Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 HâMîm.
2 Bu, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Alîm (her şeyi hakkıyla bilen) Allah tarafından parça parça indirilmekte olan Kitap’tır.
3 O, günahları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden, aynı zamanda cezalandırması çetin, bununla birlikte lütuf ve ihsanı pek geniş olandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Nihaî dönüş de O’nadır.
4 Allah’ın (Kur’ân’daki ve kâinattaki) âyetleri konusunda ancak küfürde ısrar edenler tartışma çıkarır. Fakat onların şehirlerde zahirî bir hakimiyet içinde çalımlı çalımlı dolaşmaları seni aldatmasın!
5 Onlardan önce Nuh kavmi ve daha sonra gelen birtakım topluluklar da, (Allah’ın dinini ve kendilerine gönderilen rasûlleri) yalanladılar. Her toplum, kendisine gönderilen rasûle karşı, onu derdest edip (öldürmek veya sürgüne göndermek) için yanıp tutuştu ve harekete geçti; bâtıla dayanarak ve onunla hakkı yıkmak için mücadele etti. Ama Ben, onların hepsini kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış görün!
6 Neticede, küfredenlerin Ateş’in yoldaşları olduklarına dair Rabbinin sözü kesinleşti.
7 Arş’ı taşıyanlar ve onun etrafından bulunanlar Rabbilerini hamd ile tesbih (O’nu O’na has sıfatlarla anıp över ve Kendisi’ne yaraşmayan her türlü sıfattan tenzih) eder, (kâinatın yegâne İlâhı, Rabbi ve Meliki olarak) O’na inanır ve mü’minlerin günahlarını affetmesi için O’na yalvarırlar: “Rabbimiz, Sen’in rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır; (her bir varlığı bütün ihtiyaçlarıyla tanır ve rahmetinle donatır, ihtiyaçlarını giderirsin.) O halde, tevbe ile Sana yönelen ve Sen’in yoluna uyanları bağışla ve onları Kızgın Alevli Ateş azabından koru!
8 “Rabbimiz! Onları kendilerine va’dettiğin sonsuz nimet ve ebedî mutluluk cennetlerine koy; onlarla birlikte atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanları da. Şüphesiz ki Sensin Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte mutlak üstün ve galip), Sensin Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan).
9 “Onları (Âhiret âlemlerine ait) her türlü dehşet ve zorluktan koru! Sen o gün kimi dehşet ve zorluklardan korursan, şüphesiz ki ona rahmetinle muamele etmişsin demektir. Budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.”
10 Küfürde direten ve kâfir olarak ölenlere (Cehennem’de azap görürlerken) şöyle seslenilir: “Allah’ın size olan ‘buğz u nefret’i sizin şu anda, (Cehennem’e girmeye sebep bizzat kendiniz olduğunuz için) kendinize olan buğz ve nefretinizden daha şiddetlidir. Çünkü siz imana çağrılıyor, fakat inkârda diretiyordunuz.”
11 Onlar, “Rabbimiz,” derler, bize iki defa ölüm verdin ve bizi iki defa dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ediyoruz. Dolayısıyla buradan çıkmaya bir yol yok mudur?”
12 Evet, böyle olacak, böyle diyeceksiniz. Çünkü yalnızca bir Allah’a iman ve ibadet çağrısı yapıldığında inatla inkâra gidiyor, buna karşılık, O’na şirk koşulduğunda bunu içten kabulleniyorsunuz. Ama ne yaparsanız yapın, nihaî hüküm ve karar Mutlak Yüce, Mutlak Büyük olan Allah’a aittir.
13 O ki, size (dış dünyada, bizzat kendi içinizde, eşya ve hadiselerde) âyetlerini (delil ve işaretlerini) göstermekte ve gökten sizin için rızık indirmektedir. Bütün bunlar üzerinde ancak Allah’a yönelecek temiz bir gönüle sahip olanlar düşünür ve onlardan ders alır.
14 Ama siz (ey mü’minler), kâfirler hoşlanmasalar da, dinini bütün yanlarıyla içten kabul ederek ve yalnız O’nun rızasını düşünerek Allah’a kulluk ve duada bulunun.
16 O gün onlar meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bu gün mülk kimindir? Tek ve kahhar olan Allah'ındır!
17 O gün herkes, dünyada ne kazanmış (ne yapmış ve hanesine ne yazdırmış)sa onun karşılığını görür. O gün kimseye haksızlık yapılmaz. Muhakkak ki Allah, hesapları pek çabuk görendir.
18 Onları yaklaşan o müthiş güne karşı uyar! O gün yürekler ağza gelir ve insanı boğacak gibi olur. Zalimler için ne bir dost bulunur, ne de sözüne itibar edilir bir şefaatçi.
19 Allah, gözlerdeki haince bakışları ve göğüslerin gizlediği her şeyi bilir.
20 Allah, hak ve adaletle hüküm ve infaz eder. O’ndan başka ilâh deyip yalvardıkları ise, hiçbir hüküm veremez, hiçbir infazda bulunamaz. Allah ki, Semî‘ (her şeyi hakkıyla işiten)dir O, Basîr (her şeyi hakkıyla gören)dir.
21 Hiç yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, kendilerinden önce yaşayıp da (onlar gibi küfür ve şirkte direnenlerin) âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsün ve ibret alsınlar? Onlar, gerek kuvvet, gerekse toprağı işleyip, ülkeyi imar etme ve yeryüzünde daha çok iz ve eser bırakma yönünden kendilerinden daha ileride idiler. Ama Allah, günahları sebebiyle hepsini kıskıvrak yakalayıverdi ve onları Allah’a karşı koruyabilecek hiç kimse, hiçbir güç çıkmadı.
22 Böyle oldu, çünkü kendilerine gönderilen rasûller onlara apaçık delillerle geldiler, fakat onlar o delilleri görmemede ve inkârda direttiler. Allah da hepsini kıskıvrak yakaladı ve cezalandırdı. O, mutlak kuvvet sahibidir, cezalandırması pek çetin olandır.
23 Gerçek şu ki, Musa’yı (peygamberliğini ve Mesajımızı ispat eden) delillerimizle, mucizelerimizle ve apaçık bir yetki ile gönderdik,
24 Firavun’a, Hâmân’a ve Karun’a. Ama onlar, “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancı!” dediler.
25 O, kendilerine katımızdan gerçeği getirmişti. Onlar ise, (gerçeğe ilmen ve alken karşı çıkamayınca,) “İman edip, Musa ile birlikte olanların oğullarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakıp (maksatlarınız istikametinde kullanın; Kıptilerle evlenmeye zorlayıp, iman edenlerin nüfusunu azaltın!)” emrini yaydılar. Ama kâfirlerin tuzakları, neticede boşa çıkmaya mahkûmdur.
