Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Kulu ve elçisi Muhammed aracılığıyla, insanoğluna bu hikmet dolu Kitabı gönderen ve onda, insanı kuşkuya düşürecek, saptıracak en ufak bir çelişkiye, yanlışlığa ve eğriliğe yer vermeyen Allah, her türlü övgüye, teşekküre ve hamde lâyıktır.
2 Evet, Allah onu dosdoğru bir kitap olarak gönderdi ki, katından gelecek çetin bir azaba karşı inkârcıları uyarsın ve güzel davranışlar sergileyen müminlere, kendilerini muhteşem bir ödülün beklediğini müjdelesin.
3 Yani, içerisinde sonsuza dek kalacakları o cennet yurdunu.
4 Ve ayrıca, "Allah kendisine çocuk edindi!" iddiasında bulunanları uyarmak için bu kitabı gönderdi. Çünkü "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyen Arap müşrikleri, "Hürmüz ve Ehrimen Allah'ın oğullarıdır." diyen bazı Mecusiler ve özellikle de "İsa Mesih Allah'ın oğludur." diyen Hristiyanlar Allah'a çocuk isnat ederek derin bir sapıklığa düşüyorlar. Zaten bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, aciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Oysaki:
5 Bu konuda ne kendileri ne de körü körüne izledikleri ataları doğru bir bilgiye sahip değiller. Ağızlarından dökülen bu sözler ne kadar çirkin ve küstahça! Gerçekte onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar. Üstelik bütün uyarılara rağmen, inatla hakikatten yüz çeviriyorlar.
6 Şimdi sen ey Peygamber, onlar bu ilâhî kelâma inanmıyorlar diye arkalarından üzülüp hayıflanarak kendini helâk mi edeceksin? Üzülme, onların iman etmemelerinden sen sorumlu değilsin. Yeter ki bıkıp usanmadan uyarmaya, hakikati anlatmaya devam et. Bunun için, dünyanın göz kamaştırıcı nimetlerine ihtirasla bağlanan ve sahip oldukları güç ve servetle anlamsız bir gurura kapılan bu cahillere, evrenin ve hayatın anlam ve hikmetini öğret. Şöyle ki:
7 Doğrusu Biz, yeryüzündeki bütün bu göz alıcı nimetleri yalnızca bu dünyaya ait gelip geçici birer süs olarak yarattık ki, içlerinden hangilerinin daha iyi davranışlar ortaya koyacağını belirlemek üzere insanları bu nimetlerle imtihan edelim. Yoksa bunlar, yalnızca zevk ve eğlencenizi tatmin edesiniz diye yaratılmış değildir. Nitekim:
8 Hiç kuşkusuz Biz, yeryüzündeki bütün bu güzellikleri, her defasında sahiplerinin elinden almakta ve bir zamanlar görkemli birer saltanat merkezi olan o yerleri, bomboş ve kupkuru bir toprak hâline getirmekteyiz. Ve zamanı gelince de, tüm evreni kıyametle yok edip yepyeni bir hayatı başlatacağız. İşte asıl üzerinde durulması, merak edilmesi gereken konu buyken;
9 Yoksa sen ey insanoğlu, Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) ve Ashab-ı Rakîm (Adlarına kitabe yazılan insanlar) adıyla tanınan gençlerin yaşadığı ilginç serüvenin, hayret verici mucizelerimizden biri olduğunu mu sanıyorsun? Hem de göklerde ve yerde akıllara durgunluk veren bunca muhteşem mucizeler dururken! Üstelik sen bu kıssanın sadece dıştan görünen yönüyle ilgileniyor, asıl üzerinde durulması gereken yönünü gözden kaçırıyorsun:
10 Hani o yiğitler, müminlere kan kusturan bir diktatörün zulmünden kaçıp bir mağaraya sığınmış ve "Ey yüce Rabb'imiz!" diye yalvarmışlardı, "Zalimlere karşı bize katından bir rahmet bahşet ve bu çetin mücadelemizde eğrilmeden, sapmadan başarıya ulaşmanın yollarını göster bize!"
11 Bunun üzerine, onları o mağarada, yıllarca sürecek bir uykuya daldırdık.
12 Ve uzun bir zaman sonra onları tekrar uyandırdık ki, iki taraftan hangisinin, yani bütün olay ve olgularda ilâhî kudretin imzasını görebilen müminler mi, yoksa kâinatı kör tesadüfler yumağı zanneden inkârcılar mı, bunlardan hangisinin onların mağarada bunca zaman kalışlarındaki hikmet ve amacı daha güzel değerlendirdiklerini insanlara gösterelim. Böylece, bu iki bakış açısı arasındaki bariz farkı gözler önüne serelim.
13 İşte, onların öyküsünü —zaman içinde insanlar tarafından ilâve edilerek kıssanın amacını bulandıran her türlü efsaneden arınmış olarak— bütün gerçeğiyle sana anlatıyoruz:

Bu olayın nerede, ne zaman yaşandığı ve kahramanlarının hangi isimleri taşıdığı hiç önemli değil. Önemli olan, içinde barındırdığı ve tüm insanlığa ışık tutacak ibret dolu mesajlarıdır.

Onlar gerçekten Rab'lerine yürekten inanmış gençlerdi. Biz de onların iç dünyalarını ilim ve hikmet nurlarıyla aydınlatarak inançlarını güçlendirmiştik.
14 Ve sarsılmaz bir cesaret ve kararlılıkla yüreklerini perçinlemiştik. Hani onlar, zalim yöneticilerin karşısına dikilerek demişlerdi ki: "Bizim kendisine boyun eğeceğimiz biricik Efendimiz, göklerin ve yerin gerçek sahibi, yöneticisi ve Rabb'i olan Allah'tır. Bu yüzden biz O'ndan başka bir ilahın egemenliğini asla tanımayacak, zulüm sistemini ayakta tutmak için uydurduğunuz o sahte ilâhlarınıza hiçbir zaman yalvarıp yakarmayacağız. Aksi hâlde, Rabb'imizin asla razı olmayacağı saçma bir söz söylemiş oluruz."
15 "Ama şu bizim halkımız, O'ndan başka tanrılara kulluk ediyorlar. Oysa bu konuda iddialarını destekleyecek açık ve ikna edici bir delil ortaya koymaları gerekmez miydi? Mademki hak ve hakikate aykırı olduğunu bile bile inkârda ısrar ediyorlar, o hâlde, Allah adına böyle küstahça yalan uyduranlardan daha zalim kim olabilir?"

Bunu duyan zamanın hükümdarı, inançlarından vazgeçmeleri için onlara bir süre tanımış, hak dinden dönmedikleri takdirde idam edileceklerini söylemişti.
16 Bunun üzerine, ne yapacaklarını aralarında görüşmeye başladılar. İçlerinden biri dedi ki: "Madem onları ve Allah'tan başka taptıkları sahte ilâhlarını terk ediyoruz, öyleyse dağlara çekilip bir mağaraya sığınalım ki, Rabb'imiz bize rahmet kapılarını açsın ve müminlerin sayısını artırıp iman cephesini güçlendirerek bu mücadelemizde bize bir destek, bir dayanak hazırlasın." Bu teklif kabul edildi ve gizlice mağaraya sığındılar. Bir süre sonra da, yüzyıllar sürecek bir uykuya daldılar.
17 Ey Müslüman! Eğer orada bulunup bu acayip manzarayı seyretmiş olsaydın, doğduğu zaman güneşin, girişi kuzeye bakan mağaranın sağ tarafına nasıl yöneldiğini, batarken de sol taraflarından onları hiç rahatsız etmeyecek şekilde nasıl yalayıp geçtiğini görürdün. Onlar ise her şeyden habersiz, mağaranın genişçe bir dehlizinde uzanmış uymakta idiler. Ve bunların hiçbirisi, kendiliğinden meydana gelmiş olaylar değildi. Aksine bu, Allah'ın sınırsız kudret ve merhametini gözler önüne seren delillerinden birisiydi. O hâlde, bu delilleri doğru okuyarak Rabb'inizin gösterdiği yolda yürüyün. Unutmayın; Allah kimi doğru yola iletirse, işte odur doğru yolda yürüyen. Kimi de —hak ettiği için— sapıklık içinde bırakırsa, artık böyle birine, kendisini doğru yola iletecek bir yardımcı, bir dost bulamazsın.
18 Evet, onları o halleriyle bir görseydin, uykuda olmalarına rağmen uyanık sanırdın. Çünkü Biz onları bir sağ yanlarına, bir sol yanlarına çeviriyorduk. Bu arada köpekleri, mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış uyumaktaydı. Şayet onlara rastlamış olsaydın, onların o dehşet verici, heybetli duruşlarından dolayı için korkuyla dolar ve derhal arkanı dönüp oradan kaçardın. İşte böylece, onları uzun bir süre gözlerden koruduk.
19 Derken aradan uzun yıllar geçti ve zamanı gelince onları yeniden uyandırdık. Şaşkınlıkla neler olup bittiğini birbirlerine sormaya başladılar. İçlerinden biri, "Acaba burada ne kadar kalmışızdır?" diye sordu. Diğerleri, "Olsa olsa bir gün veya daha kısa bir süre." dediler. Fakat kesin bir karara varamayınca, her müminin yaptığı gibi, bilemedikleri konuda hükmü Allah'a bırakarak dediler ki: "Ne kadar kaldığımızı en iyi Rabb'imiz bilir. Hele şimdi içimizden birini şu gümüş paralarla şehre yollayalım da, temiz yiyeceklerden seçip bize biraz erzak getirsin. Fakat çok dikkatli davransın, sakın bizim burada saklandığımızı kimseye sezdirmesin!"
20 "Çünkü onlar bizi ele geçirirlerse, hepimizi taşa tutup hunharca öldürürler ya da baskı ve işkenceyle bizi o kendi batıl dinlerine geri döndürürler ki, o zaman asla kurtuluş yüzü göremeyiz!"

Gönderilen genç, aradan uzun yıllar geçtiğinden habersiz olarak çarşıda dolaşmaya başladı. İnsanlar, antika paralarla alışveriş yapmaya çalışan genci görünce merakla etrafına toplandılar. Sonra durum yöneticilere haber verildi. Hep birlikte mağaraya geldiler ve mağaradaki gençlerin durumunu görerek hayret verici gerçeği öğrendiler. Bir süre sonra gençler, uyandıkları yerde Rab'lerine ruhlarını teslim ettiler.
21 İşte böylece, onların yaşadıkları bu ibret verici olayın tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasını sağladık ki, uzun yıllar süren bir ölüm uykusunun ardından yeniden dirilen bu gençleri gören, duyan insanlar, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu, kıyametin gelip çatacağında asla şüphe olmadığını kesin olarak bilsinler. Asıl üzerinde durulacak mesele bu iken:

Onlar kendi aralarında, Ashab-ı Kehf anısına ne yapacaklarını konuşarak onların durumunu tartışıyorlardı. İçlerinden bazıları, "Gerçi Rableri onlar hakkında ne yapılması gerektiğini daha iyi bilir, ama bize kalırsa, anılarını yaşatmak üzere bir kitabe (rakim) yazalım ve bulundukları yere görkemli bir anıt dikelim. Yahut hayatın tümünü onlar üzerine bina edelim. Her şeyde kendimize onları örnek alalım. İbadet ve itaatlerimizde, insan, eşya ve ihtiyaç anlayışımızda hatta başkaldırma ve isyanımızda hep onlara dayanalım, onlar gibi olalım." demişlerdi. Oysa hayat programında onlara değil Allah'a dayanmalı, O'nun dediği gibi yaşanmalıdır. Onlar hakkında söz sahibi olan din adamları ve nüfuz sahibi kimseler ise, "Hayır, biz onların bulunduğu yere bir mescit yapacağız ve orayı bir türbe, bir ziyaretgâh hâline getireceğiz. Böylece insanlar ekonomik, sosyal ve siyasal hayatta bizim istediğimiz gibi yaşarlarken, ibadet ihtiyaçlarını da onlarla giderip tatmin olsunlar." demişlerdi.

Peygamber (s) diyor ki: "Allah'ın lâneti, peygamberlerinin ve din büyüklerinin kabirlerini mescit edinen Yahudi ve Hristiyanların üzerine olsun!" (Buhari, kitabu'l- Cenâiz: 61) "İyi bilin ki, sizden önce geçen ümmetler peygamberlerinin kabirlerini mescit edinmişlerdir. Sakın siz kabirleri mescit hâline getirmeyin, size bunu yasaklıyorum!" (Müslim, Kitabu'l Mesâcid ve Mevâdii's-Salah: 23)

İşte, Ashab-ı Kehf kıssası bundan ibarettir ve kıssadan alınması gereken dersler bunlardır.
22 Ama kıssanın bu can alıcı, ibret verici yönleriyle ilgilenmek yerine, gereksiz ayrıntılarla kafa yoran, faydasız polemiklere girmeyi marifet sanan bazı cahiller hiç bilmedikleri bir konuda atıp tutarak, "Onlar üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi." diyecekler. Bazıları da, "Hayır beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi." diyecekler. Kimileri de, "Yedi kişiydiler, sekizincileri köpekleriydi." diyecekler. Bu gafillere de ki: "Onların sayısını en iyi Rabb'im bilir. Ve eğer Müslümanlığınıza bir katkı sağlayacak olsaydı, bunu size de bildirirdi. Bu konuda ileri geri konuşanlara aldırmayın. Onların gerçek hayat hikâyesini bilenlerin sayısı çok azdır."

Bunun içindir ki, ey Müslüman! Kur'an'da açıkça anlatılan bu gibi belli başlı konular hariç, onların sayıları, isimleri, mağarada kaç yıl kaldıkları gibi gereksiz konular hakkında hiç kimseyle lüzumsuz tartışmalara girme! Ve bu gibi konularda daha fazla bilgi edinmek adına, kıssaları efsaneleştiren bu insanlardan hiçbirine soru sorma! Geçmişe yönelik bilinmeyen konularda tartışmaktan kaçındığın gibi, geleceğe yönelik gaybî konularda da aynı titizliği göster:
23 Hiçbir şey hakkında, Allah'ın yardımını hesaba katmadan, sanki her istediğini yapmaya gücün yetermiş gibi "Ben bu işi yarın mutlaka yapacağım!" deme!
24 Sözlerine "Ancak Allah izin verirse." kaydını mutlaka ekle. Çünkü Allah dilemedikçe sen hiçbir şey yapamazsın. Onun için, geleceğe yönelik plânlar projeler üretirken, Allah'ın rızasını ve olaylara yön veren iradesini hesaba katmayı, O'nun yardımı olmadan bir adım bile atamayacağını hiçbir zaman unutma! Böylece, mücadelende kendini yalnız ve kimsesiz hissetmezsin. Başarı kazandığında gurur ve şımarıklığa kapılmaz, başarısız olduğun zaman ümitsizliğe ve yılgınlığa düşmezsin.

