Sureler
Mealler
Önceki
Nisâ Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Ey iman edenler, verdiğiniz sözlere bağlı kalın! Gerek Allah ile gerek insanlarla ve gerekse bizzat kendinizle yapmış olduğunuz antlaşmaları titizlikle yerine getirin! Sözleştiğiniz kişi kim olursa olsun, asla ahdinize ihanet etmeyin!

Aşağıdaki 3. ayette size bildirilecek durumlar hariç, yırtıcı olmayan kara hayvanlarının ve bütün deniz hayvanlarının eti size helâl kılınmıştır. [87] Ancak hac veya umre için ihramlı [88] olduğunuz sürece, karada avlanmanıza izin verilmemiştir. [89] Deniz, göl ve akarsularda yaşayan hayvanlara gelince, bunları ihramlı iken de avlamanızda bir sakınca yoktur.

Hiç kuşkusuz Allah, insanların arzu ve heveslerine göre değil, sonsuz ilim ve hikmetine uygun olarak, dilediği şekilde hüküm verir. Yaratma konusunda O'nun ortağı olmadığı gibi, hüküm verme konusunda da ortağı yoktur. O halde, haram ve helâl sınırlarını belirleme yetkisinin yalnızca Allah'a ait olduğunu bilmeli, sizi hem bu dünyada hem de âhirette kurtuluşa iletecek olan bu kurallara —bazen hoşunuza gitmese bile— uymalısınız.
2 Ey iman edenler! Allah'ın şiarlarına [90] ;

Mesela, insanlar tarafından savaşmanın yasak kabul edildiği haram aya [91] ,

Hacıların Kâbe'de kurban etmek üzere yanlarında getirdikleri kurbanlıklara, hatta o hayvanların kurbanlık olduğunun alâmeti olarak boyunlarına takılan gerdanlıklara,

Ve Rablerinin lütuf ve rızasını [92] kazanmak amacıyla Kâbe'yi ziyaret edenlere [93] saygısızca davranmayın! İçlerinde bir zamanlar sizi hac ibadetinden alıkoyan müşrikler bulunsa bile, hac kafilelerine saldırmaya, kurbanlık hayvanlarını ellerinden almaya kalkmayın. İslam tebliği kendilerine ulaşıncaya kadar, onların huzur ve güven içinde topraklarınızdan geçip Kâbe'yi ziyaret etmelerine izin verin. Çünkü sizler, yeryüzünde barış ve adaleti sağlamakla yükümlüsünüz ve Allah'a ibadeti simgeleyen sembollere —onu taşıyan bir kâfir bile olsa— saygı göstermelisiniz.

Evet, hac veya umreye niyet ederek ihrama girdikten sonra —deniz avı hariç— avlanmayın. Fakat hac ibadetlerini bitirip ihramdan çıktığınız zaman, Mekke ve Medine'deki yasak bölge dışında, hayvanların etinden, derisinden vs. faydalanmak veya zararlarından korunmak amacıyla avlanabilirsiniz. [94]

Vaktiyle sizi Kâbe ziyaretinden alıkoydukları için bir topluma karşı duyduğunuz öfke, sizi asla zulüm ve adaletsizliğe sevk etmesin! Geçmişten kaynaklanan intikam duygularıyla onlara saldırmaya, eziyet etmeye kalkmayın! İlâhî davet onlara açık ve net olarak ulaşıncaya kadar, Kâbe'yi haccetmelerine de engel olmayın.

İşte böylece, ahlâkî değerleri yeniden yücelterek iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işleme ve düşmanlıkları körükleme konusunda değil… İyilikleri yaygınlaştırıp kötülükleri engellemek, yeryüzünde zulüm ve haksızlığı ortadan kaldırmak ve İslâm'ın hedeflediği barış ve adalet sistemini her alanda egemen kılmak için kitleler hâlinde örgütlenerek zalimlere karşı ortak bir cephede birleşin.

Ve bütün bunları yaparken, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Şunu hiç unutmayın ki, Allah'ın cezalandırması çok çetindir.

Eti yenilmesi haram kılınan hayvanlara gelince:
3 Leş [95] , kan [96] , domuz eti [97] ve Allah'tan başkası adına kesilenler [98] size haram kılınmıştır.

Herhangi bir sebeple nefesi tıkanıp boğularak, ok, mızrak, kurşun, saçma ve benzeri av aletleri ile değil de odun, kaya gibi bir şeyle vurularak, yüksek bir yerden veya uçurumdan düşerek, başka bir hayvan tarafından ezilerek veya boynuzlanarak ve av için eğitilmiş olmayan aslan, kaplan, kurt, köpek, kartal gibi yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak öldürülen hayvanlar da leş kapsamındadır. Ancak onlardan, canları çıkmadan yetişip besmele çekerek boğazladıklarınız hariç. Onların etinden yiyebilirsiniz.

Ayrıca, eti yenen cinsten olsa ve kesilirken Allah'ın adı anılsa bile, putların önünde kesilen hayvanların etlerini yemeniz ve bu tarz bir kesim yapmanız da haramdır.

Bir de, fal oklarıyla kısmet aramanız [99] size haram kılınmıştır.

İşte, bütün bu haram kılınanlar, kişiyi ve toplumu doğru yoldan saptıran zararlı ve kötü işlerdir.

O hâlde, asıl savaşmanız gereken şey, din adına —veya dinsizlik adına— uydurulan hurafeler olacaktır. Zira:

Bugün kâfirler, dininizi yok edip sizi yeniden küfre çevirmekten ümitlerini tamamen kesmişlerdir. Öyleyse, onlardan korkup da hak uğrunda mücadeleyi bırakmayın; fakat benden gelecek azaptan ve benim sevgimi kaybetmekten korkun!

Bugün, kıyamete kadar hiçbir tadilat ve düzeltmeye ihtiyaç bırakmayacak mükemmel bir inanç ve ahlak sistemi ortaya koyarak ve bütün çağlara, kültürlere ve toplumlara uyarlanabilecek temel prensipler belirleyerek dininizi kemale erdirdim, böylece size vadettiğim nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak, bir tek Allah'a kulluk etme esasına dayanan ve bütün Peygamberlerin bir sancak gibi elden ele taşıyarak insanlığa tebliği ettikleri inanç sistemi olan İslâm'ı seçip beğendim.

O hâlde, bu ilâhî kanunlara sımsıkı sarılın ve size yasaklanan her şeyden uzak durun! Ancak:

Her kim bir hastalık, zorlanma veya ciddî bir açlıktan dolayı çaresiz kalır da, günaha istekle yönelmeksizin bunlardan yemeye mecbur kalırsa, —zaruret miktarını aşmamak ve başkasının hayatını tehlikeye düşürmemek şartıyla— günahı bağışlanacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Buraya kadar haram olanlar sayıldı. Helallere gelince:
4 Ey Peygamber! Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: "Faydalı, temiz ve güzel olan her şey size helâl kılınmıştır. Pis ve zararlı olanlar da haramdır."

Allah'ın size bahşettiği bilgi ve yetenek sayesinde eğitip yetiştirdiğiniz av köpeği, tazı, atmaca ve benzeri av hayvanlarının sizin için yakaladığı helâl cinsten hayvanların etinden de yiyebilirsiniz. Yeter ki, onları avın üzerine salarken "Bismillah!" diyerek Allah'ın adını anın. Ava başlarken çektiğiniz besmele de bunun için yeterlidir. Gönderdiğiniz hayvan avı öldürmüş bile olsa, bu av leş sayılmaz, helâldir. Av henüz canlıysa, onu besmele çekerek boğazlamalısınız.

Bütün bunları yaparken, Allah'tan gelen emirleri uygulamakta son derece dikkatli davranın ve O'na karşı gelmekten titizlikle sakının! Unutmayın ki, Allah yeri ve zamanı geldiğinde hesabı çabuk görendir.
5 Evet! Bugün, temiz ve güzel olan her şey size helâl kılınmıştır. Daha önce kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanların yiyecekleri de size helâldir. Onların, Allah'ın adını anarak kesmiş oldukları eti helâl olan hayvanlardan ve ürettikleri bütün temiz ve helâl yiyeceklerden yiyebilirsiniz. Aynı şekilde, sizin yiyecekleriniz de onlara ve diğer bütün insanlara helâldir. Dolayısıyla, yiyeceklerinizden onlara ikram edebilir yahut satabilirsiniz. Allah'a ve âhiret gününe inanmayan veya Allah'a ortak koşan kimselere gelince, onların ürettikleri meşru yiyecekler helâl olmakla birlikte, kestikleri hayvan yenmez.

Ayrıca, gerek Müslümanlardan, gerekse sizden önce Kitap verilen Hristiyan ve Yahudilerden Allah'ın varlığına ve birliğe inanan, ahlâklı, terbiyeli ve namuslu kadınlar da, —iffetinizi korumanız; yani onlarla evlilik dışı ilişkilere tevessül etmemeniz ve metres hayatı yaşamamanız şartıyla— evlilik bedeli olan mehirlerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmeniz size helâldir. Fakat Müslüman bir kadın, Yahudi veya Hristiyan bir erkekle evlenmemelidir. Zira Müslüman bir kadının gayrimüslim bir aile ortamında inancını muhafaza etmesi ve çocuklarını İslâm'a göre yetiştirmesi çok zordur.

Bu ayetlerin ortaya koyduğu prensiplere uymak, sizin imanınızın bir gereğidir. Unutmayın ki:

Her kim Allah'ın hükümlerini reddederek iman edilmesi gereken ilke ve kuralları inkâr ederse, bütün yaptıkları iyilikler boşa gidecek ve âhirette de o, kesinlikle hüsrana uğrayacaktır!

İmanın en temel prensibi namaz, namazın ön şartı da abdesttir:
6 Ey iman edenler! Namaz kılmak istediğiniz zaman, eğer abdestli değilseniz, ellerinizi, yüzünüzü ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, sonra başınızı ıslak elle sıvazlayarak mesh edin ve bileklere kadar ayaklarınızı yıkayın. Fakat abdestli iken ayağınıza mest veya mest gibi kalın çorap giymişseniz, abdest alırken onları ıslak elle sıvazlayarak mesh etmeniz de ayak yıkama yerine geçer. Ancak bunun için, abdest bozduktan sonra mesti ayağınızdan çıkarmamış olmanız gerekir. Mest çıkarıldığı veya meshin süresi dolduğu zaman, mestin hükmü iptal olur ve ayağı yıkamak gerekir. Bu şekilde meshin süresi mukim iken en çok bir gün, yolculukta ise üç gündür.

Eğer cinsel ilişki veya şehvetle meni boşalması sebebiyle boy abdesti gerektiren bir durumda, yani cünüp iseniz, namaz kılmak, Kur'an okumak ve Kâbe'yi tavaf etmek için tepeden tırnağa yıkanıp guslederek tamamen temizlenmelisiniz. Ayrıca, ay hâli görmekte olan kadınlar da namaz kılmak ve Kâbe'yi tavaf etmek için hayızdan sonra temizlenip boy abdesti almalıdırlar.

Ama eğer hasta veya yolculuk hâlinde iken abdest almanız veya gusletmeniz gerektiği hâlde, buna imkân bulamamış iseniz yahut hasta veya yolcu değilken tuvalet ihtiyacınızı gidermiş veya bir kadınla aşırı derecede şehvet uyandıracak şekilde temasta bulunmuş olur da, abdest alacak veya yıkanacak su bulamazsanız ya da bulduğunuz suyu kullanmanıza bir engel varsa, o zaman şöyle teyemmüm alın; temiz bir toprak veya taş, kireç, kum ve benzeri toprak cinsinden bir madde bulun ve ellerinizi ona hafifçe sürüp çırptıktan sonra, onu yüzünüze ve ellerinize kollarınıza sürün. Bu da namaz öncesi bir ön hazırlık olarak, abdest veya gusül (boy abdesti) yerine geçer.

Bütün bunları bir zorluk, bir meşakkat sanmayın:

Allah, bu emirleri vermekle sizi sıkıntıya sokmak istemez, ancak sizi maddî ve manevî kirlerden arındırıp tertemiz kılmak ve size vermiş olduğu iman, sağlık, güzellik gibi nimetlerini tamamlamak ister ki, böylece şükredesiniz. Bunun için:
7 Allah'ın size bahşettiği bunca nimetleri ve İslâm'ı kabul ettiğiniz sırada sizden almış olduğu sözü hatırlayın: Hani Peygamber'e bağlılık yemini verirken, "İşittik ve itaat ettik!" diye Allah'a söz vermiştiniz. O hâlde, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda yaşayarak kötülüklerden titizlikle sakının! Unutmayın; Allah, kalplerin içindeki bütün gizli niyet ve düşünceleri bilmektedir.

Kötülüklerden sakınmak için uymanız gereken en önemli kural şudur:
8 Ey iman edenler! Allah için gerçeğe şahitlik ederek adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun! Bir kişi veya topluma karşı duyduğunuz öfke, onlarla ilgili vereceğiniz kararlarda sizi adaletsizliğe sevk etmesin! Siz her zaman, herkese karşı adil davranın! Çünkü Allah'ın sevgisini kazanmak, yani iyilik ve takvaya ulaşmak için en uygun olan davranış, düşmanlarınıza karşı bile olsa adaletten zerre kadar ayrılmamaktır.

 O hâlde, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek, kötülüklerden titizlikle sakının! İyi bilin ki Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.

Adaletli davranmanız, başkalarından çok size fayda verecektir:
9 Allah, iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara söz vermiştir: Onlar için bağışlanma ve muhteşem bir ödül vardır: Cennet!
10 Hakikati inkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem halkıdır ve sonsuza dek orada kalacaklardır!

Allah'ın müminlere vaadi, yalnızca âhirete yönelik de değildir:
11 Ey iman edenler! Allah'ın size bahşettiği nimetini hatırlayın: Hani siz zayıf ve çaresiz durumdayken, düşmanlarınızdan bir grup size fenalık etmek istemişti de, Allah sizi onların şerrinden korumuştu. Bu nimetin devam etmesini istiyorsanız, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Ve inananlar başkasına değil, yalnızca Allah'a güvensinler.

Bakın, Allah'a güvenen bir toplumun ne büyük lütuflara nail olacağını, O'na tevekkül etmeyip ahdini bozan bir toplumun da başına neler geleceğini görmek için şu iki örneği dikkatle dinleyin:
12 Allah, İsrailoğulları arasından on iki önder seçmiş ve onlardan söz almıştı.

Allah onlara demişti ki:

"Gerçek şu ki, ben tüm kudret ve azametimle zalimlerin karşısında, sizin yanınızdayım! Fakat bunun için yapmanız gereken şeyler var: Eğer namazı güzelce kılar, zekâtı verirseniz; bütün elçilerime iman eder, görevlerinde onlara yardımcı olur ve mükâfatını âhirette almak üzere malınızdan, canınızdan fedakârlık ederek Allah'a güzel bir borç verirseniz, ben de bireysel ve toplumsal hayatınızda her türlü zulmü, haksızlığı, kötülüğü yok ederek günahlarınızı sileceğim ve âhirette sizleri, içinden ırmaklar çağıldayan cennet bahçelerine yerleştireceğim!"

"Artık içinizden her kim, bütün bunlardan sonra nankörce davranıp inkâr edecek olursa, kurtuluşa erme fırsatını yakalamışken göz göre göre doğru yoldan sapmış demektir!"
13 Fakat İsrailoğulları, ilâhî nimeti ellerinin tersiyle iterek davayı terk ettiler. Biz de, sözlerinden döndükleri için onları rahmetimizden uzaklaştırarak lânetledik ve ilâhî yasalar gereğince, hakikati idrak etme yeteneklerini körelterek kalplerini katılaştırdık.

Öyle ki, onlar kelimeleri yerinden oynatıp anlamlarını değiştirirler. Yani Yahudi din adamları, Tevrat ayetlerini yorumlarken sözleri asıl bağlamından kopararak kasten çarpıtırlar. Bu yüzdendir ki, Peygamberler tarafından kendilerine sıkı sıkıya tembih edilen öğütlerden birçoğunu göz ardı ederek unutmuşlardır.

İçlerinden pek azı hariç, onların sürekli ihanet içerisinde olduklarını görürsün.

Ey İslâm davetçisi! Sen her şeye rağmen onları bağışla, kaba ve kırıcı olma. Onları rencide etmeden, tatlı dille ve hikmetli sözlerle Rabb'inin yoluna çağırmaya devam et. Onların densizliklerine de şimdilik sabret. Hiç kuşkusuz Allah, güzel davrananları sever.
14 Hz. İsa'nın tebliğ ettiği inanç sistemini değiştirip tanınmaz hâle getiren ve buna rağmen, "Biz İsa Mesih'in yolundan giden Hristiyanlarız!" diyenlerden de buna benzer bir söz almıştık. Ne var ki, onlar da kendilerine tembih edilen öğütlerden birçoğunu göz ardı ettiler.

Bu yüzden onların arasına, ta Kıyamet Günü'ne kadar sürecek bir kin ve düşmanlık soktuk. Zaman zaman Müslümanları yok etme dürtüsüyle bir araya gelseler bile, çok geçmeden birbirlerine düşüp parçalanacaklar. Ama sonunda:

Allah, yaptıkları her şeyi onlara Mahşer Günü haber verecektir.

O hâlde, ilâhî kurtuluş reçetesine kulak verin:
15 Ey Tevrat'a ve İncil'e inandığını iddia eden Kitap Ehli! İşte size, elinizdeki Kitapta bulunan, fakat sizin yüzyıllardan beri halktan gizleyip durduğunuz birçok hükümleri size açıkça bildiren, bir kısmını da gerekli görmediği için yüzünüze vurmayıp affeden Son Elçimiz Muhammed, nihayet gelmiş bulunuyor!

Evet, Allah'tan size aydınlatıcı bir nur ve apaçık bir Kitap olan Kur'an-ı Kerim gelmiş bulunuyor!
16 Allah bu Kitap sayesinde, hoşnutluğunu kazanmak isteyenleri barış, esenlik ve kurtuluş yollarına ulaştıracak, inayet ve izniyle onları inkâr ve cehalet karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkaracak ve dosdoğru cennete götüren bir yola iletecektir.

İlâhî rehberlikten yüz çevirenler ise, cehalet bataklığında bocalayıp duracaklar. İşte bunun bir örneği olarak, bir insana —Peygamber bile olsa— gereğinden fazla sevgi besleyip onu aşırı derecede yüceltmenin, dindar bir toplumu bile nasıl yoldan çıkardığına ibretle bakın:
17 "Allah, Meryem oğlu İsa Mesih'tir!" diyenler, hem Allah'ı, hem de kulu ve elçisi olan İsa'yı inkâr ederek kesinlikle kâfir olmuşlardır!

Onlara de ki:

"Şayet Allah, Meryem oğlu İsa Mesih'i, annesini ve hatta bütün yeryüzündekileri yok etmek isteseydi, kim O'na engel olabilirdi?"

Öyle ya, göklerin, yerin ve onlar arasında bulunan her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. O, dilediğini dilediği şekilde; ister sizi yarattığı gibi bir ana babadan, ister İsa'da olduğu gibi babasız, isterse de Âdem gibi annesiz ve babasız yaratır. Hiç kuşku yok ki, Allah'ın her şeye gücü yeter.

Fakat onlar tövbe edip uslanacakları yerde, bakın neler söylüyorlar:
18 Yahudiler ve Hristiyanlar, "Bizler Allah'ın oğulları ve sevgili kullarıyız. Dolayısıyla, her ne yaparsak yapalım, Son Elçiyi inkâr etsek bile, kesinlikle cennete gireceğiz!" diyorlar.

Onlara de ki: "Öyleyse Allah, sizi günahlarınızdan dolayı niçin cezalandırıyor? Kutsal kitabınızın bildirdiğine göre nice belâ ve musibetlere uğrayanlar sizler değil misiniz? Baba oğluna, sevgili sevgiliye böyle azap eder mi? Hayır, siz de Allah'ın yarattığı diğer insanlardan hiç bir ayrıcalığı olmayan sıradan insanlarsınız.

Gerçek şu ki, Allah lâyık gördüğünü bağışlar, müstahak gördüğünü de cezalandırır. Ve bunu, mutlak adalet ve hikmet ölçülerine göre yapar. İlâhî lütfa nail olmak isteyen ve bu yolda gereken çabayı harcayan her kuluna —hangi ırka, hangi topluma ve hangi cemaate mensup olursa olsun— rahmet kapılarını sonuna kadar açar. Zulüm ve haksızlığı tercih edenleri ise, Peygamber torunları bile olsalar cezalandırır.

Unutmayın ki, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak hükümranlığı Allah'a aittir ve dönüş ancak O'nadır. Hepiniz dönüp dolaşıp, eninde sonunda O'nun huzuruna varacaksınız.
19 Ey Tevrat'a ve İncil'e bağlı olduklarını iddia eden Kitap Ehli! Hiçbir Peygamberin gönderilmediği ve ilâhî vahyin bozulup unutulmaya yüz tuttuğu uzun bir aradan sonra, işte size hakikati açık ve net olarak bildiren Elçimiz Muhammed geldi. Allah size Son Elçi'yi gönderdi ki, yarın mahşer gününde hesaba çekilirken:

"Bize herhangi bir müjdeci veya uyarıcı gelmemişti, önceki kitaplar ise zaten bozulmuştu. Bu yüzden hakikati bilemezdik!" demeyesiniz. Artık böyle bir mazeretiniz kalmadı. İşte size ilâhî nimetleri muştulayan bir müjdeleyici, hak ve hakikati tüm açıklığıyla ortaya koyan bir uyarıcı gelmiş bulunuyor!

O hâlde, hakikatin sesine kulak vermeli ve şu anlamsız inadı bırakarak Son Elçiye ve Kur'an'a iman etmelisiniz. Aksi hâlde, bir zamanlar sizi insanlığın önderleri yaparak yücelten Allah, inkârınızdan dolayı zillet ve perişanlığa mahkûm edecektir. Zira Allah, dilediği her şeyi yapmaya kadirdir.

