Sureler
Mealler
Önceki
Yunus Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 ElifLâmRâ. Bu (Kur’ân) öyle bir kitaptır ki, her türlü şüpheden, değişmeden ve hükümleri ilga olunmaktan bütünüyle uzak bulunan âyetleri hikmetlerle donatılmış, sonra da bölüm bölüm art arda sıralanmış ve manâları açıklanmıştır. O, bütün hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan (Hakîm) ve her şeyden hakkıyla haberdar olan (Habîr) katındandır,
2 Ki, Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz: “–(Ey insanlar,) hiç şüphesiz ben sizin için Allah tarafından gönderilmiş, (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcı, (iman ve salih amel yolunun neticeleri hususunda ise) bir müjdeleyiciyim.–
3 “Ayrıca, tuttuğunuz yanlış yol ve işlediğiniz günahlar sebebiyle Allah’tan bağışlanma dileyip, sonra da O’na yönelesiniz ki, O sizi, sizin için takdir buyurulmuş olan kesin süre doluncaya kadar güzelce yaşatsın ve daha faziletli bir hayat sürenlere bol bol lütf u ihsanda bulunsun. Ama böyle yapmaz da davet edildiğiniz yoldan yüz çevirirseniz, bu durumda ben, başınızda patlayacak çok büyük bir günün azabından korkarım.
4 “Allah’adır dönüşünüz; O, her şeye hakkıyla güç yetirendir.”
5 Yaptıklarına bakın ki (o inkârcılar, Kur’ ân’ın okunuşunu ve tebliğini duymamak için) Rasûlüllah’tan gizlenmeye çalışmakta, yine bakın ki, aynı maksatla elbiselerini başlarına çekmektedirler. Ama Allah, (kapılarını ve pencerelerini sıkı sıkıya kapayıp, yataklarında örtülerine büründükleri zaman bile) onların içlerinde gizlediklerini de, böyle yapmayıp açığa vurdukları (bütün niyet, söz ve davranışları)nı da bilmektedir. Hiç şüphesiz O, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilendir.
6 Yerde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, onun (yaşaması için gerekli) rızkına Allah kefil bulunmasın; yine Allah, (her canlının anne karnından başlayıp devam eden hayat yolculuğunun her basamağında) uğrayacağı menzili, orada kalacağı süreyi ve (bu her basamağın sonunda) tevdi edileceği yeri de bilir. Bütün bunlar, apaçık bir Kitap’ta kayıtlıdır.
7 O Allah ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır; Arş’ı suyun üzerinde idi; yaratmaktan maksadı, hanginizin O’nu görüyormuşçasına ve O’nun sizi gördüğünün şuuru içinde davranıp, daha güzel iş yapacağınız hususunda sizi denemek (ve kendinizi bizzat kendinize tanıtmaktır). Böyle iken, (ey Rasûlüm!) eğer insanlara desen ki, “(Asıl vatanınız Âhiret’tir ve orada dünyada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. Dolayısıyla) hepiniz, ölümden sonra diriltilmeye mahkûmsunuz,” inanmamakta diretenler, “Böyle bir söz, olsa olsa büyü ve aldatma maksatlı olabilir!” derler.
8 Kendisiyle onları tehdit ettiğimiz azabı üzerlerine hemen göndermeyip, (birtakım sebep ve hikmetler gereği) belli bir süre için ertelesek, (alaylı alaylı,) “Bu azabı tutan nedir ki, gelmiyor?” derler. İyi bilin ki, o azap başlarına geldiği gün artık onlardan geriye çevrilecek değildir ve alaya aldıkları o azap, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.
9 Katımızdan insana bir rahmet tattırır, sonra da bu rahmeti ondan çekip alırsak, bu takdirde o, büyük hayal kırıklığı içinde son derece ümitsiz, olabildiğine nankör kesilir.
10 Buna karşılık, başına gelen bir sıkıntıdan sonra kendisine bir nimet tattırsak, hiç şüphe etmeyin ki, bu defa “Artık bütün dertler, sıkıntılar bitti!” der. Dengesiz bir sevinç içinde tam bir şımarık ve mağrurun tekidir artık.
11 Ancak her iki durumda da sabredip (ümitsizliğe düşmeden, gurur ve şımarıklığa da kapılmadan) Allah’ın razı olacağı şekilde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapmaya devam edenler hariç. İşte bu (pek kıymetli) zatlar için (sürprizlerle yüklü) bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat vardır.
12 (Ey Rasûlüm! “Madem Allah’tan vahiy alıyorsa, bunu ispat için ne diye uğraşıyor ki?) Kendisine bir hazine indirilse ya!” veya, “Beraberinde kendisini tasdik eden bir melek gelse ya!” deme (şeklindeki tepkileri ve küfürde, zulümde diretmeleri sebebiyle bir musibete maruz kalırlar endişesi), olur ki içinde sana vahyolunan âyetlerden (bilhassa senin Risaletinle alâkalı bulunanlar gibi) bazılarını tebliğden geri durma hissi uyarabilir ve bunları tebliğ adına göksün daralabilir. Fakat sen, sadece bir uyarıcı (olup, onların iman etmelerini sağlamaya memur değilsin). Allah’tır her işi düzenleyen ve her şeyin dizginini elinde tutan.