Eğer İnşallah demeyi unutursan, derhal Rabb'ini an ve hatanı telâfi et. Hiçbir zaman ümidini yitirme ve doğrulukta, iyilikte kendini asla yeterli görme. Hangi durumda olursan ol, "Umarım ki Rabb'im, beni bundan daha doğru bir yola iletir." de.
25 Mağara Arkadaşları, mağaralarında güneş takvimine göre üç yüz yıl kaldılar. Ay takvimine göre de, buna dokuz yıl daha ilâve ettiler.
26 De ki: "Onların mağarada ne amaçla, ne şekilde ve ne kadar kaldıklarını en iyi bilen Allah'tır. Öyle ya, göklerin ve yerin gaybı yalnızca O'nun elindedir. Kâinatın gizliliklerine, en erişilmez sırlarına dair mutlak ve şaşmaz bilgi sadece O'na aittir. O ne güzel görür, ne güzel işitir! Oysa insanlar o kadar aciz, o kadar zayıftırlar ki, onların O'ndan başka bir yardımcısı, dostu yoktur ve O, hiç kimseyi hükmüne ve egemenliğine ortak etmez.
27 Rabb'inin kitabından sana vahyedilen şu eşsiz ayetleri oku! Şuna emin ol ki, O'nun sözlerini değiştirebilecek hiçbir güç yoktur. Sakın Kur'an'la irtibatını koparma. Aksi hâlde, dünya ve âhirette felâketlere uğrarsın da, O'ndan başka sığınacak kimse bulamazsın. O'nun lütuf ve rahmeti nerededir diye soracak olursan:
28 Rab'lerinin hoşnutluğunu arzu ederek sabah akşam O'na yalvaran o yoksul ve fedakâr insanlarla birlikte candan sabret. Onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol. Sakın dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun ayırma. Bencil arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur'an'da dile getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere itaat etme. Yoksul ve zayıf müminleri yanından uzaklaştırdığın takdirde sana iman edeceklerini söyleyen o kendini beğenmiş kâfirlerin teklifine uymayı aklından bile geçirme.
29 İslâm'ın kendilerine muhtaç olduğunu zanneden bu cahillere de ki: "İşte size Rabb'inizden, hakikatin ta kendisi olan Kur'an geldi! Artık dileyen ona inansın, dileyen inkâr etsin. Ama şunu bilsinler ki:

Biz hakkı inkâr eden o zalimlere, çevrelerini duman ve alevden duvarlarla kuşatan korkunç bir ateş hazırlamışızdır. Öyle ki, cehennemin ateşinde yanarlarken ne zaman feryat edip su isteseler, onlara erimiş maden gibi yüzleri haşlayan kaynar bir su içirilecek. Ne kötü bir içecek, ne kötü bir barınak!
30 Allah'ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereği olarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlara gelince, iyilik yapanların emeklerini elbette boşa çıkarmayacağız.
31 İçerisinde ırmakların çağıldadığı sonsuz huzur ve mutluluk diyarı olan Adn cennetleri yalnızca onların olacak. Orada altın bilezikler takınarak süslenecek, ipekli ve harika işlemeli yeşil atlastan elbiseler giyinecek ve mücevheratla süslenmiş tahtlara kurulup yaslanacaklar. Ne güzel bir mükâfat, ne yüce bir makam! Bu mükâfatı kazanacak olanları daha iyi tanımak ve tanıtmak için:
32 Onlara şu iki adamın durumunu ibret verici bir örnek olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurma ağaçlarıyla çevirmiş ve iki bağın arasını ekinlik hâline getirmiştik.
33 Her iki bahçe de ürünlerini tastamam veriyor, bu konuda hiçbir eksiklik göstermiyorlardı. Bahçelerin tam ortasında bir de ırmak akıtmıştık.
34 Üstelik onun bundan başka daha pek çok gelir kaynakları da vardı. İşte bu adam, yoksul, fakat son derece dürüst olan bir arkadaşıyla konuşurken kibirli kibirli, "Ben senden daha zenginim ve çoluk çocuğum, kalabalık kabilem, güçlü kuvvetli adamlarımla nüfus olarak da daha güçlüyüm!" dedi. Derken, böyle konuşarak bahçelerine vardılar.
35 Bu küstahça davranışlarıyla yalnızca kendisine zulmetmekte olan bu adam, bahçesine girdi ve "Şu nimetlerin bir gün yok olacağını hiç mi hiç zannetmiyorum!" dedi. Ve ekledi:
36 "Ayrıca, kıyametin kopacağını ve insanların yeniden diriltilip hesaba çekileceğini de sanmıyorum. Ama eğer iddia ettiğin gibi diriltilip Rabb'imin huzuruna çıkarılacak olsam bile, herhâlde bundan daha iyisiyle karşılaşırım. Dünyada sahip olduğum şu zenginlik, Allah katında ne kadar seçkin ve değerli bir kul olduğumu göstermiyor mu?"
37 Bunun üzerine arkadaşı söze girerek, "Seni önce atan Âdem'in şahsında topraktan var eden, sonra topraktan bitkiyi, bitkiden gıdayı, gıdadan spermi meydana getirerek bir damla sudan yaratan ve aşamadan aşamaya geçirerek harika yeteneklere sahip bir insan şeklinde düzenleyen Rabb'ini şu nankörce davranışınla inkâr mı ediyorsun?"
38 "Ama ben açıkça ilan ediyorum ki, o senin inkâr ettiğin Allah, benim biricik sahibim, efendim ve Rabb'imdir. Ben, senin yaptığın gibi Rabb'imin buyruklarını bir kenara atmayacak, arzu ve heveslerimi ilâhlaştırmayacak; yani hiçbir şeyi ve hiç kimseyi Rabb'ime ortak koşmayacağım!"
39 "Bahçene girerken bir kula yaraşan tavrı göstererek, ‘Maşallah! Allah ne güzel yaratmış! Bütün güç ve kudret yalnızca Allah'ın elindedir!' demen gerekmez miydi? Gerçi sen Rabb'imin sana bahşettiği nîmetlerle şımarıyor ve beni mal ve evlatça kendinden küçük görüyorsun ama;
40 Ne biliyorsun, bakarsın Rabb'im bana senin sahip olduğun bağlardan, bahçelerden daha hayırlısını verir ve senin bahçene gökten dolu, yağmur, sel, fırtına gibi bir afet gönderir de şu güzelim bahçen ot bitmez çıplak bir düzlüğe dönüşüverir!
41 Ya da suyu tamamen çekilir de, onun bir damlasını bile arayıp bulamazsın!"
42 Ve gerçekten de adamın bahçesi, bir gün bütün ürünleri kökünden silip süpüren bir afet tarafından çepeçevre kuşatıldı. O inkârcı adam, çardakları yerle bir olmuş bahçesinin bu acıklı hâlini görünce, onun için harcadığı emeğe yanarak ellerini ovuşturup dövünmeye başladı: "Ah, keşke Rabb'ime hiçbir varlığı ortak tanımasaydım! Ne olurdu, arkadaşımın tavsiyesini dinleyip yalnızca Rabb'ime kulluk etseydim!" diyordu.
43 Şimdi ona Allah'tan başka yardım edebilecek ne yandaşları vardı, ne de kendisini Allah'ın azabından kurtarabilecek durumdaydı!
44 İşte o anda anladı ki, hüküm verme ve egemenlik yetkisi tek ve gerçek tanrı olan Allah'a aittir. O'nun yardım ve inayetine sığınmadan, dünyada da, âhirette de kurtuluşa ulaşmak mümkün değildir. Evet, en güzel ödül ve en hayırlı sonuç yalnız O'nun katındadır. O'na yürekten bağlanıp hükümlerine boyun eğmek, bu dünyada alınacak mükâfat açısından da, âhirette elde edilecek sonuç bakımından da en güzelidir. Fakat insanlar, aceleci davranıp cenneti dünyada yaşamak istiyorlar.
45 Güzelliğiyle insanoğlunu cezbeden şu gelip geçici dünya hayatının gerçek yüzünü ortaya koymak için, onlara şu çarpıcı örneği anlat: Gökten yağmur yağdırırız da, yeryüzünün bitki örtüsü onun sayesinde yeşerip boy verir ve renk renk, çiçek çiçek birbirine karışır. Fakat bunca göz kamaştırıcı güzellikler çok geçmeden sararır, ufalanır ve sonunda rüzgârların önünde savrulup giden çöp kırıntılarına dönüşür. İşte dünya nimetleri de aynen böyle yok olup gidecektir. O hâlde, yok olup gitmeye mahkûm olan şu evrende sınırlı bir güce sahip olan insanoğlu, bir Yüce Kudrete muhtaçtır. İşte O Allah, her şeye kadirdir.
46 Gerçi mallarınız, servetiniz, eşiniz ve çocuklarınız dünya hayatının süsleridir. Bunlara sahip olmayı insanlar arasında üstünlük ölçüsü yapmamak ve helâl sınırlarını aşmamak şartıyla mal mülk sahibi olabilirsiniz. Evlenip çoluk çocuğa karışabilir, hayatın güzelliklerinden yeterince istifade edebilirsiniz. Fakat dünya ile âhiret arasında tercih yapma durumunda kaldığınızda, elbette âhireti seçmelisiniz. Unutmayın ki, ürünleri sonsuza dek kalıcı olan güzel davranışlar, Rabb'inin katında hem mükâfat bakımından daha iyidir, hem de gönüllere huzur veren bir ümit kaynağı olarak daha tatmin edicidir. Çünkü gün gelecek, dünyadaki her şey kıyametle yok edilecektir:
47 O Gün dağları yerinden söküp hallaç pamuğu gibi atacağız. Öyle ki, yerin paramparça edildiğini ve onun yerine yaratılan dünyanın (14. İbrahim: 48) dümdüz, çırılçıplak olduğunu göreceksin. Sonra da insanları yeniden dirilterek bir araya getirecek, bir tekini bile geride bırakmayacağız.
48 Böylece, hepsi derecelerine göre bölük bölük Rabb'inin huzuruna çıkarılacaklar. Ve Allah inkârcılara seslenecek: "İşte şimdi yapayalnız, çırılçıplak ve aciz bir şekilde huzurumuza geldiniz, tıpkı sizi ilk başta yarattığımız gibi! Oysa sizin için böyle bir buluşma tayin etmediğimizi ve yaptıklarınızın hesabını vermek üzere asla diriltilmeyeceğinizi iddia ediyordunuz."
49 Derken bütün iyilik ve kötülüklerin kaydedildiği kitaplar ortaya konacak. Bunun üzerine suçluların, orada yazılı olanları görünce bundan dolayı korkudan titrediklerini göreceksin. "Vay başımıza gelenler!" diye feryat edecekler, "Bu nasıl bir kitapmış ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini sayıp dökmüş!" Böylece, dünya hayatında ne yapmışlarsa, hepsini karşılarında görecekler ve Rabb'in hiç kimseye zerre kadar haksızlık etmeyecek.

Nitekim Allah insanı iyilik yapabilecek özelliklerde yaratmış, dostunu ve düşmanını da ona önceden tanıtmıştı:
50 Hani bir zaman meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin, yani onun size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!" demiştik. Bunun üzerine, İblis hariç hepsi Âdem'e secde etmişlerdi. Meleklerin arasında yaşamakta olan İblis aslen cinlerdendi. O, Âdem'e secde etmemekle Rabb'inin emrine karşı geldi.

Şimdi siz ey insanlar, Benim gönderdiğim Kitabı ve Peygamberleri bırakıp da İblis'i ve yandaşlarını mı kendinize dost edineceksiniz? Oysa onlar sizin ezelî düşmanlarınızdır. Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinmek; zalimler için ne de kötü bir değiş tokuş! Oysaki:
51 Ben bu taptığınız şeytanları ne göklerin ve yerin yaratılışına tanık kıldım, ne de kendilerinin yaratılışına. Ayrıca insanları doğru yoldan saptıranları kendime hiçbir şekilde yardımcı edinmiş de değilim. Öyleyse, nasıl olur da sizin gibi yaratılmış varlıkların hükmüne boyun eğip onları ilâh edinirsiniz? Böyle yaptığınız takdirde, Hesap Günü sizi Allah'ın azabından kim kurtarabilir?
52 O Gün Allah müşriklere, "Haydi, Benim ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz efendilerinizi çağırın da sizi kurtarsınlar bakalım!" diyecek. Bunun üzerine onları çağıracaklar, fakat sözde ilâhları onların çağrısına cevap bile veremeyecekler. Çünkü Biz, aralarına aşılmaz bir engel koymuşuzdur.
53 Ve nihayet suçlular, cehennem ateşini tüm dehşetiyle karşılarında görecek ve artık oraya düşeceklerini anlayacaklar. Kurtulmak için çırpınacak, fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamayacaklar.
54 İşte görüyorsunuz, Biz bu Kur'an'da, insanlara doğru yolu gösterecek bütün ibret verici örnekleri birer birer ele alıp işledik. Fakat insanoğlu, gerçekler karşısında itiraz etmeye, inatla ve körü körüne tartışmaya çok düşkün bir varlıktır. İşte bunun sonucu olarak:
55 Kendilerine yol gösterici ayetlerimiz ulaştığı hâlde insanları iman etmekten ve Rab'lerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan tek sebep, önceki milletlere uygulanan yasaların kendi üzerlerinde uygulanması veya kendilerine vadedilen cehennem azabının bir an önce gelip karşılarına dikilmesini beklemeleri, bu istekleri hemen gerçekleşmeyince de elçileri yalancılıkla itham etmeleridir.
56 Oysa Biz elçileri azap melekleri olarak değil, ancak müjdeleyici ve uyarıcılar olarak göndeririz. Buna karşılık inkârcılar, batıl inanç ve ideolojilere dayanarak, asılsız ve temelsiz iddialarla, çirkin oyunlarla, gerçeğin ta kendisi olan bu dini devirip yok etmek için mücadele ediyorlar. Bununla da kalmayıp, ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alıyorlar. O hâlde:
57 Rabb'inin ayetleri bir öğüt ve uyarı olarak kendisine hatırlatıldığı hâlde onlardan yüz çeviren ve kendi elleriyle işlediği bunca kötülükleri, çirkin işleri unutarak zulüm ve haksızlığa devam eden kimseden daha zalim kim olabilir? İşte bu zalimce davranışlarının karşılığı olarak, Biz onların kalplerine, hakikati anlamalarına engel olan perdeler yerleştirdik, kulaklarını da sağırlaştırdık. Bunun içindir ki, onları en ikna edici delillerle bile doğru yola çağırsan, bu inatçı tavırları devam ettiği sürece, kesinlikle doğru yola gelmezler.
58 Ama onların bunca azgınlıklarına rağmen Rabb'in çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Onun için, zalimleri hemen helâk etmiyor, tövbe etmeleri için onlara süre tanıyor. Şayet işledikleri günahlar yüzünden onları anında cezalandırmak isteseydi, hak ettikleri azabı çoktan vermiş olurdu. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki, gelip çattığı zaman ondan asla kaçıp kurtulamayacaklar. Bunu daha iyi anlamak için, insanlık tarihini şöyle bir gözden geçirmeniz ve devletlerin, medeniyetlerin yıkılış sebepleri üzerinde düşünmeniz gerekir:
59 İşte, zulmettikleri için helâk ettiğimiz geçmiş medeniyetler, ülkeler ve şehirler… Onların yok edilmesi için de belirli bir süre tayin etmiş ve günü gelince cezalarını vermiştik.