26 Firavun, “Bırakın beni, şu Musa’yı öldüreyim, o varsın Rabbisine yalvarsın. Ben gerçekten, O’nun dininizi değiştireceğinden veya ülkede bozgunculuk çıkaracağından endişe ediyorum.” dedi.
27 Musa da dedi ki: “Ben, Hesap Günü’ne inanmayan her kibirli zorbadan benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.”
28 Firavun hanedanına mensup olup, (onun en yakınları arasında yer alan,) fakat o ana kadar imanını gizlemiş bulunan yiğit bir mü’min, (en kritik noktada ortaya atıldı ve) “Ne o, bir insanı, hem de size Rabbinizden apaçık deliller getirmiş bulunduğu halde, sadece ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz?” dedi (ve şöyle devam etti): “Eğer o bir yalancı ise, yalanı zaten kendi aleyhinedir. Ama eğer doğruyu konuşan biri ise, en azından O’nun sizi kendileriyle tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecek demektir. Şurası bir gerçek ki Allah, haddi aşan, duygu, meleke ve kabiliyetlerini boşa sarfeden ve yalan söyleyip duran kim olursa olsun hidayet etmez, emeline ulaştırmaz.
29 “Ey benim halkım! Bugün hakimiyet sizde, şu topraklarda üstünlük elinizde. Ama yarın Allah’ın geri çevrilmesi mümkün olmayan zorlu azabı başımıza gelirse, söyler misiniz hangi kuvvet bize yardım edebilir?” Bu arada Firavun (devreye girip, savunmaya geçti ve) dedi: “Ben ancak doğru bildiğimi, yapılmasını gerekli gördüğümü size bildiriyor ve size tutulması gereken doğru yola gösteriyorum.”
30 İman etmiş bulunan zat devam etti: “Ey halkım! Gerçekten endişe ediyorum ki, daha önce yaşayıp da helâk edilmiş toplulukların başlarına gelen felâketlerin benzeri bir felâket sizin de başınıza gelebilir:
31 “Nuh kavminin, Âd halkının, Semûd halkının ve onlardan sonra gelen daha başka toplulukların başlarına gelen felâketlerin benzeri bir felâket. Ama (şunu iyi bilin ki), Allah asla kullarına zulmetmek dilemez.
32 “Ey halkım! Gerçekten ben sizin hakkınızda, birbirinizden (boşuna) imdat isteyeceğiniz ve birbirinize lânet okuyacağınız günden de endişe ediyorum.
33 “O gün, (Ateş karşısında) arkanızı dönüp kaçmaya yeltenirsiniz ama nafile! Sizi Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse bulunmaz. Evet, Allah kimi saptırırsa, artık ona yol gösteren olmaz.
34 “Daha önce Yusuf da size apaçık delillerle gelmişti; fakat O’nun size getirdiği gerçek hakkında bir türlü şüpheden kurtulamamıştınız. Ama nihayet vefat edince, ‘Artık Allah ondan sonra bir daha rasûl göndermez.’ dediniz. Allah, haddi aşan, kendisine verdiği kabiliyet ve melekeleri boşa harcayan ve boş mazeretlerle şüphe içinde bocalayıp duran kim olursa olsun, işte böyle şaşırtır.
35 “Böyleleri, kendilerine ulaşmış hiçbir delil, verilmiş hiçbir yetki olmadığı halde, Allah’ın (kâinattaki, bizzat kendi içlerindeki ve Kitabındaki) âyetleri hakında ileri geri konuşur ve tartışırlar. Onların bu hareketleri, hem Allah nazarında, hem de iman edenler nazarında pek kötü, pek çirkin bir davranıştır. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”
36 Firavun, Hâmân’a dedi: “Ey Hâmân! Benim için büyük bir kule inşa et; öyle ki, gerekli yol ve vasıtaları elde edebileyim:
37 “Gökleri tarassut yol ve vasıtalarını. Elde edebileyim de, bakarsın Musa’nın ilâhını görebilirim. Gerçi ben, onun bir yalancı olduğundan eminim ama, neyse!” Firavun’un kötü gidişatı kendisine işte böyle güzel görünüyor ve o, doğru yoldan hep uzak kalıyordu. Firavun’un bu tuzağı da hiçbir netice vermedi.
38 İman etmiş bulunan zat, devam etti: “Ey halkım! Bana uyun ki, size takip edilmesi gereken doğruluk yolunu göstereyim.
39 “Ey halkım! Bilin ki bu dünya hayatı, kısa ve değersiz bir geçimlikten ibarettir. Ama Âhiret’e gelince, orası asıl yerleşilecek ve sürekli kalınacak yurttur.
40 “Kim bir kötülük işlerse, ancak onun kadar cezalandırılır. Ama, erkek veya kadın, kim mü’min olarak doğru, yerinde, sağlam ve ıslaha yönelik bir iş yaparsa, bu kutlu zatlar Cennet’e girecekler ve orada her türden nimete hesapsız nail olacaklardır.
41 “Ey halkım! Bir düşünseniz, ben sizi kurtuluşa çağırırken, siz beni Ateş’e çağırıyorsunuz.
42 “Beni Allah’ı inkâr etmeye ve elimde O’nun ortakları oldukları konusunda ilme dayalı hiçbir delil bulunmayan, bulunması da mümkün olmayan şeyleri (ilâh kabul etmeye, dolayısıyla) O’na ortak tanımaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte mutlak üstün ve galip), Ğaffâr (bağışlaması pek bol olan) Zât’a çağırıyorum.
43 “Hiç kuşkusuz siz beni öyle bir şeye inanıp ibadet etmeye çağırıyorsunuz ki, onun için ne dünyada ne de Âhiret’te böyle bir çağrıda bulunmanın dayandığı tek bir gerekçe yoktur. Sonunda hepimizin varacağı yer hiç şüphesiz Allah’ın huzurudur ve yine hiç şüphesiz, haddi aşan ve Allah’ın kendilerine verdiği kabiliyet ve melekeleri boşa harcayanlar, evet onlar Ateş’in yârân ve yoldaşlarıdırlar.
44 “Bugün size söylediklerimi çok geçmeden hatırlayacak (ve bana hak vereceksiniz). Ben ise, tam bir teslimiyet içinde işimi Allah’a bırakıyorum. Allah, elbette kullarını çok iyi görmektedir.”