Bakın, geçmişte yaşananlar bu güne nasıl ışık tutuyor:
20 Hani bir zamanlar Musa, halkına demişti ki:

"Ey halkım! Allah'ın size geçmişte lütfedip bahşettiği nimetleri bir düşünün; hani aranızdan Peygamberler çıkarmış, sizi özellikle Yusuf Peygamber zamanında yöneticiler ve hükümdarlar yapmış ve dünyada başka hiç kimseye vermediği dünya ve ahiret nimetlerini sizlere bahşetmişti. İşte, bugün yine bu nimetlere sahip olabilirsiniz."
21 "O hâlde, ey halkım! Allah'ın size vatan olarak vadettiği Filistin diyarındaki şu kutsal topraklara girin ve O'nun yardımıyla orayı fethedin! Sakın arkanızı dönüp kaçmayın, yoksa dünyada da âhirette de hüsrana uğrarsınız!"
22 Ama onlar, "Ey Musa!" demişlerdi, "Sen de biliyorsun ki, orada son derece zorba ve acımasız bir halk var! Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla girmeyeceğiz! Ne zaman onlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, ancak o zaman oraya gireriz!"
23 Bunun üzerine, Rab'lerinin azabından korkan ve Allah'ın iman ve ilim vererek nimet bahşettiği iki adam kahramanca ileri atılıp dediler ki:

"Arkadaşlar! İnkârcılar silah ve sayı bakımından bizden güçlü görünseler de, göğüs göğse çarpışmada asla karşımızda duramazlar. Çünkü Allah bizimle beraberdir. O hâlde, düşmana tam cepheden hücum edin ve hiç beklemedikleri noktadan, şehrin ana giriş kapısından saldırarak onların üzerine kapıdan girin. Size düşen görev bu kadar. Bunu yaptınız, kapıdan girdiniz mi, korkmayın. Artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer gerçekten inanmış iseniz, Allah'a güvenin!"
24 Ama onlar hâlâ direterek, "Ey Musa, onlar orada bulundukları sürece, biz o şehre asla girmeyeceğiz. Fakat ille de istiyorsan, sen ve Rabb'in gidin ve onlarla kendiniz savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz!" dediler.
25 Bu küstahça davranış karşısında Musa, üzüntü ve çaresizlik içinde "Ey Rabb'im, görüyorsun ki, benim kendimden ve kardeşimden başka hiç kimseye sözüm geçmiyor! O hâlde, şu isyankâr insanlarla yollarımızı ayır ya Rab!" diye yalvardı.
26 Bunun üzerine Allah Musa'ya, "Öyleyse, kırk yıl boyunca o topraklara girmek onlara yasaklanmıştır. Bu süre içinde çöllerde şaşkın şaşkın dolaşıp duracaklar! Artık yoldan çıkmış toplum için kendini üzme!" buyurdu.
27 Ey Muhammed! Onlara, yani kibir ve azgınlıkları yüzünden Allah'ın Elçisini öldürmek için fırsat kollayan Yahudilere ve masum bir cana kıymayı göze alan bütün zalimlere, Âdem'in Hâbil ve Kâbil adındaki iki oğlu arasında geçen şu ibret verici öyküyü hak ile, yani hak ve hakikati ortaya koymak üzere anlat: Hani onlar, Allah'a birer kurban sunmuşlardı. Biri kurban kesmek, diğeri yetiştirdiği mahsullerden vermek üzere adakta bulunmuşlardı. Fakat birinin kurbanı kabul edilmiş, diğerininki ise geri çevrilmişti. Zira Hâbil en değerli hayvanlarından birini kurban olarak sunarken, kardeşi Kâbil, çürük ve döküntü ürünleri vermeye kalkmıştı.

Bunun üzerine Kâbil, kıskançlık ve öfkeye kapılarak kardeşine, "Seni mutlaka öldüreceğim!" dedi. Hâbil şöyle cevap verdi: "Senin kurbanının kabul edilmeme sebebi ben değilim ki, beni suçluyorsun. Asıl suçu kendinde aramalısın. Çünkü Allah, kalbi kötülükle dolu olduğu hâlde, gösteriş amacıyla ibadet edenlerin değil, ancak dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek çirkin davranışlardan uzak durmaya çalışan takva sahiplerinin sunduğu kurbanı kabul eder."
28 "Sen beni öldürmek için bana el kaldırsan bile, ben tüm gücümle kendimi savunmakla beraber, seni öldürmek amacıyla sana el kaldıracak değilim! Ben seni öldürmek değil, aksine diriltmek isterim. Çünkü ben, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım!"
29 "Bununla birlikte, eğer beni öldürecek olursan dileğim odur ki, hem benim öldürülme günahımı hem de kendi günahını yüklenip cehennem halkından olasın! İşte, zalimlerin cezası budur! O hâlde kardeşim, gel bu zulümden vazgeç!"
30 Ama bütün bu uyarılara rağmen, Kâbil'in gözünü kör eden kıskançlık, ihtiras ve bencillik duyguları, onu tahrik ederek kardeşini öldürmeye sevk etti ve sonunda onu öldürdü de. Böylece, dünya ve âhirette en büyük zarar ve hüsrana uğrayanlardan oldu!
31 İlkönce, cesedi ne yapacağını bilemedi. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kâbil, hayvancağızın ölü bir kargayı toprağa gömdüğünü görünce, "Vah, yazıklar olsun bana!" dedi, "Ben şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemeyecek kadar aciz miyim?" O anda ne kadar aciz, ne kadar zavallı bir durumda olduğunu anladı. Derken, kalbinde bir burukluk hissetti ve büyük bir pişmanlık duydu. Ama artık iş işten geçmişti.
32 İşte bunun için, İsrailoğulları'na ve dolayısıyla size şöyle emrettik: "Her kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde yol kesme, eşkıyalık, ırza tecavüz ve benzeri fesat çıkarmamış bir insanı haksız yere öldürecek olursa, adeta bütün insanlığı öldürmüştür. Kim de cinayeti engelleyerek bir hayat kurtarırsa, adeta bütün insanlığı kurtarmıştır."

Ama İsrailoğulları, öğüt ve uyarıları dinlemedi. Elçilerimiz onlara, hakikati ortaya koyan nice mucizeler ve apaçık belgeler getirmiş olmalarına rağmen, yine de içlerinden birçokları, yeryüzünde azgınlık etmekten ve cinayet işlemekten bir türlü vazgeçmediler.

Öğüt ve uyarılarla uslanmayan bu gibi azgınları, ancak cezalarla durdurabilirsiniz:
33 Allah'a ve dolayısıyla, Elçisine ve Müslümanlara karşı topyekûn savaş açanların ve terör, soygunculuk, yol kesme, adam kaçırma, ırza tecavüz gibi suçlar işleyerek yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, işledikleri suçun büyüklüğüne göre şöyledir: Eğer bunlar sadece adam öldürmüş veya ırza tecavüz etmişlerse, en az acı çekecekleri şekilde öldürülmek, hem adam öldürmüş, hem de mala veya ırza tecavüz etmişlerse, ibret için halka teşhir edilmek üzere asılarak idam edilmek, eğer adam öldürmemişler, sadece yol kesip mal almışlarsa el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, bunlardan hiçbirini yapmayıp, sadece terör havası estirerek insanları tehdit edip korkutmuşlarsa, hapse atılmak veya sürgüne gönderilmektir.

Bu, onlara bu dünyada peşinen verilen bir rezilliktir. Öteki dünyada ise, onları çok daha büyük bir azap beklemektedir.
34 Ancak, siz onları ele geçirmeden önce pişmanlık duyup tövbe eden ve kendiliklerinden teslim olanlar bunun dışındadır. Bunlar, kul haklarıyla ilgili bir suç işlememişlerse, İslâm devletine karşı işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılmazlar. Bilin ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Ancak böyle kendiliğinden teslim olan bir suçlu, şahıslara karşı işlemiş olduğu suçun cezasını çekmek zorundadır. Sözgelimi, adam öldürmüş veya ırza geçmiş ise öldürülür, mal gasp etmiş veya mala zarar vermiş ise tazminatını öder, masum insanları yaralamış veya dayak atmış ise aynen kısas uygulanarak cezasını çeker.

İşte hem bu suçların kökünü kazımak, hem de dünya ve âhirette saadete ulaşmak için:
35 Ey iman edenler! Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek, her türlü kötülükten titizlikle sakının ve yaptığınız iyiliklerle yetinmeyerek, sizi O'na yaklaştıracak daha güzel ve yararlı davranışlar ortaya koymaya çalışın! Bunun için, karşınıza çıkacak her fırsatı, her imkânı ganimet bilin! O'nun sevgisini kazanmak için türlü sebepler, vesileler arayın ve O'nun yolunda malınızla ve canınızla mücadele ve cihâd edin ki, dünyada ve âhirette kurtuluşa erebilesiniz! Bunun için asıl yatırımı âhirete yapmalı, dünyanın gelip geçici güzelliklerine kapılıp da, sizi bekleyen gerçek hayatı ihmal etmemelisiniz:
36 Bu dünyanın gelip geçici nimetlerine tamah ederek bütün insanî ve ahlâkî değerleri reddeden, böylece, bu değerlerin asıl kaynağı ve varlık sebebi olan ilâhî mesajı inkâr eden o zalimler, Diriliş Günü azaptan kurtulmak için yeryüzündeki bütün nimetleri ve bir o kadarını fidye olarak verseler bile, bu onlardan asla kabul edilmeyecektir. Onların hakkı, can yakıcı bir azaptır!
37 Cehenneme atıldıklarında, can havliyle ateşten çıkmak isteyecekler, fakat oradan asla çıkamayacaklar. Çünkü onların hakkı, sürekli bir azaptır!

İşte, hem sizi bu korkunç azaptan kurtaracak, hem de mal ve can güvenliğinizi garanti altına alacak güzel bir vesile:
38 Ey iman edenler! Hırsızlık edenlerin —ister erkek ister kadın olsun— işledikleri bu çirkin suça karşılık Allah tarafından ibret verici ve caydırıcı bir ceza olarak sağ ellerini bilekten kesin! Açgözlülük ederek başkasının hakkına saldıran soyguncuları, hırsızları ancak bu şekilde caydırabilirsiniz. O hâlde, sakın bu hükmü uygulama konusunda zalimlere acımanız tutmasın. Unutmayın ki, Allah hem sizden çok daha merhametli ve adildir, hem de sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.

Ancak, bu tür ağır cezaların uygulanabilmesi için;

İslâmî eğitim sürecinin tüm aşamalarından geçmiş, sosyal adalet ve refahın tam olarak sağlandığı bir toplumda,

Aklı başında ve ergenlik çağına girmiş bir yükümlünün,

Aşırı yoksulluk, delilik, hastalık gibi geçerli bir mazereti olmaksızın,

Belirli bir miktarın üzerindeki malı,

Muhafaza edildiği yerden,

Gizlice çaldığı,

Kesin olarak ispatlanmış olmalıdır.

Bu şartlardan biri veya birkaçı bulunmadığı takdirde, hırsıza el kesme cezasından daha küçük bir ceza verilir.
39 Ama kim yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder de, gücü yettiğince hatasını telâfi etmeye çalışır ve hayatında tertemiz bir sayfa açarak kendisini düzeltirse, elbette Allah onun tövbesini kabul edecektir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Yakalanmadan önce kendiliğinden teslim olan hırsıza el kesme cezası verilmez. Yakalandıktan sonra tövbe eden hırsıza gelince; Allah katında günahı bağışlansa bile, mahkemenin vereceği cezadan kurtulamaz. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse, onun gerçekten tövbe edip etmediğini ve tövbesinde samimî olup olmadığını bilemez.

Ey insanoğlu! Yüce Rabb'inin ilim, hikmet ve adaletine güven:
40 Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir? O lâyık gördüğünü cezalandırır, müstahak gördüğünü de bağışlar. Bunu da, mutlak adalet ve hikmet ölçülerine göre yapar. Zulüm ve haksızlık yapanları cezalandırır, iman edip güzel ve yararlı davranış gösterenleri ise ödüllendirir. Unutma ki, Allah her şeye kâdirdir.

Bunun için, zalimlere karşı mücadeleye devam et:
41 Ey şanlı Peygamber! Kalben inanmadıkları hâlde sırf sizi kandırmak için ağızlarıyla "Biz de inanıyoruz!" diyen —fakat ortaya koydukları hayat tarzıyla İslâm'ı inkâr eden— ikiyüzlülerden ve onlara akıl hocalığı yapan Yahudilerden Allah'ın ayetlerini inkâr etmekte birbirleriyle âdeta yarışa girenlerin yaptıkları, sakın seni üzüp de ümitsizliğe ve yılgınlığa düşürmesin!

Onlar doğru söze tahammül edemezken, her türlü yalana kulak verirler. Sana değer vermedikleri için yanına gelmeye bile tenezzül etmeyen diğer kâfirlerin görüşlerini dikkate alır, onların sözlerini dinler ve onlar adına casusluk faaliyeti yürütürler.

Verdikleri söze bağlı kalmaz, kelimeleri eğip bükerek işlerine gelecek şekilde yorumlarlar. Ayrıca, Kutsal Kitaptaki sözlerin anlamlarını kasten çarpıtarak değiştirirler.

Kur'an'ın hakemliğine başvurmak isteyenlere, "Size şu hüküm verilirse onu kabul edin, arzu ve beklentilerinize uygun bir fetva verilmezse uzak durun!" diye tembih ederler.

Ve bu davranışlarının doğal sonucu olarak, cezayı hak etmiş olurlar: Allah kimi cezaya müstahak görmüşse, artık onun kurtulması için Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın.

İşte bunlar, kalplerini Allah'ın arındırmaya layık görmediği kimselerdir. Onların hakkı bu dünyada zillet ve alçaklık, ahirette ise büyük bir azaptır!
42 Onlar doğru sözden hoşlanmaz, her türlü yalana kulak verirler. Haram yemeye de pek düşkündürler. Eğer bu tür insanlar, aralarında hakemlik etmen için sana gelirlerse serbestsin; ister aralarında hüküm ver, ister onları kendi başlarına bırak. Eğer haklarında hükmetmekten kaçınarak onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Yani bu yüzden günaha girmiş olmazsın.

Fakat aralarında hükmedeceğin zaman, adaletle hüküm ver! Kuşkusuz Allah, adil davrananları sever.

Gerçi bu Yahudiler, hiçbir zaman Allah'ın hükmüne boyun eğmeye yanaşmazlar:
43 İçinde Allah'ın hükümleri bulunan Tevrat ellerinde dururken, nasıl oluyor da, kendi ırkları dışında bir Peygamber kabul etmedikleri hâlde, arzularına uygun bir fetva vermeni umarak senin hükmüne başvuruyorlar, sonra hem Kur'an'ın hem Tevrat'ın ortak hükmü olan kararından yüz çeviriyorlar? Aslında bunlar, kendi kitapları olan Tevrat'a dahi inanmıyorlar!

Tevrat, her ne kadar Yahudiler tarafından tahrifata uğramış ve bazı bölümleri değiştirilmiş olsa da, aslen hak olan bir kitaptır:
44 Gerçek şu ki, içinde hikmet dolu öğütler, hidayet ve aydınlatıcı nur bulunan Tevrat'ı biz indirdik. Nitekim Musa'dan sonra gönderilen ve Allah'a içtenlikle boyun eğmiş olan Peygamberler, Yahudiler arasında onunla hükmederlerdi. Ayrıca, kendilerini Allah'a adamış olan adil yöneticiler, yani Rabbanîler ve âlimler de ona göre hüküm verirlerdi. Çünkü onlar, Allah'ın kitabını öğrenmek, öğretmek ve uygulamak suretiyle koruyup gözetmekle görevliydiler ve tüm hâl ve hareketleriyle onun hak bir kitap olduğuna tanıklık eden hakikat şahitleri idiler.

Öyleyse insanlardan değil, yalnızca benden korkun! Benim gerek Tevrat, gerek İncil ve gerekse Kur'an'daki ayetlerimi, —özellikle de Son Elçiyi müjdeleyen Tevrat ayetlerini— servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değişmeyin! Unutmayın ki, her kim Allah'ın egemenlik yetkisini reddederek O'nun indirdikleriyle hükmetmez ve doğruyu eğriyi, iyiyi kötüyü belirleme konusunda ilâhî ölçüleri kendisine rehber edinmez ise, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir!
45 Biz Yahudiler için —ve dolayısıyla sizin için de— cinayet ve yaralamalarla ilgili olarak Tevrat'ta şu hükümleri yazdık: Cana karşılık can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve diğer yaralamalarda benzer şekilde kısas yapılacaktır. Ancak kim suçluyu affedip kısas hakkından vazgeçerse, bu da onun günahlarının bağışlanması için bir kefaret olacaktır.

Dikkat edin, bunlar Allah'ın hükümleridir. Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir!

Fakat Allah'ın hükmü, yalnızca Tevrat'tan ibaret değildir:
46 Derken o Peygamberlerin izleri üzerinde, kendisinden önceki Tevrat'ı onaylayan ve çarpıtılan hükümlerini düzelterek onu tahrifat ve hurafelerden arındıran Meryem oğlu İsa'yı gönderdik.

Ve ona, Rab'lerinin emrine saygıyla bağlanan o takva sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olmak üzere, kendisinden önceki Tevrat'ı tasdik eden ve içerisinde hidayet ve aydınlık bulunan İncil'i verdik.
47 O hâlde İncil'e iman edenler, uydurdukları hurafelere değil, Allah'ın onda indirdiklerine göre hükmetsinler. İncil ve Tevrat, uğradıkları tahrifata rağmen Allah'ın varlığını, birliğini ve Son Elçiye imanın gerekliliğini açıkça ortaya koyar. Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar doğru yoldan sapan fâsıkların ta kendileridir!

Fakat Allah'ın hükmü, yalnızca Tevrat ve İncil'den de ibaret değildir:
48 Ey Muhammed! Sana da, daha önceki kutsal kitapları tasdik eden ve tahrif edilmiş, çarpıtılmış hükümlerini düzelterek onları hurafelerden ayıklayan bir denetleyici olarak, hak ve hakikati ortaya koyan ve doğrunun, gerçeğin ta kendisi olan bu Kitabı hak ile indirdik.

Öyleyse, onların arasında Allah'ın bu Kitapta indirdikleriyle hükmet! Sakın sana gelen hakikati bırakıp da, haktan sapanların arzu ve heveslerine uyma! Şunu bil ki:

Biz bütün Peygamberleri ve ümmetlerini aynı inanç ve ahlâk kuralları etrafında birleşen bir tek ümmet yaptık. Ancak ayrıntılı hukuk kuralları konusunda her biriniz için farklı bir yol ve yöntem belirledik. Eğer Allah dileseydi, bütün ümmetlere aynı şeriatı emrederek hepinizi tek tip bir toplum yapabilirdi. Fakat sizlere verdiği farklı imkânlar, yetenekler, eğilimler, nimetler ve belâlar çerçevesinde sizi imtihan etmek için her ümmete, kendi ihtiyaçlarına, ortam ve şartlarına ve kültürel gelişimine uygun farklı bir şeriat, farklı bir hukuk sistemi belirledi.

O hâlde, dosdoğru hükümleri içinde barındıran bu Son Kitabın ışığında, en güzel toplumu oluşturmaya çalışın! İnkârcıların aldatıcı propagandalarına kulak asmadan, kendi yolunuzda kararlılıkla ilerleyin. En iyiyi, en güzeli ortaya koymak için çalışarak, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.

Unutmayın ki, hepiniz eninde sonunda Allah'ın huzuruna varacaksınız. O zaman Allah, anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda aranızda hükmünü verecektir.
49 Evet, hangi dinden, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, onların arasında Allah'ın indirdikleriyle hükmet, sakın onların heveslerine uyma! Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından bile seni saptırmamaları için, onlara karşı son derece dikkatli ol.

Eğer bütün bu uyarılara rağmen yine de Allah'ın Kitabından yüz çevirecek olurlarsa, bil ki Allah, bazı günahları sebebiyle onları bu şekilde cezalandırmak istiyor. Unutma ki, insanlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.

Kur'an'ın rehberliğinden uzaklaşıldığı takdirde insanlığın başına neler geleceğini onlar bilmiyorlar mı?
50 Yoksa onlar, İslâm öncesi cahiliye döneminin hak hukuk tanımayan kanun ve hükümlerini mi hayata egemen kılmak istiyorlar? Allah'ın yegâne Rab ve tek İlâh olduğu gerçeğinin yok sayıldığı, vahyin hayata hâkimiyet hakkının kaldırıldığı, bunun sonucunda uluslararası ilişkilerde adalet yerine menfaatlerin ölçü alındığı, güçlünün aynı zamanda haklı sayıldığı, bir yanda lüks ve israf hüküm sürerken, öbür yanda bebeklerin açlıktan öldüğü, dünyadaki bütün aç ve yoksul insanları yüzlerce kez zengin edebilecek para ve emek harcanarak üretilen bombaların canlı yayın eşliğinde masum çocukların başına yağdırıldığı, yeryüzü nimetlerinin yüzde seksenine yüzde yirmilik bir azınlığın el koyduğu, alkol, uyuşturucu ve fuhuş bataklığında nesillerin yok edildiği bir dünya düzeni mi istiyorlar? Hâlbuki yürekten inanan bir toplum için, Allah'tan daha iyi kim hüküm verebilir? İnsanlığı kana bulayan komünizm, faşizm gibi batıl ideolojiler mi? Yoksa insanı vahşî bir canavara dönüştüren kapitalizm mi? Ya da yüzyıllarca insanlığa kan kusturan, ilim adamlarını —haklı olarak— Allah ve din düşmanı yapan Yahudilik, Hristiyanlık, Budizm ve benzeri asli hüviyetini kaybetmiş sözde "ilâhî dinler" mi? Yahut üzerinde "İslâm" etiketini taşıdığı hâlde Kur'an'dan fersah fersah uzaklaşarak hurafeler yığına dönüşmüş olan şu "atalar dini" mi? Elbette hiçbiri! O hâlde:
51 Ey iman edenler! Yukarıda sözü edilen batıl ideolojilerin mimarlarını, yani Yahudileri ve Hristiyanları samimî ve güvenilecek bir dost, sözü dinlenecek bir yönetici, himayesine sığınılacak bir koruyucu, işbirliği yapılacak bir müttefik, kısaca veli edinmeyin! Unutmayın ki, onlar ancak birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden her kim onları dost edinecek olursa, o da onlardandır. Çünkü Allah, kâfirlerle böyle sıkı fıkı ilişkiler içinde olan zalimleri doğru yola iletmez.
52 Kalplerinde hastalık olan şu münafıkların, "Kâfirlerin günün birinde galip gelmeyeceği ne malum? İyisi mi, biz şimdiden tedbirimizi alalım. Zira başımıza bir belâ gelmesinden korkuyoruz!" diyerek kâfirlere şirin gözükmek için çırpındıklarını, hep onlara yöneldiklerini görürsün.

Fakat Allah, çok geçmeden kâfirleri hezimete uğratarak size vadettiği zaferi nasip edecek yahut katından münafıkların plânlarını boşa çıkaracak bir emir gönderecektir. İşte o zaman münafıklar, yüreklerinde Allah'a ve müminlere karşı çirkin düşünceler besledikleri ve kâfirleri kendilerine dost ve yardımcı edindikleri için büyük bir pişmanlık duyacaklar.
53 Allah ve Elçisine tam bir güvenle iman edenler ise, savaşta esir ettikleri kâfirlere, münafıkları göstererek, "Sizin yanınızda olacaklarına dair var güçleriyle Allah'a yemin edenler bunlar mıydı? Bakın, nasıl da bütün beklentileri ve gayretleri boşa gitti de, rezil olup hüsrana uğradılar!" diyecekler.
54 Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönecek olursa, Allah onları tarih sahnesinden silip yerlerine öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. İnananlara karşı çok merhametli ve alçakgönüllü, kâfirlere karşı da son derece şahsiyetli ve onurludurlar. Kur'an'ın ortaya koyduğu hayat sistemini yeryüzünde hâkim kılmak için Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd ederler. Bu yolda karşılarına çıkabilecek hiçbir engel onları durduramaz. Çünkü onlar, hiç kimsenin kınamasından, tehdit ve işkencesinden korkmazlar. Yalnızca Rab'lerinin rızasını kazanmak amacıyla, emin ve kararlı adımlarla hedefe doğru yürürler.

