Sureler
Mealler
Önceki
Nisâ Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Ey iman edenler! (Gerek Allah ile gerekse insanlarla sözleşip) yaptığınız anlaşmaları yerine getirin. (Genelde ve hangi şartlarda) haram kılındıkları size bildirilen ve bildirilecekler dışında (sığır, deve, koyun ve keçi gibi) ehlî ve bir de ot yiyen dört ayaklı hayvanların etleri size helâl edilmiştir. Şu kadar ki, ihramlı iken (başkasının kestiğini yemenizde beis olmamakla birlikte) bizzat avlanmanız helâl değildir. Şüphesiz ki Allah, nasıl dilerse öyle hükmeder.
2 Ey iman edenler! Allah’ın, (O’nun tarafından muhterem ve mukaddes ilan edilen Cuma ve Bayram namazları, cemaatle namaz, ezan, kurban, Hac ve menâsiki gibi İslâm’ın ve Müslümanlığın sembolleri demek olan) şiarlarına ve bu arada, (bizzat o aylarda size saldırılmamış olması dışında savaşmanın yasaklandığı) Haram Aylar’a, Hac mevsiminde kurban edilmek üzere Beytullah’a getirilen hayvanlarla, yine kurban edilmek üzere işaretlenmiş kurbanlıklara ve Rabbilerinin lûtfedeceği kazancı ve O’nun rızasını arzulayarak Beyti Haram’a yönelenlere sakın saygısızlıkta bulunmayın. İhramdan (ve haram bölgeden) çıktığınızda, dilerseniz avlanın. Mescidi Haram’ı ziyaretinizi engellediler diye bir topluluğa karşı duyduğunuz öfke, sakın sizi (Allah’ın şiarlarını tanımama ve haramı helâl etme manâsına gelecek) bir tecavüze sevkedip de günaha sokmasın. Ancak (iman, infak, namaz, sa bır, sebat gibi sizi Allah’a yaklaştıracak her türlü) hayır, iyilik ve faziletlerde, bir de Allah’a karşı gelmekten sakınıp O’nun koruması altına girme (takva) hususunda birbirinizle yardımlaşın. Buna karşılık, sizi hayırdan uzaklaştırıp karşılığında cezayı gerektirecek her türlü kötülük ve (hem Allah ile hem de insanlarla olan münasebetlerinizde) haddi aşma ve düşmanlık üzerinde birbirinizle yardımlaşmayın. Allah’a karşı saygılı olun ve O’na karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, cezalandırması çok çetin olandır.
3 Şunlar ise size haram kılındı: Kendiliğinden ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen ve –henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna– herhangi bir şekilde boğularak ölen, herhangi türde bir darbe ile öldürülmüş, yukarıdan veya kuyuya düşerek ölmüş, yine, boynuzlanarak veya yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak ölmüş ve bir de put manâsı taşıyan her türlü şekil, yapı ve anıtlara hürmeten kesilen hayvanların etleriyle, fal, zar atma, kumar, piyango gibi yollarla taksim ve elde ettiğiniz etler (ve sâir yiyecekler). Haram edilen bütün bu yiyecekleri yemek, Allah’a itaatten ve O’nun yolundan çıkmak demektir. –Artık bugün küfredenler, dininizin yerleşip hakim hale gelmesine mani olmaktan ümitlerini kesmiş bulunuyorlar. O halde, onlardan korkup karşılarında ürperti duymayın; yalnızca Ben’den korkup Benim karşımda ürperin (ve neye hükmetmişsem onu yerine getirin). İşte bugün sizin için (bütün kaideleri, hükümleri ve evrenselliğiyle) dininizi kemale erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. –Şu kadar ki, kim açlıktan bunalıp çaresiz kalır da, (zaruret miktarını aşmak veya bir başka aç insanın payına tecavüz etmek gibi yollarla) günaha meyletmeksizin (haram edilen bu yiyeceklerden yerse, hiç şüphesiz Allah pek bağışlayıcıdır, rahmet ve merhameti pek bol olandır.
4 (Ey Rasûlüm!) Sana nelerin (ve bu arada av hayvanlarının hangi şekilde yakalayıp getirdikleri avların) helâl olduğunu soruyorlar. De ki: “Size pak, sağlığa zararsız ve haram şüphesi bulunmayan bütün yiyecekler ve bu arada, Allah’ın size öğrettiğinden öğrenip de eğittiğiniz avcı hayvanların (boğma veya çarpma yollarıyla olmayıp, bizzat av organlarıyla yaralayarak) yaptıkları avlar helâl kılındı. Bu hayvanların, (kendileri yemek için değil de) sizin için tutup, (herhangi bir parçasını yemeden ölü veya diri olarak) getirdiklerinin temiz kısımlarını yiyin ve (av hayvanını salarken) Allah’ın adını anın (Besmele çekin). Allah’a karşı saygıyla dopdolu bulunun ve O’na itaatsizlikten sakının. Hiç şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.
5 Bugün size pak, sağlığa zararsız ve haram şüphesi taşımayan yiyecekler helâl kılınmış bulunuyor. Kendilerine (daha önceden) Kitap verilmiş olanların (temiz ve hakkında haram şüphesi olmayan yiyecekleri gibi, üzerlerine Allah’tan başkasının adını anmadan) kestikleri de size helâldır; nitekim sizin (aynı tür yiyecekleriniz ve) kestikleriniz onlara helâl olduğu gibi. Ayrıca, iffet ve meşruiyet çerçevesinde hareket eden, evliliğin hikmet ve sebeplerine uygun bir hayat süren ve zina gibi sefahat yollarına sapmayan, gizli dost da edinmeyen insanlar olarak farz olan mehirlerini verip nikâhladığınızda, iffetli ve evliliğin hikmet ve sorumluluklarının şuurunda mü’min kadınlarla, sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olanlardan aynı şekilde iffetli ve evliliğin hikmet ve sorumluluklarının şuurunda olan kadınlar da size (helâldır). (Dünyada Ehli Kitap’la ilgili bu hüküm var ise de, herkes için aslî ve geçerli gerçek şudur:) Kim imanın gereği olarak İslâm’ın hükümlerini bırakıp aykırı uygulamaları hayat tarzı haline getirirse, bütün yaptığı işler hiç şüphesiz boşa gider (Allah katında kabûl görmez) ve böylesi, Âhiret’te de kaybedenlerden olur.
6 Ey iman edenler! Namaz kılacağınız zaman, (eğer abdestsiz iseniz) yüzlerinizi ve dirsekleriniz dahil ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, ayaklarınızı da topuklarıyla beraber (yıkayın). Cünüp iseniz, (boy abdesti alarak) tastamam temizlenin. Eğer hasta olup da (su kullanmak size zarar verecekse) veya seferde iseniz yahut sizden biri tuvaletten gelmiş ise ya da hanımlarınıza temas etmiş de (abdest alacak veya gusledecek) su bulamadı iseniz, bu takdirde temiz toprağa yönelip teyemmüm edin: (avuç içlerinizi toprağa vurarak) yüzlerinizi ve ellerinizle birlikte dirseklerinize kadar kollarınızı o toprakla meshedin. Allah, herhangi bir şekilde size güçlük çıkarmak dilemiyor; fakat sizi maddîmanevî bütün kirlerden tertemiz yapmak ve üzerinizdeki (İslâm) nimetini tamamlamak diliyor, ki sürekli şükredesiniz.
7 Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “İşittik, itaat ettik, baş üstüne!” diyerek yerine getirmeyi üzerinize aldığınız ve böylece sizi onunla bağlı hale getirdiği ahdini hiç hatırınızdan çıkarmayın. Allah’a karşı saygıyla dopdolu olun ve O’na itaatsizlikten sakının. Şüphesiz Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilir.
8 Ey iman edenler! Var gücünüzle hakkı ayakta tutanlar olun (ve bunun gereklerinden olarak) şahitlikte kılı kırk yarar derecede dikkatli davranın, adaleti tam temsil edin. Bir topluluğa karşı duyduğunuz öfke (veya onların size besledikleri kin), sakın sizi adaletsizlikte bulunma günahını işlemeye itmesin. Daima âdil davranın; takvaya en uygunu, en yakışanı budur. Allah’a karşı saygıyla dopdolu olun ve O’na itaatsizlikten sakının. Şüphesiz Allah, her ne yapıyorsanız hepsinden hakkıyla haberdardır.
9 Allah, iman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara va’detti ki, onlar için (önemli neticelerle yüklü) bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfat vardır.
10 Buna karşılık, (iman yerine) küfredip de, (dış dünyada ve bizzat kendi yaratılış, vücut ve mahiyetlerinde bulunan ve bütün iman esaslarını ispatlayan) delilleri (ve Kitap’taki) âyetlerimizi yalanlayanlar ise, öyleleri o Kızgın, Alevli Ateş’in yârân ve yoldaşlarıdırlar.
11 Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: hani bir topluluk size el uzatmaya, sizi öldürüp yok etmeye teşebbüs etmişti de, O bunların ellerini üzerinizden çekip geri çevirmişti. Allah’a karşı saygıyla dopdolu olun ve O’na itaatsizlikten sakınarak, daima O’nun koruması altında bulunun. Ve, Allah’a güvenip dayansın mü’minler.
12 Şurası bir gerçek ki Allah, İsrail Oğulları’ndan da sağlam söz almıştı. İçlerinde (oniki boyun her birinden bir tane olmak üzere) oniki vekil ve temsilci tayın etmiştik. Allah buyurdu ki: “Hiç şüphesiz Ben, sizinle beraberim. Eğer namazı bütün şartlarına riayet ederek vaktinde ve aksatmadan kılar, zekâtı verir ve istisnasız bütün rasûllerime iman eder, onlara sahip çıkar ve Allah rızası için, karşılığını sadece O’ndan bekleyerek malınızdan O’nun yolunda harcamak suretiyle Allah’a en güzel tarzda ödünç verirseniz elbette kusurlarınızı örter, günahlarınızı siler ve sizi (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Artık bundan sonra içinizde kim de nankörlük edip küfre saparsa, hiç şüphesiz o, düz yolun ortasında sapıp gitmiş olur.”
13 Buna rağmen, verdikleri o sağlam sözden döndükleri içindir ki, onları lânetledik (rahmetimizden uzaklaştırdık, pek çok felâketlere maruz bıraktık) ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri, kendileriyle kastedilen manâ ve muhtevayı değiştirecek biçimde ele alıp maksatlarından saptırmak ve böylece Allah’ın Kelâmı’nı tahrif etmekle meşguller; kendilerine tebliğ edilip özellikle hatırlatılan hususların en mühim bir kısmını ve onlardan faydalanmayı da unuttular. İçlerinde pek azı müstesna olmak üzere onlardan hep bir ihanetle karşılaşırsın. Yine de sen, onların yaptıklarından geçiver ve müsamaha yolunu seç. Hiç şüphesiz Allah, O’nu görürcesine, hiç olmazsa O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde daima iyilik düşünüp iyilikte bulunanları sever.
14 “Biz Nasranîyiz” diyenlerden de sağlam söz almıştık; fakat onlar da kendilerine tebliğ edilip özellikle hatırlatılan hususların en mühim bir kısmını ve onlardan faydalanmayı unuttular. Bu yüzden Biz de, aralarına Kıyamet Günü’ne kadar sürecek düşmanlık ve buğz bıraktık. Gün gelecek ve Allah, âdeta meslek ve sanat haline getirdikleri kötülükleri bir bir yüzlerine çarpacaktır.
15 Ey Kitap Ehli! Hiç şüphesiz size, (en üstün niteliklerle donatılmış ve bu nitelikleriyle birlikte geleceğini de çok iyi bildiğiniz) Rasûlümüz (Muhammed) gelmiş bulunuyor: Kitap’tan (Tevrat ve İncil’den) gizleyegeldiğiniz pek çok şeyi size açıklıyor ve pek çoğunu da yüzünüze vurmayarak, öylece bırakıyor. Evet, hiç şüphesiz size Allah’tan, (parlaklığı göz kamaştırıcı ve zihninizi, kalbinizi ve yolunuzu aydınlatan) bir Nur ve kendisi apaçık olduğu gibi, her gerçeği de açıklayan bir Kitap (Kur’ân) gelmiş bulunuyor.
16 Allah, o Nur ve Kitap vasıtasıyla, rızasını talep eden ve rızası istikametinde davrananları huzur, kurtuluş ve emniyet yollarına iletir; onları, sadece Kendi izni ve lütfuyla karanlıklardan nûra çıkarır ve onları (düşünce, söz ve davranışlarında) doğru bir yola hidayet eder.
17 “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir!” diyenler, kesinlikle kâfir olmuşlardır. De ki: “Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunan herkesi helâk etmek dilese, O’na karşı kimin elinden bir şey gelebilir; O’nu kim engelleyebilir?” Doğrusu, Allah’a aittir göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti. O, dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
18 Hem Yahudiler hem Hıristiyanlar, “Biz, Allah’ın çocukları ve O’nun sevgilileriyiz.” derler. De ki: “Eğer böyle ise, günahlarınızdan dolayı Allah sizi neden cezalandırıyor?” Hayır, siz de O’nun yarattığı insan topluluklarından birer topluluksunuz. O, kimi dilerse onu bağışlar; kimi dilerse onu da cezalandırır. Allah’ındır göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti. Ve, nihaî varış da yine O’nadır.
19 Ey Kitap Ehli! Rasûllerin gelmesinin kesintiye uğrayıp Hak Din’in nisyana gömüldüğü bir sırada, ileride “Bize ne bir müjdeleyici geldi, ne de bir uyarıcı.” demeyesiniz diye, size (bütün iman, ibadet ve davranış esaslarını, insanlığın saadet ve selâmeti adına gerekli bütün hakikatleri) hakkıyla açıklayan Rasûlümüz (Muhammed) gelmiş bulunuyor. Evet, size hiç şüphesiz bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiş bulunuyor. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
20 Hani bir zaman Musa, halkına şöyle demişti: “Ey halkım! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: ki O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi (Mısır’da) idareciler yaptı ve kendi şahsî, içtimaî ve siyasî hukukunuza sahip ve işlerinizi idareye kadir hür insanlar kıldı. Ayrıca, dünyada hiçbir topluluğa vermediği (birtakım nimetleri) size bahşetti.
21 “Ey halkım! Haydi, Allah’ın sizin için takdir ve girmenizi emir buyurduğu şu mukaddes ülkeye girin ve sakın gerisin geriye dönüp kaçmayın ve dininizden irtidatla eski halinize avdet etmeyin. Yoksa, her bakımdan kaybedenlerden olursunuz.”
22 (Ona) şöyle cevap verdiler: “Ey Musa! Orada çok güçlü ve zorba bir kavim var. Bu bakımdan, onlar oradan çıkıncaya kadar biz oraya asla giremeyiz. Ne zaman onlar oradan çıkarsa, işte o zaman biz de oraya gireriz.”
23 Allah’ın cezalandırmasından, O’nun buyruklarına uymamaktan korkan ve Allah’ın kendilerine iman, sıdk ve yakîn bahşettiği iki yiğit ortaya atılıp dediler ki: “Şehrin kapısını zaptedip, üzerlerine varın. Bir kere içeri girip de üzerlerine vardınız mı, galip taraf muhakkak sizsiniz demektir. Ve, Allah’a güvenip dayanın eğer gerçekten mü’ min iseniz.”
24 Diğerleri, sözlerinde ısrar ettiler: “Ey Musa! O topluluk orada oldukça, biz oraya ebediyen giremeyiz. (Mutlaka gireceğiz diyorsan,) haydi sen ve Rabbin gidin savaşın; bize gelince, işte tam burada oturup bekleriz.”
25 (Musa döndü ve Allah’a şöyle) yalvardı: “Rabbim! Ben, ancak kendime ve kardeşime söz geçirebiliyorum. Ne olur, bizimle bu yoldan çıkmış âsî topluluk arasındaki hükmü Sen ver!”
26 (Allah,) şöyle hükmetti: “O (mukaddes ülke), bundan böyle onlara kırk sene haramdır. Artık orada burada şaşkın şaşkın dolaşıp dursunlar. Sen o yoldan çıkmış âsî kavim için hiç gam çekme!”