Öyleyse, ey zalimler, başınıza gelecek azabın gecikmesini izlediğiniz yolun doğru olduğuna yormayın. Ey müminler, siz de zalimlerin hemen helâk edilivermesini beklemeyin. Onların zaman zaman lüks ve refah içinde, müminlerin ise sıkıntı ve zorluklar içinde olması sizi aldatmasın. Olayları sadece görünen yönleriyle değerlendirmeyin, başından sonuna bir bütün olarak görmeye çalışın. Unutmayın ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey aslında sizin için hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü sonuçlar doğurabilir. Neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu en iyi Allah bilir, siz bilemezsiniz (2. Bakara: 216 ve 4. Nisa: 19).

Fakat olayların arkasındaki ilâhî hikmeti kavrayamayan insanlar, günlük hayatta —ilk bakışta— hikmet ve adalete aykırı gibi görünen olayları onların altında yatan ve o anda bilinmesine imkân olmayan hikmet ve amacı hiç düşünmeden kısır ve daracık bakış açısıyla değerlendirerek büyük bir yanlış anlamanın kurbanı olmaktadırlar.

Bu yanlış anlama yüzünden kâfirler, evrendeki düzenin hiçbir ahlâkî kurala bağlı olarak işlemediği, bu dünyanın hiçbir hâkimi olmadığı ve eğer varsa bile onun adaletsiz ve akılsız olduğu sonucunu çıkarmaktadırlar. Onlara göre, "İnsan hiçbir ahlâkî kayıtla sınırlı değildir, dilediği her şeyi yapabilir. Çünkü hesap verilecek kimse yoktur." Yine benzer bakış açısına sahip bazı müminler, zaman zaman isyankârların refah içinde, inananların ise zorluk ve sıkıntılar içinde yaşadıklarını görünce şaşkınlığa düşmekte ve büyük bir sarsıntıya uğrayıp cesaretlerini, ümitlerini kaybetmektedirler.

İbrahim Peygamberin Allah'ın ölüleri nasıl dirilttiğini görmek istemesi gibi, Musa Peygamber de Rabb'ine nazlanarak dünyada insanların başına gelenlerin, görünen yüzü dışında ne anlamı olduğunu, bütün bu olup bitenlerin, yaşananların hikmetini sordu. Neydi bu hayatın anlamı? Doğum ile ölüm arasında verilenler ve alınanlar, kazanılanlar ve kaybedilenler, gelenler ve gidenler... Bütün bunların perde arkasında ne vardı? Dış görünüşü itibarıyla insana kötü görünen durumlara Allah neden müsaade ediyordu? Musa, yaşanan bunca olayın asıl anlam ve yorumunu anlamak isteyince, Allah ona iki denizin birleştiği yere kadar yürümesini ve olağandışı bir olay gördüğü yerde Hızır'ı beklemesini söyledi. Orada Hızır ile buluşacak ve onunla birlikte yaşayacağı olaylarla istediği bu bilgiye ulaşacaktı. Bunun üzerine Musa, yardımcısı Yuşa'yı —ki Musa'dan sonra İsrail Oğulları'na Peygamber olacaktır— yanına yoldaş olarak aldı ve iki arkadaş, Hızır'la buluşmak üzere yola koyuldular:

Bu kıssa ile Allah, olayların ardında yatan hikmeti açığa çıkarmak üzere gerçeğin üzerindeki perdeyi birazcık aralayacak ve böylece, ilk bakışta hoşunuza gitmeyen bazı olayların aslında nice hayırların anahtarı ve müjdecisi olduğunu görmenizi sağlayacaktır. O halde, hakikatin perde arkasını keşfetmek üzere, gelin Musa ile birlikte yola çıkarak olup bitenleri onun gözleriyle izleyin:
60 Hani Musa yardımcısına, "Yıllarca yürümem gerekse bile, iki denizin birleştiği yere varıncaya dek durup dinlenmeden yoluma devam edeceğim!" demişti.
61 Ve uzun bir yolculuğun ardından nihayet iki denizin birleştiği yere vardıklarında, yanlarında getirdikleri ve içinde balık olan azıklarını bir kenara bıraktılar. Sonra da dinlenmek üzere bir kayanın gölgesine çekildiler. Bu arada, ikisi de balığı unutmuşlardı. Aniden balık, Yuşa'nın şaşkın bakışları altında denize atladı ve kendisine bir yol tutup gidiverdi. Musa bu olup bitenleri görmemiş, Yuşa da bu ilginç olayı Musa'ya anlatmayı unutmuştu. Bu yüzden, burasının buluşma yeri olduğunu anlayamadan kalkıp tekrar yola koyuldular.
62 Oradan biraz uzaklaşınca Musa yardımcısına, "Azığımızı getir de karnımızı doyuralım!" dedi, "Doğrusu bu yolculuk bizi epeyce yordu."
63 Yardımcısı, "Tüh, gördün mü!" dedi, "Kayanın yanında mola verdiğimiz sırada balığın kaçıp gittiğini sana söylemeyi unutmuşum. Bunu söylememi herhâlde bana şeytan unutturdu. Bir görseydin, balık nasıl da şaşılacak biçimde suya atlayıp denizde yolunu tutup gittiydi!"
64 Musa heyecanla, "Demek aradığımız yer orasıydı!" diye bağırdı ve hemen izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler.
65 Ve o kayanın yanı başında, Peygamberlerimizden biri olan Hızır adında bir kulumuzla karşılaştılar. Biz ona katımızdan engin bir lütuf ve rahmet bahşetmiş ve yine katımızdan onu evrenin bilinmezliklerine ve ilâhî takdire dair her Peygamberin sahip olmadığı bazı özel bilgilerle donatmıştık.
66 Musa ona, "Sana Allah tarafından öğretilen hikmet ve bilgiden bana da öğretip beni bir öğrencin olarak eğitmen için seninle gelebilir miyim?" diye sordu.
67 Hızır, "Elbette, fakat sen bir Peygamber olarak sana bildirilen ilâhî kurallara uymakla yükümlü olduğundan, benimle arkadaşlığa kesinlikle dayanamaz ve benim sahip olduğum bilgilere sahip olmadığın için doğal olarak yaptıklarıma karşı çıkarsın!" dedi. Ve ekledi:
68 "Öyle ya, iç yüzünü bilemediğin ve daha önce öğrendiğin ilâhî hükümlere ters gibi görünen şeyler karşısında nasıl sabredebilirsin ki?"
69 Musa, "Allah izin verirse ne kadar sabırlı olduğumu göreceksin, sana hiçbir konuda itiraz etmeyeceğim." dedi.
70 Bunun üzerine Hızır, "Pekâlâ, ama peşimden geldiğin takdirde, ben sana gerekli açıklamada bulunmadıkça yaptıklarım hakkında bana hiçbir şey sormayacaksın." dedi.

Musa bu şartı da kabul ederek Hızır'la arkadaşlığa başladı:
71 Böylece, Hızır ile Musa birlikte yola koyuldular. Sahil boyunca yürürken, bir yolcu gemisine rast geldiler. Karşı kıyıya geçmek üzere gemiye bindiklerinde, tam denizin ortasındayken Hızır gizlice gemide bir delik açtı. Bunu gören Musa, hemen öfkeye kapılarak, "Sen ne yaptın? İçindeki yolcuları boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu çok çirkin bir iş yaptın!" diye çıkıştı.
72 Bunun üzerine Hızır, "Ben sana, benimle arkadaşlığa dayanamazsın, dememiş miydim?" dedi.
73 Musa özür dileyerek, "Unutarak yaptığım bir şeyden dolayı beni suçlama ve şu ilim ve hikmet öğrenme işimde bana lütfen güçlük çıkarma!" dedi.
74 Musa'nın özrü kabul edildi ve gemiden inip yollarına devam ettiler. Derken yolda bir çocuğa rastladılar. Hızır anî bir hareketle onu oracıkta öldürüverdi. Dehşetten donakalan Musa, "Hiç kimseyi öldürmediği hâlde masum bir cana nasıl kıydın sen? İşte şimdi gerçekten korkunç bir iş yaptın!" diye haykırdı.
75 Hızır yine, "Ben sana benimle arkadaşlığa dayanamazsın, dememiş miydim?" dedi.
76 Bunun üzerine Musa, "Tamam, bundan böyle eğer bir daha sana itiraz amacıyla bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. O takdirde benden ayrılmakta mazur sayılırsın!" dedi.
77 Yine yollarına devam ettiler. Derken bir kasabaya varıp halkından yiyecek bir şeyler istediler. Fakat hiç kimse onları ağırlamaya yanaşmadı. Orada dolaşırlarken, kasabanın ortasında yıkılmaya yüz tutmuş yüksekçe bir duvar gördüler. Hızır, kasabalıları rahatsız eden bu duvarı güzelce tamir ederek düzeltti. Musa yine dayanamayıp, "Bir parça ekmeği Tanrı misafirinden esirgeyen bu insanlara, bizi aç bıraktılar diye mükâfat mı veriyorsun? İsteseydin bu hizmetine karşılık bir ücret alabilirdin. Hiç değilse karnımızı doyursaydık olmaz mıydı?" dedi.
78 Bunun üzerine Hızır, "İşte bu, yollarımızın ayrılmasına sebep olan son itirazın oldu!" dedi, "Şimdi sana, dayanamayıp itiraz ettiğin olayların iç yüzünü anlatacağım:
79 O hasar verdiğim gemi, geçimini denizden sağlayan yoksul insanlara aitti. Onu bilerek kusurlu hâle getirmek istedim, çünkü güzergâhları üzerinde, bütün sağlam gemilere zorla el koyan ve sahiplerini esir alan zalim bir kral vardı. Gemiye verdiğim küçük bir zarar, çok daha büyük bir zararı önlemiş oldu.
80 Öldürdüğüm o çocuğa gelince, onun ana babası tertemiz birer mümindi. Biz bu çocuğun taşkınlığı ve inkârcı eğilimleriyle ana babasına büyük acılar vereceğini biliyorduk. Onun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden sakındık da, anne babasına rahmetimizden dolayı o çocuklarını ellerinden aldık.
81 Ve onun yerine, Rab'lerinin onlara daha temiz ve daha merhametli bir çocuk vermesini istedik. Böylece onların biricik yavrularını ellerinden almakla, aslında onlara en büyük iyiliği yapmış olduk.
82 Düzelttiğim o duvara gelince, o, şehirde yaşayan iki yetim çocuğa aitti ve yıkılmak üzere olan bu duvarın altında, vaktiyle onlar için saklanmış bir hazine gömülüydü. Rahmetli babaları da çok iyi bir insandı. Bu yüzden Rabb'in, bu çocukların ergenlik çağına ulaşıp hazinelerini çıkarmalarını diledi. Bunun için de, duvarın bir süre daha ayakta kalması gerekiyordu. Çünkü çocuklar henüz küçükken duvar yıkılacak olsaydı, hazine ortaya çıkacak ve o zalim kasaba halkı tarafından yağma edilecekti. Demek ki, biz o duvarı düzeltmekle, misafirlerinden bir lokma yiyeceği esirgeyecek derecede alçalan o kasaba halkına mükâfat değil, ceza vermiş olduk ve aynı zamanda, yetimlere ait hazinenin korunmasını sağladık.

Bütün bunlar, ancak Rabb'inin sonsuz şefkat ve merhametinin tecellileri olarak gerçekleşti. Gördüğün gibi, bunların hiçbirini ben kendiliğimden yapmış değilim. Senin kötü zannedip tahammül edemediğin bu olayların içyüzü ve altında yatan hikmet, işte bundan ibarettir."

Demek ki, ey müminler! Siz dürüstlükten ayrılmadığınız ve başarıya ulaşmak için elinizden geleni yaptığınız takdirde, malınıza veya canınıza bir zarar geldiğinde ya da çok arzu ettiğiniz şeyler gerçekleşmediğinde hemen ümitsizliğe kapılıp ilâhî adaleti suçlamayacak, sizce şer gibi görünen olayların arkasında nice hayırlar bulunabileceğini hesaba katacaksınız. Başınıza gelen her şeyin ya sizi sınamak, ya sarsıp kendinize getirmek, ya bir hayrın kapısını açmak veya daha büyük bir belâyı defetmek için Allah'ın izni ve iradesiyle, belli hikmet ve amaçlar çerçevesinde meydana geldiğini bileceksiniz. Çünkü Allah, kendi yolunda yürüyen kullarına "kötülük" yapılmasına asla izin vermez. Şu hâlde, sizler gücünüz yettiğince Allah'a kulluk görevinizi yaptığınız takdirde, dünya hayatında imtihandan geçerken veya zulüm ve haksızlığa karşı mücadele verirken başınıza ne gelirse gelsin; zafer veya yenilgi, hastalık veya sağlık, zenginlik veya fakirlik, kazanç veya iflas, hayat veya ölüm, evet, başınıza ne gelirse gelsin, her hâlükârda kazanan siz olacaksınız. İşte bu gözle olaylara baktığınız zaman, inanan bir insan için Allah'ın sevgisini ve hoşnutluğunu kaybetme dışında "kötülük" olmadığını görecek ve hiçbir zaman ümitsizliğe, yılgınlığa düşmeyeceksiniz.

