başkaldıran, insanlığa hiçbir şey veremeyen, hatta bir asalak gibi bütün insanlara yük olan bir kâfir mi olmak istersiniz; yoksa Allah'ın gösterdiği apaydınlık yolda ilerleyen, yeryüzünde adalet, barış ve huzurun egemen olması için Allah yolunda üstün gayret gösteren bir Müslüman mı? Bir an önce seçiminizi yapın, zira ecelin ne zaman kapınızı çalacağını bilemezsiniz:
77 Göklerin ve yerin gaybı, yani evrenin gizliliklerine ve erişilmez sırlarına dair mutlak ve şaşmaz bilgi, sadece Allah'ın elindedir. Evrenin varoluşunu, bu varlığın kulluk hayatımızda yerini, bütün varlıkların yaratılış hikmetlerini sadece Allah bilir. Ve kıyametin kopması an melesidir, ancak göz açıp kapayacak kadar kısa bir anda, hatta daha da hızlı olup bitecektir. Hiç kuşkusuz Allah, her şeye kadirdir. İşte bakın, Rabb'inizin sonsuz kudreti, varlıklar üzerinde nasıl tecelli ediyor:
78 Sizi, hiçbir şey bilmeyen minicik bebekler hâlinde annelerinizin karnından çıkaran; kendisine kulluk edip şükredesiniz diye size duymanızı sağlayan kulaklar, görmenizi sağlayan gözler ve düşünmenizi sağlayan gönüller veren Allah'tır. O hâlde,size bahşedilen bu yetenekleri kullanarak çevrenizi dikkat ve ibretle inceleyin:
79 Gökyüzünde Allah'ın koyduğu yasalara boyun eğerek süzülüp uçan kuşlara ibret nazarıyla bakmıyorlar mı? Kuşlara bu olağanüstü kabiliyeti vererek ve onların uçmasını sağlayan kanunları yaratarak onları boşlukta tutan ancak Allah'tır. Hiç kuşkusuz bunda, inanmaya gönlü olanlar için Allah'ın yegâne Rab ve İlâh olduğunu gösteren ve O'nun sonsuz kudret ve ilmini gözler önüne seren nice işaretler, nice deliller vardır.
80 Allah size, huzur ve güven içerisinde dinlenebileceğiniz evler inşa etme bilgi ve becerisini verdi. Hayvan derilerinden de, hem yerleşik hayatta hem yolculuk sırasında kolayca söküp taşıyabileceğiniz portatif evler ve çadırlar; ayrıca onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından belli bir süreye kadar elbise, sergi ve döşemelik olarakkullanabileceğinizdayanıklı ev eşyaları ve göz alıcı süs eşyaları, gündelik eşyalar, ticaret malları üretme imkân ve yeteneği bahşetti.
81 Allah, yarattığı dağ, tepe, ağaç gibi varlıklardan sizin için gölgelikler meydana getirdi. Dağlarda da, yolculuk esnasında sığınabileceğiniz barınaklar oluşturdu. Ayrıca sizi sıcağa ve soğuğa karşı koruyacak elbiseler, savaşta düşman saldırısından koruyacak zırhlar yapma imkân ve kudretini bağışladı. İşte Allah, size böyle mükemmel nimetler bahşediyor ki, O'na yürekten boyun eğerek teslim olup barış ve esenliğe ulaşasınız.
82 Ey Müslüman! Bütün bunlara rağmen yine de Allah'a kulluk etmekten yüz çevirirlerse, üzülme, bundan sen sorumlu değilsin. Senin görevin ancak, onlara hakikati açıkça duyurmaktan ibarettir.

Aslında onlar, hakikati gösteren yeterli delil bulamadıklarından inkârı tercih ediyor değiller:
83 Onlar Allah'ın bunca nimetinin pekâlâ farkındadırlar, fakat sırf işlerine gelmediği için onu görmezlikten gelirler. Çünkü onların pek çoğu, ahlâksız ve nankör kimselerdir. Peki, ilâhî mahkemenin kurulacağı Büyük Günü hiç düşünmüyorlar mı?
84 O gün her toplumun içinden, vaktiyle onlara hak dini tebliğ etmiş olan Peygamber veya onun takipçisi olan davetçilerden birer tanık getirip ümmetiyle yüzleştirerek hepsini hesaba çekeceğiz. O zaman şefaat konusunda kâfirlere herhangi bir izin verilmeyeceği gibi, o günkü tövbeleri de asla kabul edilmeyecektir.
85 Ve zalimler kendilerini bekleyen korkunç azabı gördüklerinde, feryatları ve çırpınışları onlara fayda vermeyecek; ne azapları hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacak!
86 Müşrikler, vaktiyle Allah'a ortak kabul ettikleri putlarını ve putlaştırdıkları liderlerini o Gün karşılarında görünce, "Ey Rabb'imiz!" diyecekler, "Seni bırakıp da kendilerine yalvarıp medet umduğumuz veböylece Sana ortak koştuğumuz ilâhlarımız işte bunlar! Bizi onlar yoldan çıkardı ya Rab!" Buna karşılık onlar, "Hayır! Biz sizi buna zorlamadık! Hatta bizi ilâh edindiğinizden haberimiz bile yoktu, siz kesinlikle yalancısınız!" diyerek müşriklere cevap verecekler.
87 Vaktiyle Allah'a başkaldıran kâfirler, işte O gün Allah'a tamamen boyun eğecekler. Uydurdukları hayal ürünü tanrılar, şefaatçiler, o gün onları yüzüstü bırakıp ortalıktan kaybolmuş ve hepsinin batıl ve asılsız olduğu gün gibi ortaya çıkmıştır.
88 Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve bununla da kalmayıp, başkalarını da Allah yolundan çevirmeye çalışanlara, yaptıkları katmerli bozgunculuk yüzünden kat kat azap edeceğiz. Böylece hem kendi işledikleri suçların, hem de başkalarının işlemesine sebep oldukları günahların cezasını çekecekler.
89 Ve o gün her ümmetten, kendileri hakkında şahitlik edecek birer Peygamberi şahit getireceğiz. Seni de ey Muhammed, Kur'an'ı tebliğ ettiğin şu insanlara şahit tutacağız. (6. En'am: 19) İşte bu yüzden Biz sana, insanlığı dünyada ve âhirette kurtuluşa ulaştıracak her şeyi açıklamak ve yalnızca Allah'a boyun eğen Müslümanlara bir hidayet rehberi, bir rahmet kaynağı ve bir kurtuluş müjdesi olmak üzere bu Kitabı gönderdik. Ve bakın Allah, sağlıklı ve dengeli bir toplumun temel dayanaklarını nasıl açıklıyor:
90 Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı âdil davranmayı, olabildiğince merhametli, güler yüzlü, nazik ve lütufkâr davranarak daima iyilik yapmayı ve özellikle yakın akrabaya, komşulara, dost ve arkadaşlara cömertçe ikramda bulunmayı ve acılarını, mutluluklarını paylaşarak onlarla sürekli ve samimî bir dostluk ortamında olmayı emrediyor.

Buna karşılık zina, fuhuş, cinsel sapıklık, çıplaklık gibiyüz kızartıcı ve utanç verici işleri, gerek Kur'an'ın, gerekse sünnetin asla onaylamayacağı görgüsüzlük, edepsizlik, terbiyesizlik türünden çirkinlikleri ve hak ve hukuka aykırı, onur kırıcı, saldırganca tutum ve davranışları yasaklıyor.

Bakın, Allah size böyle güzelce öğütler veriyor ki, düşünüp ibret alasınız:
91 Allah adına söz verdiğiniz zaman, sözünüzü mutlaka yerine getirin; karşınızdakine her türlü güvenceyi vererek pekiştirdiğiniz yeminlerinizi, —hem de sözünüzde duracağınıza dair Allah'ı kendinize şahit tutmuşken— sakın bozmaya kalkışmayın! Unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyi biliyor ve günün birinde hepsinin hesabını soracaktır.
92 Bir millet diğerlerinden ekonomik, siyasî veya askerî yönden daha güçlü diye, sakın "toplumsal çıkarlar" adına ikide bir sözünüzden cayarak antlaşma ve yeminlerinizi bir aldatma aracı hâline getirmeyin. Tıpkı bin bir zahmetle eğirip sıkıca sardığı iplik yumağını gereksiz yere çözüp dağıtan yaşlı kadınlar gibi davranarak, yeminlerle pekiştirdiğiniz sözlerinizi bozmayın. Unutmayın ki, diğer toplumlardan daha güçlü oluşunuz, onlara haksızlık yapmanız için size bir imtiyaz vermez. Doğrusu Allah, bütün bunlarla sizi yalnızca imtihan etmektedir ve hiç kuşkunuz olmasın ki, O anlaşmazlığa düştüğünüz her konuyu Mahşer Gününde hükme bağlayacak ve yaptıklarınızı size bir bir açıklayacaktır. Öyleyse, insanları Allah'ın dinine yönlendirme amacıyla bile olsa, verdiğiniz sözden dönmeyin ve asla yalan söylemeyin!
93 Çünkü Allah dileseydi, hepinizi melekler gibi Allah'a kulluk eden tek tip bir toplum yapabilirdi, fakat böyle yapmadı. Bunun yerine, size iyiyi kötüyü ayırt etme yeteneği vererek dilediğiniz inanç ve hayat tarzını seçme konusunda sizi özgür bıraktı. Böylece Allah, doğru yoldan uzaklaşmak isteyeni sapıklıkta bırakır, samimî olarak doğruya, gerçeğe ulaşmak isteyeni de doğru yola iletir. Unutmayın, hepiniz bir gün Allah'ın huzuruna çıkacak ve yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz.
94 O hâlde, ey inananlar! Antlaşma yaptığınız kimseler kâfir bile olsalar, sakın yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı olarak kullanmayın! Aksi hâlde, doğru yolda sapasağlam duran ayaklarınız kayıverir de, hal ve hareketlerinizle insanları dinden soğutup Allah'ın yolundan çevirdiğiniz için yaptığınız kötülüğün acı meyvelerini dahabu dünyada tadarsınız ve ayrıca âhirette de ağır bir cezaya çarptırılırsınız!
95 Allah'a verdiğiniz sözü, birkaç kuruşluk dünya menfaati uğruna değişmeyin! Unutmayın ki, Allah'ın katındaki sonsuz nimetler, sizin için çok daha hayırlıdır, eğer bunun değerini bilirseniz!
96 Çünkü şu an elinizde olan gelip geçici nimetler, eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur. Allah katındaki âhiret nimetleri ise ebedidir. Üstelik doğruluktan ayrılmamak için sıkıntılar karşısında sabredip direnenleri, yaptıklarının en güzeliyle ödüllendireceğiz. Hem bu ödül sadece âhirete özgü de değildir:
97 Erkek olsun kadın olsun, her kim Allah'a ve âhiret gününe inanarak iyi ve yararlı işler yaparsa, onlara hem bu dünyada hem de âhirette güzel ve hoş bir hayat yaşatacağız ve onları, yaptıkları işlerin en güzeli neyse ona göre ödüllendireceğiz.