27 (Ey Rasûlüm!) Onlara Âdem’in iki oğlunun yaşadığı önemli ve ders verici hadiseyi anlat: Birer kurban takdim etmişlerdi de, birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine), “Öldüreceğim seni!” dedi. Kardeşi ise şöyle mukabelede bulundu: “Allah, ancak kalbi O’na karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na itaatsizlikten sakınanlardan kabul buyurur.
28 “Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Hiç şüphesiz ben, Âlemlerin Rabbi’nden korkarım.
29 “Ben, (seni öldürmek için) elimi uzatıp da asla günaha girmek, böylece hem kendi günahımı, hem de senin günahını yüklenmek istemem; bu bakımdan dikkat et, bütün günahı sen yükleneceksin ve sonunda Ateş’in ehlinden olacaksın. Çünkü budur zalimlerin cezası.”
30 (Bu sözler, berikinin ders almak yerine hırsını kamçıladı da,) nefsi onu kardeşini öldürmeye sevketti ve nihayet o da kalktı kardeşini öldürdü; böyle yapmakla kaybedip gidenlerden oldu.
31 Allah, (ne yapacağını bilemediği) kardeşinin cesedini nasıl ortadan kaldıracağını göstermek için bir karga gönderdi: onun yeri eşip de (oraya bir şey gömüp üstünü örttüğünü görünce), “Vah bana, ben şu kargadan daha bilgisiz, daha mı âcizim ki, kardeşimin cesedini nasıl ortadan kaldıracağımı bilemedim?!” diye dövündü; hüsran ve haybete düştü.
32 İşte bundan dolayıdır ki, (bütün insanlığı kapsamına alan umumî bir kaide olarak, bilhassa) İsrail Oğulları için şu hükmü koyduk: “Kim, meşrû çerçevede bir başka can karşılığı (kısas) veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarma cezası olmaksızın bir cana kıyarsa, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir hayatı kurtarırsa, sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir. Onlara (böylesi hüküm ve ölçüleri tebliğ etmeleri için) rasûllerimiz, apaçık gerçekler (ve rasûl olduklarını gösteren) gün gibi aşikâr deliller ve mucizelerle geldiler. Ne var ki, bütün bunlardan sonra içlerinden pek çoğu halâ yeryüzünde taşkınlık yapıp durmaktadır.
33 Allah’a ve Rasûlü’ne karşı fiilî savaş açan ve (Allah ve Rasûlü’nün ahkâmına fiilî muhalefet ile terör estirme, adam öldürme, can ve mal güvenliğini yok etme, soygunculukta bulunma gibi) aktif ve silahlı eylemlerle yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası: (suçlarının durumuna ve şartlara göre) öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya sürgüne ya da hapse gönderilmeleridir. Bu ceza, onların dünyadaki rüsvaylığıdır; Âhiret’te ise onlar için çok büyük bir azap vardır.
34 Ancak, kendilerini ele geçirmenizden önce yaptıklarından vazgeçip tevbe edenler hakkında, (kişiler aleyhine işledikleri şahsî suçlarla ilgili karar o kişilere veya vârislerine ait olmak üzere, kamu hukuku hükümleri olarak) bu hadler uygulanmaz. Bilin ki Allah, (günah ve hataları) çok bağışlayandır; (tevbe ile Kendisine yönelen kullarına karşı hususî) merhameti pek bol olandır.
35 Ey iman edenler! (Hem dininizi, düzeninizi ve huzurunuzu korumak, hem de dünyada ve Âhiret’te gerçek saadete ulaşmak diliyorsanız) Allah’a karşı saygılı olun, O’na itaatsizlikten sakının ve O’nun koruması altına girin; O’na yaklaşıp ulaşmaya bir vesile arayın ve O’nun yolunda (mallarınız ve canlarınızla) cihad edin ki, (dünyada ve Âhiret’te) gerçek kurtuluşa, mazhariyete ve muradınıza erebilesiniz.
36 Buna karşılık, küfürde diretenler, yerde ne var ne yok hepsi onların olsa, bir de bunun bir katına daha sahip bulunsalar ve Kıyamet Günü’nün azabından kurtulmak için bunların hepsini feda etseler, yine de bu, (Allah katında) kabule mazhar olmaz. Onların hakkı, ancak pek acı bir azaptır.
37 O Ateş’ten çıkmak dilerler, fakat asla oradan çıkacak değillerdir. Onlar için kalıcı bir azap vardır.
38 Erkek olsun kadın olsun, hırsızlık yapana gelince: kazandıkları (bu cürmün) karşılığında Allah’tan ibret verici bir ceza olarak onların ellerini kesin. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
39 Fakat her kim de yaptığı bu haksızlık ve kendi kendine zulümden sonra pişman olup tevbe eder ve halini düzeltirse, hiç şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah, (hata ve günahları) pek çok bağışlayandır; (bilhassa tevbe ile Kendisi’ne yönelen kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
40 Bilmez misin ki, hiç şüphesiz Allah, evet O’nun içindir göklerin ve yerin mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti; O, kimi dilerse ona azap eder, kimi de dilerse bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
41 Ey (şanı çok yüce o en büyük) rasûl! Ağızlarıyla “inandık” deseler de, kalbleri asla iman etmemiş bulunan (münafık) lardan ve yahudi olanlardan küfürde birbirleriyle yarışırcasına koşturup duranlar seni mahzun etmesin. Onlar, (doğrudan hiç hoşlanmaz ve bilhassa hakkınızda) hep yalan, iftira ve propagandaya kulak verirler; (iman ve aydınlanma adına olsun, mesajının özünü öğrenme adına olsun) sana hiç gelmemiş, (yalanın ve iftiranın asıl kaynağı) başka bir topluluğu dinlerler (ve onlar adına casusluk yapıp, daima sizin açığınızı ararlar). (Allah’ın) Kelâmı’nı ve söylenen sözleri manâsı değişecek biçimde sürekli aslî şeklinden saptırır, gizler, değiştirir (ve böylece) tahrif ederler. (Hakkında senin hükmüne başvurdukları meselelerde,) “Size şöyle fetva verilirse kabul edin; o şekilde verilmezse aman, onu kabulden geri durun!” derler. (Böyledir onlar:) Allah, bir kimseyi özü ortaya çıksın diye bir imtihana tâbi tutmayı murat buyurmuş (ve o kimse de bu imtihanda kaybetmişse), artık Allah katında onun lehine olarak senin yapabileceğin bir şey yoktur. Onlar öyle kimselerdir ki, (küfürde koşuşturmaları ve fasıklıkları sebebiyle) Allah onların kalblerini arındırmayı dilememiştir. Onların hakkı, dünyada zillettir; Âhiret’te de onlar için çok büyük bir azap vardır.
42 Yalan, iftira ve reklâmlarını yapan boş sözleri dinlemeye pek meraklı, haram yemeğe pek düşkündürler. (Aralarında çıkan meselelerin çözümü için) sana müracaat ederlerse, nasıl uygun görürsen öyle davran: ister aralarında hükmet, istersen müracaatlarını geri çevir. Müracaatlarını geri çevirdiğin takdirde sana asla zarar verebilecek değillerdir. Şayet aralarında hükmedecek olursan, doğru ve âdil olan ne ise tam onunla hükmet. Şüphesiz Allah, kılı kırk yararcasına âdil olanları sever.
43 Hem, (hakkında sana başvurdukları insan öldürme konusunda) Allah’ın hükmünü ihtiva eden (ve kendisine inanma iddiasında bulundukları) Tevrat ellerinde iken, aralarında hüküm vermek üzere neden sana müracaat ediyorlar ki? Ediyorlar, hemen arkasından ne diye senin verdiğin hükme razı olmayıp da dönüp gidiyorlar? Hayır, hayır; bunlar aslında mü’min değillerdir: (ne gerektiği gibi Allah’a inanmaktadırlar, ne de kitaplarına!)
44 İçinde safî hidayet ve (insanların zihnini, kalbini ve yollarını aydınlatan) bir nur bulunan o Tevrat’ı Biz indirdik. Her bakımdan Allah’a teslim(iyetle Müslüman) olmuş bulunan nebîler, yahudi olanlara onunla hükmederlerdi; aynı şekilde, kendilerini Allah’a ve insanların terbiyesine adamış bulunan mürşidler ve fakih hakimler de, Allah’ın Kitabı’ndan (vahyedilmiş bulunan kısmı yazarak veya ezberleyerek ve onunla amel ederek) koruyup gözetmekle görevlendirilmiş olmaları sebebiyle, (yine onunla hükmederlerdi); ayrıca, onun Allah’tan ve hak kitap olduğuna da şahittiler. (Onlara, “Allah’ın Kitabı’yla hükmetme konusunda) hiç kimseden korkup çekinmeyin; yalnız Ben’den korkup ürperin ve âyetlerimi az bir fiyat karşılığı satmayın!” (diye ikazda bulunmuştuk). Kim, Allah’ın indirdiğini (tasdik etmeyip onunla) hükmetmezse, böyleleri kâfirlerin ta kendileridir.
45 O Tevrat’ta onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve bunun gibi, (aynen mukabele mümkün olan) bütün yaralamalarda da kısas emretmiştik. Bununla birlikte, (kısastan maksat telef değil, bir hakkın aynen yerini bulması olduğundan,) her kim kısas hakkından feragatta bulunup bağışlarsa, bu bağışlama, (feragati ölçüsünde) kendi günahlarının affına vesiledir. (Bağışlamazsa, Allah’ın indirdiği ilgili hüküm dairesinde hareket etmelidir.) Her kim ki Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, böyleleri zalimlerin ta kendileridir.
46 Daha sonra, o peygamberlerin izleri üzerinde, kendinden önce indirilen Tevrat’ı (aslî hali, İlâhî kaynaklı oluşu ve halâ ihtiva ettiği gerçekler itibariyle) tasdik eden (bir rasûl) olarak Meryem oğlu İsa’yı görevlendirdik. O’na içinde safî hidayet ve (insanların zihnini, kalbini ve yollarını aydınlatan) bir nur (İlâhî kaide ve hükümler) yer alan, kendinden önce indirilen Tevrat(taki hükümleri, birkaç haramın helâl kılınması dışında) tasdik eden ve müttakîler için her bakımdan bir rehber ve irşad adına bir öğüt olan İncil’i verdik.
47 Ve şöyle buyurduk: “İncil Ehli, Allah’ın o (İncil)’de indirdiği (hükümlerle) hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, böyleleri fasıkların ta kendileridir.”
48 (Ey Rasûlüm!) Sana da, Kitap’tan kendinden önce indirilenleri (aslî halleri, halâ ihtiva ettikleri gerçekler ve İlâhî kaynakları itibariyle) tasdik edici ve onlar üzerinde gözetleyici, denetleyici ve onların gerçek niteliklerini ortaya koyucu, ayrıca gerçeğin ta kendisi olarak ve indirilişi esnasında kendisine hiçbir şüphe ve bâtıl karışmayacak şekilde (bu) Kitabı indirdik. O halde, mü’minler (ve müracaatlarını kabulle davalarına bakma yolunu seçtiğin Kitap Ehli’nden insanlar) arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve artık sana gerçeğin ta kendisi gelmiş olduğuna göre onların keyiflerine ve arzularına uyma. (Tarih sürecinde kendilerine ayrı rasûl gelen ve Kitap verilen) her bir ümmet için, günlük hayatlarında üzerinde yürüyecekleri ve saadete götüren apaçık bir yol (Şeriat) ve onun dayandığı değişmez temel esaslardan oluşan bir ana cadde (Minhac) tayin buyurduk. Eğer Allah dilemiş olsaydı, hepinizi (tarih boyu aynı Şeriat üzerinde) tek bir ümmet kılardı (ve aynı hayat şartlarında kalırdınız); fakat O (sizi, değişik ve gelişen şartlarda ilmî tekâmül kanununa tâbi tutarak,) her birinizi kendisine verdiği (Kitap’la) imtihan etmek için böyle ümmetlere ayırdı. Öyleyse (ey mü’minler), durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Neticede Allah’adır hepinizin dönüşü ve O, (nefsaniyete kapılarak) ihtilâf edegeldiğiniz bütün hususları size tek tek bildirecek ve bu hususlarda aranızdaki hükmünü verecektir.
49 Evet, sana işte böyle buyurduk: Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet; onların keyif ve arzularına uyma ve dikkat et ki, Allah’ın sana indirdiği hükümlerden bir kısmıyla ilgili olarak seni bir imtihana atıp şaşırtmasınlar. Eğer senin verdiğin hükmü kabul etmez de yüz dönüp giderlerse, bil ki Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete uğratmayı dilemektedir. Zaten insanlar içinde pek çoğu, hiç şüphesiz Allah’ ın emrinden çıkıp, O’na isyanda ısrar eden (fasık)lardır.
50 Yoksa onlar, Cahiliye hükmünü mü arayıp arzuluyorlar? Oysa, ilim ve imanında kesinlik (yakîn) peşindeki bir topluluk için Allah’tan daha güzel hüküm veren biri olabilir mi?
51 Ey iman edenler! (Müslümanlara düşmanlık içindeki o) Yahudileri ve Hıristiyanları (hele bir de Müslümanlara rağmen) dostlar, müttefik ve işlerinizi kendilerine havale edeceğiniz vekil ve merci edinmeyin. Onlardan ancak kimisi kimisine dost, yardımcı ve vekildir. İçinizden kim onlarla hakikî dost ve sırdaş olup işlerini onlara bırakırsa, hiç şüphesiz böylesi neticede onlara benzer, onlardan olur (ve Âhiret’te de onlarla birlikte haşrolur). Allah, (itikad ve ahkâmda yanlışa yuvarlanmakla en büyük zulmü işleyen) zalimler topluluğunu doğruya (ve bilhassa Âhiret’te kurtuluşa) iletmez.
52 Fakat sen (ey Rasûlüm), kalblerinin tam merkezinde hastalık bulunanların “Ne olur ne olmaz, korkarız ki zaman aleyhimize dönüverir de başımıza bir musibet gelir!” diyerek, o zalimlerin dostluklarını kazanmak için âdeta yarış yaptıklarını görürsün. Ne malûm, belki de Allah yakında mü’minlere bir zafer veya başka şekilde ferahlık ihsan eder, ya da o münafıklara veya dost edindikleri zalimlere doğrudan Kendi katından bir musibet verir de o zaman, içlerinde gizledikleri nifakları yüzünden “Eyvah, biz ne yaptık!” diye hayıflanırlar.
53 İman etmiş bulunanlar ise, o zaman hayretle şöyle söylenirler: “Şunlar değil miydi var güçleriyle Allah üzerine yemin edip, siz mü’minlerle beraber olduklarını söyleyenler?” Ama işte netice: bütün yaptıkları boşa gitti de, büsbütün kayıp içinde kalakaldılar.
54 Ey iman edenler! İçinizden kim, hangi grup dininden dönerse dönsün, bir gün gelecek ve Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki, Allah onları sever, onlar da O’nu severler; mü’minlere karşı boyunları yerde, kâfirler karşısında onurlu ve zorludurlar; Allah yolunda durmaksızın cihad ederler ve bunu yaparken, kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından çekinmezler. İşte bu Allah’ın öyle bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, (engin lütuf ve merhametiyle) kullarını sarıp sarmalayandır, (neyi niçin yaptığını) çok iyi bilendir.
55 Sizin işlerinizi kendisine havale edeceğiniz hakikî dostunuz ve koruyucunuz ancak (ve öncelikle) Allah’tır, (sonra) O’nun Rasûlü’dür ve (sonra) iman etmiş olup, Allah’a tam boyun eğmişlik içinde namazlarını bütün şartlarına riayet ederek vaktinde ve aksatmadan kılan ve zekâtlarını her dönem hakkıyla verenlerdir.
56 Kim Allah’ı, O’nun Rasûlü’nü ve iman etmiş bulunanları hakikî dost, işlerini kendisine havale edeceği vekil ve idareci edinir se, hiç şüphesiz bunların teşkil ettiği Allah tarafı, her halükârda galip olanlardır.
57 Ey iman edenler! Daha önce kendilerine Kitap verilmiş bulunanlardan dininizi alay ve eğlence konusu yapanlarla, (vahiy, Kitap, Din kabul etmeyen) kâfirleri gerçek dost, müttefik ve işlerinizi kendilerine havale edeceğiniz vekiller edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz, Allah’ın buyruklarına karşı gelmekten sakının ve O’nun korumasına girin.
