Sureler
Mealler
Önceki
Nahl Suresi
Sonraki
Kehf Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Kulu (Muhammed’i Ulûhiyet ve Rubûbiyetimizle ilgili) bazı büyük işaret ve delilleri kendisine göstermek için bir gece Mescidi Haram’dan etrafını bereketlerle donattığımız ve katımızda mübarekliği bulunan Mescidi Aksâ’ya götüren O şanı yüce Zât, her türlü noksanlıktan, âcizlikten ve ihtiyaçtan uzaktır. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
2 Musa’ya Kitap (Tevrat’ı) verdik ve onu İsrail Oğulları için dupduru bir hidayet rehberi yaptık. Bununla onlardan istediğimiz şuydu: “Ben’den başka işlerinize vekil, kendisine güvenip dayanacak bir mercî edinmeyin!”
3 Onlar, Nuh ile beraber gemide taşıyıp felâketten kurtardığımız mü’min kimselerin neslindendi. Şüphesiz Nuh da, Rabbisine çok şükreden bir kuldu.
4 Biz, (her türlü ikazımıza rağmen Kitaba uymamalarının ve nankörlüklerinin sonucu olarak) Kitap’ta İsrail Oğulları için şöyle hükmettik: Doğrusu siz, yeryüzünde iki defa bozgunculuk çıkaracak ve büyüklendikçe büyükleneceksiniz.
5 Nitekim ilk bozgunculuk ve büyüklenmenizin karşılığını görme vakti geldiğinde, kullarımız içinde çok güçlükuvvetli bazılarını seçip üzerinize musallat ettik. Onlar, ülkenizi baştanbaşa çiğneyip, evlerinizin içlerine varıncaya kadar her tarafı didik didik aradılar. Bu, icrası gereken ve nitekim icra edilmiş bir tehdit, bir hüküm idi.
6 Aradan zaman geçti ve tarihî çevrimi bu defa o istilâcılara karşı sizin lehinize işlettik; sizi servetle birlikte evlât ve torunlarca çoğaltıp güçlendirdik, sayıca eskisinden daha güçlü kıldık.
7 (İsyan ve tuğyanınız karşılığında başınıza gelen bunca musibetten sonra) artık Allah’ın sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde davranıp iyilikte karar kılarsanız, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Yok, kötülüklere dalar giderseniz, bu da kendiniz içindir. Derken, ikinci defaki bozgunculuk ve büyüklenmenizin karşılığını görme vakti gelince, sizi bütün bütün rezil etsinler, evvelkilerin girdikleri gibi Mescid’e girsinler ve ele geçirdikleri her yeri yakıp yıksınlar diye, (düşmanlarınızı başınıza yine musallat ederiz).
8 Olur ki, artık şimdi tevbe edersiniz de, Rabbiniz size merhamet buyurur. Ama tekrar (bozgunculuğa ve büyüklenmeye) dönecek olursanız, Biz de (sizi yine cezalandırmaya) döneriz. Üstelik Cehennem’i de kâfirler için bir zindan kılmışızdır.
9 Gerçekten bu Kur’ân, (her meselede) en doğru yola, en sağlam ve isabetli tutuma yöneltir ve yerinde, doğru, sağlam ve ıslaha yönelik işlerde bulunan mü’minlere onlar için çok büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler;
10 Âhiret’e inanmayanlar için ise çok acı bir azap hazırlamış olduğumuzu bildirir.
11 Böyle iken insan, şerri tıpkı hayrı istercesine ister. Doğrusu insan, çok acelecidir.
12 (İnsanların hayatında olduğu gibi, dünyanın hayatında da ‘gece’ ile ‘gündüz’ birbirini takip eder.) Biz, gece ile gündüzü (kâinattaki tasarruflarımıza, ayrıca kudret, ilim, hakimiyet ve üzerinizdeki nimetlerimize) iki işaret, iki delil kıldık; onların her biri için de bir âlamet var ettik. Gecenin alâmeti olan ayın ışığını aldık ve gündüzün alâmeti olan güneşi bizatihî ışıklı ve aydınlatıcı yaptık ki, Rabbinizin lütfedeceği nimetleri araştırıp elde edesiniz ve yılların sayısıyla birlikte zamanı hesaplamayı bilesiniz. Her bir şeyi bu şekilde yerli yerine koyduk ve ayrıntılarıyla açıkladık.
13 Her insanın yazılmış ve yaşanmış kaderini boynuna doladık. Kıyamet Günü onunla ilgili bir kitap çıkarırız da, onu önünde açılmış bulur.
14 “Oku kitabını! Bugün sen, bizzat kendin hakkında hesap görücü olarak yetersin!”
15 Kim doğru yolu seçerse ancak kendi lehine seçmiş olur; kim de sapar giderse, ancak kendi aleyhine olarak sapıp gitmiştir. Kimse bir başkasının suç (ve günah) yükünü çekmez ve onunla yargılanmaz. Biz, önceden (uyarıcı olarak) bir rasûl göndermeden (günahları sebebiyle hiçbir kimseye ve hiçbir topluma) azap etmeyiz.
16 Herhangi bir memleketi (hak ettikleri bir ceza olarak) helâk etmek dilediğimizde, (bir rasûl vasıtasıyla) emrimizi (Din) gönderir ve oranın halkı arasında zevk u safa içinde dilediklerince yaşamayı gaye edinenleri (toplumların hayatıyla ilgili kanunlarımız çerçevesinde) daha çok nimete boğarız da, orada artık kural tanımaz hale gelir ve günahlara daldıkça dalarlar. Nihayet, hak ettikleri helâk hükmü uygulamaya konur da, o memleketi yerle bir ederiz.
17 Nuh’tan sonra bu şekilde nice nesilleri helâk ettik. Kullarının günahlarını senin Rabbinin görüp bilmesi yeter.
18 Kim Âhiret’i bırakıp sadece şu peşin dünya zevkini ister ve onun peşine düşerse, dilediğimiz kimseye takdir ettiğimiz miktarda o zevki tattırır, sonra da Cehennem’i ona mekân kılarız. Artık onun yüzüne bakılmaz ve o reddedilmiş biri olarak, kızarıp pişmek üzere Cehennem’e girer.
19 Kim de hedef olarak Âhiret’i seçer ve bir mü’min olarak gereken gayreti gösterirse, işte böylesi seçkin kişilerin gayretleri karşılığını muhakkak bulur.
20 Herkese, (dünyayı dileyenlere de Âhiret’i isteyenlere de dünyada) Rabbinin ihsanından veririz. Senin Rabbinin ihsanı, asla kısıtlanmış değildir.
21 Dünyada nasıl ve niçin bazısına bazısından daha çok veriyoruz, bak ve üzerinde düşün. Âhiret ise, elbette hem sahip olunacak mertebeler bakımından dünyadan çok daha büyüktür, hem de sahip olunacak faziletler ve derece farklılıkları açısından çok daha büyüktür.
22 Sakın Allah ile beraber başka bir ilâh edinme; yoksa yüzüne bakılmaz bir halde bir kenara itilir kalırsın.
23 Rabbin, sadece Kendisine ibadet etmenize ve annebabaya, Allah’ın sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde ve mümkün olan en iyi şekilde davranıp, onlara daima iyilikte bulunmanıza hükmetti. Şayet onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanında bulunursa, sakın (varlıklarını ve onlara hizmeti yüksünerek) kendilerine “öff!” diyecek ölçüde bile olsa kötü söz söyleme; onları azarlama ve daima onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.
24 Şefkat ve merhametle onlara kol kanat ger; karşılarında alabildiğine alçakgönüllü ol ve haklarında, “Rabbim, nasıl onlar beni çocukluğumda şefkat ve ihtimamla büyütüp yetiştirdilerse, Sen de onlara öyle merhamet buyur!” diye dua et.
25 Rabbiniz, (annebabalarınız hakkında olsun, başka meselelerde olsun,) içinizden geçenleri, (neler düşünüp neler tasarladığınızı ve neler hissettiğinizi) çok iyi bilmektedir. Eğer siz, gerçekten duygu, düşünce ve niyetlerinizde samimî iyi kişiler iseniz, şüphesiz Allah, (annebabaya karşı elde olmadan yapılmış görev ihmali dahil,) günahlarından dolayı içten tevbe ile Kendisine yönelenlere karşı çok bağışlayıcıdır.
26 Akrabaya üzerindeki haklarını ver, yoksula ve yolda kalmışa da; ve sakın saçıp savurma.
27 Savurganlar, hiç şüphesiz şeytanlara kardeş olmuşlardır; şeytan ise, Rabbisine karşı çok nankördür.
28 Bizzat kendin muhtaç, dolayısıyla Rabbinden rızık ve imkân peşinde ve beklentisinde, bu sebeple de üzerinde hakları bulunanlarla ilgilenemeyecek durumda isen, bu takdirde onlara gönül alıcı sözler söyle.
29 Harcamalarında ve başkalarına yardım hususunda ne eli sıkı ol, ne de ölçüsüzce açık. Aksi halde herkes tarafından kınanır, dostsuz, kaybettiklerine de hasret çeker bir hale düşersin.