İşte bu Allah'ın lütfudur, onu lâyık gördüğüne bahşeder. İlâhî lütfa nail olmak isteyen ve bu yolda gereken çabayı harcayan her kuluna rahmet kapılarını sonuna kadar açar. Öyleyse, güzel davranışlar göstererek O'nun lütfuna lâyık kullar olmaya çalışın. Unutmayın ki, Allah'ın lütuf ve merhameti sınırsızdır, O her şeyi bilendir.
55 Sizin yardımcınız, koruyucunuz ve gerçek dostunuz kâfirler ve münafıklar değil, ancak Allah'tır, O'nun Elçisidir ve tam bir teslimiyetle Allah'a boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir.
56 Her kim Allah'ı, Elçisini ve müminleri kendisine dost edinirse, ona müjdeler olsun! Çünkü hak ile batılın mücadelesinde üstün gelecek olanlar, kesinlikle Allah'ın tarafında yer alanlardır!

O hâlde:
57 Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlardan, dininizle alay edip eğlenenleri ve ilâhî vahiy gerçeğini tümüyle inkâr eden diğer müşrik ve kâfirleri kendinize yönetici, koruyucu, yardımcı, dost ve müttefik, yani veli edinmeyin! Ve bu Kitaba gerçekten inanıyorsanız, zalimlerle aynı cephede yer almama konusunda Allah'a karşı gelmekten titizlikle sakının!

İşte kâfirlerin, kutsal değerlerinizi nasıl tahkir ettiğini gösteren çarpıcı bir örnek:
58 Ezan okuyup insanları namaza çağırdığınız zaman, onunla alay edip eğlenirler. İslâm'ın en önemli sembollerinden biri olan ezandan rahatsızlık duyar, onu susturmak için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan bir toplumdur.
59 Yahudi ve Hristiyanlara de ki: "Ey Kitap Ehli! Sizin bize düşmanlık etmenizin sebebi, Allah'a gereğince iman etmemiz, bize ve bizden önce indirilen bütün vahiylere inanmamız ve sizin pek çoğunuz yoldan çıkmış kimseler olmasından başka nedir ki?"
60 Sözlerine devamla de ki: "Demek bunlara iman ettik diye bizi suçluyorsunuz, öyle mi? Peki, Allah katında bundan daha ağır bir cezayı kimlerin hak ettiğini size bildireyim mi? Onlar, kendileriyle övünerek izinden yürüdüğünüz atalarınızdır. Yani, isyankârlıklarından dolayı Allah'ın lânetlediği, Peygamberleri öldürdükleri için gazap ettiği, sözlerinden caydıkları için ahlâkî çöküntüye uğratıp doyumsuz maymunlara ve tepeden tırnağa pisliğe batmış domuzlara dönüştürdüğü ve böylece, Allah'ın buyruklarına başkaldıran azgın yönetimlere, yani tâğûtlara kul köle yaptığı kimselerdir!

İşte, ilâhî ölçülere göre en kötü yerde bulunanlar ve doğru yoldan en çok sapmış olanlar bunlardır.
61 Yahudiler sizin yanınıza geldikleri zaman, "Biz de inanıyoruz!" derler. Oysa yanınıza girerken inkârcı olarak girmiş ve yine inkârcı olarak çıkmışlardır. Fakat Allah, kalplerinde neler gizlediklerini çok iyi bilmektedir!

İşte, inkârcılıklarının sonucu olarak:
62 İçlerinden pek çoğunun, günah işlemekte, düşmanlık etmekte ve haram yemekte birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Ne kötü işler yapıyorlar!
63 Peki, başlarındaki din âlimleri ve hahamların, onları günahkârca söz söylemekten ve haram yemekten alıkoymaları gerekmez miydi? Fakat onlar, görevlerini yerine getirmediler. Kötülük karşısında susarak onu desteklediler. Yaptıkları şey ne kötüdür! O kadar ki:
64 Yahudilerden bazıları, "Allah'ın eli sıkıdır. Nimet ve lütfunu kullarına vermek istemez. Allah muhtaç kullarına vermiyorsa, biz ne diye verelim? Ayrıca, eğer siz Müslümanlar doğru yolda olsaydınız, Allah gücü ve zenginliği bize değil, size verirdi. Baksanıza, sizi yoksulluk içinde kıvrandırıp duruyor. Şu hâlde, Allah ya kendi yolundaki siz sevgili kullarına cimrilik ediyor, ya da siz doğru yolda değilsiniz." dediler. Bu sözlere itiraz etmeyen diğer Yahudiler de aynı iddiaya iştirak etmiş oldular. Allah hakkında çarpık anlayışlarından ve bu sözlerinden dolayı, kendi elleri bağlandı ve cimrilik, korkaklık, alçaklık değişmez karakterleri oldu. Böylece, ilâhî nimetlerden mahrum bırakılarak Allah tarafından lânetlendiler.

Oysa Allah için cimrilik asla söz konusu olamaz. Bilakis, elleri alabildiğince açıktır. Kudret ve cömertliğinin sınırı yoktur. Lütuf ve nimetlerini ilim ve hikmetine uygun olarak, dilediği kimselere dilediği şekilde verir. Bazen azılı kâfirleri nimetlere boğarken, en sevdiği kullarını belâ ve musibetlere uğratabilir. Zira bu dünya imtihan yeridir, iyilik ve kötülüklerin tam karşılığının verileceği yer ise âhirettir. Ama maddî güç ve zenginlikten başka değer ölçüsü tanımayan kâfirler, birtakım dünyevi nimetlere sahip olmalarını, kendilerinin doğru yolda olduğunun kanıtı sayarlar. Hâlbuki herhangi bir kişi veya toplumun doğru yolda olduğunu belirlemek için, onların dünyada sahip oldukları güç ve zenginliğe değil; doğruluk, erdemlilik, adalet gibi üstün ahlâkî değerlere ne derece bağlı olduklarına bakmak gerekir. Kaldı ki, Allah, yeryüzünde ilâhî adaleti egemen kılmak için varını yoğunu feda eden müminlere, —çetin bir mücadele sonunda— bu dünyada güç ve zenginlik de bahşedecektir.

Rabb'inden sana indirilen şu muhteşem ayetler, onlardan birçoğunun azgınlık ve kâfirliğini artıracaktır. Fakat onlardan korkmayın. İster Yahudi veya Hristiyan ister müşrik olsun, kâfirler kendi aralarında gerçek bir birlik oluşturamazlar. Zira belirlemiş olduğumuz yasalar gereğince:

Onların arasına, ta Kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve nefret koyduk. Ne zaman Müslümanlara karşı düşmanlıkları depreşir de bir savaş ateşi tutuşturmaya kalkışsalar, Allah onu söndürecek ve heveslerini kursaklarında bırakarak onları birbirlerine düşürüp darmadağın edecektir. Fakat yine de akıllanmayacak, yeryüzünde sürekli bozgunculuk, fitne ve fesat çıkarmaya çalışacaklar. Allah ise, fesat çıkaranları sevmez. Sevmediği için de belâlarını verir.

Ama tövbe edip kurtulmak için, hâlâ ellerinde fırsat var:
65 Şayet Kitap Ehli diye bilinen Yahudi ve Hristiyanlar, Allah'a ve bütün elçilerine gereğince iman etmiş ve azgınlıktan, isyankârlıktan sakınıp korunmuş olsalardı, şu ana kadar işledikleri bütün günahlarını bağışlar ve kendilerini nimetlerle dolu cennet bahçelerine yerleştirirdik.
66 Evet, eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rab'leri tarafından kendilerine gönderilen bu son ilahi vahyi içtenlikle kabullenip hayatın her alanında uygulamış olsalardı, onları tepeden tırnağa nimetlere boğardık. Böylece, üstlerinden yağan ve ayaklarının altından yetişen nimetlerden yerlerdi. Yerüstü ve yeraltı servetlerinden istifade ederek, refah ve huzur içinde yaşarlardı. Gerçi içlerinde, aşırılıktan uzak, ölçülü ve dengeli insanlar da yok değil; fakat çoğunluğu, o kadar kötü işler yapıyorlar ki!

O hâlde, Müslümanlara büyük bir görev düşüyor:
67 Ey Peygamber! Rabb'in tarafından sana indirilen ayetleri tüm insanlığa açıkça bildirerek tebliğ et! Şayet bunu yapmayacak olursan, elçilik görevini yerine getirmemiş olursun! Diğer müminler de senin yolunu izleyerek Kur'an'ı insanlığa tebliğ etsinler. Sakın zalimlerden korkup da görevini aksatma! Çünkü Allah, seni insanlardan gelecek tehlikelere karşı koruyacaktır. Unutma ki, sen kendi üzerine düşeni yaptığın takdirde, Allah kâfirleri asla başarıya ulaştırmayacak, onları doğru yola iletmeyecektir.
68 Yahudi ve Hristiyanlara seslenerek de ki: "Ey ilâhî mesaja inandığını iddia eden Kitap Ehli! Siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'iniz tarafından size gönderilen Kur'an ayetlerini kendinize rehber edinip onu gereğince uygulamadıkça, asla sağlam bir temele dayanmış olamazsınız. Allah'ın ayetlerinden bir kısmını benimseyip bir kısmını reddederseniz, diğer kâfirlerden bir farkınız kalmaz."

Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirilen bu ayetler, onlardan birçoğunun azgınlık ve kâfirliğini artıracaktır. Fakat sen, bu inkârcılar için kendini üzme, ümitsizliğe de kapılma. İman edecek olanları ise şimdiden müjdele:
69 Gerçek şu ki, ister Müslüman, ister Yahudi, ister yıldızlara tapan Sâbiî, ister Hristiyan, ister ateşperest Mecûsî ve isterse bunların dışındaki başka bir dine mensup olsun, her kim Allah'a ve âhiret gününe Kur'an'da belirtildiği şekilde inanır ve İslâm'ın ortaya koyduğu prensipler doğrultusunda güzel işler yaparsa, işte onlar Rab'lerinin katında ödüllerini mutlaka alacaklar ve Hesap Günü ne korku duyacak, ne de üzüleceklerdir.

Hiç kimse, şu veya bu dine inandığını öne sürmekle veya herhangi bir ırka, sınıfa, cemaate mensup olmakla kurtuluşa eremez. Cennete girebilmenin tek yolu, Allah'a ve âhiret gününe gereğince inanmak ve ilâhî prensiplerin ortaya koyduğu biçimde yararlı ve güzel davranışlar ortaya koymaktır. Nitekim:
70 Göndereceğimiz her kitaba ve Elçiye iman edeceklerine dair İsrailoğulları'ndan kesin bir söz almış ve onlara nice Peygamberler göndermiştik.

Fakat ne zaman bir Peygamber onlara hoşlarına gitmeyecek bir hüküm getirdiyse, verdikleri sözden cayarak bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Ellerinden gelse, bugün de hiç çekinmeden öldürürler.
71 Bu davranışlarından dolayı başlarına bir belâ gelmeyecek sandılar, böylece hakikat karşısında kör ve sağır kesildiler! Sonra belâ üstüne belâya uğrayınca, pişman olup tövbe ettiler ve Allah tövbelerini kabul etti. Sonra Allah, Son Elçiyi ve Kur'an'ı gönderdi, fakat içlerinden pek çoğu ona karşı da kör ve sağır kesildiler. Fakat Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir ve kesinlikle cezasını verecektir.
72 Gerçek şu ki, "Allah Meryem oğlu İsa Mesih'tir!" diyenler, aynen onu inkâr edenler gibi kelimenin tam anlamıyla kâfir olmuşlardır!

Oysa bizzat İsa Mesih, "Ey İsrailoğulları! Benim de Rabb'im sizin de Rabb'iniz olan Allah'a kulluk ve itaat edin, hiç kimseyi ilâhlaştırıp O'na ortak koşmayın! Her kim Allah'a ortak koşacak olursa, şunu iyi bilsin ki, Allah ona cenneti kesinlikle haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir. Ve o gün zalimlere hiç kimse yardım edemeyecektir." demişti.
73 Hiç kuşku yok ki, "Allah üçün üçüncüsüdür!" diyenler de kâfir olmuşlardır! Yani, "Baba bir ilâh, Kutsal Ruh bir ilâh, Oğul İsa bir ilâhtır; fakat hiç biri tek başına Allah değildir. Allah, ancak birbirlerini tamamlayan bu üç unsurun kendisinde birleştiği Tanrıdır." diyen Hristiyanlar da kâfir olmuşlardır. Oysa Allah birdir, bir tek İlâh olan Allah'tan başka ilâh yoktur!

Şayet onlar bu çirkin iddialarından vazgeçmeyecek olurlarsa, içlerinden inkârda diretenlere kesinlikle can yakıcı bir azap dokunacaktır!

Şu hâlde, insaf ve vicdan sahibi olan Yahudi ve Hristiyanlar daha ne bekliyorlar?
74 Hâlâ pişmanlık ve gözyaşlarıyla Allah'a yönelip O'ndan af dilemeyecekler mi? Zira O'nun rahmetinden asla ümit kesilmez. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

İsa Mesih ile ilgili işin doğrusuna gelince:
75 Meryem oğlu İsa Mesih ne Tanrıdır, ne de Tanrının oğlu! O sadece Allah'ın gönderdiği diğer Peygamberler gibi bir peygamberdir. Nitekim ondan önce de nice peygamberler gelip geçmişti. Mesela Allah, İsa Mesih'in eliyle ölülere can verdiği gibi, daha önce Musa'nın eliyle asaya can vererek kuru bir sopayı yılana dönüştürmüştü. Yine Allah Mesih'i babasız yarattığı gibi, daha önce Âdem'i hem babasız hem annesiz olarak yaratmıştı ki, bu daha enteresan bir yaratılıştır. Demek ki, İsa bir ilâh veya ilâhî özellikler taşıyan bir varlık değil, diğer Peygamberler gibi bir Peygamber ve ölümlü bir beşerdir.

Annesi Meryem ise, son derece dürüst ve tertemiz bir kadındı. Fakat bu üstün özelliklerine rağmen, onlar da sizin gibi birer insandı. Örneğin, ikisi de her fâni insan gibi acıkır, susar ve yiyip içerlerdi. Bunlar, yaratılmışlara mahsus özelliklerdir. Oysa Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir.

Bak, onlara ayetlerimizi nasıl açıkça bildiriyoruz, onlarsa nasıl da göz göre göre hakikatten yüz çevirip dönüyorlar!
76 Allah'tan başka ilâhlar edinen ve O'nun birliğini doğrudan veya dolaylı olarak reddeden tüm kâfirlere seslenerek de ki: "Siz hâlâ Allah'ın yanı sıra, O dilemedikçe size en ufak bir zarar veya fayda veremeyecek olan aciz varlıklara mı kulluk edeceksiniz? Hâlbuki her şeyi işiten ve her şeyi bilen, yalnızca Allah'tır!
77 De ki: "Ey Kitap Ehli denilen Yahudi Hristiyanlar! Sakın dininizde olmayan bidat ve hurafeleri ona ekleyerek inancınızda aşırılıklara dalmayın! Son Elçi gönderilmeden önce hem kendileri sapmış, hem de diğer birçoklarını saptırmış ve hâlen de doğru yoldan sapmakta olan sözde din adamları ve kilise topluluğunun saçma iddialarını körü körüne taklit edip de, onların arzu ve heveslerine uymayın!"

Uyduğunuz takdirde başınıza neler geleceğini görmek için, tarihe bakıp ibret alın:
78 İsrailoğulları arasından Allah'ın elçilerini inkâr edenler, Davud'un ve İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir! Çünkü onlar Allah'ın emirlerine karşı geliyor ve saldırganca davranıp azgınlık ediyorlardı.

Bütün bunların da temel sebebi şuydu:
79 Onlar, içlerinden biri kötülük yapınca onu bundan vazgeçirmeye çalışmazlardı. Kendileri ibadetlerini eksiksiz yapsalar bile, bunu başkalarına tebliğ etmezlerdi. Kötülüklerden uzak durur, ama kötülük yapanları engellemeye çalışmazlardı. Böylece, kötülükler karşısında susmakla onu onaylamış ve işlenen suça iştirak etmiş olurlardı. Yaptıkları şey gerçekten ne kötü idi!

İşte bugün de aynı kötülükleri yapıyor, tıpkı öncekiler gibi lâneti hak ediyorlar:
80 Onlardan çoğunun, ilâhî vahiy ve âhiret gerçeğini inkâr eden kâfirlerle samimî bir dostluk ve ittifak içinde olduklarını görürsün. Bencillikleri, kendilerine âhiret hayatı için ne kötü bir son hazırladı: Allah onlara gazap etmiş ve bu yüzden onlar, sonsuza dek azaba mahkûm olmuşlardır.

Kâfirlerle bu denli sıkı fıkı olmaları, iman iddiasında hiç de samimî olmadıklarını gösteriyor:
81 Eğer onlar Allah'a, Elçisine ve ona indirilen ayetlere iman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Ne var ki, onların çoğu doğru yoldan sapmış olan fâsıklardır!

Bununla beraber, hepsinin size karşı düşmanlığı eşit derecede değildir:
82 İnsanlar içerisinde Müslümanlara düşmanlıkta en şiddetli olanların, öncelikle Yahudiler ve onların ardından, putperest müşrikler olduğunu göreceksin.

İnsanlar arasında Müslümanlara sevgi ve şefkat bakımından en yakın olanların ise, "Biz Hristiyan'ız!" diyen ve Allah'ın varlığına, birliğine, gönderdiği bütün kitaplarına ve elçilerine içtenlikle iman eden gerçek muvahhitler olduğunu göreceksin.

Çünkü onların içinde, ilim ve ibadetle meşgul olan dürüst din âlimleri ve kendilerini Allah'a adamış zahitler vardır ve onlar, kendilerine tebliğ edilen Kur'an karşısında asla kibre kapılmazlar. İşte bu ahlâk ve erdemlilikleri, onları dosdoğru Kur'an'a yöneltir:
83 Onların, bu Elçiye indirilen ayetleri dinledikleri zaman, hiç de yabancısı olmadıkları bu hakikatten müthiş etkilenerek, gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün.

Onlar Kur'an'ı duyar duymaz, Allah'a el açıp yalvararak şöyle derler: "Ey Rabb'imiz! İsa Mesih'in yıllar öncesinden müjdelediği Son Elçi'ye iman ettik. O hâlde, bizi de hakikate şahitlik eden şu müminlerle birlikte iman kervanının bir neferi olarak yaz!"
84 "Öyle ya, Rabb'imizin bizi dünya ve âhirette iyi insanların arasına katmasını ümitle bekleyip dururken, Allah'a ve O'ndan bize gelen gerçeğe niçin iman etmeyelim ki?"
85 Bu sözlerine karşılık Allah, onları ağaçlarının altından ırmaklar akan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçeleriyle ödüllendirecektir. İşte iyilik yapanların mükâfatı budur.
86 Ayetlerimizi yalan sayarak hak dini inkâr edenlere gelince, onlar da cehennem halkıdır ve sonsuza dek orada kalacaklar!

Fakat bazı Hristiyan zahitlerden, rahiplerden övgüyle söz edildi diye ruhbanlığı iyi bir şey zannetmeyin:
87 Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz ve hoş nimetleri kendinize haram kılmayın. Ramazan'ın son on gününde ilim, dua, ibadet ve zikirle meşgul olmak üzere mescitlerde veya evinizin bir köşesinde itikâfa çekilebilirsiniz. Bunun haricinde, Allah'a yaklaşma ve ibadet maksadıyla bile olsa, dünyadan el etek çekip ruhban hayatı yaşayarak yahut çilehanelere kapanarak, inzivaya çekilerek kendinizi hayatın güzelliklerinden mahrum bırakmayın. Öte yandan, dünya zevklerinden faydalanacağım diye başkalarının hakkını çiğneyerek sınırı da aşmayın! Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.
88 O hâlde, haramı helâli birbirine karıştırmadan, Allah'ın size vermiş olduğu helâl ve temiz nimetlerden yiyin! Bu arada, kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan gelen emirlere sımsıkı sarılarak, kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Sakının da, olur olmaz her şeye yemin ederek kendinizi sıkıntıya sokmayın! Bununla birlikte:
89 Allah sizi, yemin kastı olmaksızın ağzınızdan kaçıveren ya da doğru olduğuna inanarak söylediğiniz, fakat daha sonra gerçeğe aykırı olduğu anlaşılan yeminlerinizdeki yanılgıdan dolayı sorumlu tutmaz. Ancak sizi, kasıtlı olarak yaptığınız yeminlerden sorumlu tutacaktır.

Böyle bilerek yemin ettikten sonra aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu düşünürseniz, yemininizi bozmalısınız. Ancak bu veya başka bir sebeple yemininizi bozacak olursanız onun cezasını ödemelisiniz ki, buna yemin kefareti denir. Yeminin kefareti şudur:

Kalite, miktar ve öğün sayısı olarak kendi ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden, on fakiri bir gün boyunca doyurmak,

Veya onları altlı üstlü takım hâlinde giydirmek,

Ya da bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bu üçünden birini seçmekte serbestsiniz.

Fakir olduğu için bunlardan hiçbirini bulamayan ise, üç gün arka arkaya oruç tutmalıdır. Oruç tutacak gücü de yoksa, yalnızca tövbe istiğfar etmekle yetinir. İşte, yemin ettiğiniz ve onu bozduğunuz zaman, yemininizin kefareti budur.

Eğer yeminin bozulmasından dolayı başkaları da zarar görmüş olursa, bu da ayrıca telâfi edilmelidir. Bir de, nasıl olsa kefaretini öder kurtulurum diyerek iyice düşünmeden olur olmaz yeminler etmeyin, ettiğiniz zaman da —eğer bir günaha sebep olmayacaksa— gücünüz yettiğince ona bağlı kalın. Kısacası, yeminlerinizi koruyun!

İşte Allah size ayetlerini böyle açıkça bildiriyor ki, şükredesiniz.
90 Ey iman edenler!

Şarap başta olmak üzere, bütün sarhoşluk verici ve uyuşturucu maddeler,

Haksız kazanca sebep olan her çeşit şans oyunları ve kumar,

İlâhlaştırılan kişi ve kurumları temsil eden işaretler, semboller, rozetler, heykeller, putlar ve dikili taşlar,

Ve yapacağınız işlerde, ilâhî vahyi rehber edinip, akıl ve tecrübeye dayanarak karar vermek yerine, medyumluk, falcılık, kâhinlik, astroloji, fal okları (5. Mâide: 3) gibi batıl inançlarla hayatınızı yönlendirmeniz,

İşte bütün bunlar, şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değildir! O hâlde bunlardan uzak durun ki, dünya ve âhirette kurtuluşa eresiniz!

İçkinin haram kılınma hikmetine gelince:
91 Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza kin ve düşmanlık sokmaya, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymaya çalışır. Öyleyse, hâlâ bunlardan vazgeçmeyecek misiniz?

O güne kadar içki müptelâsı olan bazı sahabîler, bu ayeti duyar duymaz ellerindeki kadehleri atmaya, şarap testilerini kırmaya başladılar. Allah'ın "Artık vazgeçmeyecek misiniz?" hitabına, "Vazgeçtik ya Rab, vazgeçtik ya Rab!" nidalarıyla cevap veriyorlardı. Kur'an, ilk İslâm toplumunu aşama aşama eğiterek işte bu seviyeye getirmişti. Kalplere Allah ve ahiret inancı iyice yerleştikten ve insanlar ilâhî yasalara kayıtsız şartsız boyun eğecek kıvama geldikten sonra, nihayet içkinin kesinlikle haram olduğunu bildiren bu ayet gelmişti. Kur'an'ın dışında hangi hukuk sistemi, hangi eğitim metodu, bu kadar kısa bir zamanda böylesine köklü bir devrim gerçekleştirerek bu mükemmel toplumu yetiştirebilir?