58 Siz ezan okuyup namaza davette bulunduğunuz zaman onlar bunu alay ve eğlence konusu yaparlar. Böyle yaparlar, çünkü onlar, akletmeyen ve gerçeği anlamayan bir topluluktur.
59 De ki: “Ey Kitap Ehli! Siz, herhalde şu sebepten dolayı bizden hiç hoşlanmıyorsunuz: Biz, Allah’a, bize indirilen (Kur’ân)’a ve daha önce indirilmiş bulunan (Tevrat, İncil ve diğer Kitaplar)’a inanmaktayız; siz ise, çoğunluk itibariyle yoldan çıkmış fasıklarsınız.”
60 De ki: “(Siz, İsa dahil bütün önceki peygamberlere ve Kitaplara olan inancımızı kötü görüyorsunuz ama,) ben size Allah katında müstahak oldukları ceza itibariyle beterin beteri bir durumu bildireyim mi? O kimseler ki, Allah onları lânetlemiş (rahmetinden kovmuş), onları şiddetli bir cezaya düçar kılmış ve içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve Allah’a isyanla başka yollar, başka dinler icat ederek insanları bunlara itaate zorlayan bâtıl güçlere ve sahte ilâhlara tapan zelil köleler haline getirmiştir. Onlar, (dünyada da Âhiret’te de) yerleri ve konumları itibariyle en kötü durumdadırlar ve dümdüz yoldan en fazla sapıp gitmiş olanlardır.
61 (Bunların aynı karakterdeki dostları olan münafıklar) size geldiklerinde “İnandık!” derler; halbuki huzurunuza (kalblerinde) küfürle girdikleri gibi, huzurunuzdan yine (kalblerindeki) küfürle çıkarlar. İçlerinde gizledikleri (küfrü) Allah çok iyi bilmektedir.
62 (Kitap Ehli’nden olan o inkârcıların) pek çoğunun, bizatihî büyük günah olan sözler sarfetmede, düşmanlıkta ve haram yemede yarışırcasına ve birbirlerine destek içinde koşuşturduklarını görürsün. Gerçekten ne de fena işleyip durdukları bu şey!
63 Bari mürşidleri ve fakihleri onları büyük günah olan sözler sarfetmekten ve haram yemekten alıkoysalardı! (Ama heyhat!) Bunların da yapıp durdukları gerçekten ne kötü!
64 Yahudiler, “Allah’ın eli bağlı ve sıkıdır.” diyor (ve bizzat kendilerinin sebep olduğu zillet ve meskenetlerini Allah’a yüklemeye çalışıyorlar). Hay kendi elleri bağlanasıcalar; hay söyledikleri bu sözden dolayı rahmetten uzak kalasıcalar! Hayır, hiç de öyle değil: Allah’ın İki Eli de açıktır; O, nasıl dilerse öyle infak eder; (dolayısıyla vermesi, onların keyfine bağlı değildir). Fakat şurası bir gerçek ki, Rabbinden sana indirilen (nimet ve âyetler), onların pek çoğunun ancak azgınlığını ve küfrünü arttırmaktadır. Biz de aralarına Kıyamet’e kadar sürüp gidecek bir kin, düşmanlık ve nefret saldık. Ne zaman (Rasûlüllah’a ve mü’minlere karşı) harp için bir ateş yaksalar Allah onu söndürür. Ancak onlar, sürekli bozgunculuk çıkarmak için yeryüzünde koşuşturup dururlar. Allah, bozguncuları sevmez.
65 Ne olurdu, Kitap Ehli gerektiği gibi iman etmiş ve Allah’a tam bir saygı içinde O’nun yasaklarından sakınarak koruması altına girmiş olsalardı, (–Hiç olmazsa şimdi yapsalar!–) o takdirde hiç şüphesiz işledikleri günahları(n küçüklerini de) siler ve yine hiç şüphesiz onları nimetler yurdu cennetlere yerleştirirdik.
66 Ne olurdu, (zamanında) Tevrat’ı, bilâhare (Tevrat’taki hükümlerde yaptığı bazı değişikliklerle) İncil’i ve kendilerine Rabbilerinden indirilen diğer Kitapları bütün hükümleriyle ve hakkıyla uygulamış, (dolayısıyla son olarak Kur’ân’a da inanıp bağlanmış) olsalardı (–Hiç olmazsa bundan sonra böyle yapsalar!–) o takdirde hiç şüphesiz, (yukarıdan yağacak ve yerden fışkıracak nimet ve bereketler sebebiyle) başlarının üzerinden ve ayaklarının altından bol bol yerlerdi. Her şeye rağmen, içlerinde ölçülü ve dengeli davranıp mutedil yolda giden bir zümre de vardır; fakat çoğunluğa gelince: işleyip durdukları şeyler ne de kötü!
67 Ey (şanı çok yüce, o en büyük) Rasûl! Rabbinden sana her ne indirilmişse onu eksiksiz tebliğ et! Eğer böyle yapmazsan risalet (elçilik) vazifeni yerine getirmemiş olursun. Allah, seni bütün insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu (senin aleyhindeki) hedeflerine ulaştırmaz.
68 De ki: “Ey Kitap Ehli! (Her birinin geçerli olduğu zaman itibariyle ve halâ ihtiva ettikleri nesholmamış gerçekleriyle) Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen bütün diğer Kitap ve Sahifelere, (dolayısıyla şimdi de artık bana ve Kur’ân’a) gerektiği gibi inanıp hükümlerini uygulamadıkça Allah katında hiçbir değeriniz olmadığı gibi, Din adına da sağlam hiçbir dayanağınız yok demektir. Fakat (ey Rasûlüm,) Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onlardan pek çoğunun ancak azgınlık ve küfrünü arttırmaktadır. Ama bundan dolayı sen, o kâfirler topluluğu için üzülüp gam çekme!
69 İster (Müslüman bilinip, Kur’ân’a ve Allah Rasûlü’ne) iman ikrarında bulunanlardan olsun, isterse Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hıristiyanlar (ve daha başka insanlardan) olsun, (mesele asla bir isim meselesi ve kuru bir iddiadan ibaret değildir). Her kim gerçekten Allah’a ve Âhiret Günü’ne iman eder ve imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaparsa, (yardımımı, desteğimi hep yanlarında bulacakları için) onlar hakkında (özellikle Âhiret’te) korkmalarını gerektiren bir şey olmayacak ve herhangi bir şekilde üzülmeyeceklerdir de.
70 Andolsun, İsrail Oğulları’ndan (bu iman ve salih amel esası üzere) sağlam söz almış ve kendilerine pek çok rasûller göndermiştik. Ama ne zaman onlara nefislerinin hoşlanmayacağı, heva ve heveslerine hizmet etmeyecek mesaj ve hükümlerle bir rasûl gelmişse, (o rasûllerden) kimisini yalanlıyor, kimisini de öldürüyorlardı.
71 Böyle davranmakla bir karışıklık çıkmayacak, başlarına mihnet ve musibet gelmeyecek zannederek (gerçeğe ve ikazlara karşı) kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, onlara tevbe nasip etti ve tevbelerini de kabul buyurdu; ama bunun ardından pek çoğu itibariyle yine kör ve sağır kesildiler. Allah, ne yapıp ettiklerini hakkıyla görmektedir.
72 “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih, şöyle demişti: “Ey İsrail Oğulları! Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Gerçek şu ki, kim Allah’a şirk koşarsa, Allah mutlak surette Cennet’i ona haram kılmıştır ve onun nihaî barınağı Ateş’tir. (Allah’a şirk koşmakla en büyük zulmü işleyen) bütün zalimler için (Âhiret’te) hiçbir yardımcı da yoktur.
73 Bunun gibi, “Allah üç uknumdan biridir.” diyenler de, yine hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Halbuki tek bir İlâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Söyleyegeldikleri bu sözden eğer vazgeçmeyecek olurlarsa, içlerinde bu şekilde küfürde diretenlere çok acı bir azap dokunacaktır.
74 Öyleyse, halâ içten bir pişmanlık ve bir daha aynı zulmü işlememe kararlılığıyla Allah’a dönüp O’ndan bağışlanma dilemeyecekler mi? Allah, günahları pek çok bağışlayandır; (bilhassa Kendisine yönelen kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.
75 Meryem’in oğlu Mesih, ancak bir rasûldür. Nitekim ondan önce de rasûller gelip geçmişti. Annesi (de ilâhe değil), Allah’a tam sadakat içinde, son derece iffetli, dürüst, özüsözü doğru bir hanımdı. Her ikisi de, (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak, Biz onlara gerçekleri delilleriyle nasıl açıklıyoruz, ama gel gör ki onlar, belli tesirler altında nasıl da akılları çelinip, bâtıl sevdalar peşinde koşturup duruyorlar.
76 De ki: “Yalnızca Allah’a ibadet etmeyi bıraktınız da, (Allah dilemedikçe ve kendiliklerinden) size zarar da fayda da vermeye gücü yetmeyen âciz mahlûklara mı ibadet ediyorsunuz?” Halbuki Allah, (siz ve bütün ihtiyaçlarınız dahil) her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla bilendir.
77 De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde gerçeğin sınırlarından taşarak aşırılıklara düşmeyin ve daha önceden kendileri saptığı gibi, pek çoklarını da saptırmış ve şu anda da düz yolun ortasında sapmış gitmiş olanların heva ve heveslerine uymayın.
78 İsrail Oğulları’ndan küfre düşenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bunun sebebi, onların isyan etmeleri ve sürekli taşkınlıkta bulunup haddi aşmaları idi.
79 Hangi türde çirkin bir fiili işlemeye dursalar, bundan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlar, bilakis onu işlerlerdi. Ne de kötüydü yapıp durdukları bu şey!
80 Onlardan pek çoğunun, (mü’minleri değil de) küfredenleri kendilerine yakın dost ve müttefik edindiklerini görürsün. Öz nefislerinin bizzat kendileri için (gelecek hayatları ve âhiretleri adına) işleyip gönderdikleri ve Allah’ın cezasını üzerlerine çekecek olan bu davranışları ne de kötü! Ve onlar, azapta sonsuzca kalacaklardır.
81 Allah’a ve (peygamberliğin zirve temsilcisi, bütün peygamberlerin has vârisi) Nebî’ye ve O’na indirilen (Kur’ân)’a gerçekten inanmış olsalardı, o küfredenleri yakın dostlar ve müttefikler edinmeyeceklerdi. Ne var ki, onların pek çoğu (inançta da, davranışta da yoldan çıkmış) fasıklardır.
82 Şurası muhakkak ki, iman edenlere insanlar içinde en şiddetli düşmanlık besleyenleri Yahudiler ve (Allah’a) şirk koşanlar olarak bulursun. Yine şurası da muhakkak ki, sevgi ve alâka bakımından iman edenlere en çok yakınlık duyanların ise, “Biz Nasranîyiz!” diyenler olduğunu görürsün. Bu, onların içinde bilhassa geceleri ibadetle meşgul keşişler ve (manastırlara kapanmış, Âhiret endişesi içinde nefisleriyle mücadele içinde) ruhbanlar bulunması sebebiyledir ve onlar, (alçakgönüllü olup) büyüklenmezler.
83 Onların (Risalet’in has temsilcisi o en büyük) Rasûl’e indirilen (Kur’ân)’ı işittikleri zaman, (kendi kitaplarında görüp) tanıdıkları gerçeği (onda bulmaları sebebiyle) gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. İçlerini şöyle boşaltır onlar: “Rabbimiz, iman ettik; bizi (hakkın, Kur’ân’ın ve Rasûlüllah’ ın) şahitleriyle beraber kaydet.
84 “Rabbimizin bizi salihler topluluğuna dahil etmesi ümit ve beklentisi içinde iken, Allah’a ve bize gelen gerçeğe neden inanmayacakmışız?”
85 Bu söz ve tavırlarından dolayı Allah onları, hem de içlerinde sonsuzca kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlerle mükâfatlandırmaya (hükmetmiştir). Budur Rabbilerini görürcesine, en azından Rabbilerinin kendilerini gördüğünün şuuru içinde davrananların mükâfatı.
86 Buna karşılık, küfredip de, (dış dünyada ve bizzat kendi yaratılış, vücut ve mahiyetlerinde bulunan ve bütün iman esaslarını ispatlayan) delilleri (ve Kitap’taki) âyetlerimizi yalanlayanlar ise, öyleleri o Kızgın, Alevli Ateş’in yârân ve yoldaşlarıdırlar.
87 Ey iman edenler! (Fıtrat dışına çıkarak) Allah’ın size helâl kıldığı temiz, hoş ve sağlığa zararsız şeyleri haram kılmayın ve (hem helâlları haramlaştırmak, hem de onları israf derecesinde kullanıp tüketmek suretiyle) aşırılığa kaçmayın. Allah, aşırı gidip haddi aşanları sevmez.
88 Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, temiz ve sağlığa zararsız olmak üzere tüketin. (Aksi bir davranış içine girmekle) Allah’a karşı gelmekten sakının; çünkü siz, O’na gerçekten inanmış mü’minlersiniz.
89 Allah, yalan yere yapmadığınız ve çok farkına varmadan dilinizden dökülüveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz; ama bilerek yaptığınız ve onlarla kendinizi bağladığınız yeminler sebebiyle sorumlu tutar. Böyle yapıp da yerine getirmediğiniz bir yeminin kefareti, ailenize yedirdiğiniz orta halli yemekle on yoksulu (sabahakşam veya bir yoksulu on gün) doyurmak veya onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Bunlara gücü yetmeyen, on gün oruç tutsun. İşte, yemin ettiğinizde onu bozmanın kefareti budur. Bununla birlikte, yeminlerinize sahip çıkın: (olur olmaz şeyler için yemin etmeyin; yemin ettiğinizde de yerine getirin). Allah, size âyetlerini, O’nun yolunun işaretlerini işte böyle açıklıyor ki, (tam bir minnet ve borçluluk duygusu içinde, hem bunları yerine getirmek hem de O’na ibadet etmek suretiyle sözlü, fiilî ve kalbî) şükür içinde bulunasınız.
90 Ey iman edenler! Sarhoşluk veren nesneler, kumar ve onun cinsinden bütün şans oyunları, put manâsı taşıyan her türlü taş, yapı ve anıtlarla bunlara kurban sunma ve fal okları, piyango kalemi ve zarlarla şans ve kısmet arama, ancak şeytan işi ve onun sizi sürüklediği murdar birer pisliktir. Bunların her birinden kaçının ki, (dünyada da Âhiret’ te de) kurtuluşa ve muradınıza eresiniz.
91 Hiç şüphesiz şeytan, sarhoş edici nesneler ve her türden kumarla aranıza ancak düşmanlık ve kin atmak, sizi Allah’ı zikretmekten, O’nunla ilgili çalışmalardan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiverdiniz değil mi?
92 (Bunlardan vazgeçin ve bütün hükümlerinde) Allah’a itaat edin; (size olan emirleri ve yasaklarında vahye dayanan, Risalet’in zirve temsilcisi o en büyük) Rasûl’e itaat edin ve (onlara muhalefet etmeme hususunda) daima tetikte bulunun. Eğer (itaattan) yüz çevirecek olursanız, biliniz ki Rasûlümüze düşen apaçık tebliğden ibarettir.
93 Artık iman etmiş olup imanlarının gereği sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik (Salih) işler yapanlar, işledikleri günahlardan endişe içinde (icmalî imanla) iman edip salih işler yaptıkları, sonra endişelerinde daha bir derinleşip takvaya sarılarak (her hükmünde Allah’a ve Rasûlü’ne) iman ettikleri, sonra daha bir derinlikte takvaya sarılıp, bütün yaptıklarını Allah’ı görürcesine bir şuur ve samimiyet içinde yaptıkları takdirde, daha önceden yiyip içtikleri (haram nesnelerden) dolayı üzerlerine bir vebal yoktur. Allah, bu seviyede iyiliğe kilitlenen ve O’nu görüyormuşçasına davrananları sever.
94 Ey iman edenler! Allah sizi, (avlanmanın yasak olduğu ihramda iken) ellerinizle tutuverecek veya mızraklarınızla vuruverecek şekilde yakınınızda kaynaşan avlarla mutlaka deneyecektir ki, gizlide ve O’nu görmediği halde Kendisinden korkanları ortaya çıkarsın. Buna rağmen kim yasak sınırını aşar ve tecavüzde bulunursa, öyleleri için acı bir azap vardır.