13 Yoksa onlar, (senin hakkında) “Kur’ân’ı kendisi uydurup, sonra da Allah’a mal ediyor” mu diyorlar? De ki: “(Madem onu bir insan uydurabiliyorsa ve küfürde diretmenize kendinizce bir mazeret aramıyor da) bu iddianızda gerçekten samimi iseniz, haydi belâğatta onun sûreleri seviyesinde, (manâ bakımından doğru olmasa bile masal, hikâye türünden de olsa) on sûre de siz uydurun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardıma çağırın.
14 “Eğer yardıma çağırdığınız (putlarınız, sözde ilâhlarınız, bilgin ve edipleriniz) davetinize cevap veremiyorlarsa, bilin ki Kur’ân, ancak Allah’ın ilmine dayanmaktadır, O’ nun ilmine bağlı olarak inmektedir ve O’ndan başka ilâh yoktur. Artık, Allah’a teslimiyetle Müslüman olursunuz değil mi?”
15 Kim iradesini dünya hayatını tercihte kullanır ve onun süsünü, şatafatını arzularsa, (hikmet ve sebepler dairesinde dilediğimize dilediğimiz ölçüde takdir buyurup vermekle birlikte,) onların bu gayeye yönelik olarak yaptıkları gerekli çalışmaları dünyada karşılıksız bırakmayız; bu hususta kendilerine haksızlık yapılmaz, mağdur da edilmezler.
16 Ama onlar öyle kimselerdir ki, kendileri için Âhiret’te Ateş’ten başka bir şey yoktur; dünyada meydana getirdikleri bütün eserler dünyada kalmış ve Âhiret açısından heder olmuş, yaptıkları bütün işler, hattâ iyilikler bile boşa gitmiştir.
17 Öyleyse düşünün: Rabbisinden gelen apaçık bir belgeye (Kur’ân’a) dayanan, ayrıca, yine Rabbisinin nasip buyurduğu şahit(ler)le desteklenen ve daha önce bir rehber ve rahmet olarak gönderilmiş bulunan Musa’nın kitabı ile tasdik olunan kimse, hiç dünya hayatını tercih edenler gibi midir? Bu ikisi ve yolları arasındaki farkı görebilenler, Kur’ân’a iman ederler. Hangi zümreden her kim onu bile bile inkâr ederse bilsin ki, kendisine va’d edilen nihaî mekân Ateştir. Dolayısıyla (ey Rasûlüm,) onun sana tarafımızdan vahyedildiği konusunda sen nasıl şüphe duymazsan, (başka kimse de duymamalıdır). Hiç şüphesiz o, Rabbinden gelen gerçeğin ta kendisidir; ne var ki, insanların çoğu iman etmezler.
18 Uydurdukları yalanları Allah’a isnat ederek O’na iftirada bulunandan daha zalim kim vardır? Öyleleri Rabbilerinin huzuruna çıkarılacak ve o gün şahitler, “Allah’a karşı yalan söyleyenler bunlardı!” diyeceklerdir. Bilin ki Allah, bütün zalimleri rahmetinden tardetmiştir.
19 Onlar, insanları Allah’ın yolundan alıkoymakta ve o yolun eğri tanınmasını ve diledikleri şekilde eğilip bükülebilmesini arzu etmektedirler. Onlar, evet onlar, Âhiret’e kâfirdirler.
20 Onlar, yeryüzünde Allah’ın hüküm ve iradesini icra etmesine asla mani olamazlar ve (işlerini görme ve korunma adına kendilerine pek çok ilâh uydurmuş da olsalar), Allah’tan başka kendilerini gözetip işlerini görecek hiçbir ilâh yoktur. (Hem kendileri sapıp Allah’a karşı geldikleri, hem de başkalarını saptırdıkları için Âhiret’te) azap onlar için katlanır. (Dünyada iken, Allah’ın kendilerine verdiği gerçeği işitme ve görme kabiliyetlerini yitirdiklerinden) artık ne işitebiliyorlardı, ne de görebiliyorlardı.
21 Onlardır bizzat kendilerini helâke sürükleyen ve ziyana uğratanlar; ve dünyada iken uydurdukları (sahte ilâhlar) da kendilerini yüzüstü bırakıp, görünmez oluverdi!
22 Hiç şüphe yok ki, onlardır Âhiret’te, evet onlardır en büyük ziyana uğrayanlar.
23 Buna karşılık, iman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette doğru, yerinde, sağlam ve ıslaha yönelik işler yapanlar ve Rabbileri’ne gönülden bağlananlara gelince, onlar ise Cennet’in yârânı ve yoldaşlarıdırlar. Hem sonsuzca kalacaklardır orada.
24 Bu iki zümrenin misali, bir tarafta körler ve sağırlar ile, diğer tarafta görenler ve işitenler gibidir. Hiç bunlar birbirlerine müsavî olur mu? Böyle iken, artık düşünüp ibret almayacak mısınız?
25 Şurası bir gerçek ki, Biz Nuh’u kendi halkına rasûl olarak gönderdik. Onlara şu tebliğde bulundu: “Ben, iyiliğinize olarak size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.