Allah'ın Elçisi (s) şöyle buyurmuştur: "Müminin hâli ne güzeldir, onun her hâli kendisi için hayır sebebidir. Ve bu özellik sadece müminde vardır: Bolluk ve nimetlerle karşılaşınca şükreder ve bu kendisi için hayırlı olur. Sıkıntılarla karşılaştığında ise sabreder, yine kendisi için hayırlı olur." (Müslim, Zühd 64)

Öte yandan, Allah ile doğrudan konuşma şerefine nail olmuş Musa gibi bir büyük Peygamber bile geleceği bilemezken, hiç kimse kendisini Hızır'ın yerine koyup da İslâm'a aykırı işler yapamaz. Hızır'ın yaptıkları, tıpkı Azrail'in Allah'ın emriyle insanların canını almasına benzer. Hiç kimse onu kendisine örnek alıp da aynı şeyi yapmaya kalkışamaz. Bir takım ilhamlara, rüyalara ve sözde vehbî ilimlere dayanarak insanların malına ve canına zarar veremez. Verirse, kim olursa olsun, cezasını çeker. Çünkü insanlar Hızır'ın rolünü üstlenmekle değil, Allah'ın gönderdiği kitapta açıkça bildirdiği kurallara uymakla yükümlüdür. Her kim bu kurallara aykırı bir iddiayla ortaya çıkacak olursa, kesinlikle doğru yoldan sapmış demektir.

Şimdi gelelim surenin son kıssasına:
83 Ey Muhammed! Sana, bir zamanlar yeryüzünün doğusuna ve batısına hükmetmiş âdil ve güçlü bir hükümdar ve salih bir kul olan Zülkarneyn'i soruyorlar. De ki: "Şimdi size onun dillere destan olan unutulmaz öyküsünü anlatacağım."
84 Biz ona, yeryüzünde eşi benzeri görülmemiş bir kudret ve egemenlik bahşetmiş ve kendisini, bir cihan hükümdarında bulunması gereken zekâ, cesaret, merhamet, bilgelik gibi üstün özelliklerle yüceltmiş ve bilim, güç, kuvvet, teknoloji, kültür gibi her türlü araçlarla donatmıştık.
85 Böylece Zülkarneyn, batıya doğru bir yol tuttu.
86 Ve arka arkaya ülkeler fethederek nihayet güneşin battığı yerlere, yani Batı Avrupa sahillerine ulaşınca, derin ve bulanık bir suda, okyanusun koyu mavi sularında muhteşem bir manzara eşliğinde güneşin batışını hayranlıkla izledi. Orada azgın bir topluluğa rastladı ve onları egemenliği altına aldı. Ona vahiy yoluyla, "Ey Zülkarneyn!" dedik, "İstersen onları yaptıkları kötülüklerden dolayı cezalandırırsın, istersen kendilerine iyilik edip bu seferlik affedersin. Toplumsal barış ve huzuru temin etmek ve adaleti gerçekleştirmek üzere, zaman ve zemine göre dilediğin davranış biçimini seçebilirsin."
87 Bunun üzerine Zülkarneyn halka seslenerek, "Dinleyin, ey insanlar!" dedi, "Bundan böyle her kim zulüm ve haksızlık yapmaya kalkışırsa, onu kesinlikle cezalandıracağız! Sonra o, Hesap Günü Rabb'inin huzuruna çıkarılacak ve Allah onu korkunç bir azaba uğratacaktır!"
88 "Allah'a ve gönderdiği mesaja iman edip güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlara gelince, onlara da yaptığı iyiliklerin karşılığı olarak âhirette en güzel ödül verilecektir. Biz de yöneticiler olarak bu dünyada onları şefkatle bağrımıza basacak, sevgi ve merhamet temeline dayalı bir anlayışla, daima yerine getirilmesi kolay emirlerle yükümlü tutacağız!"
89 Derken, buradan ayrılıp doğu istikametine bir yol tuttu.
90 Ve uzun bir yolculuğun ardından, nihayet güneşin doğduğu yere, yani doğu yönündeki en uzak diyarlara ulaşınca, sıcağa karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluk üzerinde güneşin doğduğunu gördü. Onlara Allah'ın emirlerini bildirerek, medeni bir toplum olmaları yönünde onları eğitti.
91 İşte Zülkarneyn, yeryüzünün doğusuna ve batısına hükmeden böyle kudretli ve bilge bir hükümdardı. Ve hiç kuşkusuz Biz, onun tüm yaptıklarından haberdar idik.
92 Derken buradan ayrıldı ve kuzey ülkelerine doğru bir yol daha tuttu.
93 Nihayet iki doğal set hâlinde insanları düşman saldırısından koruyan sarp kayalıkların arasındaki dar geçide varınca, bu dağların eteklerinde yaşayan ve Zülkarneyn'in konuştuğu dili bilmedikleri için söylenenleri neredeyse hiç anlamayan dilleri tuhaf, ifadeleri yetersiz bir toplumla karşılaştı.
94 Zülkarneyn'in ilim, irfan, güç, kuvvet ve hâkimiyette ne derece ileri olduğunu gören bu insanlar, tercüman aracılığıyla ona, "Ey Zülkarneyn!" dediler, "Ye'cüc ve Me'cüc dediğimiz hak hukuk tanımayan barbar kabileler, iki dağın arasındaki şu geçitten bize sürekli saldırarak bu topraklarda bozgunculuk yapıyorlar. Sana ödeyeceğimiz bir miktar vergi karşılığında, bizimle onlar arasına iki dağın arasını tamamen kapatacak şekilde bir set yapar mısın?
95 Zülkarneyn, "Elbette!" dedi, "Fakat bu iyiliği size karşılıksız yaparak Rabb'imin hoşnutluğunu kazanmak isterim. Çünkü Rabb'imin bana vadettiği sonsuz cennet nimetleri ve bu dünyada bahşettiği kudret ve hükümranlık, sizin verebileceğiniz her şeyden daha hayırlıdır. Yeter ki, siz bana beden gücüyle yardımcı olun, sizinle onlar arasına setten daha sağlam bir bent inşa edeyim!"
96 "Şimdi bana, bulabildiğiniz kadar demir kütleleri getirin!"

Zülkarneyn, demir kütlelerini üst üste yığarak geçidi düzgün bir şekilde kapadı. Nihayet iki dağın yamaçları arasındaki boşluğu tamamen doldurtup dağlarla eşit seviyeye getirince, dev körükler hazırlandı, ateşler yakıldı ve Zülkarneyn, "Körükleyin!" diye emretti. Demir iyice kor hâline gelince, "Bana erimiş bakır getirin, üzerine döküp onu tunç hâline getireyim!" dedi.
97 Böylece, iki dağı birleştiren sapasağlam, harika bir set inşa etti. Öyle ki, bundan böyle saldırgan topluluklar yüzyıllar boyunca ne bu seti aşabildiler, ne de onda bir gedik açabildiler.
98 Zülkarneyn, yaptığı bu büyük işten dolayı şımarıp gurura kapılmadı. Aksine, bir mümine yaraşan alçakgönüllülükle, "Bu, Rabb'imin bizlere bir lütfudur. Gerçi ben elimden geldiğince sağlam bir duvar yaptım, fakat bu sonsuza kadar sürecek değildir. Rabb'imin vaadi gelince, bu seti de paramparça edecektir. Rabb'imin verdiği söz mutlaka gerçekleşecektir."

İşte Zülkarneyn budur. O sadece kudretli bir hükümdar değil, o aynı zamanda Rabb'ine boyun eğen, âhiret gününe inanan ve adaletten zerre kadar ayrılmayan tertemiz bir mümindi.

O halde, ey insanlar! Yeryüzünü kana bulamak için fırsat kollayan Ye'cüc ve Me'cüc gibi sömürgeci güçlere karşı siz de Zülkarneyn gibi savaşmalı, bilim ve tekniğin bütün imkânlarını kullanarak onlara işledikleri kötülüklerin cezasını vermelisiniz. Bu onların bu dünyada çekeceği azap olacak. Kıyamet Gününe gelince:
99 Sura birinci kez üflenip kıyamet koptuğu zaman, o Gün onları ikinci sur ile mezarlarından kaldırıp bir süre şaşkın bir hâlde ortalıkta bırakacağız, dehşet içerisinde bir o yana bir bu yana koşacak, dalga dalga birbirlerine girecekler. Üçüncü kez sura üflenince, Büyük Mahkeme için hepsini huzurumuzda toplayacağız.
100 Ve o Gün cehennemi, tüm dehşetiyle inkârcılara göstereceğiz.
101 Çünkü onlar, Kur'an'da dile getirdiğim bunca uyarılarıma karşı gözleri kibir, önyargı ve inat örtüleriyle perdelenmiş kimselerdi. Öyle ki, uyarıları işitmeye bile tahammül edemiyor, dinlemeden, anlamadan hakikati reddediyorlardı. Kimileri de, ilâhlık makamına yücelttikleri birtakım varlıklar sayesinde kurtulacaklarını iddia ediyorlardı. Fakat o gün, ne büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlayacaklar! Öyle ya;
102 Yoksa inkârcılar, Benim kimi kullarımı kendilerine Benden başka dost ve yardımcı edinerek onların şefaati sayesinde kurtulabileceklerini mi sanıyorlar? Hayır, tam tersine! Doğrusu Biz kâfirlere "konukevi" olarak, cehennemi hazırladık!
103 O hâlde, onlara de ki: "Yaptıkları sözde iyilikler konusunda en büyük hayal kırıklığına kimlerin uğrayacağını size bildireyim mi?"
104 "Onlar güzel işler yaptıklarını zannettikleri hâlde, bu dünyadaki bütün emekleri boşa giden kimselerdir."
105 İşte onlar, Rab'lerinin ayetlerini ve O'na kavuşacakları gerçeğini inkâr eden ve bu yüzden yapıp ettikleri boşa giden kimselerdir. Tartılacak iyilikleri kalmadığından, Hesap Günü onlar için terazi bile kurmayacağız. Yani yaptıkları sözde iyiliklere değer vermeyecek, hiçbirini dikkate almayacağız.
106 Evet, apaçık hakikati inkâr ederek ayetlerimi ve elçilerimi alaya aldıkları için, onların cezası cehennemdir.
107 Ayetlerimize yürekten iman eden ve bu imanın gereği olarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlar ise, her türlü nimetlerle donatılmış Firdevs cennetlerinde ağırlanacaklardır.
108 Sonsuza dek orada kalacak ve hiçbir zaman oradan ayrılmak istemeyecekler. İşte bu sonsuz nimetleri kazanmak için:
109 Ey Peygamber! Yaratanın sonsuz ilmiyle yaratılanların sınırlı bilgisi arasındaki farkı akıllarda kalacak çarpıcı bir örnekle ortaya koymak üzere de ki: "Rabb'imin sonsuz ilim ve hikmetini gözler önüne seren kelimelerini yazmak için okyanuslar mürekkep ve ağaçlar kalem olsa, yine de okyanuslar tükenir, fakat Rabb'imin kelimeleri tükenmezdi, mevcut olanlara bir o kadarını daha eklesek bile!"
110 O hâlde, sonsuz ilim ve hikmet sahibi olan Allah'ın en önemli tavsiyesini insanlığa iletmek üzere de ki: "Ey insanlar! Ben de ancak sizin gibi ölümlü bir insanım. Şu kadar ki, bana ilahınızın ancak eşi ve ortağı olmayan bir tek İlâh olduğu bildiriliyor. O hâlde her kim Rabb'ine kavuşmayı ümit ediyorsa, dürüst ve erdemlice davranışlar ortaya koysun ve Rabb'ine kulluk ve ibadetinde hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmasın!"
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْـكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجا۔ًۜ 1
قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ 2
مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَداًۙ 3
وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ 4
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً 5
فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً 6
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً 7
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يداً جُرُزاًۜ 8
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً 9
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً 10
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ 11
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَداً۟ 12
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ 13
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً لَقَدْ قُلْـنَٓا اِذاً شَطَطاً 14
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ 15
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً 16
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟ 17
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً 18
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً 19
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً 20
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً 21
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْماً بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِراًۖ وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟ 22
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ 23
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً 24
وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً 25
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً 26
وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً 27
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً 28
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً 29
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ 30
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟ 31
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ 32
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ 33
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً 34
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ 35
وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً 36
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ 37
لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً 38
وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ 39
فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ 40
اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً 41
وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً 42
وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًۜ 43
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۜ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً۟ 44
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً 45
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً 46
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ 47
وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً 48
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟ 49
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً 50
مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً 51
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً 52
وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟ 53
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً 54
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً 55
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً 56
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً 57
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً 58
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟ 59
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً 60
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً 61
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتٰيهُ اٰتِنَا غَدَٓاءَنَاۘ لَقَدْ لَق۪ينَا مِنْ سَفَرِنَا هٰذَا نَصَباً 62
قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً 63
قَالَ ذٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِۗ فَارْتَدَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمَا قَصَصاًۙ 64
فَوَجَدَا عَبْداً مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْماً 65
قَالَ لَهُ مُوسٰى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلٰٓى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْداً 66
قَالَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً 67
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلٰى مَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ خُبْراً 68
قَالَ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ صَابِراً وَلَٓا اَعْص۪ي لَكَ اَمْراً 69
قَالَ فَاِنِ اتَّبَعْتَن۪ي فَلَا تَسْـَٔلْن۪ي عَنْ شَيْءٍ حَتّٰٓى اُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْراً۟ 70
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا رَكِبَا فِي السَّف۪ينَةِ خَرَقَهَاۜ قَالَ اَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ اَهْلَهَاۚ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً اِمْراً 71
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً 72
قَالَ لَا تُؤَاخِذْن۪ي بِمَا نَس۪يتُ وَلَا تُرْهِقْن۪ي مِنْ اَمْر۪ي عُسْراً 73
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا لَقِيَا غُلَاماً فَقَتَلَهُۙ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْساً زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً نُكْراً 74
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً 75
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْراً 76
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً 77
قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً 78
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً 79
وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ 80
فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْماً 81
وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟ 82
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْراًۜ 83
اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ 84
فَاَتْبَعَ سَبَباً 85
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًۜ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْناً 86
قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً 87
وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْراًۜ 88
ثُمَّ اَتْـبَعَ سَبَباً 89
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ 90
كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْراً 91
ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَباً 92
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً 93
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجاً عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَداًّ 94
قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْماًۙ 95
اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَاراًۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْراًۜ 96
فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً 97
قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ 98
وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ 99
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضاًۙ 100
اَلَّذ۪ينَ كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعاً۟ 101
اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلاً 102
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ 103
اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً 104
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً 105
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً 106
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاًۙ 107
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً 108
قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً 109
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً 110
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْـكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجا۔ًۜ
Kulu ve elçisi Muhammed aracılığıyla, insanoğluna bu hikmet dolu Kitabı gönderen ve onda, insanı kuşkuya düşürecek, saptıracak en ufak bir çelişkiye, yanlışlığa ve eğriliğe yer vermeyen Allah, her türlü övgüye, teşekküre ve hamde lâyıktır.
1
قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ
Evet, Allah onu dosdoğru bir kitap olarak gönderdi ki, katından gelecek çetin bir azaba karşı inkârcıları uyarsın ve güzel davranışlar sergileyen müminlere, kendilerini muhteşem bir ödülün beklediğini müjdelesin.
2
مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَداًۙ
Yani, içerisinde sonsuza dek kalacakları o cennet yurdunu.
3
وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ
Ve ayrıca, "Allah kendisine çocuk edindi!" iddiasında bulunanları uyarmak için bu kitabı gönderdi. Çünkü "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyen Arap müşrikleri, "Hürmüz ve Ehrimen Allah'ın oğullarıdır." diyen bazı Mecusiler ve özellikle de "İsa Mesih Allah'ın oğludur." diyen Hristiyanlar Allah'a çocuk isnat ederek derin bir sapıklığa düşüyorlar. Zaten bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, aciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Oysaki:
4
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً
Bu konuda ne kendileri ne de körü körüne izledikleri ataları doğru bir bilgiye sahip değiller. Ağızlarından dökülen bu sözler ne kadar çirkin ve küstahça! Gerçekte onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar. Üstelik bütün uyarılara rağmen, inatla hakikatten yüz çeviriyorlar.
5
فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً
Şimdi sen ey Peygamber, onlar bu ilâhî kelâma inanmıyorlar diye arkalarından üzülüp hayıflanarak kendini helâk mi edeceksin? Üzülme, onların iman etmemelerinden sen sorumlu değilsin. Yeter ki bıkıp usanmadan uyarmaya, hakikati anlatmaya devam et. Bunun için, dünyanın göz kamaştırıcı nimetlerine ihtirasla bağlanan ve sahip oldukları güç ve servetle anlamsız bir gurura kapılan bu cahillere, evrenin ve hayatın anlam ve hikmetini öğret. Şöyle ki:
6
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً
Doğrusu Biz, yeryüzündeki bütün bu göz alıcı nimetleri yalnızca bu dünyaya ait gelip geçici birer süs olarak yarattık ki, içlerinden hangilerinin daha iyi davranışlar ortaya koyacağını belirlemek üzere insanları bu nimetlerle imtihan edelim. Yoksa bunlar, yalnızca zevk ve eğlencenizi tatmin edesiniz diye yaratılmış değildir. Nitekim:
7
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يداً جُرُزاًۜ
Hiç kuşkusuz Biz, yeryüzündeki bütün bu güzellikleri, her defasında sahiplerinin elinden almakta ve bir zamanlar görkemli birer saltanat merkezi olan o yerleri, bomboş ve kupkuru bir toprak hâline getirmekteyiz. Ve zamanı gelince de, tüm evreni kıyametle yok edip yepyeni bir hayatı başlatacağız. İşte asıl üzerinde durulması, merak edilmesi gereken konu buyken;
8
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً
Yoksa sen ey insanoğlu, Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) ve Ashab-ı Rakîm (Adlarına kitabe yazılan insanlar) adıyla tanınan gençlerin yaşadığı ilginç serüvenin, hayret verici mucizelerimizden biri olduğunu mu sanıyorsun? Hem de göklerde ve yerde akıllara durgunluk veren bunca muhteşem mucizeler dururken! Üstelik sen bu kıssanın sadece dıştan görünen yönüyle ilgileniyor, asıl üzerinde durulması gereken yönünü gözden kaçırıyorsun:
9
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً
Hani o yiğitler, müminlere kan kusturan bir diktatörün zulmünden kaçıp bir mağaraya sığınmış ve "Ey yüce Rabb'imiz!" diye yalvarmışlardı, "Zalimlere karşı bize katından bir rahmet bahşet ve bu çetin mücadelemizde eğrilmeden, sapmadan başarıya ulaşmanın yollarını göster bize!"
10
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ
Bunun üzerine, onları o mağarada, yıllarca sürecek bir uykuya daldırdık.
11
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَداً۟
Ve uzun bir zaman sonra onları tekrar uyandırdık ki, iki taraftan hangisinin, yani bütün olay ve olgularda ilâhî kudretin imzasını görebilen müminler mi, yoksa kâinatı kör tesadüfler yumağı zanneden inkârcılar mı, bunlardan hangisinin onların mağarada bunca zaman kalışlarındaki hikmet ve amacı daha güzel değerlendirdiklerini insanlara gösterelim. Böylece, bu iki bakış açısı arasındaki bariz farkı gözler önüne serelim.
12
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ
İşte, onların öyküsünü —zaman içinde insanlar tarafından ilâve edilerek kıssanın amacını bulandıran her türlü efsaneden arınmış olarak— bütün gerçeğiyle sana anlatıyoruz:

Bu olayın nerede, ne zaman yaşandığı ve kahramanlarının hangi isimleri taşıdığı hiç önemli değil. Önemli olan, içinde barındırdığı ve tüm insanlığa ışık tutacak ibret dolu mesajlarıdır.

Onlar gerçekten Rab'lerine yürekten inanmış gençlerdi. Biz de onların iç dünyalarını ilim ve hikmet nurlarıyla aydınlatarak inançlarını güçlendirmiştik.
13
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً لَقَدْ قُلْـنَٓا اِذاً شَطَطاً
Ve sarsılmaz bir cesaret ve kararlılıkla yüreklerini perçinlemiştik. Hani onlar, zalim yöneticilerin karşısına dikilerek demişlerdi ki: "Bizim kendisine boyun eğeceğimiz biricik Efendimiz, göklerin ve yerin gerçek sahibi, yöneticisi ve Rabb'i olan Allah'tır. Bu yüzden biz O'ndan başka bir ilahın egemenliğini asla tanımayacak, zulüm sistemini ayakta tutmak için uydurduğunuz o sahte ilâhlarınıza hiçbir zaman yalvarıp yakarmayacağız. Aksi hâlde, Rabb'imizin asla razı olmayacağı saçma bir söz söylemiş oluruz."
14
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ
"Ama şu bizim halkımız, O'ndan başka tanrılara kulluk ediyorlar. Oysa bu konuda iddialarını destekleyecek açık ve ikna edici bir delil ortaya koymaları gerekmez miydi? Mademki hak ve hakikate aykırı olduğunu bile bile inkârda ısrar ediyorlar, o hâlde, Allah adına böyle küstahça yalan uyduranlardan daha zalim kim olabilir?"

Bunu duyan zamanın hükümdarı, inançlarından vazgeçmeleri için onlara bir süre tanımış, hak dinden dönmedikleri takdirde idam edileceklerini söylemişti.
15
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً
Bunun üzerine, ne yapacaklarını aralarında görüşmeye başladılar. İçlerinden biri dedi ki: "Madem onları ve Allah'tan başka taptıkları sahte ilâhlarını terk ediyoruz, öyleyse dağlara çekilip bir mağaraya sığınalım ki, Rabb'imiz bize rahmet kapılarını açsın ve müminlerin sayısını artırıp iman cephesini güçlendirerek bu mücadelemizde bize bir destek, bir dayanak hazırlasın." Bu teklif kabul edildi ve gizlice mağaraya sığındılar. Bir süre sonra da, yüzyıllar sürecek bir uykuya daldılar.
16
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
Ey Müslüman! Eğer orada bulunup bu acayip manzarayı seyretmiş olsaydın, doğduğu zaman güneşin, girişi kuzeye bakan mağaranın sağ tarafına nasıl yöneldiğini, batarken de sol taraflarından onları hiç rahatsız etmeyecek şekilde nasıl yalayıp geçtiğini görürdün. Onlar ise her şeyden habersiz, mağaranın genişçe bir dehlizinde uzanmış uymakta idiler. Ve bunların hiçbirisi, kendiliğinden meydana gelmiş olaylar değildi. Aksine bu, Allah'ın sınırsız kudret ve merhametini gözler önüne seren delillerinden birisiydi. O hâlde, bu delilleri doğru okuyarak Rabb'inizin gösterdiği yolda yürüyün. Unutmayın; Allah kimi doğru yola iletirse, işte odur doğru yolda yürüyen. Kimi de —hak ettiği için— sapıklık içinde bırakırsa, artık böyle birine, kendisini doğru yola iletecek bir yardımcı, bir dost bulamazsın.
17
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً
Evet, onları o halleriyle bir görseydin, uykuda olmalarına rağmen uyanık sanırdın. Çünkü Biz onları bir sağ yanlarına, bir sol yanlarına çeviriyorduk. Bu arada köpekleri, mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış uyumaktaydı. Şayet onlara rastlamış olsaydın, onların o dehşet verici, heybetli duruşlarından dolayı için korkuyla dolar ve derhal arkanı dönüp oradan kaçardın. İşte böylece, onları uzun bir süre gözlerden koruduk.
18
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً
Derken aradan uzun yıllar geçti ve zamanı gelince onları yeniden uyandırdık. Şaşkınlıkla neler olup bittiğini birbirlerine sormaya başladılar. İçlerinden biri, "Acaba burada ne kadar kalmışızdır?" diye sordu. Diğerleri, "Olsa olsa bir gün veya daha kısa bir süre." dediler. Fakat kesin bir karara varamayınca, her müminin yaptığı gibi, bilemedikleri konuda hükmü Allah'a bırakarak dediler ki: "Ne kadar kaldığımızı en iyi Rabb'imiz bilir. Hele şimdi içimizden birini şu gümüş paralarla şehre yollayalım da, temiz yiyeceklerden seçip bize biraz erzak getirsin. Fakat çok dikkatli davransın, sakın bizim burada saklandığımızı kimseye sezdirmesin!"
19
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً
"Çünkü onlar bizi ele geçirirlerse, hepimizi taşa tutup hunharca öldürürler ya da baskı ve işkenceyle bizi o kendi batıl dinlerine geri döndürürler ki, o zaman asla kurtuluş yüzü göremeyiz!"

Gönderilen genç, aradan uzun yıllar geçtiğinden habersiz olarak çarşıda dolaşmaya başladı. İnsanlar, antika paralarla alışveriş yapmaya çalışan genci görünce merakla etrafına toplandılar. Sonra durum yöneticilere haber verildi. Hep birlikte mağaraya geldiler ve mağaradaki gençlerin durumunu görerek hayret verici gerçeği öğrendiler. Bir süre sonra gençler, uyandıkları yerde Rab'lerine ruhlarını teslim ettiler.
20
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً
İşte böylece, onların yaşadıkları bu ibret verici olayın tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasını sağladık ki, uzun yıllar süren bir ölüm uykusunun ardından yeniden dirilen bu gençleri gören, duyan insanlar, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu, kıyametin gelip çatacağında asla şüphe olmadığını kesin olarak bilsinler. Asıl üzerinde durulacak mesele bu iken:

Onlar kendi aralarında, Ashab-ı Kehf anısına ne yapacaklarını konuşarak onların durumunu tartışıyorlardı. İçlerinden bazıları, "Gerçi Rableri onlar hakkında ne yapılması gerektiğini daha iyi bilir, ama bize kalırsa, anılarını yaşatmak üzere bir kitabe (rakim) yazalım ve bulundukları yere görkemli bir anıt dikelim. Yahut hayatın tümünü onlar üzerine bina edelim. Her şeyde kendimize onları örnek alalım. İbadet ve itaatlerimizde, insan, eşya ve ihtiyaç anlayışımızda hatta başkaldırma ve isyanımızda hep onlara dayanalım, onlar gibi olalım." demişlerdi. Oysa hayat programında onlara değil Allah'a dayanmalı, O'nun dediği gibi yaşanmalıdır. Onlar hakkında söz sahibi olan din adamları ve nüfuz sahibi kimseler ise, "Hayır, biz onların bulunduğu yere bir mescit yapacağız ve orayı bir türbe, bir ziyaretgâh hâline getireceğiz. Böylece insanlar ekonomik, sosyal ve siyasal hayatta bizim istediğimiz gibi yaşarlarken, ibadet ihtiyaçlarını da onlarla giderip tatmin olsunlar." demişlerdi.

Peygamber (s) diyor ki: "Allah'ın lâneti, peygamberlerinin ve din büyüklerinin kabirlerini mescit edinen Yahudi ve Hristiyanların üzerine olsun!" (Buhari, kitabu'l- Cenâiz: 61) "İyi bilin ki, sizden önce geçen ümmetler peygamberlerinin kabirlerini mescit edinmişlerdir. Sakın siz kabirleri mescit hâline getirmeyin, size bunu yasaklıyorum!" (Müslim, Kitabu'l Mesâcid ve Mevâdii's-Salah: 23)

İşte, Ashab-ı Kehf kıssası bundan ibarettir ve kıssadan alınması gereken dersler bunlardır.
21
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْماً بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِراًۖ وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟
Ama kıssanın bu can alıcı, ibret verici yönleriyle ilgilenmek yerine, gereksiz ayrıntılarla kafa yoran, faydasız polemiklere girmeyi marifet sanan bazı cahiller hiç bilmedikleri bir konuda atıp tutarak, "Onlar üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi." diyecekler. Bazıları da, "Hayır beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi." diyecekler. Kimileri de, "Yedi kişiydiler, sekizincileri köpekleriydi." diyecekler. Bu gafillere de ki: "Onların sayısını en iyi Rabb'im bilir. Ve eğer Müslümanlığınıza bir katkı sağlayacak olsaydı, bunu size de bildirirdi. Bu konuda ileri geri konuşanlara aldırmayın. Onların gerçek hayat hikâyesini bilenlerin sayısı çok azdır."

