Sureler
Mealler
Önceki
Nahl Suresi
Sonraki
Kehf Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 O yüceler yücesi Allah ki, mucizelerinden bir kısmını kendisine göstermek üzere, bir gece kulunu Mekke'deki Mescid-i Haram'dan alıp, bereketlerle kuşattığı Peygamberler diyarı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürdü. Böylece, bugüne kadar elden ele taşınan tevhid sancağını devralan Son Elçi, yeryüzünde kendisini bekleyen çetin mücadeleye hazırlanmak üzere, Rabb'inin huzurunda muhteşem mucizelere şahit oldu ve tüm insanlığı aydınlatacak mesajlarla yeniden aranıza döndü.

Hiç kuşkusuz O her şeyi işiten, her şeyi gören mutlak kudret sahibidir.
2 Nitekim Biz bir zamanlar Musa'ya da,sonradan Tevrat adıyla anılacak olan kutsal Kitabı vermiş ve onu, İsrail Oğulları'na doğru yolu gösteren bir rehber kılmıştık. Ve o kitap aracılığıyla onlara şöyle emretmiştik: "Sakın kendinize Benden başka biryardımcı, hayatınıza yön verecek bir efendi, bir koruyucu edinmeyin!"
3 "Ey Nuh'la beraber gemide taşıdığımız insanların soyundan gelenler! Siz de çağınızın tufanlarından, toplumsal bunalımlardan, zulüm ve haksızlıklardan kurtulup dünya ve âhiret saadetine ulaşmak istiyorsanız, kendinize atanız Nuh'u örnek almalısınız. Çünkü o, gerçekten Rabb'ine çok şükreden bir kuldu."
4 Ve o kitapta, İsrail Oğulları'na uyarı amacıyla, ileride meydana gelecek şu olayları bildirmiştik: "Muhakkak siz yeryüzünde iki defa geniş çapta bozgunculuk çıkaracak, sahip olduğunuz güç ve servetle şımarıp küstahlaşarak aşırı derecede taşkınlıklar yapacaksınız. Fakat yaptığınız her bozgunculuğun ardından, büyük bir felâketle yüz yüze geleceksiniz:
5 Bu çıkaracağınız fesat ve bozgunlardan ilkinin cezalandırılma zamanı gelince, güçlü kuvvetli ve acımasız kullarımızı üstünüze salacağız. Öyle ki, bunlar ülkenizi tamamen işgal edip hepinizi kılıçtan geçirecekler. Hatta evlerinizin arasında yakalayıp öldürecekleri bir Yahudi arayacaklar. Şüphesiz bu, gerçekleşmesi kaçınılmaz bir vaattir.
6 Sonra nihayet aklınız başınıza gelecek ve tövbe edip yeniden Allah'ın kitabına sarılacaksınız. Biz de, düşmanlarınızakarşı yeniden toparlanmanızı ve onlara bir kez daha üstün gelmenizi sağlayacağız. Hem mal ve oğullarla —yani ekonomik, toplumsal, siyasî ve askerî güç bakımından— sizi destekleyecek, hem de genç ve dinamik bir nesil vererek sayınızı çoğaltacağız. Dolayısıyla:
7 Eğer iyilik yaparsanız, aslında kendinize iyilik etmiş olursunuz; kötülük yaptığınız takdirde de, yine ancak kendinize kötülük etmiş olursunuz.

Fakat bir süre sonra, bu öğütleri unutacak ve ikinci kez geniş çaplı bir azgınlığa girişeceksiniz. Böylece ikinci vaadin gerçekleşme zamanı gelince, yine sizi cezalandırmak için, onurunuzu ayaklar altına alarak yüzünüzü karartacak, daha önceki işgal kuvvetlerinin girdikleri gibi yine Kudüs'e, Mescid-i Aksa'ya girip tüm kutsal değerlerinizi çiğneyecek ve ele geçirdikleri her şeyi tamamen kırıp geçirecek güçlü ve acımasız düşmanlar salacağız üzerinize.

Fakat her şeye rağmen, yine de tövbe edip kurtulmak için geç kalmış sayılmazsınız:
8 Eğer Son Elçiye iman ederseniz, Rabb'inizin size acıyıp merhamet etmesini umabilirsiniz. Fakat inkâr ve azgınlığa geri dönerseniz, Biz de sizi cezalandırmaya geri döneriz! Gerçekten biz, cehennemi kâfirlere bir cezaevi, bir zindan yapmışızdır!

Fakat bu zindandan kurtuluş yolunu da göstermekteyiz:
9 Hiç kuşkusuz bu Kur'an, insanlığı en güzel, en doğru yola iletir ve gösterdiği yolda yürüyerek güzel davranışlar ortaya koyan müminlere, kendilerini büyük bir mükâfatın beklediğini müjdeler.
10 Ve gerek sözleri, gerek davranışlarıyla öte dünyanın varlığını inkâr edenlere, kendileri için can yakıcı bir azap hazırladığımızı bildirerek onları uyarır.

Hal böyleyken:
11 İnsanoğluAllah'tan güzel şeyler istercesine, kötülükleri isteyip durur. Çünkü insanoğlu pek acelecidir. Peşin olan şeylere düşkündür. Bu yüzden âhireti dünyada yaşamak ister. Kendisini bekleyen mükâfatı ve azabı hiç hesaba katmadan, felâketle sonuçlanacak dileklerde bulunur. Kötülükle karşılaşacağını bildiği hâlde, kendisine hâkim olamayıp Rabb'ine isyan eder. İlâhî tehditlerin doğruluğunun ispatı için mucizeler, kerametler gösterilmesini bekler. Oysa evrendeki şu mükemmel düzen, Allah'ın varlığını, birliğini, adalet, kudret, hikmet ve merhametini açıkça ortaya koyan birer mucizedir:
12 Biz geceyi ve gündüzü, kudretimizi gözler önüne seren apaçık birerkanıt, birer alâmet kıldık ve Ay'ı, yıldızları ve karanlığı gecenin; Güneş'i, gündüzü ve aydınlığı da gündüzün işareti yaptık. Sonra gecenin alâmeti olan ve bir zamanlar Güneş gibi ısı ve ışık veren Ay'ın yüzeyini soğutarak silip kararttık. Gündüzün alâmeti olan Güneş'in yüzeyini ise aynen olduğu gibi bırakarak ısı ve ışık yayan aydınlatıcı bir hayat kaynağı kıldık. Ki böylece, onun sayesinde Rabb'inizin lütuf ve nimetlerini arayıp bulasınız. Ayrıca gök cisimlerinin belli yörüngelerde sistematik olarak hareket etmelerini sağladık ki, günlerin, ayların, mevsimlerin ve yılların sayısını belirleyesiniz ve zamanı ölçüp takvim hesaplarıyapmasını öğrenebilesiniz. İşte Biz, insanoğlunu hakikate ulaştıracak her şeyi böyle açıkça ortaya koyduk.
13 Biz her insanın cennet veya cehennemle noktalanan kaderini onun kendi boynuna yani kendi tercihlerine ve yapıp ettiklerine bağlı kıldık. Dolayısıyla her insan, yaptığı tercihlerle kendi yazgısını bizzat kendisi belirleyecek ve sonucundan da yalnızca kendisi sorumlu olacaktır. İşte bu yüzden, Mahşer Günü onun karşısına, dünyada yapmış olduğu her şeyin bir bir kaydedildiği veönünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız. Ve o gün ona şöyle denilecek:
14 "Kendi tercih ve eylemlerinle yazmış olduğun kitabını oku! Bugün senin hesabını görmek için bizzat kendi vicdanın sana yeter!" Demek ki:
15 Her kim iyiliği, güzelliği tercih ederek doğru yola yönelirse, ancak kendi iyiliği için yönelmiş olur. Her kim de kötülüğü, çirkinliği tercih ederek doğru yoldan saparsa, o da ancak kendi zararına sapmış olur. Dolayısıyla, hiç kimse bir başkasının günahını taşımayacaktır. Ve biz, iyinin-kötünün ne olduğunu açıkça ortaya koyan bir Peygamber veya onun görevini aynen yüklenen bir davetçi göndermedikçe, insanlara azap edecek değiliz.

Elçi gönderir göndermez de, öyle alelacele helâk etmeyiz:
16 Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, oranın ileri gelen lider ve yöneticilerine gönderdiğimiz Elçi ve Kitap aracılığıyla, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip ilâhî yasalara itaat etmelerini emrederiz. Fakat onlar buna rağmen orada günah işlemeye ısrarla devam ederler ve halk da onları desteklerse, işte o zaman azabı hak ederler, biz de onları en ağır biçimde cezalandırıp yok ederiz.
17 Nitekim Nuh'tan sonra gelip geçmiş nice medeniyetleri, nice toplulukları böyle helâk ettik. Kullarının işlediği günahları haber alan ve her şeyi gören bir şahit olarak, Rabb'in yeter.
18 Her kim yalnızca şu gelip geçici olan dünyanın zevk ve arzularını istiyorsa, bu dünyada dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar nimeti peşin olarak hemen veririz. Öyle ki, hepsi çalışmasının karşılığını tam olarak alır. Fakat sonunda, ona cehennemi ebedî yurt yaparız. Alçaltılmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş bir hâlde oraya girer.
19 Ve kim de âhiretin sonsuz nimet ve mutluluğunu arzu eder ve Allah'a ve ayetlerine iman etmiş olarak, onu kazanmak için gereken çabayı gösterirse, işte onlar da çalışmalarının karşılığını tam olarak göreceklerdir. Dünya için çalışanlara dünyalıkları verilecek, ama âhiret için çalışanlar dünya nimetlerinden mahrum kalmayacak:
20 Dünyayıisteyen o azgınlara da, âhireti isteyen şu fedakâr insanlara da, hepsine Rabb'inin nimetlerinden bol bol veririz. Çünkü Rabb'inin lütuf ve ihsanı kullarından esirgenmiş değildir.
21 Bak, insanları servet, güç, zekâ ve yetenek bakımından nasıl da birbirlerinden üstün kıldık. Fakat bu gelip geçici nimetleri elde etme uğruna âhireti terk etme! Çünkü âhiret, hem derece hem de üstünlük bakımından dünya nimetlerinden çok daha büyüktür. Bu yüce makama ulaşmak istiyorsan, şu hikmet dolu öğütleri iyi dinle:
22 Sakın Allah ile beraber başka varlıkları tanrı edinme; yoksa kınanmış ve yapayalnız bir hâlde kendi başına oturup kalırsın!
23 Rabb'in yalnızca kendisine kulluk etmenizi ve ana babanıza iyi davranmanızı emrediyor. Onlardan biri yahut her ikisi sana sığınır da senin yanında ihtiyarlık çağına erişirlerse, onlara karşı son derece saygılı davran, hizmet ve hürmette kusur etme. Değil kötü bir söz söylemek, onlara "Öf!" bile deme. Hele onları sakın azarlama, tam tersine, onlara saygı ve sevgi dolu, gönül alıcı tatlı sözler söyle.
24 Onlara en içten şefkat ve alçak gönüllülük duygularıyla kol kanat ger ve "Ey Rabb'im, onlar beni çocukluğumda nasıl büyütüp yetiştirdilerse, sen de onlara öylece merhamet et!" diye onlar için dua et.

25 Unutmayın ki Rabb'iniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Geçmiş hayatınız günahlarla dolu olsa bile, eğer tövbe eder de bundan böyle dürüst ve erdemli birer insan olursanız, hiç kuşkusuz Allah, tövbe edip hakka yönelenlerin günahlarını bağışlayacaktır. Bunun için:
26 Ey insanoğlu! Akrabaya, yoksullara ve yolda kalmışlara hakları olan zekât ve sadakalarını ver. Fakat Allah'ın yasakladığı yerlere harcama yaparak veya kendini ve aileni başkalarına muhtaç bırakacak şekilde malını dağıtarak büsbütün de saçıp savurma.
27 Çünkü servetlerini, zamanlarını, güç, imkân ve yeteneklerini böyle boş yere saçıp savuranlar, bu tavırlarıyla şeytanların dostları ve kardeşleri olmuşlardır. Şeytan da Rabb'ine karşı çok nankördür.
28 Eğer sen de ihtiyaç içinde olur da, Rabb'inden umduğun bir yardım ve rahmeti beklediğin için o fakir ve muhtaç insanlara şimdilik bir şey veremeyecek durumda olursan, hiç değilse gönül alıcı tatlı sözler söyle onlara. Ve harcama yaparken, ölçülü ve dengeli davranmayı unutma:
29 Ne öyle ellerini boynuna kelepçeyle bağlamış gibi cimri ol, ne de keseyi sonuna kadar açan bir savurgan; yoksa ya cimriliğinden dolayı kınanmış bir hâlde, ya da savurganlığından dolayı pişmanlık ve üzüntü içerisinde oturup kalırsın.