26 “Sakın Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Ama bu halinizle başınıza gelecek gayet acı bir günün azabından korkuyorum.”
27 Halkı içinde küfürde kökleşmiş bulunan ileri gelenler hemen tepkilerini ortaya koydular: “Bize göre sen de bizim gibi bir insansın; kaldı ki, içimizde görüşten, düşünceden yoksun ayak takımından başka peşinden gideni de görmüyoruz. Ayrıca, (ey Nuh ve O’na inananlar,) sizin bize karşı hiçbir üstünlüğünüz de yok ki! (Bize üstünlüğünüz olmak şöyle dursun,) sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.”
28 Nuh, tebliğine şöyle devam etti: “Ey halkım! Böyle diyorsunuz da, ya ben Rabbimden gelen apaçık ve kesin bir delile dayanıyorsam; ya O bana bizzat Kendi katından hususî bir rahmet vermiş de, sizde onu görecek göz yoksa? Ne yapalım, siz istemeyip dururken onu size zorla da kabul ettiremeyiz ki!
29 “Hem, ey halkım! Bu tebliğimden ötürü ben sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan Allah’tır. Sonra ben, o iman edenleri de yanımdan kovamam. Elbette onlar da Rabbilerine kavuşacak (ve Rabbileri onlara nasıl dilerse, onlar neyi hak etmişlerse öyle muamele edecektir). Ama bir gerçek var ki, ben sizi cehalet içinde ve hep bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.
30 “Ey halkım! Eğer o mü’minleri yanımdan kovacak olursam, Allah’a karşı bana kim yardım edebilir? Sizde düşünme, muhakeme edip değerlendirme diye bir şey yok mudur?
31 “Sonra ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim elimdedir.’ demiyorum ki! Ayrıca ben gaybı da bilmem. Bir melek olduğum iddiasında da değilim. Kendinize göre küçümseyip hor gördüğünüz o mü’minler hakkında, ‘Allah, onlara hiçbir hayır, hiçbir meziyet vermez’ de diyemem. Onların içlerinde ne var ne yoksa, kalblerinden ne geçiyorsa, bütün bunları en iyi bilen Allah’tır. (Buna rağmen eğer ben onları kovacak olsam veya ‘Allah, onlara hiçbir hayır, hiçbir meziyet vermez!’ desem,) bu takdirde hiç şüphesiz zalimlerden olmuş olurum.”
32 “Ey Nuh!” diye çıkıştılar: “Bizimle mücadele edip durdun; sonra, mücadelende de çok ileri gittin. Eğer bütün bu söylediklerinde, iddialarında samimi isen, gerçekten doğruyu söylüyorsan, haydi bizi tehdit edip durduğun şu azabı getir de görelim!”
33 Nuh, şöyle cevap verdi: “Onu ben değil, dilerse Allah getirir. Eğer getirecek olursa, bu takdirde O’na asla mani olamazsınız.
34 “Eğer Allah’ın hükmü artan taşkınlığınıza ceza olarak helâkiniz yönünde ise, ben iyiliğinizi isteyip size ne kadar öğüt de versem, bunun size hiçbir faydası olmayacaktır. (Aslında, sizi sizden daha çok düşünen, yaratan, besleyip büyüten, koruyan) Rabbiniz O’dur ve O’na dönmektesiniz.”
35 (Ey Rasûlüm,) yoksa o müşrikler senin hakkında, “Bütün bu kıssaları da, onları ihtiva eden Kur’ân’ı da kendisi uyduruyor” mu diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uyduruyorsam, günahı benim üzerime; ama, (ya siz inkârda diretmenize bahane olarak bana iftira atıyorsanız, bu takdirde) sizin hasat edip durduğunuz günahlardan da doğrusu ben berîyim.”
36 Derken, Nuh’a (tarafımızdan) şöyle vahyolundu: “Belli ki, halkından şu ana kadar iman edenler dışında artık daha fazla inanan olmayacak. Şu halde, ortaya koydukları davranışlardan, tepkilerinden, yapageldikleri kötülüklerden dolayı üzülme.
37 “Gözetimimiz, yönlendirmemiz ve manevî teyidimiz altında, sana tarif ettiğimiz gemiyi yap ve o zulme dalmış inançsızlar lehinde bana bir şey söyleme, haklarında şefaatçi olma! Çünkü onların boğulmaları artık mukadderdir.”
38 Nuh gemiyi yapıyor, halkından ileri gelenler de ne zaman yanından geçseler onunla alay ediyorlardı. Nuh da, şöyle karşılık veriyordu: “Şimdi siz bizimle alay ediyorsunuz; ama nasıl şimdi siz bizimle alay ediyorsanız, bir gün gelecek, alay etmenin ne demek olduğunu elbette size göstereceğiz.
39 “O zaman, başına geleni rüsvay edecek, fakat niteliğini şu anda bilmeniz mümkün olmayan dehşetli bir azabın kimin başında patlayacağını, (Âhiret’te de) kalıcı bir azabın kimin üzerine ineceğini elbette bileceksiniz.”
40 Derken, emrimiz geldi ve kazan kaynamaya durdu; o zaman Nuh’a, “Her hayvan türünden erkek ve dişi birer çift ile, haklarında helâk hükmü verilmiş olanları dışında aileni ve iman edenleri gemiye al!” diye buyurduk. O’nun beraberinde iman etmiş pek az insan vardı.