İşte bu örnek toplumun yetişmesi için:
92 Ey iman edenler! Allah'a ve Elçisine itaat edin ve isyankârlıktan sakının! Allah'ın Kitabına ve bu Kitabın pratik hayata uygulanmasında mükemmel bir örnek olan Peygamberin sünnetine sımsıkı sarılın! Eğer itaatten yüz çevirecek olursanız şunu iyi bilin ki, Elçimizin görevi sizi zorla Müslüman yapmak değil, yalnızca uyarmak ve gerçekleri açıkça tebliğ etmekten ibarettir. Buyruklarıma itaat eden kendisini kurtarmış, isyan eden de yine kendisini felâkete mahkûm etmiş olur.

Peki, bu ayetler gönderilmeden önce yenilip içilenler ne olacak?
93 Daha önce iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara, günaha girmekten titizlikle sakındıkları ve bundan böyle aynı kararlılıkla iman edip güzel davranışlar gösterdikleri sürece, önceden yiyip içtikleri şeylerden dolayı bir günah yoktur. Yeter ki, herhangi bir yiyecek veya içeceğin haram olduğunu bildiren ilâhî hükmü öğrendikten sonra, yine kötülüklerden korunmaya devam etsinler, yeni tanıştıkları her ayete yeniden iman etsinler ve sonra da, ömürlerinin sonuna kadar kötülüğün her çeşidinden kaçınarak ellerinden geldiğince iyilik yapmaya devam etsinler.

Hiç kuşkusuz Allah, güzel davrananları sever.

Allah, zararı açıkça bilinen içki, kumar, cinayet ve benzeri kötülükleri yasakladığı gibi, ilk bakışta hikmetini anlayamayacağınız birtakım emir ve yasaklarla da sizi imtihan edecektir:
94 Ey iman edenler! Allah, ellerinizin ve mızraklarınızın ulaşabileceği ve kolayca avlayabileceğiniz birtakım av hayvanlarıyla —onları hac esnasında ayağınıza kadar getirerek— sizi mutlaka deneyecektir ki, Allah'tan başka hiç kimse kendisini görmediği hâlde O'na karşı saygılı davranan samimî ve itaatkâr insanları diğerlerinden ayırt etsin.

Bundan böyle, her kim Allah'ın çizdiği sınırları aşacak olursa, onun için can yakıcı bir azap vardır!
95 Ey iman edenler! Hac veya umre ibadetini yerine getirmek üzere niyet edip ihrama girdiğiniz zaman, zararından korunmak amacıyla öldürmek zorunda kaldığınız hayvanlar hariç, karada yaşayan hiçbir av hayvanını öldürmeyin. Fakat başka birinin —sizin talimatınız olmaksızın— avladığı hayvanın etinden yiyebilirsiniz. Bu yasak, kara hayvanları için geçerlidir. Aşağıdaki 96. ayette açıklanacağı üzere, deniz, göl ve ırmaklardan su ürünleri avlamanızda bir sakınca yoktur. Bir de, Harem bölgesinin avının avlanması, kendiliğinden biten her türlü ağaç, bitki ve otların kesilmesi ya da koparılması, ihramlı olsun veya olmasın herkese haramdır. Harem bölgesinin ağaç ve bitkilerini kesip koparan kimsenin, bunların bedelini takdir ederek fakirlere vermesi gerekir. Harem bölgesinde bulunan veya ihramlı olan kişinin avlanmasına gelince:

İçinizden her kim böyle bir avı kasten öldürürse, bunun cezası, aranızdan iki âdil hakemin vereceği karara göre;

Öldürdüğü hayvana denk olabilecek deve, sığır, koyun, keçi gibi bir hayvanı kurban edilmek üzere Kâbe'ye göndermek,

Ya da yine o hakemlerin belirleyeceği sayıda fakiri doyurmak,

Yahut buna denk —yani doyurması gereken her bir yoksul için bir gün— oruç tutmak suretiyle, günahına kefaret ödemektir. İşte, harem bölge sınırlarında veya ihramlıyken av hayvanı öldüren kişi, bu fidyelerden birini ödemelidir. Ta ki, yaptığı bu çirkin işin cezasını çekmiş olsun.

Bununla birlikte, Allah geçmişte olup bitenleri affetmiştir. Fakat her kim günaha dalarak İslâm dışı hayat tarzına geri dönerse, Allah onu hem dünyada, hem de âhirette cezalandıracaktır! Unutmayın, Allah mutlak üstünlük ve kudret sahibidir, inkâr ve isyankârlığın cezasını verendir!

İhramlıya helâl olan avlanmaya gelince:
96 Hem sizin gibi yerleşik hayat sürenlerin, hem de göçebe hayatı yaşayan gezginlerin ve yolcuların faydalanması için, denizde ve dere, ırmak, göl gibi temiz sularda avlanmak ve dalgaların kıyıya sürükledikleri dâhil olmak üzere her çeşit deniz ürününü yemek, size —hac sırasında ihramlıyken bile— helâl kılınmıştır.

Ancak ihramda olduğunuz sürece, kara avı yapmanız size yasaklanmıştır. O hâlde, hepinizin eninde sonunda huzurunda toplanacağı Allah'tan gelen prensiplere sımsıkı sarılarak kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının!

Mekke'de avlanma yasağının sebep ve hikmetlerinden biri de şudur:
97 Allah Kâbe'yi, o saygıdeğer mabedi, insanlık için maddî ve manevî hayat kaynağı kılmıştır. Savaşmanın yasaklandığı kutsal ayları, hacıların Kâbe'de kurban etmek üzere yanlarında getirdikleri kurbanlıkları ve hac dışında, Allah'a adandıklarının bir belirtisi olarak boyunlarına işaretler takılarak süslenen kurbanlıkları da kulluk ve itaati temsil eden birer sembol kılmıştır.

Bütün bunlar, Allah'ın göklerde ve yerde olup biten her şeyi bildiğini ve O'nun her konuda en mükemmel bilgiye sahip olduğunu anlamanız ve bu anlayış doğrultusunda bir hayat tarzı ortaya koymanız için emredilmiştir.
98 Şunu iyi bilin ki, Allah'ın cezalandırması çetindir; bununla birlikte, O'nun affı ve merhameti de sınırsızdır.

Artık azaba veya merhamete nail olmak, sizin tercihinize kalmıştır. Unutmayın ki:
99 Peygamberin görevi, yalnızca uyarmak ve hakikati tebliğ etmektir. Açıktan yaptığınız ve gizlediğiniz her şeyi bilen ise, yalnızca Allah'tır.
100 O hâlde, insanın iradesine ve sorumluluk duygusuna seslenerek de ki: "Ey insan! Kötü ve zararlı şeylerle iyi ve faydalı şeyler asla bir olmaz; kötü olanların birçoğu senin hoşuna gitse bile! Örneğin, zehirli mantar güzel görünümlü ve lezzetli, fakat aynı zamanda öldürücüdür. Demek ki, her hoşuna giden şey mutlaka faydalı ve helâl olmadığı gibi, her hoşlanmadığın şey de zararlı ve haram değildir. İnsan her ne kadar aklı ve vicdanı sayesinde faydalı ve zararlı şeyleri bir dereceye kadar ayırt edebilirse de, her konuda isabetli hüküm vermesi imkânsızdır. Bu yüzden o, her şeyi bilen Yaratıcının rehberliğine muhtaçtır.

Öyleyse ey akıl ve sağduyu sahipleri, Allah'tan gelen emirlere sımsıkı sarılarak kötülüklerden titizlikle sakının ki, kurtuluşa erebilesiniz!

Fakat kötülüklerden sakınayım derken, aşırı vesvese ve evhamlara da kapılmayın:
101 Ey iman edenler! Size cevabı verildiği takdirde, altından kalkamayacağınız yükümlülükler getirerek sıkıntıya düşüp üzülmenize sebep olabilecek sorular sormayın. Kur'an indirildiğinde bunları sorarsanız, ilgili ayetlerde size gerekli ve yeterli açıklama yapılacaktır. Allah bir konu hakkında herhangi bir açıklama yapmamışsa, onu unutmuş veya gözden kaçırmış olduğundan değil, bilakis, dinini kolaylaştırmak ve her bölgede, her çağda yaşayan müminlere geniş bir içtihat alanı bırakmak için bazı konuları bilerek geçiştirmiş ve bu hususta sizleri affetmiştir. Unutmayın ki, Allah çok bağışlayıcı, çok şefkatlidir.

Öyleyse, Allah'ın size açıkça bildirdiği kadarını gücünüz yettiğince yapmaya çalışın, yersiz zorlamalarla hayalî haramlar ve farzlar icat etmeye kalkmayın.
102 Sizden önce de bazı insanlar bu tür sorular sormuş (2. Bakara: 67–71; 57. Hadid: 27) ve sonuçta, Allah'ın bütün hükümlerini inkâr eder duruma gelmişlerdi. Din âlimleri, kılı kırk yararcasına ortaya koydukları kurallarla, insanların yükümlülüklerini gereksiz yere ağırlaştırmışlardı. Öyle ki, dinî hükümler, zamanla uzmanlarının bile içinden çıkamadığı karmakarışık sorunlar yumağı hâline gelmiş ve bu da, halkın ve yöneticilerin Allah'ın kanunlarından büsbütün uzaklaşarak inkâra sürüklenmelerine yol açmıştı.

İşte, böyle bir anlayışın ürünü olarak uydurulan haramlardan çarpıcı bir örnek:
103 Allah, cahiliye müşriklerinin birtakım batıl inançlar ve saçma geleneklerle bazı hayvanları bahîra, sâibe, vâsile ve hâm diye nitelendirip kutsal ilan ederek onların etinden, sütünden, sırtından vs. kendilerini mahrum bırakmalarını emretmiş değildir. Tam aksine bu kâfirler, kendi kafalarından haramlar icat ederek Allah adına yalan uyduruyorlar. Çünkü onların çoğu, akıllarını kullanmazlar.

İslâm öncesi Cahiliye devrinde Araplar, sonuncusu erkek olmak üzere beş kez doğum yapan deveye bahîra; tutulduğu bir hastalıktan kurtulan kimsenin putlara adadığı deveye sâibe derlerdi. Kutsal kabul edilen bu hayvanlar artık kesilmez, sütleri sağılmaz ve sırtlarına binilmezdi.

Koyun dişi doğurursa kendilerinin, erkek doğurursa tanrılarının olurdu. Şayet hem erkek hem dişi doğurursa, dişiden dolayı erkeği de kurban etmezlerdi ki, buna da vasîle derlerdi.

Bir de, kendisinden on kez döl alınan erkek deveye hâm derlerdi. Bunun sırtına binmeyi haram sayar ve istediği yerde serbestçe otlamasına izin verirlerdi.

Bu kâfirler, en büyük nimetlerden biri olan düşünmeyi o derece ihmal etmişlerdir ki:
104 Onlara, "Şu saçma gelenekleri bırakın da, Allah'ın indirdiği mükemmel inanç sistemine ve bu sistemin biricik kaynağı Kur'an'ın pratik hayata aktarılmasında en güzel örnek olan Elçisine gelin!" denildiği zaman:

"Atalarımızdan gördüğümüz töre, gelenek ve ideolojiler bizim için yeterlidir!" derler. Peki, ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan sapmış kimseler olsa da mı onları körü körüne taklit edecekler?

Bu durumda, müminlerin yapması gereken şudur:
105 Ey iman edenler! Siz içinde yaşadığınız toplumu iyi yönde değiştirmek istiyorsanız, başkalarıyla uğraşayım derken kendinizi, ailenizi ve yakın çevrenizi ihmal etmeyin. Öncelikle kendinizi ıslah edip düzeltmeye bakın! O zaman korkmayın, siz İslâm'ı iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama, tebliğ, irşat, cihat başta olmak üzere bütün emir ve yasaklarıyla hayatınıza tatbik ederek doğru yolda yürüdüğünüz sürece, hak yoldan sapanlar size ve davanıza asla zarar veremeyeceklerdir. Unutmayın ki, hepiniz eninde sonunda Allah'ın huzuruna varacaksınız. İşte o zaman Allah, tüm yaptıklarınızı size bildirecek ve hak ettiğiniz ceza veya mükâfatı tam olarak verecektir.

İşte, birey ve toplum olarak ıslah olmanızı sağlayacak temel bir hukuk ilkesi:
106 Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm belirtileri gelir de vasiyette bulunmak isterse, vasiyetin içerik ve şartlarını belgelendirmek üzere, aranızdan Müslüman ve adil iki kişiyi şahit tutsun.

Ama eğer memleketinizden uzak diyarlara yolculuk ederken ölüm döşeğine düşer de tanıdık şahit bulmakta güçlük çekerseniz, o zaman sizin toplumunuzdan veya dininizden olmayan iki yabancı şahit de yeterli olur.

Eğer bu iki şahidin adaletinden şüpheye düşerseniz, onları cemaatle kıldığınız herhangi bir namazın ardından —çünkü namaz sonrasında dürüstlük ve insaf duyguları genellikle daha canlı olur—Müslümanların huzurunda şahitlik etmeleri için camide alıkoyun. Sonra her ikisi de Allah'a şöyle yemin etsinler:

"Dost ve yakınlarımızın çıkarları söz konusu olsa bile, bu vasiyete ihanet etmeyeceğimize ve Allah için yapmış olduğumuz bu şahitliği gizlemeyeceğimize yemin ederiz. Aksi takdirde, büyük bir günah işlemiş olacağımızı ve Allah katında cezasını çekeceğimizi kabul ediyoruz!" Vasiyet konusunda şahitlerin bu yeminli beyanı esas alınır. Aksini iddia edenin ise, iddiasını delil ile ispatlaması gerekir.
107 Şayet daha sonra yeni delillerin ortaya çıkmasıyla bu şahitlerin yalan söyledikleri veya vasiyet edilen mallardan bir kısmına el koyarak günah işledikleri anlaşılırsa, onların şahitlikleri iptal edilir. Artık delil getirmek zorunda olan taraf, kendileridir. Bu durumda, şahitler yüzünden hakları çiğnenen mirasçılar arasından ölüye en yakın olan iki kişi, o yalancı şahitlerin yerine geçer ve "Yemin olsun ki, bizim şahitliğimiz bu iki kişinin şahitliğinden daha doğrudur ve biz, kimsenin hakkını çiğnemiş değiliz. Aksi halde, zalimlerden olduğumuzu ve Allah katında cezasını çekeceğimizi kabul ediyoruz!" diye Allah'a yemin ederler. Önceki iki şahit kendi iddialarını ispat etmedikleri takdirde, ölüye yakın olan bu mirasçıların yeminine göre hüküm verilir.
108 İşte, insanların dürüstçe şahitlik yapmalarını yahut şahitlik yaparken bu kadar ağır yemin ettikten sonra yeminlerinin yalan olduğu anlaşılarak geri çevrilmesinden ve dolayısıyla, yalancı durumuna düşüp rezil olmaktan korkmalarını ve hiç değilse bu sayede doğru söylemelerini sağlayacak en uygun çözüm yolu budur. Zira böyle kesin yemin edenler, yalanları ortaya çıkar da rezil olurlar endişesiyle yalan söylemeye cesaret edemezler.

O hâlde, Allah'tan gelen bu hükümleri çiğnemekten titizlikle sakının ve emirlerini can kulağıyla dinleyin! Unutmayın ki, buyruklarına karşı gelerek yoldan çıkan bir toplumu Allah doğru yola iletmez. Hesap Gününde de, hak ettikleri karşılığı tam olarak verir:
109 O gün Allah bütün Peygamberleri toplayacak ve "İnsanlar sizin çağrınıza nasıl cevap verdiler?" diye soracak. Onlar ise, "Ya Rab, senin sonsuz ilminin yanında bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Biz yalnızca, hayatta olduğumuz sürece çağrımıza verilen cevabı —onu da ancak yüzeysel olarak— biliyoruz. Tüm gizlilikleri hakkıyla bilen, sadece sensin!" diyecekler.
110 İşte o zaman Allah, şöyle buyuracak:

"Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene bağışlamış olduğum nimetlerimi hatırla: Hani seni vahiy ve ilham meleği Kutsal Ruh Cebrail ile desteklemiştim. Bu sayede tıpkı yetişkinlik çağında olduğu gibi, beşikte minicik bir bebek iken de insanlarla konuşabiliyordun."

"Hani sana okuyup yazmayı, hikmetli sözler söylemeyi, ayrıca Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim."

"Hani benim iznimle çamurdan kuş yapıyordun da, ona üfler üflemez yine benim iznimle o çamur canlanıp gerçek bir kuş oluyordu."

"Hani benim iznimle körleri ve cüzzamlıları iyileştiriyor, yine benim iznimle ölüleri diriltip kabirlerinden çıkarıyordun."

"Hani İsrailoğulları'na apaçık mucizeler getirmiştin de, içlerinden inkâr edenler, "Bu ayan beyan sihirden başka bir şey değildir!" dediklerinde, seni onların haince tuzaklarından kurtarmıştım."
111 Hani havarîlere, "Bana ve Elçime iman edin!" diye ilham etmiştim. Bunun üzerine onlar, "İman ediyoruz! Şahit ol ya Rab, bizler yalnızca sana boyun eğen ve ancak senin hükümlerine teslim olan kimseleriz!" demişlerdi.    
112 Hani havarîler, "Ey Meryem oğlu İsa! Acaba Rabb'in bize gökten bir sofra indirebilir mi?" diye sormuşlardı. İsa, "Eğer gerçekten inanıyorsanız, Allah'ın kudreti ve benim Peygamberliğim hakkında şüphe içeren bu tür söz ve davranışlardan sakının!" cevabını vermişti.
113 Onlar "Ama bizim kötü bir niyetimiz yok. Biz sadece istiyoruz ki, ondan yiyelim, kalplerimiz tam bir imanla huzura ersin, bize doğru söylediğini kesin olarak bilelim ve onun sayesinde, hakikate tanıklık eden şahitler olalım!" demişlerdi.
114 Bunun üzerine Meryem oğlu İsa, "Ey Allah'ım, ey yüce Rabb'imiz!" diye yalvardı, "Bize gökten öyle bir sofra indir ki, geçmiş ve gelecek bütün nesillerimiz için kutlanacak bir bayram ve senin tarafından bize bahşedilmiş bir mucize olsun. Ve göndereceğin bu ilâhî sofra ile bizi besleyip rızıklandır. Hiç kuşkusuz sen, rızık verenlerin en hayırlısısın."
115 Allah da buyurdu ki: "Onu size göndereceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim benim ayetlerimi inkâr ederse, dünyada hiç kimseye vermediğim cezayı ona vereceğim!"

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra, Hesap Gününe yeniden dönelim:
116 Allah, İsa Mesih'i ilâhlaştıranları azarlamak üzere ona soracak: "Ey Meryem oğlu İsa! Bu insanlara sen mi ‘Allah ile birlikte beni ve annemi de tanrı edinin' dedin? Çünkü sen onların arasından ayrıldıktan sonra, bir kısmı senin "Tanrı" veya "Tanrının oğlu" olduğunu, bir kısmı da annen Meryem'in "Tanrı'nın annesi" (teotokos) olduğunu iddia ederek ikinizi de tanrılaştırdılar. Bunu onlara sen mi emrettin?"

Bunun üzerine İsa, "Hâşâ, seni tenzih ederim ya Rab!" diyecek, "Hakkım olmayan şeyi söylemek benim ne haddime! Şayet ben böyle bir şey söylemiş olsaydım, sen onu zaten bilirdin. Zira sen benim içimden geçenleri dahi bilirsin, oysa ben sende olan hiçbir şeyi bilemem. Benim insanlara ne söylediğimi gayet iyi bildiğin hâlde bunları bana sormandaki hikmeti de bilemem. Gerçek şu ki, hiç kimsenin bilemeyeceği sırlar âlemi olan gayb'ı tam olarak bilen, yalnızca sensin."
117 "Ben onlara, yalnızca senin bana söylememi emrettiğin şeyleri söyledim: "Benim de Rabb'im, sizin de Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin!" dedim. Aralarında bulunduğum sürece, yaptıklarına bizzat şahit idim. Bu süre zarfında olup bitenlere tanıklık edebilirim. Fakat sen beni onların arasından alıp vefat ettirdikten sonra, artık onlar üzerinde tek gözetleyici sendin. Doğrusu sen, her an her şeye şahitsin."

"İsa şöyle cevap verdi: (Önceki kutsal kitaplarda) yazılmıştır ki, Rabb'in olan Allah'a tapacak ve yalnızca O'na kulluk edeceksin!" (Luka, 4:8 Matta, 4:10)

"Rabb'in olan Allah'tan korkacak, O'na kulluk edecek ve O'nun ismiyle yemin edeceksin! ...başka ilâhların ardınca yürümeyeceksiniz!" (Tesniye, 6:13–14)
118 "Şayet onlara azap edersen, şüphesiz onlar bu cezayı hak etmiş olsalar bile, senin affına muhtaç aciz kullarındır. Ama eğer onları bağışlarsan, elbette merhamet ve hikmetinle bunu yapmaya da kadirsin. Zira sen, sonsuz kudret ve hikmet sahibisin."
119 Son olarak Allah şöyle buyuracak: "İşte bu gün, sözlerine bağlı kalanlara sadakatlerinin fayda vereceği gündür: Ağaçlarının altından ırmaklar akan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçeleri onların olacaktır. Tüm bunların da ötesinde, Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte en büyük başarı, en büyük kurtuluş budur."
120 Göklerin, yerin ve bunların içerisinde bulunan her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Ve O'nun her şeye gücü yeter.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ 1
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 2
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 3
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 4
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟ 5
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 6
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَم۪يثَاقَهُ الَّذ۪ي وَاثَقَكُمْ بِه۪ٓۙ اِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ 7
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 8
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ 9
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ 10
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟ 11
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ 12
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ 13
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ 14
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ 15
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 16
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 17
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ اَبْنَٓاءُ اللّٰهِ وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْ خَلَقَۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۘ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ 18
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ 19
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ 20
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ 21
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ ف۪يهَا قَوْماً جَبَّار۪ينَۗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ 22
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 23
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ 24
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ 25
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟ 26
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ 27
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ 28
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ 29
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 30
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ 31
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ 32
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ 33
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 34
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 35
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 36
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ 37
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ 38
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 39
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 40
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ 41
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ 42
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِنْدَهُمُ التَّوْرٰيةُ ف۪يهَا حُكْمُ اللّٰهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ۟ 43
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ 44
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ 45
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ 46
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ 47
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ 48
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ 49
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ 50
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ 51
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ 52
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ 53
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ 54
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ 55
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ 56
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 57
وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ 58
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ 59
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ 60
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ 61
وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 62
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ 63
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ 64
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ 65
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ 66
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ 67
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ 68
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ 69
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ 70
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ 71
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ 72
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 73
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 74
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ 75
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 76
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟ 77
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ 78
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ 79
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ 80
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ 81
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ 82
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ 83
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ 84
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ 85
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ 86
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ 87
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ 88
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 89
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 90
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ 91
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ 92
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ 93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 94
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ 95
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ 96
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ 97
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ 98
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ 99
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟ 100
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ 101
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ 102
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ 103
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ 104
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 105
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ 106
فَاِنْ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّٓا اِثْماً فَاٰخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذ۪ينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُـنَٓا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَاۘ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ 107
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجْهِهَٓا اَوْ يَخَافُٓوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسْمَعُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ 108
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ 109
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ 110
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ 111
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 112
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ 113
قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ 114
قَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّ۪ٓي اُعَذِّبُهُ عَذَاباً لَٓا اُعَذِّبُهُٓ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ۟ 115
وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ 116
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ 117
اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 118
قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 119
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 120
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
Ey iman edenler, verdiğiniz sözlere bağlı kalın! Gerek Allah ile gerek insanlarla ve gerekse bizzat kendinizle yapmış olduğunuz antlaşmaları titizlikle yerine getirin! Sözleştiğiniz kişi kim olursa olsun, asla ahdinize ihanet etmeyin!

