|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفاًۙ (1-2) Yemîn olsun (emirlerle) birbiri ardınca gönderilenlere (o mürselât’a) ve şiddetli bir şekilde estikçe esen (geçip giden melek)lere! |
1 |
|
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفاًۙ (1-2) Yemîn olsun (emirlerle) birbiri ardınca gönderilenlere (o mürselât’a) ve şiddetli bir şekilde estikçe esen (geçip giden melek)lere! |
2 |
|
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْراًۙ Ve (o emirleri) yaydıkça yayanlara! |
3 |
|
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقاًۙ Artık (hak ile bâtılı) ayırdıkça ayıranlara! |
4 |
|
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْراًۙ (5-6) Hem (tevbe edenleri) ma'zur kılmak veya (günah işleyenleri) korkutmak için(peygamberlere) zikir (vahiy) bırakanlara! |
5 |
|
عُذْراً اَوْ نُذْراًۙ (5-6) Hem (tevbe edenleri) ma'zur kılmak veya (günah işleyenleri) korkutmak için(peygamberlere) zikir (vahiy) bırakanlara! |
6 |
|
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ Şübhesiz ki va'd olunup durduğunuz (o kıyâmet) mutlaka vâki' (olacak)tır. |
7 |
|
فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ (8-11) Nihâyet yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, peygamberlere (ümmetleri hakkında şâhidlik etmeleri için) vakit belirlendiği zaman! |
8 |
|
وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ (8-11) Nihâyet yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, peygamberlere (ümmetleri hakkında şâhidlik etmeleri için) vakit belirlendiği zaman! |
9 |
|
وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ (8-11) Nihâyet yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, peygamberlere (ümmetleri hakkında şâhidlik etmeleri için) vakit belirlendiği zaman! |
10 |
|
وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْۜ (8-11) Nihâyet yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, peygamberlere (ümmetleri hakkında şâhidlik etmeleri için) vakit belirlendiği zaman! |
11 |
|
لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْۜ (Denilir ki:) '(Bu şâhidlik) hangi güne ertelendi?' |
12 |
|
لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ (Mahlûkatın arasını) ayırma (hüküm verme) gününe! |
13 |
|
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِۜ O ayırma gününü sana ne bildirdi? |
14 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
15 |
|
اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّل۪ينَۜ Biz önceki (kâfir)leri (isyanları sebebiyle) helâk etmedik mi? |
16 |
|
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِر۪ينَ Sonra geridekileri onların peşine takarız. |
17 |
|
كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ İşte o günahkârlara, böyle yaparız! |
18 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
19 |
|
اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ (Ey insanlar!) Sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? |
20 |
|
فَجَعَلْنَاهُ ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۙ (21-22) Sonra onu belli bir zamâna kadar sağlam bir yerde (rahimde yerleşik) kıldık. |
21 |
|
اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍۙ (21-22) Sonra onu belli bir zamâna kadar sağlam bir yerde (rahimde yerleşik) kıldık. |
22 |
|
فَقَدَرْنَاۗ فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ Artık (bunu) kudretimizle yaptık; işte (biz) ne güzel güç yetirenler(iz)! |
23 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
24 |
|
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتاًۙ (25-26) (Biz,) arzı hayat sâhiblerine de ölülere de bir toplanma yeri yapmadık mı? |
25 |
|
اَحْيَٓاءً وَاَمْوَاتاًۙ (25-26) (Biz,) arzı hayat sâhiblerine de ölülere de bir toplanma yeri yapmadık mı? |
26 |
|
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَٓاءً فُرَاتاًۜ Orada yüksek, sâbit dağlar meydana getirmedik mi? Hem size tatlı bir su içirmedik mi? |
27 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
28 |
|
اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۚ (Ki o gün kâfirlere şöyle denilir:) 'Kendisini, yalanlamakta olduğunuz (azâb)a gidin!' |
29 |
|
اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى ظِلٍّ ذ۪ي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ '(Haydi!) Üç çatallı bir gölgeye (Cehennemin dumanına) gidin!' |
30 |
|
لَا ظَل۪يلٍ وَلَا يُغْن۪ي مِنَ اللَّهَبِۜ (O,) ne gölgelendiricidir ne de alevden korur. |
31 |
|
اِنَّهَا تَرْم۪ي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِۚ Çünki o (Cehennem), saray gibi (büyük) kıvılcımlar saçar. |
32 |
|
كَاَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌۜ Sanki o (sıçrayan kıvılcımlar, peşpeşe gelen) sarı develer gibidir. |
33 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
34 |
|
هٰذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَۙ Bu, (onların artık) konuşamayacakları bir gündür! |
35 |
|
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler! |
36 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
37 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّل۪ينَ (Onlara şöyle denilir:) 'Bu, (hak ile bâtılın) ayırma (hüküm verme) günüdür! Sizi ve (sizden) öncekileri bir araya getirdik.' |
38 |
|
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ 'Artık (azabdan kurtulmak için) bir tuzağınız varsa, haydi bana tuzak kurun!' |
39 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ۟ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
40 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي ظِلَالٍ وَعُيُونٍۙ (41-42) Şübhesiz ki takvâ sâhibleri (ise, o gün) gölgelerde ve pınar başlarında, canlarının çekmekte olduğu meyveler arasındadırlar. |
41 |
|
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ (41-42) Şübhesiz ki takvâ sâhibleri (ise, o gün) gölgelerde ve pınar başlarında, canlarının çekmekte olduğu meyveler arasındadırlar. |
42 |
|
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (Onlara şöyle denilir:) 'İşleyegeldiğiniz (sâlih) ameller sebebiyle (bir mükâfât olarak), âfiyetle yiyin, için!' |
43 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İşte biz, iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. |
44 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
45 |
|
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَل۪يلاً اِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ (Ey kâfirler! Siz de dünyada) az bir müddet yiyin, faydalanın! Çünki siz günahkârlarsınız. |
46 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
47 |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ Hem onlara: 'Rükû' edin!' denildiği zaman, rükû' etmezler. |
48 |
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ Yalanlayanların o gün vay hâline! |
49 |
|
فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ (Onlar) artık bundan (Kur’ân’dan) sonra hangi söze inanacaklar? |
50 |