41 Nuh, (gemiye alınacaklara) “Gemiye binin!” dedi. “Onun akıp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır (O’nun gücü, kuvveti ve izniyledir; onu Bismillâh der çalıştırır, Bismillâh der durdururuz.) Hiç şüphesiz Rabbim, (kullarının günahlarını ve hatalarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.”
42 Gemi, içindekilerle beraber dağlar gibi dalgalar arasından akıp giderken Nuh, geminin dışında biraz ötedeki oğlunu gördü ve hemen, “Oğulcuğum, gel bizimle beraber gemiye bin de, kâfirlerle birlikte olma!” diye seslendi.
43 Oğlu, “Şöyle büyük bir dağa sığınırım da, o beni sulardan korur!” karşılığını verdi. Nuh, “Bugün O’nun hususî rahmetine aldıkları dışında hiçbir şey bir başkasını O’ nun helâk emrinden kurtaramaz!” dedi. O anda aralarına dalga girdi ve oğlu, boğulanlardan oldu.
44 Nihayet Allah’tan, “Ey yer, suyunu yut ve sen ey gök, suyunu tut!” emri geldi. Sular çekildi; Allah’ın iradesi icra edilip iş bitirildi ve gemi Cudi üzerine oturdu. Ve “Uzak olsun o zalimler topluluğu!” hükmü verildi.
45 Nuh, Rabbisine nida edip şöyle dedi: “Yâ Rab! Boğulan oğlum da mü’min olarak aileme katılanlardandı, öz evlâdımdı. Sen’in, (mü’min olarak aileme dahil olanları kurtaracağına dair) va’din de elbette haktır ve Sen, Hakimler Hakimi’sin.”
46 “Ey Nuh!” buyurdu Allah, “O, senin ailenden değildi; çünkü onun bütün hayatı, yanlış inanç, yanlış tavır ve davranış üzerine kuruluydu. O halde, hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir meselede Ben’den istekte bulunma. Sana cahilce bir davranış içinde olmamanı öğütlerim.”
47 Nuh, “Ya Rabbi!” dedi: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığım bir meselede Sen’den istekte bulunmaktan Sana sığınırım. Ne olur, eğer beni bağışlamaz ve bana rahmetinle muamele etmezsen, ben kaybedip gitmişlerden olurum.”
48 Ona şöyle buyruldu: “Ey Nuh! Gemiden in; sana ve beraberinde bulunan mü’minlerle birlikte neslinizden gelecek mü’min topluluklara katımızdan artık selâmet, emniyet ve bereketler vardır. Ayrıca (inanmayan) topluluklar da olacaktır ki, onlara dünyada bir süre geçimlik vereceğiz ve ardından kendilerine tarafımızdan çok acı bir azap dokunacaktır.”
49 (Ey Rasûlüm!) Bütün bunlar, görüp yaşamadığınız ve hakkında kesin bilgi sahibi olmadığınız (gayb) haberlerine dahildir ki, Biz onları sana vahyediyoruz. Bundan önce ne sen, ne de senin halkın onları bilmezdiniz. (Rasûllerin tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri, kavimlerinin onlara olan tepkisi ve neticeler hususunda değişen bir şey olmadığına göre) sen, (maruz kaldığın bütün kötülüklere ve inkârda diretmelere karşı) sabret. Nihaî kazanç, elbette kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan, O’na itaatsizlikten, dolayısıyla O’nun azabından sakınanlar içindir.
50 Âd kavmine rasûl olarak, (yine bizzat içlerinden çıkmış olan) kardeşleri Hûd’u gönderdik. O, şu tebliğde bulundu: “Ey benim halkım! Allah’a ibadet edin; sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Şirk koşmakla, Allah’a iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.
51 “Ey halkım! Ben, bu tebliğimin karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, beni bana has özelliklerle yoktan var eden Zât’tır. Aklınızı kullanıp, düşünce ve muhakemenizi hiç işletmeyecek misiniz?
52 “Ey halkım! (Şimdiye kadarki günahlarınız için) Rabbinizden bağışlanma dileyip, sonra da bütün kalbinizle O’na yönelin ki O, göğü başınızdan aşağı âdeta yağmur olarak yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Ne olur, bu söylediklerime sırt dönüp de günah hasadına dalıp gitmiş suçlular olmayın!”
53 “Ey Hud!” diye tepki verdiler: “Sen bize iddianı ispat edecek açık bir delil, bir mucize göstermedin. Biz de, sadece senin sözüne bakarak ilâhlarımızı bırakacak değiliz; sana inanacak da değiliz.
54 “Diyeceğimiz şu ki, seni ilâhlarımızdan bir kısmı çok fena çarpmış!” Hud, cevap verdi: “Allah şahidimdir, siz de şahit olun ki ben, sizin Allah’a koştuğunuz ortaklardan hiç birini tanımıyorum –
55 “(İlâh ve Ma’bud olarak) yalnız O’nu kabûl etmeyip de O’na ortak saydığınız hiç bir şeyi. Eğer buna bir diyeceğiniz varsa, toplanın bir araya ve bana istediğiniz tuzağı kurun; kurun da, bana hiç göz açtırmayın.