Aşağıdaki 3. ayette size bildirilecek durumlar hariç, yırtıcı olmayan kara hayvanlarının ve bütün deniz hayvanlarının eti size helâl kılınmıştır. [87] Ancak hac veya umre için ihramlı [88] olduğunuz sürece, karada avlanmanıza izin verilmemiştir. [89] Deniz, göl ve akarsularda yaşayan hayvanlara gelince, bunları ihramlı iken de avlamanızda bir sakınca yoktur.

Hiç kuşkusuz Allah, insanların arzu ve heveslerine göre değil, sonsuz ilim ve hikmetine uygun olarak, dilediği şekilde hüküm verir. Yaratma konusunda O'nun ortağı olmadığı gibi, hüküm verme konusunda da ortağı yoktur. O halde, haram ve helâl sınırlarını belirleme yetkisinin yalnızca Allah'a ait olduğunu bilmeli, sizi hem bu dünyada hem de âhirette kurtuluşa iletecek olan bu kurallara —bazen hoşunuza gitmese bile— uymalısınız.
1
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ey iman edenler! Allah'ın şiarlarına [90] ;

Mesela, insanlar tarafından savaşmanın yasak kabul edildiği haram aya [91] ,

Hacıların Kâbe'de kurban etmek üzere yanlarında getirdikleri kurbanlıklara, hatta o hayvanların kurbanlık olduğunun alâmeti olarak boyunlarına takılan gerdanlıklara,

Ve Rablerinin lütuf ve rızasını [92] kazanmak amacıyla Kâbe'yi ziyaret edenlere [93] saygısızca davranmayın! İçlerinde bir zamanlar sizi hac ibadetinden alıkoyan müşrikler bulunsa bile, hac kafilelerine saldırmaya, kurbanlık hayvanlarını ellerinden almaya kalkmayın. İslam tebliği kendilerine ulaşıncaya kadar, onların huzur ve güven içinde topraklarınızdan geçip Kâbe'yi ziyaret etmelerine izin verin. Çünkü sizler, yeryüzünde barış ve adaleti sağlamakla yükümlüsünüz ve Allah'a ibadeti simgeleyen sembollere —onu taşıyan bir kâfir bile olsa— saygı göstermelisiniz.

Evet, hac veya umreye niyet ederek ihrama girdikten sonra —deniz avı hariç— avlanmayın. Fakat hac ibadetlerini bitirip ihramdan çıktığınız zaman, Mekke ve Medine'deki yasak bölge dışında, hayvanların etinden, derisinden vs. faydalanmak veya zararlarından korunmak amacıyla avlanabilirsiniz. [94]

Vaktiyle sizi Kâbe ziyaretinden alıkoydukları için bir topluma karşı duyduğunuz öfke, sizi asla zulüm ve adaletsizliğe sevk etmesin! Geçmişten kaynaklanan intikam duygularıyla onlara saldırmaya, eziyet etmeye kalkmayın! İlâhî davet onlara açık ve net olarak ulaşıncaya kadar, Kâbe'yi haccetmelerine de engel olmayın.

İşte böylece, ahlâkî değerleri yeniden yücelterek iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işleme ve düşmanlıkları körükleme konusunda değil… İyilikleri yaygınlaştırıp kötülükleri engellemek, yeryüzünde zulüm ve haksızlığı ortadan kaldırmak ve İslâm'ın hedeflediği barış ve adalet sistemini her alanda egemen kılmak için kitleler hâlinde örgütlenerek zalimlere karşı ortak bir cephede birleşin.

Ve bütün bunları yaparken, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Şunu hiç unutmayın ki, Allah'ın cezalandırması çok çetindir.

Eti yenilmesi haram kılınan hayvanlara gelince:
2
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Leş [95] , kan [96] , domuz eti [97] ve Allah'tan başkası adına kesilenler [98] size haram kılınmıştır.

Herhangi bir sebeple nefesi tıkanıp boğularak, ok, mızrak, kurşun, saçma ve benzeri av aletleri ile değil de odun, kaya gibi bir şeyle vurularak, yüksek bir yerden veya uçurumdan düşerek, başka bir hayvan tarafından ezilerek veya boynuzlanarak ve av için eğitilmiş olmayan aslan, kaplan, kurt, köpek, kartal gibi yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak öldürülen hayvanlar da leş kapsamındadır. Ancak onlardan, canları çıkmadan yetişip besmele çekerek boğazladıklarınız hariç. Onların etinden yiyebilirsiniz.

Ayrıca, eti yenen cinsten olsa ve kesilirken Allah'ın adı anılsa bile, putların önünde kesilen hayvanların etlerini yemeniz ve bu tarz bir kesim yapmanız da haramdır.

Bir de, fal oklarıyla kısmet aramanız [99] size haram kılınmıştır.

İşte, bütün bu haram kılınanlar, kişiyi ve toplumu doğru yoldan saptıran zararlı ve kötü işlerdir.

O hâlde, asıl savaşmanız gereken şey, din adına —veya dinsizlik adına— uydurulan hurafeler olacaktır. Zira:

Bugün kâfirler, dininizi yok edip sizi yeniden küfre çevirmekten ümitlerini tamamen kesmişlerdir. Öyleyse, onlardan korkup da hak uğrunda mücadeleyi bırakmayın; fakat benden gelecek azaptan ve benim sevgimi kaybetmekten korkun!

Bugün, kıyamete kadar hiçbir tadilat ve düzeltmeye ihtiyaç bırakmayacak mükemmel bir inanç ve ahlak sistemi ortaya koyarak ve bütün çağlara, kültürlere ve toplumlara uyarlanabilecek temel prensipler belirleyerek dininizi kemale erdirdim, böylece size vadettiğim nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak, bir tek Allah'a kulluk etme esasına dayanan ve bütün Peygamberlerin bir sancak gibi elden ele taşıyarak insanlığa tebliği ettikleri inanç sistemi olan İslâm'ı seçip beğendim.

O hâlde, bu ilâhî kanunlara sımsıkı sarılın ve size yasaklanan her şeyden uzak durun! Ancak:

Her kim bir hastalık, zorlanma veya ciddî bir açlıktan dolayı çaresiz kalır da, günaha istekle yönelmeksizin bunlardan yemeye mecbur kalırsa, —zaruret miktarını aşmamak ve başkasının hayatını tehlikeye düşürmemek şartıyla— günahı bağışlanacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Buraya kadar haram olanlar sayıldı. Helallere gelince:
3
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ey Peygamber! Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: "Faydalı, temiz ve güzel olan her şey size helâl kılınmıştır. Pis ve zararlı olanlar da haramdır."

Allah'ın size bahşettiği bilgi ve yetenek sayesinde eğitip yetiştirdiğiniz av köpeği, tazı, atmaca ve benzeri av hayvanlarının sizin için yakaladığı helâl cinsten hayvanların etinden de yiyebilirsiniz. Yeter ki, onları avın üzerine salarken "Bismillah!" diyerek Allah'ın adını anın. Ava başlarken çektiğiniz besmele de bunun için yeterlidir. Gönderdiğiniz hayvan avı öldürmüş bile olsa, bu av leş sayılmaz, helâldir. Av henüz canlıysa, onu besmele çekerek boğazlamalısınız.

Bütün bunları yaparken, Allah'tan gelen emirleri uygulamakta son derece dikkatli davranın ve O'na karşı gelmekten titizlikle sakının! Unutmayın ki, Allah yeri ve zamanı geldiğinde hesabı çabuk görendir.
4
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟
Evet! Bugün, temiz ve güzel olan her şey size helâl kılınmıştır. Daha önce kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanların yiyecekleri de size helâldir. Onların, Allah'ın adını anarak kesmiş oldukları eti helâl olan hayvanlardan ve ürettikleri bütün temiz ve helâl yiyeceklerden yiyebilirsiniz. Aynı şekilde, sizin yiyecekleriniz de onlara ve diğer bütün insanlara helâldir. Dolayısıyla, yiyeceklerinizden onlara ikram edebilir yahut satabilirsiniz. Allah'a ve âhiret gününe inanmayan veya Allah'a ortak koşan kimselere gelince, onların ürettikleri meşru yiyecekler helâl olmakla birlikte, kestikleri hayvan yenmez.

Ayrıca, gerek Müslümanlardan, gerekse sizden önce Kitap verilen Hristiyan ve Yahudilerden Allah'ın varlığına ve birliğe inanan, ahlâklı, terbiyeli ve namuslu kadınlar da, —iffetinizi korumanız; yani onlarla evlilik dışı ilişkilere tevessül etmemeniz ve metres hayatı yaşamamanız şartıyla— evlilik bedeli olan mehirlerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmeniz size helâldir. Fakat Müslüman bir kadın, Yahudi veya Hristiyan bir erkekle evlenmemelidir. Zira Müslüman bir kadının gayrimüslim bir aile ortamında inancını muhafaza etmesi ve çocuklarını İslâm'a göre yetiştirmesi çok zordur.

Bu ayetlerin ortaya koyduğu prensiplere uymak, sizin imanınızın bir gereğidir. Unutmayın ki:

Her kim Allah'ın hükümlerini reddederek iman edilmesi gereken ilke ve kuralları inkâr ederse, bütün yaptıkları iyilikler boşa gidecek ve âhirette de o, kesinlikle hüsrana uğrayacaktır!

İmanın en temel prensibi namaz, namazın ön şartı da abdesttir:
5
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ey iman edenler! Namaz kılmak istediğiniz zaman, eğer abdestli değilseniz, ellerinizi, yüzünüzü ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, sonra başınızı ıslak elle sıvazlayarak mesh edin ve bileklere kadar ayaklarınızı yıkayın. Fakat abdestli iken ayağınıza mest veya mest gibi kalın çorap giymişseniz, abdest alırken onları ıslak elle sıvazlayarak mesh etmeniz de ayak yıkama yerine geçer. Ancak bunun için, abdest bozduktan sonra mesti ayağınızdan çıkarmamış olmanız gerekir. Mest çıkarıldığı veya meshin süresi dolduğu zaman, mestin hükmü iptal olur ve ayağı yıkamak gerekir. Bu şekilde meshin süresi mukim iken en çok bir gün, yolculukta ise üç gündür.

Eğer cinsel ilişki veya şehvetle meni boşalması sebebiyle boy abdesti gerektiren bir durumda, yani cünüp iseniz, namaz kılmak, Kur'an okumak ve Kâbe'yi tavaf etmek için tepeden tırnağa yıkanıp guslederek tamamen temizlenmelisiniz. Ayrıca, ay hâli görmekte olan kadınlar da namaz kılmak ve Kâbe'yi tavaf etmek için hayızdan sonra temizlenip boy abdesti almalıdırlar.

Ama eğer hasta veya yolculuk hâlinde iken abdest almanız veya gusletmeniz gerektiği hâlde, buna imkân bulamamış iseniz yahut hasta veya yolcu değilken tuvalet ihtiyacınızı gidermiş veya bir kadınla aşırı derecede şehvet uyandıracak şekilde temasta bulunmuş olur da, abdest alacak veya yıkanacak su bulamazsanız ya da bulduğunuz suyu kullanmanıza bir engel varsa, o zaman şöyle teyemmüm alın; temiz bir toprak veya taş, kireç, kum ve benzeri toprak cinsinden bir madde bulun ve ellerinizi ona hafifçe sürüp çırptıktan sonra, onu yüzünüze ve ellerinize kollarınıza sürün. Bu da namaz öncesi bir ön hazırlık olarak, abdest veya gusül (boy abdesti) yerine geçer.

Bütün bunları bir zorluk, bir meşakkat sanmayın:

Allah, bu emirleri vermekle sizi sıkıntıya sokmak istemez, ancak sizi maddî ve manevî kirlerden arındırıp tertemiz kılmak ve size vermiş olduğu iman, sağlık, güzellik gibi nimetlerini tamamlamak ister ki, böylece şükredesiniz. Bunun için:
6
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَم۪يثَاقَهُ الَّذ۪ي وَاثَقَكُمْ بِه۪ٓۙ اِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Allah'ın size bahşettiği bunca nimetleri ve İslâm'ı kabul ettiğiniz sırada sizden almış olduğu sözü hatırlayın: Hani Peygamber'e bağlılık yemini verirken, "İşittik ve itaat ettik!" diye Allah'a söz vermiştiniz. O hâlde, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda yaşayarak kötülüklerden titizlikle sakının! Unutmayın; Allah, kalplerin içindeki bütün gizli niyet ve düşünceleri bilmektedir.

Kötülüklerden sakınmak için uymanız gereken en önemli kural şudur:
7
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ey iman edenler! Allah için gerçeğe şahitlik ederek adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun! Bir kişi veya topluma karşı duyduğunuz öfke, onlarla ilgili vereceğiniz kararlarda sizi adaletsizliğe sevk etmesin! Siz her zaman, herkese karşı adil davranın! Çünkü Allah'ın sevgisini kazanmak, yani iyilik ve takvaya ulaşmak için en uygun olan davranış, düşmanlarınıza karşı bile olsa adaletten zerre kadar ayrılmamaktır.

 O hâlde, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek, kötülüklerden titizlikle sakının! İyi bilin ki Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.

Adaletli davranmanız, başkalarından çok size fayda verecektir:
8
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Allah, iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara söz vermiştir: Onlar için bağışlanma ve muhteşem bir ödül vardır: Cennet!
9
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
Hakikati inkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem halkıdır ve sonsuza dek orada kalacaklardır!

Allah'ın müminlere vaadi, yalnızca âhirete yönelik de değildir:
10
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
Ey iman edenler! Allah'ın size bahşettiği nimetini hatırlayın: Hani siz zayıf ve çaresiz durumdayken, düşmanlarınızdan bir grup size fenalık etmek istemişti de, Allah sizi onların şerrinden korumuştu. Bu nimetin devam etmesini istiyorsanız, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Ve inananlar başkasına değil, yalnızca Allah'a güvensinler.

Bakın, Allah'a güvenen bir toplumun ne büyük lütuflara nail olacağını, O'na tevekkül etmeyip ahdini bozan bir toplumun da başına neler geleceğini görmek için şu iki örneği dikkatle dinleyin:
11
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Allah, İsrailoğulları arasından on iki önder seçmiş ve onlardan söz almıştı.

Allah onlara demişti ki:

"Gerçek şu ki, ben tüm kudret ve azametimle zalimlerin karşısında, sizin yanınızdayım! Fakat bunun için yapmanız gereken şeyler var: Eğer namazı güzelce kılar, zekâtı verirseniz; bütün elçilerime iman eder, görevlerinde onlara yardımcı olur ve mükâfatını âhirette almak üzere malınızdan, canınızdan fedakârlık ederek Allah'a güzel bir borç verirseniz, ben de bireysel ve toplumsal hayatınızda her türlü zulmü, haksızlığı, kötülüğü yok ederek günahlarınızı sileceğim ve âhirette sizleri, içinden ırmaklar çağıldayan cennet bahçelerine yerleştireceğim!"

"Artık içinizden her kim, bütün bunlardan sonra nankörce davranıp inkâr edecek olursa, kurtuluşa erme fırsatını yakalamışken göz göre göre doğru yoldan sapmış demektir!"
12
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Fakat İsrailoğulları, ilâhî nimeti ellerinin tersiyle iterek davayı terk ettiler. Biz de, sözlerinden döndükleri için onları rahmetimizden uzaklaştırarak lânetledik ve ilâhî yasalar gereğince, hakikati idrak etme yeteneklerini körelterek kalplerini katılaştırdık.

Öyle ki, onlar kelimeleri yerinden oynatıp anlamlarını değiştirirler. Yani Yahudi din adamları, Tevrat ayetlerini yorumlarken sözleri asıl bağlamından kopararak kasten çarpıtırlar. Bu yüzdendir ki, Peygamberler tarafından kendilerine sıkı sıkıya tembih edilen öğütlerden birçoğunu göz ardı ederek unutmuşlardır.

İçlerinden pek azı hariç, onların sürekli ihanet içerisinde olduklarını görürsün.

Ey İslâm davetçisi! Sen her şeye rağmen onları bağışla, kaba ve kırıcı olma. Onları rencide etmeden, tatlı dille ve hikmetli sözlerle Rabb'inin yoluna çağırmaya devam et. Onların densizliklerine de şimdilik sabret. Hiç kuşkusuz Allah, güzel davrananları sever.
13
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Hz. İsa'nın tebliğ ettiği inanç sistemini değiştirip tanınmaz hâle getiren ve buna rağmen, "Biz İsa Mesih'in yolundan giden Hristiyanlarız!" diyenlerden de buna benzer bir söz almıştık. Ne var ki, onlar da kendilerine tembih edilen öğütlerden birçoğunu göz ardı ettiler.

Bu yüzden onların arasına, ta Kıyamet Günü'ne kadar sürecek bir kin ve düşmanlık soktuk. Zaman zaman Müslümanları yok etme dürtüsüyle bir araya gelseler bile, çok geçmeden birbirlerine düşüp parçalanacaklar. Ama sonunda:

Allah, yaptıkları her şeyi onlara Mahşer Günü haber verecektir.

O hâlde, ilâhî kurtuluş reçetesine kulak verin:
14
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ
Ey Tevrat'a ve İncil'e inandığını iddia eden Kitap Ehli! İşte size, elinizdeki Kitapta bulunan, fakat sizin yüzyıllardan beri halktan gizleyip durduğunuz birçok hükümleri size açıkça bildiren, bir kısmını da gerekli görmediği için yüzünüze vurmayıp affeden Son Elçimiz Muhammed, nihayet gelmiş bulunuyor!

Evet, Allah'tan size aydınlatıcı bir nur ve apaçık bir Kitap olan Kur'an-ı Kerim gelmiş bulunuyor!
15
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Allah bu Kitap sayesinde, hoşnutluğunu kazanmak isteyenleri barış, esenlik ve kurtuluş yollarına ulaştıracak, inayet ve izniyle onları inkâr ve cehalet karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkaracak ve dosdoğru cennete götüren bir yola iletecektir.

İlâhî rehberlikten yüz çevirenler ise, cehalet bataklığında bocalayıp duracaklar. İşte bunun bir örneği olarak, bir insana —Peygamber bile olsa— gereğinden fazla sevgi besleyip onu aşırı derecede yüceltmenin, dindar bir toplumu bile nasıl yoldan çıkardığına ibretle bakın:
16
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
"Allah, Meryem oğlu İsa Mesih'tir!" diyenler, hem Allah'ı, hem de kulu ve elçisi olan İsa'yı inkâr ederek kesinlikle kâfir olmuşlardır!

Onlara de ki:

"Şayet Allah, Meryem oğlu İsa Mesih'i, annesini ve hatta bütün yeryüzündekileri yok etmek isteseydi, kim O'na engel olabilirdi?"

Öyle ya, göklerin, yerin ve onlar arasında bulunan her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. O, dilediğini dilediği şekilde; ister sizi yarattığı gibi bir ana babadan, ister İsa'da olduğu gibi babasız, isterse de Âdem gibi annesiz ve babasız yaratır. Hiç kuşku yok ki, Allah'ın her şeye gücü yeter.

Fakat onlar tövbe edip uslanacakları yerde, bakın neler söylüyorlar:
17
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ اَبْنَٓاءُ اللّٰهِ وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْ خَلَقَۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۘ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
Yahudiler ve Hristiyanlar, "Bizler Allah'ın oğulları ve sevgili kullarıyız. Dolayısıyla, her ne yaparsak yapalım, Son Elçiyi inkâr etsek bile, kesinlikle cennete gireceğiz!" diyorlar.

Onlara de ki: "Öyleyse Allah, sizi günahlarınızdan dolayı niçin cezalandırıyor? Kutsal kitabınızın bildirdiğine göre nice belâ ve musibetlere uğrayanlar sizler değil misiniz? Baba oğluna, sevgili sevgiliye böyle azap eder mi? Hayır, siz de Allah'ın yarattığı diğer insanlardan hiç bir ayrıcalığı olmayan sıradan insanlarsınız.

Gerçek şu ki, Allah lâyık gördüğünü bağışlar, müstahak gördüğünü de cezalandırır. Ve bunu, mutlak adalet ve hikmet ölçülerine göre yapar. İlâhî lütfa nail olmak isteyen ve bu yolda gereken çabayı harcayan her kuluna —hangi ırka, hangi topluma ve hangi cemaate mensup olursa olsun— rahmet kapılarını sonuna kadar açar. Zulüm ve haksızlığı tercih edenleri ise, Peygamber torunları bile olsalar cezalandırır.

Unutmayın ki, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak hükümranlığı Allah'a aittir ve dönüş ancak O'nadır. Hepiniz dönüp dolaşıp, eninde sonunda O'nun huzuruna varacaksınız.
18
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Ey Tevrat'a ve İncil'e bağlı olduklarını iddia eden Kitap Ehli! Hiçbir Peygamberin gönderilmediği ve ilâhî vahyin bozulup unutulmaya yüz tuttuğu uzun bir aradan sonra, işte size hakikati açık ve net olarak bildiren Elçimiz Muhammed geldi. Allah size Son Elçi'yi gönderdi ki, yarın mahşer gününde hesaba çekilirken:

"Bize herhangi bir müjdeci veya uyarıcı gelmemişti, önceki kitaplar ise zaten bozulmuştu. Bu yüzden hakikati bilemezdik!" demeyesiniz. Artık böyle bir mazeretiniz kalmadı. İşte size ilâhî nimetleri muştulayan bir müjdeleyici, hak ve hakikati tüm açıklığıyla ortaya koyan bir uyarıcı gelmiş bulunuyor!

O hâlde, hakikatin sesine kulak vermeli ve şu anlamsız inadı bırakarak Son Elçiye ve Kur'an'a iman etmelisiniz. Aksi hâlde, bir zamanlar sizi insanlığın önderleri yaparak yücelten Allah, inkârınızdan dolayı zillet ve perişanlığa mahkûm edecektir. Zira Allah, dilediği her şeyi yapmaya kadirdir.