Öte yandan, insanlar arasında ekonomik eşitliği sağlamak ve sınıfsız bir toplum meydana getirmek adına, suni araçlarla ekonomiye müdahale ederek doğal servet dağılımını değiştirmeye çalışma. Unutma ki, aşırı derecelere varmayan ekonomik eşitsizliğin de —adaletsizliğin değil— toplumda işbölümü sağlama, rekabeti canlandırıp üretimi artırma gibi birçok hikmet ve faydaları vardır:
30 Hiç kuşkusuz Rabb'in dilediğinin rızkını genişletir, dilediğine ölçülü ve idareli verir. Dolayısıyla, sahip olduğu nimetlerden dolayı hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Elbette O, kullarının neye muhtaç olduklarını bilmekte, onların her hâlini görmektedir. O hâlde, rızık kazanma kaygısıyla başkalarının hakkına göz dikmeyin. Özellikle de:
31 Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin! Ne kız çocuklarını diri diri toprağa gömen eski Arap putperestleri gibi, ne de kürtaj yoluyla bebeklerini parça parça doğrayan çağdaş cahiliye toplumları gibi çocuklarınıza kıymayın! Bu çocuklar sizin rızkınıza ortak olacaklar diye korkmayın; unutmayın ki, onları da sizi de besleyen Biziz. Dikkat edin: Onları öldürmek, gerçekten çok büyük bir suçtur ve cezası da cehennemdir.
32 Ve ister evli ister bekâr olun, evlilik dışı cinsel ilişkilerden uzak durun! Değil zina etmek, zinaya yaklaşmayın bile!Toplumu eğiterek ve gerekirse caydırıcı cezalar vererek gayrimeşru ilişkileri önleyin. Zinaya yol açan müstehcen yayınları, çıplaklığı, hayâsızlığı engelleyin. Evliliği kolaylaştırarak ve yuva kurmak isteyen gençlere yardımcı olarak evliliği özendirin. Böylece, zinaya götüren bütün yoları kapayın. Çünkü zina, sağlıklı bir toplumun temel yapıtaşı olan aile kurumunu yıkarak onu içten içe çökerten çok çirkin bir davranış ve toplumun çözülüp dağılmasına yol açarak onu uçuruma sürükleyen pek çirkin bir yoldur.
33 Haklı bir gerekçeye dayanmaksızın, Allah'ın kutsal kıldığı cana kıymayın! Her kim haksız yere öldürülürse, onun meşru mirasçılarına, katilin kısas edilerek öldürülmesini isteme veya kendilerine kan diyetinin ödenmesi konusunda (2. Bakara: 178) hukukî bir yetki tanımışızdır. O hâlde, onlar da hukukun vereceği karara saygı göstermeyip bizzat kendileri adaleti sağlamaya çalışarak veya katilin cezalandırılmasını yeterli görmeyip onun akrabalarından da intikam almaya kalkarak öldürme konusunda sınırı aşmasınlar. Çünkü onlara, katilin öldürülmesini talep etme yetkisi verilerek yardım edilmiştir.
34 Yasal olarak korumanız altında bulunan yetimler ergenlik çağına ulaşıncaya dek, onların mal varlığına ancak onu en âdil ve en güzel biçimde değerlendirmek amacıyla yaklaşabilirsiniz. O malları harcayıpçarçur etmek amacıyla değil. Yetimlerin size emanet edilen mallarını yatırıma dönüştürüp onlar adına değerlendirebilirsiniz. Fakat gerekli yaş ve olgunluğaulaştıklarında, onlara mallarını geri vermek zorundasınız. Bir de, verdiğiniz her sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözler, Hesap Günü mutlaka sorulacaktır.
35 Ticarî, hukukî, ahlâkî ve benzeri konularda bir şey ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun. Tarttığınız her şeyi doğru teraziyle tartın ve hayatınızın her alanında, doğruluk ve adaleti kendinize temel ilke edinin. Bu sizin için hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir. Çünkü adalet ve dürüstlüğün egemen olduğu bir toplum, dünyada güven ve huzuru, âhirette de cennet nimetlerini elde eder.
36 Hakkında yeterli bilgin olmayan ve doğruluğunu tam olarak araştırmadığın bir şeyin ardından körü körüne gitme! Sağlam ve inandırıcı delillere dayanmadan hiçbir konuda kesin yargıda bulunma, hiç kimseyi asılsız söylentilere dayanarak suçlama. Çünkü araştırma yapıp gerçeği öğrenmen için Allah'ın sana bağışladığı kulak, göz ve gönül, bunların hepsi bu yaptığından sorumludur.
37 Allah'ın sana bahşettiği zenginlik, kuvvet, güzellik, zekâ gibi nimetlerle şımarıp da yeryüzünde kibirli kibirli yürüme! Çünkü sen o kadar aciz bir varlıksın ki, ne yerleri yırtıp parçalayabilir, ne de boyca dağlara erişebilirsin!
38 İşte ey insanoğlu; yirmi ikinci ayetten bu yana, birçok emirler, yasaklar ve hikmetli öğütler dinledin. Bütün bu sayılanların kötü ve yasaklanmış olanları, Rabb'inin katında asla hoş görülmeyen çirkin davranışlardır.
39 İşte ey Muhammed, bütün bunlar, Rabb'inin sana vahiy yoluyla bildirdiği hikmet dolu sözlerden bir demettir. Ve bütün bu öğütlerin aslı ve esası şudur:

Ey insanoğlu! Sakın Allah ile beraber başka varlıkları tanrı edinme, yoksa kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş bir hâlde cehenneme atılırsın!

Bunun için Rabb'inizi, O'nun yüceliğine yaraşır sıfatlarla anın. O'na oğullar, kızlar yakıştırarak, "hükmüne boyun eğilmeyen aciz bir tanrı" inancı oluşturmayın:
40 Ey müşrikler! Sizler kız çocuğuna sahip olmaktan utanç duyuyor, ama meleklerin "Allah'ın kızları" olduğunu iddia ediyorsunuz! Rabb'iniz erkek çocukları size lâyık gördü de, kendisine meleklerden kız çocuklar mı edindi? Doğrusu siz, gerçekten büyük bir gazaba sebep olan çirkin sözler söylüyorsunuz!
41 Oysa Biz bu Kur'an'da, Allah'ın varlığını, birliğini, acziyet ve noksanlık ifade edebilecek bütün sıfatlardan uzak, insan hayalinin ulaşabileceği her türlü tasavvurun üstünde ve ötesinde yüceler yücesi bir Yaratıcı olduğunu; hikmet, kudret ve adaletten yoksun bir tanrı inancının insanoğlunu dünyada da âhirette de felâketlere sürükleyeceğini farklı yerlerde, farklı örneklerle ve tüm boyutlarıyla açıkça ortaya koyduk ki, bu ayetleri düşünüp öğüt alsınlar. Fakat bunca öğütler, zalimlerin ancak nefretlerini ve haktan uzaklaşıp kaçışlarını artırıyor.
42 Ama sen bıkmadan, usanmadan uyarmaya devam ederek de ki: "Eğer onların iddia ettikleri gibi O'nunla beraber başka tanrılar olsaydı, o zaman elbette o tanrılar Arş'ın Sahibi ve Evrenin Mutlak Hükümranıolan Allah'ın katına ulaşıp O'na üstün gelmek ve evrenin tek hâkimi olmak içinbir sebep, bir yol bulmaya çalışırlardı. Çünkü Tanrı, kendisinden daha yüce, daha kudretli hiçbir şey olmayan varlık demektir. Dolayısıyla, birden fazla tanrının varlığı aklen düşünülemez. O hâlde:
43 Allah birdir ve O'ndan başka tanrı yoktur. O,inkârcılarındüşünce ve anlayışlarının bozukluğundan kaynaklanan her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzehtir, onların söylediklerinden uzaktır, yücelik ve azametinde sınırsızdır.
44 Yedi kat gök, yer ve bunların içindeki her şey O'nun varlığını, birliğini, sınırsız ilim, hikmet, kudret ve yüceliğini haykırarak tesbih etmektedir. Öyle ki, varlıklar âleminde O'nu övgüyle anıp zikretmeyen hiçbir şey yoktur! Ne var ki, siz onların bu haykırışlarını işitemez, tesbihlerini tam olarak anlayamazsınız.

Hiç kuşkusuz Allah kullarına karşı çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır.
45 Ey Müslüman!Hakikate inanmak istemeyen inatçı, kibirli ve önyargılı kimselere Kur'an okuduğun zaman, seninle, âhirete inanmayan bu insanların arasına gözle görülmeyen ve onların hakkı idrak etmelerine engel olan bir perde çekeriz. Şöyle ki:
46 İnsanın özüne yerleştirdiğimiz yasalar gereğince, onların kalplerine onu anlamalarına engel kılıflar geçirir, kulaklarına da onu duymalarına engel ağırlıklar koyarız. İşte bu yüzden, Kur'an'dan bir bölüm okurken ne zaman Rabb'inden eşi ve ortağı olmayan bir tek ilâh olarak söz etsen, taptıklarıilâhların sahte olduğunun anlaşılacağı ve buna bağlı olarak şeytanî düzenlerinin yıkılacağını bildiklerinden, ürkerek sırtlarını dönüp giderler. Sonra da, güya açığını yakalayıp sana karşı koz olarak kullanmak için seni Kur'an okurken gizli gizli dinlerler:
47 Ey Peygamber! Biz o müşriklerin seni dinledikleri zaman ne amaçla dinlediklerini ve kendi aralarında gizli gizli konuşurlarken o zalimlerin Kur'an'dan etkilenen insanlara, "Siz ancak büyülenmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz!" dediklerini gayet iyi biliyoruz. Sana "büyülenmiş" diyorlardı, çünkü okuduğun Kur'an'dan etkileniyor, vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu sözlerin beşer kaynaklı olmadığını, olamayacağını hissediyorlardı. Öyleyse Muhammed, "insanüstü" bir güce dayanarak konuşuyordu ve onlara göre bu güç, sihirden başka bir şey değildi.
48 Bak, ozalimler gerçeği çarpıtmak için senin hakkında kimi zaman büyücü, kimi zaman büyülenmiş, bezen zeki bir düzenbaz, bazen deli, bazen da şair diyerek nasıl saçma ve anlamsız örnekler getirdiler de doğru yoldan iyice saptılar. Bu bakış açısıyla, bir daha da doğru yola gelemezler.
49 İnkârcılar, "Biz mezarda çürüyüp kemik ve toz yığını hâline geldikten sonra mı, sahidenbu hale geldikten sonra mı yeni bir yaratılışla diriltilecekmişiz?" diyorlar.
50 Onlara de ki: "Kemik ve un ufak olmuş cansız bedende hiç olmazsa bir insanlık kokusu ve hayatı çağrıştıran özellikler, canlı organizmalar var. Değil kemik veya toz, ister taş olun, isterse demir…"
51 "Yahut diriltilmesini imkânsız gördüğünüz bir başka varlık… Ne olursanızolun, muhakkak bir gün diriltilip hesaba çekileceksiniz."

Buna karşılık, "İyi de, bizi kim tekrar hayata döndürecek?" diye soracaklar. De ki: "Sizi kim yoktan var ettiyse, O!" Bu sefer, sana inanmadıklarını göstermek için başlarını sağa sola sallayarak, "Peki, ne zamanmış o?" diyecekler. De ki: "Umarım ki, pek yakında! Öyle bir Günde ki:"
52 "O gün sizi huzuruna çağırınca, derhal O'nu övgüyle yücelterek emrine uyup mezarlarınızdan fırlayacak ve yargılanmak üzere huzuruna çıkacaksınız. İşte o zaman,dünyada çok kısa bir süre kaldığınızı hissedeceksiniz."
53 Ey Muhammed! Bu inkârcıları hak dine davet edecek olan mümin kullarıma söyle: Onlarla konuşurken gönül incitmeden, kaba ve kırıcı davranmadan, en güzel şekilde konuşsunlar. Çünkü şeytan, kalplere kin ve nefret tohumları ekerek aralarına fesat sokmak ve böylece onları öfkelendirip birbirine düşürmek için her an fırsat kollamaktadır. Doğrusu şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

O hâlde, ey iman edenler! Cennetin yalnızca sizlere özgü olduğu ve karşınızdakinin cehenneme gireceği yolunda ifadeler kullanarak, —üstelik bu sizin üzerinize vazife değilken— şeytanın eline koz vermeyin. Unutmayın ki:
54 Sizin Allah katındaki derecenizi ve neye lâyık olduğunuzu en iyi bilen yalnızca Rabb'inizdir. Dilerse günahlarınızı bağışlayıp size merhamet eder, dilerse günahlarınız yüzünden sizi cezalandırır. O hâlde size düşen, kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu belirlemek değil, hakikati olanca açıklığıyla tebliğ etmektir. Öyle ya, Biz seni bile ey Muhammed,insanların akıbeti konusunda hüküm vererek onlara vekil olasın da tüm sorumluluklarını üstlenesin diye göndermiş değiliz.
55 Hiç kuşkusuz Rabb'in, göklerde ve yerde olan bütün varlıkları her yönüyle ve en mükemmel şekilde bilmektedir. O, sonsuz ilim ve hikmeti uyarınca, insanlar arasından dilediğini seçip elçi olarak görevlendirir. Doğrusu Biz Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kılmışızdır. Kimilerini görsel mucizelerle, kimilerini de hikmet dolu kitaplarla destekleyip yücelttik. Nitekim Davud'a da Zebur'u vermiştik. Ve işte sana da ey Muhammed, Kur'an gibi eşsiz bir mucize gönderdik.
56 Peygamber, melek, evliya gibi varlıkları aşırı derecede yüceltip ilâhlaştırarak Allah'a ortak koşanlara de ki: "Allah'tan başka birer tanrı olduklarını iddia ettiğiniz kimseleri çağırın! Çağırın da, onlar duanıza cevap verebilecekler miymiş görün. Onlar sizden ne bir zararı kaldırabilirler, ne de onukendi üzerlerine alabilir veya başka bir yöne çevirebilirler.
57 Onların yalvarıp ilâhlaştırdıkları bu seçkin kulların bizzat kendileri, hatta içlerinden Allah'a en yakın olanları bile Rab'lerine ulaşıp O'nun rızasını kazanabilmek için iman, ibadet, kulluk gibi çeşitli araçlar, sebepler ve vesileler arayıp dururlar. O'nun rahmetini ümit eder, azabından korkarlar. Çünkü Rabb'inin azabı gerçekten korkunçtur. Öyle ki:
58 Kıyamet Gününden önce azgınlıklarından dolayı büyük bir afet göndererek helâk etmediğimiz ya da savaş, kıtlık, salgın hastalık gibi şiddetli bir azapla cezalandırmadığımız hiçbir ülke yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Bu hüküm,varlık kanunlarının kaydedildiği kitapta evrensel bir yasa olarak yazılmıştır. Eğer "Allah neden insanları imana getirmek için gökten mucizeler göndermiyor?" diyorsanız, şunu iyi bilin ki:
59 İnkârcıların keyfî olarak istedikleri mucizeleri göndermeyişimizin tek sebebi, daha önceki toplumların bu tür mucizelerigözleriyle gördükleri hâlde onları hep yalanlamış ve daha sonrakilerin de aynı şekilde yalanlayacak olmalarıdır. Dolayısıyla, çağdaş kâfirlerin —öy­le iddia ettikleri gibi— mucize görünce iman edivereceklerini sanma­yın. Nitekim bir zamanlar Semud halkına apaçık bir mucize olarak yarılan bir kayadan çıkan o meşhur deveyi vermiştik fakat ona azgınca saldırarak kendilerine zulmetmişlerdi! O hâlde, inkârcılar ne kadar isteseler de, artık onlar istedi diye böyle mucizeler göndermeyeceğiz. Çünkü Biz mucizeleri, insanları zorla imana getirmek veya toplumları helâk etmek için değil, ancak korkutup uyarmak amacıyla göndeririz. İşte bunun için, akla ve vicdana hitap eden en parlak mucizeyi, Kur'an'ı gönderdik:
60 Hani Peygamberliğinin ilk yıllarında sana, "Korkma ey Muhammed, zalimler Allah'ın nurunu asla söndüremeyecektir. Çünkü Rabb'in, sonsuz ilim ve kudretiyle tüm insanları çepeçevre kuşatmıştır!" demiş ve İslâm'ın zaferini sana daha o günlerde müjdelemiştik. Fakatkâfirler, bunu alay konusu yapmışlardı.