95 Ey iman edenler! (Hac veya Umre münasebetiyle) ihramda iken av hayvanlarını öldürmeyin. İçinizden kim bu halde iken kasten bir hayvanı öldürürse, yaptığı işin vebalini çekmesi için cezası, öldürdüğünün dengi ve kurban olarak Kâbe’ye ulaştırılacak sığır veya davar cinsinden bir hayvandır ki, bunu içinizden adaletli iki kişi kararlaştırır. (Böyle bir hayvan bulunmazsa, işlenen suçun) kefareti, (öldürülen avın kıymeti tutarında yiyecekle) yeterli geçimlikten ger çekten mahrum düşkünleri doyurmak ya da (düşkün veya düşkünler için ayrılan pay sayısınca) oruç tutmaktır. Bu konuda daha önce işlediğiniz suçları Allah affetmiştir. Ama kim bundan sonra aynı suçu işleyecek olursa, Allah ona (hem bu ceza veya kefaret ile, hem de bir haramı işlemiş olmanın cezasıyla) mukabelede bulunur. Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir ve kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.
96 Deniz avı ve oradan elde edilen (meşrû) yiyecekler, hem kendiniz, hem de (ikramda bulunacağınız) yolcular için size (her halükârda) helâl kılındı. Buna karşılık, (sair zamanlarda helâl olsa da,) ihramda bulunduğunuz müddetçe kara avı, (hayvan kesip yemeniz ve başkalarına işarette bulunup onların avladıklarından da yemeniz) size haramdır. Allah’a karşı gelip de (azaba uğramaktan) sakının ki, neticede O’nun huzurunda haşrolacaksınız.
97 Allah, Kâbe’yi, kendisine her şekilde hürmet göstermek vacip olan o Ev’i (Beyti Haram) insanların emniyeti, tanışıp yardımlaşmaları, Din ve dünya hayatlarının düzeni, âhengi ve devamı için bir vesile kıldı; (bilhassa onların emniyeti ve geçimliği için) Haram Ayları, kurbanı ve (özellikle, boyunlarına gerdanlık taktıkları o çok kıymetli) develeri de. Şunu bilesiniz ki Allah, (insanların hayatının düzen ve âhenginin dinamikleri gibi,) göklerde ne var yerde ne varsa hepsini bilir ve gerçekten Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
98 Bilin ki Allah, cezalandırması pek çetin olandır ve Allah, günahları çok bağışlayan, (bilhassa mü’min kullarına karşı hususî) merhameti pek bol olandır da.
99 (Bütün bu hususlarda Risalet’in zirve temsilcisi o en büyük) Rasûl’e düşen, sadece tebliğdir. (Sizin yapmanız gereken ise onları yerine getirmek olup,) Allah, açıkça söyleyip açıktan işlediklerinizi de, gizlide yaptıklarınız gibi, içinizde saklı tuttuğunuz (düşünce, plan ve niyetlerinizi de) bilir.
100 Pis ve murdar olanın çokluğu seni hayrete sevketse de, “Hiç pis ve murdar olanla temiz ve hoş olan bir midir?” de, (böyle inan ve bunu anlat). Ey gerçek akıl ve idrak sahipleri! (O’nun koyduğu ölçülere riayetsizlik ederek aksini düşünüp öyle inanmak ve ona göre davranmak suretiyle) Allah’a karşı gelmekten sakının ki, gerçek kurtuluşa, başarıya ve muradınıza erebilesiniz.
101 Ey iman edenler! (Allah Rasûlü ile olan münasebetlerinizde dikkatli olun. Ayrıca, size buyurulanları yerine getirmeye bakın ve size söylenenlerle iktifa edin de,) cevaplandığında ve açıklandığında hoşunuza gitmeyecek meselelerden, Din’i yaşamanızı zorlaştıracak konulardan sormayın. Kur’ân fasıl fasıl indirilir ve size tebliğ edilip dururken sorup açıklama isterseniz, açıklanması gereken gerektiği ölçüde zaten size açıklanmaktadır. Sorduğunuz veya soracağınız pek çok şeyler vardır ki, Allah onlardan sizi muaf tutmuştur. Allah, bağışlaması pek bol olandır, (kullarının hataları karşısında) çok sabırlı, çok müsamahalıdır.
102 Sizden önce bir topluluk o kabil şeyleri sorup durur ve peygamberlerinden olmadık isteklerde bulunurlardı da, sonra o sordukları meseleler kendilerine açıklanınca veya isteklerine cevap verilince yine de inanmamış, söylenilenleri yapmamış ve kâfir olmuşlardı.
103 Allah, beşincide erkek doğuran devenin sütünü putlara bırakmayı da, adak adayıp adağı yerine gelince dişi veya erkek deveyi salıverip ondan faydalanmayı nefsine haram etmeyi de, biri erkek diğeri dişi ikiz doğuran koyun veya devenin erkek yavrusunu putlar için serbest bırakmayı da, on nesli dölleyen erkek deveyi salıp ondan istifadeyi nefsine haram kılmayı da emretmedi (insanların kendiliklerinden hükümler koyup, sonra da bunları Allah’a, Din’e atfetmelerine kesinlikle izin vermedi). Fakat o küfredenler, (Din adına) yalanlar uydurup, sanki bunları Allah emretmiş gibi O’na iftirada bulunmaktadırlar. Esasen o küfredenlerin çoğu, düşünüp akletmekte değillerdir.
104 Onlara “Haydi, Allah’ın indirdiği (Kur’ân’a) ve (risaletin zirve temsilcisi o en büyük) Rasûl’e gelin, onlar neyi buyuruyorsa onu yapın!” dendiğinde, (düşünüp akletmekten yoksun bulundukları için), “Biz, atalarımızı neye inanıp neyi uygular halde bulmuşsak, o bize yeter!” diyerek (ataperestlik yaparlar). Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru bir yolda değildiyseler!?
105 Ey iman edenler! (Siz, farklı düşünüp farklı inanan ve farklı hükümlere uyanlara bakmayın; onların inançları ve yaptıklarıyla boşuna meşgul olmayın!) Siz kendinize bakın; (kendinizi, bulunduğunuz yolda nasıl yürüdüğünüzü kontrol edin)! Eğer siz üzerinde bulunduğunuz yolda gerçekten dosdoğru gidiyor ve o yolun hakkını veriyorsanız, sapıp gidenlerin sapması size zarar vermez. Neticede Allah’a döneceksiniz hepiniz ve O, yapıp etmekte olduklarınızı size tek tek bildirip bunlardan dolayı size hesaba çekecektir.
106 Ey iman edenler! Herhangi birinizde ölüm alâmetleri belirdiğinde, yani artık vasiyette bulunma gereği duyduğunuz anda, içinizden (mü’min ve vâsi tayin edeceğiniz) adaletli, özüsözü doğru bildiğiniz iki kişiyi, veya ölümün başınıza siz yeryüzünde sefer halinde iken gelip çatması (ve o esnada mü’minin bulunmaması) durumunda (Ehli Kitap’tan) iki kişiyi vasiyetinize şahit tutun (ve bu şahitler, vasiyetiniz hususunda vârislerle haklarında vasiyette bulunduğunuz kişiler arasında şahitlikte bulunsunlar). (Ey mü’minler!) Eğer (iki tarafın anlaşmazlığı ve karşılıklı iddialarıyla bu şahitlerden, şahitliklerinden, dolayısıyla vasiyetin keyfiyetinden) şüpheye düşerseniz, bu takdirde namazdan sonra onları (camide) alıkoyun ve kendilerine, “Yakınlarımızın çıkarı söz konusu bile olsa, yeminimizi hiçbir menfaat karşılığı değişmeyecek ve olup bitene şahit bulunan Allah’ın üzerimizde bir emanet, bir borç olan şahitliğini gizlemeyeceğiz. Yoksa kesinlikle büyük günah işleyenlerden oluruz.” diye Allah adına yemin verin.
107 (Yemin ettikten veya duruşma bitip hüküm verildikten sonra,) şahitlerin (gerçekte yalan söyledikleri ve sözü edilen) büyük günahı işledikleri ortaya çıkarsa, bu takdirde, (yalan şahitlikle) haklarına tecavüze kalkışılan ve ölüye daha yakın olan hak sahibi mirasçılardan iki kişi onların yerini alır. Bu defa da bunlar, “Vallahi, bizim şahitliğimiz, onların şahitliğinden daha doğrudur ve bu şahitliğimizle kimsenin hakkına tecavüz etmiş olmayacağız. Aksi halde, mutlak surette zalimlerden oluruz.” diye yemin ederler.
108 Bu usûl, bütün tarafların şahitliği ge rektiği gibi yerine getirmeleri ve yemin ettikten sonra başkalarının yapacağı yeminlerle yalanlarının ortaya çıkıp rezil olmaktan korkarak hakkıyla şahitlik yapmaları bakımından en uygun yoldur. (Koyduğu hükümlere ve usûllere uymayarak) Allah’a karşı gelmekten sakının ve (Allah’ın hükümlerini) dinleyip itaat edin. Allah, (O’ nun hükümlerini dinlemeyerek başka türlü davranan ve bu şekilde yoldan çıkan) fasıklar güruhunu nihaî neticede emellerine ulaştırmaz.
109 O gün(den korkun ve sakının) ki, Allah ( o gün) bütün rasûllerini toplayacak ve onlara, “Tebliğiniz karşısında ümmetlerinizin tavrı ne oldu; onlardan nasıl bir mukabele gördünüz?” diye soracaktır. Onlar, şöyle cevap verecekler: “(Onların niyetleri, iç dünyaları, dolayısıyla cevaplarının gerçek nitelik ve mahiyeti konusunda) bizim kesin bir bilgimiz yoktur. (Her şey Sen’in ilmin dahilindedir ya Rab;) hiç şüphesiz Sen’sin, ancak Sen’sin bütün gizlileri hakkıyla bilen.”
110 İşte o gün Allah, şöyle buyurur: “Meryem oğlu İsa! Hem senin hem de annenin üzerindeki nimetimi hatırla: hani seni Ruhu’l Kudüs’le desteklemiştim de, beşikte iken de yetişkinliğinde de insanlarla konuşurdun. Ayrıca sana Kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Yine sen, Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar ve içine üflerdin de, Benim iznimle bir kuş oluverirdi; aynı şekilde Benim iznimle (anadan doğma) körü ve alacalıyı (cüzzamlı) iyileştirirdin; ve yine Benim iznimle ölüleri diri hale getirirdin. Bir vakit de, İsrail Oğulları’nın öldürme kastıyla sana uzanan ellerini geri çekmiştim: kendilerine (risaletinin ve getirdiğin Kitabın hak olduğunu gösteren) apaçık deliller ve mucizeler göstermiştin de, aralarında küfür içinde boğulup gidenler, ‘Bunlar, olsa olsa ancak apaçık birer büyü olabilir!’ demişlerdi.
111 Ve hani havarilere, “Bana ve Rasûlüme iman edin!” diye (senin vasıtanla) vahyetmiş, bunu kalblerine de duyurmuştum. Onlar da, “İman ettik (ya Rab), Sen şahit ol ki, şüphesiz Biz, (Sen’in bu vahyine teslim olmuş) Müslümanlarız!” diye karşılık vermişlerdi.
112 Bir zaman da o havariler, “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin, gökten bize bir sofra indirebilir mi?” dediler. (İsa) da onlara, “Eğer gerçekten imanın kalblerinde yerleştiği mü’ minler iseniz, Allah hakkında (böyle sözlerden ve şüphelerden) sakının ve (O’nun bir ceza verebileceğinden) korkun!” mukabelesinde bulundu.
113 “Bununla dileğimiz ancak şudur:” dediler: “Ondan yiyelim, (Allah ve senin peygamberliğin hakkında) kalblerimiz iyice mutmain olsun; hem bilelim ki, sen bize doğruları söylüyorsun ve bizi doğru olan yola sevkediyorsun; ayrıca, (başkaları yanında böyle bir hadisenin ve ifade ettiği manânın, hakikatin) şahitleri olalım.”
114 Meryem oğlu İsa, şöyle dua etti: “Allah’ım! Bize gökten bir sofra indir de, bizim için, hem (şu anda hayatta bulunan) ilklerimiz hem de sonradan gelecekler için bir bayram ve Sen’den açık bir işaret, bir mucize olsun. Bizi onunla rızıklandır. Sen, her zaman en hayırlı rızık veren ve rızık vermede nihaî mertebede hayır sahibi olansın Sen.”
115 Allah, şöyle buyurdu: “Onu size indiririm. Fakat içinizde bundan sonra artık kim küfrederse, hiç şüphe olmasın ki öylelerini, dünyalarda hiç kimseyi cezalandırmayacağım bir şekilde cezalandırırım.”
116 Yine, (rasûllerini toplayıp, onlara “Size nasıl mukabelede bulunuldu?” sorusunu yönelteceği) o gün Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi Allah’tan başka iki ilâh daha edinin!’ dedin?” diye soracak, İsa da şöyle cevap verecektir: “Haşa! Sen, ortağı bulunmaktan ve her türlü noksandan münezzehsin Allah’ım! Bana ne oluyor ki, hakkım olmayan bir şeyi söylemiş olayım! Hem söylemişsem, malûmundur elbet. Bende ne var ne yoksa Sen hepsini bilirsin; fakat ben Sen’de olanı, Sen’in gizleyip de bana öğretmediğini, (böyle bir sorudaki hikmetini de) bilemem. Hiç şüphesiz Sen’sin, ancak Sen’sin bütün gizlileri hakkıyla bilen.
117 “Ben, onlara ancak bana emrettiğini söyledim ki, o da, ‘Benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin!’ sözüdür. Aralarında bulunduğum sürece onların hallerine, ne durumda bulunduklarına şahittim. Beni vefat ettirip aralarından aldığın zaman üzerlerinde gözetleyici ve durumlarına vâkıf olarak Sen kaldın. Şüphesiz Sen, her şeye hakkıyla şahitsin.
118 “Eğer onlara azap edersen, ne diyeyim onlar Sen’in kulların. Eğer onları bağışlayacak olursan, yine ne diyeyim, şüphesiz ki Sen, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)sin; Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan) sın.”
119 Allah, şöyle buyurur: “Özüsözü doğru olup, imanlarında ve yaşayışlarında sebat ile yollarında dosdoğru gidenlere bu sadakatlerinin fayda vereceği gündür bugün. Onlar için, içlerinde ebediyen kalmak üzere (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah, onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.”
120 Allah’ındır göklerin, yerin ve buralarda bulunanların mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti. Ve O, her şey üzerinde mutlak güç ve kudret sahibidir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ 1
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 2
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 3
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 4
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟ 5
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 6
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَم۪يثَاقَهُ الَّذ۪ي وَاثَقَكُمْ بِه۪ٓۙ اِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ 7
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 8
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ 9
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ 10
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟ 11
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ 12
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ 13
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ 14
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ 15
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 16
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 17
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ اَبْنَٓاءُ اللّٰهِ وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْ خَلَقَۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۘ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ 18
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ 19
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ 20
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ 21
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ ف۪يهَا قَوْماً جَبَّار۪ينَۗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ 22
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 23
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ 24
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ 25
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟ 26
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ 27
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ 28
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ 29
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 30
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ 31
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ 32
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ 33
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 34
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 35
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 36
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ 37
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ 38
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 39
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 40
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ 41
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ 42
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِنْدَهُمُ التَّوْرٰيةُ ف۪يهَا حُكْمُ اللّٰهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ۟ 43
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ 44
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ 45
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ 46
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ 47
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ 48
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ 49
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ 50
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ 51
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ 52
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ 53
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ 54
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ 55
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ 56
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 57
وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ 58
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ 59
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ 60
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ 61
وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 62
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ 63
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ 64
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ 65
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ 66
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ 67
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ 68
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ 69
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ 70
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ 71
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ 72
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 73
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 74
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ 75
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 76
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟ 77
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ 78
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ 79
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ 80
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ 81
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ 82
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ 83
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ 84
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ 85
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ 86
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ 87
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ 88
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 89
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 90
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ 91
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ 92
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ 93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 94
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ 95
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ 96
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ 97
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ 98
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ 99
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟ 100
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ 101
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ 102
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ 103
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ 104
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 105
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ 106
فَاِنْ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّٓا اِثْماً فَاٰخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذ۪ينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُـنَٓا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَاۘ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ 107
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجْهِهَٓا اَوْ يَخَافُٓوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسْمَعُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ 108
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ 109
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ 110
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ 111
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 112
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ 113
قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ 114
قَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّ۪ٓي اُعَذِّبُهُ عَذَاباً لَٓا اُعَذِّبُهُٓ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ۟ 115
وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ 116
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ 117
اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 118
قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 119
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 120
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
Ey iman edenler! (Gerek Allah ile gerekse insanlarla sözleşip) yaptığınız anlaşmaları yerine getirin. (Genelde ve hangi şartlarda) haram kılındıkları size bildirilen ve bildirilecekler dışında (sığır, deve, koyun ve keçi gibi) ehlî ve bir de ot yiyen dört ayaklı hayvanların etleri size helâl edilmiştir. Şu kadar ki, ihramlı iken (başkasının kestiğini yemenizde beis olmamakla birlikte) bizzat avlanmanız helâl değildir. Şüphesiz ki Allah, nasıl dilerse öyle hükmeder.