45 Neticede Allah O’nu (Firavun ve yönetiminin) kurduğu tuzakların şerrinden korudu; buna karşılık, Firavun oligarşisini o en kötü azap kuşatıverdi.
46 (Yani) Ateş: Sabah ve akşam onun karşısına getirilir ve ona maruz bırakılırlar. Kıyamet’in kopup, hesapların görüldüğü gün de, “Bütün Firavun oligarşisini azabın en şiddetlisine atın!” (diye emredilir).
47 Ateş’in içinde birbirleriyle tartışırlar ve dünyada iken zayıf (ve dolayısıyla körü körüne güçlülere tâbi olanlar), büyüklük ve hakimiyet iddiasıyla diğerlerini ezenlere, “Biz, sizin peşinizde bir topluluktuk. Şimdi, Ateş azabının hiç olmazsa bir kısmını bizden savabilir misiniz?” derler.
48 Büyüklük ve hakimiyet iddiasıyla diğerlerini ezenler ise şöyle cevap verirler: “Artık hep birlikte Ateş’in içindeyiz. Allah, kulları arasında hükmünü verdi (ve herkes, neyi hak ettiyse onu çekiyor. Artık yapacak bir şey yok).”
49 Ateş’in içinde bulunanlar, bu defa Cehennem’in vazifeli meleklerine seslenir ve “Ne olur, bizim için Rabbinize yalvarın: Azabımızı bir günlüğüne olsun hafifletsin!” diye yakarırlar.
50 (O melekler ise), “Size gönderilen rasûller apaçık delillerle gelmediler mi?” diye sorarlar. Onlar, “Evet!” diye cevap verir. Melekler, “Madem öyle, biz değil, siz kendiniz yakarın!” derler. Kâfirlerin yalvarıp yakarmaları, elbette sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
51 Muhakkak ki Biz, rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında da, şahitlerin şahitlik yapacakları günde de yardım ederiz.
52 O gün, zalimlere ileri sürecekleri mazeretlerin hiç biri fayda vermez. Onların hakkı, Allah’ın rahmetinden ebedî mahrumiyettir ve onları bekleyen, çok kötü bir yerleşme yeridir.
53 Diğer taraftan Biz, Musa’ya yol gösterdik ve O’na hidayet rehber ve kaynağını verdik; (Ondan sonra da) İsrail Oğulları’nı Kitaba vâris kıldık:
54 Bir hidayet rehberi ve gerçek idrak sahipleri için bir öğüt, hatırlatma ve talimat kaynağı olan (Kitaba).
55 (Allah’ın icraat–ı Sübhanîsi böyledir.) O halde sen sabret, çünkü Allah’ın (rasûllerine ve mü’minlerine yardım) sözü gerçektir. Günahların için Allah’tan bağışlanma dile ve ikindiakşam saatlerinde ve sabahleyin Rabbini hamd ile tesbih et.
56 Kendilerine gelmiş hiçbir delil ve verilmiş hiçbir yetki olmaksızın Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanlar, içlerinde taşıdıkları ama hiçbir zaman ulaşamayacakları büyüklük ve üstünlük özentisi sebebiyle böyle yapmaktadırlar. Sen, (onların her türlü hile, desise ve tuzaklarından) Allah’a sığın. Hiç şüphesiz O, O’dur Semî’ (her şeyi hakkıyla işiten), Basîr (her şeyi hakkıyla bilen).
57 Şurası muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir iştir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
58 Görmeyenle gören bir olmaz; iman edip, imanları istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlarla kötülüklere batmış bulunanlar da bir olmaz. Ne de az düşünüyor ve ders alıyorsunuz!
59 Kıyamet mutlaka gelecektir; bunda asla şüphe yoktur. Ne var ki, insanların çoğu iman etmemektedir.
60 Rabbiniz şöyle buyuruyor: “Bana dua edin, size cevap vereyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve rezil olarak Cehennem’e gireceklerdir.”
61 Allah’tır ki, sizin için sükûnet bulup dinlenebilesiniz diye geceyi var etmiş, gündüzü de çalışabilesiniz diye aydınlık kılmıştır. Gerçekten Allah, insanlara karşı pek lütufkârdır; ne var ki, insanların çoğu şükretmezler.
62 Budur Rabbiniz olan (sizi yaşatan, koruyan ve rızkınızı veren) Allah; her şeyin Yaratıcısı. O’ndan başka ilâh yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da başka başka yollara saptırılıyor, (ibadet için başka ilâhlar ediniyorsunuz)?!
63 Allah’ın âyetleri karşısında bile bile ayak direyen ve onları inkâr edenlerdir ki, saptırılıyor (ve ibadet için başka ilâhlar ediniyorlar).
64 Allah’tır ki, yeryüzünü sizin için bir yerleşme yeri, göğü de (onun üzerinde) bir kubbe yapmıştır. Ayrıca, sizi şekillendirmiş, hem de size en güzel, en uygun şekli ve yapıyı vermiştir; sizi helâl, temiz ve sağlıklı nimetlerle rızıklandırmaktadır. Rabbiniz olan Allah’tır bütün bunları yapan. Âlemlerin Rabbi Allah, gerçekten ne yüce, ne mübarek, ne büyük bereketler kaynağıdır!
65 O, ezelîebedî mutlak Hayat Sahibi’dir, yoktur O’ndan başka ilâh. Öyleyse, Din’i bütün yanlarıyla kabul ederek ve yalnızca O’nun rızasını dileyerek O’na ibadet edin, O’na yalvarın. Âlemlerin Rabbi Allah içindir bütün hamd.
66 De ki: “Allah’tan başka dua edip yalvardığınız her ne varsa, ben onlara ibadet etmekten men olundum. Bana Rabbimden (gerçeği bütünüyle ortaya koyan) apaçık deliller gelmiş bulunuyor ve, bütün varlığımla Âlemlerin Rabbi’ne teslim olmam emredildi bana.”
67 O’dur ki, sizi (her birinizin maddî yaratılış menşeiniz yine toprak olmak üzere, başlangıçta) topraktan, sonra (baba ve anneden gelen) birkaç damla sıvıdan, sonra rahim duvarına yapışan yapışkan bir maddeden yarattı; sonra sizi (annelerinizin karnından) bebek olarak dünyaya getirir, sonra da sizi güçlü–kuvvetli çağınıza eriştirir; ardından ihtiyarlık çağına ulaşacak kadar size ömür verir. Bununla birlikte, bu vetirede içinizden kimi vefat ettirilir. Hayatta bırakılanlar olarak, belirli bir vâdeye kadar yaşarsınız. Olur ki, düşünüp akleder ve gerekli dersi çıkarırsınız.