Sana Miraç gecesinde gösterdiğimiz o büyük mûcizeleri ve muhteşem görüntüleri ve Kur'an'da sözü edilen (37. Saffat: 62–66, 44. Duhan: 43–46 ve 56. Vakıa: 51–53) o lânetlenmiş ağacı, sırf ikiyüzlü insanların maskelerinin düşmesi vegerçek müminlerin ortaya çıkması için bir sınama aracı kılmıştık. Biz inkârcıların cehennemde zehirli zakkum ağacından yiyeceğini haber vermekle aslında onları korkutup uyarıyoruz, fakat bunca uyarılar, hakkı inkâra şartlandıkları için onların sadece azgınlığını artırıyor.

Nitekim müşrikler, Miraç olayını duyar duymaz inkâr etmişlerdi. Oysa Biz, gerçeğin bilgisini senin gibi doğru ve güvenilir bir insandan öğrenmeleri ve ondan ders alıp doğru yolu bulmaları için sana miraçta böyle mucizeler göstermiştik. Fakat onlar seninle alay ettiler.
61 Hani bir zaman meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin. Yani onun size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!" demiştik. Bunun üzerine İblis hariç hepsi Âdem'e secde ettiler. Meleklerin arasında yaşayan ve esasen bir cin olanİblis ise, kibirlenerek emrimize karşı geldi ve "Şu kokuşmuş balçıktan yarattığın aşağılık yaratığa mı secde edecekmişim?" dedi.
62 Ve ekledi: "Benden üstün tuttuğun şu değersiz insana bak! Onun nesi var ki, benden üstün olacakmış! Eğer Diriliş Gününe kadar bana mühlet verirsen, yemin ederim ki, onun soyundan gelenleri —pek azı hariç— egemenliğim altına alacağım!"

Allah dileseydi İblis'i oracıkta yok ederek işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı amansız mücadele sayesinde içindeki güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti. Bunun için de İblis'e istediği süreyi verdi:
63 Allah "Madem öyle," dedi, "Haydi Kıyamet Gününe kadar onları kötülüğe çağırmak üzere haydi hemen çık git! Ancak şunu da bil ki, içlerinden her kim sana uyarsa, işlediğiniz günahların tam karşılığı olmak üzere, hepinizin cezası cehennem olacaktır!"
64 "Haydi git; onlardan gücünün yettiğini yüreklerde çınlayan sesinle yoldan çıkar. Gerek yaya gerek atlı, bütün ordularınla dört bir yandan yürü üzerlerine! Haram kazancı teşvik ederek mallarına ve senin istediğin amaçlar doğrultusunda eğitilip yetişmelerini sağlayarak çocuklarına ortak ol ve "Dürüstlük karın doyurmaz, çalmazsan aç kalırsın!" "Sınırsız zevk ve eğlence içinde hayatı doyasıya yaşamak varken doğruluk, fedakârlık gibi safsatalarla ne diye keyfini bozacaksın?" "Allah nasıl olsa affeder!" gibi türlü vaadlerle oyala onları! Doğrusu şeytanın onlara verdiği sözler, sonu felâketle bitecek bir aldatmacadan başka bir şey değildir."
65 "Ama ey İblis, Benim gösterdiğim yolda yürüyen ve sadece Bana güvenen kullarımın üzerinde senin hiçbir egemenliğin, zorlayıcı gücün olmayacaktır.

Evet, her konuda güvenilir bir vekil olarak Rabb'in onlara yeter!"

Öyleyse, ey insan! Ezelî düşmanını tanımalı ve onun sinsi tuzaklarına karşı uyanık olmalısın. İşte ona karşı girişeceğin amansız mücadelede sana yol gösterecek, imanını güçlendirecek açıklama ve uyarılar:
66 Rabb'iniz öyle lütufkâr bir yaratıcıdır ki, lütuf ve bereketlerinden nasibinizi arayıp bulasınız diye, gerekli bütün imkân ve şartları hazırlayarak sizin için denizde gemileri yürütüyor. Gerçekten de O, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
67 Denizde yolculuk yaparken başınız dara düştü mü, o ana kadar Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız bütün ouydurma ilâhlar sizi yüzüstü bırakarak kaybolur gider. Yani hepsinin batıl ve asılsız olduğu gün gibi ortaya çıkar. Fakat Allah sizi kurtarıp sağ salim karaya çıkarınca, ettiğiniz duaları, verdiğiniz sözleri unutur, hemen yüz çevirirsiniz. Bak,Rabb'ini tanımayan insan ne kadar da nankördür!
68 Peki, karaya çıkınca her şey bitiyor mu? O'nun sizi, kendinizi güvende sandığınız karada korkunç bir depremle yerin dibine geçirmeyeceğinden ya da üzerinize taşlar savuran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Allah üzerinize öyle bir belâ gönderir ki, sonra kendinize bir koruyucu bulamazsınız.
69 Ya da Allah'ın sizi bir şekilde tekrar denize döndürerek üzerinize şiddetli bir fırtına göndermeyeceğinden ve böylece, nankörlüğünüzden dolayı sizi boğup balıklara yem yapmayacağından emin misiniz? Öyle ki, o zaman bizden bunun hesabını soracak bir yardımcı da bulamazsınız. Oysa insan, en üstün ahlâka ulaşabilecek yeteneklerle donatılmış bir hâlde yaratılmıştır:
70 Gerçekten Biz Âdemoğlunu birçok meziyetlerle donatarak öteki bütün canlılardan, hatta meleklerden bile üstün konuma getirdik. Ona havada, karada ve denizde yolculuk yapmaimkân ve yeteneğini bahşettik. Onu tertemiz nimetlerle rızıklandırdık ve yarattığımız varlıkların pek çoğundan üstün kıldık. O hâlde, bütün bunlara rağmen insanın Allah'tan başkalarına kulluk etmesi, nankörlük ve cehaletin doruk noktası değil midir? Ve böyle bir nankörlüğün cezası, Hesap Gününde hüsrana uğramaktan başka ne olabilir?
71 O gün her topluluğu dünyada iken peşinden gittiği, desteklediği önderleriyle birlikte hesap vermeleri için huzurumuza çağıracağız. İşte o an, amel defteri sağ eline verilen bahtiyar müminler, kendilerine cenneti müjdeleyen bu defterlerini sevinç içerisinde okuyacaklar. O büyük mahkemede, hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak. Çünkü her insan ancak ne yapmışsa onu görecek:
72 Her kim bu dünyada, hakikat karşısında kalp gözü kör olarak yaşamış ise, işte o âhirette de ilâhî nimetler karşısında kör olacak, hem de doğru yoldan daha da sapmış bir hâlde. İşte bunlar, kendileri hak yoldan saptıkları gibi sizleri de saptırmak isterler. Örneğin, ilâhlarını öven birkaç ayet "uydurduğun" takdirde Müslüman olacaklarını söyleyerek güya uzlaşma teklif ederler:
73 Ey Muhammed! Bu inkârcılar, sana vahyettiğimiz Kur'an haricinde birtakım sözler uydurup Bize yakıştırman ve o sözleri Allah'ın ayetleriymiş gibi insanlara okuman için az kalsın seni kandırarakgönderdiğimiz bu Kur'an'dan saptıracaklardı! Ve dediklerini yapmış olsaydın, o zaman seni kendilerine en yakın dost edineceklerdi.
74 Eğer seni çelik gibi bir iman ve kararlılık ile desteklememiş olsaydık, neredeyse onlara —az da olsa— eğilim gösterecektin.
75 Şayet —iyi niyetlerle bile olsa— böyle bir şey yapmış olsaydın, o zaman sana hem hayatında, hem de ölümünden sonra kat kat azap tattıracaktık ve seni elimizden kurtaracak bir yardımcı da bulamayacaktın!

Ama Allah'ın lütfu sayesinde, onlara zerre kadar taviz vermedin. Bunun üzerine, onlar da hak dine karşı savaşlarında başka yöntemlere başvurdular:
76 Onlar seni neredeyse yurdundan çıkarıp sürmek üzereler, fakat sen Medine'ye hicret ettikten sonra, onlar da Mekke'de uzun süre kalamayacaklar. Nitekim Peygamberi yurdundan çıkaranlar, hicretten iki yıl sonra Bedir savaşında yenilgiye uğradılar ve birçokları o savaşta öldürüldü. Sekiz yıl sonra da Mekke tamamen Müslümanların eline geçti.
77 Senden önce gönderdiğimiz diğer Elçiler için de öteden beri uygulayageldiğimiz bir yasadır bu. Nitekim onları yurtlarından sürmek isteyenler ya helâk edilerek, ya düşman istilasına uğrayarak, ya da Peygamberin takipçileri tarafından yenilgiye uğratılarak cezalandırılmışlardı. Bugün de böyledir bu, yarın da böyle olacaktır. Çünkü Bizim yasalarımızda, kıyamete kadar bir aksaklık, bir değişiklik göremezsin.

Bu ilâhî yasaların senin toplumunda da tecelli etmesi için namazını güzelce ve aksatmadan kılarak Rabb'inle gönül bağını sürekli canlı tutmalısın:
78 Güneşin batıya doğru kaymasından, gecenin kararmasına kadar geçen süre içinde öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını güzelce kıl. Şafak vakti Kur'an okumayı da asla ihmal etme. Gerçekten şafak vakti okunan Kur'an'a melekler tarafından şahitlik edilmektedir. Gönüllerin ilâhî esintilere en açık olduğu o şafak vakitlerinde kıldığınız sabah namazınagece ve gündüz melekleri de katılırlar ve o namazı kılan müminlere kıyamet günü şahitlik ederler.
79 Ve ey Muhammed!Müminlerin önderi olman hasebiyle, gecenin bir vaktinde kalk ve yalnızca sana farz, sana mahsus bir ibadet olarak teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabb'in, seni hem dünyada hem de âhirette, tüm yaratılmışların gıptayla bakacağı yüce bir makama, Makam-ı Mahmud'a erdirecektir.
80 Bunun için Rabb'ine el açıp yalvararak de ki: "Ey yüce Rabb'im, gireceğim her yere esenlik ve doğruluk üzere girmemi, çıkacağım her yerden esenlik ve doğruluk üzere çıkmamı sağla ve bana katından, inkârcılığa ve zulme karşı mücadelede müminleri destekleyen bir güç, bir yetki, bir kudret bağışla!"
81 Ve küfrün karanlıklarını parçalayıp âlemleri aydınlatan Kur'an'ın meydana getireceği devrimi şimdiden müjdeleyerek de ki: "İşte nihayet, mutlak ve değişmez gerçek olan hak geldi; yalan, kötülük, inkârcılık temeline dayanan batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl er geç yıkılıp yok olmaya mahkûmdur!"
82 İşte bu amaçla Biz, inananlar için gönüllere şifa ve rahmet olacak, zalimlerin ise yalnızca yıkılıp yok olmalarını hızlandıracak Kur'an ayetlerini peyderpey göndermekteyiz. Kur'an'ın şifa verici, yol gösterici hidayetinden uzak kalan insanın ne hâle düşeceğini görmek ister misiniz?
83 İnsanoğluna katımızdan zenginlik, sağlık, güzellik, güç, zekâ gibi bir nimet verdik mi, bunları kendisine kimin verdiğini unutur, bu nimetlerle şımarıp ayetlerimizden yüz çevirir ve kibirlenerek yan çizer. Başına bir belâ gelince de, bunun bir imtihan olduğunu düşünmez, kendisini tamamen dağıtıp büsbütün ümitsizliğe düşer. O hâlde, ey Müslüman!
84 Kur'an'ın yol göstericiliği olmaksızın mutluluğa ulaşabileceklerini sanan gafillere de ki: "Herkes kendi içinden gelen eğilimlere, alışkanlıklara, ruh hâline göre bir yol çizer ve bunun en doğru yol olduğunu iddia eder. Böylece her toplum farklı bir inanç, ahlâk anlayışı ve dünya görüşü benimseyerek bu inanç doğrultusunda davranışlar geliştirir ve kendi mizacına uygun tarzda hareket eder. Fakat herkes kendi mizacına uygun gelen yolu tutmakla, insanlığı kurtuluşa iletecek doğru yolu tutmuş sayılamaz. Çünkü içinizden kimlerin doğru yolu izlediğini en iyi bilen ve hangi yolun izlenmesi gerektiğine karar veren Rabb'inizdir." Ve bu yolu, Kur'an vasıtasıyla size bildirmiştir. Peki, Kur'an'ı Muhammed'e getiren kimdir ve ona gelen vahiy nasıl bir şeydir?
85 Ey Muhammed! Sana vahiy meleği Cebrail'in mahiyetini ve vahiy olgusunu,yani Ruh'u soruyorlar. Onlara de ki: "Ruh, doğrudan doğruya Rabb'imin emrindedir ve ancak O'nun izniyle gelir. Fakat insanın sınırlı aklı, bunun mahiyetini tam olarak kavrayamaz. Çünkü size bu gibi gaybî konularda pek az bilgi verilmiştir."