Fakat inkârcılar, sinsi propagandalarla Kur'an üzerinde şüpheler oluşturmaya, seni Allah'ın kitabından koparmaya çalışacaklar. Bunu başaramayınca, en azından onu doğru anlamanı engellemek için ayetlerin anlamını çarpıtıp hak ile batılı uzlaştırma yoluna gidecekler. İşte bütün bu saldırılara karşı:
98 Kur'an okuyacağın zaman, ilâhî rahmetten kovulmuş her türlü şeytanın vesvese ve ayartmalarından Allah'a sığın!
99 Gerçek şu ki, şeytanın, iman edip Rab'lerine güvenen kimseler üzerinde herhangi bir zorlayıcı gücü ve otoritesi yoktur.
100 Onun hükmü ancak, zaten yoldan çıkmış olup da, kendi iradeleriyle onu hayatı yönlendirme ve kendileri için karar almaya yetkili bir dost olarak benimseyenlerin ve para, şöhret, makam, itibar gibi şeylere tapınırcasına bağlanarak ruhlarını şeytana teslim eden ve böylece onu Allah'a ortak koşanların üzerinde geçeridir. İşte o şeytanlar, daha önceki şeriatların yürürlükten kaldırılmasının ilahi hikmete aykırı olacağını söyleyerek Kur'an hakkında kalplere şüphe düşürmeye çalışıyorlar:
101 Biz bir ayetin yerine başka bir ayet getirdik mi, yani daha önceki ümmetlere gönderdiğimiz kitapları yürürlükten kaldıran yeni bir kitap ve yeni bir şeriat gönderdik mi, Allah insanlığın her aşamasında neler gönderdiğini ve göndereceğiniherkesten daha iyi bildiği hâlde, inkârcılar, "Ey Muhammed! Sen ancak, uydurduğu sözleri Allah'a nispet eden bir yalancısın! Daha önce gönderilen kutsal kitaplar dururken, Allah niçin yeni bir kitap göndersin ki?" derler. Hayır, doğrusu onların çoğu, bütün ilâhî kitapların aynı kaynaktan geldiğini ve Kur'an'ın, daha önce tahrif edilen, anlamı çarpıtılan kitapları yeniden aslî şekline kavuşturan son ilâhî kitap olduğunu bilmezler.
102 Onlara de ki: "Bu Kur'an'ı, bir zamanlar Musa'ya Tevrat'ı, İsa'ya İncil'i getirmiş olan Kutsal Ruh Cebrail, inananların kalbini pekiştirmek ve Allah'ın emrine boyun eğenler için bir kılavuz ve müjde olmak üzere Rabb'inin katından apaçık hak bir kitap olarak indirmiştir."

Şeytanın dostları, Kur'an hakkında zihinleri bulandırmak için propagandaya devam edecekler:
103 Ey şanlı Elçi! Biz onların, "Ona bu Kur'an'ı olsa olsa Tevrat ve İncil hakkında bilgisi olan bir insan öğretiyordur. Çünkü Muhammed'in, böylesine harikulâde bir eser meydana getirmesi ve geçmiş kavimler, Peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, evrenin ve insanın yaratılışı ve benzeri konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler vermesi aklen imkânsızdır. Öyleyse ona bu kitabı, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği bir kişi öğretiyor. Bu da olsa olsa, vaktiyle Yahudi ve Hristiyanlardan bir şeyler öğrenmiş olan kölelerimizden biridir. Nitekim Muhammed'in zaman zaman bu kölelerle konuştuğunu görüyoruz." dediklerini elbette biliyoruz.

Oysa Kur'an'ın meydan okuması karşısında düştükleri acziyeti itiraf eden bu adamlar, onun beşer üstü bir kaynaktan geldiğini pekâlâ bilirler. Kaldı ki, onların Kur'an'ı Muhammed'e öğrettiğini iddia ettikleri adamın dili yabancı olduğu ve bu kişi doğru dürüst Arapça konuşamadığı hâlde, bu Kur'an bütün Arap edebiyatçılarını acze düşüren pürüzsüz, dupduru Arapça dili ile gönderilmiş eşsiz bir mucizedir. Üstelik Kur'an, Yahudilerin seçkin ve ayrıcalıklı bir millet olduğu, Âdem'in işlediği günah yüzünden bütün insanların günahkâr olarak doğduğu, İsa Peygamberin çarmıha gerilerek insanlığın günahına kefaret olduğu, onun Allah'ın —hâşâ— oğlu olduğu gibi birçok konuda Yahudi ve Hristiyanların iddialarını reddediyor ve bunların aslını esasını tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Bu durumda, kibir ve inatla hakikati reddeden zalimlerden başka kim, bu kitabın üç beş kelimeden fazla Arapça bilmeyen yabancı bir köle tarafından yazdırıldığını iddia edebilir?
104 Allah, ayetlerine iman etmemekte direten bu zalimleri doğru yola iletmeyecektir. İşte onların hakkı can yakıcı bir azaptır! Çünkü onlar, daha önce kendisini "güvenilir adam (el-emin)" unvanıyla çağırdıkları, kendisine duydukları kin ve nefrete rağmen değerli eşyalarını emanet ettikleri dürüstlük timsali bir Peygamberi —sırf Kur'an'ı reddetmek için— yalancılıkla suçladılar. Oysa yalan söylemek, inanan bir kimsenin yapacağı bir iş değildir.
105 Yalanı, iftirayı ve düzmece iddiaları, ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, işte asıl yalancılar onlardır. Peki, baskı ve işkence altında bulunan bir Müslüman, kendisini bundan kurtarmak için yalan söyleyebilir mi? Böyle bir durumda, Ammar bin Yâsir'in yaptığı gibi dininden döndüğünü söylese, gerçekten kâfir olur mu?

İnkârcılar, Ammar ile ana-babasını zorla dinlerinden döndürmek istediler. Onlar buna direnince, önce annesi Sümeyye'yi, ardından babası Yâsir'i şehit ettiler. Fakat işkencelere daha fazla dayanamayan Ammar, onların duymak istediği sözleri söyleyerek ölümden kurtuldu ve büyük bir üzüntü içinde Peygamber'in yanına geldi. Bunun üzerine, aşağıdaki ayetler nazil oldu:
106 Her kim iman ettikten ve İslâm'ın güzelliklerini bizzat yaşadıktan sonra yeniden küfre dönerek Allah'ın dinini inkâr edecek olursa, —tabii ki bundan maksat, kalbi imanla dopdolu olduğu hâlde, baskı altında inkâr etmiş görünenler değil, tam tersine, imanın coşkusunu tatmış olmasına rağmen gönlünü yeniden inkâra açıp da İslâm'a aykırı herhangi bir inanç veya ideolojiyi bilerek ve isteyerek onaylayan kimselerdir— işte Allah'ın kahredici gazabı onların üzerindedir ve onlar için korkunç bir azap vardır.

Demek ki, baskı altında bulunan bir Müslüman, öldürülme veya bir uzvunun kesilmesi gibi hayati bir tehlikeyle yüz yüze geldiğinde —her ne kadar şehadeti göze alıp direnmesi daha faziletli ise de— kendisini kurtarmak için diliyle inkâr edebilir. Ancak şu da var ki, Peygamberlerin ve onların temsilcisi konumundaki İslâm âlimlerinin, her ne sebeple olursa olsun İslâm'ı inkâr anlamına gelebilecek beyanatta bulunmaları caiz değildir. Çünkü halk, İslâm'ın hükümlerini onlardan öğrenir. Dolayısıyla âlimlerin sözleri bir anlamda hüccet olduğundan ve yalnızca kendilerini değil, onlara itaat etmekle yükümlü olan bütün Müslümanları bağladığından, onların dini hükümler konusunda yalan söylemeleri kesinlikle doğru değildir.

Öte yandan, eğer bir Müslüman maaşının kesilmesi, makamının elinden alınması, eğitim hakkından mahrum bırakılması gibi daha aşağı derecede bir baskı ile karşılaşırsa, yalnızca diliyle bile olsa inkâr edemez, ederse —her ne kadar kâfir olmasa da— günaha girmiş olur. Ancak daha da ileri gidip "gönlünü inkâra açarak" kâfirliği benimsediği takdirde, dinden çıkarak Allah'ın gazabına müstahak olur. Peki, bir insan niçin inkâra yönelir?
107 Çünkü onlar, basit çıkarlar peşinde koşarak bu dünya hayatını âhirete tercih ettiler. Allah ise, hakikati bile bile inkâr eden bir toplumu asla doğru yola iletmez.
108 İşte onlar, Allah tarafından konulan yasalar gereğince, kalpleri, kulakları ve gözleri mühürlemiş olan kimselerdir. Başlarına gelecekleri hiç düşünmeden gaflet ve cehalet içinde yüzenler işte onlardır.
109 Hiç kuşkunuz olmasın ki, âhirette tümüyle kaybedecek olanlar da yalnızca onlardır!
110 Ve ayrıca şunu da bil ki, senin Rabb'in, gerek uğradıkları baskı ve işkenceler, gerekse dünya malına aşırı tutkuları yüzünden dinlerini terk ederek fitneye kapıldıktan sonra yeniden kendisini toparlayan, bu hâle düşmelerine sebep olan ülkeyi, ortamı veya arkadaş çevresini terk edip, Müslümanca yaşayabilecekleri bir yere hicret eden, ardından da zulüm ve haksızlıkların yeryüzünden kaldırılması için Allah yolunda cihada katılan ve bu uğurda karşılaşacağı zorluklara göğüs gererek sabreden o tövbekâr müminlere karşı, evet, yaşadıkları bunca acı tecrübelere, düştükleri nahoş durumlara rağmen, elbette senin Rabb'in onlara karşı bağışlayıcı, merhametlidir. Hem bu dünyada, hem de mahşer gününde:
111 O gün her insan, kendi canının derdine düşmüş bir hâlde Allah'ın huzuruna gelecek ve herkese yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilecek ve hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyecektir. Fakatinkârcılık, insanlığı sadece âhirette değil, dünyadayken de felâketlere sürükleyecektir:
112 Allah size, her çağda benzerlerini görebileceğiniz bir örnek veriyor: Bir memleket vardı, halkı güven ve huzur içinde yaşıyordu. Rızıkları da dört bir yandan bol bol geliyordu. Derken bunlar, Allah'ın emirlerine başkaldırarak, O'nun nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Bunun üzerine Allah, bir kıtlık, bir deprem, bir iç savaş, bir ekonomik kriz gönderdi ve işledikleri günahlar yüzünden tüm ülkeyi kasıp kavuran açlık ve korkuyu onlara tattırdı.
113 Doğrusu onlara, kendi içlerinden ve kendi dillerini konuşan bir Elçi veya elçinin misyonunu yüklenen davetçiler gelmiş ve Allah'ın ayetlerini onlara açıkça tebliğ etmişti. Fakat onlar onu yalanladılar ve inananlara hayat hakkı tanımadılar.Onlar böyle zulmedip dururlarken, o sözü edilen azap onları kıskıvrak yakalayıverdi! İşte bu feci akıbete uğramak istemiyorsanız, Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılmalı, özellikle haram ve helâli belirleme konusunda, yalnızca O'nun verdiği hükümleri ölçü almalısınız:
114 Öyleyse ey insanlar, Allah'ın size verdiği helâl ve temiz rızıkları afiyetle yiyin ve eğer gerçekten yalnızca Allah'a kulluk ediyorsanız, O'nun bağışladığı nimetlere söz ve davranışlarınızla şükredin. Ve sakın, Allah'ın helâl kıldığı nimetleri haram kılmaya kalkışmayın:
115 O size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kılmıştır.

Leş: İslâmî usullere göre boğazlanmadan ölmüş olan hayvandır. Ancak çekirge gibi böcek cinsinden küçük canlılar ve devamlı suda yaşayan hayvanlar boğazlanmadan ölmüş olsalar bile leş kapsamına girmezler.

Kan: Haram olan, akıcı kandır. Ete, dalağa, ciğere sinmiş olan kan ise helâldir.

Domuz eti: Domuzun sadece eti değil, yağı, kemiği, iliği vb. diğer bütün uzuvları da haramdır.

Allah'tan başkası adına kesilenler: Allah'tan başka bir varlık adına kurban edilen hayvanın eti yenmez. Aynı şekilde, Allah'ın adı kasten terk edilerek yahut O'nun adıyla olsa bile putların ve kendisine tapınılan diğer varlıkların önünde kesilenleri yemek de haramdır.

Ama kim de, başkasını tehlikeye düşürecek biçimde onların hakkına saldırmadan ve yemek zorunda kaldığı ölçüyü aşmadan, yiyecek başka bir şey bulamama veya başkasının zorlaması gibi sebeplerle bunlardan yemek zorunda kalırsa, haramı arzu etmediği ve "fırsat bulmuşken bu yiyecekleri yiyeyim" demediği takdirde, sorumlu tutulmayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. O hâlde iyiyi-kötüyü, doğruyu-eğriyi, helâli-haramı Allah'ın kitabından öğrenin. Sakın ola ki:
116 Dillerinizle uydurduğunuz yalanlara dayanarak, öyle rasgele "Şu helâldir, bu haramdır!" demeyin, yoksa Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Unutmayın ki, Allah'a karşı yalan uyduranlar, asla kurtuluşa eremezler.
117 Onların yaptığı, âhiret nimetlerine göre basit bir menfaat olan dünya hayatının gelip geçici zevkleriyle oyalanmaktan ibarettir. Fakat öte dünyada, onlar için can yakıcı bir azap vardır!