56 “Ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Hiç bir canlı yoktur ki, Allah onun perçeminden tutmuş da, mutlak hakimiyet ve tasarrufu altında bulunduruyor olmasın. Muhakkak ki Rabbim, hakimiyetini icrada, her hüküm ve tasarrufunda mutlak doğru, mutlak âdildir.
57 “Eğer size tarif ettiğim bu doğru yola sırt dönerseniz, ne diyeyim? Ben, size ulaştırmakla görevli olduğum buyrukları bütünüyle tebliğ etmiş bulunuyorum. (Bunları kabul etmez ve aksi istikamette yolunuza devam edecek olursanız,) artık Rabbim dilerse sizi ortadan kaldırıp yerinize başka bir topluluk getirir. O’na mani olamaz, yolunuza devam etmekle bir zarar da veremezsiniz. Muhakkak ki Rabbim, her şeyi görüp gözetmekte ve bütün yapılanları kaydetmektedir.”
58 (Âd kavmi, yanlış yolda diretti.) Nihayet kendileriyle ilgili hükmümüz icraya konunca, Hûd’u ve iman etmiş olup da onunla beraber bulunanları (iman, salih amel ve sabırlarına karşılık) tarafımızdan bir lütufla kurtardık. Gerçekten, çok ağır bir azaptan kurtardık onları.
59 Evet, işte Âd! Rabbilerinin âyetlerini (O’nun varlığını ve birliğini gösteren onca delilleri ve kendilerine gösterilen mucizeleri) bile bile inkâr ettiler; bununla kalmayıp, O’nun kendilerine gönderdiği Rasûl’e âsi olmakla bütün rasûllere âsi olmuş oldular ve hakka karşı çıkan her inatçı zorbanın emrine uydular.
60 Ve hem bu dünyada, hem de Kıyamet Günü’nde rahmetten uzaklaştırılıp, lânetle anılmaya müstahak oldular. Evet, Âd kavmi Rabbilerini tanımayıp inkâr yolunu tuttular. Neticede yıkıldı gitti Hûd’un kavmi Âd!
61 Semûd kavmine ise rasûl olarak kendi içlerinden kardeşleri Salih’i gönderdik. O da, şu tebliğde bulundu: “Ey benim halkım! Allah’a ibadet edin; sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Siz meydanda yokken O, yer menşe’li gıdalarla vücudunuzu inşa etti ve sizin yeryüzünde ömür sürüp, orayı imar etmenizi irade buyurdu. Şu halde, (şimdiye kadarki) günahlarınız için O’ndan bağışlanma dileyip, sonra da bütün kalbinizle O’na yönelin. Şurası bir gerçek ki Rabbim, kullarına çok yakındır; onların istek ve dualarına muhakkak cevap verendir.”
62 “Salih!” dediler: “Sen, şimdiye kadar içimizde kendisine ümit bağlanan biriydin. Şimdi ne oldu da bizi atalarımızın taptığı ilâhlara tapmaktan vazgeçirmeye çalışıyorsun? Doğrusu, bizi kabul etmeye çağırdığın bu yeni inanç konusunda ciddî şüphe içindeyiz, çok ciddî kuşkularımız var.”
63 Salih, şöyle cevap verdi: “Ey benim halkım! Böyle diyorsunuz da, ya ben Rabbimden apaçık ve kesin bir delile dayanıyorsam ve O bana bizzat Kendi katından hususî bir rahmet vermişse? Bu durumda ben, (bana verdiği vazifeyi yerine getirmemek suretiyle) Allah’a âsi gelecek olursam, O’na karşı bana kim yardım edebilir? Sizin benim kaybımı, hüsranımı artırmaktan başka hiç bir faydanız olmaz ki!
64 “Ey halkım! Bakın: bu (davetimin doğruluğuna dair benden beklediğiniz) açık bir işaret, bir mucize olarak Allah’ın sizin için hususî yarattığı dişi devedir. Bırakın kendi halinde Allah’ın diyarında otlasın. Sakın ha, ona bir fenalık yapmayın, yoksa çok geçmez, sizi bir azap yakalayıverir.”
65 Fakat (ona daha fazla tahammül edemeyerek) deveyi boğazladılar. Salih, derhal ikaz etti: “(Zevk u safa sürdüğünüz) şu yurdunuzda sadece üç gün daha oturun bakalım; (ardından ne olacak, hep beraber göreceğiz)!” Bu, yalan çıkması mümkün olmayan bir tehdittir!”
66 (Üç günün sonunda) haklarındaki hükmümüz uygulamaya konunca (iman, salih amel ve sabırlarına karşılık) tarafımızdan bir lütuf olarak Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları azaptan ve o günün rüsvaylığından kurdardık. (Ey Rasûlüm,) hiç şüphesiz senin Rabbin, Kavî (mutlak güçlü olandır); Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)tir.
67 (En büyük zulüm olan) şirkte direten ve hem başkalarına, hem kendilerine zulmedenleri ise korkunç bir çığlık yakalayıverdi de, (hiçbir kurtuluş zaman ve imkânı bulamadan) oldukları yerde yüzüstü kapaklanıp gittiler.