Bu vahiy olayı, tamamen Muhammed'in inisiyatifi dışında cereyan etmektedir.
86 Nitekim ey Muhammed! Eğer dileseydik, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz her şeyi geri alırdık da, onun sana tekrar verilmesi için bize hesap soracak bir kimse de bulamazdın.
87 Ancak Rabb'inin sonsuz lütuf ve rahmeti sayesindedir ki, sana vahyettiği bu Kur'an'ı korudu ve sürekli kıldı. O'nun sana bağışladığı lütuf ve ihsanı gerçekten çok büyüktür. Demek ki bu Kur'an senin eserin değil, Allah'ın gönderdiği bir vahiydir.
88 Ey Müslüman! Kur'an'ın bir insan tarafından uydurulduğunu iddia eden inkârcılara meydan okuyarak de ki: "Eğer bütün insanlar ve cinler, gerekifade güzelliğinde gerekortaya koyduğu mükemmel hayat tarzındaKur'an ile boy ölçüşebilecek, onun ayarında bir kitap meydana getirmek için bir araya gelseler, yine de onun bir benzerini ortaya koyamazlar, her alanda uzman gruplar hâlinde güçlerini birleştirip birbirlerine yardımcı olsalar bile!"
89 Bakın; Biz bu Kur'an'da, insanlara doğru yolu gösterecek bütün ibret verici, aydınlatıcı örnekleri ele alıp işledik. Ne var ki, insanların çoğu inkârcı tavırlarında ısrarla diretiyor. Şöyle ki:
90 İnkârcılar, "Ey Muhammed!" diyorlar, "Sen bize Musa'nın yaptığı gibi yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."
91 "Yahut senin hurmalıklardan, üzüm bağlarından mucizevî bir bahçen olup da aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça…"
92 "Ya da iddia ettiğin gibi, bizi helâk etmek üzere göğü parça parça üzerimize düşürmedikçe… Yahut Allah'ı ve melekleri senin Peygamberliğine şahitlik etmeleri için, açıkça görebileceğimiz şekilde karşımıza getirmedikçe…"
93 "Yahut altından yapılmış bir sarayın olmadıkça veya gözlerimizin önünde bir kuş gibi uçup göğe yükselmediğin sürece sana asla inanmayacağız. Gerçigöğe yükselmiş olsan bile, bize oradan, okuyacağımız ve doğrudan bize hitaben yazılmış bir kitap indirmedikçe, sırf göğe çıktın diye sana inanmayacağız." Onlara cevaben de ki: "Bu dediklerinizi yapabilecek mükemmel niteliklere sahip olan yalnızca Rabb'imdir. Oysa ben hiçbir zaman Rab olduğumu iddia etmedim! Ben nihayet, elçi olarak gönderilmiş fâni bir insandan başka neyim ki? Ben size Allah tarafından olağanüstü yeteneklerle donatılmış bir melek olduğumu mu söyledim ki, benden böyle şeyler istiyorsunuz? Ben sadece, Allah'tan size bir mesaj getirdiğimi söylüyorum. Eğer benim iddiamın doğruluğunu denetlemek istiyorsanız, işte Kur'an, bir mucize olarak karşınızda duruyor!"
94 Zaten öteden beri insanlara Allah tarafından doğru yolu gösteren bir elçi veya uyarıcı geldiğinde, onları bu apaçık hakikate inanmaktan alıkoyan tek sebep, elçinin dürüstlüğünü hesaba katmadan ve mesajın içeriğini hiç düşünmeden, "Allah bula bula bizim gibi ölümlü bir insanı mı elçi olarak gönderdi?" demeleridir.
95 Peygamberin kendileri gibi bir insan olmasını yadırgayan o cahillere şu sözümüzü ileterek de ki: "Eğer yeryüzünde yaşayanlar insan değil de melek olsaydı, o zaman onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik."
96 Yine de inatla itiraza devam ederlerse, onlara son olarak de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Elbette O kullarının her hâlini bilmekte, her davranışını görmektedir." O hâlde, kimin doğru yolda olduğu konusunda hüküm vermek için Allah'ın şahitliğini esas almalı, iyi-kötü, helâl-haram, doğru-eğri gibi değer yargılarını hayat prensiplerini yalnızca O'ndan, yani O'nun kitabından öğrenmelisiniz. Zira:
97 Allah kimi doğru yola iletirse, işte odur doğru yolda yürüyen. Kimi de saptırırsa, onlara Allah'tan başka yardım edecek bir dost bulamazsın. İşte onları Diriliş Gününde yüzüstü yere kapanmış bir şekilde kör, dilsiz ve sağır olarak huzurumuzda toplayacağız ve varacakları son durak cehennem olacak! Öyle bir cehennem ki, ateşi ne zaman yatışır gibi olsa, her defasında onu körükleyerek o çılgın alevi onlar için yeniden ve yeniden canlandıracağız.
98 İşte zalimlerin cezası budur. Çünkü onlar hem ayetlerimizi inkâr etmiş, hem de "Biz mezara girip kemik ve toz yığını hâline geldikten sonra mı yeniden yaratılıp diriltileceğiz? Öyle şey olmaz!" demiş ve böyleceâhiretin varlığını, dolayısıyla Allah'ın adaletini inkâr etmişlerdi.
99 Peki onlar, gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'ın insanlar ölüp yok olduktan sonra onları aynı şekilde yeniden yaratabilecek güce sahip olduğunu ve bunun için kendilerine, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan bir vade belirlemiş olduğunu akılları ve vicdanları ile anlayıp görmezler mi? Elbette görürler. Fakat o zalimler, kibir ve inatları yüzünden bir türlü inkârcılıktan vazgeçmeye yanaşmazlar.
100 Onlara de ki: "Eğer Rabb'imin sonsuz lütuf ve rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, harcanıp tükenir endişesiyle onları sımsıkı elinizde tutar ve hiç kimseye bir şey vermezdiniz. İnsanoğlu gerçekten de çok açgözlü ve cimridir.

Senden ısrarla mucize isteyen kâfirlere şu ibret verici kıssayı anlat:
101 Hiç kuşkusuz Biz, Musa'ya tam dokuz tane apaçık mucize vermiştik. Fakat Firavun ve halkı, yine de inanmamışlardı (7. Araf: 133). İsterseniz sorun İsrail Oğulları'na, onlar da bunu doğrulayacaklardır: Hani Musa, onlara bir Peygamber olarak gelip apaçık mucizeler gösterince Firavun, "Ey Musa!" demişti, "Bana öyle geliyor ki, sen büyü ile donanmış usta bir sihirbazsın."
102 Bunun üzerine Musa, Ey Firavun!" dedi, "Bu mucizeleri açık birer delil olarak sizlere gönderenin, göklerin ve yerin Rabb'inden başkası olmadığını sen de pekâlâ biliyorsun! Bana da öyle geliyor ki, sen bu anlamsız inadı sürdürdüğün takdirde, önceki zalimler gibi helâk olup gideceksin!"
103 Derken Firavun İsrail Oğulları'na karşı iyice azgınlaşarak onları topyekûn imha etmek üzere yeryüzünden söküp atmaya kalkışınca, Biz de onu ve bütün yandaşlarını Kızıldeniz'e batırıp boğduk.
104 Ve ardından İsrail Oğulları'na, "Kudüs'teki bu bereketli yurda güven içinde yerleşin!" dedik, "Ama unutmayın; kıyamet kopup da âhiret vaadinin zamanı gelince, hepinizi bir araya toplayacak ve bütün yaptıklarınızın hesabını soracağız."

Ve işte, birçok Peygamber tarafından yüzyıllar öncesinden müjdelenen Son Elçi ve vahiy zincirinin son halkası ve zirvesi olan Kur'an geldi:
105 Biz onu hak ile, yani mutlak hakikati ortaya koymak üzere, belli bir hikmet doğrultusunda indirdik; nitekim o da hiçbir değişikliğe, tahrifâta uğramadan tam istediğimiz gibi senin kalbine hak ile indi. Ve böylece Biz seni, ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
106 Ve bu kitabı sure sure, ayet ayet bölümlere ayırdığımız bir Kur'an halinde gönderdik ki, onu insanlara yavaş yavaş ve sindire sindire okuyarak insanları uyarasın ve bu amaçla onu, bir defada toplu olarak değil, yirmi üç yıl boyunca, azar azar ve aşama aşama indirdik.
107 O hâlde, Kur'an'dan yüz çeviren gafillere de ki: "İster ona inanın, isterseniz inanmayın. İnanmanız onun derecesini yükseltmez, inkârınız da ona bir eksiklik vermez. İman ederseniz faydası kendinize, inkâr ederseniz zararı yine kendinizedir. Fakat şunu iyi bilin ki, bu Kur'an'ı tanımadan önce kendilerine ilim verilmiş olan dürüst ve insaflı Yahudi ve Hristiyanlara bu kitabın ayetleri okunduğu zaman, onu duyar duymaz derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.
108 Ve "Rabb'imizin şanı ne yücedir! İşte müjdelenen Son Elçi geldi ve Rabb'imizin vaadi nihayet gerçekleşti!" derler.
109 Allah'ın ayetlerini dinledikçe O'na karşı saygı ve duyarlıkları zirveye ulaşır, gözyaşları içinde yeniden yüzüstü secdeye kapanmaktan kendilerini alamazlar.
110 Farklı kültürlere, dillere, ırklara, renklere sahip tüm insanlığa evrensel İslâm inancını duyurmak ve Allah'ı hangi isim ve sıfatlarla anmak gerektiğini onlara öğretmek üzere de ki: "O'na ister "Allah" diye dua edin, ister "Rahman" diye veya isterseniz bunlar dışında "Rab, İlâh, Kadir, Aziz, Alîm, Hakîm gibi O'na yaraşır başka güzel isimlerle dua edin. Bunlardan hangisiyle dua ederseniz edin fark etmez, çünkü yücelik ve güzellik ifade eden bütün üstün nitelikler, bütün güzel isimler O'nundur."

Bir de, tek başına namaz kılarken sesini çok yükseltme, çok fazla da kısma; bu ikisi arasında orta bir yol tut. O'na dua ederken —özellikle de namaz kılarken— gösteriş veya saygısızlık ifade edebilecek tavır ve davranışlardan uzak dur.
111 Ve Allah'ın birliğini tüm insanlığa bir kez daha haykırarak de ki: "Bütün övgüler, çocuk edinmeyen, hükümranlığında eşi ve ortağı bulunmayan ve acizlikten kaynaklanan bir sebeple yardımcıya, dosta ihtiyacı olmayan Allah'a aittir ve yalnızca O'na yaraşır!" Ve O'nun sınırsız yüceliğini ve büyüklüğünü gerek sözlerinle, gerek tavır ve davranışlarınla tüm dünyaya ilan et!

İşte, bu gerçeği haykıran bir grup gencin örnek hayatı:
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ 1
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ 2
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً 3
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً 4
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً 5
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً 6
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً 7
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَاۢ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ حَص۪يراً 8
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً كَب۪يراًۙ 9
وَاَنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً۟ 10
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولاً 11
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ وَالنَّهَارَ اٰيَتَيْنِ فَمَحَوْنَٓا اٰيَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْـنَٓا اٰيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْص۪يلاً 12
وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً 13
اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يباًۜ 14
مَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً 15
وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً 16
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً 17
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً 18
وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً 19
كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً 20
اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً 21
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟ 22
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً 23
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ 24
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً 25
وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً 26
اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً 27
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً 28
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً 29
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟ 30
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً 31
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً 32
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً 33
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً 34
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً 35
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً 36
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً 37
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً 38
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً 39
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟ 40
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً 41
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً 42
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً 43
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً 44
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ 45
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً 46
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً 47
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً 48
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً 49
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ 50
اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً 51
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟ 52
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً 53
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً 54
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً 55
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً 56
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً 57
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً 58
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفاً 59
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَاناً كَب۪يراً۟ 60
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ 61
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلاً 62
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُوراً 63
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً 64
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلاً 65
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً 66
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً 67
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ 68
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً 69
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟ 70
يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً 71
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً 72
وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً 73
وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ 74
اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً 75
وَاِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْاَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَاِذاً لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ اِلَّا قَل۪يلاً 76
سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلاً۟ 77
اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُوداً 78
وَمِنَ الَّيْلِ فَـتَهَجَّدْ بِه۪ نَافِلَةً لَكَۗ عَسٰٓى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً 79
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْن۪ي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْن۪ي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَاناً نَص۪يراً 80
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً 81
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَاراً 82
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫ساً 83
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلاً۟ 84
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً 85
وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِه۪ عَلَيْنَا وَك۪يلاًۙ 86
اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً 87
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً 88
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً 89
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ 90
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ 91
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ 92
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟ 93
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً 94
قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً 95
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً 96
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً 97
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً 98
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً 99
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟ 100
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً 101
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً 102
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ 103
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ 104
وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ 105
وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً 106
قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ 107
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً 108
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً 109
قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً 110
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً 111
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
O yüceler yücesi Allah ki, mucizelerinden bir kısmını kendisine göstermek üzere, bir gece kulunu Mekke'deki Mescid-i Haram'dan alıp, bereketlerle kuşattığı Peygamberler diyarı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürdü. Böylece, bugüne kadar elden ele taşınan tevhid sancağını devralan Son Elçi, yeryüzünde kendisini bekleyen çetin mücadeleye hazırlanmak üzere, Rabb'inin huzurunda muhteşem mucizelere şahit oldu ve tüm insanlığı aydınlatacak mesajlarla yeniden aranıza döndü.