İşte, yiyecekler konusunda kaçınmanız gereken haramlar yukarıda sayılanlardan ibarettir. Bunların dışında haramlar olduğunu öne sürenlere inanmayın. Gerçi:
118 Yahudilere de, sana daha önce 6. En'âm suresi 146. ayette anlattığımız şeyleri haram kılmıştık. Fakatbunlar her çağda geçerli olacak evrensel yasaklar değildi. Aksine, azgınlıklarından dolayı Yahudilere verilen ve yalnızca o döneme özgü bir cezaydı. Biz ceza vermekle onlara zulmetmedik, tam tersine, onlar sürekli suç işlemekle kendi kendilerine zulmediyorlardı. Fakat tövbe kapısı her zaman açıktır:
119 Evet, hiç kuşkusuz senin Rabb'in, cahillik edip de kötülük yapan, fakat Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyip hemen ardından tövbe eden ve hatalarını telâfi ederek durumlarını düzeltenlere karşı, evet, gerçekten senin Rabb'in, işledikleri bunca fenalıklardan sonra bile kullarına karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
120 Gerçekten İbrahim, Allah'a yürekten boyun eğen, her türlü batıl inançtan, tüm eğri yollardan uzaklaşarak tek Tanrı inancına yönelen bir mümin, insanların haktan yüz çevirdiği bir dönemde tevhid sancağını tek başına omuzlayan bir önder, müminde bulunması gereken bütün erdemleri kendisinde toplayan örnek bir şahsiyet, âdeta tek başına bir ümmetti. Onun izinden gittiğini iddia eden Yahudi ve Hristiyanların birtakım Peygamberleri, hahamları, azizleri, melekleri yüceltip ilâhlaştırmasına karşılık, o hiçbir zaman Allah'a ortak koşmamış ve Allah'ın hiçbir kitabını veya elçisini yalanlamamıştı.
121 O, kendisini seçip yücelterek dosdoğru yola ileten Rabb'ine bağışladığı nimetlerden dolayı söz ve davranışlarıyla daima şükrederdi.
122 İşte bu yüzden, ona bu dünyadayken iyilikler, güzellikler vermiştik ve elbette o, âhirette de en iyiler arasındadır.

Yahudilerin, Hristiyanların ve hatta müşriklerin iftiharla sahiplendikleri İbrahim, işte böyle bir inanca sahiptir. Ne var ki, bu dupduru tevhid inancı, —hem de onun izinden gittiğini öne süren insanlar tarafından— zamanla değiştirildi. İşte bu yüzden:
123 Ve şimdi, ey Muhammed, sana da, "Her türlü batıl inançtan, tüm eğri yollardan uzaklaşarak tek Tanrı inancına yönelen ve Allah'tan başka ilâh tanımayan İbrahim'in tebliğ ettiği o mükemmel inanç sistemine tâbi ol!" diye emrettik.
124 Vaktiyle Yahudiler için belirlenen Cumartesi günü çalışma yasağı ve buna benzer birtakım kısıtlama ve mecburiyetler, kıyamete kadar sürecek evrensel bir yasa değildi. Aksine, yalnızca o günün hürmetine uyup uymama konusunda anlaşmazlığa düşen ve ilâhî kanunlara karşı gelerek azgınlık eden o zamanki Yahudilere bir ceza olarak emredilmişti. Fakat ona da itaat etmemişlerdi. Nitekim bugün de Son Elçiye ve Kur'an'a karşı geliyorlar. Fakat mahşer gününde Rabb'in, anlaşmazlığa düştükleri her konuda aralarında hükmünü elbette verecektir! O hâlde, ey Müslüman!
125 İnsanları, tatlı dille, hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle Rabb'inin yoluna çağır. Tartışmak gerektiğinde kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitmeden, akıl ve sağduyularına seslenerek onlarla tatlı bir üslupla, en güzel şekilde tartış. Bütün bunlara rağmen yine de inat edip yüz çevirirlerse, üzülme. Unutma ki, Rabb'in kimlerin kendi yolundan saptığını çok iyi bilmektedir ve kimlerin doğru yolu izlediğini de en iyi bilen O'dur. İnkârcıların inatla direnmelerine karşılık siz, olgunluk ve sabırla tebliğe devam edin. Fakat bu, zulüm ve haksızlık karşısında sessiz kalmanızı gerektirmez:
126 Size yapılan bir saldırıyı cezalandırmak istediğinizde, ancak size yapılan haksızlık oranında karşılık verin. Bununla beraber, ceza verecek bir güce sahip olduğunuz hâlde, öfkenizi yenip af yolunu seçerek sabrederseniz, elbette bu asil davranış,—müminlerin onurunun zedelenmesine veya zalimlerin cesaret bulup iyice azgınlaşmalarına yol açmayacaksa— sabredenler için çok daha hayırlıdır.
127 O hâlde, ey Müslüman! İnkârcıların çirkin sözlerine karşı sabırla göğüs ger! Bunun için de, Rabb'inle birlikteliğini bir an olsun kesintiye uğratma. Unutma ki, senin bu güçlüklere göğüs germen, ancak Allah'ın lütuf ve yardımı sayesindedir. Onların yaptıklarından dolayı üzülme. Allah'ın dinine karşı uydurdukları asılsız iddialar, kurdukları hile ve tuzaklardan dolayı da yüreğin daralmasın. Şundan emin ol ki, nihai zafer muhakkak inananların olacaktır:
128 Çünkü Allah, daima kötülüklerden, fenalıklardan titizlikle sakınan ve iyilik yapan kimselerle beraberdir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ 1
يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ 2
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ 3
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ 4
وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ 5
وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ 6
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ 7
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ 8
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ 9
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ 10
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 11
وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ 12
وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ 13
وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 14
وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَاراً وَسُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ 15
وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ 16
اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ 17
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 18
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ 19
وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ 20
اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَۙ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ۟ 21
اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ 22
لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ 23
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ 24
لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۙ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ۟ 25
قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ 26
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ 27
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 28
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ 29
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْراًۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ 30
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ 31
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 32
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 33
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ 34
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ 35
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ 36
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ 37
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ 38
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ 39
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ 40
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ 41
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ 42
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ 43
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 44
اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ 45
اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ 46
اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ 47
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ 48
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ 49
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ 50
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ 51
وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ 52
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ 53
ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ 54
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ 55
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ 56
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ 57
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ 58
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ 59
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ 60
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ 61
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ 62
تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 63
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 64
وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟ 65
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ 66
وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ 67
وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ 68
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 69
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟ 70
وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ 71
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ 72
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ 73
فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ 74
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ 75
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ 76
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 77
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 78
اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 79
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ 80
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ 81
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ 82
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟ 83
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ 84
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ 85
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ 86
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ 87
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ 88
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ 89
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ 90
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ 91
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ 92
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 93
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ 94
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ 95
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 96
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 97
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ 98
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ 99
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ 100
وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ 101
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ 102
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ 103
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 104
اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ 105
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ 106
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ 107
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ 108
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ 109
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 110
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ 111
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ 112
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ 113
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ 114
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 115
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ 116
مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 117
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 118
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 119
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ 120
شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 121
وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ 122
ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 123
اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 124
اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ 125
وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ 126
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ 127
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ 128
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Ey müşrikler! Başınıza gelecek azaba karşı sizi uyaran Elçiye ısrarla ve inatla karşı gelerek ona küstahça meydan okuyuşunuzdan dolayı, Allah'ın azap emri gelmiştir! Şöyle ki, artık tebliğ ve uyarı dönemi bitmiş, Müslümanların güçlü ve bağımsız bir toplum oluşturarak küfre karşı savaşmalarının zamanı gelmiştir. Bundan böyle karşınızda, baskı ve işkencelerinizi sineye çeken, size tatlı tatlı öğüt veren davetçiler değil, zulüm ve haksızlıklara kılıçla karşı koyarak Allah yolunda savaşan mücahitler göreceksiniz! İşte bundan dolayı, bütün Müslümanların Medine'ye hicret etmesi ve kâfirlere Allah'ın azabını tattıracak İslâm ordularının kurulması için Allah'tan emir gelmiştir! Artık sizi hangi felâketlerin beklediğini, pek yakında göreceksiniz! O hâlde, onun çabucak gelmesi için sabırsızlanmayın! Şunu da iyi bilin ki, müşriklere vadedilen azabın —ilâhî hikmet uyarınca— henüz gelmemiş olması, sahip oldukları inanç sisteminin Allah tarafından onaylandığı anlamına gelmez. Tam aksine, Allah onların düşünce ve anlayışlarının bozukluğundan kaynaklanan şirkin her şeklinden ve her türünden münezzehtir; itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek Allah'a ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir.
1
يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ
Allah, "Benden başka ilâh yok, o hâlde Bana karşı gelmekten titizlikle sakının!" diyerek insanlığı uyarmaları için, kullarından dilediğine kendi katından bir ruh —yani gönüllere hayat veren vahiy— ile melekleri gönderir ve bu seçkin kulları Peygamberlikle görevlendirir.
2
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Çünkü Allah, gökleri ve yeri anlamsız ve amaçsız değil, belli bir hikmete uygun olarak, yani hak ile yaratmıştır. O, müşriklerin ilâhlık payesi vererek Allah'a ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir.
3
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
O insanı bir damlacık su olan nutfeden yarattı. Fakat şimdi o, kendisini yaratan Rabb'ine karşı apaçık bir hasım kesilmiş!
4
وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ
Evcil hayvanları yaratan da O'dur. Onların yünleri, tüyleri ve kıllarından ısınmanızı sağlayan giysiler elde eder, sütlerinden, yumurtalarından faydalanır ve bir kısmının da etini yersiniz.
5
وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ
Ayrıca, sabahleyin onları sürüler hâlinde otlağa çıkarırken ve akşamleyin ağıllarına geri getirirken, sizi büyüleyenapayrı bir güzellik vardır onlarda.
6
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ
Ve ancak güçlükle varabileceğiniz uzak diyarlara yüklerinizi onlar taşırlar. Rabb'iniz gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir.
7
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Hem binek hayvanı, hem de seyrine doyum olmayan bir güzellik, bir süs olarak soylu ve endamlı atları, katırları ve merkepleri yaratan da O'dur. Bunlardan başka, henüz bilmediğiniz daha nice nimetler yaratmaktadır. Çünkü insan, yaşamak için bunlara muhtaçtır. Fakat onun dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak doğru bir inanç sistemine ve sağlıklı hukuk kurallarına duyduğu ihtiyaç, bundan çok daha büyüktür. Şimdi düşünün; insanın bütün ihtiyaçlarını bilen ve bahşettiği sayısız nimetlerle bunları karşılayan Allah, din gibi hayatın ta kendisi olan konuda hiçbir düzenleme yapmamış ve insanı, sınırlı aklı ve tecrübesi ile baş başa bırakıp karanlıklar içinde bocalamaya terk etmiş olabilir mi? Elbette hayır!
8
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟
Peygamber ve Kitap göndererek insanlığı doğru yola iletmek ve bu yolu dikenlerden, engebelerden arındırmak Allah'a düşer. Çünkü mutlak doğruyu bulma konusunda insan aklı yeterli değildir ve bu yüzden, her zaman doğru yoldan sapanlar vardır ve olacaktırda.Nitekim insanlık tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Gerçi Allah dileseydi, sizi tüm yaratılmışlara üstün kılan iradenizi elinizden alır ve hepinizi zorla imana getirerek doğru yola iletebilirdi. Fakat imtihan hikmeti gereğince, dilediğiniz inanç ve hayat tarzını özgürce seçmenize izin verdi.Zira insan, ancak kendi özgür iradesiyle ve bilinçli olarak doğru yolu seçtiği takdirde gerçek anlamda ahlâk ve erdemliliğe ulaşabilir. Kaldı ki, etrafınızda sizi doğru yola iletecek o kadar mucize ve delil var ki:
9
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ
Hem içme suyu ihtiyacınızı karşılayan, hem de hayvanlarınızı otlatabileceğiniz çayırların yetişmesini sağlayan yağmurları gökten indiren O'dur. Öyle ki:
10
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Allah bu su ile sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve daha nice meyveler yetiştirmektedir. İşte bütün bu anlatılanlarda, hakikati keşfetmek amacıyla inceden inceye düşünen insanlar için Allah'ın varlığını, birliğini, kudret ve merhametini gözler önüne seren niceişaretler, nice deliller vardır.
11
وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ
Gece ile gündüzü mükemmel bir sistem hâlinde düzene koyan ve Güneş ile Ay'ı sizin yararlanmanız için koyduğu yasalara boyun eğdiren O'dur. Sadece bunlar mı? Bütün yıldızlar ve gökcisimleri, O'nun emriyle ilâhî yasalara boyun eğmişlerdir. Evet, bütün bunlarda, aklını kullanan insanlar için Allah'ın sonsuz kudret ve ilmini ortaya koyan nice alâmetler, nice deliller vardır.
12
وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Sizin için yeryüzünde yetiştirdiği rengârenk çiçekler, ağaçlar, kuşlar, kelebekler ve benzeri göz alıcı varlıklar da O'nun lütuf ve şefkatinin canlı birer şahididir. İşte bütün bunlarda, öğüt almasını bilen insanlar için ilâhî sanatın ihtişamını haykıran nice dersler ve ibretler vardır.
13
وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Deniz ürünlerinden taze ve lezzetli et yiyebilmeniz ve takındığınız inci, mercan, deniz kabuğu, sedef gibi süs eşyaları çıkarabilmeniz için denizi emrinize boyun eğdiren de O'dur.