68 Sanki bir zaman bolluk içinde orada hiç yaşamamışlardı! Gördünüz ya.. Semud, Rabbilerini inkârda diretti; gördünüz ya.. neticede yıkıldı gitti Semud!
69 Bir zaman da, (semavî) elçilerimiz (birer delikanlı suretinde) İbrahim’e müjde ile gelip selâm verdiler. İbrahim, selâmlarına mukabelede bulundu ve hiç gecikmeden önlerine kızartılmış körpe bir dana eti koydu.
70 Fakat ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, onların bu hali hoşuna gitmedi ve kalbine bir kuşku düştü. “Korkma!” dediler, “biz, Lût kavmi için gönderildik.”
71 Bu sırada, İbrahim’in hanımı da yanlarında ayakta durmuş, onları dinliyordu. Birden kendinde hayız alâmeti hissetti (ve gülümsedi). Biz de O’nu İshak’la ve İshak’ın peşinden Yakup’la müjdeledik.
72 “Vay başıma gelenlere!” dedi; “Ben bir yaşlı kadın ve şu kocam da bir pir iken nasıl çocuğum olabilir? Doğrusu çok şaşılacak bir şey bu!”
73 “Sen” dediler, “Allah’ın işine mi şaşırıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun ey ev halkı! Şüphesiz Allah, çok büyük lütf u ihsan sahibi olarak her türlü hamde ve yüceltilmeye lâyıktır.”
74 Artık endişe İbrahim’in kalbinden sıyrılıp gitmiş, müjde de kendisine ulaştırılmıştı. Hemen Lût kavmi hakkında elçilerimizle tartışmaya girişti.
75 Çünkü İbrahim, olabildiğince yumuşak ve sabırlı, son derece yufka yürekli, Allah’a çok yalvaran ve bütün kalbiyle O’na yönelmiş, O’na teslim olmuş bir kuldu.
76 (Elçilerimiz olan melekler) dediler: “Ey İbrahim! Bu tartışmadan vazgeç! Artık Rabbinin hükmü verilmiş ve hattâ icraya konmuş bulunuyor. Onların başına geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azabın gelmesi artık kesindir.”
77 Derken elçilerimiz, (birer delikanlı suretinde) Lût’a geldiler. Lût, onları koruyamayacağı endişesiyle sıkıldı, daraldı ve “Bugün çok çetin bir gün!” diye söylendi.
78 (Delikanlıların geldiğini haber alan) halkı, kirli arzularının dürtmesiyle Lût’un evine hücum ettiler; zaten ne zamandır kötülüklerle haşirneşir bulunuyorlardı. Lût, önlerine çıkıp “Ey halkım!” dedi: “İşte şunlar, kızlarım(ız); sizin için (nikâh edildiklerinde) temiz ve helâl olan onlardır. Allah’tan korkun ve misafirlerim konusunda beni rezil etmeyin. Sizin içinizde hiç aklı başında bir adam yok mudur?”
79 “Sen de bilirsin ki,” diye bağırdılar, “bizim o kızlarla bir alâkamız ve üzerlerinde bir hak iddiamız olamaz. Sen bizim ne istediğimizi pekalâ biliyorsun!”
80 “Keşke” dedi Lût, “size karşı koyacak gücüm olsaydı veya sağlam bir ‘kale’m bulunsaydı da, ona sığınsaydım.”
81 Elçilerimiz, şöyle deyip (onu rahatlattılar): “Ey Lût! Biz, Rabbinin elçileriyiz. Hiç endişelenme, sana el uzatamayacaklardır. Gecenin bir vaktinde ailenle çık ve içinizden kimse geriye dönmesin; ancak eşin hariç. Kavminin başına gelecek olan, onun da başına gelecektir. Helâkleri için tayin edilmiş vakit de sabahtır: yoksa sabah yakın değil mi?”
82 Nihayet emrimiz uygulamaya konunca, o (kirlenmiş) memleketin üstünü altına getirdik ve üzerine pişmiş balçıktan taş yağdırdık,
83 (Taşlar yağdırdık) Rabbin katında her birinin kime gideceği belirlenmiş. Böyle bir taş yağmuru, her dönemde ve her yerdeki zalimlerden uzak değildir.
84 Medyen halkına ise, yine kendi içlerinden kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. O da, (diğerleri gibi,) “Ey halkım!” dedi: “Allah’a ibadet edin; sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Ben, sizi (helâl yoldan kazanmadığınız ve şükrünü eda edemediğiniz) büyük bir servet içinde görüyor ve azabıyla sizi çepeçevre kuşatacak bir günden korkuyorum.
85 “Ey halkım! Ölçüyü ve tartıyı büyük bir titizlik ve tam bir doğrulukla yerine getirin; kendilerine ait mallarda haklarını eksiltmek suretiyle insanlara zulmetmeyin ve bozguncular kesilerek memlekette karışıklık çıkarmayın.
86 “Eğer mü’min iseniz bilin ki, Allah’ın kâr ve kazanç olarak helâlinden size bıraktığı, hakkınızda çok daha hayırlıdır. Ben, (sizin iyiliğinizi düşünerek öğüt veriyorum,) yoksa başınızda bir koruyucu ve gözetleyici değilim.”