Hiç kuşkusuz O her şeyi işiten, her şeyi gören mutlak kudret sahibidir.
1
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ
Nitekim Biz bir zamanlar Musa'ya da,sonradan Tevrat adıyla anılacak olan kutsal Kitabı vermiş ve onu, İsrail Oğulları'na doğru yolu gösteren bir rehber kılmıştık. Ve o kitap aracılığıyla onlara şöyle emretmiştik: "Sakın kendinize Benden başka biryardımcı, hayatınıza yön verecek bir efendi, bir koruyucu edinmeyin!"
2
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً
"Ey Nuh'la beraber gemide taşıdığımız insanların soyundan gelenler! Siz de çağınızın tufanlarından, toplumsal bunalımlardan, zulüm ve haksızlıklardan kurtulup dünya ve âhiret saadetine ulaşmak istiyorsanız, kendinize atanız Nuh'u örnek almalısınız. Çünkü o, gerçekten Rabb'ine çok şükreden bir kuldu."
3
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً
Ve o kitapta, İsrail Oğulları'na uyarı amacıyla, ileride meydana gelecek şu olayları bildirmiştik: "Muhakkak siz yeryüzünde iki defa geniş çapta bozgunculuk çıkaracak, sahip olduğunuz güç ve servetle şımarıp küstahlaşarak aşırı derecede taşkınlıklar yapacaksınız. Fakat yaptığınız her bozgunculuğun ardından, büyük bir felâketle yüz yüze geleceksiniz:
4
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً
Bu çıkaracağınız fesat ve bozgunlardan ilkinin cezalandırılma zamanı gelince, güçlü kuvvetli ve acımasız kullarımızı üstünüze salacağız. Öyle ki, bunlar ülkenizi tamamen işgal edip hepinizi kılıçtan geçirecekler. Hatta evlerinizin arasında yakalayıp öldürecekleri bir Yahudi arayacaklar. Şüphesiz bu, gerçekleşmesi kaçınılmaz bir vaattir.
5
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً
Sonra nihayet aklınız başınıza gelecek ve tövbe edip yeniden Allah'ın kitabına sarılacaksınız. Biz de, düşmanlarınızakarşı yeniden toparlanmanızı ve onlara bir kez daha üstün gelmenizi sağlayacağız. Hem mal ve oğullarla —yani ekonomik, toplumsal, siyasî ve askerî güç bakımından— sizi destekleyecek, hem de genç ve dinamik bir nesil vererek sayınızı çoğaltacağız. Dolayısıyla:
6
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً
Eğer iyilik yaparsanız, aslında kendinize iyilik etmiş olursunuz; kötülük yaptığınız takdirde de, yine ancak kendinize kötülük etmiş olursunuz.

Fakat bir süre sonra, bu öğütleri unutacak ve ikinci kez geniş çaplı bir azgınlığa girişeceksiniz. Böylece ikinci vaadin gerçekleşme zamanı gelince, yine sizi cezalandırmak için, onurunuzu ayaklar altına alarak yüzünüzü karartacak, daha önceki işgal kuvvetlerinin girdikleri gibi yine Kudüs'e, Mescid-i Aksa'ya girip tüm kutsal değerlerinizi çiğneyecek ve ele geçirdikleri her şeyi tamamen kırıp geçirecek güçlü ve acımasız düşmanlar salacağız üzerinize.

Fakat her şeye rağmen, yine de tövbe edip kurtulmak için geç kalmış sayılmazsınız:
7
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَاۢ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ حَص۪يراً
Eğer Son Elçiye iman ederseniz, Rabb'inizin size acıyıp merhamet etmesini umabilirsiniz. Fakat inkâr ve azgınlığa geri dönerseniz, Biz de sizi cezalandırmaya geri döneriz! Gerçekten biz, cehennemi kâfirlere bir cezaevi, bir zindan yapmışızdır!

Fakat bu zindandan kurtuluş yolunu da göstermekteyiz:
8
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً كَب۪يراًۙ
Hiç kuşkusuz bu Kur'an, insanlığı en güzel, en doğru yola iletir ve gösterdiği yolda yürüyerek güzel davranışlar ortaya koyan müminlere, kendilerini büyük bir mükâfatın beklediğini müjdeler.
9
وَاَنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً۟
Ve gerek sözleri, gerek davranışlarıyla öte dünyanın varlığını inkâr edenlere, kendileri için can yakıcı bir azap hazırladığımızı bildirerek onları uyarır.

Hal böyleyken:
10
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولاً
İnsanoğluAllah'tan güzel şeyler istercesine, kötülükleri isteyip durur. Çünkü insanoğlu pek acelecidir. Peşin olan şeylere düşkündür. Bu yüzden âhireti dünyada yaşamak ister. Kendisini bekleyen mükâfatı ve azabı hiç hesaba katmadan, felâketle sonuçlanacak dileklerde bulunur. Kötülükle karşılaşacağını bildiği hâlde, kendisine hâkim olamayıp Rabb'ine isyan eder. İlâhî tehditlerin doğruluğunun ispatı için mucizeler, kerametler gösterilmesini bekler. Oysa evrendeki şu mükemmel düzen, Allah'ın varlığını, birliğini, adalet, kudret, hikmet ve merhametini açıkça ortaya koyan birer mucizedir:
11
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ وَالنَّهَارَ اٰيَتَيْنِ فَمَحَوْنَٓا اٰيَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْـنَٓا اٰيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْص۪يلاً
Biz geceyi ve gündüzü, kudretimizi gözler önüne seren apaçık birerkanıt, birer alâmet kıldık ve Ay'ı, yıldızları ve karanlığı gecenin; Güneş'i, gündüzü ve aydınlığı da gündüzün işareti yaptık. Sonra gecenin alâmeti olan ve bir zamanlar Güneş gibi ısı ve ışık veren Ay'ın yüzeyini soğutarak silip kararttık. Gündüzün alâmeti olan Güneş'in yüzeyini ise aynen olduğu gibi bırakarak ısı ve ışık yayan aydınlatıcı bir hayat kaynağı kıldık. Ki böylece, onun sayesinde Rabb'inizin lütuf ve nimetlerini arayıp bulasınız. Ayrıca gök cisimlerinin belli yörüngelerde sistematik olarak hareket etmelerini sağladık ki, günlerin, ayların, mevsimlerin ve yılların sayısını belirleyesiniz ve zamanı ölçüp takvim hesaplarıyapmasını öğrenebilesiniz. İşte Biz, insanoğlunu hakikate ulaştıracak her şeyi böyle açıkça ortaya koyduk.
12
وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً
Biz her insanın cennet veya cehennemle noktalanan kaderini onun kendi boynuna yani kendi tercihlerine ve yapıp ettiklerine bağlı kıldık. Dolayısıyla her insan, yaptığı tercihlerle kendi yazgısını bizzat kendisi belirleyecek ve sonucundan da yalnızca kendisi sorumlu olacaktır. İşte bu yüzden, Mahşer Günü onun karşısına, dünyada yapmış olduğu her şeyin bir bir kaydedildiği veönünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız. Ve o gün ona şöyle denilecek:
13
اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يباًۜ
"Kendi tercih ve eylemlerinle yazmış olduğun kitabını oku! Bugün senin hesabını görmek için bizzat kendi vicdanın sana yeter!" Demek ki:
14
مَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً
Her kim iyiliği, güzelliği tercih ederek doğru yola yönelirse, ancak kendi iyiliği için yönelmiş olur. Her kim de kötülüğü, çirkinliği tercih ederek doğru yoldan saparsa, o da ancak kendi zararına sapmış olur. Dolayısıyla, hiç kimse bir başkasının günahını taşımayacaktır. Ve biz, iyinin-kötünün ne olduğunu açıkça ortaya koyan bir Peygamber veya onun görevini aynen yüklenen bir davetçi göndermedikçe, insanlara azap edecek değiliz.

Elçi gönderir göndermez de, öyle alelacele helâk etmeyiz:
15
وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً
Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, oranın ileri gelen lider ve yöneticilerine gönderdiğimiz Elçi ve Kitap aracılığıyla, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip ilâhî yasalara itaat etmelerini emrederiz. Fakat onlar buna rağmen orada günah işlemeye ısrarla devam ederler ve halk da onları desteklerse, işte o zaman azabı hak ederler, biz de onları en ağır biçimde cezalandırıp yok ederiz.
16
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً
Nitekim Nuh'tan sonra gelip geçmiş nice medeniyetleri, nice toplulukları böyle helâk ettik. Kullarının işlediği günahları haber alan ve her şeyi gören bir şahit olarak, Rabb'in yeter.
17
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً
Her kim yalnızca şu gelip geçici olan dünyanın zevk ve arzularını istiyorsa, bu dünyada dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar nimeti peşin olarak hemen veririz. Öyle ki, hepsi çalışmasının karşılığını tam olarak alır. Fakat sonunda, ona cehennemi ebedî yurt yaparız. Alçaltılmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş bir hâlde oraya girer.
18
وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً
Ve kim de âhiretin sonsuz nimet ve mutluluğunu arzu eder ve Allah'a ve ayetlerine iman etmiş olarak, onu kazanmak için gereken çabayı gösterirse, işte onlar da çalışmalarının karşılığını tam olarak göreceklerdir. Dünya için çalışanlara dünyalıkları verilecek, ama âhiret için çalışanlar dünya nimetlerinden mahrum kalmayacak:
19
كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً
Dünyayıisteyen o azgınlara da, âhireti isteyen şu fedakâr insanlara da, hepsine Rabb'inin nimetlerinden bol bol veririz. Çünkü Rabb'inin lütuf ve ihsanı kullarından esirgenmiş değildir.
20
اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً
Bak, insanları servet, güç, zekâ ve yetenek bakımından nasıl da birbirlerinden üstün kıldık. Fakat bu gelip geçici nimetleri elde etme uğruna âhireti terk etme! Çünkü âhiret, hem derece hem de üstünlük bakımından dünya nimetlerinden çok daha büyüktür. Bu yüce makama ulaşmak istiyorsan, şu hikmet dolu öğütleri iyi dinle:
21
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟
Sakın Allah ile beraber başka varlıkları tanrı edinme; yoksa kınanmış ve yapayalnız bir hâlde kendi başına oturup kalırsın!
22
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
Rabb'in yalnızca kendisine kulluk etmenizi ve ana babanıza iyi davranmanızı emrediyor. Onlardan biri yahut her ikisi sana sığınır da senin yanında ihtiyarlık çağına erişirlerse, onlara karşı son derece saygılı davran, hizmet ve hürmette kusur etme. Değil kötü bir söz söylemek, onlara "Öf!" bile deme. Hele onları sakın azarlama, tam tersine, onlara saygı ve sevgi dolu, gönül alıcı tatlı sözler söyle.
23
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ
Onlara en içten şefkat ve alçak gönüllülük duygularıyla kol kanat ger ve "Ey Rabb'im, onlar beni çocukluğumda nasıl büyütüp yetiştirdilerse, sen de onlara öylece merhamet et!" diye onlar için dua et.

24
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً
Unutmayın ki Rabb'iniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Geçmiş hayatınız günahlarla dolu olsa bile, eğer tövbe eder de bundan böyle dürüst ve erdemli birer insan olursanız, hiç kuşkusuz Allah, tövbe edip hakka yönelenlerin günahlarını bağışlayacaktır. Bunun için:
25
وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً
Ey insanoğlu! Akrabaya, yoksullara ve yolda kalmışlara hakları olan zekât ve sadakalarını ver. Fakat Allah'ın yasakladığı yerlere harcama yaparak veya kendini ve aileni başkalarına muhtaç bırakacak şekilde malını dağıtarak büsbütün de saçıp savurma.
26
اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً
Çünkü servetlerini, zamanlarını, güç, imkân ve yeteneklerini böyle boş yere saçıp savuranlar, bu tavırlarıyla şeytanların dostları ve kardeşleri olmuşlardır. Şeytan da Rabb'ine karşı çok nankördür.
27
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً
Eğer sen de ihtiyaç içinde olur da, Rabb'inden umduğun bir yardım ve rahmeti beklediğin için o fakir ve muhtaç insanlara şimdilik bir şey veremeyecek durumda olursan, hiç değilse gönül alıcı tatlı sözler söyle onlara. Ve harcama yaparken, ölçülü ve dengeli davranmayı unutma:
28
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً
Ne öyle ellerini boynuna kelepçeyle bağlamış gibi cimri ol, ne de keseyi sonuna kadar açan bir savurgan; yoksa ya cimriliğinden dolayı kınanmış bir hâlde, ya da savurganlığından dolayı pişmanlık ve üzüntü içerisinde oturup kalırsın.