30 Doğrusu Rabbin, dilediği kimseye bol rızık verir, dilediği kimseye de kısar ve ölçülü verir. Hiç şüphesiz O, kullarının (her halinden) hakkıyla haberdardır ve onları (her halleriyle) hakkıyla görmektedir.
31 Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onların rızkını Biz veriyoruz, elbette sizinkini de. Onları öldürmek, hiç şüphesiz büyük bir suçtur.
32 Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, çirkinliği apaçık ortada bir hayasızlıktır, hem ne kötü bir yoldur!
33 Allah’ın muhterem kıldığı cana haklı bir gerekçe olmaksızın kıymayın. Kim zulmen öldürülürse, onun velisine (mirasçısına) gereken meşrû işlemin yapılması konusunda yetki vermişizdir. Şu kadar ki, mirasçı eğer kısas talep edecek olursa, bu konuda aşırı gitmemeli, (hukukun kendisine verdiği yetkiyi aşmamalıdır). (Hukuken) ona gereken yardım yapılmıştır.
34 Yetimin malına o yetim malını kullanabilecek çağa ulaşıncaya kadar onun hakkında en hayırlı olabilecek tasarruf tarzı dışında yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin; bilin ki verilen söz, sorumluluk gerektirir.
35 Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve (tarttığınız zaman da) doğru ‘terazi’yle tartın. Böyle yapmanız, hem her bakımdan hayırlı, hem de âkıbet yönünden güzel olandır.
36 Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeye dayanıp karar verme. Çünkü kulak, göz ve kalb, evet bunların hepsi (verdiğin karar, vardığın sonuçtan) sorumludur ve sorguya çekilecektir.
37 Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. (Kendini ne kadar büyük görürsen gör gücün, bilgin, kabiliyetlerin sınırlıdır;) ne yeri yarabilir, ne de dağların boyuna erişebilirsin.
38 Bütün bu (yasaklanan tutum ve davranışların hepsi) kötü olup, Rabbinin nazarında asla hoş görülmeyen şeylerdir.
39 Bu hakikat, Rabbinin sana vahyettiği hikmetten bir bölümdür. (Hepsinin başı olarak bir defa daha hatırlatmak gerekirse,) sakın Allah’ın yanısıra başka bir ilâh edinme. Yoksa yerilmiş, kınanmış, reddedilmiş ve yüzüne bakılmaz bir halde Cehennem’e fırlatılırsın.
40 Gerçek bu iken, (Allah’a çocuk isnat ediyorlar). Demek Rabbiniz sizi erkek çocuklarla onurlandırdı da, meleklerden Kendisine kızlar edindi öyle mi? Gerçekten siz çok büyük, vebali çok ağır bir söz söylüyorsunuz.
41 Biz, insanlar düşünüp ders alsınlar diye bu çok şerefli Kur’ân’da gerçekleri bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan anlatıp duruyoruz. Ama (o müşriklerin haline bakın ki,) bütün bu gerçekler onları daha da kaçırmakta, doğrudan daha da uzaklaştırmaktadır.
42 (Ey Rasûlüm,) de ki: “Faraza, onların iddia ettikleri gibi Allah’tan başka ilâhlar bulunsa idi, bu takdirde onların hepsi (kâinat üzerinde hakimiyet kurmak için) Arş’a çıkmaya yol ararlardı.”
43 Münezzehtir O ve sonsuz yücelikte ve büyüklükte aşkındır onların bu tür iddialarından.
44 Yedi gök, yer ve onların içinde bulunan herkes, O’nu (şirkin dayandığı ve ifade ettiği her türlü eksiklik, kusur ve noksanlıktan) tenzih eder. Hiç bir şey yoktur ki, O’nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor bulunmasın; ama siz onların tesbihlerini, tenzihlerini anlayamazsınız. O, (bunca izzet ve azametiyle beraber, kullarının en ağır günahları karşısında bile yine de) çok sabırlı, çok müsamahalıdır ve çok bağışlayandır.
45 (Ey Rasûlüm,) Biz, sen Kur’ân okur ve bu gerçekleri Kur’ân’la ilan ederken seninle küfürde şartlanmış olup Âhiret’e inanma niyeti taşımayanların arasına görünmez bir perde çekeriz.
46 Ve kalblerinin üzerine (kötü niyetleri, zulümleri, şartlanmışlıkları ve kibirlerinden oluşan ve) Kur’ân’ı anlamalarına mani kılıflar geçirir, kulaklarının içine de ağırlıklar yerleştiririz. Sen, Kur’ân’da (ilâh ve rab olarak) sadece Rabbini zikreden âyetleri okuduğunda onlar nefretle arkalarını dönüp gidiyorlar.
47 Senin okuyuşunu dinlerlerken gerçekte neyi duymak istediklerini ve gizli yerlerde ise, Allah’a şirk koşmada önü çeken o zalimlerin diğerlerine, “Siz, başka değil, ancak büyüye tutulmuş bir adamın arkasından gidiyorsunuz!” dediklerini Biz çok iyi biliyoruz.
48 Bak (Rasûlüm), hakkında ne tuhaf benzetmeler uyduruyor (ve sana bazen büyücü, bazen şair, bazen büyülenmiş, bazen mecnun, bazen kâhin diyorlar); böyle diye diye tamamen sapıp gittiler de, artık kendilerini hidayete ulaştıracak yolu bulabilecek durumda değildirler.
49 (Âhiret’i inkârlarına güya gerekçe olarak da,) “Kupkuru kemik yığını ve toz zerrecikleri haline geldiğimiz zaman mı, yani biz o halde iken mi diriltilip yeniden yaratılacağız?” diyorlar.
50 De ki: “İster taş olun, ister demir;
51 “İsterse, yeniden yaratılmanız aklınızca imkânsız gibi görünen bir başka madde: (her ne olur ve neye dönerseniz dönün yine diriltileceksiniz.)” Bu defa, “İyi de,” diyeceklerdir, “bizi yeniden hayata iade edecek kimmiş?” De ki: “Sizi ta baştan belli hususiyetlerle kim yaratmışsa O!” Bu sefer, güya hayret etmiş gibi alaylı alaylı başlarını sana doğru sallayacak ve “Pekiyi, ne zaman?” diye soracaklardır. De ki: “Belki de pek yakında!”
52 O sizi (kabirlerinizden) çağırdığı gün, onun bu çağrısına hiç itiraz etmeden, karşı koyamadan, hem de Çağıran’a hamd ederek icabette bulunacaksınız; (o gün, kabirlerinizde) pek az bir süre kaldığınızı sanırsınız.
53 (Ey Rasûlüm,) kullarıma de ki, (kendi aralarında olsun muarızlarıyla tartışırken olsun,) daima sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan, sürekli olarak aralarını açmaya çalışır. Gerçekten şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.
54 Rabbiniz, (niyetleriniz, söyledikleriniz, işledikleriniz ve kazandıklarınızla) sizi çok iyi bilmektedir. (Bu sebeple, O’na karşı herhangi bir iddiada bulunmayın ve başkaları hakkında hükmetmekten kaçının.) O, dilerse size merhamet eder (ki, bu O’nun serapa lütfudur); dilerse sizi cezalandırır, (bu da serapa adalettir). (Bunun içindir ki Rasûlüm, bazıları kendileri veya haklarında hüsnüzan besledikleri bazıları için kurtuluşu garanti görüp, daha başka bazılarını azaba mahkûm da etse, gerçek şu ki,) Biz seni, insanları gözetleyici ve yaptıkları hakkında hükmedici olarak göndermedik.
55 Rabbin, göklerde ve yerde kim varsa, bunların hepsini de çok iyi bilmektedir. Şurası bir gerçek ki Biz, peygamberlerden bazısını, (kimisi itibariyle mutlak manâda, kimisi itibariyle bazı hususî sahalarda olmak üzere) bazısından üstün kıldık; bu arada Davud’a da Zebur’u verdik.
56 (O müşriklere) de ki: “Allah’tan başka zannınızca ilâh deyip ibadette O’na ortak kıldığınız (meleklere, bir takım insanlara, cinlere) yalvarın yalvarabildiğiniz kadar; onlar ne sizden bir sıkıntıyı giderebilir, ne onu daha gelmeden başka tarafa çekebilir, ne de geldikten sonra yararınıza olacak şekilde değiştirebilirler.
57 Ilâh yerine koyarak kendilerine yalvarıp yakardıkları o kimseler, “Ne yapsam da O’na daha yakın olabilsem!” diye Rabbilerine yaklaşmak için vesile arar, O’nun rahmetinin beklentisi içinde yaşar ve O’nun azabından korkarlar. Rabbinin azabı, gerçekten kaçınılması gereken korkunç bir azaptır.
58 Kıyamet Günü’ne kadar (halkının yaşayışı ve zulümleri sebebiyle) hangi memleketi helâk etmiş veya (iç savaş, içtimaî yozlaşma ve yabancı işgali türünden herhangi bir yolla) çetin bir azaba uğratmış olmayalım ki, mutlaka Kitap’ta yazılı bulunmasın.