68 O’dur hayatı da, ölümü de veren. Öyle ki, bir işin meydana gelmesine hükmettiğinde, sadece ona “Ol!” der, o da hemen oluverir (olma sürecine giriverir).
69 Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri konuşup tartışanlara bakmaz mısın, nasıl da haktan yüz çeviriyorlar?!
70 Kitabı ve rasûllerimizle gönderdiğimiz (daha başka) bütün gerçekleri yalanlıyorlar. Bileceklerdir onlar!
71 (Bileceklerdir) boyunlarında demir halkalar, ayaklarında zincirlerle yüzdürüldükleri zaman,
72 Kaynar suda. Sonra da Ateş’te cayır cayır yakılacaklardır.
73 Bu arada sorulacaktır onlara: “Nerede (yardımlarını umarak) ilâh kabul edip, kendilerine ibadet ettikleriniz,
74 Allah’tan başka?” “Bizi bırakıp kayboluverdiler” der (ve ilâve ederler): “Gerçekte biz, bundan önce (dünyada iken) birer hiç olan şeylere tapmış ve yalvarmışız!” İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır, böyle saptırır.
75 (Saptırmasının ve azaba mahkûm etmesinin sebebi) şudur ki, dünyada haram– helâl, hakhukuk demeden zevklere dalıp neşeleniyor ve taşkınlık yapıyordunuz.
76 Şimdi, orada sonsuzca kalmak üzere girin Cehennem’in kapılarından içeri! Büyüklük taslayıp (gerçeğe karşı koyanların) yeri ne fenadır!
77 O halde (ey Rasûlüm), sabret! Hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Onlara va’ dettiklerimizin bir kısmını hayatında sana göstersek de, yahut seni vefat ettirip yanımıza alsak da, sonunda huzurumuza getirilecekler (ve anlattığımız acı netice ile karşılaşacaklardır).
78 Senden önce de birçok rasûl gönderdik. Onların bazısından sana bahsettik, bazısından ise bahsetmedik. Hiçbir rasûl, Allah’ın izni olmadan bir mucize göstermez. Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve Allah’a şirk koşma gibi bâtıl yollar icat edenler ve hakkı iptale çalışanlar hüsrana uğrarlar.
79 Allah’tır ki, bazılarını binek hayvanı olarak kullanabilesiniz diye sizin için ehlî büyükbaş hayvanlar var etti –onlardan yiyecek de elde edersiniz,
80 Ve sizin için onlarda daha başka menfaatler de vardır– ve içinizde hissettiğiniz bir ihtiyacı onlarla gideresiniz diye. (Karada) onlarla ve (denizde) gemilerle seyahat eder, yüklerinizi taşırsınız.
81 Allah, (varlık, birlik ve kudretinin, Ulûhiyet ve Rububiyet’inin) apaçık delillerini size sürekli olarak göstermektedir. Böyle iken, Allah’a ait delillerden hangisini inkâr edebilirsiniz?
82 Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, onlardan önce yaşayıp da, (Allah’ın âyetlerini, O’na ait delilleri inkâr edenlerin) âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsün ve ibret alsınlar? Onlar, bunlardan sayıca daha üstün, gerek kuvvet, gerekse toprağı işleyip ülkeyi imar etme ve yeryüzünde daha çok iz ve eser bırakma yönünden daha ileride idiler. Ama bütün kazanç ve başarıları, (başlarında patlayan İlâhî ceza karşısında) kendilerine hiçbir fayda vermedi.
83 Kendilerine gönderilen rasûller onlara apaçık delillerle geldiler. Ne var ki onlar, (dünya hayatı ve onu yaşamanın vasıtaları konusunda) sahip bulundukları bilgi ile şımarıp, (kendilerine yapılan İlâhî ceza tehdidiyle alay ettiler). Fakat alay konusu yaptıkları (ceza), onları çepeçevre kuşatıverdi.
84 Başlarında patlayan çok şiddetli cezamızı görür görmez, “Sadece Allah’a inandık ve şu ana kadar O’na ortak tanıdığımız başka bütün varlıkları ise ret ve inkâr ettik!” diye çığrıştılar.
85 Ne var ki, ancak baskın gelen şiddetli cezamızı gördükleri zaman ikrar ettikleri bu iman kendilerine fayda vermedi. Allah’ın kulları hakkında geçerli âdet ve icraatı hep böyle olagelmiştir. Ve kâfirler, işte böyle bir durumda hüsrana uğradılar.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
حٰمٓۜ 1
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ 2
غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ 3
مَا يُجَادِلُ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ 4
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْاَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْۖ وَهَمَّتْ كُلُّ اُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَاَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ 5
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ 6
اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّـنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْماً فَاغْفِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ 7
رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ 8
وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ 9
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ 10
قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ 11
ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ 12
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ 13
فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ 14
رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ 15
يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ 16
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 17
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ 18
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ 19
وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟ 20
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ 21
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 22
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ 23
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ 24
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ 25
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ 26
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟ 27
وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ 28
يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ 29
وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ 30
مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ 31
وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ 32
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ 33
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ 34
اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ 35
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحاً لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ 36
اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟ 37
وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ 38
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ 39
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ 40
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ 41
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ 42
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ 43
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ 44
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ 45
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ 46
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ 47
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ 48
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ 49
قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟ 50
اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ 51
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ 52
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَۙ 53
هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ 54
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ 55
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ 56
لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 57
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ 58
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ 59
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ 60
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ 61
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ 62
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ 63
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَـتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ 64
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 65
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ 66
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخاًۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى مِنْ قَبْلُ وَلِتَبْلُغُٓوا اَجَلاً مُسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ 67
هُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۚ فَاِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ 68
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ اَنّٰى يُصْرَفُونَۚۛ 69
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَٓا اَرْسَلْنَا بِه۪ رُسُلَنَا۠ۛ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَۙ 70
اِذِ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُۜ يُسْحَبُونَۙ 71
فِي الْحَم۪يمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَۚ 72
ثُمَّ ق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تُشْرِكُونَۙ 73
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَلْ لَمْ نَكُنْ نَدْعُوا مِنْ قَبْلُ شَيْـٔاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ الْكَافِر۪ينَ 74
ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَۚ 75
اُدْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ 76
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ 77
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ۟ 78
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۘ 79
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً ف۪ي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَۜ 80
وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ۗ فَاَيَّ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُنْكِرُونَ 81
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ 82
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 83
فَلَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِه۪ مُشْرِك۪ينَ 84
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ 85
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
حٰمٓۜ
HâMîm.