Öte yandan, insanlar arasında ekonomik eşitliği sağlamak ve sınıfsız bir toplum meydana getirmek adına, suni araçlarla ekonomiye müdahale ederek doğal servet dağılımını değiştirmeye çalışma. Unutma ki, aşırı derecelere varmayan ekonomik eşitsizliğin de —adaletsizliğin değil— toplumda işbölümü sağlama, rekabeti canlandırıp üretimi artırma gibi birçok hikmet ve faydaları vardır:
29
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟
Hiç kuşkusuz Rabb'in dilediğinin rızkını genişletir, dilediğine ölçülü ve idareli verir. Dolayısıyla, sahip olduğu nimetlerden dolayı hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Elbette O, kullarının neye muhtaç olduklarını bilmekte, onların her hâlini görmektedir. O hâlde, rızık kazanma kaygısıyla başkalarının hakkına göz dikmeyin. Özellikle de:
30
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً
Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin! Ne kız çocuklarını diri diri toprağa gömen eski Arap putperestleri gibi, ne de kürtaj yoluyla bebeklerini parça parça doğrayan çağdaş cahiliye toplumları gibi çocuklarınıza kıymayın! Bu çocuklar sizin rızkınıza ortak olacaklar diye korkmayın; unutmayın ki, onları da sizi de besleyen Biziz. Dikkat edin: Onları öldürmek, gerçekten çok büyük bir suçtur ve cezası da cehennemdir.
31
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
Ve ister evli ister bekâr olun, evlilik dışı cinsel ilişkilerden uzak durun! Değil zina etmek, zinaya yaklaşmayın bile!Toplumu eğiterek ve gerekirse caydırıcı cezalar vererek gayrimeşru ilişkileri önleyin. Zinaya yol açan müstehcen yayınları, çıplaklığı, hayâsızlığı engelleyin. Evliliği kolaylaştırarak ve yuva kurmak isteyen gençlere yardımcı olarak evliliği özendirin. Böylece, zinaya götüren bütün yoları kapayın. Çünkü zina, sağlıklı bir toplumun temel yapıtaşı olan aile kurumunu yıkarak onu içten içe çökerten çok çirkin bir davranış ve toplumun çözülüp dağılmasına yol açarak onu uçuruma sürükleyen pek çirkin bir yoldur.
32
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً
Haklı bir gerekçeye dayanmaksızın, Allah'ın kutsal kıldığı cana kıymayın! Her kim haksız yere öldürülürse, onun meşru mirasçılarına, katilin kısas edilerek öldürülmesini isteme veya kendilerine kan diyetinin ödenmesi konusunda (2. Bakara: 178) hukukî bir yetki tanımışızdır. O hâlde, onlar da hukukun vereceği karara saygı göstermeyip bizzat kendileri adaleti sağlamaya çalışarak veya katilin cezalandırılmasını yeterli görmeyip onun akrabalarından da intikam almaya kalkarak öldürme konusunda sınırı aşmasınlar. Çünkü onlara, katilin öldürülmesini talep etme yetkisi verilerek yardım edilmiştir.
33
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً
Yasal olarak korumanız altında bulunan yetimler ergenlik çağına ulaşıncaya dek, onların mal varlığına ancak onu en âdil ve en güzel biçimde değerlendirmek amacıyla yaklaşabilirsiniz. O malları harcayıpçarçur etmek amacıyla değil. Yetimlerin size emanet edilen mallarını yatırıma dönüştürüp onlar adına değerlendirebilirsiniz. Fakat gerekli yaş ve olgunluğaulaştıklarında, onlara mallarını geri vermek zorundasınız. Bir de, verdiğiniz her sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözler, Hesap Günü mutlaka sorulacaktır.
34
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً
Ticarî, hukukî, ahlâkî ve benzeri konularda bir şey ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun. Tarttığınız her şeyi doğru teraziyle tartın ve hayatınızın her alanında, doğruluk ve adaleti kendinize temel ilke edinin. Bu sizin için hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir. Çünkü adalet ve dürüstlüğün egemen olduğu bir toplum, dünyada güven ve huzuru, âhirette de cennet nimetlerini elde eder.
35
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً
Hakkında yeterli bilgin olmayan ve doğruluğunu tam olarak araştırmadığın bir şeyin ardından körü körüne gitme! Sağlam ve inandırıcı delillere dayanmadan hiçbir konuda kesin yargıda bulunma, hiç kimseyi asılsız söylentilere dayanarak suçlama. Çünkü araştırma yapıp gerçeği öğrenmen için Allah'ın sana bağışladığı kulak, göz ve gönül, bunların hepsi bu yaptığından sorumludur.
36
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
Allah'ın sana bahşettiği zenginlik, kuvvet, güzellik, zekâ gibi nimetlerle şımarıp da yeryüzünde kibirli kibirli yürüme! Çünkü sen o kadar aciz bir varlıksın ki, ne yerleri yırtıp parçalayabilir, ne de boyca dağlara erişebilirsin!
37
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً
İşte ey insanoğlu; yirmi ikinci ayetten bu yana, birçok emirler, yasaklar ve hikmetli öğütler dinledin. Bütün bu sayılanların kötü ve yasaklanmış olanları, Rabb'inin katında asla hoş görülmeyen çirkin davranışlardır.
38
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً
İşte ey Muhammed, bütün bunlar, Rabb'inin sana vahiy yoluyla bildirdiği hikmet dolu sözlerden bir demettir. Ve bütün bu öğütlerin aslı ve esası şudur:

Ey insanoğlu! Sakın Allah ile beraber başka varlıkları tanrı edinme, yoksa kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş bir hâlde cehenneme atılırsın!

Bunun için Rabb'inizi, O'nun yüceliğine yaraşır sıfatlarla anın. O'na oğullar, kızlar yakıştırarak, "hükmüne boyun eğilmeyen aciz bir tanrı" inancı oluşturmayın:
39
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟
Ey müşrikler! Sizler kız çocuğuna sahip olmaktan utanç duyuyor, ama meleklerin "Allah'ın kızları" olduğunu iddia ediyorsunuz! Rabb'iniz erkek çocukları size lâyık gördü de, kendisine meleklerden kız çocuklar mı edindi? Doğrusu siz, gerçekten büyük bir gazaba sebep olan çirkin sözler söylüyorsunuz!
40
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً
Oysa Biz bu Kur'an'da, Allah'ın varlığını, birliğini, acziyet ve noksanlık ifade edebilecek bütün sıfatlardan uzak, insan hayalinin ulaşabileceği her türlü tasavvurun üstünde ve ötesinde yüceler yücesi bir Yaratıcı olduğunu; hikmet, kudret ve adaletten yoksun bir tanrı inancının insanoğlunu dünyada da âhirette de felâketlere sürükleyeceğini farklı yerlerde, farklı örneklerle ve tüm boyutlarıyla açıkça ortaya koyduk ki, bu ayetleri düşünüp öğüt alsınlar. Fakat bunca öğütler, zalimlerin ancak nefretlerini ve haktan uzaklaşıp kaçışlarını artırıyor.
41
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً
Ama sen bıkmadan, usanmadan uyarmaya devam ederek de ki: "Eğer onların iddia ettikleri gibi O'nunla beraber başka tanrılar olsaydı, o zaman elbette o tanrılar Arş'ın Sahibi ve Evrenin Mutlak Hükümranıolan Allah'ın katına ulaşıp O'na üstün gelmek ve evrenin tek hâkimi olmak içinbir sebep, bir yol bulmaya çalışırlardı. Çünkü Tanrı, kendisinden daha yüce, daha kudretli hiçbir şey olmayan varlık demektir. Dolayısıyla, birden fazla tanrının varlığı aklen düşünülemez. O hâlde:
42
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً
Allah birdir ve O'ndan başka tanrı yoktur. O,inkârcılarındüşünce ve anlayışlarının bozukluğundan kaynaklanan her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzehtir, onların söylediklerinden uzaktır, yücelik ve azametinde sınırsızdır.
43
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
Yedi kat gök, yer ve bunların içindeki her şey O'nun varlığını, birliğini, sınırsız ilim, hikmet, kudret ve yüceliğini haykırarak tesbih etmektedir. Öyle ki, varlıklar âleminde O'nu övgüyle anıp zikretmeyen hiçbir şey yoktur! Ne var ki, siz onların bu haykırışlarını işitemez, tesbihlerini tam olarak anlayamazsınız.

Hiç kuşkusuz Allah kullarına karşı çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır.
44
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ
Ey Müslüman!Hakikate inanmak istemeyen inatçı, kibirli ve önyargılı kimselere Kur'an okuduğun zaman, seninle, âhirete inanmayan bu insanların arasına gözle görülmeyen ve onların hakkı idrak etmelerine engel olan bir perde çekeriz. Şöyle ki:
45
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً
İnsanın özüne yerleştirdiğimiz yasalar gereğince, onların kalplerine onu anlamalarına engel kılıflar geçirir, kulaklarına da onu duymalarına engel ağırlıklar koyarız. İşte bu yüzden, Kur'an'dan bir bölüm okurken ne zaman Rabb'inden eşi ve ortağı olmayan bir tek ilâh olarak söz etsen, taptıklarıilâhların sahte olduğunun anlaşılacağı ve buna bağlı olarak şeytanî düzenlerinin yıkılacağını bildiklerinden, ürkerek sırtlarını dönüp giderler. Sonra da, güya açığını yakalayıp sana karşı koz olarak kullanmak için seni Kur'an okurken gizli gizli dinlerler:
46
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً
Ey Peygamber! Biz o müşriklerin seni dinledikleri zaman ne amaçla dinlediklerini ve kendi aralarında gizli gizli konuşurlarken o zalimlerin Kur'an'dan etkilenen insanlara, "Siz ancak büyülenmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz!" dediklerini gayet iyi biliyoruz. Sana "büyülenmiş" diyorlardı, çünkü okuduğun Kur'an'dan etkileniyor, vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu sözlerin beşer kaynaklı olmadığını, olamayacağını hissediyorlardı. Öyleyse Muhammed, "insanüstü" bir güce dayanarak konuşuyordu ve onlara göre bu güç, sihirden başka bir şey değildi.
47
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً
Bak, ozalimler gerçeği çarpıtmak için senin hakkında kimi zaman büyücü, kimi zaman büyülenmiş, bezen zeki bir düzenbaz, bazen deli, bazen da şair diyerek nasıl saçma ve anlamsız örnekler getirdiler de doğru yoldan iyice saptılar. Bu bakış açısıyla, bir daha da doğru yola gelemezler.
48
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
İnkârcılar, "Biz mezarda çürüyüp kemik ve toz yığını hâline geldikten sonra mı, sahidenbu hale geldikten sonra mı yeni bir yaratılışla diriltilecekmişiz?" diyorlar.
49
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ
Onlara de ki: "Kemik ve un ufak olmuş cansız bedende hiç olmazsa bir insanlık kokusu ve hayatı çağrıştıran özellikler, canlı organizmalar var. Değil kemik veya toz, ister taş olun, isterse demir…"
50
اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً
"Yahut diriltilmesini imkânsız gördüğünüz bir başka varlık… Ne olursanızolun, muhakkak bir gün diriltilip hesaba çekileceksiniz."

Buna karşılık, "İyi de, bizi kim tekrar hayata döndürecek?" diye soracaklar. De ki: "Sizi kim yoktan var ettiyse, O!" Bu sefer, sana inanmadıklarını göstermek için başlarını sağa sola sallayarak, "Peki, ne zamanmış o?" diyecekler. De ki: "Umarım ki, pek yakında! Öyle bir Günde ki:"
51
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟
"O gün sizi huzuruna çağırınca, derhal O'nu övgüyle yücelterek emrine uyup mezarlarınızdan fırlayacak ve yargılanmak üzere huzuruna çıkacaksınız. İşte o zaman,dünyada çok kısa bir süre kaldığınızı hissedeceksiniz."
52
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً
Ey Muhammed! Bu inkârcıları hak dine davet edecek olan mümin kullarıma söyle: Onlarla konuşurken gönül incitmeden, kaba ve kırıcı davranmadan, en güzel şekilde konuşsunlar. Çünkü şeytan, kalplere kin ve nefret tohumları ekerek aralarına fesat sokmak ve böylece onları öfkelendirip birbirine düşürmek için her an fırsat kollamaktadır. Doğrusu şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