59 O kâfirlerin (Rasûl’den güya risaletine delil olarak) istedikleri mucizeleri göndermekten Bizi alıkoyan, onlardan önceki kâfirlerin kendilerine gönderilen mucizeleri yalanlamış olmaları, (onların da aynı şekilde yalanlayıp helâki hak edecekleri gerçeği)dir. Semud Kavmi’ne gözlerini açacak apaçık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de, onu öldürmekle zulüm işlemiş, kendilerine yazık etmişlerdi. Biz ise âyetlerimizi, (Kitabın âyetlerini, Bize ait delilleri, gerektiğinde mucizeleri, ancak muhtemel bir helâke ve Âhiret azabına karşı) korkutmak ve uyarmak için göndeririz.
60 Hani sana, “Hiç şüphesiz Rabbin insanları (ilim ve kudretiyle) kuşatmıştır (onları ve ne yaptıklarını hakkıyla bilmektedir ve onlara yetecek güçtedir)” demiştik. Gerek sana gösterdiğimiz o manzarayı, gerekse Kur’ân’da lânetlenmiş olan ağacı, ders alırlar mı diye insanlar için bir imtihan vesilesi kıldık. Onları korkutuyor ve uyarıyoruz; ne var ki bu da, onların azgınlıklarını daha da arttırmaktan başka işe yaramıyor.
61 (İnsanların kibir ve nefislerine mağlûbiyetleri yüzünden nasıl inkâra gittiklerini görmek için) hatırlayın ki, meleklere “Âdem’e secde edin!” diye emretmiştik de, hepsi secde etmiş, fakat İblis (ona da emredilmiş olmasına rağmen) secde etmemişti. (Güya mazeret olarak,) “Çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim?” dedi.
62 Ve ilâve etti: “Şuna bak! Benden üstün ve şerefli kıldığın bu mu? Eğer Kıyamet Günü’ne kadar bana mühlet verecek olursan, gör bak onun soyunu pek azı dışında nasıl da kumandam altına alacağım!”
63 Allah buyurdu: “Çık git (oradan)! Artık onlardan kim sana tâbi olursa, bilin ki Cehennem sizin cezanızdır, hem de ne ceza!
64 “Dilediğini yap: gücünün yettiğini o kandırıcı sesinle yerinden oynat ve kötülüklere sürükle; süvari ve yaya birliklerinle üzerlerine yürü; mallarına ve çocuklarına ortak ol ve bol bol va’dlerde bulun onlara!” Şeytan bu! Onlara aldanıştan başka ne va’deder ki!
65 “Fakat Benim (has ve samimî) kullarım üzerinde senin asla bir hakimiyetin olamayacaktır.” Onların koruyucusu ve işlerine vekil olarak Rabbin yeter.
66 O Rabbiniz ki, O’nun lütfundan nasibinizi arayasınız diye sizin için denizde gemileri yüzdürür. Gerçekten O, size karşı pek merhametlidir.
67 Denizde herhangi bir musibete maruz kaldığınızda yardımınıza sadece Allah yetişir de, ilâhlaştırarak kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar ortada görünmez olur. Ne var ki, Allah sizi kurtarıp selâmetle karaya çıkarınca da O’na sırt çevirirsiniz. İşte insan, böylesine nankördür.
68 Öyle de, Allah’ın sizi karada yerin dibine geçirmesinden veya üzerinize kum fırtınaları, taş yağdıracak kasırgalar göndermesinden emin mi oldunuz? Bu durumda kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.
69 Yoksa sizi bir münasebetle tekrar denize yöneltip, üzerinize kasırgalar göndererek bunca nankörlük ve küfrünüz sebebiyle sizi boğmayacağından mı emin oldunuz? Sonra, Bize karşı size arka çıkacak bir kuvvet de bulamazsınız.
70 Gerçekte Biz, Âdem evlâtlarını şerefli ve pek çok ikramlara mazhar kıldık: onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, imkânlar verdik; ayrıca onları temiz, hoş ve sağlıklı yiyeceklerle rızıklandırdık ve kendilerine yarattıklarımızın pek çoğunun üstünde çok büyük bir mevki bahşettik.
71 Ama gün gelir ve bütün insanları peşlerinden gittikleri önderleriyle çağırırız. (Kim dünyada gerçek ve hakikate götüren bir önderin arkasından gider de, Âhiret’te) hesap defteri sağından verilirse, işte o kutlu insanlar defterlerini mutluluk içinde okurlar ve güzel davranışlarının karşılığını görmede kıl kadar olsun haksızlığa uğratılmazlar.
72 Ama kim de bu dünyada gerçeklere kör olur (ve gerçeğe götüren bir önderin izinden gitmezse), böylesi Âhiret’te de kör olacaktır ve (İlâhî af ve mağfiret) yoluna çok daha fazla uzaklıktadır.
73 Akılları sıra seni, sana vahyettiğimizden başka bir söz uydurup Bize mal etmen için kandıracak ve o zaman dost edineceklerdi.
74 Biz sana tam sebat vermemiş olsaydık (ve sen tarafımızdan teyit gören bir rasûl olmamış olsaydın), onlara çok küçük de olsa bir meyil gösterebilirdin.
75 Bu takdirde sana kat kat yaşama acısı ve kat kat ölüm ve sonrasının acısını tattırırdık; sonra Bize karşı herhangi bir yardımcı da bulamazdın.
76 Onlar, seni yurdundan çıkarmak için sürekli olarak tedirgin edip duruyorlar. Eğer sen oradan çıkarsan, kendileri de orada senden sonra pek az kalır ve sonra yok olur giderler.
77 Senden önce gönderdiğimiz rasûllerimiz hakkında da uyguladığımız kanun budur: Bizim yolumuzda, câri kanunlarımızda bir değişiklik bulmayacaksın.
78 Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar, bütün şartlarına riayet ederek namazı hakkıyla kıl ve özellikle Sabah Namazı’nı. Çünkü Sabah Namazı’ nın bilhassa kıraatinde melekler hazır olur (ve o vakit, dünyanın yeni bir güne uyandığı vakittir).
79 (Farz ölçüsünde) sana mahsus bir namaz olmak üzere de, gecenin bir vaktinde uykudan kalkıp Kur’ân oku, teheccüd kıl. Böylece Rabbinin seni, (çok yüksek, O’na en büyük yakınlık ve en kapsamlı şefaat makamı olan) Övülme Makamı’na eriştireceğini umabilirsin.
80 (Ve bir beldeye girerken, dolayısıyla Medine’ye yaklaştığın şu dakikada) şöyle dua et: “Rabbim, gireceğim yere hak uğruna, samimî olarak, en iyi niyetle ve Sana sadakat içinde girmemi, oradan çıkacağım zaman da yine hak uğruna, samimî olarak, en iyi niyetle ve Sana sadakat içinde çıkmamı nasip buyur; ve Kendi katından bana sağlam bir destek, kuvvetli bir delil bahşet.”
81 Şunu da ilan et: “Hak geldi ve bâtıl yok olup gitti; zaten bâtıl, bizzat mahiyeti gereği yok olup gitmeye mahkûmdur.”
82 Biz, Kur’ân’a dahil olarak mü’minler için şifa ve rahmet kaynağı âyetler indiriyoruz; ama bunlar, zalimlerin ise ancak kayıplarını arttırmaktadır.
83 (Bilhassa o zalim) insana kendisini hiç sıkıntıya uğratmadan nimet verip dursak, kibir ve çalım içinde Allah’ı anmaktan yan çizer ve hiç umursamaz olur; başına bir musibet gelince de hemen ümitsizliğe düşer.
84 (Rasûlüm, insanların farklı farklı tutumları karşısında sen şu gerçeği) beyan et: “Herkes, (inanç ve dünya görüşünden kaynaklanan, kendine göre doğru ölçülerin şekillendirdiği) seciye ve karakterine göre davranır. Fakat kimin yolunun gerçekten doğru olduğunu ise en iyi Rabbiniz bilir.
85 Bu arada, sana bir de ruhtan soruyorlar. Onlara de ki: “Ruh, Rabbimin bir emri, emir âleminden bir tecellisidir ve bu konuda size pek sınırlı bir bilgi edinme imkânı verilmiştir.”
86 (Kur’ân’ı yazan da, iddia ettikleri gibi sen değilsin; nasıl ruh Bizim bir nefhamızsa, Kur’ân’ı da benzer şekilde Biz vahyediyoruz.) Eğer dilesek, sana vahyettiğimiz Kur’ân’ı hafızalardan ve yazıldığı sayfalardan sileriz; sileriz de sen, Bize karşı onu yeniden elde etmene yardımcı olacak bir destekçi bulamazsın.