Bakın, geçmişte yaşananlar bu güne nasıl ışık tutuyor:
19
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Hani bir zamanlar Musa, halkına demişti ki:

"Ey halkım! Allah'ın size geçmişte lütfedip bahşettiği nimetleri bir düşünün; hani aranızdan Peygamberler çıkarmış, sizi özellikle Yusuf Peygamber zamanında yöneticiler ve hükümdarlar yapmış ve dünyada başka hiç kimseye vermediği dünya ve ahiret nimetlerini sizlere bahşetmişti. İşte, bugün yine bu nimetlere sahip olabilirsiniz."
20
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
"O hâlde, ey halkım! Allah'ın size vatan olarak vadettiği Filistin diyarındaki şu kutsal topraklara girin ve O'nun yardımıyla orayı fethedin! Sakın arkanızı dönüp kaçmayın, yoksa dünyada da âhirette de hüsrana uğrarsınız!"
21
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ ف۪يهَا قَوْماً جَبَّار۪ينَۗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ
Ama onlar, "Ey Musa!" demişlerdi, "Sen de biliyorsun ki, orada son derece zorba ve acımasız bir halk var! Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla girmeyeceğiz! Ne zaman onlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, ancak o zaman oraya gireriz!"
22
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Bunun üzerine, Rab'lerinin azabından korkan ve Allah'ın iman ve ilim vererek nimet bahşettiği iki adam kahramanca ileri atılıp dediler ki:

"Arkadaşlar! İnkârcılar silah ve sayı bakımından bizden güçlü görünseler de, göğüs göğse çarpışmada asla karşımızda duramazlar. Çünkü Allah bizimle beraberdir. O hâlde, düşmana tam cepheden hücum edin ve hiç beklemedikleri noktadan, şehrin ana giriş kapısından saldırarak onların üzerine kapıdan girin. Size düşen görev bu kadar. Bunu yaptınız, kapıdan girdiniz mi, korkmayın. Artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer gerçekten inanmış iseniz, Allah'a güvenin!"
23
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ
Ama onlar hâlâ direterek, "Ey Musa, onlar orada bulundukları sürece, biz o şehre asla girmeyeceğiz. Fakat ille de istiyorsan, sen ve Rabb'in gidin ve onlarla kendiniz savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz!" dediler.
24
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
Bu küstahça davranış karşısında Musa, üzüntü ve çaresizlik içinde "Ey Rabb'im, görüyorsun ki, benim kendimden ve kardeşimden başka hiç kimseye sözüm geçmiyor! O hâlde, şu isyankâr insanlarla yollarımızı ayır ya Rab!" diye yalvardı.
25
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟
Bunun üzerine Allah Musa'ya, "Öyleyse, kırk yıl boyunca o topraklara girmek onlara yasaklanmıştır. Bu süre içinde çöllerde şaşkın şaşkın dolaşıp duracaklar! Artık yoldan çıkmış toplum için kendini üzme!" buyurdu.
26
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ
Ey Muhammed! Onlara, yani kibir ve azgınlıkları yüzünden Allah'ın Elçisini öldürmek için fırsat kollayan Yahudilere ve masum bir cana kıymayı göze alan bütün zalimlere, Âdem'in Hâbil ve Kâbil adındaki iki oğlu arasında geçen şu ibret verici öyküyü hak ile, yani hak ve hakikati ortaya koymak üzere anlat: Hani onlar, Allah'a birer kurban sunmuşlardı. Biri kurban kesmek, diğeri yetiştirdiği mahsullerden vermek üzere adakta bulunmuşlardı. Fakat birinin kurbanı kabul edilmiş, diğerininki ise geri çevrilmişti. Zira Hâbil en değerli hayvanlarından birini kurban olarak sunarken, kardeşi Kâbil, çürük ve döküntü ürünleri vermeye kalkmıştı.

Bunun üzerine Kâbil, kıskançlık ve öfkeye kapılarak kardeşine, "Seni mutlaka öldüreceğim!" dedi. Hâbil şöyle cevap verdi: "Senin kurbanının kabul edilmeme sebebi ben değilim ki, beni suçluyorsun. Asıl suçu kendinde aramalısın. Çünkü Allah, kalbi kötülükle dolu olduğu hâlde, gösteriş amacıyla ibadet edenlerin değil, ancak dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek çirkin davranışlardan uzak durmaya çalışan takva sahiplerinin sunduğu kurbanı kabul eder."
27
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
"Sen beni öldürmek için bana el kaldırsan bile, ben tüm gücümle kendimi savunmakla beraber, seni öldürmek amacıyla sana el kaldıracak değilim! Ben seni öldürmek değil, aksine diriltmek isterim. Çünkü ben, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım!"
28
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
"Bununla birlikte, eğer beni öldürecek olursan dileğim odur ki, hem benim öldürülme günahımı hem de kendi günahını yüklenip cehennem halkından olasın! İşte, zalimlerin cezası budur! O hâlde kardeşim, gel bu zulümden vazgeç!"
29
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Ama bütün bu uyarılara rağmen, Kâbil'in gözünü kör eden kıskançlık, ihtiras ve bencillik duyguları, onu tahrik ederek kardeşini öldürmeye sevk etti ve sonunda onu öldürdü de. Böylece, dünya ve âhirette en büyük zarar ve hüsrana uğrayanlardan oldu!
30
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ
İlkönce, cesedi ne yapacağını bilemedi. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kâbil, hayvancağızın ölü bir kargayı toprağa gömdüğünü görünce, "Vah, yazıklar olsun bana!" dedi, "Ben şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemeyecek kadar aciz miyim?" O anda ne kadar aciz, ne kadar zavallı bir durumda olduğunu anladı. Derken, kalbinde bir burukluk hissetti ve büyük bir pişmanlık duydu. Ama artık iş işten geçmişti.
31
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
İşte bunun için, İsrailoğulları'na ve dolayısıyla size şöyle emrettik: "Her kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde yol kesme, eşkıyalık, ırza tecavüz ve benzeri fesat çıkarmamış bir insanı haksız yere öldürecek olursa, adeta bütün insanlığı öldürmüştür. Kim de cinayeti engelleyerek bir hayat kurtarırsa, adeta bütün insanlığı kurtarmıştır."

Ama İsrailoğulları, öğüt ve uyarıları dinlemedi. Elçilerimiz onlara, hakikati ortaya koyan nice mucizeler ve apaçık belgeler getirmiş olmalarına rağmen, yine de içlerinden birçokları, yeryüzünde azgınlık etmekten ve cinayet işlemekten bir türlü vazgeçmediler.

Öğüt ve uyarılarla uslanmayan bu gibi azgınları, ancak cezalarla durdurabilirsiniz:
32
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
Allah'a ve dolayısıyla, Elçisine ve Müslümanlara karşı topyekûn savaş açanların ve terör, soygunculuk, yol kesme, adam kaçırma, ırza tecavüz gibi suçlar işleyerek yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, işledikleri suçun büyüklüğüne göre şöyledir: Eğer bunlar sadece adam öldürmüş veya ırza tecavüz etmişlerse, en az acı çekecekleri şekilde öldürülmek, hem adam öldürmüş, hem de mala veya ırza tecavüz etmişlerse, ibret için halka teşhir edilmek üzere asılarak idam edilmek, eğer adam öldürmemişler, sadece yol kesip mal almışlarsa el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, bunlardan hiçbirini yapmayıp, sadece terör havası estirerek insanları tehdit edip korkutmuşlarsa, hapse atılmak veya sürgüne gönderilmektir.

Bu, onlara bu dünyada peşinen verilen bir rezilliktir. Öteki dünyada ise, onları çok daha büyük bir azap beklemektedir.
33
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Ancak, siz onları ele geçirmeden önce pişmanlık duyup tövbe eden ve kendiliklerinden teslim olanlar bunun dışındadır. Bunlar, kul haklarıyla ilgili bir suç işlememişlerse, İslâm devletine karşı işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılmazlar. Bilin ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Ancak böyle kendiliğinden teslim olan bir suçlu, şahıslara karşı işlemiş olduğu suçun cezasını çekmek zorundadır. Sözgelimi, adam öldürmüş veya ırza geçmiş ise öldürülür, mal gasp etmiş veya mala zarar vermiş ise tazminatını öder, masum insanları yaralamış veya dayak atmış ise aynen kısas uygulanarak cezasını çeker.

İşte hem bu suçların kökünü kazımak, hem de dünya ve âhirette saadete ulaşmak için:
34
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek, her türlü kötülükten titizlikle sakının ve yaptığınız iyiliklerle yetinmeyerek, sizi O'na yaklaştıracak daha güzel ve yararlı davranışlar ortaya koymaya çalışın! Bunun için, karşınıza çıkacak her fırsatı, her imkânı ganimet bilin! O'nun sevgisini kazanmak için türlü sebepler, vesileler arayın ve O'nun yolunda malınızla ve canınızla mücadele ve cihâd edin ki, dünyada ve âhirette kurtuluşa erebilesiniz! Bunun için asıl yatırımı âhirete yapmalı, dünyanın gelip geçici güzelliklerine kapılıp da, sizi bekleyen gerçek hayatı ihmal etmemelisiniz:
35
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Bu dünyanın gelip geçici nimetlerine tamah ederek bütün insanî ve ahlâkî değerleri reddeden, böylece, bu değerlerin asıl kaynağı ve varlık sebebi olan ilâhî mesajı inkâr eden o zalimler, Diriliş Günü azaptan kurtulmak için yeryüzündeki bütün nimetleri ve bir o kadarını fidye olarak verseler bile, bu onlardan asla kabul edilmeyecektir. Onların hakkı, can yakıcı bir azaptır!
36
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Cehenneme atıldıklarında, can havliyle ateşten çıkmak isteyecekler, fakat oradan asla çıkamayacaklar. Çünkü onların hakkı, sürekli bir azaptır!

İşte, hem sizi bu korkunç azaptan kurtaracak, hem de mal ve can güvenliğinizi garanti altına alacak güzel bir vesile:
37
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Ey iman edenler! Hırsızlık edenlerin —ister erkek ister kadın olsun— işledikleri bu çirkin suça karşılık Allah tarafından ibret verici ve caydırıcı bir ceza olarak sağ ellerini bilekten kesin! Açgözlülük ederek başkasının hakkına saldıran soyguncuları, hırsızları ancak bu şekilde caydırabilirsiniz. O hâlde, sakın bu hükmü uygulama konusunda zalimlere acımanız tutmasın. Unutmayın ki, Allah hem sizden çok daha merhametli ve adildir, hem de sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.

Ancak, bu tür ağır cezaların uygulanabilmesi için;

İslâmî eğitim sürecinin tüm aşamalarından geçmiş, sosyal adalet ve refahın tam olarak sağlandığı bir toplumda,

Aklı başında ve ergenlik çağına girmiş bir yükümlünün,

Aşırı yoksulluk, delilik, hastalık gibi geçerli bir mazereti olmaksızın,

Belirli bir miktarın üzerindeki malı,

Muhafaza edildiği yerden,

Gizlice çaldığı,

Kesin olarak ispatlanmış olmalıdır.

Bu şartlardan biri veya birkaçı bulunmadığı takdirde, hırsıza el kesme cezasından daha küçük bir ceza verilir.
38
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ama kim yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder de, gücü yettiğince hatasını telâfi etmeye çalışır ve hayatında tertemiz bir sayfa açarak kendisini düzeltirse, elbette Allah onun tövbesini kabul edecektir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Yakalanmadan önce kendiliğinden teslim olan hırsıza el kesme cezası verilmez. Yakalandıktan sonra tövbe eden hırsıza gelince; Allah katında günahı bağışlansa bile, mahkemenin vereceği cezadan kurtulamaz. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse, onun gerçekten tövbe edip etmediğini ve tövbesinde samimî olup olmadığını bilemez.

Ey insanoğlu! Yüce Rabb'inin ilim, hikmet ve adaletine güven:
39
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir? O lâyık gördüğünü cezalandırır, müstahak gördüğünü de bağışlar. Bunu da, mutlak adalet ve hikmet ölçülerine göre yapar. Zulüm ve haksızlık yapanları cezalandırır, iman edip güzel ve yararlı davranış gösterenleri ise ödüllendirir. Unutma ki, Allah her şeye kâdirdir.

Bunun için, zalimlere karşı mücadeleye devam et:
40
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Ey şanlı Peygamber! Kalben inanmadıkları hâlde sırf sizi kandırmak için ağızlarıyla "Biz de inanıyoruz!" diyen —fakat ortaya koydukları hayat tarzıyla İslâm'ı inkâr eden— ikiyüzlülerden ve onlara akıl hocalığı yapan Yahudilerden Allah'ın ayetlerini inkâr etmekte birbirleriyle âdeta yarışa girenlerin yaptıkları, sakın seni üzüp de ümitsizliğe ve yılgınlığa düşürmesin!

Onlar doğru söze tahammül edemezken, her türlü yalana kulak verirler. Sana değer vermedikleri için yanına gelmeye bile tenezzül etmeyen diğer kâfirlerin görüşlerini dikkate alır, onların sözlerini dinler ve onlar adına casusluk faaliyeti yürütürler.

Verdikleri söze bağlı kalmaz, kelimeleri eğip bükerek işlerine gelecek şekilde yorumlarlar. Ayrıca, Kutsal Kitaptaki sözlerin anlamlarını kasten çarpıtarak değiştirirler.

Kur'an'ın hakemliğine başvurmak isteyenlere, "Size şu hüküm verilirse onu kabul edin, arzu ve beklentilerinize uygun bir fetva verilmezse uzak durun!" diye tembih ederler.

Ve bu davranışlarının doğal sonucu olarak, cezayı hak etmiş olurlar: Allah kimi cezaya müstahak görmüşse, artık onun kurtulması için Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın.

İşte bunlar, kalplerini Allah'ın arındırmaya layık görmediği kimselerdir. Onların hakkı bu dünyada zillet ve alçaklık, ahirette ise büyük bir azaptır!
41
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Onlar doğru sözden hoşlanmaz, her türlü yalana kulak verirler. Haram yemeye de pek düşkündürler. Eğer bu tür insanlar, aralarında hakemlik etmen için sana gelirlerse serbestsin; ister aralarında hüküm ver, ister onları kendi başlarına bırak. Eğer haklarında hükmetmekten kaçınarak onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Yani bu yüzden günaha girmiş olmazsın.

Fakat aralarında hükmedeceğin zaman, adaletle hüküm ver! Kuşkusuz Allah, adil davrananları sever.

Gerçi bu Yahudiler, hiçbir zaman Allah'ın hükmüne boyun eğmeye yanaşmazlar:
42
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِنْدَهُمُ التَّوْرٰيةُ ف۪يهَا حُكْمُ اللّٰهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ۟
İçinde Allah'ın hükümleri bulunan Tevrat ellerinde dururken, nasıl oluyor da, kendi ırkları dışında bir Peygamber kabul etmedikleri hâlde, arzularına uygun bir fetva vermeni umarak senin hükmüne başvuruyorlar, sonra hem Kur'an'ın hem Tevrat'ın ortak hükmü olan kararından yüz çeviriyorlar? Aslında bunlar, kendi kitapları olan Tevrat'a dahi inanmıyorlar!

Tevrat, her ne kadar Yahudiler tarafından tahrifata uğramış ve bazı bölümleri değiştirilmiş olsa da, aslen hak olan bir kitaptır:
43
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Gerçek şu ki, içinde hikmet dolu öğütler, hidayet ve aydınlatıcı nur bulunan Tevrat'ı biz indirdik. Nitekim Musa'dan sonra gönderilen ve Allah'a içtenlikle boyun eğmiş olan Peygamberler, Yahudiler arasında onunla hükmederlerdi. Ayrıca, kendilerini Allah'a adamış olan adil yöneticiler, yani Rabbanîler ve âlimler de ona göre hüküm verirlerdi. Çünkü onlar, Allah'ın kitabını öğrenmek, öğretmek ve uygulamak suretiyle koruyup gözetmekle görevliydiler ve tüm hâl ve hareketleriyle onun hak bir kitap olduğuna tanıklık eden hakikat şahitleri idiler.

Öyleyse insanlardan değil, yalnızca benden korkun! Benim gerek Tevrat, gerek İncil ve gerekse Kur'an'daki ayetlerimi, —özellikle de Son Elçiyi müjdeleyen Tevrat ayetlerini— servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değişmeyin! Unutmayın ki, her kim Allah'ın egemenlik yetkisini reddederek O'nun indirdikleriyle hükmetmez ve doğruyu eğriyi, iyiyi kötüyü belirleme konusunda ilâhî ölçüleri kendisine rehber edinmez ise, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir!
44
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Biz Yahudiler için —ve dolayısıyla sizin için de— cinayet ve yaralamalarla ilgili olarak Tevrat'ta şu hükümleri yazdık: Cana karşılık can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve diğer yaralamalarda benzer şekilde kısas yapılacaktır. Ancak kim suçluyu affedip kısas hakkından vazgeçerse, bu da onun günahlarının bağışlanması için bir kefaret olacaktır.

Dikkat edin, bunlar Allah'ın hükümleridir. Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir!

Fakat Allah'ın hükmü, yalnızca Tevrat'tan ibaret değildir:
45
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Derken o Peygamberlerin izleri üzerinde, kendisinden önceki Tevrat'ı onaylayan ve çarpıtılan hükümlerini düzelterek onu tahrifat ve hurafelerden arındıran Meryem oğlu İsa'yı gönderdik.

Ve ona, Rab'lerinin emrine saygıyla bağlanan o takva sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olmak üzere, kendisinden önceki Tevrat'ı tasdik eden ve içerisinde hidayet ve aydınlık bulunan İncil'i verdik.
46
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
O hâlde İncil'e iman edenler, uydurdukları hurafelere değil, Allah'ın onda indirdiklerine göre hükmetsinler. İncil ve Tevrat, uğradıkları tahrifata rağmen Allah'ın varlığını, birliğini ve Son Elçiye imanın gerekliliğini açıkça ortaya koyar. Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar doğru yoldan sapan fâsıkların ta kendileridir!

Fakat Allah'ın hükmü, yalnızca Tevrat ve İncil'den de ibaret değildir:
47
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
Ey Muhammed! Sana da, daha önceki kutsal kitapları tasdik eden ve tahrif edilmiş, çarpıtılmış hükümlerini düzelterek onları hurafelerden ayıklayan bir denetleyici olarak, hak ve hakikati ortaya koyan ve doğrunun, gerçeğin ta kendisi olan bu Kitabı hak ile indirdik.

Öyleyse, onların arasında Allah'ın bu Kitapta indirdikleriyle hükmet! Sakın sana gelen hakikati bırakıp da, haktan sapanların arzu ve heveslerine uyma! Şunu bil ki:

Biz bütün Peygamberleri ve ümmetlerini aynı inanç ve ahlâk kuralları etrafında birleşen bir tek ümmet yaptık. Ancak ayrıntılı hukuk kuralları konusunda her biriniz için farklı bir yol ve yöntem belirledik. Eğer Allah dileseydi, bütün ümmetlere aynı şeriatı emrederek hepinizi tek tip bir toplum yapabilirdi. Fakat sizlere verdiği farklı imkânlar, yetenekler, eğilimler, nimetler ve belâlar çerçevesinde sizi imtihan etmek için her ümmete, kendi ihtiyaçlarına, ortam ve şartlarına ve kültürel gelişimine uygun farklı bir şeriat, farklı bir hukuk sistemi belirledi.

O hâlde, dosdoğru hükümleri içinde barındıran bu Son Kitabın ışığında, en güzel toplumu oluşturmaya çalışın! İnkârcıların aldatıcı propagandalarına kulak asmadan, kendi yolunuzda kararlılıkla ilerleyin. En iyiyi, en güzeli ortaya koymak için çalışarak, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.

Unutmayın ki, hepiniz eninde sonunda Allah'ın huzuruna varacaksınız. O zaman Allah, anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda aranızda hükmünü verecektir.
48
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
Evet, hangi dinden, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, onların arasında Allah'ın indirdikleriyle hükmet, sakın onların heveslerine uyma! Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından bile seni saptırmamaları için, onlara karşı son derece dikkatli ol.

Eğer bütün bu uyarılara rağmen yine de Allah'ın Kitabından yüz çevirecek olurlarsa, bil ki Allah, bazı günahları sebebiyle onları bu şekilde cezalandırmak istiyor. Unutma ki, insanlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.

Kur'an'ın rehberliğinden uzaklaşıldığı takdirde insanlığın başına neler geleceğini onlar bilmiyorlar mı?
49
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Yoksa onlar, İslâm öncesi cahiliye döneminin hak hukuk tanımayan kanun ve hükümlerini mi hayata egemen kılmak istiyorlar? Allah'ın yegâne Rab ve tek İlâh olduğu gerçeğinin yok sayıldığı, vahyin hayata hâkimiyet hakkının kaldırıldığı, bunun sonucunda uluslararası ilişkilerde adalet yerine menfaatlerin ölçü alındığı, güçlünün aynı zamanda haklı sayıldığı, bir yanda lüks ve israf hüküm sürerken, öbür yanda bebeklerin açlıktan öldüğü, dünyadaki bütün aç ve yoksul insanları yüzlerce kez zengin edebilecek para ve emek harcanarak üretilen bombaların canlı yayın eşliğinde masum çocukların başına yağdırıldığı, yeryüzü nimetlerinin yüzde seksenine yüzde yirmilik bir azınlığın el koyduğu, alkol, uyuşturucu ve fuhuş bataklığında nesillerin yok edildiği bir dünya düzeni mi istiyorlar? Hâlbuki yürekten inanan bir toplum için, Allah'tan daha iyi kim hüküm verebilir? İnsanlığı kana bulayan komünizm, faşizm gibi batıl ideolojiler mi? Yoksa insanı vahşî bir canavara dönüştüren kapitalizm mi? Ya da yüzyıllarca insanlığa kan kusturan, ilim adamlarını —haklı olarak— Allah ve din düşmanı yapan Yahudilik, Hristiyanlık, Budizm ve benzeri asli hüviyetini kaybetmiş sözde "ilâhî dinler" mi? Yahut üzerinde "İslâm" etiketini taşıdığı hâlde Kur'an'dan fersah fersah uzaklaşarak hurafeler yığına dönüşmüş olan şu "atalar dini" mi? Elbette hiçbiri! O hâlde:
50
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Ey iman edenler! Yukarıda sözü edilen batıl ideolojilerin mimarlarını, yani Yahudileri ve Hristiyanları samimî ve güvenilecek bir dost, sözü dinlenecek bir yönetici, himayesine sığınılacak bir koruyucu, işbirliği yapılacak bir müttefik, kısaca veli edinmeyin! Unutmayın ki, onlar ancak birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden her kim onları dost edinecek olursa, o da onlardandır. Çünkü Allah, kâfirlerle böyle sıkı fıkı ilişkiler içinde olan zalimleri doğru yola iletmez.
51
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ
Kalplerinde hastalık olan şu münafıkların, "Kâfirlerin günün birinde galip gelmeyeceği ne malum? İyisi mi, biz şimdiden tedbirimizi alalım. Zira başımıza bir belâ gelmesinden korkuyoruz!" diyerek kâfirlere şirin gözükmek için çırpındıklarını, hep onlara yöneldiklerini görürsün.

Fakat Allah, çok geçmeden kâfirleri hezimete uğratarak size vadettiği zaferi nasip edecek yahut katından münafıkların plânlarını boşa çıkaracak bir emir gönderecektir. İşte o zaman münafıklar, yüreklerinde Allah'a ve müminlere karşı çirkin düşünceler besledikleri ve kâfirleri kendilerine dost ve yardımcı edindikleri için büyük bir pişmanlık duyacaklar.
52
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ
Allah ve Elçisine tam bir güvenle iman edenler ise, savaşta esir ettikleri kâfirlere, münafıkları göstererek, "Sizin yanınızda olacaklarına dair var güçleriyle Allah'a yemin edenler bunlar mıydı? Bakın, nasıl da bütün beklentileri ve gayretleri boşa gitti de, rezil olup hüsrana uğradılar!" diyecekler.
53
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönecek olursa, Allah onları tarih sahnesinden silip yerlerine öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. İnananlara karşı çok merhametli ve alçakgönüllü, kâfirlere karşı da son derece şahsiyetli ve onurludurlar. Kur'an'ın ortaya koyduğu hayat sistemini yeryüzünde hâkim kılmak için Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd ederler. Bu yolda karşılarına çıkabilecek hiçbir engel onları durduramaz. Çünkü onlar, hiç kimsenin kınamasından, tehdit ve işkencesinden korkmazlar. Yalnızca Rab'lerinin rızasını kazanmak amacıyla, emin ve kararlı adımlarla hedefe doğru yürürler.