1
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ey iman edenler! Allah’ın, (O’nun tarafından muhterem ve mukaddes ilan edilen Cuma ve Bayram namazları, cemaatle namaz, ezan, kurban, Hac ve menâsiki gibi İslâm’ın ve Müslümanlığın sembolleri demek olan) şiarlarına ve bu arada, (bizzat o aylarda size saldırılmamış olması dışında savaşmanın yasaklandığı) Haram Aylar’a, Hac mevsiminde kurban edilmek üzere Beytullah’a getirilen hayvanlarla, yine kurban edilmek üzere işaretlenmiş kurbanlıklara ve Rabbilerinin lûtfedeceği kazancı ve O’nun rızasını arzulayarak Beyti Haram’a yönelenlere sakın saygısızlıkta bulunmayın. İhramdan (ve haram bölgeden) çıktığınızda, dilerseniz avlanın. Mescidi Haram’ı ziyaretinizi engellediler diye bir topluluğa karşı duyduğunuz öfke, sakın sizi (Allah’ın şiarlarını tanımama ve haramı helâl etme manâsına gelecek) bir tecavüze sevkedip de günaha sokmasın. Ancak (iman, infak, namaz, sa bır, sebat gibi sizi Allah’a yaklaştıracak her türlü) hayır, iyilik ve faziletlerde, bir de Allah’a karşı gelmekten sakınıp O’nun koruması altına girme (takva) hususunda birbirinizle yardımlaşın. Buna karşılık, sizi hayırdan uzaklaştırıp karşılığında cezayı gerektirecek her türlü kötülük ve (hem Allah ile hem de insanlarla olan münasebetlerinizde) haddi aşma ve düşmanlık üzerinde birbirinizle yardımlaşmayın. Allah’a karşı saygılı olun ve O’na karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, cezalandırması çok çetin olandır.
2
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Şunlar ise size haram kılındı: Kendiliğinden ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen ve –henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna– herhangi bir şekilde boğularak ölen, herhangi türde bir darbe ile öldürülmüş, yukarıdan veya kuyuya düşerek ölmüş, yine, boynuzlanarak veya yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak ölmüş ve bir de put manâsı taşıyan her türlü şekil, yapı ve anıtlara hürmeten kesilen hayvanların etleriyle, fal, zar atma, kumar, piyango gibi yollarla taksim ve elde ettiğiniz etler (ve sâir yiyecekler). Haram edilen bütün bu yiyecekleri yemek, Allah’a itaatten ve O’nun yolundan çıkmak demektir. –Artık bugün küfredenler, dininizin yerleşip hakim hale gelmesine mani olmaktan ümitlerini kesmiş bulunuyorlar. O halde, onlardan korkup karşılarında ürperti duymayın; yalnızca Ben’den korkup Benim karşımda ürperin (ve neye hükmetmişsem onu yerine getirin). İşte bugün sizin için (bütün kaideleri, hükümleri ve evrenselliğiyle) dininizi kemale erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. –Şu kadar ki, kim açlıktan bunalıp çaresiz kalır da, (zaruret miktarını aşmak veya bir başka aç insanın payına tecavüz etmek gibi yollarla) günaha meyletmeksizin (haram edilen bu yiyeceklerden yerse, hiç şüphesiz Allah pek bağışlayıcıdır, rahmet ve merhameti pek bol olandır.
3
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
(Ey Rasûlüm!) Sana nelerin (ve bu arada av hayvanlarının hangi şekilde yakalayıp getirdikleri avların) helâl olduğunu soruyorlar. De ki: “Size pak, sağlığa zararsız ve haram şüphesi bulunmayan bütün yiyecekler ve bu arada, Allah’ın size öğrettiğinden öğrenip de eğittiğiniz avcı hayvanların (boğma veya çarpma yollarıyla olmayıp, bizzat av organlarıyla yaralayarak) yaptıkları avlar helâl kılındı. Bu hayvanların, (kendileri yemek için değil de) sizin için tutup, (herhangi bir parçasını yemeden ölü veya diri olarak) getirdiklerinin temiz kısımlarını yiyin ve (av hayvanını salarken) Allah’ın adını anın (Besmele çekin). Allah’a karşı saygıyla dopdolu bulunun ve O’na itaatsizlikten sakının. Hiç şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.
4
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟
Bugün size pak, sağlığa zararsız ve haram şüphesi taşımayan yiyecekler helâl kılınmış bulunuyor. Kendilerine (daha önceden) Kitap verilmiş olanların (temiz ve hakkında haram şüphesi olmayan yiyecekleri gibi, üzerlerine Allah’tan başkasının adını anmadan) kestikleri de size helâldır; nitekim sizin (aynı tür yiyecekleriniz ve) kestikleriniz onlara helâl olduğu gibi. Ayrıca, iffet ve meşruiyet çerçevesinde hareket eden, evliliğin hikmet ve sebeplerine uygun bir hayat süren ve zina gibi sefahat yollarına sapmayan, gizli dost da edinmeyen insanlar olarak farz olan mehirlerini verip nikâhladığınızda, iffetli ve evliliğin hikmet ve sorumluluklarının şuurunda mü’min kadınlarla, sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olanlardan aynı şekilde iffetli ve evliliğin hikmet ve sorumluluklarının şuurunda olan kadınlar da size (helâldır). (Dünyada Ehli Kitap’la ilgili bu hüküm var ise de, herkes için aslî ve geçerli gerçek şudur:) Kim imanın gereği olarak İslâm’ın hükümlerini bırakıp aykırı uygulamaları hayat tarzı haline getirirse, bütün yaptığı işler hiç şüphesiz boşa gider (Allah katında kabûl görmez) ve böylesi, Âhiret’te de kaybedenlerden olur.
5
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ey iman edenler! Namaz kılacağınız zaman, (eğer abdestsiz iseniz) yüzlerinizi ve dirsekleriniz dahil ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, ayaklarınızı da topuklarıyla beraber (yıkayın). Cünüp iseniz, (boy abdesti alarak) tastamam temizlenin. Eğer hasta olup da (su kullanmak size zarar verecekse) veya seferde iseniz yahut sizden biri tuvaletten gelmiş ise ya da hanımlarınıza temas etmiş de (abdest alacak veya gusledecek) su bulamadı iseniz, bu takdirde temiz toprağa yönelip teyemmüm edin: (avuç içlerinizi toprağa vurarak) yüzlerinizi ve ellerinizle birlikte dirseklerinize kadar kollarınızı o toprakla meshedin. Allah, herhangi bir şekilde size güçlük çıkarmak dilemiyor; fakat sizi maddîmanevî bütün kirlerden tertemiz yapmak ve üzerinizdeki (İslâm) nimetini tamamlamak diliyor, ki sürekli şükredesiniz.
6
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَم۪يثَاقَهُ الَّذ۪ي وَاثَقَكُمْ بِه۪ٓۙ اِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “İşittik, itaat ettik, baş üstüne!” diyerek yerine getirmeyi üzerinize aldığınız ve böylece sizi onunla bağlı hale getirdiği ahdini hiç hatırınızdan çıkarmayın. Allah’a karşı saygıyla dopdolu olun ve O’na itaatsizlikten sakının. Şüphesiz Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilir.
7
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ey iman edenler! Var gücünüzle hakkı ayakta tutanlar olun (ve bunun gereklerinden olarak) şahitlikte kılı kırk yarar derecede dikkatli davranın, adaleti tam temsil edin. Bir topluluğa karşı duyduğunuz öfke (veya onların size besledikleri kin), sakın sizi adaletsizlikte bulunma günahını işlemeye itmesin. Daima âdil davranın; takvaya en uygunu, en yakışanı budur. Allah’a karşı saygıyla dopdolu olun ve O’na itaatsizlikten sakının. Şüphesiz Allah, her ne yapıyorsanız hepsinden hakkıyla haberdardır.
8
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Allah, iman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara va’detti ki, onlar için (önemli neticelerle yüklü) bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfat vardır.
9
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
Buna karşılık, (iman yerine) küfredip de, (dış dünyada ve bizzat kendi yaratılış, vücut ve mahiyetlerinde bulunan ve bütün iman esaslarını ispatlayan) delilleri (ve Kitap’taki) âyetlerimizi yalanlayanlar ise, öyleleri o Kızgın, Alevli Ateş’in yârân ve yoldaşlarıdırlar.
10
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: hani bir topluluk size el uzatmaya, sizi öldürüp yok etmeye teşebbüs etmişti de, O bunların ellerini üzerinizden çekip geri çevirmişti. Allah’a karşı saygıyla dopdolu olun ve O’na itaatsizlikten sakınarak, daima O’nun koruması altında bulunun. Ve, Allah’a güvenip dayansın mü’minler.
11
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Şurası bir gerçek ki Allah, İsrail Oğulları’ndan da sağlam söz almıştı. İçlerinde (oniki boyun her birinden bir tane olmak üzere) oniki vekil ve temsilci tayın etmiştik. Allah buyurdu ki: “Hiç şüphesiz Ben, sizinle beraberim. Eğer namazı bütün şartlarına riayet ederek vaktinde ve aksatmadan kılar, zekâtı verir ve istisnasız bütün rasûllerime iman eder, onlara sahip çıkar ve Allah rızası için, karşılığını sadece O’ndan bekleyerek malınızdan O’nun yolunda harcamak suretiyle Allah’a en güzel tarzda ödünç verirseniz elbette kusurlarınızı örter, günahlarınızı siler ve sizi (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Artık bundan sonra içinizde kim de nankörlük edip küfre saparsa, hiç şüphesiz o, düz yolun ortasında sapıp gitmiş olur.”
12
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Buna rağmen, verdikleri o sağlam sözden döndükleri içindir ki, onları lânetledik (rahmetimizden uzaklaştırdık, pek çok felâketlere maruz bıraktık) ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri, kendileriyle kastedilen manâ ve muhtevayı değiştirecek biçimde ele alıp maksatlarından saptırmak ve böylece Allah’ın Kelâmı’nı tahrif etmekle meşguller; kendilerine tebliğ edilip özellikle hatırlatılan hususların en mühim bir kısmını ve onlardan faydalanmayı da unuttular. İçlerinde pek azı müstesna olmak üzere onlardan hep bir ihanetle karşılaşırsın. Yine de sen, onların yaptıklarından geçiver ve müsamaha yolunu seç. Hiç şüphesiz Allah, O’nu görürcesine, hiç olmazsa O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde daima iyilik düşünüp iyilikte bulunanları sever.
13
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
“Biz Nasranîyiz” diyenlerden de sağlam söz almıştık; fakat onlar da kendilerine tebliğ edilip özellikle hatırlatılan hususların en mühim bir kısmını ve onlardan faydalanmayı unuttular. Bu yüzden Biz de, aralarına Kıyamet Günü’ne kadar sürecek düşmanlık ve buğz bıraktık. Gün gelecek ve Allah, âdeta meslek ve sanat haline getirdikleri kötülükleri bir bir yüzlerine çarpacaktır.
14
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ
Ey Kitap Ehli! Hiç şüphesiz size, (en üstün niteliklerle donatılmış ve bu nitelikleriyle birlikte geleceğini de çok iyi bildiğiniz) Rasûlümüz (Muhammed) gelmiş bulunuyor: Kitap’tan (Tevrat ve İncil’den) gizleyegeldiğiniz pek çok şeyi size açıklıyor ve pek çoğunu da yüzünüze vurmayarak, öylece bırakıyor. Evet, hiç şüphesiz size Allah’tan, (parlaklığı göz kamaştırıcı ve zihninizi, kalbinizi ve yolunuzu aydınlatan) bir Nur ve kendisi apaçık olduğu gibi, her gerçeği de açıklayan bir Kitap (Kur’ân) gelmiş bulunuyor.
15
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Allah, o Nur ve Kitap vasıtasıyla, rızasını talep eden ve rızası istikametinde davrananları huzur, kurtuluş ve emniyet yollarına iletir; onları, sadece Kendi izni ve lütfuyla karanlıklardan nûra çıkarır ve onları (düşünce, söz ve davranışlarında) doğru bir yola hidayet eder.
16
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir!” diyenler, kesinlikle kâfir olmuşlardır. De ki: “Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunan herkesi helâk etmek dilese, O’na karşı kimin elinden bir şey gelebilir; O’nu kim engelleyebilir?” Doğrusu, Allah’a aittir göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti. O, dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
17
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ اَبْنَٓاءُ اللّٰهِ وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْ خَلَقَۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۘ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
Hem Yahudiler hem Hıristiyanlar, “Biz, Allah’ın çocukları ve O’nun sevgilileriyiz.” derler. De ki: “Eğer böyle ise, günahlarınızdan dolayı Allah sizi neden cezalandırıyor?” Hayır, siz de O’nun yarattığı insan topluluklarından birer topluluksunuz. O, kimi dilerse onu bağışlar; kimi dilerse onu da cezalandırır. Allah’ındır göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti. Ve, nihaî varış da yine O’nadır.
18
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Ey Kitap Ehli! Rasûllerin gelmesinin kesintiye uğrayıp Hak Din’in nisyana gömüldüğü bir sırada, ileride “Bize ne bir müjdeleyici geldi, ne de bir uyarıcı.” demeyesiniz diye, size (bütün iman, ibadet ve davranış esaslarını, insanlığın saadet ve selâmeti adına gerekli bütün hakikatleri) hakkıyla açıklayan Rasûlümüz (Muhammed) gelmiş bulunuyor. Evet, size hiç şüphesiz bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiş bulunuyor. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
19
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Hani bir zaman Musa, halkına şöyle demişti: “Ey halkım! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: ki O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi (Mısır’da) idareciler yaptı ve kendi şahsî, içtimaî ve siyasî hukukunuza sahip ve işlerinizi idareye kadir hür insanlar kıldı. Ayrıca, dünyada hiçbir topluluğa vermediği (birtakım nimetleri) size bahşetti.
20
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
“Ey halkım! Haydi, Allah’ın sizin için takdir ve girmenizi emir buyurduğu şu mukaddes ülkeye girin ve sakın gerisin geriye dönüp kaçmayın ve dininizden irtidatla eski halinize avdet etmeyin. Yoksa, her bakımdan kaybedenlerden olursunuz.”
21
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ ف۪يهَا قَوْماً جَبَّار۪ينَۗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ
(Ona) şöyle cevap verdiler: “Ey Musa! Orada çok güçlü ve zorba bir kavim var. Bu bakımdan, onlar oradan çıkıncaya kadar biz oraya asla giremeyiz. Ne zaman onlar oradan çıkarsa, işte o zaman biz de oraya gireriz.”
22
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Allah’ın cezalandırmasından, O’nun buyruklarına uymamaktan korkan ve Allah’ın kendilerine iman, sıdk ve yakîn bahşettiği iki yiğit ortaya atılıp dediler ki: “Şehrin kapısını zaptedip, üzerlerine varın. Bir kere içeri girip de üzerlerine vardınız mı, galip taraf muhakkak sizsiniz demektir. Ve, Allah’a güvenip dayanın eğer gerçekten mü’ min iseniz.”
23
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ
Diğerleri, sözlerinde ısrar ettiler: “Ey Musa! O topluluk orada oldukça, biz oraya ebediyen giremeyiz. (Mutlaka gireceğiz diyorsan,) haydi sen ve Rabbin gidin savaşın; bize gelince, işte tam burada oturup bekleriz.”