Bunun içindir ki, ey Müslüman! Kur'an'da açıkça anlatılan bu gibi belli başlı konular hariç, onların sayıları, isimleri, mağarada kaç yıl kaldıkları gibi gereksiz konular hakkında hiç kimseyle lüzumsuz tartışmalara girme! Ve bu gibi konularda daha fazla bilgi edinmek adına, kıssaları efsaneleştiren bu insanlardan hiçbirine soru sorma! Geçmişe yönelik bilinmeyen konularda tartışmaktan kaçındığın gibi, geleceğe yönelik gaybî konularda da aynı titizliği göster:
22
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ
Hiçbir şey hakkında, Allah'ın yardımını hesaba katmadan, sanki her istediğini yapmaya gücün yetermiş gibi "Ben bu işi yarın mutlaka yapacağım!" deme!
23
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً
Sözlerine "Ancak Allah izin verirse." kaydını mutlaka ekle. Çünkü Allah dilemedikçe sen hiçbir şey yapamazsın. Onun için, geleceğe yönelik plânlar projeler üretirken, Allah'ın rızasını ve olaylara yön veren iradesini hesaba katmayı, O'nun yardımı olmadan bir adım bile atamayacağını hiçbir zaman unutma! Böylece, mücadelende kendini yalnız ve kimsesiz hissetmezsin. Başarı kazandığında gurur ve şımarıklığa kapılmaz, başarısız olduğun zaman ümitsizliğe ve yılgınlığa düşmezsin.

Eğer İnşallah demeyi unutursan, derhal Rabb'ini an ve hatanı telâfi et. Hiçbir zaman ümidini yitirme ve doğrulukta, iyilikte kendini asla yeterli görme. Hangi durumda olursan ol, "Umarım ki Rabb'im, beni bundan daha doğru bir yola iletir." de.
24
وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً
Mağara Arkadaşları, mağaralarında güneş takvimine göre üç yüz yıl kaldılar. Ay takvimine göre de, buna dokuz yıl daha ilâve ettiler.
25
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً
De ki: "Onların mağarada ne amaçla, ne şekilde ve ne kadar kaldıklarını en iyi bilen Allah'tır. Öyle ya, göklerin ve yerin gaybı yalnızca O'nun elindedir. Kâinatın gizliliklerine, en erişilmez sırlarına dair mutlak ve şaşmaz bilgi sadece O'na aittir. O ne güzel görür, ne güzel işitir! Oysa insanlar o kadar aciz, o kadar zayıftırlar ki, onların O'ndan başka bir yardımcısı, dostu yoktur ve O, hiç kimseyi hükmüne ve egemenliğine ortak etmez.
26
وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً
Rabb'inin kitabından sana vahyedilen şu eşsiz ayetleri oku! Şuna emin ol ki, O'nun sözlerini değiştirebilecek hiçbir güç yoktur. Sakın Kur'an'la irtibatını koparma. Aksi hâlde, dünya ve âhirette felâketlere uğrarsın da, O'ndan başka sığınacak kimse bulamazsın. O'nun lütuf ve rahmeti nerededir diye soracak olursan:
27
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً
Rab'lerinin hoşnutluğunu arzu ederek sabah akşam O'na yalvaran o yoksul ve fedakâr insanlarla birlikte candan sabret. Onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol. Sakın dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun ayırma. Bencil arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur'an'da dile getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere itaat etme. Yoksul ve zayıf müminleri yanından uzaklaştırdığın takdirde sana iman edeceklerini söyleyen o kendini beğenmiş kâfirlerin teklifine uymayı aklından bile geçirme.
28
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً
İslâm'ın kendilerine muhtaç olduğunu zanneden bu cahillere de ki: "İşte size Rabb'inizden, hakikatin ta kendisi olan Kur'an geldi! Artık dileyen ona inansın, dileyen inkâr etsin. Ama şunu bilsinler ki:

Biz hakkı inkâr eden o zalimlere, çevrelerini duman ve alevden duvarlarla kuşatan korkunç bir ateş hazırlamışızdır. Öyle ki, cehennemin ateşinde yanarlarken ne zaman feryat edip su isteseler, onlara erimiş maden gibi yüzleri haşlayan kaynar bir su içirilecek. Ne kötü bir içecek, ne kötü bir barınak!
29
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ
Allah'ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereği olarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlara gelince, iyilik yapanların emeklerini elbette boşa çıkarmayacağız.
30
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟
İçerisinde ırmakların çağıldadığı sonsuz huzur ve mutluluk diyarı olan Adn cennetleri yalnızca onların olacak. Orada altın bilezikler takınarak süslenecek, ipekli ve harika işlemeli yeşil atlastan elbiseler giyinecek ve mücevheratla süslenmiş tahtlara kurulup yaslanacaklar. Ne güzel bir mükâfat, ne yüce bir makam! Bu mükâfatı kazanacak olanları daha iyi tanımak ve tanıtmak için:
31
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
Onlara şu iki adamın durumunu ibret verici bir örnek olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurma ağaçlarıyla çevirmiş ve iki bağın arasını ekinlik hâline getirmiştik.
32
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ
Her iki bahçe de ürünlerini tastamam veriyor, bu konuda hiçbir eksiklik göstermiyorlardı. Bahçelerin tam ortasında bir de ırmak akıtmıştık.
33
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً
Üstelik onun bundan başka daha pek çok gelir kaynakları da vardı. İşte bu adam, yoksul, fakat son derece dürüst olan bir arkadaşıyla konuşurken kibirli kibirli, "Ben senden daha zenginim ve çoluk çocuğum, kalabalık kabilem, güçlü kuvvetli adamlarımla nüfus olarak da daha güçlüyüm!" dedi. Derken, böyle konuşarak bahçelerine vardılar.
34
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ
Bu küstahça davranışlarıyla yalnızca kendisine zulmetmekte olan bu adam, bahçesine girdi ve "Şu nimetlerin bir gün yok olacağını hiç mi hiç zannetmiyorum!" dedi. Ve ekledi:
35
وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً
"Ayrıca, kıyametin kopacağını ve insanların yeniden diriltilip hesaba çekileceğini de sanmıyorum. Ama eğer iddia ettiğin gibi diriltilip Rabb'imin huzuruna çıkarılacak olsam bile, herhâlde bundan daha iyisiyle karşılaşırım. Dünyada sahip olduğum şu zenginlik, Allah katında ne kadar seçkin ve değerli bir kul olduğumu göstermiyor mu?"
36
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ
Bunun üzerine arkadaşı söze girerek, "Seni önce atan Âdem'in şahsında topraktan var eden, sonra topraktan bitkiyi, bitkiden gıdayı, gıdadan spermi meydana getirerek bir damla sudan yaratan ve aşamadan aşamaya geçirerek harika yeteneklere sahip bir insan şeklinde düzenleyen Rabb'ini şu nankörce davranışınla inkâr mı ediyorsun?"
37
لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً
"Ama ben açıkça ilan ediyorum ki, o senin inkâr ettiğin Allah, benim biricik sahibim, efendim ve Rabb'imdir. Ben, senin yaptığın gibi Rabb'imin buyruklarını bir kenara atmayacak, arzu ve heveslerimi ilâhlaştırmayacak; yani hiçbir şeyi ve hiç kimseyi Rabb'ime ortak koşmayacağım!"
38
وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ
"Bahçene girerken bir kula yaraşan tavrı göstererek, ‘Maşallah! Allah ne güzel yaratmış! Bütün güç ve kudret yalnızca Allah'ın elindedir!' demen gerekmez miydi? Gerçi sen Rabb'imin sana bahşettiği nîmetlerle şımarıyor ve beni mal ve evlatça kendinden küçük görüyorsun ama;
39
فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ
Ne biliyorsun, bakarsın Rabb'im bana senin sahip olduğun bağlardan, bahçelerden daha hayırlısını verir ve senin bahçene gökten dolu, yağmur, sel, fırtına gibi bir afet gönderir de şu güzelim bahçen ot bitmez çıplak bir düzlüğe dönüşüverir!
40
اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً
Ya da suyu tamamen çekilir de, onun bir damlasını bile arayıp bulamazsın!"
41
وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً
Ve gerçekten de adamın bahçesi, bir gün bütün ürünleri kökünden silip süpüren bir afet tarafından çepeçevre kuşatıldı. O inkârcı adam, çardakları yerle bir olmuş bahçesinin bu acıklı hâlini görünce, onun için harcadığı emeğe yanarak ellerini ovuşturup dövünmeye başladı: "Ah, keşke Rabb'ime hiçbir varlığı ortak tanımasaydım! Ne olurdu, arkadaşımın tavsiyesini dinleyip yalnızca Rabb'ime kulluk etseydim!" diyordu.
42
وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًۜ
Şimdi ona Allah'tan başka yardım edebilecek ne yandaşları vardı, ne de kendisini Allah'ın azabından kurtarabilecek durumdaydı!
43
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۜ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً۟
İşte o anda anladı ki, hüküm verme ve egemenlik yetkisi tek ve gerçek tanrı olan Allah'a aittir. O'nun yardım ve inayetine sığınmadan, dünyada da, âhirette de kurtuluşa ulaşmak mümkün değildir. Evet, en güzel ödül ve en hayırlı sonuç yalnız O'nun katındadır. O'na yürekten bağlanıp hükümlerine boyun eğmek, bu dünyada alınacak mükâfat açısından da, âhirette elde edilecek sonuç bakımından da en güzelidir. Fakat insanlar, aceleci davranıp cenneti dünyada yaşamak istiyorlar.
44
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً
Güzelliğiyle insanoğlunu cezbeden şu gelip geçici dünya hayatının gerçek yüzünü ortaya koymak için, onlara şu çarpıcı örneği anlat: Gökten yağmur yağdırırız da, yeryüzünün bitki örtüsü onun sayesinde yeşerip boy verir ve renk renk, çiçek çiçek birbirine karışır. Fakat bunca göz kamaştırıcı güzellikler çok geçmeden sararır, ufalanır ve sonunda rüzgârların önünde savrulup giden çöp kırıntılarına dönüşür. İşte dünya nimetleri de aynen böyle yok olup gidecektir. O hâlde, yok olup gitmeye mahkûm olan şu evrende sınırlı bir güce sahip olan insanoğlu, bir Yüce Kudrete muhtaçtır. İşte O Allah, her şeye kadirdir.
45
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً
Gerçi mallarınız, servetiniz, eşiniz ve çocuklarınız dünya hayatının süsleridir. Bunlara sahip olmayı insanlar arasında üstünlük ölçüsü yapmamak ve helâl sınırlarını aşmamak şartıyla mal mülk sahibi olabilirsiniz. Evlenip çoluk çocuğa karışabilir, hayatın güzelliklerinden yeterince istifade edebilirsiniz. Fakat dünya ile âhiret arasında tercih yapma durumunda kaldığınızda, elbette âhireti seçmelisiniz. Unutmayın ki, ürünleri sonsuza dek kalıcı olan güzel davranışlar, Rabb'inin katında hem mükâfat bakımından daha iyidir, hem de gönüllere huzur veren bir ümit kaynağı olarak daha tatmin edicidir. Çünkü gün gelecek, dünyadaki her şey kıyametle yok edilecektir:
46
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ
O Gün dağları yerinden söküp hallaç pamuğu gibi atacağız. Öyle ki, yerin paramparça edildiğini ve onun yerine yaratılan dünyanın (14. İbrahim: 48) dümdüz, çırılçıplak olduğunu göreceksin. Sonra da insanları yeniden dirilterek bir araya getirecek, bir tekini bile geride bırakmayacağız.
47
وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً
Böylece, hepsi derecelerine göre bölük bölük Rabb'inin huzuruna çıkarılacaklar. Ve Allah inkârcılara seslenecek: "İşte şimdi yapayalnız, çırılçıplak ve aciz bir şekilde huzurumuza geldiniz, tıpkı sizi ilk başta yarattığımız gibi! Oysa sizin için böyle bir buluşma tayin etmediğimizi ve yaptıklarınızın hesabını vermek üzere asla diriltilmeyeceğinizi iddia ediyordunuz."
48
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟
Derken bütün iyilik ve kötülüklerin kaydedildiği kitaplar ortaya konacak. Bunun üzerine suçluların, orada yazılı olanları görünce bundan dolayı korkudan titrediklerini göreceksin. "Vay başımıza gelenler!" diye feryat edecekler, "Bu nasıl bir kitapmış ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini sayıp dökmüş!" Böylece, dünya hayatında ne yapmışlarsa, hepsini karşılarında görecekler ve Rabb'in hiç kimseye zerre kadar haksızlık etmeyecek.

Nitekim Allah insanı iyilik yapabilecek özelliklerde yaratmış, dostunu ve düşmanını da ona önceden tanıtmıştı:
49
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً
Hani bir zaman meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin, yani onun size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!" demiştik. Bunun üzerine, İblis hariç hepsi Âdem'e secde etmişlerdi. Meleklerin arasında yaşamakta olan İblis aslen cinlerdendi. O, Âdem'e secde etmemekle Rabb'inin emrine karşı geldi.