87 Ama Rabbin sana karşı çok merhametlidir; doğrusu O’nun senin üzerindeki lütf u nimeti pek büyüktür.
88 De ki: “Andolsun, eğer bütün insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın benzerini meydana getirmek için bir araya toplansalar, hattâ birbirlerine destek ve yardımcı da olsalar, yine de onun gibi bir kitap meydana getiremezler.”
89 Biz, insanlar için bu Kur’ân’da farklı farklı yönleriyle her türden delil getirdik; misaller verdik, benzetme ve temsillerde bulunduk. Ne var ki, insanların çoğu yine yüz çevirmekte, nankörce inkârlarında ısrar etmektedirler.
90 Kalkmış, “Biz” diyorlar, “sana asla inanmayız, ta ki şu (kupkuru, çorak) yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça;
91 “Veya kendin için (bir mucize olarak hemen) hurmalar ve üzümlerle dolu bir bahçe meydana getirip, hurma ağaçları ve bağ sıraları arasında gürül gürül ırmaklar akıtmadıkça;
92 “Yahut bir zaman gelip de olacağını iddia ettiğin şekilde gökyüzünü bölüm bölüm üzerimize düşürmedikçe veya peygamberliğine şahit olarak Allah’ı ve melekleri getirip karşımıza dikmedikçe;
93 “Veyahut altından bir evin olmadıkça ya da kendin bizzat göğe çıkmadıkça. Ama unutma! Gökte iken, oradan kısım kısım bizim okuyacağımız bir kitap indirmezsen, oraya çıktığına da inanmayız ha!” (Rasûlüm,) de ki: “Ey şanı yüce, hakkında şunların düşündüklerinden münezzeh olan Rabbim! Ben, elçilik vazifesi ile gönderilmiş bir insandan başka bir şey miyim ki!”
94 Zaten, kendilerine dupduru hidayet kaynağı (bir rasûl, bir kitap) geldiğinde insanları iman etmekten alıkoyan (başlıca sebeplerden biri), “Allah, elçi olarak göndere göndere bir insanı mı gönderdi?” diye itiraz etmeleridir.
95 (Rasûlüm,) sen onlara şöyle (buyurduğumu) söyle: “Eğer yeryüzünde oranın mukim sakinleri olarak hareket eden melekler bulunsaydı, bu takdirde onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.”
96 De ki: “Aramızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarının her halinden hakkıyla haberdardır; onları her ne yapıyorlarsa hakkıyla görmektedir.”
97 Allah kimi doğru yola iletirse, doğru yolda olan sadece odur. Kimi de (o kişi öyle dilediği ve hak ettiği için) saptırırsa, artık böyleleri için başka dost, yardımcı ve koruyucu da bulamazsın ki, (onları doğru yola getirsin ve) O’na karşı koruyup sahiplenebilsin. Kıyamet Günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzleri üzerinde sürüm sürüm haşrederiz. Nihaî barınakları da Cehennem’ dir. Ne zaman onun ateşi hafifleyecek olsa, onlar için onun alevini körükleriz.
98 Budur onların cezası! Çünkü âyetlerimizi, serdettiğimiz onca delilleri bile bile ve nefsaniyetlerine mağlûp olarak inkâr ediyorlar ve “Kupkuru kemik yığını ve toz zerrecikleri haline geldiğimiz zaman mı, yani biz o halde iken mi yeniden yaratılıp diriltileceğiz?” diye, inkârlarına güya gerekçe ileri sürüyorlardı.
99 (Önlerinde haşre delil olan onca hadiseler cereyan edip dururken,) hiç görmüyor ve düşünmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerlerini yaratmaya (ölümlerinden sonra onlara yeniden hayat vermeye) kadirdir? O, onlar için asla şüphe götürmeyecek bir vade belirlemiştir. Ama zalimler, yine de inkârlarında diretmektedirler.
100 De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olmuş olsaydınız, harcamakla tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Gerçekten insan, çok cimridir.”
101 Musa’ya apaçık dokuz âyet (mucize) vermiştik. Buna rağmen ne değişti, İsrail Oğulları’na sor: Musa kendilerine geldiğinde, onları salması için Firavun’a vardı ve gösterdiği bu dokuz mucizeye rağmen Firavun’un tepkisi, “Eminim ki Musa, sen büyülenmiş birisin!” demek oldu.
102 Musa ise şöyle cevap verdi: “Sen de biliyor, hem gayet iyi biliyorsun ki, bu mucizeleri gözleri açacak aydınlatıcı birer delil olmak üzere indiren, göklerin ve yerin Rabbinden başkası değildir. Ben de düşünüyorum ki, ey Firavun, sen mahvolmaya mahkûmsun.”
103 Sonunda Firavun, İsrail Oğulları’nı ülkeden söküp atmak ve yok etmek istedi; fakat Biz, onu ve beraberindeki bütün ordusunu suda boğduk.
104 Bu hadiseden sonra da İsrail Oğulları hakkında şöyle hükmettik: Şimdi, size gösterilen yerde yerleşin. Ne zaman ki hakkınızdaki iki vadeden ikincisinin vakti gelir, o zaman sizi (değişik milletler içinden) grup grup toplar ve hakkınızdaki hükmümüzü veririz.
105 Biz Kur’ân’ı hak bir gaye için ve kendisine en ufak bir şüphe ve bâtıl karışmayacak bir yolla indirmekteyiz; ve o, hakkın ta kendisi olarak inmektedir. (Ey Rasûlüm,) seni de başka değil, sadece (iman edip salih işler yapanları af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyici ve (her türlü dalâlet yollarına karşı ve bu dalâlet yollarında gidenleri ise) uyarıcı olarak gönderdik.
106 Ve o Kur’ân’ı, insanların zihinlerine ve kalblerine sindire sindire okuman için ders ders bölerek belli şartlara, hadiselere ve ihtiyaca göre kısım kısım indirmekteyiz.
107 De ki: “Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Daha önce kendilerine İlim verilmiş olan öyleleri var ki, kendilerine Kur’ân okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.
108 Ve şöyle derler: “Ey her türlü noksanlıktan, ortakları olmaktan münezzeh yüce Rabbimiz! Eğer Rabbimiz bir şey va’detmişse, o mutlaka gerçekleşir.”
109 Yine ağlayarak çeneleri üstünde yere kapanır ve kendilerine ne zaman Kur’ân okunsa, bu onların Allah karşısındaki saygılarını arttırır.
110 (Rasûlüm,) de ki: “O’na ister Allah diyerek dua edin, ister Rahmân diyerek dua edin. Hangi ismiyle dua ederseniz edin, en güzel isimler O’nundur ve O, her ismin nihayetsiz güzel mertebelerinde tecelli eder. Namazında ise sesini çok yükseltme ve bütün bütün de kısma; bu ikisi ortasında bir yol takip et.
111 Ve “Bütün hamd Allah’a mahsustur ki, O ne bir çocuk edinmiştir, ne bütün varlık üzerindeki hakimiyetinde bir ortağı vardır ve ne de zayıflık ve âcizlikten dolayı bir yardımcıya muhtaçtır.” de ve tekbir getirerek O’nun sonsuz büyüklüğünü ilan et.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ 1
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ 2
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً 3
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً 4
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً 5
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً 6
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً 7
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَاۢ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ حَص۪يراً 8
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً كَب۪يراًۙ 9
وَاَنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً۟ 10
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولاً 11
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ وَالنَّهَارَ اٰيَتَيْنِ فَمَحَوْنَٓا اٰيَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْـنَٓا اٰيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْص۪يلاً 12
وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً 13
اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يباًۜ 14
مَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً 15
وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً 16
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً 17
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً 18
وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً 19
كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً 20
اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً 21
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟ 22
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً 23
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ 24
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً 25
وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً 26
اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً 27
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً 28
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً 29
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟ 30
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً 31
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً 32
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً 33
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً 34
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً 35
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً 36
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً 37
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً 38
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً 39
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟ 40
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً 41
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً 42
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً 43
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً 44
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ 45
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً 46
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً 47
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً 48
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً 49
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ 50
اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً 51
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟ 52
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً 53
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً 54
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً 55
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً 56
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً 57
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً 58
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفاً 59
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَاناً كَب۪يراً۟ 60
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ 61
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلاً 62
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُوراً 63
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً 64
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلاً 65
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً 66
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً 67
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ 68
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً 69
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟ 70
يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً 71
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً 72
وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً 73
وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ 74
اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً 75
وَاِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْاَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَاِذاً لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ اِلَّا قَل۪يلاً 76
سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلاً۟ 77
اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُوداً 78
وَمِنَ الَّيْلِ فَـتَهَجَّدْ بِه۪ نَافِلَةً لَكَۗ عَسٰٓى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً 79
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْن۪ي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْن۪ي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَاناً نَص۪يراً 80
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً 81
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَاراً 82
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫ساً 83
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلاً۟ 84
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً 85
وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِه۪ عَلَيْنَا وَك۪يلاًۙ 86
اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً 87
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً 88
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً 89
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ 90
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ 91
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ 92
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟ 93
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً 94
قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً 95
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً 96
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً 97
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً 98
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً 99
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟ 100
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً 101
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً 102
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ 103
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ 104
وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ 105
وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً 106
قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ 107
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً 108
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً 109
قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً 110
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً 111
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Kulu (Muhammed’i Ulûhiyet ve Rubûbiyetimizle ilgili) bazı büyük işaret ve delilleri kendisine göstermek için bir gece Mescidi Haram’dan etrafını bereketlerle donattığımız ve katımızda mübarekliği bulunan Mescidi Aksâ’ya götüren O şanı yüce Zât, her türlü noksanlıktan, âcizlikten ve ihtiyaçtan uzaktır. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
1
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ
Musa’ya Kitap (Tevrat’ı) verdik ve onu İsrail Oğulları için dupduru bir hidayet rehberi yaptık. Bununla onlardan istediğimiz şuydu: “Ben’den başka işlerinize vekil, kendisine güvenip dayanacak bir mercî edinmeyin!”