Gemilerin suları yara yara denizde akıp gittiğini görürsünüz. Allah doğayı belli yasalara bağlı kıldı ve size varlık kanunlarını keşfetme, araç yapma, kullanma gibi yetenekler bağışladı ki, O'nun yeryüzüne serpiştirdiği lütuf ve bereketlerini arayasınız ve bunca nimetlerinden dolayı kendisine kulluk edip şükredesiniz.
14
وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَاراً وَسُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ
Yerkürenin sistematik hareketleri esnasında dengesinin bozularak sizi sarsmaması veya depremlerin şiddetinin azalması için oraya sapasağlam dağlar yerleştiren ve her bölgeyi kendisine mahsus coğrafi özelliklerden tanıyıp yolunuzu bulabilmeniz için orada ırmaklar ve doğal yollar yaratan da yalnızca Allah'tır.
15
وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ
Ve Allah yönünüzü ve yolunuzu tayin edebileceğiniz daha nice alâmetler yaratmıştır.Sözgelimi, insanlar —özellikle de denizde veya çölde yolculuk ediyorlarsa— geceleyin yıldızlar sayesinde yollarını bulabilirler. İnsanın maddî anlamda doğru yolu bularak gideceği hedefe rahatça ulaşabilmesi için evrene bunca işaretler yerleştiren Allah'ın, onun ahlâkî ve ruhî ihtiyaçlarını görmezlikten geldiği veya doğru yolu gösterme işini başka varlıklara bıraktığı düşünülebilir mi?
16
اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Hiç yaratan Allah ile yaratamayan herhangi bir varlık bir tutulabilir mi; hâla düşünüp öğüt almayacak mısınız? Hem nasıl nankörlük edebilirsiniz ki:
17
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Allah'ın size bahşettiği nimetlerini saymaya kalksanız, onları saymakla bitiremezsiniz. Allah gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Fakat aynı zamanda adildir de.
18
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
Unutmayın ki Allah, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilir. O hâlde, doğru inanç sistemini O'ndan almalısınız. Çünkü:
19
وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ
O müşriklerin, Allah'ın berisinde kendilerinden medet umup yalvardıkları o taştan tunçtan heykeller ve putlar hiçbir şey yaratamazlar, zaten kendileri yaratılmışlardır. Öyleyse, yaratma gücüne sahip olmayan varlıklardan hiç medet umulabilir mi?
20
اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَۙ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ۟
Üstelik canlı bile değil, basbayağı ölüdür bunlar, ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
21
اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ
Sizin ilâhınız bir tek İlâh olan Allah'tır. Ve bu o kadar açık bir gerçektir ki, aklı olan her insan bunu kabul eder. Fakat âhirete inanmayanların günahlarla kirletilmiş kalpleri, anlamsız inat ve kibirleri yüzünden bu dupduru hakikati inkâr ediyor.
22
لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ
Hiç şüphesiz Allah, onların gizledikleri ve açığa vurdukları her şeyi bilmektedir ve hak ettikleri cezayı onlara muhakkak verecektir. Çünkü O, büyüklük taslayanları asla sevmez.
23
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Onlara, "Rabb'iniz Muhammed'e ne indirdi?" diye sorulsa, insanların hak dine yönelişini engellemek için, "Hiçbir şey indirmedi. Muhammed'in söyledikleri eskilerin efsane ve masallarıdır!" derler.
24
لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۙ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ۟
Böylece mahşer gününde onlar, hem kendi işledikleri günahları, hem de bilgisizlik yüzünden yoldan çıkardıkları cahil kimselerin işlemesine sebep oldukları bazı günahları yüklenmiş olacaklar. Tabi bu, o cahillerin boynundaki günah yükünü azaltmayacak. Bakın, sırtlarında ne kötü bir yük taşıyorlar!
25
قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ
Kendilerinden önceki çağlarda hüküm süren kâfirler de inananlara karşı planlar hazırlamış türlü tuzaklar kurmuş, Allah'ın nurunu söndürmek için nice hileler düzenlemişlerdi. Fakat Allah, onların binalarını temelinden öyle bir sarstı da, tavanları başlarına yıkılıverdi ve böylece, hiç beklemedikleri bir anda, nereden geldiğini bile anlamadıkları korkunç bir azapla yüz yüze geldiler. Fakat cezaları yalnızca bundan ibaret kalmayacak:
26
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Ayrıca mahşer gününde Allah onları alçaltacak ve şöyle diyecek: "Hani uğrunda müminlere karşı düşman kesildiğiniz sözde ortaklarım nerede?" Bu soru karşısında kâfirlerin dilleri tutulacak, âdeta ölüm sessizliğine bürünecekler. Kendilerine Kitap ve Peygamberler aracılığıyla ilim verilmiş olanlar ise, "İşte bugün her türlü rezillik ve alçaklık, inkârcılar üzerinedir!" diyecekler.
27
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Onlar işledikleri günahlar sebebiyle kendilerine zulmederlerken, korkunç görünüşlü melekler ansızın gelip canlarını alacak ve o zaman başlarını öne eğerek, "Biz bu yaptıklarımızı kötülük amacıyla yapmıyorduk!" diye sahte mazeretler öne sürecekler. Buna karşılık melekler, "Hayır!" diyecekler, "Allah sizin neler yaptığınızı ve hangi amaçları güttüğünüzü gayet iyi bilmektedir!"
28
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
"Öyleyse, girin bakalım cehennemin kapılarından içeri, hem de sonsuza dek içinde kalmak üzere! Büyüklük taslayanların varacağı yer gerçekten ne kötüdür!" Müminlere gelince:
29
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْراًۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ
Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselere ölüm anında melekler tarafından, "Rabb'iniz ne indirdi?" diye sorulduğunda, "Elbette güzellikler, iyiliklerindirdi!" diyecekler. O hâlde, iyilik yapanlara müjde: Bu dünyada güzel davranış gösterenlere, daha dünyadayken güzel bir mükâfat vardır. Çünkü iyiliklerin yaygınlaştığı toplumlarda haksızlık ve zulüm en alt seviyeye indirilir, toplumsal adalet sağlanarak karşılıklı güven ortamında huzur dolu bir hayat yaşanır. Fakat âhiret yurdunda alacakları mükâfat, dünyadakinden çok daha hayırlıdır. Evet, daima iyiliğe ve güzelliğe yönelerek kötülüklerden sakınanların ebedî vatanı olan o cennet yurdu gerçekten ne güzeldir!
30
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ
Yani, sonsuz huzur ve mutluluk diyarı olan Adn cennetleri. İşte onlar, içerisinde ırmaklar çağıldayan ve arzu ettikleri her şeyi bulabilecekleri bu cennet bahçelerine girecekler. Allah, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimseleri işte böyle mükâfatlandırır.
31
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Onlar ki, tertemiz bir hayat yaşarlarken, güzel yüzlü melekler gelip incitmeden canlarını alacak ve "Selâm sizlere, ebedî kurtuluş ve esenliğe ulaştınız, yaptığınız iyi işlerden dolayı buyurun girin cennete!" diyerek müjdeyi verecekler.

Hakikati tüm berraklığıyla gözler önüne seren bunca deliller ve mucizeler ortada dururken, inkârcılar tövbe edip ebedî mutluluğa ulaşmak için daha ne duruyorlar?
32
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Canlarını alacak azap meleklerinin karşılarına çıkagelmesini ya da Rabb'inin azap emrinin gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Oysa geçmiş toplumları ibretle incelemiş olsalardı, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğini anlayacaklardı. Çünkü onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı ve yaptıklarının cezasını en ağır biçimde ödemişlerdi! Allah, hak ettikleri cezayı vermekle onlara zulmetmiş değildi; ne var ki, onlar bile bile kötülüğü tercih ederek kendilerine zulmediyorlardı.
33
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Ve sonunda, yaptıkları kötülükler dönüp kendilerini buldu ve o alay edip durdukları azap, onları çepeçevre kuşatıverdi!

İşledikleri günahların, ezelden belirlenmiş ilâhî bir yazgı olduğunu öne sürerek sorumluluktan kurtulmaya çalışanlara gelince:
34
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Allah’a inanmakla birlikte, birtakım sahte ilâhları itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek veya makam, şöhret, servet ve benzeri değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşanlar, günahlarını mazur gösterebilmek için diyorlar ki: "Eğer Allah dileseydi irademizi elimizden alırdı, böylece ne biz, ne de atalarımız O'ndan başkasına kulluk etmez, O'nun hükmüne aykırı olarak hiçbir şeyi yasaklamazdık! Mademki bunları yapıyoruz, demek Allah buna izin vermiştir." Aslında buraya kadar söyledikleri doğru. Fakat buradan yola çıkarak vardıkları sonuç yanlış: "O hâlde, yaptıklarımız O'nun rızasına uygundur. Öyle ya, Allah bizzat kendisinin izin verdiği şeyi niçin yasaklasın?"

Evet, gerçekten de Allah imtihan hikmeti gereğince insana akıl ve irade vermiş ve yaptığı kötülüklere derhal müdahale etmeyerek bunları yapmasına izin vermiştir. Fakat Allah'ın bir şeye izin vermesi, ondan razı olduğu anlamına gelmez. O'nun razı olduğu şeyleri öğrenmek için "nelere izin verdiğine" değil, "neleri emrettiğine" bakmak gerekir. Fakat inkârcılar, bunları bile bile hakikati çarpıtıyorlar.

Onlardan önceki zalimler de buna benzer saçma gerekçelerle insan iradesini yok sayarak aynı şekilde davranmış ve sonunda azabımızı tatmışlardı! Göz göre göre saçma bahaneler uyduran bu insanlara karşı elçilerin görevi, hakikati onlara açıkça duyurmaktan başka ne olabilir ki!

Rabb'inizin neleri emrettiğini öğrenmek ister misiniz?
35
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
Hiç kuşkusuz Biz, "Yalnızca Allah'a kulluk edin; Allah'ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak zulüm sistemini yeryüzünde kurumsallaştırmaya çalışanazgın kâfirlere, yani tâğutlara kul köle olmaktan kaçının!" diye emrimizi iletmeleri için her topluma bir Peygamber veya Peygamberin mesajını tebliğ eden bir davetçi gönderdik. Elçilerin yoğun tebliği sonucunda, Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti, vahye teslim olan bu insanlar dışında bir kısmı da kötülüğü tercih ettiği için sapıklığı hak etti. Bunun canlı örneklerini görmek istiyorsanız, yeryüzünde gezip dolaşın da, ayetlerimizi inkâr eden güçlü toplumların, medeniyetlerin sonu nice olmuş, bir görün!

Demek oluyor ki, Allah dilediği yolu seçmesi konusunda insanı özgür bırakmıştır. O hâlde:
36
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Ey Müslüman! Sen onların doğru yola gelmelerini ne kadar arzu etsen de, Allah koyduğu yasalar çerçevesinde saptırdığı hiç kimseyi —kendisi doğru yola yönelmediği sürece— hidayete erdirecek değildir. Ve bile bile sapıklığı tercih eden bu insanlara, Hesap Gününde hiç kimse yardım edemeyecektir! Neden mi?
37
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ
İnkârcılar, "Ölüp giden bir kimseyi, Allah bir daha asla diriltmeyecektir!" diye olanca güçleriyle yemin ediyorlar. Hayır, elbette diriltecek! Bu, yerine getirmeyi bizzat kendisinin üstlendiği gerçek bir sözdür; ne var ki insanların çoğu bunu bilmez.
38
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ
Allah, mahşer gününde bütün insanları yeniden diriltecek ki, anlaşmazlığa düştükleri bütün tartışmalı konuları karara bağlayarak hükmünü açıklasın ve böylece inkârcılar ne kadar yalancı olduklarını görsünler. "Peki, çürüyüp gitmiş bedenleri yeniden diriltmek zor değil mi?" diyorsanız, onu Bize bırakın:
39
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟
Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sadece "Ol!" deriz; o da hemen oluverir. Zaten bütün varlıklar, O'nun "Ol" emriyle yaratılmadı mı?