87 “Ey Şuayb!” dediler: “Kendilerine atalarımızın tapageldiği ilâhlarımızı bırakmamızı ve mallarımızda dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmaktan vazgeçmemizi yoksa sana namazın mı emrediyor? Sen, aslında yumuşak ve akıllıuslu bir adamsın.”
88 Şuayb, “Ey halkım!” dedi: “Ya ben, Rabbimden gelen apaçık ve kesin bir delile dayanıyorsam ve O bana katından peygamberlik vermiş, (lütuf ve kerem hazinesinden) beni (maddeten ve mânen) güzel bir şekilde rızıklandırmışsa..? Sonra, ben sizden vazgeçmenizi istediğim şeylerin aksini yapmak, (üzerinizde baskı kurarak bu ülkede bozgunculuk çıkarmak) istemiyorum ki! Tek gayem, gücüm yettiğince ıslahta bulunmaktır. Bunda başarılı olup olmamam da tamamen Allah’ın elindedir. Ben, yalnızca O’na dayanıp güvendim ve bütün kalbimle yalnızca O’na yönelirim.
89 “Ey halkım! Bana olan muhalefet ve düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin ya da Salih’in kavminin başına gelen felâkete benzer bir felâkete uğramanıza sakın sebep olmasın! (Benzer bir felâkete düçar olan) Lût kavminin ülkesi ise, hiç de uzağınızda değil.
90 “(Şimdiye kadarki) günahlarınız için Rabbinizden bağışlanma dileyip, sonra da bütün kalbinizle O’na yönelin. Hiç şüphesiz Rabbim, (bilhassa samimiyetle Kendisine yönelen kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek boldur, onlara sevgisi pek derindir.”
91 “Ey Şuayb!” dediler: “Senin söylediğin şeylerin çoğunu biz anlamıyoruz; sonra şurası kesin ki, seni içimizde zayıf görüyoruz; (o halde sana niye itaat edelim ki?) Şu (beşon kişilik) akraba grubunun hatırı olmasaydı, seni mutlaka taşa tutup linç ederdik. Bilmelisin ki, senin bizim yanımızda hiçbir değerin ve bize karşı hiçbir gücün yok!”
92 Şuayb, şöyle karşılık verdi: “Ey halkım! Benim (beşon kişilik) akraba grubum sizin yanınızda Allah’tan daha hatırlı, daha mı itibarlı ki, hiç değeri yokmuşçasına O’na sırt dönüyor ve O’nu hiç hesaba katmıyorsunuz? Ama Rabbim, yaptığınız her şeyi tam olarak bilmekte, görmekte ve işitmektedir.
93 “Ey benim halkım! Gücünüz neye yetiyorsa var gücünüzle yapmaktan geri kalmayın; ben de yapmam gerekeni yapıyorum. Başına geleni rüsvay eden, fakat niteliğini şu anda bilmeniz mümkün olmayan dehşetli bir azabın kimin başında patlayacağını ve o zaman yalancının kim olduğunu göreceksiniz. Şimdi gözleyip beklemeye durun; ben de sizinle birlikte gözlüyorum.”
94 Nihayet haklarındaki azap hükmümüz uygulamaya kondu ve Şuayb’la birlikte, iman etmiş olup da beraberinde bulunanları (iman, salih amel ve sabırlarına karşılık) tarafımızdan bir lütuf olarak kurtardık. (En büyük zulüm olan) şirkte direten ve hem başkalarına, hem kendilerine zulmedenleri ise korkunç bir çığlık, bir patlama yakalayıverdi de, (hiçbir kurtuluş zaman ve imkânı bulamadan) oldukları yerde yüzüstü kapaklanıp gittiler.
95 Sanki bir zaman bolluk içinde orada hiç yaşamamışlardı. Evet, yıkılsın ve yok olsun gitsin Medyen halkı, yok olup gittiği gibi Semûd’un!
96 Musa’yı da (risaletini ispat eden) apaçık deliller (mucizeler)imizle ve aklîmanevî kesin bir güç ve selahiyetle gönderdik,
97 Firavun’a ve ileri gelen yetkililerine; ama (o ileri gelenler gibi, Firavun’un halkı ve Musa’nın halkından pek çoğu) Firavun’ un idaresine tâbi oldular. Oysa Firavun’un idaresi hiç de âdil, doğru ve hakka dayalı değildi; (nitekim bütün Firavunî idareler de aynı şekilde âdil, doğru ve hakka dayalı değildir).
98 O, Kıyamet Günü kavminin önüne düşer ve onları (hayvanların suya götürüldüğü gibi) Ateş’e götürür. Gerçekten ne kötü bir ‘su’dur o varılan Ateş!
99 Hem bu dünyada, hem de Kıyamet Günü’nde rahmetten uzaklaştırılıp lânetle anılmaya müstahak oldular. Ne kötü bir bahşiş, ne kötü bir ikramdır bu lânet!
100 (Ey Rasûlüm!) Bütün bu sana anlattıklarımız, o helâk olmuş ülkelerin tarihlerinden ibret dolu bazı safhalardır. Onlardan kiminin izleri halâ dururken, kimi biçilmiş ekin gibi yok olup gitmiştir.