O hâlde, ey iman edenler! Cennetin yalnızca sizlere özgü olduğu ve karşınızdakinin cehenneme gireceği yolunda ifadeler kullanarak, —üstelik bu sizin üzerinize vazife değilken— şeytanın eline koz vermeyin. Unutmayın ki:
53
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
Sizin Allah katındaki derecenizi ve neye lâyık olduğunuzu en iyi bilen yalnızca Rabb'inizdir. Dilerse günahlarınızı bağışlayıp size merhamet eder, dilerse günahlarınız yüzünden sizi cezalandırır. O hâlde size düşen, kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu belirlemek değil, hakikati olanca açıklığıyla tebliğ etmektir. Öyle ya, Biz seni bile ey Muhammed,insanların akıbeti konusunda hüküm vererek onlara vekil olasın da tüm sorumluluklarını üstlenesin diye göndermiş değiliz.
54
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً
Hiç kuşkusuz Rabb'in, göklerde ve yerde olan bütün varlıkları her yönüyle ve en mükemmel şekilde bilmektedir. O, sonsuz ilim ve hikmeti uyarınca, insanlar arasından dilediğini seçip elçi olarak görevlendirir. Doğrusu Biz Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kılmışızdır. Kimilerini görsel mucizelerle, kimilerini de hikmet dolu kitaplarla destekleyip yücelttik. Nitekim Davud'a da Zebur'u vermiştik. Ve işte sana da ey Muhammed, Kur'an gibi eşsiz bir mucize gönderdik.
55
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Peygamber, melek, evliya gibi varlıkları aşırı derecede yüceltip ilâhlaştırarak Allah'a ortak koşanlara de ki: "Allah'tan başka birer tanrı olduklarını iddia ettiğiniz kimseleri çağırın! Çağırın da, onlar duanıza cevap verebilecekler miymiş görün. Onlar sizden ne bir zararı kaldırabilirler, ne de onukendi üzerlerine alabilir veya başka bir yöne çevirebilirler.
56
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً
Onların yalvarıp ilâhlaştırdıkları bu seçkin kulların bizzat kendileri, hatta içlerinden Allah'a en yakın olanları bile Rab'lerine ulaşıp O'nun rızasını kazanabilmek için iman, ibadet, kulluk gibi çeşitli araçlar, sebepler ve vesileler arayıp dururlar. O'nun rahmetini ümit eder, azabından korkarlar. Çünkü Rabb'inin azabı gerçekten korkunçtur. Öyle ki:
57
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً
Kıyamet Gününden önce azgınlıklarından dolayı büyük bir afet göndererek helâk etmediğimiz ya da savaş, kıtlık, salgın hastalık gibi şiddetli bir azapla cezalandırmadığımız hiçbir ülke yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Bu hüküm,varlık kanunlarının kaydedildiği kitapta evrensel bir yasa olarak yazılmıştır. Eğer "Allah neden insanları imana getirmek için gökten mucizeler göndermiyor?" diyorsanız, şunu iyi bilin ki:
58
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفاً
İnkârcıların keyfî olarak istedikleri mucizeleri göndermeyişimizin tek sebebi, daha önceki toplumların bu tür mucizelerigözleriyle gördükleri hâlde onları hep yalanlamış ve daha sonrakilerin de aynı şekilde yalanlayacak olmalarıdır. Dolayısıyla, çağdaş kâfirlerin —öy­le iddia ettikleri gibi— mucize görünce iman edivereceklerini sanma­yın. Nitekim bir zamanlar Semud halkına apaçık bir mucize olarak yarılan bir kayadan çıkan o meşhur deveyi vermiştik fakat ona azgınca saldırarak kendilerine zulmetmişlerdi! O hâlde, inkârcılar ne kadar isteseler de, artık onlar istedi diye böyle mucizeler göndermeyeceğiz. Çünkü Biz mucizeleri, insanları zorla imana getirmek veya toplumları helâk etmek için değil, ancak korkutup uyarmak amacıyla göndeririz. İşte bunun için, akla ve vicdana hitap eden en parlak mucizeyi, Kur'an'ı gönderdik:
59
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَاناً كَب۪يراً۟
Hani Peygamberliğinin ilk yıllarında sana, "Korkma ey Muhammed, zalimler Allah'ın nurunu asla söndüremeyecektir. Çünkü Rabb'in, sonsuz ilim ve kudretiyle tüm insanları çepeçevre kuşatmıştır!" demiş ve İslâm'ın zaferini sana daha o günlerde müjdelemiştik. Fakatkâfirler, bunu alay konusu yapmışlardı.

Sana Miraç gecesinde gösterdiğimiz o büyük mûcizeleri ve muhteşem görüntüleri ve Kur'an'da sözü edilen (37. Saffat: 62–66, 44. Duhan: 43–46 ve 56. Vakıa: 51–53) o lânetlenmiş ağacı, sırf ikiyüzlü insanların maskelerinin düşmesi vegerçek müminlerin ortaya çıkması için bir sınama aracı kılmıştık. Biz inkârcıların cehennemde zehirli zakkum ağacından yiyeceğini haber vermekle aslında onları korkutup uyarıyoruz, fakat bunca uyarılar, hakkı inkâra şartlandıkları için onların sadece azgınlığını artırıyor.

Nitekim müşrikler, Miraç olayını duyar duymaz inkâr etmişlerdi. Oysa Biz, gerçeğin bilgisini senin gibi doğru ve güvenilir bir insandan öğrenmeleri ve ondan ders alıp doğru yolu bulmaları için sana miraçta böyle mucizeler göstermiştik. Fakat onlar seninle alay ettiler.
60
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ
Hani bir zaman meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin. Yani onun size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!" demiştik. Bunun üzerine İblis hariç hepsi Âdem'e secde ettiler. Meleklerin arasında yaşayan ve esasen bir cin olanİblis ise, kibirlenerek emrimize karşı geldi ve "Şu kokuşmuş balçıktan yarattığın aşağılık yaratığa mı secde edecekmişim?" dedi.
61
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلاً
Ve ekledi: "Benden üstün tuttuğun şu değersiz insana bak! Onun nesi var ki, benden üstün olacakmış! Eğer Diriliş Gününe kadar bana mühlet verirsen, yemin ederim ki, onun soyundan gelenleri —pek azı hariç— egemenliğim altına alacağım!"

Allah dileseydi İblis'i oracıkta yok ederek işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı amansız mücadele sayesinde içindeki güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti. Bunun için de İblis'e istediği süreyi verdi:
62
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُوراً
Allah "Madem öyle," dedi, "Haydi Kıyamet Gününe kadar onları kötülüğe çağırmak üzere haydi hemen çık git! Ancak şunu da bil ki, içlerinden her kim sana uyarsa, işlediğiniz günahların tam karşılığı olmak üzere, hepinizin cezası cehennem olacaktır!"
63
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
"Haydi git; onlardan gücünün yettiğini yüreklerde çınlayan sesinle yoldan çıkar. Gerek yaya gerek atlı, bütün ordularınla dört bir yandan yürü üzerlerine! Haram kazancı teşvik ederek mallarına ve senin istediğin amaçlar doğrultusunda eğitilip yetişmelerini sağlayarak çocuklarına ortak ol ve "Dürüstlük karın doyurmaz, çalmazsan aç kalırsın!" "Sınırsız zevk ve eğlence içinde hayatı doyasıya yaşamak varken doğruluk, fedakârlık gibi safsatalarla ne diye keyfini bozacaksın?" "Allah nasıl olsa affeder!" gibi türlü vaadlerle oyala onları! Doğrusu şeytanın onlara verdiği sözler, sonu felâketle bitecek bir aldatmacadan başka bir şey değildir."
64
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلاً
"Ama ey İblis, Benim gösterdiğim yolda yürüyen ve sadece Bana güvenen kullarımın üzerinde senin hiçbir egemenliğin, zorlayıcı gücün olmayacaktır.

Evet, her konuda güvenilir bir vekil olarak Rabb'in onlara yeter!"

Öyleyse, ey insan! Ezelî düşmanını tanımalı ve onun sinsi tuzaklarına karşı uyanık olmalısın. İşte ona karşı girişeceğin amansız mücadelede sana yol gösterecek, imanını güçlendirecek açıklama ve uyarılar:
65
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
Rabb'iniz öyle lütufkâr bir yaratıcıdır ki, lütuf ve bereketlerinden nasibinizi arayıp bulasınız diye, gerekli bütün imkân ve şartları hazırlayarak sizin için denizde gemileri yürütüyor. Gerçekten de O, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
66
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً
Denizde yolculuk yaparken başınız dara düştü mü, o ana kadar Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız bütün ouydurma ilâhlar sizi yüzüstü bırakarak kaybolur gider. Yani hepsinin batıl ve asılsız olduğu gün gibi ortaya çıkar. Fakat Allah sizi kurtarıp sağ salim karaya çıkarınca, ettiğiniz duaları, verdiğiniz sözleri unutur, hemen yüz çevirirsiniz. Bak,Rabb'ini tanımayan insan ne kadar da nankördür!
67
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ
Peki, karaya çıkınca her şey bitiyor mu? O'nun sizi, kendinizi güvende sandığınız karada korkunç bir depremle yerin dibine geçirmeyeceğinden ya da üzerinize taşlar savuran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Allah üzerinize öyle bir belâ gönderir ki, sonra kendinize bir koruyucu bulamazsınız.
68
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً
Ya da Allah'ın sizi bir şekilde tekrar denize döndürerek üzerinize şiddetli bir fırtına göndermeyeceğinden ve böylece, nankörlüğünüzden dolayı sizi boğup balıklara yem yapmayacağından emin misiniz? Öyle ki, o zaman bizden bunun hesabını soracak bir yardımcı da bulamazsınız. Oysa insan, en üstün ahlâka ulaşabilecek yeteneklerle donatılmış bir hâlde yaratılmıştır:
69
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟
Gerçekten Biz Âdemoğlunu birçok meziyetlerle donatarak öteki bütün canlılardan, hatta meleklerden bile üstün konuma getirdik. Ona havada, karada ve denizde yolculuk yapmaimkân ve yeteneğini bahşettik. Onu tertemiz nimetlerle rızıklandırdık ve yarattığımız varlıkların pek çoğundan üstün kıldık. O hâlde, bütün bunlara rağmen insanın Allah'tan başkalarına kulluk etmesi, nankörlük ve cehaletin doruk noktası değil midir? Ve böyle bir nankörlüğün cezası, Hesap Gününde hüsrana uğramaktan başka ne olabilir?
70
يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
O gün her topluluğu dünyada iken peşinden gittiği, desteklediği önderleriyle birlikte hesap vermeleri için huzurumuza çağıracağız. İşte o an, amel defteri sağ eline verilen bahtiyar müminler, kendilerine cenneti müjdeleyen bu defterlerini sevinç içerisinde okuyacaklar. O büyük mahkemede, hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak. Çünkü her insan ancak ne yapmışsa onu görecek:
71
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً
Her kim bu dünyada, hakikat karşısında kalp gözü kör olarak yaşamış ise, işte o âhirette de ilâhî nimetler karşısında kör olacak, hem de doğru yoldan daha da sapmış bir hâlde. İşte bunlar, kendileri hak yoldan saptıkları gibi sizleri de saptırmak isterler. Örneğin, ilâhlarını öven birkaç ayet "uydurduğun" takdirde Müslüman olacaklarını söyleyerek güya uzlaşma teklif ederler:
72
وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً
Ey Muhammed! Bu inkârcılar, sana vahyettiğimiz Kur'an haricinde birtakım sözler uydurup Bize yakıştırman ve o sözleri Allah'ın ayetleriymiş gibi insanlara okuman için az kalsın seni kandırarakgönderdiğimiz bu Kur'an'dan saptıracaklardı! Ve dediklerini yapmış olsaydın, o zaman seni kendilerine en yakın dost edineceklerdi.
73
وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ
Eğer seni çelik gibi bir iman ve kararlılık ile desteklememiş olsaydık, neredeyse onlara —az da olsa— eğilim gösterecektin.
74
اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً
Şayet —iyi niyetlerle bile olsa— böyle bir şey yapmış olsaydın, o zaman sana hem hayatında, hem de ölümünden sonra kat kat azap tattıracaktık ve seni elimizden kurtaracak bir yardımcı da bulamayacaktın!

Ama Allah'ın lütfu sayesinde, onlara zerre kadar taviz vermedin. Bunun üzerine, onlar da hak dine karşı savaşlarında başka yöntemlere başvurdular:
75
وَاِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْاَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَاِذاً لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ اِلَّا قَل۪يلاً
Onlar seni neredeyse yurdundan çıkarıp sürmek üzereler, fakat sen Medine'ye hicret ettikten sonra, onlar da Mekke'de uzun süre kalamayacaklar. Nitekim Peygamberi yurdundan çıkaranlar, hicretten iki yıl sonra Bedir savaşında yenilgiye uğradılar ve birçokları o savaşta öldürüldü. Sekiz yıl sonra da Mekke tamamen Müslümanların eline geçti.
76
سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلاً۟
Senden önce gönderdiğimiz diğer Elçiler için de öteden beri uygulayageldiğimiz bir yasadır bu. Nitekim onları yurtlarından sürmek isteyenler ya helâk edilerek, ya düşman istilasına uğrayarak, ya da Peygamberin takipçileri tarafından yenilgiye uğratılarak cezalandırılmışlardı. Bugün de böyledir bu, yarın da böyle olacaktır. Çünkü Bizim yasalarımızda, kıyamete kadar bir aksaklık, bir değişiklik göremezsin.