Öyleyse, Rabb'inize sonsuz güven duyarak zulme karşı mücadeleye devam edin. Sizi bu yoldan çevirebilecek her şeyi terk ederek, İslâm'ı yaşayabileceğiniz yepyeni bir hayata geçiş yapın. Tıpkı, İslâm'ın ilk yıllarında, kâfirlerin baskı ve işkenceleri nedeniyle yurtlarını terk edip Mekke'den Habeşistan'a hicret eden ilk muhacirler gibi:
40
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ
Zulme uğradıktan sonra, zulüm diyarını terk ederek Allah yolunda hicret edenleri, bu dünyada güzel bir yurda yerleştireceğiz. Âhirette verilecek mükâfat, elbette çok daha büyüktür, bir bilselerdi!
41
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Onlar, hak dinin egemen olması için verdikleri mücadelenin güçlüklerine sabredip direnen ve yalnızca Rab'lerine güvenen kimselerdir.
42
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ
Ey Muhammed! İnkârcılar, senin diğer insanlar gibi fâni bir insan olmanı gerekçe göstererek Peygamberliğine itiraz ediyorlar. Oysa Biz senden önce de, kendilerini vahiyle desteklediğimiz ölümlü adamlardan başkasını elçi olarak göndermedik. Zira onlar, bütün hal ve hareketleriyle müminlere önder ve örnek olacaklardı. Ey insanlar! Eğer bu gerçeği bilmiyorsanız, Allah'ın ayetlerini iyi bilen dürüst ve güvenilir insanlara, yani zikir ehline sorun. Onlar da şahitlik edeceklerdir ki:
43
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Allah, her devirde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onları, hakikati gözler önüne seren apaçık delillerle ve hikmet dolu kitaplarla insanlığı aydınlatmak üzere göndermiştir. Ve işte ey Muhammed, sana da hikmet, uyarı ve öğütlerle dolu bu Zikri gönderdik ki, kendilerine indirilen bu son ilâhî vahyi, —onun pratik hayata uygulanmasınınbireysel ve toplumsal bir modelini de ortaya koyarak— tüm insanlığa açıkça bildiresin ve böylece onlar, Allah'ın ayetlerini düşünüp ibret alabilsinler. Fakat yine de, Kur'an'ın ortaya koyduğu hayat programından yüz çevirenler olacak:
44
اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ
Peki, zulüm düzenlerini sürdürebilmek için sinsice plânlar kuran bu inkârcılar, Allah'ın kendilerini bir gün yerin dibine geçirmeyeceğinden, ya da hiç ummadıkları bir yerden başlarına korkunç bir azabın gelmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?
45
اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ
Ya da refah ve zenginlikle şımarmış bir hâlde gezip dolaşırlarken, onları ansızın yakalayıp helâk etmeyeceğinden —ki buna asla engel olamazlar— nasıl emin olabiliyorlar?
46
اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Yahut ahlâkî değerlerin çözülmesi sonucunda, zamanla barış ve huzur ortamının yok olup toplumun içten içe çürümesiyle, Allah'ın onları adım adım felâketlere sürüklemeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?Fakatonların bunca nankörlüğüne karşılık Allah onları derhal cezalandırmıyor, tövbe etmeleri için biraz daha mühlet tanıyor. Çünkü sizin Rabb'iniz, kullarına karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir. Nitekim bu inkârcılar, etraflarına ibret gözüyle bir bakmış olsalar, Allah'ın varlığını, birliğini, sonsuz kudret ve merhametini görecekler:
47
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ
Allah'ın yarattığı varlıklara dikkat ve ibretle bakmıyorlar mı? Onların o görünen gölgeleri, güneş sistemindeki mükemmel ölçü ve dengeyi insana haykırırcasına,nasıl da sabah akşam bir sağa bir sola dönerek Allah'ın koyduğu doğal yasalara alçakgönüllü olarak boyun eğiyorlar.
48
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Ve zaten, göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar Allah'a secde ederler. Müminler kendi istek ve iradeleriyle, diğer yaratılmışlar da bağlı oldukları doğa yasalarına uyarak ister istemez Allah'a boyun eğerler. Allah'a isyan eden bir kâfir bile, yiyip içerken, nefes alıp verirken; kalbi, ciğerleri ve bağırsakları çalışırken... ilâhî kanunlara itaat etmektedir. Müşriklerin tanrılaştırdığı o melekler de, asla kibre kapılmaksızın Allah'a boyun eğmektedirler. Öyle ki:
49
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟
Üzerlerinde mutlak egemen olan Rab'lerinden korkar ve yalnızca kendilerine emredileni yaparlar. İşte bu yüzden:
50
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Allah, "Sakın O'ndan başkasının otoritesine boyun eğip de kendinize ikinci bir tanrı edinmeyin!" buyurdu, "Çünkü sizin Rabb'iniz, eşi ve ortağı olmayan bir tek ilâhtır! O hâlde başka hiç kimseden değil, yalnızca Benden korkun!"
51
وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ
Mademki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur, şu hâlde kulluk ve itaat de daima O'na olmalıdır; hal böyleyken, hâlâ Allah'tan başka birilerinden mi çekineceksiniz?
52
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ
Size ulaşan her nimet Allah'tandır. Nitekim başınıza bir belâ geldi mi, hemen O'na el açıp yalvarırsınız.
53
ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ
Fakat Allah bu belâyı üzerinizden kaldırır kaldırmaz, içinizden bazıları çok geçmeden ettiği duaları unutur ve başkalarına kulluk ederek Rab'lerine ortak koşarlar.
54
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Böylece, kendilerine bahşettiğimiz nimetlere nankörlük etmiş olurlar. Ey nankörler, şimdilik keyfinize göre yaşayın bakalım; yakında başınıza neler gelecek, göreceksiniz!

Müşrikler, ekinlerinden ve hayvanlarından bir kısmını (6. En'âm: 136) Allah ile putları arasında bölüştürürlerdi:
55
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ
Kendilerine bahşettiğimiz nimetlerden, haklarında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları ve yalnızca atalarını körü körüne taklit ederek bağlandıkları sözde ilâhlarına da bir pay ayırıyorlar. Üstelik bunun, Allah'ın emri olduğunu iddia ediyorlar. O hâlde, ey zalimler! Yemin olsun ki, bütün bu uydurduğunuz şeylerden dolayı kesinlikle hesaba çekileceksiniz!
56
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ
Bir de hoşlarına giden erkek çocuklarını kendilerine lâyık görürlerken, sahip olmaktan utanç duydukları kızları "Melekler Allah'ın kızlarıdır!" diyerek Allah'a yakıştırmaktan çekinmiyorlar! Hâşâ, Allah eksiklik ve noksanlık ifade eden ve ancak yaratıklara yakıştırılabilecek sıfatlardan uzaktır, yücedir! Üstelik bunlar Allah'a nispet ettikleri kız çocuklarını o kadar aşağılık görürler ki:
57
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ
Onlardan birine bir kız çocuğunun dünyaya geldiği müjdelense, üzüntüden yüzü kapkara kesilir ve içi öfkeyle dolup taşar.
58
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Kendisine verilen bu "utanç verici" müjde yüzünden insanların içine çıkamaz olur. Evine kapanıp kara kara düşünmeye başlar; şimdi bu "alçaklığa" katlanıp onu evinde mi tutsun, yoksa onurunu kurtarmak için kızını diri diri toprağa mı gömsün!

Bakın, ne kötü hüküm veriyorlar!
59
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
Âhirete inanmayanlar, insanlığı mutsuzluğa sürükleyen ve asla örnek alınmaması gereken böyle kötü özelliklere sahiptir. En yüce sıfatlar ise Allah'a aittir. O hâlde, inanç, düşünce ve davranışlarınızı Allah'ın gönderdiği kitaba göre düzenlemelisiniz. Çünkü O azizdir, hakimdir. Tüm varlıklar üzerinde mutlak otorite sahibidir, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir.Sonsuz hikmetinden dolayıdır ki:
60
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Allah insanları işledikleri kötülüklerden dolayı anında helâk edecek olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Fakat O, düşünüp tövbe etmeleri için, onlara vereceği cezayı kendisinin takdir ettiği belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri dolunca da artık son pişmanlık fayda vermez. Helaki ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler!"

Allah böyle yüce sıfatlara sahipken, bu inkârcılar hoşlanmadıkları kız çocuklarını Allah'a yakıştırırlar. Kendileri başkanlık ve yönetimde ortaklığı sevmez, fakat Allah'a ortak koşarlar. Kendi elçilerine saygı gösterilmesini ister, fakat Allah'ın Peygamberlerini küçümserler. Yani:
61
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ
Hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a yakıştırmaktan çekinmezler. Bir de hiç çekinmeden, kendilerinin en güzel şeylere lâyık olduğunu iddia ederek göz göre göre yalan söylerler. Oysa hiç kuşku yok ki, onların hakkı ateştir, hem de cehennemin öncüleri olarak!
62
تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Gerçek şu ki, senden önceki çağlarda hüküm süren toplumlara da elçilerimizi göndermiştik. Fakat şeytan, yaptıkları çirkin işleri allayıp pullayarak onların gözüne güzel göstermiş ve böylece onları inkâra sürüklemişti. Ve işte aynı şeytan, bugün de inkârcıları aldatarak onların yol göstereni, karar vereni, danışmanı ve dostu olmuş! Şeytanı dost edindikleri için, onlara can yakıcı bir azap var!

Bu durumda, ey Muhammed, sana ve senin izinden gidenlere büyük bir görev düşüyor:
63
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Biz bu Kitabı sana, ne dediğini anlamadan, öylesine okuyup geçesin diye değil, ancak ve ancak, Allah'ın gönderdiği vahye teslim olan Müslümanlardan başka bütün insanların yüzyıllardan beri üzerinde tartışıp durdukları dinî, felsefî, hukukî, ahlâkî konularda mutlak hakikati ortaya koyarak insanlığı aydınlatman için ve iman edecek bir topluma doğru yolu gösteren bir rahmet kaynağı olmak üzere gönderdik. Bu neye benzer, bilir misiniz?
64
وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟
Allah gökten yağmur yağdırır da, onunla ölü toprağa yeniden hayat verir. İşte gönderdiği Kur'an ile insanlığa böyle hayat verir. Gerçekten bunda, hakikate kulak verenler için hem gökten bir rahmet olarak inen Kur'an'ın ölü kalpleri nasıl dirilttiğini anlatan bir işaret, hem de Allah'ın kudret ve merhametini ortaya koyan bir delil vardır.
65
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ
Gerçek şu ki, sütlerini sağdığınız evcil hayvanların o mükemmel yaratılışında da sizin için ibret verici yönler vardır. Şöyle ki: Biz bu hayvanların karınlarındaki yarı sindirilmiş gıdalarla kan arasından salgılanan ve içenlerin boğazından kayıp giden lezzet verici ve tertemiz süt içiriyoruz size.
66
وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve gerek hurmadan, gerek üzümden, kimileriniz sağlığa zararlı ve sarhoşluk verici içki imal edersiniz, kimileriniz de kurutulmuş meyve, reçel, helva ve benzeri temiz ve helâl gıdalar üretirsiniz. İşte Kur'an'a karşı tavrınız da böyledir: Kiminiz onu inkâr ederek yahut basit menfaatler karşılığında değiştirerek ya da kâhinliğe, cinciliğe alet ederek azaba uğrar, kiminiz de onunla hidayet bularak dünya ve âhirette kurtuluşa erişirsiniz. Hiç kuşkusuz bunda, aklını kullanan bir toplum için hakikati gösteren bir işaret, bir delil vardır.
67
وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ
Rabb'in balarısına vahyederek şöyle emretti: "Dağlarda, ağaçlarda ve insanların senin için yapacakları kovanlarda kendine yuva yap."
68
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Sonra her çeşit meyvenin çiçeğinden tadıp bal topla ve sana verilen emirlere boyun eğerek Rabb'inin gösterdiği yolları adım adım izle."