24
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
(Musa döndü ve Allah’a şöyle) yalvardı: “Rabbim! Ben, ancak kendime ve kardeşime söz geçirebiliyorum. Ne olur, bizimle bu yoldan çıkmış âsî topluluk arasındaki hükmü Sen ver!”
25
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟
(Allah,) şöyle hükmetti: “O (mukaddes ülke), bundan böyle onlara kırk sene haramdır. Artık orada burada şaşkın şaşkın dolaşıp dursunlar. Sen o yoldan çıkmış âsî kavim için hiç gam çekme!”
26
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ
(Ey Rasûlüm!) Onlara Âdem’in iki oğlunun yaşadığı önemli ve ders verici hadiseyi anlat: Birer kurban takdim etmişlerdi de, birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine), “Öldüreceğim seni!” dedi. Kardeşi ise şöyle mukabelede bulundu: “Allah, ancak kalbi O’na karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na itaatsizlikten sakınanlardan kabul buyurur.
27
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
“Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Hiç şüphesiz ben, Âlemlerin Rabbi’nden korkarım.
28
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
“Ben, (seni öldürmek için) elimi uzatıp da asla günaha girmek, böylece hem kendi günahımı, hem de senin günahını yüklenmek istemem; bu bakımdan dikkat et, bütün günahı sen yükleneceksin ve sonunda Ateş’in ehlinden olacaksın. Çünkü budur zalimlerin cezası.”
29
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
(Bu sözler, berikinin ders almak yerine hırsını kamçıladı da,) nefsi onu kardeşini öldürmeye sevketti ve nihayet o da kalktı kardeşini öldürdü; böyle yapmakla kaybedip gidenlerden oldu.
30
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ
Allah, (ne yapacağını bilemediği) kardeşinin cesedini nasıl ortadan kaldıracağını göstermek için bir karga gönderdi: onun yeri eşip de (oraya bir şey gömüp üstünü örttüğünü görünce), “Vah bana, ben şu kargadan daha bilgisiz, daha mı âcizim ki, kardeşimin cesedini nasıl ortadan kaldıracağımı bilemedim?!” diye dövündü; hüsran ve haybete düştü.
31
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
İşte bundan dolayıdır ki, (bütün insanlığı kapsamına alan umumî bir kaide olarak, bilhassa) İsrail Oğulları için şu hükmü koyduk: “Kim, meşrû çerçevede bir başka can karşılığı (kısas) veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarma cezası olmaksızın bir cana kıyarsa, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir hayatı kurtarırsa, sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir. Onlara (böylesi hüküm ve ölçüleri tebliğ etmeleri için) rasûllerimiz, apaçık gerçekler (ve rasûl olduklarını gösteren) gün gibi aşikâr deliller ve mucizelerle geldiler. Ne var ki, bütün bunlardan sonra içlerinden pek çoğu halâ yeryüzünde taşkınlık yapıp durmaktadır.
32
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
Allah’a ve Rasûlü’ne karşı fiilî savaş açan ve (Allah ve Rasûlü’nün ahkâmına fiilî muhalefet ile terör estirme, adam öldürme, can ve mal güvenliğini yok etme, soygunculukta bulunma gibi) aktif ve silahlı eylemlerle yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası: (suçlarının durumuna ve şartlara göre) öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya sürgüne ya da hapse gönderilmeleridir. Bu ceza, onların dünyadaki rüsvaylığıdır; Âhiret’te ise onlar için çok büyük bir azap vardır.
33
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Ancak, kendilerini ele geçirmenizden önce yaptıklarından vazgeçip tevbe edenler hakkında, (kişiler aleyhine işledikleri şahsî suçlarla ilgili karar o kişilere veya vârislerine ait olmak üzere, kamu hukuku hükümleri olarak) bu hadler uygulanmaz. Bilin ki Allah, (günah ve hataları) çok bağışlayandır; (tevbe ile Kendisine yönelen kullarına karşı hususî) merhameti pek bol olandır.
34
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! (Hem dininizi, düzeninizi ve huzurunuzu korumak, hem de dünyada ve Âhiret’te gerçek saadete ulaşmak diliyorsanız) Allah’a karşı saygılı olun, O’na itaatsizlikten sakının ve O’nun koruması altına girin; O’na yaklaşıp ulaşmaya bir vesile arayın ve O’nun yolunda (mallarınız ve canlarınızla) cihad edin ki, (dünyada ve Âhiret’te) gerçek kurtuluşa, mazhariyete ve muradınıza erebilesiniz.
35
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Buna karşılık, küfürde diretenler, yerde ne var ne yok hepsi onların olsa, bir de bunun bir katına daha sahip bulunsalar ve Kıyamet Günü’nün azabından kurtulmak için bunların hepsini feda etseler, yine de bu, (Allah katında) kabule mazhar olmaz. Onların hakkı, ancak pek acı bir azaptır.
36
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
O Ateş’ten çıkmak dilerler, fakat asla oradan çıkacak değillerdir. Onlar için kalıcı bir azap vardır.
37
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Erkek olsun kadın olsun, hırsızlık yapana gelince: kazandıkları (bu cürmün) karşılığında Allah’tan ibret verici bir ceza olarak onların ellerini kesin. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.
38
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Fakat her kim de yaptığı bu haksızlık ve kendi kendine zulümden sonra pişman olup tevbe eder ve halini düzeltirse, hiç şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah, (hata ve günahları) pek çok bağışlayandır; (bilhassa tevbe ile Kendisi’ne yönelen kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
39
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Bilmez misin ki, hiç şüphesiz Allah, evet O’nun içindir göklerin ve yerin mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti; O, kimi dilerse ona azap eder, kimi de dilerse bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
40
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Ey (şanı çok yüce o en büyük) rasûl! Ağızlarıyla “inandık” deseler de, kalbleri asla iman etmemiş bulunan (münafık) lardan ve yahudi olanlardan küfürde birbirleriyle yarışırcasına koşturup duranlar seni mahzun etmesin. Onlar, (doğrudan hiç hoşlanmaz ve bilhassa hakkınızda) hep yalan, iftira ve propagandaya kulak verirler; (iman ve aydınlanma adına olsun, mesajının özünü öğrenme adına olsun) sana hiç gelmemiş, (yalanın ve iftiranın asıl kaynağı) başka bir topluluğu dinlerler (ve onlar adına casusluk yapıp, daima sizin açığınızı ararlar). (Allah’ın) Kelâmı’nı ve söylenen sözleri manâsı değişecek biçimde sürekli aslî şeklinden saptırır, gizler, değiştirir (ve böylece) tahrif ederler. (Hakkında senin hükmüne başvurdukları meselelerde,) “Size şöyle fetva verilirse kabul edin; o şekilde verilmezse aman, onu kabulden geri durun!” derler. (Böyledir onlar:) Allah, bir kimseyi özü ortaya çıksın diye bir imtihana tâbi tutmayı murat buyurmuş (ve o kimse de bu imtihanda kaybetmişse), artık Allah katında onun lehine olarak senin yapabileceğin bir şey yoktur. Onlar öyle kimselerdir ki, (küfürde koşuşturmaları ve fasıklıkları sebebiyle) Allah onların kalblerini arındırmayı dilememiştir. Onların hakkı, dünyada zillettir; Âhiret’te de onlar için çok büyük bir azap vardır.
41
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Yalan, iftira ve reklâmlarını yapan boş sözleri dinlemeye pek meraklı, haram yemeğe pek düşkündürler. (Aralarında çıkan meselelerin çözümü için) sana müracaat ederlerse, nasıl uygun görürsen öyle davran: ister aralarında hükmet, istersen müracaatlarını geri çevir. Müracaatlarını geri çevirdiğin takdirde sana asla zarar verebilecek değillerdir. Şayet aralarında hükmedecek olursan, doğru ve âdil olan ne ise tam onunla hükmet. Şüphesiz Allah, kılı kırk yararcasına âdil olanları sever.
42
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِنْدَهُمُ التَّوْرٰيةُ ف۪يهَا حُكْمُ اللّٰهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ۟
Hem, (hakkında sana başvurdukları insan öldürme konusunda) Allah’ın hükmünü ihtiva eden (ve kendisine inanma iddiasında bulundukları) Tevrat ellerinde iken, aralarında hüküm vermek üzere neden sana müracaat ediyorlar ki? Ediyorlar, hemen arkasından ne diye senin verdiğin hükme razı olmayıp da dönüp gidiyorlar? Hayır, hayır; bunlar aslında mü’min değillerdir: (ne gerektiği gibi Allah’a inanmaktadırlar, ne de kitaplarına!)
43
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
İçinde safî hidayet ve (insanların zihnini, kalbini ve yollarını aydınlatan) bir nur bulunan o Tevrat’ı Biz indirdik. Her bakımdan Allah’a teslim(iyetle Müslüman) olmuş bulunan nebîler, yahudi olanlara onunla hükmederlerdi; aynı şekilde, kendilerini Allah’a ve insanların terbiyesine adamış bulunan mürşidler ve fakih hakimler de, Allah’ın Kitabı’ndan (vahyedilmiş bulunan kısmı yazarak veya ezberleyerek ve onunla amel ederek) koruyup gözetmekle görevlendirilmiş olmaları sebebiyle, (yine onunla hükmederlerdi); ayrıca, onun Allah’tan ve hak kitap olduğuna da şahittiler. (Onlara, “Allah’ın Kitabı’yla hükmetme konusunda) hiç kimseden korkup çekinmeyin; yalnız Ben’den korkup ürperin ve âyetlerimi az bir fiyat karşılığı satmayın!” (diye ikazda bulunmuştuk). Kim, Allah’ın indirdiğini (tasdik etmeyip onunla) hükmetmezse, böyleleri kâfirlerin ta kendileridir.
44
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
O Tevrat’ta onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve bunun gibi, (aynen mukabele mümkün olan) bütün yaralamalarda da kısas emretmiştik. Bununla birlikte, (kısastan maksat telef değil, bir hakkın aynen yerini bulması olduğundan,) her kim kısas hakkından feragatta bulunup bağışlarsa, bu bağışlama, (feragati ölçüsünde) kendi günahlarının affına vesiledir. (Bağışlamazsa, Allah’ın indirdiği ilgili hüküm dairesinde hareket etmelidir.) Her kim ki Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, böyleleri zalimlerin ta kendileridir.
45
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Daha sonra, o peygamberlerin izleri üzerinde, kendinden önce indirilen Tevrat’ı (aslî hali, İlâhî kaynaklı oluşu ve halâ ihtiva ettiği gerçekler itibariyle) tasdik eden (bir rasûl) olarak Meryem oğlu İsa’yı görevlendirdik. O’na içinde safî hidayet ve (insanların zihnini, kalbini ve yollarını aydınlatan) bir nur (İlâhî kaide ve hükümler) yer alan, kendinden önce indirilen Tevrat(taki hükümleri, birkaç haramın helâl kılınması dışında) tasdik eden ve müttakîler için her bakımdan bir rehber ve irşad adına bir öğüt olan İncil’i verdik.
46
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Ve şöyle buyurduk: “İncil Ehli, Allah’ın o (İncil)’de indirdiği (hükümlerle) hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, böyleleri fasıkların ta kendileridir.”
47
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
(Ey Rasûlüm!) Sana da, Kitap’tan kendinden önce indirilenleri (aslî halleri, halâ ihtiva ettikleri gerçekler ve İlâhî kaynakları itibariyle) tasdik edici ve onlar üzerinde gözetleyici, denetleyici ve onların gerçek niteliklerini ortaya koyucu, ayrıca gerçeğin ta kendisi olarak ve indirilişi esnasında kendisine hiçbir şüphe ve bâtıl karışmayacak şekilde (bu) Kitabı indirdik. O halde, mü’minler (ve müracaatlarını kabulle davalarına bakma yolunu seçtiğin Kitap Ehli’nden insanlar) arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve artık sana gerçeğin ta kendisi gelmiş olduğuna göre onların keyiflerine ve arzularına uyma. (Tarih sürecinde kendilerine ayrı rasûl gelen ve Kitap verilen) her bir ümmet için, günlük hayatlarında üzerinde yürüyecekleri ve saadete götüren apaçık bir yol (Şeriat) ve onun dayandığı değişmez temel esaslardan oluşan bir ana cadde (Minhac) tayin buyurduk. Eğer Allah dilemiş olsaydı, hepinizi (tarih boyu aynı Şeriat üzerinde) tek bir ümmet kılardı (ve aynı hayat şartlarında kalırdınız); fakat O (sizi, değişik ve gelişen şartlarda ilmî tekâmül kanununa tâbi tutarak,) her birinizi kendisine verdiği (Kitap’la) imtihan etmek için böyle ümmetlere ayırdı. Öyleyse (ey mü’minler), durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Neticede Allah’adır hepinizin dönüşü ve O, (nefsaniyete kapılarak) ihtilâf edegeldiğiniz bütün hususları size tek tek bildirecek ve bu hususlarda aranızdaki hükmünü verecektir.
48
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
Evet, sana işte böyle buyurduk: Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet; onların keyif ve arzularına uyma ve dikkat et ki, Allah’ın sana indirdiği hükümlerden bir kısmıyla ilgili olarak seni bir imtihana atıp şaşırtmasınlar. Eğer senin verdiğin hükmü kabul etmez de yüz dönüp giderlerse, bil ki Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete uğratmayı dilemektedir. Zaten insanlar içinde pek çoğu, hiç şüphesiz Allah’ ın emrinden çıkıp, O’na isyanda ısrar eden (fasık)lardır.
49
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Yoksa onlar, Cahiliye hükmünü mü arayıp arzuluyorlar? Oysa, ilim ve imanında kesinlik (yakîn) peşindeki bir topluluk için Allah’tan daha güzel hüküm veren biri olabilir mi?
50
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Ey iman edenler! (Müslümanlara düşmanlık içindeki o) Yahudileri ve Hıristiyanları (hele bir de Müslümanlara rağmen) dostlar, müttefik ve işlerinizi kendilerine havale edeceğiniz vekil ve merci edinmeyin. Onlardan ancak kimisi kimisine dost, yardımcı ve vekildir. İçinizden kim onlarla hakikî dost ve sırdaş olup işlerini onlara bırakırsa, hiç şüphesiz böylesi neticede onlara benzer, onlardan olur (ve Âhiret’te de onlarla birlikte haşrolur). Allah, (itikad ve ahkâmda yanlışa yuvarlanmakla en büyük zulmü işleyen) zalimler topluluğunu doğruya (ve bilhassa Âhiret’te kurtuluşa) iletmez.
51
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ
Fakat sen (ey Rasûlüm), kalblerinin tam merkezinde hastalık bulunanların “Ne olur ne olmaz, korkarız ki zaman aleyhimize dönüverir de başımıza bir musibet gelir!” diyerek, o zalimlerin dostluklarını kazanmak için âdeta yarış yaptıklarını görürsün. Ne malûm, belki de Allah yakında mü’minlere bir zafer veya başka şekilde ferahlık ihsan eder, ya da o münafıklara veya dost edindikleri zalimlere doğrudan Kendi katından bir musibet verir de o zaman, içlerinde gizledikleri nifakları yüzünden “Eyvah, biz ne yaptık!” diye hayıflanırlar.
52
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ
İman etmiş bulunanlar ise, o zaman hayretle şöyle söylenirler: “Şunlar değil miydi var güçleriyle Allah üzerine yemin edip, siz mü’minlerle beraber olduklarını söyleyenler?” Ama işte netice: bütün yaptıkları boşa gitti de, büsbütün kayıp içinde kalakaldılar.
53
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Ey iman edenler! İçinizden kim, hangi grup dininden dönerse dönsün, bir gün gelecek ve Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki, Allah onları sever, onlar da O’nu severler; mü’minlere karşı boyunları yerde, kâfirler karşısında onurlu ve zorludurlar; Allah yolunda durmaksızın cihad ederler ve bunu yaparken, kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından çekinmezler. İşte bu Allah’ın öyle bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, (engin lütuf ve merhametiyle) kullarını sarıp sarmalayandır, (neyi niçin yaptığını) çok iyi bilendir.