1
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ
Bu, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Alîm (her şeyi hakkıyla bilen) Allah tarafından parça parça indirilmekte olan Kitap’tır.
2
غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
O, günahları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden, aynı zamanda cezalandırması çetin, bununla birlikte lütuf ve ihsanı pek geniş olandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Nihaî dönüş de O’nadır.
3
مَا يُجَادِلُ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ
Allah’ın (Kur’ân’daki ve kâinattaki) âyetleri konusunda ancak küfürde ısrar edenler tartışma çıkarır. Fakat onların şehirlerde zahirî bir hakimiyet içinde çalımlı çalımlı dolaşmaları seni aldatmasın!
4
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْاَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْۖ وَهَمَّتْ كُلُّ اُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَاَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
Onlardan önce Nuh kavmi ve daha sonra gelen birtakım topluluklar da, (Allah’ın dinini ve kendilerine gönderilen rasûlleri) yalanladılar. Her toplum, kendisine gönderilen rasûle karşı, onu derdest edip (öldürmek veya sürgüne göndermek) için yanıp tutuştu ve harekete geçti; bâtıla dayanarak ve onunla hakkı yıkmak için mücadele etti. Ama Ben, onların hepsini kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış görün!
5
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ
Neticede, küfredenlerin Ateş’in yoldaşları olduklarına dair Rabbinin sözü kesinleşti.
6
اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّـنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْماً فَاغْفِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ
Arş’ı taşıyanlar ve onun etrafından bulunanlar Rabbilerini hamd ile tesbih (O’nu O’na has sıfatlarla anıp över ve Kendisi’ne yaraşmayan her türlü sıfattan tenzih) eder, (kâinatın yegâne İlâhı, Rabbi ve Meliki olarak) O’na inanır ve mü’minlerin günahlarını affetmesi için O’na yalvarırlar: “Rabbimiz, Sen’in rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır; (her bir varlığı bütün ihtiyaçlarıyla tanır ve rahmetinle donatır, ihtiyaçlarını giderirsin.) O halde, tevbe ile Sana yönelen ve Sen’in yoluna uyanları bağışla ve onları Kızgın Alevli Ateş azabından koru!
7
رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ
“Rabbimiz! Onları kendilerine va’dettiğin sonsuz nimet ve ebedî mutluluk cennetlerine koy; onlarla birlikte atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanları da. Şüphesiz ki Sensin Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte mutlak üstün ve galip), Sensin Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan).
8
وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
“Onları (Âhiret âlemlerine ait) her türlü dehşet ve zorluktan koru! Sen o gün kimi dehşet ve zorluklardan korursan, şüphesiz ki ona rahmetinle muamele etmişsin demektir. Budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.”
9
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ
Küfürde direten ve kâfir olarak ölenlere (Cehennem’de azap görürlerken) şöyle seslenilir: “Allah’ın size olan ‘buğz u nefret’i sizin şu anda, (Cehennem’e girmeye sebep bizzat kendiniz olduğunuz için) kendinize olan buğz ve nefretinizden daha şiddetlidir. Çünkü siz imana çağrılıyor, fakat inkârda diretiyordunuz.”
10
قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ
Onlar, “Rabbimiz,” derler, bize iki defa ölüm verdin ve bizi iki defa dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ediyoruz. Dolayısıyla buradan çıkmaya bir yol yok mudur?”
11
ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ
Evet, böyle olacak, böyle diyeceksiniz. Çünkü yalnızca bir Allah’a iman ve ibadet çağrısı yapıldığında inatla inkâra gidiyor, buna karşılık, O’na şirk koşulduğunda bunu içten kabulleniyorsunuz. Ama ne yaparsanız yapın, nihaî hüküm ve karar Mutlak Yüce, Mutlak Büyük olan Allah’a aittir.
12
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ
O ki, size (dış dünyada, bizzat kendi içinizde, eşya ve hadiselerde) âyetlerini (delil ve işaretlerini) göstermekte ve gökten sizin için rızık indirmektedir. Bütün bunlar üzerinde ancak Allah’a yönelecek temiz bir gönüle sahip olanlar düşünür ve onlardan ders alır.
13
فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Ama siz (ey mü’minler), kâfirler hoşlanmasalar da, dinini bütün yanlarıyla içten kabul ederek ve yalnız O’nun rızasını düşünerek Allah’a kulluk ve duada bulunun.
14
رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ
O gün onlar meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bu gün mülk kimindir? Tek ve kahhar olan Allah'ındır!
15
يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
O gün herkes, dünyada ne kazanmış (ne yapmış ve hanesine ne yazdırmış)sa onun karşılığını görür. O gün kimseye haksızlık yapılmaz. Muhakkak ki Allah, hesapları pek çabuk görendir.
16
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Onları yaklaşan o müthiş güne karşı uyar! O gün yürekler ağza gelir ve insanı boğacak gibi olur. Zalimler için ne bir dost bulunur, ne de sözüne itibar edilir bir şefaatçi.
17
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
Allah, gözlerdeki haince bakışları ve göğüslerin gizlediği her şeyi bilir.
18
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Allah, hak ve adaletle hüküm ve infaz eder. O’ndan başka ilâh deyip yalvardıkları ise, hiçbir hüküm veremez, hiçbir infazda bulunamaz. Allah ki, Semî‘ (her şeyi hakkıyla işiten)dir O, Basîr (her şeyi hakkıyla gören)dir.
19
وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟
Hiç yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, kendilerinden önce yaşayıp da (onlar gibi küfür ve şirkte direnenlerin) âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsün ve ibret alsınlar? Onlar, gerek kuvvet, gerekse toprağı işleyip, ülkeyi imar etme ve yeryüzünde daha çok iz ve eser bırakma yönünden kendilerinden daha ileride idiler. Ama Allah, günahları sebebiyle hepsini kıskıvrak yakalayıverdi ve onları Allah’a karşı koruyabilecek hiç kimse, hiçbir güç çıkmadı.
20
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Böyle oldu, çünkü kendilerine gönderilen rasûller onlara apaçık delillerle geldiler, fakat onlar o delilleri görmemede ve inkârda direttiler. Allah da hepsini kıskıvrak yakaladı ve cezalandırdı. O, mutlak kuvvet sahibidir, cezalandırması pek çetin olandır.