Arıya verdiğimiz bu yetenekler sayesindedir ki, onların karınlarından, içinde insanlar için şifa verici unsurlar olan farklı lezzet ve renklerde şerbet çıkar. Hiç kuşkusuz bunda, hakikati keşfetmek amacıyla inceden inceye düşünen bir toplum için bir delil vardır.
69
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟
Sizi yoktan var eden ve zamanı geldiğinde öldürecek olan Allah'tır. İçinizden bazıları genç yaşta hayata gözlerini yumarken, kimileriniz de bildiği şeyleri dahi bilemez hâle geleceği ömrünün o en düşkün ve perişan çağına kadar yaşatılır. Şüphesiz Allah, sonsuz ilim ve kudret sahibidir.

Şimdi de, Allah'ın mülkünde eşi ve ortağı olmadığını sizin kendi hayatınızdan canlı bir örnekle açıklayalım:
70
وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Allah her birinize farklı güç ve yetenekler bahşederek, gerek sosyal statü gerekse rızık ve kazanç bakımından bir kısmınızı diğerlerinden üstün kılmıştır. Fakat kendilerine zenginlik bahşedilmiş olanlar, köle veya hizmetçileriyle eşit konuma gelecek şekilde rızıklarını onlarla paylaşmak istemezler. Peki, ey müşrikler! Siz servetinizde —onu size Allah verdiği hâlde— kölelerinizi ve hizmetçilerinizi kendinize ortak kabul etmezken, nasıl olur da Allah'a kulluk ve şükür konusunda başka ilâhları O'na ortak koşarsınız? Kendi mülk ve nüfuz alanınızda başka bir ortağa tahammül edemeyen sizler, nasıl olur da Allah'ın birer aciz kulu olan sözde "yüce şahsiyetleri" ya da uydurduğunuz sahte ilâhları Allah'ın mülk ve egemenliğinde O'na ortak kabul eder, kendinize lâyık görmediğiniz bir durumu Allah'a yakıştırmaya cüret edersiniz?

Şimdi bu müşrikler, kendilerine bunca lütuflar bahşeden Rab'lerine ortaklar koşarak göz göre göre Allah'ın nimetlerini inkâr mı edecekler?
71
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ
Allah size, kendiniz gibi birer insan olan karşı cinsten eşler yarattı. Eşlerinizden de size çocuklar ve torunlar verdi ve size tertemiz gıdalar, geçim kaynakları ve rızıklar ihsan etti. Bütün bunlara rağmen, hâlâ Allah'tan başka kulluk edilecek, emrine boyun eğilecek varlıklar bulunduğuna dair asılsız bir inanç besleyerek batıla inanacak ve Allah'ın bunca nimetlerine karşı nankörlük mü edecekler?
72
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ
Onlar Allah'ın yanı sıra, kendilerine ne göklerden ne de yeryüzünden hiçbir şekilde rızık veremeyecek olan ve rızık verme haricinde de hiçbir şeye güç yetiremeyen birtakım hayal ürünü varlıklara tapıyorlar.
73
فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Sakın şirke dayalı inancınızı makul göstermek için saçma gerekçelerle Allah'a örnekler vermeye kalkmayın. Örneğin bazı müşriklerin dediği gibi, "Nasıl ki sıradan bir insan padişahın huzuruna çıkamıyor da, ancak onun yakın dostları aracılığıyla arzu ve dileklerini ona iletebiliyorsa, biz aciz kullar da doğrudan Allah'a yalvarmak yerine, O'na bizden daha yakın olan putlar, efendiler, azizler, evliyalar aracılığıyla O'na kulluk ediyoruz!" demeyin. Çünkü Allah sırf etrafındaki yakın "dostlarını" memnun etmek için onların aracılığıyla ihsanlarda bulunan, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyen bir ilâh olmadığı gibi, halkının kalbinden geçenleri bilmeyen, bu yüzden de aracılara muhtaç olan padişahlar gibi aciz de değildir. O hâlde, bu saçma örnekleri bırakın da, inancınızı Allah'ın kitabına göre şekillendirin. Çünkü her şeyin en doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz. Yine sizin hayatınızdan alınan şu örneğe de kulak verin:
74
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Allah şu iki adamı size örnek olarak anlatıyor: Bunlardan birisi hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köledir. Diğeri ise kendisine katımızdan güzel nimetler bahşettiğimiz hür ve zengin bir insandır ki, bu nimetlerden gizli ve açık Allah yolunda infak edip harcıyor. Şimdidüşünün, hiçbir şey yaratamayan birtakım aciz varlıkları ilâh edinerek onların kulu kölesi olan inkârcılarla, göklerin ve yerin mutlak Efendisi olan Allah'a kulluk ederek gerçek onur ve özgürlüğü elde eden müminler hiç aynı olabilirler mi? Elbette hayır! O halde, sahte ilâhların, batıl inanç ve hurafelerin, sizin gibi aciz birer yaratık olan putlaştırılmış önderlerin, efendilerin, azizlerin, diktatörlerin boyunduruğundan kurtularak her şeye kadir olan Allah'a kul köle olmak ve böylece özgürlük ve onurunuzu yeniden kazanmak istemez misiniz? Kur'an'ın gösterdiği apaydınlık yolda yürüyerek adalet, barış, huzur ve mutluluğun egemen olduğu bir dünya kurmak ve âhirette cennet nimetleri içinde ebedî bir hayat yaşamak istemez misiniz? Unutmayın ki, göklerin ve yerin hazineleri Allah'ın katındadır ve mademki bütün nimetler O'nundur, o hâlde bütün teşekkür ve övgüler de yalnızca Allah'a yöneltilmeli, sadece O'na kulluk ve ibadet edilmelidir. Ne var ki, onların çoğu bunu bilmezler.
75
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟
Allah, konuyu biraz daha açıp geliştirmek için size başka iki insan örneği veriyor: Birisi hiçbir şeye gücü yetmeyen dilsiz ve aklı ermez bir köledir, efendisinin sırtında âdeta bir yüktür. Öyle ki, sahibi onu nereye yollasa her şeyi bozup dağıtır, doğru dürüst bir iş beceremez. Şimdi bu adam, hem kendisi dosdoğru bir yolda yürüyen, hem de başkalarına doğruluğu ve adaleti emreden dürüst, akıllı ve güçlü bir kimseyle hiç bir tutulabilir mi? Siz bunlardan hangisi olmak isterdiniz? Hakikat karşısında dilsiz kesilen, kendisini yaratıp dünyaya gönderen Efendisi Allah'a başkaldıran, insanlığa hiçbir şey veremeyen, hatta bir asalak gibi bütün insanlara yük olan bir kâfir mi olmak istersiniz; yoksa Allah'ın gösterdiği apaydınlık yolda ilerleyen, yeryüzünde adalet, barış ve huzurun egemen olması için Allah yolunda üstün gayret gösteren bir Müslüman mı? Bir an önce seçiminizi yapın, zira ecelin ne zaman kapınızı çalacağını bilemezsiniz:
76
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Göklerin ve yerin gaybı, yani evrenin gizliliklerine ve erişilmez sırlarına dair mutlak ve şaşmaz bilgi, sadece Allah'ın elindedir. Evrenin varoluşunu, bu varlığın kulluk hayatımızda yerini, bütün varlıkların yaratılış hikmetlerini sadece Allah bilir. Ve kıyametin kopması an melesidir, ancak göz açıp kapayacak kadar kısa bir anda, hatta daha da hızlı olup bitecektir. Hiç kuşkusuz Allah, her şeye kadirdir. İşte bakın, Rabb'inizin sonsuz kudreti, varlıklar üzerinde nasıl tecelli ediyor:
77
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sizi, hiçbir şey bilmeyen minicik bebekler hâlinde annelerinizin karnından çıkaran; kendisine kulluk edip şükredesiniz diye size duymanızı sağlayan kulaklar, görmenizi sağlayan gözler ve düşünmenizi sağlayan gönüller veren Allah'tır. O hâlde,size bahşedilen bu yetenekleri kullanarak çevrenizi dikkat ve ibretle inceleyin:
78
اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Gökyüzünde Allah'ın koyduğu yasalara boyun eğerek süzülüp uçan kuşlara ibret nazarıyla bakmıyorlar mı? Kuşlara bu olağanüstü kabiliyeti vererek ve onların uçmasını sağlayan kanunları yaratarak onları boşlukta tutan ancak Allah'tır. Hiç kuşkusuz bunda, inanmaya gönlü olanlar için Allah'ın yegâne Rab ve İlâh olduğunu gösteren ve O'nun sonsuz kudret ve ilmini gözler önüne seren nice işaretler, nice deliller vardır.
79
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ
Allah size, huzur ve güven içerisinde dinlenebileceğiniz evler inşa etme bilgi ve becerisini verdi. Hayvan derilerinden de, hem yerleşik hayatta hem yolculuk sırasında kolayca söküp taşıyabileceğiniz portatif evler ve çadırlar; ayrıca onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından belli bir süreye kadar elbise, sergi ve döşemelik olarakkullanabileceğinizdayanıklı ev eşyaları ve göz alıcı süs eşyaları, gündelik eşyalar, ticaret malları üretme imkân ve yeteneği bahşetti.
80
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Allah, yarattığı dağ, tepe, ağaç gibi varlıklardan sizin için gölgelikler meydana getirdi. Dağlarda da, yolculuk esnasında sığınabileceğiniz barınaklar oluşturdu. Ayrıca sizi sıcağa ve soğuğa karşı koruyacak elbiseler, savaşta düşman saldırısından koruyacak zırhlar yapma imkân ve kudretini bağışladı. İşte Allah, size böyle mükemmel nimetler bahşediyor ki, O'na yürekten boyun eğerek teslim olup barış ve esenliğe ulaşasınız.
81
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Ey Müslüman! Bütün bunlara rağmen yine de Allah'a kulluk etmekten yüz çevirirlerse, üzülme, bundan sen sorumlu değilsin. Senin görevin ancak, onlara hakikati açıkça duyurmaktan ibarettir.

Aslında onlar, hakikati gösteren yeterli delil bulamadıklarından inkârı tercih ediyor değiller:
82
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟
Onlar Allah'ın bunca nimetinin pekâlâ farkındadırlar, fakat sırf işlerine gelmediği için onu görmezlikten gelirler. Çünkü onların pek çoğu, ahlâksız ve nankör kimselerdir. Peki, ilâhî mahkemenin kurulacağı Büyük Günü hiç düşünmüyorlar mı?
83
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
O gün her toplumun içinden, vaktiyle onlara hak dini tebliğ etmiş olan Peygamber veya onun takipçisi olan davetçilerden birer tanık getirip ümmetiyle yüzleştirerek hepsini hesaba çekeceğiz. O zaman şefaat konusunda kâfirlere herhangi bir izin verilmeyeceği gibi, o günkü tövbeleri de asla kabul edilmeyecektir.
84
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Ve zalimler kendilerini bekleyen korkunç azabı gördüklerinde, feryatları ve çırpınışları onlara fayda vermeyecek; ne azapları hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacak!
85
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ
Müşrikler, vaktiyle Allah'a ortak kabul ettikleri putlarını ve putlaştırdıkları liderlerini o Gün karşılarında görünce, "Ey Rabb'imiz!" diyecekler, "Seni bırakıp da kendilerine yalvarıp medet umduğumuz veböylece Sana ortak koştuğumuz ilâhlarımız işte bunlar! Bizi onlar yoldan çıkardı ya Rab!" Buna karşılık onlar, "Hayır! Biz sizi buna zorlamadık! Hatta bizi ilâh edindiğinizden haberimiz bile yoktu, siz kesinlikle yalancısınız!" diyerek müşriklere cevap verecekler.
86
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Vaktiyle Allah'a başkaldıran kâfirler, işte O gün Allah'a tamamen boyun eğecekler. Uydurdukları hayal ürünü tanrılar, şefaatçiler, o gün onları yüzüstü bırakıp ortalıktan kaybolmuş ve hepsinin batıl ve asılsız olduğu gün gibi ortaya çıkmıştır.
87
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve bununla da kalmayıp, başkalarını da Allah yolundan çevirmeye çalışanlara, yaptıkları katmerli bozgunculuk yüzünden kat kat azap edeceğiz. Böylece hem kendi işledikleri suçların, hem de başkalarının işlemesine sebep oldukları günahların cezasını çekecekler.
88
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟
Ve o gün her ümmetten, kendileri hakkında şahitlik edecek birer Peygamberi şahit getireceğiz. Seni de ey Muhammed, Kur'an'ı tebliğ ettiğin şu insanlara şahit tutacağız. (6. En'am: 19) İşte bu yüzden Biz sana, insanlığı dünyada ve âhirette kurtuluşa ulaştıracak her şeyi açıklamak ve yalnızca Allah'a boyun eğen Müslümanlara bir hidayet rehberi, bir rahmet kaynağı ve bir kurtuluş müjdesi olmak üzere bu Kitabı gönderdik. Ve bakın Allah, sağlıklı ve dengeli bir toplumun temel dayanaklarını nasıl açıklıyor:
89
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı âdil davranmayı, olabildiğince merhametli, güler yüzlü, nazik ve lütufkâr davranarak daima iyilik yapmayı ve özellikle yakın akrabaya, komşulara, dost ve arkadaşlara cömertçe ikramda bulunmayı ve acılarını, mutluluklarını paylaşarak onlarla sürekli ve samimî bir dostluk ortamında olmayı emrediyor.