2
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً
Onlar, Nuh ile beraber gemide taşıyıp felâketten kurtardığımız mü’min kimselerin neslindendi. Şüphesiz Nuh da, Rabbisine çok şükreden bir kuldu.
3
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً
Biz, (her türlü ikazımıza rağmen Kitaba uymamalarının ve nankörlüklerinin sonucu olarak) Kitap’ta İsrail Oğulları için şöyle hükmettik: Doğrusu siz, yeryüzünde iki defa bozgunculuk çıkaracak ve büyüklendikçe büyükleneceksiniz.
4
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً
Nitekim ilk bozgunculuk ve büyüklenmenizin karşılığını görme vakti geldiğinde, kullarımız içinde çok güçlükuvvetli bazılarını seçip üzerinize musallat ettik. Onlar, ülkenizi baştanbaşa çiğneyip, evlerinizin içlerine varıncaya kadar her tarafı didik didik aradılar. Bu, icrası gereken ve nitekim icra edilmiş bir tehdit, bir hüküm idi.
5
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً
Aradan zaman geçti ve tarihî çevrimi bu defa o istilâcılara karşı sizin lehinize işlettik; sizi servetle birlikte evlât ve torunlarca çoğaltıp güçlendirdik, sayıca eskisinden daha güçlü kıldık.
6
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً
(İsyan ve tuğyanınız karşılığında başınıza gelen bunca musibetten sonra) artık Allah’ın sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde davranıp iyilikte karar kılarsanız, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Yok, kötülüklere dalar giderseniz, bu da kendiniz içindir. Derken, ikinci defaki bozgunculuk ve büyüklenmenizin karşılığını görme vakti gelince, sizi bütün bütün rezil etsinler, evvelkilerin girdikleri gibi Mescid’e girsinler ve ele geçirdikleri her yeri yakıp yıksınlar diye, (düşmanlarınızı başınıza yine musallat ederiz).
7
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَاۢ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ حَص۪يراً
Olur ki, artık şimdi tevbe edersiniz de, Rabbiniz size merhamet buyurur. Ama tekrar (bozgunculuğa ve büyüklenmeye) dönecek olursanız, Biz de (sizi yine cezalandırmaya) döneriz. Üstelik Cehennem’i de kâfirler için bir zindan kılmışızdır.
8
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً كَب۪يراًۙ
Gerçekten bu Kur’ân, (her meselede) en doğru yola, en sağlam ve isabetli tutuma yöneltir ve yerinde, doğru, sağlam ve ıslaha yönelik işlerde bulunan mü’minlere onlar için çok büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler;
9
وَاَنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً۟
Âhiret’e inanmayanlar için ise çok acı bir azap hazırlamış olduğumuzu bildirir.
10
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولاً
Böyle iken insan, şerri tıpkı hayrı istercesine ister. Doğrusu insan, çok acelecidir.
11
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ وَالنَّهَارَ اٰيَتَيْنِ فَمَحَوْنَٓا اٰيَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْـنَٓا اٰيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْص۪يلاً
(İnsanların hayatında olduğu gibi, dünyanın hayatında da ‘gece’ ile ‘gündüz’ birbirini takip eder.) Biz, gece ile gündüzü (kâinattaki tasarruflarımıza, ayrıca kudret, ilim, hakimiyet ve üzerinizdeki nimetlerimize) iki işaret, iki delil kıldık; onların her biri için de bir âlamet var ettik. Gecenin alâmeti olan ayın ışığını aldık ve gündüzün alâmeti olan güneşi bizatihî ışıklı ve aydınlatıcı yaptık ki, Rabbinizin lütfedeceği nimetleri araştırıp elde edesiniz ve yılların sayısıyla birlikte zamanı hesaplamayı bilesiniz. Her bir şeyi bu şekilde yerli yerine koyduk ve ayrıntılarıyla açıkladık.
12
وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً
Her insanın yazılmış ve yaşanmış kaderini boynuna doladık. Kıyamet Günü onunla ilgili bir kitap çıkarırız da, onu önünde açılmış bulur.
13
اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يباًۜ
“Oku kitabını! Bugün sen, bizzat kendin hakkında hesap görücü olarak yetersin!”
14
مَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً
Kim doğru yolu seçerse ancak kendi lehine seçmiş olur; kim de sapar giderse, ancak kendi aleyhine olarak sapıp gitmiştir. Kimse bir başkasının suç (ve günah) yükünü çekmez ve onunla yargılanmaz. Biz, önceden (uyarıcı olarak) bir rasûl göndermeden (günahları sebebiyle hiçbir kimseye ve hiçbir topluma) azap etmeyiz.
15
وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً
Herhangi bir memleketi (hak ettikleri bir ceza olarak) helâk etmek dilediğimizde, (bir rasûl vasıtasıyla) emrimizi (Din) gönderir ve oranın halkı arasında zevk u safa içinde dilediklerince yaşamayı gaye edinenleri (toplumların hayatıyla ilgili kanunlarımız çerçevesinde) daha çok nimete boğarız da, orada artık kural tanımaz hale gelir ve günahlara daldıkça dalarlar. Nihayet, hak ettikleri helâk hükmü uygulamaya konur da, o memleketi yerle bir ederiz.
16
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً
Nuh’tan sonra bu şekilde nice nesilleri helâk ettik. Kullarının günahlarını senin Rabbinin görüp bilmesi yeter.
17
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً
Kim Âhiret’i bırakıp sadece şu peşin dünya zevkini ister ve onun peşine düşerse, dilediğimiz kimseye takdir ettiğimiz miktarda o zevki tattırır, sonra da Cehennem’i ona mekân kılarız. Artık onun yüzüne bakılmaz ve o reddedilmiş biri olarak, kızarıp pişmek üzere Cehennem’e girer.
18
وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً
Kim de hedef olarak Âhiret’i seçer ve bir mü’min olarak gereken gayreti gösterirse, işte böylesi seçkin kişilerin gayretleri karşılığını muhakkak bulur.
19
كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً
Herkese, (dünyayı dileyenlere de Âhiret’i isteyenlere de dünyada) Rabbinin ihsanından veririz. Senin Rabbinin ihsanı, asla kısıtlanmış değildir.
20
اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً
Dünyada nasıl ve niçin bazısına bazısından daha çok veriyoruz, bak ve üzerinde düşün. Âhiret ise, elbette hem sahip olunacak mertebeler bakımından dünyadan çok daha büyüktür, hem de sahip olunacak faziletler ve derece farklılıkları açısından çok daha büyüktür.
21
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟
Sakın Allah ile beraber başka bir ilâh edinme; yoksa yüzüne bakılmaz bir halde bir kenara itilir kalırsın.
22
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
Rabbin, sadece Kendisine ibadet etmenize ve annebabaya, Allah’ın sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde ve mümkün olan en iyi şekilde davranıp, onlara daima iyilikte bulunmanıza hükmetti. Şayet onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanında bulunursa, sakın (varlıklarını ve onlara hizmeti yüksünerek) kendilerine “öff!” diyecek ölçüde bile olsa kötü söz söyleme; onları azarlama ve daima onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.
23
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ
Şefkat ve merhametle onlara kol kanat ger; karşılarında alabildiğine alçakgönüllü ol ve haklarında, “Rabbim, nasıl onlar beni çocukluğumda şefkat ve ihtimamla büyütüp yetiştirdilerse, Sen de onlara öyle merhamet buyur!” diye dua et.
24
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً
Rabbiniz, (annebabalarınız hakkında olsun, başka meselelerde olsun,) içinizden geçenleri, (neler düşünüp neler tasarladığınızı ve neler hissettiğinizi) çok iyi bilmektedir. Eğer siz, gerçekten duygu, düşünce ve niyetlerinizde samimî iyi kişiler iseniz, şüphesiz Allah, (annebabaya karşı elde olmadan yapılmış görev ihmali dahil,) günahlarından dolayı içten tevbe ile Kendisine yönelenlere karşı çok bağışlayıcıdır.