54
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Sizin işlerinizi kendisine havale edeceğiniz hakikî dostunuz ve koruyucunuz ancak (ve öncelikle) Allah’tır, (sonra) O’nun Rasûlü’dür ve (sonra) iman etmiş olup, Allah’a tam boyun eğmişlik içinde namazlarını bütün şartlarına riayet ederek vaktinde ve aksatmadan kılan ve zekâtlarını her dönem hakkıyla verenlerdir.
55
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
Kim Allah’ı, O’nun Rasûlü’nü ve iman etmiş bulunanları hakikî dost, işlerini kendisine havale edeceği vekil ve idareci edinir se, hiç şüphesiz bunların teşkil ettiği Allah tarafı, her halükârda galip olanlardır.
56
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ey iman edenler! Daha önce kendilerine Kitap verilmiş bulunanlardan dininizi alay ve eğlence konusu yapanlarla, (vahiy, Kitap, Din kabul etmeyen) kâfirleri gerçek dost, müttefik ve işlerinizi kendilerine havale edeceğiniz vekiller edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz, Allah’ın buyruklarına karşı gelmekten sakının ve O’nun korumasına girin.
57
وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
Siz ezan okuyup namaza davette bulunduğunuz zaman onlar bunu alay ve eğlence konusu yaparlar. Böyle yaparlar, çünkü onlar, akletmeyen ve gerçeği anlamayan bir topluluktur.
58
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ
De ki: “Ey Kitap Ehli! Siz, herhalde şu sebepten dolayı bizden hiç hoşlanmıyorsunuz: Biz, Allah’a, bize indirilen (Kur’ân)’a ve daha önce indirilmiş bulunan (Tevrat, İncil ve diğer Kitaplar)’a inanmaktayız; siz ise, çoğunluk itibariyle yoldan çıkmış fasıklarsınız.”
59
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ
De ki: “(Siz, İsa dahil bütün önceki peygamberlere ve Kitaplara olan inancımızı kötü görüyorsunuz ama,) ben size Allah katında müstahak oldukları ceza itibariyle beterin beteri bir durumu bildireyim mi? O kimseler ki, Allah onları lânetlemiş (rahmetinden kovmuş), onları şiddetli bir cezaya düçar kılmış ve içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve Allah’a isyanla başka yollar, başka dinler icat ederek insanları bunlara itaate zorlayan bâtıl güçlere ve sahte ilâhlara tapan zelil köleler haline getirmiştir. Onlar, (dünyada da Âhiret’te de) yerleri ve konumları itibariyle en kötü durumdadırlar ve dümdüz yoldan en fazla sapıp gitmiş olanlardır.
60
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ
(Bunların aynı karakterdeki dostları olan münafıklar) size geldiklerinde “İnandık!” derler; halbuki huzurunuza (kalblerinde) küfürle girdikleri gibi, huzurunuzdan yine (kalblerindeki) küfürle çıkarlar. İçlerinde gizledikleri (küfrü) Allah çok iyi bilmektedir.
61
وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(Kitap Ehli’nden olan o inkârcıların) pek çoğunun, bizatihî büyük günah olan sözler sarfetmede, düşmanlıkta ve haram yemede yarışırcasına ve birbirlerine destek içinde koşuşturduklarını görürsün. Gerçekten ne de fena işleyip durdukları bu şey!
62
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Bari mürşidleri ve fakihleri onları büyük günah olan sözler sarfetmekten ve haram yemekten alıkoysalardı! (Ama heyhat!) Bunların da yapıp durdukları gerçekten ne kötü!
63
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Yahudiler, “Allah’ın eli bağlı ve sıkıdır.” diyor (ve bizzat kendilerinin sebep olduğu zillet ve meskenetlerini Allah’a yüklemeye çalışıyorlar). Hay kendi elleri bağlanasıcalar; hay söyledikleri bu sözden dolayı rahmetten uzak kalasıcalar! Hayır, hiç de öyle değil: Allah’ın İki Eli de açıktır; O, nasıl dilerse öyle infak eder; (dolayısıyla vermesi, onların keyfine bağlı değildir). Fakat şurası bir gerçek ki, Rabbinden sana indirilen (nimet ve âyetler), onların pek çoğunun ancak azgınlığını ve küfrünü arttırmaktadır. Biz de aralarına Kıyamet’e kadar sürüp gidecek bir kin, düşmanlık ve nefret saldık. Ne zaman (Rasûlüllah’a ve mü’minlere karşı) harp için bir ateş yaksalar Allah onu söndürür. Ancak onlar, sürekli bozgunculuk çıkarmak için yeryüzünde koşuşturup dururlar. Allah, bozguncuları sevmez.
64
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
Ne olurdu, Kitap Ehli gerektiği gibi iman etmiş ve Allah’a tam bir saygı içinde O’nun yasaklarından sakınarak koruması altına girmiş olsalardı, (–Hiç olmazsa şimdi yapsalar!–) o takdirde hiç şüphesiz işledikleri günahları(n küçüklerini de) siler ve yine hiç şüphesiz onları nimetler yurdu cennetlere yerleştirirdik.
65
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟
Ne olurdu, (zamanında) Tevrat’ı, bilâhare (Tevrat’taki hükümlerde yaptığı bazı değişikliklerle) İncil’i ve kendilerine Rabbilerinden indirilen diğer Kitapları bütün hükümleriyle ve hakkıyla uygulamış, (dolayısıyla son olarak Kur’ân’a da inanıp bağlanmış) olsalardı (–Hiç olmazsa bundan sonra böyle yapsalar!–) o takdirde hiç şüphesiz, (yukarıdan yağacak ve yerden fışkıracak nimet ve bereketler sebebiyle) başlarının üzerinden ve ayaklarının altından bol bol yerlerdi. Her şeye rağmen, içlerinde ölçülü ve dengeli davranıp mutedil yolda giden bir zümre de vardır; fakat çoğunluğa gelince: işleyip durdukları şeyler ne de kötü!
66
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Ey (şanı çok yüce, o en büyük) Rasûl! Rabbinden sana her ne indirilmişse onu eksiksiz tebliğ et! Eğer böyle yapmazsan risalet (elçilik) vazifeni yerine getirmemiş olursun. Allah, seni bütün insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu (senin aleyhindeki) hedeflerine ulaştırmaz.
67
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
De ki: “Ey Kitap Ehli! (Her birinin geçerli olduğu zaman itibariyle ve halâ ihtiva ettikleri nesholmamış gerçekleriyle) Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen bütün diğer Kitap ve Sahifelere, (dolayısıyla şimdi de artık bana ve Kur’ân’a) gerektiği gibi inanıp hükümlerini uygulamadıkça Allah katında hiçbir değeriniz olmadığı gibi, Din adına da sağlam hiçbir dayanağınız yok demektir. Fakat (ey Rasûlüm,) Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onlardan pek çoğunun ancak azgınlık ve küfrünü arttırmaktadır. Ama bundan dolayı sen, o kâfirler topluluğu için üzülüp gam çekme!
68
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İster (Müslüman bilinip, Kur’ân’a ve Allah Rasûlü’ne) iman ikrarında bulunanlardan olsun, isterse Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hıristiyanlar (ve daha başka insanlardan) olsun, (mesele asla bir isim meselesi ve kuru bir iddiadan ibaret değildir). Her kim gerçekten Allah’a ve Âhiret Günü’ne iman eder ve imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaparsa, (yardımımı, desteğimi hep yanlarında bulacakları için) onlar hakkında (özellikle Âhiret’te) korkmalarını gerektiren bir şey olmayacak ve herhangi bir şekilde üzülmeyeceklerdir de.
69
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ
Andolsun, İsrail Oğulları’ndan (bu iman ve salih amel esası üzere) sağlam söz almış ve kendilerine pek çok rasûller göndermiştik. Ama ne zaman onlara nefislerinin hoşlanmayacağı, heva ve heveslerine hizmet etmeyecek mesaj ve hükümlerle bir rasûl gelmişse, (o rasûllerden) kimisini yalanlıyor, kimisini de öldürüyorlardı.
70
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Böyle davranmakla bir karışıklık çıkmayacak, başlarına mihnet ve musibet gelmeyecek zannederek (gerçeğe ve ikazlara karşı) kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, onlara tevbe nasip etti ve tevbelerini de kabul buyurdu; ama bunun ardından pek çoğu itibariyle yine kör ve sağır kesildiler. Allah, ne yapıp ettiklerini hakkıyla görmektedir.
71
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih, şöyle demişti: “Ey İsrail Oğulları! Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Gerçek şu ki, kim Allah’a şirk koşarsa, Allah mutlak surette Cennet’i ona haram kılmıştır ve onun nihaî barınağı Ateş’tir. (Allah’a şirk koşmakla en büyük zulmü işleyen) bütün zalimler için (Âhiret’te) hiçbir yardımcı da yoktur.
72
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Bunun gibi, “Allah üç uknumdan biridir.” diyenler de, yine hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Halbuki tek bir İlâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Söyleyegeldikleri bu sözden eğer vazgeçmeyecek olurlarsa, içlerinde bu şekilde küfürde diretenlere çok acı bir azap dokunacaktır.
73
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Öyleyse, halâ içten bir pişmanlık ve bir daha aynı zulmü işlememe kararlılığıyla Allah’a dönüp O’ndan bağışlanma dilemeyecekler mi? Allah, günahları pek çok bağışlayandır; (bilhassa Kendisine yönelen kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.
74
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Meryem’in oğlu Mesih, ancak bir rasûldür. Nitekim ondan önce de rasûller gelip geçmişti. Annesi (de ilâhe değil), Allah’a tam sadakat içinde, son derece iffetli, dürüst, özüsözü doğru bir hanımdı. Her ikisi de, (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak, Biz onlara gerçekleri delilleriyle nasıl açıklıyoruz, ama gel gör ki onlar, belli tesirler altında nasıl da akılları çelinip, bâtıl sevdalar peşinde koşturup duruyorlar.
75
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
De ki: “Yalnızca Allah’a ibadet etmeyi bıraktınız da, (Allah dilemedikçe ve kendiliklerinden) size zarar da fayda da vermeye gücü yetmeyen âciz mahlûklara mı ibadet ediyorsunuz?” Halbuki Allah, (siz ve bütün ihtiyaçlarınız dahil) her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla bilendir.
76
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟
De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde gerçeğin sınırlarından taşarak aşırılıklara düşmeyin ve daha önceden kendileri saptığı gibi, pek çoklarını da saptırmış ve şu anda da düz yolun ortasında sapmış gitmiş olanların heva ve heveslerine uymayın.
77
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
İsrail Oğulları’ndan küfre düşenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bunun sebebi, onların isyan etmeleri ve sürekli taşkınlıkta bulunup haddi aşmaları idi.
78
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Hangi türde çirkin bir fiili işlemeye dursalar, bundan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlar, bilakis onu işlerlerdi. Ne de kötüydü yapıp durdukları bu şey!
79
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Onlardan pek çoğunun, (mü’minleri değil de) küfredenleri kendilerine yakın dost ve müttefik edindiklerini görürsün. Öz nefislerinin bizzat kendileri için (gelecek hayatları ve âhiretleri adına) işleyip gönderdikleri ve Allah’ın cezasını üzerlerine çekecek olan bu davranışları ne de kötü! Ve onlar, azapta sonsuzca kalacaklardır.
80
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Allah’a ve (peygamberliğin zirve temsilcisi, bütün peygamberlerin has vârisi) Nebî’ye ve O’na indirilen (Kur’ân)’a gerçekten inanmış olsalardı, o küfredenleri yakın dostlar ve müttefikler edinmeyeceklerdi. Ne var ki, onların pek çoğu (inançta da, davranışta da yoldan çıkmış) fasıklardır.
81
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Şurası muhakkak ki, iman edenlere insanlar içinde en şiddetli düşmanlık besleyenleri Yahudiler ve (Allah’a) şirk koşanlar olarak bulursun. Yine şurası da muhakkak ki, sevgi ve alâka bakımından iman edenlere en çok yakınlık duyanların ise, “Biz Nasranîyiz!” diyenler olduğunu görürsün. Bu, onların içinde bilhassa geceleri ibadetle meşgul keşişler ve (manastırlara kapanmış, Âhiret endişesi içinde nefisleriyle mücadele içinde) ruhbanlar bulunması sebebiyledir ve onlar, (alçakgönüllü olup) büyüklenmezler.
82
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
Onların (Risalet’in has temsilcisi o en büyük) Rasûl’e indirilen (Kur’ân)’ı işittikleri zaman, (kendi kitaplarında görüp) tanıdıkları gerçeği (onda bulmaları sebebiyle) gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. İçlerini şöyle boşaltır onlar: “Rabbimiz, iman ettik; bizi (hakkın, Kur’ân’ın ve Rasûlüllah’ ın) şahitleriyle beraber kaydet.
83
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ
“Rabbimizin bizi salihler topluluğuna dahil etmesi ümit ve beklentisi içinde iken, Allah’a ve bize gelen gerçeğe neden inanmayacakmışız?”
84
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ
Bu söz ve tavırlarından dolayı Allah onları, hem de içlerinde sonsuzca kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlerle mükâfatlandırmaya (hükmetmiştir). Budur Rabbilerini görürcesine, en azından Rabbilerinin kendilerini gördüğünün şuuru içinde davrananların mükâfatı.
85
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Buna karşılık, küfredip de, (dış dünyada ve bizzat kendi yaratılış, vücut ve mahiyetlerinde bulunan ve bütün iman esaslarını ispatlayan) delilleri (ve Kitap’taki) âyetlerimizi yalanlayanlar ise, öyleleri o Kızgın, Alevli Ateş’in yârân ve yoldaşlarıdırlar.
86
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
Ey iman edenler! (Fıtrat dışına çıkarak) Allah’ın size helâl kıldığı temiz, hoş ve sağlığa zararsız şeyleri haram kılmayın ve (hem helâlları haramlaştırmak, hem de onları israf derecesinde kullanıp tüketmek suretiyle) aşırılığa kaçmayın. Allah, aşırı gidip haddi aşanları sevmez.
87
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, temiz ve sağlığa zararsız olmak üzere tüketin. (Aksi bir davranış içine girmekle) Allah’a karşı gelmekten sakının; çünkü siz, O’na gerçekten inanmış mü’minlersiniz.
88
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Allah, yalan yere yapmadığınız ve çok farkına varmadan dilinizden dökülüveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz; ama bilerek yaptığınız ve onlarla kendinizi bağladığınız yeminler sebebiyle sorumlu tutar. Böyle yapıp da yerine getirmediğiniz bir yeminin kefareti, ailenize yedirdiğiniz orta halli yemekle on yoksulu (sabahakşam veya bir yoksulu on gün) doyurmak veya onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Bunlara gücü yetmeyen, on gün oruç tutsun. İşte, yemin ettiğinizde onu bozmanın kefareti budur. Bununla birlikte, yeminlerinize sahip çıkın: (olur olmaz şeyler için yemin etmeyin; yemin ettiğinizde de yerine getirin). Allah, size âyetlerini, O’nun yolunun işaretlerini işte böyle açıklıyor ki, (tam bir minnet ve borçluluk duygusu içinde, hem bunları yerine getirmek hem de O’na ibadet etmek suretiyle sözlü, fiilî ve kalbî) şükür içinde bulunasınız.
89
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Sarhoşluk veren nesneler, kumar ve onun cinsinden bütün şans oyunları, put manâsı taşıyan her türlü taş, yapı ve anıtlarla bunlara kurban sunma ve fal okları, piyango kalemi ve zarlarla şans ve kısmet arama, ancak şeytan işi ve onun sizi sürüklediği murdar birer pisliktir. Bunların her birinden kaçının ki, (dünyada da Âhiret’ te de) kurtuluşa ve muradınıza eresiniz.
90
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
Hiç şüphesiz şeytan, sarhoş edici nesneler ve her türden kumarla aranıza ancak düşmanlık ve kin atmak, sizi Allah’ı zikretmekten, O’nunla ilgili çalışmalardan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiverdiniz değil mi?
91
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
(Bunlardan vazgeçin ve bütün hükümlerinde) Allah’a itaat edin; (size olan emirleri ve yasaklarında vahye dayanan, Risalet’in zirve temsilcisi o en büyük) Rasûl’e itaat edin ve (onlara muhalefet etmeme hususunda) daima tetikte bulunun. Eğer (itaattan) yüz çevirecek olursanız, biliniz ki Rasûlümüze düşen apaçık tebliğden ibarettir.