21
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Gerçek şu ki, Musa’yı (peygamberliğini ve Mesajımızı ispat eden) delillerimizle, mucizelerimizle ve apaçık bir yetki ile gönderdik,
22
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Firavun’a, Hâmân’a ve Karun’a. Ama onlar, “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancı!” dediler.
23
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
O, kendilerine katımızdan gerçeği getirmişti. Onlar ise, (gerçeğe ilmen ve alken karşı çıkamayınca,) “İman edip, Musa ile birlikte olanların oğullarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakıp (maksatlarınız istikametinde kullanın; Kıptilerle evlenmeye zorlayıp, iman edenlerin nüfusunu azaltın!)” emrini yaydılar. Ama kâfirlerin tuzakları, neticede boşa çıkmaya mahkûmdur.
24
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Firavun, “Bırakın beni, şu Musa’yı öldüreyim, o varsın Rabbisine yalvarsın. Ben gerçekten, O’nun dininizi değiştireceğinden veya ülkede bozgunculuk çıkaracağından endişe ediyorum.” dedi.
25
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ
Musa da dedi ki: “Ben, Hesap Günü’ne inanmayan her kibirli zorbadan benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.”
26
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟
Firavun hanedanına mensup olup, (onun en yakınları arasında yer alan,) fakat o ana kadar imanını gizlemiş bulunan yiğit bir mü’min, (en kritik noktada ortaya atıldı ve) “Ne o, bir insanı, hem de size Rabbinizden apaçık deliller getirmiş bulunduğu halde, sadece ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz?” dedi (ve şöyle devam etti): “Eğer o bir yalancı ise, yalanı zaten kendi aleyhinedir. Ama eğer doğruyu konuşan biri ise, en azından O’nun sizi kendileriyle tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecek demektir. Şurası bir gerçek ki Allah, haddi aşan, duygu, meleke ve kabiliyetlerini boşa sarfeden ve yalan söyleyip duran kim olursa olsun hidayet etmez, emeline ulaştırmaz.
27
وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ
“Ey benim halkım! Bugün hakimiyet sizde, şu topraklarda üstünlük elinizde. Ama yarın Allah’ın geri çevrilmesi mümkün olmayan zorlu azabı başımıza gelirse, söyler misiniz hangi kuvvet bize yardım edebilir?” Bu arada Firavun (devreye girip, savunmaya geçti ve) dedi: “Ben ancak doğru bildiğimi, yapılmasını gerekli gördüğümü size bildiriyor ve size tutulması gereken doğru yola gösteriyorum.”
28
يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ
İman etmiş bulunan zat devam etti: “Ey halkım! Gerçekten endişe ediyorum ki, daha önce yaşayıp da helâk edilmiş toplulukların başlarına gelen felâketlerin benzeri bir felâket sizin de başınıza gelebilir:
29
وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ
“Nuh kavminin, Âd halkının, Semûd halkının ve onlardan sonra gelen daha başka toplulukların başlarına gelen felâketlerin benzeri bir felâket. Ama (şunu iyi bilin ki), Allah asla kullarına zulmetmek dilemez.
30
مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ
“Ey halkım! Gerçekten ben sizin hakkınızda, birbirinizden (boşuna) imdat isteyeceğiniz ve birbirinize lânet okuyacağınız günden de endişe ediyorum.
31
وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ
“O gün, (Ateş karşısında) arkanızı dönüp kaçmaya yeltenirsiniz ama nafile! Sizi Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse bulunmaz. Evet, Allah kimi saptırırsa, artık ona yol gösteren olmaz.
32
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
“Daha önce Yusuf da size apaçık delillerle gelmişti; fakat O’nun size getirdiği gerçek hakkında bir türlü şüpheden kurtulamamıştınız. Ama nihayet vefat edince, ‘Artık Allah ondan sonra bir daha rasûl göndermez.’ dediniz. Allah, haddi aşan, kendisine verdiği kabiliyet ve melekeleri boşa harcayan ve boş mazeretlerle şüphe içinde bocalayıp duran kim olursa olsun, işte böyle şaşırtır.
33
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ
“Böyleleri, kendilerine ulaşmış hiçbir delil, verilmiş hiçbir yetki olmadığı halde, Allah’ın (kâinattaki, bizzat kendi içlerindeki ve Kitabındaki) âyetleri hakında ileri geri konuşur ve tartışırlar. Onların bu hareketleri, hem Allah nazarında, hem de iman edenler nazarında pek kötü, pek çirkin bir davranıştır. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”
34
اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
Firavun, Hâmân’a dedi: “Ey Hâmân! Benim için büyük bir kule inşa et; öyle ki, gerekli yol ve vasıtaları elde edebileyim:
35
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحاً لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ
“Gökleri tarassut yol ve vasıtalarını. Elde edebileyim de, bakarsın Musa’nın ilâhını görebilirim. Gerçi ben, onun bir yalancı olduğundan eminim ama, neyse!” Firavun’un kötü gidişatı kendisine işte böyle güzel görünüyor ve o, doğru yoldan hep uzak kalıyordu. Firavun’un bu tuzağı da hiçbir netice vermedi.
36
اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟
İman etmiş bulunan zat, devam etti: “Ey halkım! Bana uyun ki, size takip edilmesi gereken doğruluk yolunu göstereyim.
37
وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ
“Ey halkım! Bilin ki bu dünya hayatı, kısa ve değersiz bir geçimlikten ibarettir. Ama Âhiret’e gelince, orası asıl yerleşilecek ve sürekli kalınacak yurttur.
38
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
“Kim bir kötülük işlerse, ancak onun kadar cezalandırılır. Ama, erkek veya kadın, kim mü’min olarak doğru, yerinde, sağlam ve ıslaha yönelik bir iş yaparsa, bu kutlu zatlar Cennet’e girecekler ve orada her türden nimete hesapsız nail olacaklardır.
39
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Ey halkım! Bir düşünseniz, ben sizi kurtuluşa çağırırken, siz beni Ateş’e çağırıyorsunuz.
40
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ
“Beni Allah’ı inkâr etmeye ve elimde O’nun ortakları oldukları konusunda ilme dayalı hiçbir delil bulunmayan, bulunması da mümkün olmayan şeyleri (ilâh kabul etmeye, dolayısıyla) O’na ortak tanımaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte mutlak üstün ve galip), Ğaffâr (bağışlaması pek bol olan) Zât’a çağırıyorum.