25
وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً
Akrabaya üzerindeki haklarını ver, yoksula ve yolda kalmışa da; ve sakın saçıp savurma.
26
اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً
Savurganlar, hiç şüphesiz şeytanlara kardeş olmuşlardır; şeytan ise, Rabbisine karşı çok nankördür.
27
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً
Bizzat kendin muhtaç, dolayısıyla Rabbinden rızık ve imkân peşinde ve beklentisinde, bu sebeple de üzerinde hakları bulunanlarla ilgilenemeyecek durumda isen, bu takdirde onlara gönül alıcı sözler söyle.
28
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً
Harcamalarında ve başkalarına yardım hususunda ne eli sıkı ol, ne de ölçüsüzce açık. Aksi halde herkes tarafından kınanır, dostsuz, kaybettiklerine de hasret çeker bir hale düşersin.
29
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟
Doğrusu Rabbin, dilediği kimseye bol rızık verir, dilediği kimseye de kısar ve ölçülü verir. Hiç şüphesiz O, kullarının (her halinden) hakkıyla haberdardır ve onları (her halleriyle) hakkıyla görmektedir.
30
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً
Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onların rızkını Biz veriyoruz, elbette sizinkini de. Onları öldürmek, hiç şüphesiz büyük bir suçtur.
31
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, çirkinliği apaçık ortada bir hayasızlıktır, hem ne kötü bir yoldur!
32
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً
Allah’ın muhterem kıldığı cana haklı bir gerekçe olmaksızın kıymayın. Kim zulmen öldürülürse, onun velisine (mirasçısına) gereken meşrû işlemin yapılması konusunda yetki vermişizdir. Şu kadar ki, mirasçı eğer kısas talep edecek olursa, bu konuda aşırı gitmemeli, (hukukun kendisine verdiği yetkiyi aşmamalıdır). (Hukuken) ona gereken yardım yapılmıştır.
33
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً
Yetimin malına o yetim malını kullanabilecek çağa ulaşıncaya kadar onun hakkında en hayırlı olabilecek tasarruf tarzı dışında yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin; bilin ki verilen söz, sorumluluk gerektirir.
34
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً
Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve (tarttığınız zaman da) doğru ‘terazi’yle tartın. Böyle yapmanız, hem her bakımdan hayırlı, hem de âkıbet yönünden güzel olandır.
35
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً
Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeye dayanıp karar verme. Çünkü kulak, göz ve kalb, evet bunların hepsi (verdiğin karar, vardığın sonuçtan) sorumludur ve sorguya çekilecektir.
36
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. (Kendini ne kadar büyük görürsen gör gücün, bilgin, kabiliyetlerin sınırlıdır;) ne yeri yarabilir, ne de dağların boyuna erişebilirsin.
37
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً
Bütün bu (yasaklanan tutum ve davranışların hepsi) kötü olup, Rabbinin nazarında asla hoş görülmeyen şeylerdir.
38
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً
Bu hakikat, Rabbinin sana vahyettiği hikmetten bir bölümdür. (Hepsinin başı olarak bir defa daha hatırlatmak gerekirse,) sakın Allah’ın yanısıra başka bir ilâh edinme. Yoksa yerilmiş, kınanmış, reddedilmiş ve yüzüne bakılmaz bir halde Cehennem’e fırlatılırsın.
39
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟
Gerçek bu iken, (Allah’a çocuk isnat ediyorlar). Demek Rabbiniz sizi erkek çocuklarla onurlandırdı da, meleklerden Kendisine kızlar edindi öyle mi? Gerçekten siz çok büyük, vebali çok ağır bir söz söylüyorsunuz.
40
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً
Biz, insanlar düşünüp ders alsınlar diye bu çok şerefli Kur’ân’da gerçekleri bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan anlatıp duruyoruz. Ama (o müşriklerin haline bakın ki,) bütün bu gerçekler onları daha da kaçırmakta, doğrudan daha da uzaklaştırmaktadır.
41
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً
(Ey Rasûlüm,) de ki: “Faraza, onların iddia ettikleri gibi Allah’tan başka ilâhlar bulunsa idi, bu takdirde onların hepsi (kâinat üzerinde hakimiyet kurmak için) Arş’a çıkmaya yol ararlardı.”
42
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً
Münezzehtir O ve sonsuz yücelikte ve büyüklükte aşkındır onların bu tür iddialarından.
43
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
Yedi gök, yer ve onların içinde bulunan herkes, O’nu (şirkin dayandığı ve ifade ettiği her türlü eksiklik, kusur ve noksanlıktan) tenzih eder. Hiç bir şey yoktur ki, O’nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor bulunmasın; ama siz onların tesbihlerini, tenzihlerini anlayamazsınız. O, (bunca izzet ve azametiyle beraber, kullarının en ağır günahları karşısında bile yine de) çok sabırlı, çok müsamahalıdır ve çok bağışlayandır.
44
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ
(Ey Rasûlüm,) Biz, sen Kur’ân okur ve bu gerçekleri Kur’ân’la ilan ederken seninle küfürde şartlanmış olup Âhiret’e inanma niyeti taşımayanların arasına görünmez bir perde çekeriz.
45
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً
Ve kalblerinin üzerine (kötü niyetleri, zulümleri, şartlanmışlıkları ve kibirlerinden oluşan ve) Kur’ân’ı anlamalarına mani kılıflar geçirir, kulaklarının içine de ağırlıklar yerleştiririz. Sen, Kur’ân’da (ilâh ve rab olarak) sadece Rabbini zikreden âyetleri okuduğunda onlar nefretle arkalarını dönüp gidiyorlar.
46
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً
Senin okuyuşunu dinlerlerken gerçekte neyi duymak istediklerini ve gizli yerlerde ise, Allah’a şirk koşmada önü çeken o zalimlerin diğerlerine, “Siz, başka değil, ancak büyüye tutulmuş bir adamın arkasından gidiyorsunuz!” dediklerini Biz çok iyi biliyoruz.
47
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً
Bak (Rasûlüm), hakkında ne tuhaf benzetmeler uyduruyor (ve sana bazen büyücü, bazen şair, bazen büyülenmiş, bazen mecnun, bazen kâhin diyorlar); böyle diye diye tamamen sapıp gittiler de, artık kendilerini hidayete ulaştıracak yolu bulabilecek durumda değildirler.
48
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
(Âhiret’i inkârlarına güya gerekçe olarak da,) “Kupkuru kemik yığını ve toz zerrecikleri haline geldiğimiz zaman mı, yani biz o halde iken mi diriltilip yeniden yaratılacağız?” diyorlar.
49
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ
De ki: “İster taş olun, ister demir;
50
اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً
“İsterse, yeniden yaratılmanız aklınızca imkânsız gibi görünen bir başka madde: (her ne olur ve neye dönerseniz dönün yine diriltileceksiniz.)” Bu defa, “İyi de,” diyeceklerdir, “bizi yeniden hayata iade edecek kimmiş?” De ki: “Sizi ta baştan belli hususiyetlerle kim yaratmışsa O!” Bu sefer, güya hayret etmiş gibi alaylı alaylı başlarını sana doğru sallayacak ve “Pekiyi, ne zaman?” diye soracaklardır. De ki: “Belki de pek yakında!”
51
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟
O sizi (kabirlerinizden) çağırdığı gün, onun bu çağrısına hiç itiraz etmeden, karşı koyamadan, hem de Çağıran’a hamd ederek icabette bulunacaksınız; (o gün, kabirlerinizde) pek az bir süre kaldığınızı sanırsınız.
52
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً
(Ey Rasûlüm,) kullarıma de ki, (kendi aralarında olsun muarızlarıyla tartışırken olsun,) daima sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan, sürekli olarak aralarını açmaya çalışır. Gerçekten şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.
53
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
Rabbiniz, (niyetleriniz, söyledikleriniz, işledikleriniz ve kazandıklarınızla) sizi çok iyi bilmektedir. (Bu sebeple, O’na karşı herhangi bir iddiada bulunmayın ve başkaları hakkında hükmetmekten kaçının.) O, dilerse size merhamet eder (ki, bu O’nun serapa lütfudur); dilerse sizi cezalandırır, (bu da serapa adalettir). (Bunun içindir ki Rasûlüm, bazıları kendileri veya haklarında hüsnüzan besledikleri bazıları için kurtuluşu garanti görüp, daha başka bazılarını azaba mahkûm da etse, gerçek şu ki,) Biz seni, insanları gözetleyici ve yaptıkları hakkında hükmedici olarak göndermedik.
54
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً
Rabbin, göklerde ve yerde kim varsa, bunların hepsini de çok iyi bilmektedir. Şurası bir gerçek ki Biz, peygamberlerden bazısını, (kimisi itibariyle mutlak manâda, kimisi itibariyle bazı hususî sahalarda olmak üzere) bazısından üstün kıldık; bu arada Davud’a da Zebur’u verdik.