Buna karşılık zina, fuhuş, cinsel sapıklık, çıplaklık gibiyüz kızartıcı ve utanç verici işleri, gerek Kur'an'ın, gerekse sünnetin asla onaylamayacağı görgüsüzlük, edepsizlik, terbiyesizlik türünden çirkinlikleri ve hak ve hukuka aykırı, onur kırıcı, saldırganca tutum ve davranışları yasaklıyor.

Bakın, Allah size böyle güzelce öğütler veriyor ki, düşünüp ibret alasınız:
90
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Allah adına söz verdiğiniz zaman, sözünüzü mutlaka yerine getirin; karşınızdakine her türlü güvenceyi vererek pekiştirdiğiniz yeminlerinizi, —hem de sözünüzde duracağınıza dair Allah'ı kendinize şahit tutmuşken— sakın bozmaya kalkışmayın! Unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyi biliyor ve günün birinde hepsinin hesabını soracaktır.
91
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Bir millet diğerlerinden ekonomik, siyasî veya askerî yönden daha güçlü diye, sakın "toplumsal çıkarlar" adına ikide bir sözünüzden cayarak antlaşma ve yeminlerinizi bir aldatma aracı hâline getirmeyin. Tıpkı bin bir zahmetle eğirip sıkıca sardığı iplik yumağını gereksiz yere çözüp dağıtan yaşlı kadınlar gibi davranarak, yeminlerle pekiştirdiğiniz sözlerinizi bozmayın. Unutmayın ki, diğer toplumlardan daha güçlü oluşunuz, onlara haksızlık yapmanız için size bir imtiyaz vermez. Doğrusu Allah, bütün bunlarla sizi yalnızca imtihan etmektedir ve hiç kuşkunuz olmasın ki, O anlaşmazlığa düştüğünüz her konuyu Mahşer Gününde hükme bağlayacak ve yaptıklarınızı size bir bir açıklayacaktır. Öyleyse, insanları Allah'ın dinine yönlendirme amacıyla bile olsa, verdiğiniz sözden dönmeyin ve asla yalan söylemeyin!
92
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Çünkü Allah dileseydi, hepinizi melekler gibi Allah'a kulluk eden tek tip bir toplum yapabilirdi, fakat böyle yapmadı. Bunun yerine, size iyiyi kötüyü ayırt etme yeteneği vererek dilediğiniz inanç ve hayat tarzını seçme konusunda sizi özgür bıraktı. Böylece Allah, doğru yoldan uzaklaşmak isteyeni sapıklıkta bırakır, samimî olarak doğruya, gerçeğe ulaşmak isteyeni de doğru yola iletir. Unutmayın, hepiniz bir gün Allah'ın huzuruna çıkacak ve yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz.
93
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
O hâlde, ey inananlar! Antlaşma yaptığınız kimseler kâfir bile olsalar, sakın yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı olarak kullanmayın! Aksi hâlde, doğru yolda sapasağlam duran ayaklarınız kayıverir de, hal ve hareketlerinizle insanları dinden soğutup Allah'ın yolundan çevirdiğiniz için yaptığınız kötülüğün acı meyvelerini dahabu dünyada tadarsınız ve ayrıca âhirette de ağır bir cezaya çarptırılırsınız!
94
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Allah'a verdiğiniz sözü, birkaç kuruşluk dünya menfaati uğruna değişmeyin! Unutmayın ki, Allah'ın katındaki sonsuz nimetler, sizin için çok daha hayırlıdır, eğer bunun değerini bilirseniz!
95
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Çünkü şu an elinizde olan gelip geçici nimetler, eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur. Allah katındaki âhiret nimetleri ise ebedidir. Üstelik doğruluktan ayrılmamak için sıkıntılar karşısında sabredip direnenleri, yaptıklarının en güzeliyle ödüllendireceğiz. Hem bu ödül sadece âhirete özgü de değildir:
96
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Erkek olsun kadın olsun, her kim Allah'a ve âhiret gününe inanarak iyi ve yararlı işler yaparsa, onlara hem bu dünyada hem de âhirette güzel ve hoş bir hayat yaşatacağız ve onları, yaptıkları işlerin en güzeli neyse ona göre ödüllendireceğiz.

Fakat inkârcılar, sinsi propagandalarla Kur'an üzerinde şüpheler oluşturmaya, seni Allah'ın kitabından koparmaya çalışacaklar. Bunu başaramayınca, en azından onu doğru anlamanı engellemek için ayetlerin anlamını çarpıtıp hak ile batılı uzlaştırma yoluna gidecekler. İşte bütün bu saldırılara karşı:
97
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
Kur'an okuyacağın zaman, ilâhî rahmetten kovulmuş her türlü şeytanın vesvese ve ayartmalarından Allah'a sığın!
98
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Gerçek şu ki, şeytanın, iman edip Rab'lerine güvenen kimseler üzerinde herhangi bir zorlayıcı gücü ve otoritesi yoktur.
99
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟
Onun hükmü ancak, zaten yoldan çıkmış olup da, kendi iradeleriyle onu hayatı yönlendirme ve kendileri için karar almaya yetkili bir dost olarak benimseyenlerin ve para, şöhret, makam, itibar gibi şeylere tapınırcasına bağlanarak ruhlarını şeytana teslim eden ve böylece onu Allah'a ortak koşanların üzerinde geçeridir. İşte o şeytanlar, daha önceki şeriatların yürürlükten kaldırılmasının ilahi hikmete aykırı olacağını söyleyerek Kur'an hakkında kalplere şüphe düşürmeye çalışıyorlar:
100
وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Biz bir ayetin yerine başka bir ayet getirdik mi, yani daha önceki ümmetlere gönderdiğimiz kitapları yürürlükten kaldıran yeni bir kitap ve yeni bir şeriat gönderdik mi, Allah insanlığın her aşamasında neler gönderdiğini ve göndereceğiniherkesten daha iyi bildiği hâlde, inkârcılar, "Ey Muhammed! Sen ancak, uydurduğu sözleri Allah'a nispet eden bir yalancısın! Daha önce gönderilen kutsal kitaplar dururken, Allah niçin yeni bir kitap göndersin ki?" derler. Hayır, doğrusu onların çoğu, bütün ilâhî kitapların aynı kaynaktan geldiğini ve Kur'an'ın, daha önce tahrif edilen, anlamı çarpıtılan kitapları yeniden aslî şekline kavuşturan son ilâhî kitap olduğunu bilmezler.
101
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ
Onlara de ki: "Bu Kur'an'ı, bir zamanlar Musa'ya Tevrat'ı, İsa'ya İncil'i getirmiş olan Kutsal Ruh Cebrail, inananların kalbini pekiştirmek ve Allah'ın emrine boyun eğenler için bir kılavuz ve müjde olmak üzere Rabb'inin katından apaçık hak bir kitap olarak indirmiştir."

Şeytanın dostları, Kur'an hakkında zihinleri bulandırmak için propagandaya devam edecekler:
102
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ
Ey şanlı Elçi! Biz onların, "Ona bu Kur'an'ı olsa olsa Tevrat ve İncil hakkında bilgisi olan bir insan öğretiyordur. Çünkü Muhammed'in, böylesine harikulâde bir eser meydana getirmesi ve geçmiş kavimler, Peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, evrenin ve insanın yaratılışı ve benzeri konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler vermesi aklen imkânsızdır. Öyleyse ona bu kitabı, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği bir kişi öğretiyor. Bu da olsa olsa, vaktiyle Yahudi ve Hristiyanlardan bir şeyler öğrenmiş olan kölelerimizden biridir. Nitekim Muhammed'in zaman zaman bu kölelerle konuştuğunu görüyoruz." dediklerini elbette biliyoruz.

Oysa Kur'an'ın meydan okuması karşısında düştükleri acziyeti itiraf eden bu adamlar, onun beşer üstü bir kaynaktan geldiğini pekâlâ bilirler. Kaldı ki, onların Kur'an'ı Muhammed'e öğrettiğini iddia ettikleri adamın dili yabancı olduğu ve bu kişi doğru dürüst Arapça konuşamadığı hâlde, bu Kur'an bütün Arap edebiyatçılarını acze düşüren pürüzsüz, dupduru Arapça dili ile gönderilmiş eşsiz bir mucizedir. Üstelik Kur'an, Yahudilerin seçkin ve ayrıcalıklı bir millet olduğu, Âdem'in işlediği günah yüzünden bütün insanların günahkâr olarak doğduğu, İsa Peygamberin çarmıha gerilerek insanlığın günahına kefaret olduğu, onun Allah'ın —hâşâ— oğlu olduğu gibi birçok konuda Yahudi ve Hristiyanların iddialarını reddediyor ve bunların aslını esasını tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Bu durumda, kibir ve inatla hakikati reddeden zalimlerden başka kim, bu kitabın üç beş kelimeden fazla Arapça bilmeyen yabancı bir köle tarafından yazdırıldığını iddia edebilir?
103
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Allah, ayetlerine iman etmemekte direten bu zalimleri doğru yola iletmeyecektir. İşte onların hakkı can yakıcı bir azaptır! Çünkü onlar, daha önce kendisini "güvenilir adam (el-emin)" unvanıyla çağırdıkları, kendisine duydukları kin ve nefrete rağmen değerli eşyalarını emanet ettikleri dürüstlük timsali bir Peygamberi —sırf Kur'an'ı reddetmek için— yalancılıkla suçladılar. Oysa yalan söylemek, inanan bir kimsenin yapacağı bir iş değildir.
104
اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Yalanı, iftirayı ve düzmece iddiaları, ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, işte asıl yalancılar onlardır. Peki, baskı ve işkence altında bulunan bir Müslüman, kendisini bundan kurtarmak için yalan söyleyebilir mi? Böyle bir durumda, Ammar bin Yâsir'in yaptığı gibi dininden döndüğünü söylese, gerçekten kâfir olur mu?

İnkârcılar, Ammar ile ana-babasını zorla dinlerinden döndürmek istediler. Onlar buna direnince, önce annesi Sümeyye'yi, ardından babası Yâsir'i şehit ettiler. Fakat işkencelere daha fazla dayanamayan Ammar, onların duymak istediği sözleri söyleyerek ölümden kurtuldu ve büyük bir üzüntü içinde Peygamber'in yanına geldi. Bunun üzerine, aşağıdaki ayetler nazil oldu:
105
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Her kim iman ettikten ve İslâm'ın güzelliklerini bizzat yaşadıktan sonra yeniden küfre dönerek Allah'ın dinini inkâr edecek olursa, —tabii ki bundan maksat, kalbi imanla dopdolu olduğu hâlde, baskı altında inkâr etmiş görünenler değil, tam tersine, imanın coşkusunu tatmış olmasına rağmen gönlünü yeniden inkâra açıp da İslâm'a aykırı herhangi bir inanç veya ideolojiyi bilerek ve isteyerek onaylayan kimselerdir— işte Allah'ın kahredici gazabı onların üzerindedir ve onlar için korkunç bir azap vardır.