41
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ
“Hiç kuşkusuz siz beni öyle bir şeye inanıp ibadet etmeye çağırıyorsunuz ki, onun için ne dünyada ne de Âhiret’te böyle bir çağrıda bulunmanın dayandığı tek bir gerekçe yoktur. Sonunda hepimizin varacağı yer hiç şüphesiz Allah’ın huzurudur ve yine hiç şüphesiz, haddi aşan ve Allah’ın kendilerine verdiği kabiliyet ve melekeleri boşa harcayanlar, evet onlar Ateş’in yârân ve yoldaşlarıdırlar.
42
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
“Bugün size söylediklerimi çok geçmeden hatırlayacak (ve bana hak vereceksiniz). Ben ise, tam bir teslimiyet içinde işimi Allah’a bırakıyorum. Allah, elbette kullarını çok iyi görmektedir.”
43
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ
Neticede Allah O’nu (Firavun ve yönetiminin) kurduğu tuzakların şerrinden korudu; buna karşılık, Firavun oligarşisini o en kötü azap kuşatıverdi.
44
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
(Yani) Ateş: Sabah ve akşam onun karşısına getirilir ve ona maruz bırakılırlar. Kıyamet’in kopup, hesapların görüldüğü gün de, “Bütün Firavun oligarşisini azabın en şiddetlisine atın!” (diye emredilir).
45
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Ateş’in içinde birbirleriyle tartışırlar ve dünyada iken zayıf (ve dolayısıyla körü körüne güçlülere tâbi olanlar), büyüklük ve hakimiyet iddiasıyla diğerlerini ezenlere, “Biz, sizin peşinizde bir topluluktuk. Şimdi, Ateş azabının hiç olmazsa bir kısmını bizden savabilir misiniz?” derler.
46
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
Büyüklük ve hakimiyet iddiasıyla diğerlerini ezenler ise şöyle cevap verirler: “Artık hep birlikte Ateş’in içindeyiz. Allah, kulları arasında hükmünü verdi (ve herkes, neyi hak ettiyse onu çekiyor. Artık yapacak bir şey yok).”
47
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ
Ateş’in içinde bulunanlar, bu defa Cehennem’in vazifeli meleklerine seslenir ve “Ne olur, bizim için Rabbinize yalvarın: Azabımızı bir günlüğüne olsun hafifletsin!” diye yakarırlar.
48
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ
(O melekler ise), “Size gönderilen rasûller apaçık delillerle gelmediler mi?” diye sorarlar. Onlar, “Evet!” diye cevap verir. Melekler, “Madem öyle, biz değil, siz kendiniz yakarın!” derler. Kâfirlerin yalvarıp yakarmaları, elbette sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
49
قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟
Muhakkak ki Biz, rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında da, şahitlerin şahitlik yapacakları günde de yardım ederiz.
50
اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ
O gün, zalimlere ileri sürecekleri mazeretlerin hiç biri fayda vermez. Onların hakkı, Allah’ın rahmetinden ebedî mahrumiyettir ve onları bekleyen, çok kötü bir yerleşme yeridir.
51
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Diğer taraftan Biz, Musa’ya yol gösterdik ve O’na hidayet rehber ve kaynağını verdik; (Ondan sonra da) İsrail Oğulları’nı Kitaba vâris kıldık:
52
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَۙ
Bir hidayet rehberi ve gerçek idrak sahipleri için bir öğüt, hatırlatma ve talimat kaynağı olan (Kitaba).
53
هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
(Allah’ın icraat–ı Sübhanîsi böyledir.) O halde sen sabret, çünkü Allah’ın (rasûllerine ve mü’minlerine yardım) sözü gerçektir. Günahların için Allah’tan bağışlanma dile ve ikindiakşam saatlerinde ve sabahleyin Rabbini hamd ile tesbih et.
54
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ
Kendilerine gelmiş hiçbir delil ve verilmiş hiçbir yetki olmaksızın Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanlar, içlerinde taşıdıkları ama hiçbir zaman ulaşamayacakları büyüklük ve üstünlük özentisi sebebiyle böyle yapmaktadırlar. Sen, (onların her türlü hile, desise ve tuzaklarından) Allah’a sığın. Hiç şüphesiz O, O’dur Semî’ (her şeyi hakkıyla işiten), Basîr (her şeyi hakkıyla bilen).
55
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Şurası muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir iştir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
56
لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Görmeyenle gören bir olmaz; iman edip, imanları istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlarla kötülüklere batmış bulunanlar da bir olmaz. Ne de az düşünüyor ve ders alıyorsunuz!
57
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ
Kıyamet mutlaka gelecektir; bunda asla şüphe yoktur. Ne var ki, insanların çoğu iman etmemektedir.
58
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Rabbiniz şöyle buyuruyor: “Bana dua edin, size cevap vereyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve rezil olarak Cehennem’e gireceklerdir.”
59
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟
Allah’tır ki, sizin için sükûnet bulup dinlenebilesiniz diye geceyi var etmiş, gündüzü de çalışabilesiniz diye aydınlık kılmıştır. Gerçekten Allah, insanlara karşı pek lütufkârdır; ne var ki, insanların çoğu şükretmezler.
60
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Budur Rabbiniz olan (sizi yaşatan, koruyan ve rızkınızı veren) Allah; her şeyin Yaratıcısı. O’ndan başka ilâh yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da başka başka yollara saptırılıyor, (ibadet için başka ilâhlar ediniyorsunuz)?!
61
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Allah’ın âyetleri karşısında bile bile ayak direyen ve onları inkâr edenlerdir ki, saptırılıyor (ve ibadet için başka ilâhlar ediniyorlar).
62
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Allah’tır ki, yeryüzünü sizin için bir yerleşme yeri, göğü de (onun üzerinde) bir kubbe yapmıştır. Ayrıca, sizi şekillendirmiş, hem de size en güzel, en uygun şekli ve yapıyı vermiştir; sizi helâl, temiz ve sağlıklı nimetlerle rızıklandırmaktadır. Rabbiniz olan Allah’tır bütün bunları yapan. Âlemlerin Rabbi Allah, gerçekten ne yüce, ne mübarek, ne büyük bereketler kaynağıdır!
63
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَـتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
O, ezelîebedî mutlak Hayat Sahibi’dir, yoktur O’ndan başka ilâh. Öyleyse, Din’i bütün yanlarıyla kabul ederek ve yalnızca O’nun rızasını dileyerek O’na ibadet edin, O’na yalvarın. Âlemlerin Rabbi Allah içindir bütün hamd.
64
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
De ki: “Allah’tan başka dua edip yalvardığınız her ne varsa, ben onlara ibadet etmekten men olundum. Bana Rabbimden (gerçeği bütünüyle ortaya koyan) apaçık deliller gelmiş bulunuyor ve, bütün varlığımla Âlemlerin Rabbi’ne teslim olmam emredildi bana.”