55
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
(O müşriklere) de ki: “Allah’tan başka zannınızca ilâh deyip ibadette O’na ortak kıldığınız (meleklere, bir takım insanlara, cinlere) yalvarın yalvarabildiğiniz kadar; onlar ne sizden bir sıkıntıyı giderebilir, ne onu daha gelmeden başka tarafa çekebilir, ne de geldikten sonra yararınıza olacak şekilde değiştirebilirler.
56
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً
Ilâh yerine koyarak kendilerine yalvarıp yakardıkları o kimseler, “Ne yapsam da O’na daha yakın olabilsem!” diye Rabbilerine yaklaşmak için vesile arar, O’nun rahmetinin beklentisi içinde yaşar ve O’nun azabından korkarlar. Rabbinin azabı, gerçekten kaçınılması gereken korkunç bir azaptır.
57
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً
Kıyamet Günü’ne kadar (halkının yaşayışı ve zulümleri sebebiyle) hangi memleketi helâk etmiş veya (iç savaş, içtimaî yozlaşma ve yabancı işgali türünden herhangi bir yolla) çetin bir azaba uğratmış olmayalım ki, mutlaka Kitap’ta yazılı bulunmasın.
58
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفاً
O kâfirlerin (Rasûl’den güya risaletine delil olarak) istedikleri mucizeleri göndermekten Bizi alıkoyan, onlardan önceki kâfirlerin kendilerine gönderilen mucizeleri yalanlamış olmaları, (onların da aynı şekilde yalanlayıp helâki hak edecekleri gerçeği)dir. Semud Kavmi’ne gözlerini açacak apaçık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de, onu öldürmekle zulüm işlemiş, kendilerine yazık etmişlerdi. Biz ise âyetlerimizi, (Kitabın âyetlerini, Bize ait delilleri, gerektiğinde mucizeleri, ancak muhtemel bir helâke ve Âhiret azabına karşı) korkutmak ve uyarmak için göndeririz.
59
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَاناً كَب۪يراً۟
Hani sana, “Hiç şüphesiz Rabbin insanları (ilim ve kudretiyle) kuşatmıştır (onları ve ne yaptıklarını hakkıyla bilmektedir ve onlara yetecek güçtedir)” demiştik. Gerek sana gösterdiğimiz o manzarayı, gerekse Kur’ân’da lânetlenmiş olan ağacı, ders alırlar mı diye insanlar için bir imtihan vesilesi kıldık. Onları korkutuyor ve uyarıyoruz; ne var ki bu da, onların azgınlıklarını daha da arttırmaktan başka işe yaramıyor.
60
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ
(İnsanların kibir ve nefislerine mağlûbiyetleri yüzünden nasıl inkâra gittiklerini görmek için) hatırlayın ki, meleklere “Âdem’e secde edin!” diye emretmiştik de, hepsi secde etmiş, fakat İblis (ona da emredilmiş olmasına rağmen) secde etmemişti. (Güya mazeret olarak,) “Çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim?” dedi.
61
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلاً
Ve ilâve etti: “Şuna bak! Benden üstün ve şerefli kıldığın bu mu? Eğer Kıyamet Günü’ne kadar bana mühlet verecek olursan, gör bak onun soyunu pek azı dışında nasıl da kumandam altına alacağım!”
62
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُوراً
Allah buyurdu: “Çık git (oradan)! Artık onlardan kim sana tâbi olursa, bilin ki Cehennem sizin cezanızdır, hem de ne ceza!
63
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
“Dilediğini yap: gücünün yettiğini o kandırıcı sesinle yerinden oynat ve kötülüklere sürükle; süvari ve yaya birliklerinle üzerlerine yürü; mallarına ve çocuklarına ortak ol ve bol bol va’dlerde bulun onlara!” Şeytan bu! Onlara aldanıştan başka ne va’deder ki!
64
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلاً
“Fakat Benim (has ve samimî) kullarım üzerinde senin asla bir hakimiyetin olamayacaktır.” Onların koruyucusu ve işlerine vekil olarak Rabbin yeter.
65
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
O Rabbiniz ki, O’nun lütfundan nasibinizi arayasınız diye sizin için denizde gemileri yüzdürür. Gerçekten O, size karşı pek merhametlidir.
66
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً
Denizde herhangi bir musibete maruz kaldığınızda yardımınıza sadece Allah yetişir de, ilâhlaştırarak kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar ortada görünmez olur. Ne var ki, Allah sizi kurtarıp selâmetle karaya çıkarınca da O’na sırt çevirirsiniz. İşte insan, böylesine nankördür.
67
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ
Öyle de, Allah’ın sizi karada yerin dibine geçirmesinden veya üzerinize kum fırtınaları, taş yağdıracak kasırgalar göndermesinden emin mi oldunuz? Bu durumda kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.
68
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً
Yoksa sizi bir münasebetle tekrar denize yöneltip, üzerinize kasırgalar göndererek bunca nankörlük ve küfrünüz sebebiyle sizi boğmayacağından mı emin oldunuz? Sonra, Bize karşı size arka çıkacak bir kuvvet de bulamazsınız.
69
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟
Gerçekte Biz, Âdem evlâtlarını şerefli ve pek çok ikramlara mazhar kıldık: onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, imkânlar verdik; ayrıca onları temiz, hoş ve sağlıklı yiyeceklerle rızıklandırdık ve kendilerine yarattıklarımızın pek çoğunun üstünde çok büyük bir mevki bahşettik.
70
يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
Ama gün gelir ve bütün insanları peşlerinden gittikleri önderleriyle çağırırız. (Kim dünyada gerçek ve hakikate götüren bir önderin arkasından gider de, Âhiret’te) hesap defteri sağından verilirse, işte o kutlu insanlar defterlerini mutluluk içinde okurlar ve güzel davranışlarının karşılığını görmede kıl kadar olsun haksızlığa uğratılmazlar.
71
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً
Ama kim de bu dünyada gerçeklere kör olur (ve gerçeğe götüren bir önderin izinden gitmezse), böylesi Âhiret’te de kör olacaktır ve (İlâhî af ve mağfiret) yoluna çok daha fazla uzaklıktadır.
72
وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً
Akılları sıra seni, sana vahyettiğimizden başka bir söz uydurup Bize mal etmen için kandıracak ve o zaman dost edineceklerdi.
73
وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ
Biz sana tam sebat vermemiş olsaydık (ve sen tarafımızdan teyit gören bir rasûl olmamış olsaydın), onlara çok küçük de olsa bir meyil gösterebilirdin.
74
اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً
Bu takdirde sana kat kat yaşama acısı ve kat kat ölüm ve sonrasının acısını tattırırdık; sonra Bize karşı herhangi bir yardımcı da bulamazdın.
75
وَاِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْاَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَاِذاً لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ اِلَّا قَل۪يلاً
Onlar, seni yurdundan çıkarmak için sürekli olarak tedirgin edip duruyorlar. Eğer sen oradan çıkarsan, kendileri de orada senden sonra pek az kalır ve sonra yok olur giderler.
76
سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلاً۟
Senden önce gönderdiğimiz rasûllerimiz hakkında da uyguladığımız kanun budur: Bizim yolumuzda, câri kanunlarımızda bir değişiklik bulmayacaksın.
77
اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُوداً
Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar, bütün şartlarına riayet ederek namazı hakkıyla kıl ve özellikle Sabah Namazı’nı. Çünkü Sabah Namazı’ nın bilhassa kıraatinde melekler hazır olur (ve o vakit, dünyanın yeni bir güne uyandığı vakittir).
78
وَمِنَ الَّيْلِ فَـتَهَجَّدْ بِه۪ نَافِلَةً لَكَۗ عَسٰٓى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً
(Farz ölçüsünde) sana mahsus bir namaz olmak üzere de, gecenin bir vaktinde uykudan kalkıp Kur’ân oku, teheccüd kıl. Böylece Rabbinin seni, (çok yüksek, O’na en büyük yakınlık ve en kapsamlı şefaat makamı olan) Övülme Makamı’na eriştireceğini umabilirsin.
79
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْن۪ي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْن۪ي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَاناً نَص۪يراً
(Ve bir beldeye girerken, dolayısıyla Medine’ye yaklaştığın şu dakikada) şöyle dua et: “Rabbim, gireceğim yere hak uğruna, samimî olarak, en iyi niyetle ve Sana sadakat içinde girmemi, oradan çıkacağım zaman da yine hak uğruna, samimî olarak, en iyi niyetle ve Sana sadakat içinde çıkmamı nasip buyur; ve Kendi katından bana sağlam bir destek, kuvvetli bir delil bahşet.”
80
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً
Şunu da ilan et: “Hak geldi ve bâtıl yok olup gitti; zaten bâtıl, bizzat mahiyeti gereği yok olup gitmeye mahkûmdur.”
81
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَاراً
Biz, Kur’ân’a dahil olarak mü’minler için şifa ve rahmet kaynağı âyetler indiriyoruz; ama bunlar, zalimlerin ise ancak kayıplarını arttırmaktadır.