92
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Artık iman etmiş olup imanlarının gereği sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik (Salih) işler yapanlar, işledikleri günahlardan endişe içinde (icmalî imanla) iman edip salih işler yaptıkları, sonra endişelerinde daha bir derinleşip takvaya sarılarak (her hükmünde Allah’a ve Rasûlü’ne) iman ettikleri, sonra daha bir derinlikte takvaya sarılıp, bütün yaptıklarını Allah’ı görürcesine bir şuur ve samimiyet içinde yaptıkları takdirde, daha önceden yiyip içtikleri (haram nesnelerden) dolayı üzerlerine bir vebal yoktur. Allah, bu seviyede iyiliğe kilitlenen ve O’nu görüyormuşçasına davrananları sever.
93
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey iman edenler! Allah sizi, (avlanmanın yasak olduğu ihramda iken) ellerinizle tutuverecek veya mızraklarınızla vuruverecek şekilde yakınınızda kaynaşan avlarla mutlaka deneyecektir ki, gizlide ve O’nu görmediği halde Kendisinden korkanları ortaya çıkarsın. Buna rağmen kim yasak sınırını aşar ve tecavüzde bulunursa, öyleleri için acı bir azap vardır.
94
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
Ey iman edenler! (Hac veya Umre münasebetiyle) ihramda iken av hayvanlarını öldürmeyin. İçinizden kim bu halde iken kasten bir hayvanı öldürürse, yaptığı işin vebalini çekmesi için cezası, öldürdüğünün dengi ve kurban olarak Kâbe’ye ulaştırılacak sığır veya davar cinsinden bir hayvandır ki, bunu içinizden adaletli iki kişi kararlaştırır. (Böyle bir hayvan bulunmazsa, işlenen suçun) kefareti, (öldürülen avın kıymeti tutarında yiyecekle) yeterli geçimlikten ger çekten mahrum düşkünleri doyurmak ya da (düşkün veya düşkünler için ayrılan pay sayısınca) oruç tutmaktır. Bu konuda daha önce işlediğiniz suçları Allah affetmiştir. Ama kim bundan sonra aynı suçu işleyecek olursa, Allah ona (hem bu ceza veya kefaret ile, hem de bir haramı işlemiş olmanın cezasıyla) mukabelede bulunur. Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir ve kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.
95
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Deniz avı ve oradan elde edilen (meşrû) yiyecekler, hem kendiniz, hem de (ikramda bulunacağınız) yolcular için size (her halükârda) helâl kılındı. Buna karşılık, (sair zamanlarda helâl olsa da,) ihramda bulunduğunuz müddetçe kara avı, (hayvan kesip yemeniz ve başkalarına işarette bulunup onların avladıklarından da yemeniz) size haramdır. Allah’a karşı gelip de (azaba uğramaktan) sakının ki, neticede O’nun huzurunda haşrolacaksınız.
96
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Allah, Kâbe’yi, kendisine her şekilde hürmet göstermek vacip olan o Ev’i (Beyti Haram) insanların emniyeti, tanışıp yardımlaşmaları, Din ve dünya hayatlarının düzeni, âhengi ve devamı için bir vesile kıldı; (bilhassa onların emniyeti ve geçimliği için) Haram Ayları, kurbanı ve (özellikle, boyunlarına gerdanlık taktıkları o çok kıymetli) develeri de. Şunu bilesiniz ki Allah, (insanların hayatının düzen ve âhenginin dinamikleri gibi,) göklerde ne var yerde ne varsa hepsini bilir ve gerçekten Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
97
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ
Bilin ki Allah, cezalandırması pek çetin olandır ve Allah, günahları çok bağışlayan, (bilhassa mü’min kullarına karşı hususî) merhameti pek bol olandır da.
98
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
(Bütün bu hususlarda Risalet’in zirve temsilcisi o en büyük) Rasûl’e düşen, sadece tebliğdir. (Sizin yapmanız gereken ise onları yerine getirmek olup,) Allah, açıkça söyleyip açıktan işlediklerinizi de, gizlide yaptıklarınız gibi, içinizde saklı tuttuğunuz (düşünce, plan ve niyetlerinizi de) bilir.
99
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟
Pis ve murdar olanın çokluğu seni hayrete sevketse de, “Hiç pis ve murdar olanla temiz ve hoş olan bir midir?” de, (böyle inan ve bunu anlat). Ey gerçek akıl ve idrak sahipleri! (O’nun koyduğu ölçülere riayetsizlik ederek aksini düşünüp öyle inanmak ve ona göre davranmak suretiyle) Allah’a karşı gelmekten sakının ki, gerçek kurtuluşa, başarıya ve muradınıza erebilesiniz.
100
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
Ey iman edenler! (Allah Rasûlü ile olan münasebetlerinizde dikkatli olun. Ayrıca, size buyurulanları yerine getirmeye bakın ve size söylenenlerle iktifa edin de,) cevaplandığında ve açıklandığında hoşunuza gitmeyecek meselelerden, Din’i yaşamanızı zorlaştıracak konulardan sormayın. Kur’ân fasıl fasıl indirilir ve size tebliğ edilip dururken sorup açıklama isterseniz, açıklanması gereken gerektiği ölçüde zaten size açıklanmaktadır. Sorduğunuz veya soracağınız pek çok şeyler vardır ki, Allah onlardan sizi muaf tutmuştur. Allah, bağışlaması pek bol olandır, (kullarının hataları karşısında) çok sabırlı, çok müsamahalıdır.
101
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
Sizden önce bir topluluk o kabil şeyleri sorup durur ve peygamberlerinden olmadık isteklerde bulunurlardı da, sonra o sordukları meseleler kendilerine açıklanınca veya isteklerine cevap verilince yine de inanmamış, söylenilenleri yapmamış ve kâfir olmuşlardı.
102
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Allah, beşincide erkek doğuran devenin sütünü putlara bırakmayı da, adak adayıp adağı yerine gelince dişi veya erkek deveyi salıverip ondan faydalanmayı nefsine haram etmeyi de, biri erkek diğeri dişi ikiz doğuran koyun veya devenin erkek yavrusunu putlar için serbest bırakmayı da, on nesli dölleyen erkek deveyi salıp ondan istifadeyi nefsine haram kılmayı da emretmedi (insanların kendiliklerinden hükümler koyup, sonra da bunları Allah’a, Din’e atfetmelerine kesinlikle izin vermedi). Fakat o küfredenler, (Din adına) yalanlar uydurup, sanki bunları Allah emretmiş gibi O’na iftirada bulunmaktadırlar. Esasen o küfredenlerin çoğu, düşünüp akletmekte değillerdir.
103
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara “Haydi, Allah’ın indirdiği (Kur’ân’a) ve (risaletin zirve temsilcisi o en büyük) Rasûl’e gelin, onlar neyi buyuruyorsa onu yapın!” dendiğinde, (düşünüp akletmekten yoksun bulundukları için), “Biz, atalarımızı neye inanıp neyi uygular halde bulmuşsak, o bize yeter!” diyerek (ataperestlik yaparlar). Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru bir yolda değildiyseler!?
104
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ey iman edenler! (Siz, farklı düşünüp farklı inanan ve farklı hükümlere uyanlara bakmayın; onların inançları ve yaptıklarıyla boşuna meşgul olmayın!) Siz kendinize bakın; (kendinizi, bulunduğunuz yolda nasıl yürüdüğünüzü kontrol edin)! Eğer siz üzerinde bulunduğunuz yolda gerçekten dosdoğru gidiyor ve o yolun hakkını veriyorsanız, sapıp gidenlerin sapması size zarar vermez. Neticede Allah’a döneceksiniz hepiniz ve O, yapıp etmekte olduklarınızı size tek tek bildirip bunlardan dolayı size hesaba çekecektir.
105
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ
Ey iman edenler! Herhangi birinizde ölüm alâmetleri belirdiğinde, yani artık vasiyette bulunma gereği duyduğunuz anda, içinizden (mü’min ve vâsi tayin edeceğiniz) adaletli, özüsözü doğru bildiğiniz iki kişiyi, veya ölümün başınıza siz yeryüzünde sefer halinde iken gelip çatması (ve o esnada mü’minin bulunmaması) durumunda (Ehli Kitap’tan) iki kişiyi vasiyetinize şahit tutun (ve bu şahitler, vasiyetiniz hususunda vârislerle haklarında vasiyette bulunduğunuz kişiler arasında şahitlikte bulunsunlar). (Ey mü’minler!) Eğer (iki tarafın anlaşmazlığı ve karşılıklı iddialarıyla bu şahitlerden, şahitliklerinden, dolayısıyla vasiyetin keyfiyetinden) şüpheye düşerseniz, bu takdirde namazdan sonra onları (camide) alıkoyun ve kendilerine, “Yakınlarımızın çıkarı söz konusu bile olsa, yeminimizi hiçbir menfaat karşılığı değişmeyecek ve olup bitene şahit bulunan Allah’ın üzerimizde bir emanet, bir borç olan şahitliğini gizlemeyeceğiz. Yoksa kesinlikle büyük günah işleyenlerden oluruz.” diye Allah adına yemin verin.
106
فَاِنْ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّٓا اِثْماً فَاٰخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذ۪ينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُـنَٓا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَاۘ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
(Yemin ettikten veya duruşma bitip hüküm verildikten sonra,) şahitlerin (gerçekte yalan söyledikleri ve sözü edilen) büyük günahı işledikleri ortaya çıkarsa, bu takdirde, (yalan şahitlikle) haklarına tecavüze kalkışılan ve ölüye daha yakın olan hak sahibi mirasçılardan iki kişi onların yerini alır. Bu defa da bunlar, “Vallahi, bizim şahitliğimiz, onların şahitliğinden daha doğrudur ve bu şahitliğimizle kimsenin hakkına tecavüz etmiş olmayacağız. Aksi halde, mutlak surette zalimlerden oluruz.” diye yemin ederler.
107
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجْهِهَٓا اَوْ يَخَافُٓوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسْمَعُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
Bu usûl, bütün tarafların şahitliği ge rektiği gibi yerine getirmeleri ve yemin ettikten sonra başkalarının yapacağı yeminlerle yalanlarının ortaya çıkıp rezil olmaktan korkarak hakkıyla şahitlik yapmaları bakımından en uygun yoldur. (Koyduğu hükümlere ve usûllere uymayarak) Allah’a karşı gelmekten sakının ve (Allah’ın hükümlerini) dinleyip itaat edin. Allah, (O’ nun hükümlerini dinlemeyerek başka türlü davranan ve bu şekilde yoldan çıkan) fasıklar güruhunu nihaî neticede emellerine ulaştırmaz.
108
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
O gün(den korkun ve sakının) ki, Allah ( o gün) bütün rasûllerini toplayacak ve onlara, “Tebliğiniz karşısında ümmetlerinizin tavrı ne oldu; onlardan nasıl bir mukabele gördünüz?” diye soracaktır. Onlar, şöyle cevap verecekler: “(Onların niyetleri, iç dünyaları, dolayısıyla cevaplarının gerçek nitelik ve mahiyeti konusunda) bizim kesin bir bilgimiz yoktur. (Her şey Sen’in ilmin dahilindedir ya Rab;) hiç şüphesiz Sen’sin, ancak Sen’sin bütün gizlileri hakkıyla bilen.”
109
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
İşte o gün Allah, şöyle buyurur: “Meryem oğlu İsa! Hem senin hem de annenin üzerindeki nimetimi hatırla: hani seni Ruhu’l Kudüs’le desteklemiştim de, beşikte iken de yetişkinliğinde de insanlarla konuşurdun. Ayrıca sana Kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Yine sen, Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar ve içine üflerdin de, Benim iznimle bir kuş oluverirdi; aynı şekilde Benim iznimle (anadan doğma) körü ve alacalıyı (cüzzamlı) iyileştirirdin; ve yine Benim iznimle ölüleri diri hale getirirdin. Bir vakit de, İsrail Oğulları’nın öldürme kastıyla sana uzanan ellerini geri çekmiştim: kendilerine (risaletinin ve getirdiğin Kitabın hak olduğunu gösteren) apaçık deliller ve mucizeler göstermiştin de, aralarında küfür içinde boğulup gidenler, ‘Bunlar, olsa olsa ancak apaçık birer büyü olabilir!’ demişlerdi.
110
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ
Ve hani havarilere, “Bana ve Rasûlüme iman edin!” diye (senin vasıtanla) vahyetmiş, bunu kalblerine de duyurmuştum. Onlar da, “İman ettik (ya Rab), Sen şahit ol ki, şüphesiz Biz, (Sen’in bu vahyine teslim olmuş) Müslümanlarız!” diye karşılık vermişlerdi.
111
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Bir zaman da o havariler, “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin, gökten bize bir sofra indirebilir mi?” dediler. (İsa) da onlara, “Eğer gerçekten imanın kalblerinde yerleştiği mü’ minler iseniz, Allah hakkında (böyle sözlerden ve şüphelerden) sakının ve (O’nun bir ceza verebileceğinden) korkun!” mukabelesinde bulundu.
112
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
“Bununla dileğimiz ancak şudur:” dediler: “Ondan yiyelim, (Allah ve senin peygamberliğin hakkında) kalblerimiz iyice mutmain olsun; hem bilelim ki, sen bize doğruları söylüyorsun ve bizi doğru olan yola sevkediyorsun; ayrıca, (başkaları yanında böyle bir hadisenin ve ifade ettiği manânın, hakikatin) şahitleri olalım.”
113
قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Meryem oğlu İsa, şöyle dua etti: “Allah’ım! Bize gökten bir sofra indir de, bizim için, hem (şu anda hayatta bulunan) ilklerimiz hem de sonradan gelecekler için bir bayram ve Sen’den açık bir işaret, bir mucize olsun. Bizi onunla rızıklandır. Sen, her zaman en hayırlı rızık veren ve rızık vermede nihaî mertebede hayır sahibi olansın Sen.”
114
قَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّ۪ٓي اُعَذِّبُهُ عَذَاباً لَٓا اُعَذِّبُهُٓ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ۟
Allah, şöyle buyurdu: “Onu size indiririm. Fakat içinizde bundan sonra artık kim küfrederse, hiç şüphe olmasın ki öylelerini, dünyalarda hiç kimseyi cezalandırmayacağım bir şekilde cezalandırırım.”
115
وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Yine, (rasûllerini toplayıp, onlara “Size nasıl mukabelede bulunuldu?” sorusunu yönelteceği) o gün Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi Allah’tan başka iki ilâh daha edinin!’ dedin?” diye soracak, İsa da şöyle cevap verecektir: “Haşa! Sen, ortağı bulunmaktan ve her türlü noksandan münezzehsin Allah’ım! Bana ne oluyor ki, hakkım olmayan bir şeyi söylemiş olayım! Hem söylemişsem, malûmundur elbet. Bende ne var ne yoksa Sen hepsini bilirsin; fakat ben Sen’de olanı, Sen’in gizleyip de bana öğretmediğini, (böyle bir sorudaki hikmetini de) bilemem. Hiç şüphesiz Sen’sin, ancak Sen’sin bütün gizlileri hakkıyla bilen.
116
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
“Ben, onlara ancak bana emrettiğini söyledim ki, o da, ‘Benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin!’ sözüdür. Aralarında bulunduğum sürece onların hallerine, ne durumda bulunduklarına şahittim. Beni vefat ettirip aralarından aldığın zaman üzerlerinde gözetleyici ve durumlarına vâkıf olarak Sen kaldın. Şüphesiz Sen, her şeye hakkıyla şahitsin.
117
اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
“Eğer onlara azap edersen, ne diyeyim onlar Sen’in kulların. Eğer onları bağışlayacak olursan, yine ne diyeyim, şüphesiz ki Sen, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)sin; Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan) sın.”
118
قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Allah, şöyle buyurur: “Özüsözü doğru olup, imanlarında ve yaşayışlarında sebat ile yollarında dosdoğru gidenlere bu sadakatlerinin fayda vereceği gündür bugün. Onlar için, içlerinde ebediyen kalmak üzere (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah, onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.”
119
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Allah’ındır göklerin, yerin ve buralarda bulunanların mutlak mülkiyeti ve hakimiyeti. Ve O, her şey üzerinde mutlak güç ve kudret sahibidir.
120

Sureler

Mealler