İşte bu Allah'ın lütfudur, onu lâyık gördüğüne bahşeder. İlâhî lütfa nail olmak isteyen ve bu yolda gereken çabayı harcayan her kuluna rahmet kapılarını sonuna kadar açar. Öyleyse, güzel davranışlar göstererek O'nun lütfuna lâyık kullar olmaya çalışın. Unutmayın ki, Allah'ın lütuf ve merhameti sınırsızdır, O her şeyi bilendir.
54
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Sizin yardımcınız, koruyucunuz ve gerçek dostunuz kâfirler ve münafıklar değil, ancak Allah'tır, O'nun Elçisidir ve tam bir teslimiyetle Allah'a boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir.
55
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
Her kim Allah'ı, Elçisini ve müminleri kendisine dost edinirse, ona müjdeler olsun! Çünkü hak ile batılın mücadelesinde üstün gelecek olanlar, kesinlikle Allah'ın tarafında yer alanlardır!

O hâlde:
56
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlardan, dininizle alay edip eğlenenleri ve ilâhî vahiy gerçeğini tümüyle inkâr eden diğer müşrik ve kâfirleri kendinize yönetici, koruyucu, yardımcı, dost ve müttefik, yani veli edinmeyin! Ve bu Kitaba gerçekten inanıyorsanız, zalimlerle aynı cephede yer almama konusunda Allah'a karşı gelmekten titizlikle sakının!

İşte kâfirlerin, kutsal değerlerinizi nasıl tahkir ettiğini gösteren çarpıcı bir örnek:
57
وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
Ezan okuyup insanları namaza çağırdığınız zaman, onunla alay edip eğlenirler. İslâm'ın en önemli sembollerinden biri olan ezandan rahatsızlık duyar, onu susturmak için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan bir toplumdur.
58
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ
Yahudi ve Hristiyanlara de ki: "Ey Kitap Ehli! Sizin bize düşmanlık etmenizin sebebi, Allah'a gereğince iman etmemiz, bize ve bizden önce indirilen bütün vahiylere inanmamız ve sizin pek çoğunuz yoldan çıkmış kimseler olmasından başka nedir ki?"
59
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ
Sözlerine devamla de ki: "Demek bunlara iman ettik diye bizi suçluyorsunuz, öyle mi? Peki, Allah katında bundan daha ağır bir cezayı kimlerin hak ettiğini size bildireyim mi? Onlar, kendileriyle övünerek izinden yürüdüğünüz atalarınızdır. Yani, isyankârlıklarından dolayı Allah'ın lânetlediği, Peygamberleri öldürdükleri için gazap ettiği, sözlerinden caydıkları için ahlâkî çöküntüye uğratıp doyumsuz maymunlara ve tepeden tırnağa pisliğe batmış domuzlara dönüştürdüğü ve böylece, Allah'ın buyruklarına başkaldıran azgın yönetimlere, yani tâğûtlara kul köle yaptığı kimselerdir!

İşte, ilâhî ölçülere göre en kötü yerde bulunanlar ve doğru yoldan en çok sapmış olanlar bunlardır.
60
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ
Yahudiler sizin yanınıza geldikleri zaman, "Biz de inanıyoruz!" derler. Oysa yanınıza girerken inkârcı olarak girmiş ve yine inkârcı olarak çıkmışlardır. Fakat Allah, kalplerinde neler gizlediklerini çok iyi bilmektedir!

İşte, inkârcılıklarının sonucu olarak:
61
وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İçlerinden pek çoğunun, günah işlemekte, düşmanlık etmekte ve haram yemekte birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Ne kötü işler yapıyorlar!
62
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Peki, başlarındaki din âlimleri ve hahamların, onları günahkârca söz söylemekten ve haram yemekten alıkoymaları gerekmez miydi? Fakat onlar, görevlerini yerine getirmediler. Kötülük karşısında susarak onu desteklediler. Yaptıkları şey ne kötüdür! O kadar ki:
63
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Yahudilerden bazıları, "Allah'ın eli sıkıdır. Nimet ve lütfunu kullarına vermek istemez. Allah muhtaç kullarına vermiyorsa, biz ne diye verelim? Ayrıca, eğer siz Müslümanlar doğru yolda olsaydınız, Allah gücü ve zenginliği bize değil, size verirdi. Baksanıza, sizi yoksulluk içinde kıvrandırıp duruyor. Şu hâlde, Allah ya kendi yolundaki siz sevgili kullarına cimrilik ediyor, ya da siz doğru yolda değilsiniz." dediler. Bu sözlere itiraz etmeyen diğer Yahudiler de aynı iddiaya iştirak etmiş oldular. Allah hakkında çarpık anlayışlarından ve bu sözlerinden dolayı, kendi elleri bağlandı ve cimrilik, korkaklık, alçaklık değişmez karakterleri oldu. Böylece, ilâhî nimetlerden mahrum bırakılarak Allah tarafından lânetlendiler.

Oysa Allah için cimrilik asla söz konusu olamaz. Bilakis, elleri alabildiğince açıktır. Kudret ve cömertliğinin sınırı yoktur. Lütuf ve nimetlerini ilim ve hikmetine uygun olarak, dilediği kimselere dilediği şekilde verir. Bazen azılı kâfirleri nimetlere boğarken, en sevdiği kullarını belâ ve musibetlere uğratabilir. Zira bu dünya imtihan yeridir, iyilik ve kötülüklerin tam karşılığının verileceği yer ise âhirettir. Ama maddî güç ve zenginlikten başka değer ölçüsü tanımayan kâfirler, birtakım dünyevi nimetlere sahip olmalarını, kendilerinin doğru yolda olduğunun kanıtı sayarlar. Hâlbuki herhangi bir kişi veya toplumun doğru yolda olduğunu belirlemek için, onların dünyada sahip oldukları güç ve zenginliğe değil; doğruluk, erdemlilik, adalet gibi üstün ahlâkî değerlere ne derece bağlı olduklarına bakmak gerekir. Kaldı ki, Allah, yeryüzünde ilâhî adaleti egemen kılmak için varını yoğunu feda eden müminlere, —çetin bir mücadele sonunda— bu dünyada güç ve zenginlik de bahşedecektir.

Rabb'inden sana indirilen şu muhteşem ayetler, onlardan birçoğunun azgınlık ve kâfirliğini artıracaktır. Fakat onlardan korkmayın. İster Yahudi veya Hristiyan ister müşrik olsun, kâfirler kendi aralarında gerçek bir birlik oluşturamazlar. Zira belirlemiş olduğumuz yasalar gereğince:

Onların arasına, ta Kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve nefret koyduk. Ne zaman Müslümanlara karşı düşmanlıkları depreşir de bir savaş ateşi tutuşturmaya kalkışsalar, Allah onu söndürecek ve heveslerini kursaklarında bırakarak onları birbirlerine düşürüp darmadağın edecektir. Fakat yine de akıllanmayacak, yeryüzünde sürekli bozgunculuk, fitne ve fesat çıkarmaya çalışacaklar. Allah ise, fesat çıkaranları sevmez. Sevmediği için de belâlarını verir.

Ama tövbe edip kurtulmak için, hâlâ ellerinde fırsat var:
64
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
Şayet Kitap Ehli diye bilinen Yahudi ve Hristiyanlar, Allah'a ve bütün elçilerine gereğince iman etmiş ve azgınlıktan, isyankârlıktan sakınıp korunmuş olsalardı, şu ana kadar işledikleri bütün günahlarını bağışlar ve kendilerini nimetlerle dolu cennet bahçelerine yerleştirirdik.
65
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟
Evet, eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rab'leri tarafından kendilerine gönderilen bu son ilahi vahyi içtenlikle kabullenip hayatın her alanında uygulamış olsalardı, onları tepeden tırnağa nimetlere boğardık. Böylece, üstlerinden yağan ve ayaklarının altından yetişen nimetlerden yerlerdi. Yerüstü ve yeraltı servetlerinden istifade ederek, refah ve huzur içinde yaşarlardı. Gerçi içlerinde, aşırılıktan uzak, ölçülü ve dengeli insanlar da yok değil; fakat çoğunluğu, o kadar kötü işler yapıyorlar ki!

O hâlde, Müslümanlara büyük bir görev düşüyor:
66
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Ey Peygamber! Rabb'in tarafından sana indirilen ayetleri tüm insanlığa açıkça bildirerek tebliğ et! Şayet bunu yapmayacak olursan, elçilik görevini yerine getirmemiş olursun! Diğer müminler de senin yolunu izleyerek Kur'an'ı insanlığa tebliğ etsinler. Sakın zalimlerden korkup da görevini aksatma! Çünkü Allah, seni insanlardan gelecek tehlikelere karşı koruyacaktır. Unutma ki, sen kendi üzerine düşeni yaptığın takdirde, Allah kâfirleri asla başarıya ulaştırmayacak, onları doğru yola iletmeyecektir.
67
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Yahudi ve Hristiyanlara seslenerek de ki: "Ey ilâhî mesaja inandığını iddia eden Kitap Ehli! Siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'iniz tarafından size gönderilen Kur'an ayetlerini kendinize rehber edinip onu gereğince uygulamadıkça, asla sağlam bir temele dayanmış olamazsınız. Allah'ın ayetlerinden bir kısmını benimseyip bir kısmını reddederseniz, diğer kâfirlerden bir farkınız kalmaz."

Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirilen bu ayetler, onlardan birçoğunun azgınlık ve kâfirliğini artıracaktır. Fakat sen, bu inkârcılar için kendini üzme, ümitsizliğe de kapılma. İman edecek olanları ise şimdiden müjdele:
68
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Gerçek şu ki, ister Müslüman, ister Yahudi, ister yıldızlara tapan Sâbiî, ister Hristiyan, ister ateşperest Mecûsî ve isterse bunların dışındaki başka bir dine mensup olsun, her kim Allah'a ve âhiret gününe Kur'an'da belirtildiği şekilde inanır ve İslâm'ın ortaya koyduğu prensipler doğrultusunda güzel işler yaparsa, işte onlar Rab'lerinin katında ödüllerini mutlaka alacaklar ve Hesap Günü ne korku duyacak, ne de üzüleceklerdir.

Hiç kimse, şu veya bu dine inandığını öne sürmekle veya herhangi bir ırka, sınıfa, cemaate mensup olmakla kurtuluşa eremez. Cennete girebilmenin tek yolu, Allah'a ve âhiret gününe gereğince inanmak ve ilâhî prensiplerin ortaya koyduğu biçimde yararlı ve güzel davranışlar ortaya koymaktır. Nitekim:
69
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ
Göndereceğimiz her kitaba ve Elçiye iman edeceklerine dair İsrailoğulları'ndan kesin bir söz almış ve onlara nice Peygamberler göndermiştik.

Fakat ne zaman bir Peygamber onlara hoşlarına gitmeyecek bir hüküm getirdiyse, verdikleri sözden cayarak bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Ellerinden gelse, bugün de hiç çekinmeden öldürürler.
70
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Bu davranışlarından dolayı başlarına bir belâ gelmeyecek sandılar, böylece hakikat karşısında kör ve sağır kesildiler! Sonra belâ üstüne belâya uğrayınca, pişman olup tövbe ettiler ve Allah tövbelerini kabul etti. Sonra Allah, Son Elçiyi ve Kur'an'ı gönderdi, fakat içlerinden pek çoğu ona karşı da kör ve sağır kesildiler. Fakat Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir ve kesinlikle cezasını verecektir.
71
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Gerçek şu ki, "Allah Meryem oğlu İsa Mesih'tir!" diyenler, aynen onu inkâr edenler gibi kelimenin tam anlamıyla kâfir olmuşlardır!

Oysa bizzat İsa Mesih, "Ey İsrailoğulları! Benim de Rabb'im sizin de Rabb'iniz olan Allah'a kulluk ve itaat edin, hiç kimseyi ilâhlaştırıp O'na ortak koşmayın! Her kim Allah'a ortak koşacak olursa, şunu iyi bilsin ki, Allah ona cenneti kesinlikle haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir. Ve o gün zalimlere hiç kimse yardım edemeyecektir." demişti.
72
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Hiç kuşku yok ki, "Allah üçün üçüncüsüdür!" diyenler de kâfir olmuşlardır! Yani, "Baba bir ilâh, Kutsal Ruh bir ilâh, Oğul İsa bir ilâhtır; fakat hiç biri tek başına Allah değildir. Allah, ancak birbirlerini tamamlayan bu üç unsurun kendisinde birleştiği Tanrıdır." diyen Hristiyanlar da kâfir olmuşlardır. Oysa Allah birdir, bir tek İlâh olan Allah'tan başka ilâh yoktur!

Şayet onlar bu çirkin iddialarından vazgeçmeyecek olurlarsa, içlerinden inkârda diretenlere kesinlikle can yakıcı bir azap dokunacaktır!

Şu hâlde, insaf ve vicdan sahibi olan Yahudi ve Hristiyanlar daha ne bekliyorlar?
73
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Hâlâ pişmanlık ve gözyaşlarıyla Allah'a yönelip O'ndan af dilemeyecekler mi? Zira O'nun rahmetinden asla ümit kesilmez. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

İsa Mesih ile ilgili işin doğrusuna gelince:
74
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Meryem oğlu İsa Mesih ne Tanrıdır, ne de Tanrının oğlu! O sadece Allah'ın gönderdiği diğer Peygamberler gibi bir peygamberdir. Nitekim ondan önce de nice peygamberler gelip geçmişti. Mesela Allah, İsa Mesih'in eliyle ölülere can verdiği gibi, daha önce Musa'nın eliyle asaya can vererek kuru bir sopayı yılana dönüştürmüştü. Yine Allah Mesih'i babasız yarattığı gibi, daha önce Âdem'i hem babasız hem annesiz olarak yaratmıştı ki, bu daha enteresan bir yaratılıştır. Demek ki, İsa bir ilâh veya ilâhî özellikler taşıyan bir varlık değil, diğer Peygamberler gibi bir Peygamber ve ölümlü bir beşerdir.

Annesi Meryem ise, son derece dürüst ve tertemiz bir kadındı. Fakat bu üstün özelliklerine rağmen, onlar da sizin gibi birer insandı. Örneğin, ikisi de her fâni insan gibi acıkır, susar ve yiyip içerlerdi. Bunlar, yaratılmışlara mahsus özelliklerdir. Oysa Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir.

Bak, onlara ayetlerimizi nasıl açıkça bildiriyoruz, onlarsa nasıl da göz göre göre hakikatten yüz çevirip dönüyorlar!
75
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Allah'tan başka ilâhlar edinen ve O'nun birliğini doğrudan veya dolaylı olarak reddeden tüm kâfirlere seslenerek de ki: "Siz hâlâ Allah'ın yanı sıra, O dilemedikçe size en ufak bir zarar veya fayda veremeyecek olan aciz varlıklara mı kulluk edeceksiniz? Hâlbuki her şeyi işiten ve her şeyi bilen, yalnızca Allah'tır!
76
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟
De ki: "Ey Kitap Ehli denilen Yahudi Hristiyanlar! Sakın dininizde olmayan bidat ve hurafeleri ona ekleyerek inancınızda aşırılıklara dalmayın! Son Elçi gönderilmeden önce hem kendileri sapmış, hem de diğer birçoklarını saptırmış ve hâlen de doğru yoldan sapmakta olan sözde din adamları ve kilise topluluğunun saçma iddialarını körü körüne taklit edip de, onların arzu ve heveslerine uymayın!"

Uyduğunuz takdirde başınıza neler geleceğini görmek için, tarihe bakıp ibret alın:
77
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
İsrailoğulları arasından Allah'ın elçilerini inkâr edenler, Davud'un ve İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir! Çünkü onlar Allah'ın emirlerine karşı geliyor ve saldırganca davranıp azgınlık ediyorlardı.

Bütün bunların da temel sebebi şuydu:
78
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Onlar, içlerinden biri kötülük yapınca onu bundan vazgeçirmeye çalışmazlardı. Kendileri ibadetlerini eksiksiz yapsalar bile, bunu başkalarına tebliğ etmezlerdi. Kötülüklerden uzak durur, ama kötülük yapanları engellemeye çalışmazlardı. Böylece, kötülükler karşısında susmakla onu onaylamış ve işlenen suça iştirak etmiş olurlardı. Yaptıkları şey gerçekten ne kötü idi!

İşte bugün de aynı kötülükleri yapıyor, tıpkı öncekiler gibi lâneti hak ediyorlar:
79
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Onlardan çoğunun, ilâhî vahiy ve âhiret gerçeğini inkâr eden kâfirlerle samimî bir dostluk ve ittifak içinde olduklarını görürsün. Bencillikleri, kendilerine âhiret hayatı için ne kötü bir son hazırladı: Allah onlara gazap etmiş ve bu yüzden onlar, sonsuza dek azaba mahkûm olmuşlardır.

Kâfirlerle bu denli sıkı fıkı olmaları, iman iddiasında hiç de samimî olmadıklarını gösteriyor:
80
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Eğer onlar Allah'a, Elçisine ve ona indirilen ayetlere iman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Ne var ki, onların çoğu doğru yoldan sapmış olan fâsıklardır!

Bununla beraber, hepsinin size karşı düşmanlığı eşit derecede değildir:
81
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
İnsanlar içerisinde Müslümanlara düşmanlıkta en şiddetli olanların, öncelikle Yahudiler ve onların ardından, putperest müşrikler olduğunu göreceksin.

İnsanlar arasında Müslümanlara sevgi ve şefkat bakımından en yakın olanların ise, "Biz Hristiyan'ız!" diyen ve Allah'ın varlığına, birliğine, gönderdiği bütün kitaplarına ve elçilerine içtenlikle iman eden gerçek muvahhitler olduğunu göreceksin.

Çünkü onların içinde, ilim ve ibadetle meşgul olan dürüst din âlimleri ve kendilerini Allah'a adamış zahitler vardır ve onlar, kendilerine tebliğ edilen Kur'an karşısında asla kibre kapılmazlar. İşte bu ahlâk ve erdemlilikleri, onları dosdoğru Kur'an'a yöneltir:
82
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
Onların, bu Elçiye indirilen ayetleri dinledikleri zaman, hiç de yabancısı olmadıkları bu hakikatten müthiş etkilenerek, gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün.

Onlar Kur'an'ı duyar duymaz, Allah'a el açıp yalvararak şöyle derler: "Ey Rabb'imiz! İsa Mesih'in yıllar öncesinden müjdelediği Son Elçi'ye iman ettik. O hâlde, bizi de hakikate şahitlik eden şu müminlerle birlikte iman kervanının bir neferi olarak yaz!"
83
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ
"Öyle ya, Rabb'imizin bizi dünya ve âhirette iyi insanların arasına katmasını ümitle bekleyip dururken, Allah'a ve O'ndan bize gelen gerçeğe niçin iman etmeyelim ki?"
84
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ
Bu sözlerine karşılık Allah, onları ağaçlarının altından ırmaklar akan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçeleriyle ödüllendirecektir. İşte iyilik yapanların mükâfatı budur.
85
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Ayetlerimizi yalan sayarak hak dini inkâr edenlere gelince, onlar da cehennem halkıdır ve sonsuza dek orada kalacaklar!

Fakat bazı Hristiyan zahitlerden, rahiplerden övgüyle söz edildi diye ruhbanlığı iyi bir şey zannetmeyin:
86
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz ve hoş nimetleri kendinize haram kılmayın. Ramazan'ın son on gününde ilim, dua, ibadet ve zikirle meşgul olmak üzere mescitlerde veya evinizin bir köşesinde itikâfa çekilebilirsiniz. Bunun haricinde, Allah'a yaklaşma ve ibadet maksadıyla bile olsa, dünyadan el etek çekip ruhban hayatı yaşayarak yahut çilehanelere kapanarak, inzivaya çekilerek kendinizi hayatın güzelliklerinden mahrum bırakmayın. Öte yandan, dünya zevklerinden faydalanacağım diye başkalarının hakkını çiğneyerek sınırı da aşmayın! Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.
87
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
O hâlde, haramı helâli birbirine karıştırmadan, Allah'ın size vermiş olduğu helâl ve temiz nimetlerden yiyin! Bu arada, kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan gelen emirlere sımsıkı sarılarak, kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Sakının da, olur olmaz her şeye yemin ederek kendinizi sıkıntıya sokmayın! Bununla birlikte:
88
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Allah sizi, yemin kastı olmaksızın ağzınızdan kaçıveren ya da doğru olduğuna inanarak söylediğiniz, fakat daha sonra gerçeğe aykırı olduğu anlaşılan yeminlerinizdeki yanılgıdan dolayı sorumlu tutmaz. Ancak sizi, kasıtlı olarak yaptığınız yeminlerden sorumlu tutacaktır.

Böyle bilerek yemin ettikten sonra aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu düşünürseniz, yemininizi bozmalısınız. Ancak bu veya başka bir sebeple yemininizi bozacak olursanız onun cezasını ödemelisiniz ki, buna yemin kefareti denir. Yeminin kefareti şudur:

Kalite, miktar ve öğün sayısı olarak kendi ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden, on fakiri bir gün boyunca doyurmak,

Veya onları altlı üstlü takım hâlinde giydirmek,

Ya da bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bu üçünden birini seçmekte serbestsiniz.

Fakir olduğu için bunlardan hiçbirini bulamayan ise, üç gün arka arkaya oruç tutmalıdır. Oruç tutacak gücü de yoksa, yalnızca tövbe istiğfar etmekle yetinir. İşte, yemin ettiğiniz ve onu bozduğunuz zaman, yemininizin kefareti budur.

Eğer yeminin bozulmasından dolayı başkaları da zarar görmüş olursa, bu da ayrıca telâfi edilmelidir. Bir de, nasıl olsa kefaretini öder kurtulurum diyerek iyice düşünmeden olur olmaz yeminler etmeyin, ettiğiniz zaman da —eğer bir günaha sebep olmayacaksa— gücünüz yettiğince ona bağlı kalın. Kısacası, yeminlerinizi koruyun!

İşte Allah size ayetlerini böyle açıkça bildiriyor ki, şükredesiniz.
89
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler!

Şarap başta olmak üzere, bütün sarhoşluk verici ve uyuşturucu maddeler,

Haksız kazanca sebep olan her çeşit şans oyunları ve kumar,

İlâhlaştırılan kişi ve kurumları temsil eden işaretler, semboller, rozetler, heykeller, putlar ve dikili taşlar,

Ve yapacağınız işlerde, ilâhî vahyi rehber edinip, akıl ve tecrübeye dayanarak karar vermek yerine, medyumluk, falcılık, kâhinlik, astroloji, fal okları (5. Mâide: 3) gibi batıl inançlarla hayatınızı yönlendirmeniz,

İşte bütün bunlar, şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değildir! O hâlde bunlardan uzak durun ki, dünya ve âhirette kurtuluşa eresiniz!