82
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫ساً
(Bilhassa o zalim) insana kendisini hiç sıkıntıya uğratmadan nimet verip dursak, kibir ve çalım içinde Allah’ı anmaktan yan çizer ve hiç umursamaz olur; başına bir musibet gelince de hemen ümitsizliğe düşer.
83
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلاً۟
(Rasûlüm, insanların farklı farklı tutumları karşısında sen şu gerçeği) beyan et: “Herkes, (inanç ve dünya görüşünden kaynaklanan, kendine göre doğru ölçülerin şekillendirdiği) seciye ve karakterine göre davranır. Fakat kimin yolunun gerçekten doğru olduğunu ise en iyi Rabbiniz bilir.
84
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً
Bu arada, sana bir de ruhtan soruyorlar. Onlara de ki: “Ruh, Rabbimin bir emri, emir âleminden bir tecellisidir ve bu konuda size pek sınırlı bir bilgi edinme imkânı verilmiştir.”
85
وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِه۪ عَلَيْنَا وَك۪يلاًۙ
(Kur’ân’ı yazan da, iddia ettikleri gibi sen değilsin; nasıl ruh Bizim bir nefhamızsa, Kur’ân’ı da benzer şekilde Biz vahyediyoruz.) Eğer dilesek, sana vahyettiğimiz Kur’ân’ı hafızalardan ve yazıldığı sayfalardan sileriz; sileriz de sen, Bize karşı onu yeniden elde etmene yardımcı olacak bir destekçi bulamazsın.
86
اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً
Ama Rabbin sana karşı çok merhametlidir; doğrusu O’nun senin üzerindeki lütf u nimeti pek büyüktür.
87
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً
De ki: “Andolsun, eğer bütün insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın benzerini meydana getirmek için bir araya toplansalar, hattâ birbirlerine destek ve yardımcı da olsalar, yine de onun gibi bir kitap meydana getiremezler.”
88
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً
Biz, insanlar için bu Kur’ân’da farklı farklı yönleriyle her türden delil getirdik; misaller verdik, benzetme ve temsillerde bulunduk. Ne var ki, insanların çoğu yine yüz çevirmekte, nankörce inkârlarında ısrar etmektedirler.
89
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ
Kalkmış, “Biz” diyorlar, “sana asla inanmayız, ta ki şu (kupkuru, çorak) yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça;
90
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ
“Veya kendin için (bir mucize olarak hemen) hurmalar ve üzümlerle dolu bir bahçe meydana getirip, hurma ağaçları ve bağ sıraları arasında gürül gürül ırmaklar akıtmadıkça;
91
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ
“Yahut bir zaman gelip de olacağını iddia ettiğin şekilde gökyüzünü bölüm bölüm üzerimize düşürmedikçe veya peygamberliğine şahit olarak Allah’ı ve melekleri getirip karşımıza dikmedikçe;
92
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟
“Veyahut altından bir evin olmadıkça ya da kendin bizzat göğe çıkmadıkça. Ama unutma! Gökte iken, oradan kısım kısım bizim okuyacağımız bir kitap indirmezsen, oraya çıktığına da inanmayız ha!” (Rasûlüm,) de ki: “Ey şanı yüce, hakkında şunların düşündüklerinden münezzeh olan Rabbim! Ben, elçilik vazifesi ile gönderilmiş bir insandan başka bir şey miyim ki!”
93
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً
Zaten, kendilerine dupduru hidayet kaynağı (bir rasûl, bir kitap) geldiğinde insanları iman etmekten alıkoyan (başlıca sebeplerden biri), “Allah, elçi olarak göndere göndere bir insanı mı gönderdi?” diye itiraz etmeleridir.
94
قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً
(Rasûlüm,) sen onlara şöyle (buyurduğumu) söyle: “Eğer yeryüzünde oranın mukim sakinleri olarak hareket eden melekler bulunsaydı, bu takdirde onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.”
95
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً
De ki: “Aramızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarının her halinden hakkıyla haberdardır; onları her ne yapıyorlarsa hakkıyla görmektedir.”
96
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً
Allah kimi doğru yola iletirse, doğru yolda olan sadece odur. Kimi de (o kişi öyle dilediği ve hak ettiği için) saptırırsa, artık böyleleri için başka dost, yardımcı ve koruyucu da bulamazsın ki, (onları doğru yola getirsin ve) O’na karşı koruyup sahiplenebilsin. Kıyamet Günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzleri üzerinde sürüm sürüm haşrederiz. Nihaî barınakları da Cehennem’ dir. Ne zaman onun ateşi hafifleyecek olsa, onlar için onun alevini körükleriz.
97
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
Budur onların cezası! Çünkü âyetlerimizi, serdettiğimiz onca delilleri bile bile ve nefsaniyetlerine mağlûp olarak inkâr ediyorlar ve “Kupkuru kemik yığını ve toz zerrecikleri haline geldiğimiz zaman mı, yani biz o halde iken mi yeniden yaratılıp diriltileceğiz?” diye, inkârlarına güya gerekçe ileri sürüyorlardı.
98
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً
(Önlerinde haşre delil olan onca hadiseler cereyan edip dururken,) hiç görmüyor ve düşünmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerlerini yaratmaya (ölümlerinden sonra onlara yeniden hayat vermeye) kadirdir? O, onlar için asla şüphe götürmeyecek bir vade belirlemiştir. Ama zalimler, yine de inkârlarında diretmektedirler.
99
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟
De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olmuş olsaydınız, harcamakla tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Gerçekten insan, çok cimridir.”
100
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً
Musa’ya apaçık dokuz âyet (mucize) vermiştik. Buna rağmen ne değişti, İsrail Oğulları’na sor: Musa kendilerine geldiğinde, onları salması için Firavun’a vardı ve gösterdiği bu dokuz mucizeye rağmen Firavun’un tepkisi, “Eminim ki Musa, sen büyülenmiş birisin!” demek oldu.
101
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
Musa ise şöyle cevap verdi: “Sen de biliyor, hem gayet iyi biliyorsun ki, bu mucizeleri gözleri açacak aydınlatıcı birer delil olmak üzere indiren, göklerin ve yerin Rabbinden başkası değildir. Ben de düşünüyorum ki, ey Firavun, sen mahvolmaya mahkûmsun.”
102
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ
Sonunda Firavun, İsrail Oğulları’nı ülkeden söküp atmak ve yok etmek istedi; fakat Biz, onu ve beraberindeki bütün ordusunu suda boğduk.
103
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ
Bu hadiseden sonra da İsrail Oğulları hakkında şöyle hükmettik: Şimdi, size gösterilen yerde yerleşin. Ne zaman ki hakkınızdaki iki vadeden ikincisinin vakti gelir, o zaman sizi (değişik milletler içinden) grup grup toplar ve hakkınızdaki hükmümüzü veririz.
104
وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ
Biz Kur’ân’ı hak bir gaye için ve kendisine en ufak bir şüphe ve bâtıl karışmayacak bir yolla indirmekteyiz; ve o, hakkın ta kendisi olarak inmektedir. (Ey Rasûlüm,) seni de başka değil, sadece (iman edip salih işler yapanları af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyici ve (her türlü dalâlet yollarına karşı ve bu dalâlet yollarında gidenleri ise) uyarıcı olarak gönderdik.
105
وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً
Ve o Kur’ân’ı, insanların zihinlerine ve kalblerine sindire sindire okuman için ders ders bölerek belli şartlara, hadiselere ve ihtiyaca göre kısım kısım indirmekteyiz.
106
قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ
De ki: “Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Daha önce kendilerine İlim verilmiş olan öyleleri var ki, kendilerine Kur’ân okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.
107
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً
Ve şöyle derler: “Ey her türlü noksanlıktan, ortakları olmaktan münezzeh yüce Rabbimiz! Eğer Rabbimiz bir şey va’detmişse, o mutlaka gerçekleşir.”
108
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً
Yine ağlayarak çeneleri üstünde yere kapanır ve kendilerine ne zaman Kur’ân okunsa, bu onların Allah karşısındaki saygılarını arttırır.
109
قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً
(Rasûlüm,) de ki: “O’na ister Allah diyerek dua edin, ister Rahmân diyerek dua edin. Hangi ismiyle dua ederseniz edin, en güzel isimler O’nundur ve O, her ismin nihayetsiz güzel mertebelerinde tecelli eder. Namazında ise sesini çok yükseltme ve bütün bütün de kısma; bu ikisi ortasında bir yol takip et.
110
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً
Ve “Bütün hamd Allah’a mahsustur ki, O ne bir çocuk edinmiştir, ne bütün varlık üzerindeki hakimiyetinde bir ortağı vardır ve ne de zayıflık ve âcizlikten dolayı bir yardımcıya muhtaçtır.” de ve tekbir getirerek O’nun sonsuz büyüklüğünü ilan et.
111

Sureler

Mealler
Nahl Suresi
Önceki
Kehf Suresi
Sonraki