Demek ki, baskı altında bulunan bir Müslüman, öldürülme veya bir uzvunun kesilmesi gibi hayati bir tehlikeyle yüz yüze geldiğinde —her ne kadar şehadeti göze alıp direnmesi daha faziletli ise de— kendisini kurtarmak için diliyle inkâr edebilir. Ancak şu da var ki, Peygamberlerin ve onların temsilcisi konumundaki İslâm âlimlerinin, her ne sebeple olursa olsun İslâm'ı inkâr anlamına gelebilecek beyanatta bulunmaları caiz değildir. Çünkü halk, İslâm'ın hükümlerini onlardan öğrenir. Dolayısıyla âlimlerin sözleri bir anlamda hüccet olduğundan ve yalnızca kendilerini değil, onlara itaat etmekle yükümlü olan bütün Müslümanları bağladığından, onların dini hükümler konusunda yalan söylemeleri kesinlikle doğru değildir.

Öte yandan, eğer bir Müslüman maaşının kesilmesi, makamının elinden alınması, eğitim hakkından mahrum bırakılması gibi daha aşağı derecede bir baskı ile karşılaşırsa, yalnızca diliyle bile olsa inkâr edemez, ederse —her ne kadar kâfir olmasa da— günaha girmiş olur. Ancak daha da ileri gidip "gönlünü inkâra açarak" kâfirliği benimsediği takdirde, dinden çıkarak Allah'ın gazabına müstahak olur. Peki, bir insan niçin inkâra yönelir?
106
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Çünkü onlar, basit çıkarlar peşinde koşarak bu dünya hayatını âhirete tercih ettiler. Allah ise, hakikati bile bile inkâr eden bir toplumu asla doğru yola iletmez.
107
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
İşte onlar, Allah tarafından konulan yasalar gereğince, kalpleri, kulakları ve gözleri mühürlemiş olan kimselerdir. Başlarına gelecekleri hiç düşünmeden gaflet ve cehalet içinde yüzenler işte onlardır.
108
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Hiç kuşkunuz olmasın ki, âhirette tümüyle kaybedecek olanlar da yalnızca onlardır!
109
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Ve ayrıca şunu da bil ki, senin Rabb'in, gerek uğradıkları baskı ve işkenceler, gerekse dünya malına aşırı tutkuları yüzünden dinlerini terk ederek fitneye kapıldıktan sonra yeniden kendisini toparlayan, bu hâle düşmelerine sebep olan ülkeyi, ortamı veya arkadaş çevresini terk edip, Müslümanca yaşayabilecekleri bir yere hicret eden, ardından da zulüm ve haksızlıkların yeryüzünden kaldırılması için Allah yolunda cihada katılan ve bu uğurda karşılaşacağı zorluklara göğüs gererek sabreden o tövbekâr müminlere karşı, evet, yaşadıkları bunca acı tecrübelere, düştükleri nahoş durumlara rağmen, elbette senin Rabb'in onlara karşı bağışlayıcı, merhametlidir. Hem bu dünyada, hem de mahşer gününde:
110
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
O gün her insan, kendi canının derdine düşmüş bir hâlde Allah'ın huzuruna gelecek ve herkese yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilecek ve hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyecektir. Fakatinkârcılık, insanlığı sadece âhirette değil, dünyadayken de felâketlere sürükleyecektir:
111
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Allah size, her çağda benzerlerini görebileceğiniz bir örnek veriyor: Bir memleket vardı, halkı güven ve huzur içinde yaşıyordu. Rızıkları da dört bir yandan bol bol geliyordu. Derken bunlar, Allah'ın emirlerine başkaldırarak, O'nun nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Bunun üzerine Allah, bir kıtlık, bir deprem, bir iç savaş, bir ekonomik kriz gönderdi ve işledikleri günahlar yüzünden tüm ülkeyi kasıp kavuran açlık ve korkuyu onlara tattırdı.
112
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
Doğrusu onlara, kendi içlerinden ve kendi dillerini konuşan bir Elçi veya elçinin misyonunu yüklenen davetçiler gelmiş ve Allah'ın ayetlerini onlara açıkça tebliğ etmişti. Fakat onlar onu yalanladılar ve inananlara hayat hakkı tanımadılar.Onlar böyle zulmedip dururlarken, o sözü edilen azap onları kıskıvrak yakalayıverdi! İşte bu feci akıbete uğramak istemiyorsanız, Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılmalı, özellikle haram ve helâli belirleme konusunda, yalnızca O'nun verdiği hükümleri ölçü almalısınız:
113
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Öyleyse ey insanlar, Allah'ın size verdiği helâl ve temiz rızıkları afiyetle yiyin ve eğer gerçekten yalnızca Allah'a kulluk ediyorsanız, O'nun bağışladığı nimetlere söz ve davranışlarınızla şükredin. Ve sakın, Allah'ın helâl kıldığı nimetleri haram kılmaya kalkışmayın:
114
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
O size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kılmıştır.

Leş: İslâmî usullere göre boğazlanmadan ölmüş olan hayvandır. Ancak çekirge gibi böcek cinsinden küçük canlılar ve devamlı suda yaşayan hayvanlar boğazlanmadan ölmüş olsalar bile leş kapsamına girmezler.

Kan: Haram olan, akıcı kandır. Ete, dalağa, ciğere sinmiş olan kan ise helâldir.

Domuz eti: Domuzun sadece eti değil, yağı, kemiği, iliği vb. diğer bütün uzuvları da haramdır.

Allah'tan başkası adına kesilenler: Allah'tan başka bir varlık adına kurban edilen hayvanın eti yenmez. Aynı şekilde, Allah'ın adı kasten terk edilerek yahut O'nun adıyla olsa bile putların ve kendisine tapınılan diğer varlıkların önünde kesilenleri yemek de haramdır.

Ama kim de, başkasını tehlikeye düşürecek biçimde onların hakkına saldırmadan ve yemek zorunda kaldığı ölçüyü aşmadan, yiyecek başka bir şey bulamama veya başkasının zorlaması gibi sebeplerle bunlardan yemek zorunda kalırsa, haramı arzu etmediği ve "fırsat bulmuşken bu yiyecekleri yiyeyim" demediği takdirde, sorumlu tutulmayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. O hâlde iyiyi-kötüyü, doğruyu-eğriyi, helâli-haramı Allah'ın kitabından öğrenin. Sakın ola ki:
115
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ
Dillerinizle uydurduğunuz yalanlara dayanarak, öyle rasgele "Şu helâldir, bu haramdır!" demeyin, yoksa Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Unutmayın ki, Allah'a karşı yalan uyduranlar, asla kurtuluşa eremezler.
116
مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Onların yaptığı, âhiret nimetlerine göre basit bir menfaat olan dünya hayatının gelip geçici zevkleriyle oyalanmaktan ibarettir. Fakat öte dünyada, onlar için can yakıcı bir azap vardır!

İşte, yiyecekler konusunda kaçınmanız gereken haramlar yukarıda sayılanlardan ibarettir. Bunların dışında haramlar olduğunu öne sürenlere inanmayın. Gerçi:
117
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Yahudilere de, sana daha önce 6. En'âm suresi 146. ayette anlattığımız şeyleri haram kılmıştık. Fakatbunlar her çağda geçerli olacak evrensel yasaklar değildi. Aksine, azgınlıklarından dolayı Yahudilere verilen ve yalnızca o döneme özgü bir cezaydı. Biz ceza vermekle onlara zulmetmedik, tam tersine, onlar sürekli suç işlemekle kendi kendilerine zulmediyorlardı. Fakat tövbe kapısı her zaman açıktır:
118
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Evet, hiç kuşkusuz senin Rabb'in, cahillik edip de kötülük yapan, fakat Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyip hemen ardından tövbe eden ve hatalarını telâfi ederek durumlarını düzeltenlere karşı, evet, gerçekten senin Rabb'in, işledikleri bunca fenalıklardan sonra bile kullarına karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
119
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ
Gerçekten İbrahim, Allah'a yürekten boyun eğen, her türlü batıl inançtan, tüm eğri yollardan uzaklaşarak tek Tanrı inancına yönelen bir mümin, insanların haktan yüz çevirdiği bir dönemde tevhid sancağını tek başına omuzlayan bir önder, müminde bulunması gereken bütün erdemleri kendisinde toplayan örnek bir şahsiyet, âdeta tek başına bir ümmetti. Onun izinden gittiğini iddia eden Yahudi ve Hristiyanların birtakım Peygamberleri, hahamları, azizleri, melekleri yüceltip ilâhlaştırmasına karşılık, o hiçbir zaman Allah'a ortak koşmamış ve Allah'ın hiçbir kitabını veya elçisini yalanlamamıştı.
120
شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
O, kendisini seçip yücelterek dosdoğru yola ileten Rabb'ine bağışladığı nimetlerden dolayı söz ve davranışlarıyla daima şükrederdi.
121
وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ
İşte bu yüzden, ona bu dünyadayken iyilikler, güzellikler vermiştik ve elbette o, âhirette de en iyiler arasındadır.

Yahudilerin, Hristiyanların ve hatta müşriklerin iftiharla sahiplendikleri İbrahim, işte böyle bir inanca sahiptir. Ne var ki, bu dupduru tevhid inancı, —hem de onun izinden gittiğini öne süren insanlar tarafından— zamanla değiştirildi. İşte bu yüzden:
122
ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Ve şimdi, ey Muhammed, sana da, "Her türlü batıl inançtan, tüm eğri yollardan uzaklaşarak tek Tanrı inancına yönelen ve Allah'tan başka ilâh tanımayan İbrahim'in tebliğ ettiği o mükemmel inanç sistemine tâbi ol!" diye emrettik.
123
اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Vaktiyle Yahudiler için belirlenen Cumartesi günü çalışma yasağı ve buna benzer birtakım kısıtlama ve mecburiyetler, kıyamete kadar sürecek evrensel bir yasa değildi. Aksine, yalnızca o günün hürmetine uyup uymama konusunda anlaşmazlığa düşen ve ilâhî kanunlara karşı gelerek azgınlık eden o zamanki Yahudilere bir ceza olarak emredilmişti. Fakat ona da itaat etmemişlerdi. Nitekim bugün de Son Elçiye ve Kur'an'a karşı geliyorlar. Fakat mahşer gününde Rabb'in, anlaşmazlığa düştükleri her konuda aralarında hükmünü elbette verecektir! O hâlde, ey Müslüman!
124
اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
İnsanları, tatlı dille, hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle Rabb'inin yoluna çağır. Tartışmak gerektiğinde kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitmeden, akıl ve sağduyularına seslenerek onlarla tatlı bir üslupla, en güzel şekilde tartış. Bütün bunlara rağmen yine de inat edip yüz çevirirlerse, üzülme. Unutma ki, Rabb'in kimlerin kendi yolundan saptığını çok iyi bilmektedir ve kimlerin doğru yolu izlediğini de en iyi bilen O'dur. İnkârcıların inatla direnmelerine karşılık siz, olgunluk ve sabırla tebliğe devam edin. Fakat bu, zulüm ve haksızlık karşısında sessiz kalmanızı gerektirmez:
125
وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ
Size yapılan bir saldırıyı cezalandırmak istediğinizde, ancak size yapılan haksızlık oranında karşılık verin. Bununla beraber, ceza verecek bir güce sahip olduğunuz hâlde, öfkenizi yenip af yolunu seçerek sabrederseniz, elbette bu asil davranış,—müminlerin onurunun zedelenmesine veya zalimlerin cesaret bulup iyice azgınlaşmalarına yol açmayacaksa— sabredenler için çok daha hayırlıdır.
126
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
O hâlde, ey Müslüman! İnkârcıların çirkin sözlerine karşı sabırla göğüs ger! Bunun için de, Rabb'inle birlikteliğini bir an olsun kesintiye uğratma. Unutma ki, senin bu güçlüklere göğüs germen, ancak Allah'ın lütuf ve yardımı sayesindedir. Onların yaptıklarından dolayı üzülme. Allah'ın dinine karşı uydurdukları asılsız iddialar, kurdukları hile ve tuzaklardan dolayı da yüreğin daralmasın. Şundan emin ol ki, nihai zafer muhakkak inananların olacaktır:
127
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ
Çünkü Allah, daima kötülüklerden, fenalıklardan titizlikle sakınan ve iyilik yapan kimselerle beraberdir.
128

Sureler

Mealler
Hicr Suresi
Önceki