İçkinin haram kılınma hikmetine gelince:
90
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza kin ve düşmanlık sokmaya, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymaya çalışır. Öyleyse, hâlâ bunlardan vazgeçmeyecek misiniz?

O güne kadar içki müptelâsı olan bazı sahabîler, bu ayeti duyar duymaz ellerindeki kadehleri atmaya, şarap testilerini kırmaya başladılar. Allah'ın "Artık vazgeçmeyecek misiniz?" hitabına, "Vazgeçtik ya Rab, vazgeçtik ya Rab!" nidalarıyla cevap veriyorlardı. Kur'an, ilk İslâm toplumunu aşama aşama eğiterek işte bu seviyeye getirmişti. Kalplere Allah ve ahiret inancı iyice yerleştikten ve insanlar ilâhî yasalara kayıtsız şartsız boyun eğecek kıvama geldikten sonra, nihayet içkinin kesinlikle haram olduğunu bildiren bu ayet gelmişti. Kur'an'ın dışında hangi hukuk sistemi, hangi eğitim metodu, bu kadar kısa bir zamanda böylesine köklü bir devrim gerçekleştirerek bu mükemmel toplumu yetiştirebilir?

İşte bu örnek toplumun yetişmesi için:
91
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Ey iman edenler! Allah'a ve Elçisine itaat edin ve isyankârlıktan sakının! Allah'ın Kitabına ve bu Kitabın pratik hayata uygulanmasında mükemmel bir örnek olan Peygamberin sünnetine sımsıkı sarılın! Eğer itaatten yüz çevirecek olursanız şunu iyi bilin ki, Elçimizin görevi sizi zorla Müslüman yapmak değil, yalnızca uyarmak ve gerçekleri açıkça tebliğ etmekten ibarettir. Buyruklarıma itaat eden kendisini kurtarmış, isyan eden de yine kendisini felâkete mahkûm etmiş olur.

Peki, bu ayetler gönderilmeden önce yenilip içilenler ne olacak?
92
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Daha önce iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara, günaha girmekten titizlikle sakındıkları ve bundan böyle aynı kararlılıkla iman edip güzel davranışlar gösterdikleri sürece, önceden yiyip içtikleri şeylerden dolayı bir günah yoktur. Yeter ki, herhangi bir yiyecek veya içeceğin haram olduğunu bildiren ilâhî hükmü öğrendikten sonra, yine kötülüklerden korunmaya devam etsinler, yeni tanıştıkları her ayete yeniden iman etsinler ve sonra da, ömürlerinin sonuna kadar kötülüğün her çeşidinden kaçınarak ellerinden geldiğince iyilik yapmaya devam etsinler.

Hiç kuşkusuz Allah, güzel davrananları sever.

Allah, zararı açıkça bilinen içki, kumar, cinayet ve benzeri kötülükleri yasakladığı gibi, ilk bakışta hikmetini anlayamayacağınız birtakım emir ve yasaklarla da sizi imtihan edecektir:
93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey iman edenler! Allah, ellerinizin ve mızraklarınızın ulaşabileceği ve kolayca avlayabileceğiniz birtakım av hayvanlarıyla —onları hac esnasında ayağınıza kadar getirerek— sizi mutlaka deneyecektir ki, Allah'tan başka hiç kimse kendisini görmediği hâlde O'na karşı saygılı davranan samimî ve itaatkâr insanları diğerlerinden ayırt etsin.

Bundan böyle, her kim Allah'ın çizdiği sınırları aşacak olursa, onun için can yakıcı bir azap vardır!
94
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
Ey iman edenler! Hac veya umre ibadetini yerine getirmek üzere niyet edip ihrama girdiğiniz zaman, zararından korunmak amacıyla öldürmek zorunda kaldığınız hayvanlar hariç, karada yaşayan hiçbir av hayvanını öldürmeyin. Fakat başka birinin —sizin talimatınız olmaksızın— avladığı hayvanın etinden yiyebilirsiniz. Bu yasak, kara hayvanları için geçerlidir. Aşağıdaki 96. ayette açıklanacağı üzere, deniz, göl ve ırmaklardan su ürünleri avlamanızda bir sakınca yoktur. Bir de, Harem bölgesinin avının avlanması, kendiliğinden biten her türlü ağaç, bitki ve otların kesilmesi ya da koparılması, ihramlı olsun veya olmasın herkese haramdır. Harem bölgesinin ağaç ve bitkilerini kesip koparan kimsenin, bunların bedelini takdir ederek fakirlere vermesi gerekir. Harem bölgesinde bulunan veya ihramlı olan kişinin avlanmasına gelince:

İçinizden her kim böyle bir avı kasten öldürürse, bunun cezası, aranızdan iki âdil hakemin vereceği karara göre;

Öldürdüğü hayvana denk olabilecek deve, sığır, koyun, keçi gibi bir hayvanı kurban edilmek üzere Kâbe'ye göndermek,

Ya da yine o hakemlerin belirleyeceği sayıda fakiri doyurmak,

Yahut buna denk —yani doyurması gereken her bir yoksul için bir gün— oruç tutmak suretiyle, günahına kefaret ödemektir. İşte, harem bölge sınırlarında veya ihramlıyken av hayvanı öldüren kişi, bu fidyelerden birini ödemelidir. Ta ki, yaptığı bu çirkin işin cezasını çekmiş olsun.

Bununla birlikte, Allah geçmişte olup bitenleri affetmiştir. Fakat her kim günaha dalarak İslâm dışı hayat tarzına geri dönerse, Allah onu hem dünyada, hem de âhirette cezalandıracaktır! Unutmayın, Allah mutlak üstünlük ve kudret sahibidir, inkâr ve isyankârlığın cezasını verendir!

İhramlıya helâl olan avlanmaya gelince:
95
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Hem sizin gibi yerleşik hayat sürenlerin, hem de göçebe hayatı yaşayan gezginlerin ve yolcuların faydalanması için, denizde ve dere, ırmak, göl gibi temiz sularda avlanmak ve dalgaların kıyıya sürükledikleri dâhil olmak üzere her çeşit deniz ürününü yemek, size —hac sırasında ihramlıyken bile— helâl kılınmıştır.

Ancak ihramda olduğunuz sürece, kara avı yapmanız size yasaklanmıştır. O hâlde, hepinizin eninde sonunda huzurunda toplanacağı Allah'tan gelen prensiplere sımsıkı sarılarak kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının!

Mekke'de avlanma yasağının sebep ve hikmetlerinden biri de şudur:
96
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Allah Kâbe'yi, o saygıdeğer mabedi, insanlık için maddî ve manevî hayat kaynağı kılmıştır. Savaşmanın yasaklandığı kutsal ayları, hacıların Kâbe'de kurban etmek üzere yanlarında getirdikleri kurbanlıkları ve hac dışında, Allah'a adandıklarının bir belirtisi olarak boyunlarına işaretler takılarak süslenen kurbanlıkları da kulluk ve itaati temsil eden birer sembol kılmıştır.

Bütün bunlar, Allah'ın göklerde ve yerde olup biten her şeyi bildiğini ve O'nun her konuda en mükemmel bilgiye sahip olduğunu anlamanız ve bu anlayış doğrultusunda bir hayat tarzı ortaya koymanız için emredilmiştir.
97
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ
Şunu iyi bilin ki, Allah'ın cezalandırması çetindir; bununla birlikte, O'nun affı ve merhameti de sınırsızdır.

Artık azaba veya merhamete nail olmak, sizin tercihinize kalmıştır. Unutmayın ki:
98
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
Peygamberin görevi, yalnızca uyarmak ve hakikati tebliğ etmektir. Açıktan yaptığınız ve gizlediğiniz her şeyi bilen ise, yalnızca Allah'tır.
99
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟
O hâlde, insanın iradesine ve sorumluluk duygusuna seslenerek de ki: "Ey insan! Kötü ve zararlı şeylerle iyi ve faydalı şeyler asla bir olmaz; kötü olanların birçoğu senin hoşuna gitse bile! Örneğin, zehirli mantar güzel görünümlü ve lezzetli, fakat aynı zamanda öldürücüdür. Demek ki, her hoşuna giden şey mutlaka faydalı ve helâl olmadığı gibi, her hoşlanmadığın şey de zararlı ve haram değildir. İnsan her ne kadar aklı ve vicdanı sayesinde faydalı ve zararlı şeyleri bir dereceye kadar ayırt edebilirse de, her konuda isabetli hüküm vermesi imkânsızdır. Bu yüzden o, her şeyi bilen Yaratıcının rehberliğine muhtaçtır.

Öyleyse ey akıl ve sağduyu sahipleri, Allah'tan gelen emirlere sımsıkı sarılarak kötülüklerden titizlikle sakının ki, kurtuluşa erebilesiniz!

Fakat kötülüklerden sakınayım derken, aşırı vesvese ve evhamlara da kapılmayın:
100
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
Ey iman edenler! Size cevabı verildiği takdirde, altından kalkamayacağınız yükümlülükler getirerek sıkıntıya düşüp üzülmenize sebep olabilecek sorular sormayın. Kur'an indirildiğinde bunları sorarsanız, ilgili ayetlerde size gerekli ve yeterli açıklama yapılacaktır. Allah bir konu hakkında herhangi bir açıklama yapmamışsa, onu unutmuş veya gözden kaçırmış olduğundan değil, bilakis, dinini kolaylaştırmak ve her bölgede, her çağda yaşayan müminlere geniş bir içtihat alanı bırakmak için bazı konuları bilerek geçiştirmiş ve bu hususta sizleri affetmiştir. Unutmayın ki, Allah çok bağışlayıcı, çok şefkatlidir.

Öyleyse, Allah'ın size açıkça bildirdiği kadarını gücünüz yettiğince yapmaya çalışın, yersiz zorlamalarla hayalî haramlar ve farzlar icat etmeye kalkmayın.
101
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
Sizden önce de bazı insanlar bu tür sorular sormuş (2. Bakara: 67–71; 57. Hadid: 27) ve sonuçta, Allah'ın bütün hükümlerini inkâr eder duruma gelmişlerdi. Din âlimleri, kılı kırk yararcasına ortaya koydukları kurallarla, insanların yükümlülüklerini gereksiz yere ağırlaştırmışlardı. Öyle ki, dinî hükümler, zamanla uzmanlarının bile içinden çıkamadığı karmakarışık sorunlar yumağı hâline gelmiş ve bu da, halkın ve yöneticilerin Allah'ın kanunlarından büsbütün uzaklaşarak inkâra sürüklenmelerine yol açmıştı.

İşte, böyle bir anlayışın ürünü olarak uydurulan haramlardan çarpıcı bir örnek:
102
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Allah, cahiliye müşriklerinin birtakım batıl inançlar ve saçma geleneklerle bazı hayvanları bahîra, sâibe, vâsile ve hâm diye nitelendirip kutsal ilan ederek onların etinden, sütünden, sırtından vs. kendilerini mahrum bırakmalarını emretmiş değildir. Tam aksine bu kâfirler, kendi kafalarından haramlar icat ederek Allah adına yalan uyduruyorlar. Çünkü onların çoğu, akıllarını kullanmazlar.

İslâm öncesi Cahiliye devrinde Araplar, sonuncusu erkek olmak üzere beş kez doğum yapan deveye bahîra; tutulduğu bir hastalıktan kurtulan kimsenin putlara adadığı deveye sâibe derlerdi. Kutsal kabul edilen bu hayvanlar artık kesilmez, sütleri sağılmaz ve sırtlarına binilmezdi.

Koyun dişi doğurursa kendilerinin, erkek doğurursa tanrılarının olurdu. Şayet hem erkek hem dişi doğurursa, dişiden dolayı erkeği de kurban etmezlerdi ki, buna da vasîle derlerdi.

Bir de, kendisinden on kez döl alınan erkek deveye hâm derlerdi. Bunun sırtına binmeyi haram sayar ve istediği yerde serbestçe otlamasına izin verirlerdi.

Bu kâfirler, en büyük nimetlerden biri olan düşünmeyi o derece ihmal etmişlerdir ki:
103
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara, "Şu saçma gelenekleri bırakın da, Allah'ın indirdiği mükemmel inanç sistemine ve bu sistemin biricik kaynağı Kur'an'ın pratik hayata aktarılmasında en güzel örnek olan Elçisine gelin!" denildiği zaman:

"Atalarımızdan gördüğümüz töre, gelenek ve ideolojiler bizim için yeterlidir!" derler. Peki, ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan sapmış kimseler olsa da mı onları körü körüne taklit edecekler?

Bu durumda, müminlerin yapması gereken şudur:
104
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ey iman edenler! Siz içinde yaşadığınız toplumu iyi yönde değiştirmek istiyorsanız, başkalarıyla uğraşayım derken kendinizi, ailenizi ve yakın çevrenizi ihmal etmeyin. Öncelikle kendinizi ıslah edip düzeltmeye bakın! O zaman korkmayın, siz İslâm'ı iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama, tebliğ, irşat, cihat başta olmak üzere bütün emir ve yasaklarıyla hayatınıza tatbik ederek doğru yolda yürüdüğünüz sürece, hak yoldan sapanlar size ve davanıza asla zarar veremeyeceklerdir. Unutmayın ki, hepiniz eninde sonunda Allah'ın huzuruna varacaksınız. İşte o zaman Allah, tüm yaptıklarınızı size bildirecek ve hak ettiğiniz ceza veya mükâfatı tam olarak verecektir.

İşte, birey ve toplum olarak ıslah olmanızı sağlayacak temel bir hukuk ilkesi:
105
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ
Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm belirtileri gelir de vasiyette bulunmak isterse, vasiyetin içerik ve şartlarını belgelendirmek üzere, aranızdan Müslüman ve adil iki kişiyi şahit tutsun.

Ama eğer memleketinizden uzak diyarlara yolculuk ederken ölüm döşeğine düşer de tanıdık şahit bulmakta güçlük çekerseniz, o zaman sizin toplumunuzdan veya dininizden olmayan iki yabancı şahit de yeterli olur.

Eğer bu iki şahidin adaletinden şüpheye düşerseniz, onları cemaatle kıldığınız herhangi bir namazın ardından —çünkü namaz sonrasında dürüstlük ve insaf duyguları genellikle daha canlı olur—Müslümanların huzurunda şahitlik etmeleri için camide alıkoyun. Sonra her ikisi de Allah'a şöyle yemin etsinler:

"Dost ve yakınlarımızın çıkarları söz konusu olsa bile, bu vasiyete ihanet etmeyeceğimize ve Allah için yapmış olduğumuz bu şahitliği gizlemeyeceğimize yemin ederiz. Aksi takdirde, büyük bir günah işlemiş olacağımızı ve Allah katında cezasını çekeceğimizi kabul ediyoruz!" Vasiyet konusunda şahitlerin bu yeminli beyanı esas alınır. Aksini iddia edenin ise, iddiasını delil ile ispatlaması gerekir.
106
فَاِنْ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّٓا اِثْماً فَاٰخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذ۪ينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُـنَٓا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَاۘ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Şayet daha sonra yeni delillerin ortaya çıkmasıyla bu şahitlerin yalan söyledikleri veya vasiyet edilen mallardan bir kısmına el koyarak günah işledikleri anlaşılırsa, onların şahitlikleri iptal edilir. Artık delil getirmek zorunda olan taraf, kendileridir. Bu durumda, şahitler yüzünden hakları çiğnenen mirasçılar arasından ölüye en yakın olan iki kişi, o yalancı şahitlerin yerine geçer ve "Yemin olsun ki, bizim şahitliğimiz bu iki kişinin şahitliğinden daha doğrudur ve biz, kimsenin hakkını çiğnemiş değiliz. Aksi halde, zalimlerden olduğumuzu ve Allah katında cezasını çekeceğimizi kabul ediyoruz!" diye Allah'a yemin ederler. Önceki iki şahit kendi iddialarını ispat etmedikleri takdirde, ölüye yakın olan bu mirasçıların yeminine göre hüküm verilir.
107
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجْهِهَٓا اَوْ يَخَافُٓوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسْمَعُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
İşte, insanların dürüstçe şahitlik yapmalarını yahut şahitlik yaparken bu kadar ağır yemin ettikten sonra yeminlerinin yalan olduğu anlaşılarak geri çevrilmesinden ve dolayısıyla, yalancı durumuna düşüp rezil olmaktan korkmalarını ve hiç değilse bu sayede doğru söylemelerini sağlayacak en uygun çözüm yolu budur. Zira böyle kesin yemin edenler, yalanları ortaya çıkar da rezil olurlar endişesiyle yalan söylemeye cesaret edemezler.

O hâlde, Allah'tan gelen bu hükümleri çiğnemekten titizlikle sakının ve emirlerini can kulağıyla dinleyin! Unutmayın ki, buyruklarına karşı gelerek yoldan çıkan bir toplumu Allah doğru yola iletmez. Hesap Gününde de, hak ettikleri karşılığı tam olarak verir:
108
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
O gün Allah bütün Peygamberleri toplayacak ve "İnsanlar sizin çağrınıza nasıl cevap verdiler?" diye soracak. Onlar ise, "Ya Rab, senin sonsuz ilminin yanında bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Biz yalnızca, hayatta olduğumuz sürece çağrımıza verilen cevabı —onu da ancak yüzeysel olarak— biliyoruz. Tüm gizlilikleri hakkıyla bilen, sadece sensin!" diyecekler.
109
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
İşte o zaman Allah, şöyle buyuracak:

"Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene bağışlamış olduğum nimetlerimi hatırla: Hani seni vahiy ve ilham meleği Kutsal Ruh Cebrail ile desteklemiştim. Bu sayede tıpkı yetişkinlik çağında olduğu gibi, beşikte minicik bir bebek iken de insanlarla konuşabiliyordun."

"Hani sana okuyup yazmayı, hikmetli sözler söylemeyi, ayrıca Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim."

"Hani benim iznimle çamurdan kuş yapıyordun da, ona üfler üflemez yine benim iznimle o çamur canlanıp gerçek bir kuş oluyordu."

"Hani benim iznimle körleri ve cüzzamlıları iyileştiriyor, yine benim iznimle ölüleri diriltip kabirlerinden çıkarıyordun."

"Hani İsrailoğulları'na apaçık mucizeler getirmiştin de, içlerinden inkâr edenler, "Bu ayan beyan sihirden başka bir şey değildir!" dediklerinde, seni onların haince tuzaklarından kurtarmıştım."
110
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ
Hani havarîlere, "Bana ve Elçime iman edin!" diye ilham etmiştim. Bunun üzerine onlar, "İman ediyoruz! Şahit ol ya Rab, bizler yalnızca sana boyun eğen ve ancak senin hükümlerine teslim olan kimseleriz!" demişlerdi.    
111
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Hani havarîler, "Ey Meryem oğlu İsa! Acaba Rabb'in bize gökten bir sofra indirebilir mi?" diye sormuşlardı. İsa, "Eğer gerçekten inanıyorsanız, Allah'ın kudreti ve benim Peygamberliğim hakkında şüphe içeren bu tür söz ve davranışlardan sakının!" cevabını vermişti.
112
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
Onlar "Ama bizim kötü bir niyetimiz yok. Biz sadece istiyoruz ki, ondan yiyelim, kalplerimiz tam bir imanla huzura ersin, bize doğru söylediğini kesin olarak bilelim ve onun sayesinde, hakikate tanıklık eden şahitler olalım!" demişlerdi.
113
قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Bunun üzerine Meryem oğlu İsa, "Ey Allah'ım, ey yüce Rabb'imiz!" diye yalvardı, "Bize gökten öyle bir sofra indir ki, geçmiş ve gelecek bütün nesillerimiz için kutlanacak bir bayram ve senin tarafından bize bahşedilmiş bir mucize olsun. Ve göndereceğin bu ilâhî sofra ile bizi besleyip rızıklandır. Hiç kuşkusuz sen, rızık verenlerin en hayırlısısın."
114
قَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّ۪ٓي اُعَذِّبُهُ عَذَاباً لَٓا اُعَذِّبُهُٓ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ۟
Allah da buyurdu ki: "Onu size göndereceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim benim ayetlerimi inkâr ederse, dünyada hiç kimseye vermediğim cezayı ona vereceğim!"

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra, Hesap Gününe yeniden dönelim:
115
وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Allah, İsa Mesih'i ilâhlaştıranları azarlamak üzere ona soracak: "Ey Meryem oğlu İsa! Bu insanlara sen mi ‘Allah ile birlikte beni ve annemi de tanrı edinin' dedin? Çünkü sen onların arasından ayrıldıktan sonra, bir kısmı senin "Tanrı" veya "Tanrının oğlu" olduğunu, bir kısmı da annen Meryem'in "Tanrı'nın annesi" (teotokos) olduğunu iddia ederek ikinizi de tanrılaştırdılar. Bunu onlara sen mi emrettin?"

Bunun üzerine İsa, "Hâşâ, seni tenzih ederim ya Rab!" diyecek, "Hakkım olmayan şeyi söylemek benim ne haddime! Şayet ben böyle bir şey söylemiş olsaydım, sen onu zaten bilirdin. Zira sen benim içimden geçenleri dahi bilirsin, oysa ben sende olan hiçbir şeyi bilemem. Benim insanlara ne söylediğimi gayet iyi bildiğin hâlde bunları bana sormandaki hikmeti de bilemem. Gerçek şu ki, hiç kimsenin bilemeyeceği sırlar âlemi olan gayb'ı tam olarak bilen, yalnızca sensin."
116
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
"Ben onlara, yalnızca senin bana söylememi emrettiğin şeyleri söyledim: "Benim de Rabb'im, sizin de Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin!" dedim. Aralarında bulunduğum sürece, yaptıklarına bizzat şahit idim. Bu süre zarfında olup bitenlere tanıklık edebilirim. Fakat sen beni onların arasından alıp vefat ettirdikten sonra, artık onlar üzerinde tek gözetleyici sendin. Doğrusu sen, her an her şeye şahitsin."

"İsa şöyle cevap verdi: (Önceki kutsal kitaplarda) yazılmıştır ki, Rabb'in olan Allah'a tapacak ve yalnızca O'na kulluk edeceksin!" (Luka, 4:8 Matta, 4:10)

"Rabb'in olan Allah'tan korkacak, O'na kulluk edecek ve O'nun ismiyle yemin edeceksin! ...başka ilâhların ardınca yürümeyeceksiniz!" (Tesniye, 6:13–14)
117
اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
"Şayet onlara azap edersen, şüphesiz onlar bu cezayı hak etmiş olsalar bile, senin affına muhtaç aciz kullarındır. Ama eğer onları bağışlarsan, elbette merhamet ve hikmetinle bunu yapmaya da kadirsin. Zira sen, sonsuz kudret ve hikmet sahibisin."
118
قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Son olarak Allah şöyle buyuracak: "İşte bu gün, sözlerine bağlı kalanlara sadakatlerinin fayda vereceği gündür: Ağaçlarının altından ırmaklar akan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçeleri onların olacaktır. Tüm bunların da ötesinde, Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte en büyük başarı, en büyük kurtuluş budur."
119
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Göklerin, yerin ve bunların içerisinde bulunan her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Ve O'nun her şeye gücü yeter.
120

Sureler

Mealler