65
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
O’dur ki, sizi (her birinizin maddî yaratılış menşeiniz yine toprak olmak üzere, başlangıçta) topraktan, sonra (baba ve anneden gelen) birkaç damla sıvıdan, sonra rahim duvarına yapışan yapışkan bir maddeden yarattı; sonra sizi (annelerinizin karnından) bebek olarak dünyaya getirir, sonra da sizi güçlü–kuvvetli çağınıza eriştirir; ardından ihtiyarlık çağına ulaşacak kadar size ömür verir. Bununla birlikte, bu vetirede içinizden kimi vefat ettirilir. Hayatta bırakılanlar olarak, belirli bir vâdeye kadar yaşarsınız. Olur ki, düşünüp akleder ve gerekli dersi çıkarırsınız.
66
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخاًۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى مِنْ قَبْلُ وَلِتَبْلُغُٓوا اَجَلاً مُسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
O’dur hayatı da, ölümü de veren. Öyle ki, bir işin meydana gelmesine hükmettiğinde, sadece ona “Ol!” der, o da hemen oluverir (olma sürecine giriverir).
67
هُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۚ فَاِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟
Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri konuşup tartışanlara bakmaz mısın, nasıl da haktan yüz çeviriyorlar?!
68
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ اَنّٰى يُصْرَفُونَۚۛ
Kitabı ve rasûllerimizle gönderdiğimiz (daha başka) bütün gerçekleri yalanlıyorlar. Bileceklerdir onlar!
69
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَٓا اَرْسَلْنَا بِه۪ رُسُلَنَا۠ۛ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَۙ
(Bileceklerdir) boyunlarında demir halkalar, ayaklarında zincirlerle yüzdürüldükleri zaman,
70
اِذِ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُۜ يُسْحَبُونَۙ
Kaynar suda. Sonra da Ateş’te cayır cayır yakılacaklardır.
71
فِي الْحَم۪يمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَۚ
Bu arada sorulacaktır onlara: “Nerede (yardımlarını umarak) ilâh kabul edip, kendilerine ibadet ettikleriniz,
72
ثُمَّ ق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تُشْرِكُونَۙ
Allah’tan başka?” “Bizi bırakıp kayboluverdiler” der (ve ilâve ederler): “Gerçekte biz, bundan önce (dünyada iken) birer hiç olan şeylere tapmış ve yalvarmışız!” İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır, böyle saptırır.
73
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَلْ لَمْ نَكُنْ نَدْعُوا مِنْ قَبْلُ شَيْـٔاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ الْكَافِر۪ينَ
(Saptırmasının ve azaba mahkûm etmesinin sebebi) şudur ki, dünyada haram– helâl, hakhukuk demeden zevklere dalıp neşeleniyor ve taşkınlık yapıyordunuz.
74
ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَۚ
Şimdi, orada sonsuzca kalmak üzere girin Cehennem’in kapılarından içeri! Büyüklük taslayıp (gerçeğe karşı koyanların) yeri ne fenadır!
75
اُدْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
O halde (ey Rasûlüm), sabret! Hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Onlara va’ dettiklerimizin bir kısmını hayatında sana göstersek de, yahut seni vefat ettirip yanımıza alsak da, sonunda huzurumuza getirilecekler (ve anlattığımız acı netice ile karşılaşacaklardır).
76
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Senden önce de birçok rasûl gönderdik. Onların bazısından sana bahsettik, bazısından ise bahsetmedik. Hiçbir rasûl, Allah’ın izni olmadan bir mucize göstermez. Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve Allah’a şirk koşma gibi bâtıl yollar icat edenler ve hakkı iptale çalışanlar hüsrana uğrarlar.
77
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ۟
Allah’tır ki, bazılarını binek hayvanı olarak kullanabilesiniz diye sizin için ehlî büyükbaş hayvanlar var etti –onlardan yiyecek de elde edersiniz,
78
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۘ
Ve sizin için onlarda daha başka menfaatler de vardır– ve içinizde hissettiğiniz bir ihtiyacı onlarla gideresiniz diye. (Karada) onlarla ve (denizde) gemilerle seyahat eder, yüklerinizi taşırsınız.
79
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً ف۪ي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَۜ
Allah, (varlık, birlik ve kudretinin, Ulûhiyet ve Rububiyet’inin) apaçık delillerini size sürekli olarak göstermektedir. Böyle iken, Allah’a ait delillerden hangisini inkâr edebilirsiniz?
80
وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ۗ فَاَيَّ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُنْكِرُونَ
Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, onlardan önce yaşayıp da, (Allah’ın âyetlerini, O’na ait delilleri inkâr edenlerin) âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsün ve ibret alsınlar? Onlar, bunlardan sayıca daha üstün, gerek kuvvet, gerekse toprağı işleyip ülkeyi imar etme ve yeryüzünde daha çok iz ve eser bırakma yönünden daha ileride idiler. Ama bütün kazanç ve başarıları, (başlarında patlayan İlâhî ceza karşısında) kendilerine hiçbir fayda vermedi.
81
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Kendilerine gönderilen rasûller onlara apaçık delillerle geldiler. Ne var ki onlar, (dünya hayatı ve onu yaşamanın vasıtaları konusunda) sahip bulundukları bilgi ile şımarıp, (kendilerine yapılan İlâhî ceza tehdidiyle alay ettiler). Fakat alay konusu yaptıkları (ceza), onları çepeçevre kuşatıverdi.
82
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Başlarında patlayan çok şiddetli cezamızı görür görmez, “Sadece Allah’a inandık ve şu ana kadar O’na ortak tanıdığımız başka bütün varlıkları ise ret ve inkâr ettik!” diye çığrıştılar.
83
فَلَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِه۪ مُشْرِك۪ينَ
Ne var ki, ancak baskın gelen şiddetli cezamızı gördükleri zaman ikrar ettikleri bu iman kendilerine fayda vermedi. Allah’ın kulları hakkında geçerli âdet ve icraatı hep böyle olagelmiştir. Ve kâfirler, işte böyle bir durumda hüsrana uğradılar.
84
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined offset: 84

Filename: views/sure_view.php

Line Number: 347

Backtrace:

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/views/sure_view.php
Line: 347
Function: _error_handler

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/libraries/Template.php
Line: 222
Function: view

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/controllers/Sureler.php
Line: 83
Function: render

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/index.php
Line: 315
Function: require_once

85

Sureler

Mealler