Şimdi siz ey insanlar, Benim gönderdiğim Kitabı ve Peygamberleri bırakıp da İblis'i ve yandaşlarını mı kendinize dost edineceksiniz? Oysa onlar sizin ezelî düşmanlarınızdır. Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinmek; zalimler için ne de kötü bir değiş tokuş! Oysaki:
50
مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً
Ben bu taptığınız şeytanları ne göklerin ve yerin yaratılışına tanık kıldım, ne de kendilerinin yaratılışına. Ayrıca insanları doğru yoldan saptıranları kendime hiçbir şekilde yardımcı edinmiş de değilim. Öyleyse, nasıl olur da sizin gibi yaratılmış varlıkların hükmüne boyun eğip onları ilâh edinirsiniz? Böyle yaptığınız takdirde, Hesap Günü sizi Allah'ın azabından kim kurtarabilir?
51
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً
O Gün Allah müşriklere, "Haydi, Benim ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz efendilerinizi çağırın da sizi kurtarsınlar bakalım!" diyecek. Bunun üzerine onları çağıracaklar, fakat sözde ilâhları onların çağrısına cevap bile veremeyecekler. Çünkü Biz, aralarına aşılmaz bir engel koymuşuzdur.
52
وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟
Ve nihayet suçlular, cehennem ateşini tüm dehşetiyle karşılarında görecek ve artık oraya düşeceklerini anlayacaklar. Kurtulmak için çırpınacak, fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamayacaklar.
53
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً
İşte görüyorsunuz, Biz bu Kur'an'da, insanlara doğru yolu gösterecek bütün ibret verici örnekleri birer birer ele alıp işledik. Fakat insanoğlu, gerçekler karşısında itiraz etmeye, inatla ve körü körüne tartışmaya çok düşkün bir varlıktır. İşte bunun sonucu olarak:
54
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
Kendilerine yol gösterici ayetlerimiz ulaştığı hâlde insanları iman etmekten ve Rab'lerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan tek sebep, önceki milletlere uygulanan yasaların kendi üzerlerinde uygulanması veya kendilerine vadedilen cehennem azabının bir an önce gelip karşılarına dikilmesini beklemeleri, bu istekleri hemen gerçekleşmeyince de elçileri yalancılıkla itham etmeleridir.
55
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً
Oysa Biz elçileri azap melekleri olarak değil, ancak müjdeleyici ve uyarıcılar olarak göndeririz. Buna karşılık inkârcılar, batıl inanç ve ideolojilere dayanarak, asılsız ve temelsiz iddialarla, çirkin oyunlarla, gerçeğin ta kendisi olan bu dini devirip yok etmek için mücadele ediyorlar. Bununla da kalmayıp, ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alıyorlar. O hâlde:
56
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
Rabb'inin ayetleri bir öğüt ve uyarı olarak kendisine hatırlatıldığı hâlde onlardan yüz çeviren ve kendi elleriyle işlediği bunca kötülükleri, çirkin işleri unutarak zulüm ve haksızlığa devam eden kimseden daha zalim kim olabilir? İşte bu zalimce davranışlarının karşılığı olarak, Biz onların kalplerine, hakikati anlamalarına engel olan perdeler yerleştirdik, kulaklarını da sağırlaştırdık. Bunun içindir ki, onları en ikna edici delillerle bile doğru yola çağırsan, bu inatçı tavırları devam ettiği sürece, kesinlikle doğru yola gelmezler.
57
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
Ama onların bunca azgınlıklarına rağmen Rabb'in çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Onun için, zalimleri hemen helâk etmiyor, tövbe etmeleri için onlara süre tanıyor. Şayet işledikleri günahlar yüzünden onları anında cezalandırmak isteseydi, hak ettikleri azabı çoktan vermiş olurdu. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki, gelip çattığı zaman ondan asla kaçıp kurtulamayacaklar. Bunu daha iyi anlamak için, insanlık tarihini şöyle bir gözden geçirmeniz ve devletlerin, medeniyetlerin yıkılış sebepleri üzerinde düşünmeniz gerekir:
58
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟
İşte, zulmettikleri için helâk ettiğimiz geçmiş medeniyetler, ülkeler ve şehirler… Onların yok edilmesi için de belirli bir süre tayin etmiş ve günü gelince cezalarını vermiştik.

Öyleyse, ey zalimler, başınıza gelecek azabın gecikmesini izlediğiniz yolun doğru olduğuna yormayın. Ey müminler, siz de zalimlerin hemen helâk edilivermesini beklemeyin. Onların zaman zaman lüks ve refah içinde, müminlerin ise sıkıntı ve zorluklar içinde olması sizi aldatmasın. Olayları sadece görünen yönleriyle değerlendirmeyin, başından sonuna bir bütün olarak görmeye çalışın. Unutmayın ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey aslında sizin için hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü sonuçlar doğurabilir. Neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu en iyi Allah bilir, siz bilemezsiniz (2. Bakara: 216 ve 4. Nisa: 19).

Fakat olayların arkasındaki ilâhî hikmeti kavrayamayan insanlar, günlük hayatta —ilk bakışta— hikmet ve adalete aykırı gibi görünen olayları onların altında yatan ve o anda bilinmesine imkân olmayan hikmet ve amacı hiç düşünmeden kısır ve daracık bakış açısıyla değerlendirerek büyük bir yanlış anlamanın kurbanı olmaktadırlar.

Bu yanlış anlama yüzünden kâfirler, evrendeki düzenin hiçbir ahlâkî kurala bağlı olarak işlemediği, bu dünyanın hiçbir hâkimi olmadığı ve eğer varsa bile onun adaletsiz ve akılsız olduğu sonucunu çıkarmaktadırlar. Onlara göre, "İnsan hiçbir ahlâkî kayıtla sınırlı değildir, dilediği her şeyi yapabilir. Çünkü hesap verilecek kimse yoktur." Yine benzer bakış açısına sahip bazı müminler, zaman zaman isyankârların refah içinde, inananların ise zorluk ve sıkıntılar içinde yaşadıklarını görünce şaşkınlığa düşmekte ve büyük bir sarsıntıya uğrayıp cesaretlerini, ümitlerini kaybetmektedirler.

İbrahim Peygamberin Allah'ın ölüleri nasıl dirilttiğini görmek istemesi gibi, Musa Peygamber de Rabb'ine nazlanarak dünyada insanların başına gelenlerin, görünen yüzü dışında ne anlamı olduğunu, bütün bu olup bitenlerin, yaşananların hikmetini sordu. Neydi bu hayatın anlamı? Doğum ile ölüm arasında verilenler ve alınanlar, kazanılanlar ve kaybedilenler, gelenler ve gidenler... Bütün bunların perde arkasında ne vardı? Dış görünüşü itibarıyla insana kötü görünen durumlara Allah neden müsaade ediyordu? Musa, yaşanan bunca olayın asıl anlam ve yorumunu anlamak isteyince, Allah ona iki denizin birleştiği yere kadar yürümesini ve olağandışı bir olay gördüğü yerde Hızır'ı beklemesini söyledi. Orada Hızır ile buluşacak ve onunla birlikte yaşayacağı olaylarla istediği bu bilgiye ulaşacaktı. Bunun üzerine Musa, yardımcısı Yuşa'yı —ki Musa'dan sonra İsrail Oğulları'na Peygamber olacaktır— yanına yoldaş olarak aldı ve iki arkadaş, Hızır'la buluşmak üzere yola koyuldular:

Bu kıssa ile Allah, olayların ardında yatan hikmeti açığa çıkarmak üzere gerçeğin üzerindeki perdeyi birazcık aralayacak ve böylece, ilk bakışta hoşunuza gitmeyen bazı olayların aslında nice hayırların anahtarı ve müjdecisi olduğunu görmenizi sağlayacaktır. O halde, hakikatin perde arkasını keşfetmek üzere, gelin Musa ile birlikte yola çıkarak olup bitenleri onun gözleriyle izleyin:
59
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً
Hani Musa yardımcısına, "Yıllarca yürümem gerekse bile, iki denizin birleştiği yere varıncaya dek durup dinlenmeden yoluma devam edeceğim!" demişti.
60
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً
Ve uzun bir yolculuğun ardından nihayet iki denizin birleştiği yere vardıklarında, yanlarında getirdikleri ve içinde balık olan azıklarını bir kenara bıraktılar. Sonra da dinlenmek üzere bir kayanın gölgesine çekildiler. Bu arada, ikisi de balığı unutmuşlardı. Aniden balık, Yuşa'nın şaşkın bakışları altında denize atladı ve kendisine bir yol tutup gidiverdi. Musa bu olup bitenleri görmemiş, Yuşa da bu ilginç olayı Musa'ya anlatmayı unutmuştu. Bu yüzden, burasının buluşma yeri olduğunu anlayamadan kalkıp tekrar yola koyuldular.
61
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتٰيهُ اٰتِنَا غَدَٓاءَنَاۘ لَقَدْ لَق۪ينَا مِنْ سَفَرِنَا هٰذَا نَصَباً
Oradan biraz uzaklaşınca Musa yardımcısına, "Azığımızı getir de karnımızı doyuralım!" dedi, "Doğrusu bu yolculuk bizi epeyce yordu."
62
قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً
Yardımcısı, "Tüh, gördün mü!" dedi, "Kayanın yanında mola verdiğimiz sırada balığın kaçıp gittiğini sana söylemeyi unutmuşum. Bunu söylememi herhâlde bana şeytan unutturdu. Bir görseydin, balık nasıl da şaşılacak biçimde suya atlayıp denizde yolunu tutup gittiydi!"
63
قَالَ ذٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِۗ فَارْتَدَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمَا قَصَصاًۙ
Musa heyecanla, "Demek aradığımız yer orasıydı!" diye bağırdı ve hemen izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler.
64
فَوَجَدَا عَبْداً مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْماً
Ve o kayanın yanı başında, Peygamberlerimizden biri olan Hızır adında bir kulumuzla karşılaştılar. Biz ona katımızdan engin bir lütuf ve rahmet bahşetmiş ve yine katımızdan onu evrenin bilinmezliklerine ve ilâhî takdire dair her Peygamberin sahip olmadığı bazı özel bilgilerle donatmıştık.
65
قَالَ لَهُ مُوسٰى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلٰٓى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْداً
Musa ona, "Sana Allah tarafından öğretilen hikmet ve bilgiden bana da öğretip beni bir öğrencin olarak eğitmen için seninle gelebilir miyim?" diye sordu.
66
قَالَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً
Hızır, "Elbette, fakat sen bir Peygamber olarak sana bildirilen ilâhî kurallara uymakla yükümlü olduğundan, benimle arkadaşlığa kesinlikle dayanamaz ve benim sahip olduğum bilgilere sahip olmadığın için doğal olarak yaptıklarıma karşı çıkarsın!" dedi. Ve ekledi:
67
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلٰى مَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ خُبْراً
"Öyle ya, iç yüzünü bilemediğin ve daha önce öğrendiğin ilâhî hükümlere ters gibi görünen şeyler karşısında nasıl sabredebilirsin ki?"
68
قَالَ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ صَابِراً وَلَٓا اَعْص۪ي لَكَ اَمْراً
Musa, "Allah izin verirse ne kadar sabırlı olduğumu göreceksin, sana hiçbir konuda itiraz etmeyeceğim." dedi.
69
قَالَ فَاِنِ اتَّبَعْتَن۪ي فَلَا تَسْـَٔلْن۪ي عَنْ شَيْءٍ حَتّٰٓى اُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْراً۟
Bunun üzerine Hızır, "Pekâlâ, ama peşimden geldiğin takdirde, ben sana gerekli açıklamada bulunmadıkça yaptıklarım hakkında bana hiçbir şey sormayacaksın." dedi.

Musa bu şartı da kabul ederek Hızır'la arkadaşlığa başladı:
70
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا رَكِبَا فِي السَّف۪ينَةِ خَرَقَهَاۜ قَالَ اَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ اَهْلَهَاۚ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً اِمْراً
Böylece, Hızır ile Musa birlikte yola koyuldular. Sahil boyunca yürürken, bir yolcu gemisine rast geldiler. Karşı kıyıya geçmek üzere gemiye bindiklerinde, tam denizin ortasındayken Hızır gizlice gemide bir delik açtı. Bunu gören Musa, hemen öfkeye kapılarak, "Sen ne yaptın? İçindeki yolcuları boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu çok çirkin bir iş yaptın!" diye çıkıştı.
71
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً
Bunun üzerine Hızır, "Ben sana, benimle arkadaşlığa dayanamazsın, dememiş miydim?" dedi.
72
قَالَ لَا تُؤَاخِذْن۪ي بِمَا نَس۪يتُ وَلَا تُرْهِقْن۪ي مِنْ اَمْر۪ي عُسْراً
Musa özür dileyerek, "Unutarak yaptığım bir şeyden dolayı beni suçlama ve şu ilim ve hikmet öğrenme işimde bana lütfen güçlük çıkarma!" dedi.
73
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا لَقِيَا غُلَاماً فَقَتَلَهُۙ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْساً زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً نُكْراً
Musa'nın özrü kabul edildi ve gemiden inip yollarına devam ettiler. Derken yolda bir çocuğa rastladılar. Hızır anî bir hareketle onu oracıkta öldürüverdi. Dehşetten donakalan Musa, "Hiç kimseyi öldürmediği hâlde masum bir cana nasıl kıydın sen? İşte şimdi gerçekten korkunç bir iş yaptın!" diye haykırdı.
74
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً
Hızır yine, "Ben sana benimle arkadaşlığa dayanamazsın, dememiş miydim?" dedi.
75
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْراً
Bunun üzerine Musa, "Tamam, bundan böyle eğer bir daha sana itiraz amacıyla bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. O takdirde benden ayrılmakta mazur sayılırsın!" dedi.
76
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً
Yine yollarına devam ettiler. Derken bir kasabaya varıp halkından yiyecek bir şeyler istediler. Fakat hiç kimse onları ağırlamaya yanaşmadı. Orada dolaşırlarken, kasabanın ortasında yıkılmaya yüz tutmuş yüksekçe bir duvar gördüler. Hızır, kasabalıları rahatsız eden bu duvarı güzelce tamir ederek düzeltti. Musa yine dayanamayıp, "Bir parça ekmeği Tanrı misafirinden esirgeyen bu insanlara, bizi aç bıraktılar diye mükâfat mı veriyorsun? İsteseydin bu hizmetine karşılık bir ücret alabilirdin. Hiç değilse karnımızı doyursaydık olmaz mıydı?" dedi.
77
قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً
Bunun üzerine Hızır, "İşte bu, yollarımızın ayrılmasına sebep olan son itirazın oldu!" dedi, "Şimdi sana, dayanamayıp itiraz ettiğin olayların iç yüzünü anlatacağım:
78
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً
O hasar verdiğim gemi, geçimini denizden sağlayan yoksul insanlara aitti. Onu bilerek kusurlu hâle getirmek istedim, çünkü güzergâhları üzerinde, bütün sağlam gemilere zorla el koyan ve sahiplerini esir alan zalim bir kral vardı. Gemiye verdiğim küçük bir zarar, çok daha büyük bir zararı önlemiş oldu.
79
وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ
Öldürdüğüm o çocuğa gelince, onun ana babası tertemiz birer mümindi. Biz bu çocuğun taşkınlığı ve inkârcı eğilimleriyle ana babasına büyük acılar vereceğini biliyorduk. Onun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden sakındık da, anne babasına rahmetimizden dolayı o çocuklarını ellerinden aldık.
80
فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْماً
Ve onun yerine, Rab'lerinin onlara daha temiz ve daha merhametli bir çocuk vermesini istedik. Böylece onların biricik yavrularını ellerinden almakla, aslında onlara en büyük iyiliği yapmış olduk.
81
وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
Düzelttiğim o duvara gelince, o, şehirde yaşayan iki yetim çocuğa aitti ve yıkılmak üzere olan bu duvarın altında, vaktiyle onlar için saklanmış bir hazine gömülüydü. Rahmetli babaları da çok iyi bir insandı. Bu yüzden Rabb'in, bu çocukların ergenlik çağına ulaşıp hazinelerini çıkarmalarını diledi. Bunun için de, duvarın bir süre daha ayakta kalması gerekiyordu. Çünkü çocuklar henüz küçükken duvar yıkılacak olsaydı, hazine ortaya çıkacak ve o zalim kasaba halkı tarafından yağma edilecekti. Demek ki, biz o duvarı düzeltmekle, misafirlerinden bir lokma yiyeceği esirgeyecek derecede alçalan o kasaba halkına mükâfat değil, ceza vermiş olduk ve aynı zamanda, yetimlere ait hazinenin korunmasını sağladık.