Bu ilâhî yasaların senin toplumunda da tecelli etmesi için namazını güzelce ve aksatmadan kılarak Rabb'inle gönül bağını sürekli canlı tutmalısın:
77
اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُوداً
Güneşin batıya doğru kaymasından, gecenin kararmasına kadar geçen süre içinde öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını güzelce kıl. Şafak vakti Kur'an okumayı da asla ihmal etme. Gerçekten şafak vakti okunan Kur'an'a melekler tarafından şahitlik edilmektedir. Gönüllerin ilâhî esintilere en açık olduğu o şafak vakitlerinde kıldığınız sabah namazınagece ve gündüz melekleri de katılırlar ve o namazı kılan müminlere kıyamet günü şahitlik ederler.
78
وَمِنَ الَّيْلِ فَـتَهَجَّدْ بِه۪ نَافِلَةً لَكَۗ عَسٰٓى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً
Ve ey Muhammed!Müminlerin önderi olman hasebiyle, gecenin bir vaktinde kalk ve yalnızca sana farz, sana mahsus bir ibadet olarak teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabb'in, seni hem dünyada hem de âhirette, tüm yaratılmışların gıptayla bakacağı yüce bir makama, Makam-ı Mahmud'a erdirecektir.
79
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْن۪ي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْن۪ي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَاناً نَص۪يراً
Bunun için Rabb'ine el açıp yalvararak de ki: "Ey yüce Rabb'im, gireceğim her yere esenlik ve doğruluk üzere girmemi, çıkacağım her yerden esenlik ve doğruluk üzere çıkmamı sağla ve bana katından, inkârcılığa ve zulme karşı mücadelede müminleri destekleyen bir güç, bir yetki, bir kudret bağışla!"
80
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً
Ve küfrün karanlıklarını parçalayıp âlemleri aydınlatan Kur'an'ın meydana getireceği devrimi şimdiden müjdeleyerek de ki: "İşte nihayet, mutlak ve değişmez gerçek olan hak geldi; yalan, kötülük, inkârcılık temeline dayanan batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl er geç yıkılıp yok olmaya mahkûmdur!"
81
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَاراً
İşte bu amaçla Biz, inananlar için gönüllere şifa ve rahmet olacak, zalimlerin ise yalnızca yıkılıp yok olmalarını hızlandıracak Kur'an ayetlerini peyderpey göndermekteyiz. Kur'an'ın şifa verici, yol gösterici hidayetinden uzak kalan insanın ne hâle düşeceğini görmek ister misiniz?
82
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫ساً
İnsanoğluna katımızdan zenginlik, sağlık, güzellik, güç, zekâ gibi bir nimet verdik mi, bunları kendisine kimin verdiğini unutur, bu nimetlerle şımarıp ayetlerimizden yüz çevirir ve kibirlenerek yan çizer. Başına bir belâ gelince de, bunun bir imtihan olduğunu düşünmez, kendisini tamamen dağıtıp büsbütün ümitsizliğe düşer. O hâlde, ey Müslüman!
83
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلاً۟
Kur'an'ın yol göstericiliği olmaksızın mutluluğa ulaşabileceklerini sanan gafillere de ki: "Herkes kendi içinden gelen eğilimlere, alışkanlıklara, ruh hâline göre bir yol çizer ve bunun en doğru yol olduğunu iddia eder. Böylece her toplum farklı bir inanç, ahlâk anlayışı ve dünya görüşü benimseyerek bu inanç doğrultusunda davranışlar geliştirir ve kendi mizacına uygun tarzda hareket eder. Fakat herkes kendi mizacına uygun gelen yolu tutmakla, insanlığı kurtuluşa iletecek doğru yolu tutmuş sayılamaz. Çünkü içinizden kimlerin doğru yolu izlediğini en iyi bilen ve hangi yolun izlenmesi gerektiğine karar veren Rabb'inizdir." Ve bu yolu, Kur'an vasıtasıyla size bildirmiştir. Peki, Kur'an'ı Muhammed'e getiren kimdir ve ona gelen vahiy nasıl bir şeydir?
84
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً
Ey Muhammed! Sana vahiy meleği Cebrail'in mahiyetini ve vahiy olgusunu,yani Ruh'u soruyorlar. Onlara de ki: "Ruh, doğrudan doğruya Rabb'imin emrindedir ve ancak O'nun izniyle gelir. Fakat insanın sınırlı aklı, bunun mahiyetini tam olarak kavrayamaz. Çünkü size bu gibi gaybî konularda pek az bilgi verilmiştir."

Bu vahiy olayı, tamamen Muhammed'in inisiyatifi dışında cereyan etmektedir.
85
وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِه۪ عَلَيْنَا وَك۪يلاًۙ
Nitekim ey Muhammed! Eğer dileseydik, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz her şeyi geri alırdık da, onun sana tekrar verilmesi için bize hesap soracak bir kimse de bulamazdın.
86
اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً
Ancak Rabb'inin sonsuz lütuf ve rahmeti sayesindedir ki, sana vahyettiği bu Kur'an'ı korudu ve sürekli kıldı. O'nun sana bağışladığı lütuf ve ihsanı gerçekten çok büyüktür. Demek ki bu Kur'an senin eserin değil, Allah'ın gönderdiği bir vahiydir.
87
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً
Ey Müslüman! Kur'an'ın bir insan tarafından uydurulduğunu iddia eden inkârcılara meydan okuyarak de ki: "Eğer bütün insanlar ve cinler, gerekifade güzelliğinde gerekortaya koyduğu mükemmel hayat tarzındaKur'an ile boy ölçüşebilecek, onun ayarında bir kitap meydana getirmek için bir araya gelseler, yine de onun bir benzerini ortaya koyamazlar, her alanda uzman gruplar hâlinde güçlerini birleştirip birbirlerine yardımcı olsalar bile!"
88
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً
Bakın; Biz bu Kur'an'da, insanlara doğru yolu gösterecek bütün ibret verici, aydınlatıcı örnekleri ele alıp işledik. Ne var ki, insanların çoğu inkârcı tavırlarında ısrarla diretiyor. Şöyle ki:
89
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ
İnkârcılar, "Ey Muhammed!" diyorlar, "Sen bize Musa'nın yaptığı gibi yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."
90
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ
"Yahut senin hurmalıklardan, üzüm bağlarından mucizevî bir bahçen olup da aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça…"
91
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ
"Ya da iddia ettiğin gibi, bizi helâk etmek üzere göğü parça parça üzerimize düşürmedikçe… Yahut Allah'ı ve melekleri senin Peygamberliğine şahitlik etmeleri için, açıkça görebileceğimiz şekilde karşımıza getirmedikçe…"
92
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟
"Yahut altından yapılmış bir sarayın olmadıkça veya gözlerimizin önünde bir kuş gibi uçup göğe yükselmediğin sürece sana asla inanmayacağız. Gerçigöğe yükselmiş olsan bile, bize oradan, okuyacağımız ve doğrudan bize hitaben yazılmış bir kitap indirmedikçe, sırf göğe çıktın diye sana inanmayacağız." Onlara cevaben de ki: "Bu dediklerinizi yapabilecek mükemmel niteliklere sahip olan yalnızca Rabb'imdir. Oysa ben hiçbir zaman Rab olduğumu iddia etmedim! Ben nihayet, elçi olarak gönderilmiş fâni bir insandan başka neyim ki? Ben size Allah tarafından olağanüstü yeteneklerle donatılmış bir melek olduğumu mu söyledim ki, benden böyle şeyler istiyorsunuz? Ben sadece, Allah'tan size bir mesaj getirdiğimi söylüyorum. Eğer benim iddiamın doğruluğunu denetlemek istiyorsanız, işte Kur'an, bir mucize olarak karşınızda duruyor!"
93
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً
Zaten öteden beri insanlara Allah tarafından doğru yolu gösteren bir elçi veya uyarıcı geldiğinde, onları bu apaçık hakikate inanmaktan alıkoyan tek sebep, elçinin dürüstlüğünü hesaba katmadan ve mesajın içeriğini hiç düşünmeden, "Allah bula bula bizim gibi ölümlü bir insanı mı elçi olarak gönderdi?" demeleridir.
94
قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً
Peygamberin kendileri gibi bir insan olmasını yadırgayan o cahillere şu sözümüzü ileterek de ki: "Eğer yeryüzünde yaşayanlar insan değil de melek olsaydı, o zaman onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik."
95
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً
Yine de inatla itiraza devam ederlerse, onlara son olarak de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Elbette O kullarının her hâlini bilmekte, her davranışını görmektedir." O hâlde, kimin doğru yolda olduğu konusunda hüküm vermek için Allah'ın şahitliğini esas almalı, iyi-kötü, helâl-haram, doğru-eğri gibi değer yargılarını hayat prensiplerini yalnızca O'ndan, yani O'nun kitabından öğrenmelisiniz. Zira:
96
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً
Allah kimi doğru yola iletirse, işte odur doğru yolda yürüyen. Kimi de saptırırsa, onlara Allah'tan başka yardım edecek bir dost bulamazsın. İşte onları Diriliş Gününde yüzüstü yere kapanmış bir şekilde kör, dilsiz ve sağır olarak huzurumuzda toplayacağız ve varacakları son durak cehennem olacak! Öyle bir cehennem ki, ateşi ne zaman yatışır gibi olsa, her defasında onu körükleyerek o çılgın alevi onlar için yeniden ve yeniden canlandıracağız.
97
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
İşte zalimlerin cezası budur. Çünkü onlar hem ayetlerimizi inkâr etmiş, hem de "Biz mezara girip kemik ve toz yığını hâline geldikten sonra mı yeniden yaratılıp diriltileceğiz? Öyle şey olmaz!" demiş ve böyleceâhiretin varlığını, dolayısıyla Allah'ın adaletini inkâr etmişlerdi.
98
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً
Peki onlar, gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'ın insanlar ölüp yok olduktan sonra onları aynı şekilde yeniden yaratabilecek güce sahip olduğunu ve bunun için kendilerine, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan bir vade belirlemiş olduğunu akılları ve vicdanları ile anlayıp görmezler mi? Elbette görürler. Fakat o zalimler, kibir ve inatları yüzünden bir türlü inkârcılıktan vazgeçmeye yanaşmazlar.
99
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟
Onlara de ki: "Eğer Rabb'imin sonsuz lütuf ve rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, harcanıp tükenir endişesiyle onları sımsıkı elinizde tutar ve hiç kimseye bir şey vermezdiniz. İnsanoğlu gerçekten de çok açgözlü ve cimridir.

Senden ısrarla mucize isteyen kâfirlere şu ibret verici kıssayı anlat:
100
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً
Hiç kuşkusuz Biz, Musa'ya tam dokuz tane apaçık mucize vermiştik. Fakat Firavun ve halkı, yine de inanmamışlardı (7. Araf: 133). İsterseniz sorun İsrail Oğulları'na, onlar da bunu doğrulayacaklardır: Hani Musa, onlara bir Peygamber olarak gelip apaçık mucizeler gösterince Firavun, "Ey Musa!" demişti, "Bana öyle geliyor ki, sen büyü ile donanmış usta bir sihirbazsın."
101
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
Bunun üzerine Musa, Ey Firavun!" dedi, "Bu mucizeleri açık birer delil olarak sizlere gönderenin, göklerin ve yerin Rabb'inden başkası olmadığını sen de pekâlâ biliyorsun! Bana da öyle geliyor ki, sen bu anlamsız inadı sürdürdüğün takdirde, önceki zalimler gibi helâk olup gideceksin!"
102
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ
Derken Firavun İsrail Oğulları'na karşı iyice azgınlaşarak onları topyekûn imha etmek üzere yeryüzünden söküp atmaya kalkışınca, Biz de onu ve bütün yandaşlarını Kızıldeniz'e batırıp boğduk.
103
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ
Ve ardından İsrail Oğulları'na, "Kudüs'teki bu bereketli yurda güven içinde yerleşin!" dedik, "Ama unutmayın; kıyamet kopup da âhiret vaadinin zamanı gelince, hepinizi bir araya toplayacak ve bütün yaptıklarınızın hesabını soracağız."

Ve işte, birçok Peygamber tarafından yüzyıllar öncesinden müjdelenen Son Elçi ve vahiy zincirinin son halkası ve zirvesi olan Kur'an geldi:
104
وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ
Biz onu hak ile, yani mutlak hakikati ortaya koymak üzere, belli bir hikmet doğrultusunda indirdik; nitekim o da hiçbir değişikliğe, tahrifâta uğramadan tam istediğimiz gibi senin kalbine hak ile indi. Ve böylece Biz seni, ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
105
وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً
Ve bu kitabı sure sure, ayet ayet bölümlere ayırdığımız bir Kur'an halinde gönderdik ki, onu insanlara yavaş yavaş ve sindire sindire okuyarak insanları uyarasın ve bu amaçla onu, bir defada toplu olarak değil, yirmi üç yıl boyunca, azar azar ve aşama aşama indirdik.
106
قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ
O hâlde, Kur'an'dan yüz çeviren gafillere de ki: "İster ona inanın, isterseniz inanmayın. İnanmanız onun derecesini yükseltmez, inkârınız da ona bir eksiklik vermez. İman ederseniz faydası kendinize, inkâr ederseniz zararı yine kendinizedir. Fakat şunu iyi bilin ki, bu Kur'an'ı tanımadan önce kendilerine ilim verilmiş olan dürüst ve insaflı Yahudi ve Hristiyanlara bu kitabın ayetleri okunduğu zaman, onu duyar duymaz derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.
107
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً
Ve "Rabb'imizin şanı ne yücedir! İşte müjdelenen Son Elçi geldi ve Rabb'imizin vaadi nihayet gerçekleşti!" derler.
108
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً
Allah'ın ayetlerini dinledikçe O'na karşı saygı ve duyarlıkları zirveye ulaşır, gözyaşları içinde yeniden yüzüstü secdeye kapanmaktan kendilerini alamazlar.
109
قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً
Farklı kültürlere, dillere, ırklara, renklere sahip tüm insanlığa evrensel İslâm inancını duyurmak ve Allah'ı hangi isim ve sıfatlarla anmak gerektiğini onlara öğretmek üzere de ki: "O'na ister "Allah" diye dua edin, ister "Rahman" diye veya isterseniz bunlar dışında "Rab, İlâh, Kadir, Aziz, Alîm, Hakîm gibi O'na yaraşır başka güzel isimlerle dua edin. Bunlardan hangisiyle dua ederseniz edin fark etmez, çünkü yücelik ve güzellik ifade eden bütün üstün nitelikler, bütün güzel isimler O'nundur."

Bir de, tek başına namaz kılarken sesini çok yükseltme, çok fazla da kısma; bu ikisi arasında orta bir yol tut. O'na dua ederken —özellikle de namaz kılarken— gösteriş veya saygısızlık ifade edebilecek tavır ve davranışlardan uzak dur.
110
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً
Ve Allah'ın birliğini tüm insanlığa bir kez daha haykırarak de ki: "Bütün övgüler, çocuk edinmeyen, hükümranlığında eşi ve ortağı bulunmayan ve acizlikten kaynaklanan bir sebeple yardımcıya, dosta ihtiyacı olmayan Allah'a aittir ve yalnızca O'na yaraşır!" Ve O'nun sınırsız yüceliğini ve büyüklüğünü gerek sözlerinle, gerek tavır ve davranışlarınla tüm dünyaya ilan et!

İşte, bu gerçeği haykıran bir grup gencin örnek hayatı:
111

Sureler

Mealler
Nahl Suresi
Önceki
Kehf Suresi
Sonraki