Bütün bunlar, ancak Rabb'inin sonsuz şefkat ve merhametinin tecellileri olarak gerçekleşti. Gördüğün gibi, bunların hiçbirini ben kendiliğimden yapmış değilim. Senin kötü zannedip tahammül edemediğin bu olayların içyüzü ve altında yatan hikmet, işte bundan ibarettir."

Demek ki, ey müminler! Siz dürüstlükten ayrılmadığınız ve başarıya ulaşmak için elinizden geleni yaptığınız takdirde, malınıza veya canınıza bir zarar geldiğinde ya da çok arzu ettiğiniz şeyler gerçekleşmediğinde hemen ümitsizliğe kapılıp ilâhî adaleti suçlamayacak, sizce şer gibi görünen olayların arkasında nice hayırlar bulunabileceğini hesaba katacaksınız. Başınıza gelen her şeyin ya sizi sınamak, ya sarsıp kendinize getirmek, ya bir hayrın kapısını açmak veya daha büyük bir belâyı defetmek için Allah'ın izni ve iradesiyle, belli hikmet ve amaçlar çerçevesinde meydana geldiğini bileceksiniz. Çünkü Allah, kendi yolunda yürüyen kullarına "kötülük" yapılmasına asla izin vermez. Şu hâlde, sizler gücünüz yettiğince Allah'a kulluk görevinizi yaptığınız takdirde, dünya hayatında imtihandan geçerken veya zulüm ve haksızlığa karşı mücadele verirken başınıza ne gelirse gelsin; zafer veya yenilgi, hastalık veya sağlık, zenginlik veya fakirlik, kazanç veya iflas, hayat veya ölüm, evet, başınıza ne gelirse gelsin, her hâlükârda kazanan siz olacaksınız. İşte bu gözle olaylara baktığınız zaman, inanan bir insan için Allah'ın sevgisini ve hoşnutluğunu kaybetme dışında "kötülük" olmadığını görecek ve hiçbir zaman ümitsizliğe, yılgınlığa düşmeyeceksiniz.

Allah'ın Elçisi (s) şöyle buyurmuştur: "Müminin hâli ne güzeldir, onun her hâli kendisi için hayır sebebidir. Ve bu özellik sadece müminde vardır: Bolluk ve nimetlerle karşılaşınca şükreder ve bu kendisi için hayırlı olur. Sıkıntılarla karşılaştığında ise sabreder, yine kendisi için hayırlı olur." (Müslim, Zühd 64)

Öte yandan, Allah ile doğrudan konuşma şerefine nail olmuş Musa gibi bir büyük Peygamber bile geleceği bilemezken, hiç kimse kendisini Hızır'ın yerine koyup da İslâm'a aykırı işler yapamaz. Hızır'ın yaptıkları, tıpkı Azrail'in Allah'ın emriyle insanların canını almasına benzer. Hiç kimse onu kendisine örnek alıp da aynı şeyi yapmaya kalkışamaz. Bir takım ilhamlara, rüyalara ve sözde vehbî ilimlere dayanarak insanların malına ve canına zarar veremez. Verirse, kim olursa olsun, cezasını çeker. Çünkü insanlar Hızır'ın rolünü üstlenmekle değil, Allah'ın gönderdiği kitapta açıkça bildirdiği kurallara uymakla yükümlüdür. Her kim bu kurallara aykırı bir iddiayla ortaya çıkacak olursa, kesinlikle doğru yoldan sapmış demektir.

Şimdi gelelim surenin son kıssasına:
82
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْراًۜ
Ey Muhammed! Sana, bir zamanlar yeryüzünün doğusuna ve batısına hükmetmiş âdil ve güçlü bir hükümdar ve salih bir kul olan Zülkarneyn'i soruyorlar. De ki: "Şimdi size onun dillere destan olan unutulmaz öyküsünü anlatacağım."
83
اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ
Biz ona, yeryüzünde eşi benzeri görülmemiş bir kudret ve egemenlik bahşetmiş ve kendisini, bir cihan hükümdarında bulunması gereken zekâ, cesaret, merhamet, bilgelik gibi üstün özelliklerle yüceltmiş ve bilim, güç, kuvvet, teknoloji, kültür gibi her türlü araçlarla donatmıştık.
84
فَاَتْبَعَ سَبَباً
Böylece Zülkarneyn, batıya doğru bir yol tuttu.
85
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًۜ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْناً
Ve arka arkaya ülkeler fethederek nihayet güneşin battığı yerlere, yani Batı Avrupa sahillerine ulaşınca, derin ve bulanık bir suda, okyanusun koyu mavi sularında muhteşem bir manzara eşliğinde güneşin batışını hayranlıkla izledi. Orada azgın bir topluluğa rastladı ve onları egemenliği altına aldı. Ona vahiy yoluyla, "Ey Zülkarneyn!" dedik, "İstersen onları yaptıkları kötülüklerden dolayı cezalandırırsın, istersen kendilerine iyilik edip bu seferlik affedersin. Toplumsal barış ve huzuru temin etmek ve adaleti gerçekleştirmek üzere, zaman ve zemine göre dilediğin davranış biçimini seçebilirsin."
86
قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً
Bunun üzerine Zülkarneyn halka seslenerek, "Dinleyin, ey insanlar!" dedi, "Bundan böyle her kim zulüm ve haksızlık yapmaya kalkışırsa, onu kesinlikle cezalandıracağız! Sonra o, Hesap Günü Rabb'inin huzuruna çıkarılacak ve Allah onu korkunç bir azaba uğratacaktır!"
87
وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْراًۜ
"Allah'a ve gönderdiği mesaja iman edip güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlara gelince, onlara da yaptığı iyiliklerin karşılığı olarak âhirette en güzel ödül verilecektir. Biz de yöneticiler olarak bu dünyada onları şefkatle bağrımıza basacak, sevgi ve merhamet temeline dayalı bir anlayışla, daima yerine getirilmesi kolay emirlerle yükümlü tutacağız!"
88
ثُمَّ اَتْـبَعَ سَبَباً
Derken, buradan ayrılıp doğu istikametine bir yol tuttu.
89
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ
Ve uzun bir yolculuğun ardından, nihayet güneşin doğduğu yere, yani doğu yönündeki en uzak diyarlara ulaşınca, sıcağa karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluk üzerinde güneşin doğduğunu gördü. Onlara Allah'ın emirlerini bildirerek, medeni bir toplum olmaları yönünde onları eğitti.
90
كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْراً
İşte Zülkarneyn, yeryüzünün doğusuna ve batısına hükmeden böyle kudretli ve bilge bir hükümdardı. Ve hiç kuşkusuz Biz, onun tüm yaptıklarından haberdar idik.
91
ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَباً
Derken buradan ayrıldı ve kuzey ülkelerine doğru bir yol daha tuttu.
92
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً
Nihayet iki doğal set hâlinde insanları düşman saldırısından koruyan sarp kayalıkların arasındaki dar geçide varınca, bu dağların eteklerinde yaşayan ve Zülkarneyn'in konuştuğu dili bilmedikleri için söylenenleri neredeyse hiç anlamayan dilleri tuhaf, ifadeleri yetersiz bir toplumla karşılaştı.
93
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجاً عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَداًّ
Zülkarneyn'in ilim, irfan, güç, kuvvet ve hâkimiyette ne derece ileri olduğunu gören bu insanlar, tercüman aracılığıyla ona, "Ey Zülkarneyn!" dediler, "Ye'cüc ve Me'cüc dediğimiz hak hukuk tanımayan barbar kabileler, iki dağın arasındaki şu geçitten bize sürekli saldırarak bu topraklarda bozgunculuk yapıyorlar. Sana ödeyeceğimiz bir miktar vergi karşılığında, bizimle onlar arasına iki dağın arasını tamamen kapatacak şekilde bir set yapar mısın?
94
قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْماًۙ
Zülkarneyn, "Elbette!" dedi, "Fakat bu iyiliği size karşılıksız yaparak Rabb'imin hoşnutluğunu kazanmak isterim. Çünkü Rabb'imin bana vadettiği sonsuz cennet nimetleri ve bu dünyada bahşettiği kudret ve hükümranlık, sizin verebileceğiniz her şeyden daha hayırlıdır. Yeter ki, siz bana beden gücüyle yardımcı olun, sizinle onlar arasına setten daha sağlam bir bent inşa edeyim!"
95
اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَاراًۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْراًۜ
"Şimdi bana, bulabildiğiniz kadar demir kütleleri getirin!"

Zülkarneyn, demir kütlelerini üst üste yığarak geçidi düzgün bir şekilde kapadı. Nihayet iki dağın yamaçları arasındaki boşluğu tamamen doldurtup dağlarla eşit seviyeye getirince, dev körükler hazırlandı, ateşler yakıldı ve Zülkarneyn, "Körükleyin!" diye emretti. Demir iyice kor hâline gelince, "Bana erimiş bakır getirin, üzerine döküp onu tunç hâline getireyim!" dedi.
96
فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً
Böylece, iki dağı birleştiren sapasağlam, harika bir set inşa etti. Öyle ki, bundan böyle saldırgan topluluklar yüzyıllar boyunca ne bu seti aşabildiler, ne de onda bir gedik açabildiler.
97
قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ
Zülkarneyn, yaptığı bu büyük işten dolayı şımarıp gurura kapılmadı. Aksine, bir mümine yaraşan alçakgönüllülükle, "Bu, Rabb'imin bizlere bir lütfudur. Gerçi ben elimden geldiğince sağlam bir duvar yaptım, fakat bu sonsuza kadar sürecek değildir. Rabb'imin vaadi gelince, bu seti de paramparça edecektir. Rabb'imin verdiği söz mutlaka gerçekleşecektir."

İşte Zülkarneyn budur. O sadece kudretli bir hükümdar değil, o aynı zamanda Rabb'ine boyun eğen, âhiret gününe inanan ve adaletten zerre kadar ayrılmayan tertemiz bir mümindi.

O halde, ey insanlar! Yeryüzünü kana bulamak için fırsat kollayan Ye'cüc ve Me'cüc gibi sömürgeci güçlere karşı siz de Zülkarneyn gibi savaşmalı, bilim ve tekniğin bütün imkânlarını kullanarak onlara işledikleri kötülüklerin cezasını vermelisiniz. Bu onların bu dünyada çekeceği azap olacak. Kıyamet Gününe gelince:
98
وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ
Sura birinci kez üflenip kıyamet koptuğu zaman, o Gün onları ikinci sur ile mezarlarından kaldırıp bir süre şaşkın bir hâlde ortalıkta bırakacağız, dehşet içerisinde bir o yana bir bu yana koşacak, dalga dalga birbirlerine girecekler. Üçüncü kez sura üflenince, Büyük Mahkeme için hepsini huzurumuzda toplayacağız.
99
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضاًۙ
Ve o Gün cehennemi, tüm dehşetiyle inkârcılara göstereceğiz.
100
اَلَّذ۪ينَ كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعاً۟
Çünkü onlar, Kur'an'da dile getirdiğim bunca uyarılarıma karşı gözleri kibir, önyargı ve inat örtüleriyle perdelenmiş kimselerdi. Öyle ki, uyarıları işitmeye bile tahammül edemiyor, dinlemeden, anlamadan hakikati reddediyorlardı. Kimileri de, ilâhlık makamına yücelttikleri birtakım varlıklar sayesinde kurtulacaklarını iddia ediyorlardı. Fakat o gün, ne büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlayacaklar! Öyle ya;
101
اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلاً
Yoksa inkârcılar, Benim kimi kullarımı kendilerine Benden başka dost ve yardımcı edinerek onların şefaati sayesinde kurtulabileceklerini mi sanıyorlar? Hayır, tam tersine! Doğrusu Biz kâfirlere "konukevi" olarak, cehennemi hazırladık!
102
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ
O hâlde, onlara de ki: "Yaptıkları sözde iyilikler konusunda en büyük hayal kırıklığına kimlerin uğrayacağını size bildireyim mi?"
103
اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً
"Onlar güzel işler yaptıklarını zannettikleri hâlde, bu dünyadaki bütün emekleri boşa giden kimselerdir."
104
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً
İşte onlar, Rab'lerinin ayetlerini ve O'na kavuşacakları gerçeğini inkâr eden ve bu yüzden yapıp ettikleri boşa giden kimselerdir. Tartılacak iyilikleri kalmadığından, Hesap Günü onlar için terazi bile kurmayacağız. Yani yaptıkları sözde iyiliklere değer vermeyecek, hiçbirini dikkate almayacağız.
105
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً
Evet, apaçık hakikati inkâr ederek ayetlerimi ve elçilerimi alaya aldıkları için, onların cezası cehennemdir.
106
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاًۙ
Ayetlerimize yürekten iman eden ve bu imanın gereği olarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlar ise, her türlü nimetlerle donatılmış Firdevs cennetlerinde ağırlanacaklardır.
107
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً
Sonsuza dek orada kalacak ve hiçbir zaman oradan ayrılmak istemeyecekler. İşte bu sonsuz nimetleri kazanmak için:
108
قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً
Ey Peygamber! Yaratanın sonsuz ilmiyle yaratılanların sınırlı bilgisi arasındaki farkı akıllarda kalacak çarpıcı bir örnekle ortaya koymak üzere de ki: "Rabb'imin sonsuz ilim ve hikmetini gözler önüne seren kelimelerini yazmak için okyanuslar mürekkep ve ağaçlar kalem olsa, yine de okyanuslar tükenir, fakat Rabb'imin kelimeleri tükenmezdi, mevcut olanlara bir o kadarını daha eklesek bile!"
109
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً
O hâlde, sonsuz ilim ve hikmet sahibi olan Allah'ın en önemli tavsiyesini insanlığa iletmek üzere de ki: "Ey insanlar! Ben de ancak sizin gibi ölümlü bir insanım. Şu kadar ki, bana ilahınızın ancak eşi ve ortağı olmayan bir tek İlâh olduğu bildiriliyor. O hâlde her kim Rabb'ine kavuşmayı ümit ediyorsa, dürüst ve erdemlice davranışlar ortaya koysun ve Rabb'ine kulluk ve ibadetinde hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmasın!"
110

Sureler

Mealler