101 Biz onlara asla zulmetmedik, fakat onlar bizzat kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ve karşılarında durup dua ettikleri (sözde) ilâhlarının onlara hiç bir faydası dokunmadı; faydaları dokunmak şöyle dursun, kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
102 Rabbin, zulme dalıp gitmiş ülkeleri kıskıvrak yakaladığı zaman işte böyle yakalar. O’nun derdest edip yakalaması pek acıdır, çok çetindir.
103 Bütün bu olup bitenlerde Âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret, bir mesaj vardır. Âhiret Günü, bütün insanların bir araya toplanacağı bir gündür; ve o gün, canlıların tamamının bütün duyularıyla tecrübe edip yaşayacakları bir gündür.
104 Biz onu, tarafımızdan takdir buyurulmuş kesin ve miktarı belli bir sürenin sonrasına tehir edecek değiliz.
105 O gün gelince, Allah’ın izni olmadan kimse tek bir kelime söyleyemez. O gün kimileri bedbahttır, kimileri bahtiyar.
106 Dünya hayatında içine daldıkları şekavetle kendilerini bedbahtlığa mahkûm edenler, evet onlar Ateş’tedirler. O Ateş kabarıp indikçe, onlar da hırıltılar, feryatlar ve hıçkırıklar içinde âdeta boğulurlar.
107 (Âhiret’e ait) gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır; Rabbin başka türlü dilemiş olsa, elbette böyle olmaz. Muhakkak ki Rabbin, her ne irade buyurursa onu eksiksiz yapar.
108 (Dünyada Allah’ın tarafından) hayırlı işlere sevk edilip bahtiyar kılınanlara gelince, onlar ise Cennet’tedirler; gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Rabbin başka türlü dilemiş olsa, elbette böyle olmaz. Kesintisiz bir lütuf, bir ihsandır bu onlara.
109 Artık şu müşriklerin tapınmalarının mahiyeti ve bu tapınmanın onları sürükleyeceği âkıbet konusunda nasıl senin hiç bir şüphen yoksa, (kimsenin de olmamalıdır). Daha önce ataları neye nasıl tapıyor idiyse, onlar da aynı şeylere aynı şekilde tapmaktadırlar. Biz de neyi hak etmişlerse kendilerine hiç eksiksiz ödeyeceğiz.
110 (Şimdi sana Kitap verdiğimiz gibi,) aynı şekilde Musa’ya da Kitap verdik ve o Kitap hakkında da ihtilâf edildi; (bazıları ona inandı, bazıları inanmadı ve daha sonra onda değiştirmelere, tahriflere gidildi). Eğer insanlar hakkında Rabbinin daha önce verilmiş (ve onları yeryüzünde belli bir süre yaşatma ve Din’e itaat veya muhalefetlerinin karşılığını daha çok Âhiret’e bırakma) iradesi bulunmamış olsa idi, hiç şüphesiz aralarında hüküm çoktan verilmiş ve uygulanmış olurdu. Gerçekten onlar, kitapları hakkında kat kat şüpheler içindedirler.
111 Hiç kuşkusuz Rabbin, (Kitap hakkında ihtilâfa düşen) her kesime yaptıklarının karşılığını eksiksiz ödeyecektir. Muhakkak ki O, onların işledikleri her şeyden hakkıyla haberdardır.
112 Şu halde ey Rasûlüm, her hususta sana nasıl davranman emredilmişse o şekilde dosdoğru hareket et ve (daha önce takip ettikleri yolları bırakarak) artık Allah’a yönelen ve senin maiyetine girenler de aynı şekilde davransınlar. İstikametten çıkıp, hak yoldan dışa taşmayın. Muhakkak ki Allah, her ne işliyorsanız hepsini hakkıyla görmektedir.
113 (Allah’a şirk koşmakla en büyük) zulmü işleyen ve insanların haklarına da riayet etmeyen, böylece kendilerine yazık eden o zalimlere asla meyletmeyin; aksi halde (dünyada da, Âhiret’te de) size ateş dokunur. Aslında sizin için Allah’tan başka hiç bir yardımcı, koruyucu ve sizi sahiplenecek hiç bir güç yoktur. Sonra, O’ndan da yardım görmezsiniz.
114 Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın üç vaktinde bütün şartlarına riayet ederek namaz kıl. Şurası bir gerçek ki, iyilikler kötülükleri giderir. Anlayıp öğüt alacaklar için bir hatırlatma, bir nasihattır bu.
115 Ve (daima iyilik yapmada, muhtemel hatalardan kaçınmada, bir de Allah yolunda maruz kaldığın musibetlere ve zamana karşı) sabret. Hiç şüphesiz Allah, O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde sürekli iyilik duygusuyla davranan ve güzel işler yapanların mükâfatlarını asla zayi etmez.
116 Ne olurdu, sizden önce (helâk edilen) nesiller içinde (iman, ilim, ahlâk ve salih davranışlar gibi) kalıcı faziletler sahibi ve Allah yanında kalıcılığı olan değerleri gaye edinmiş bazı insanlar bulunsaydı da, yeryüzünde bozgunculuk çıkmaması için çalışsalardı. Ne yazık ki, onların içinde bu vazifeyi yapıp da kurtardığımız pek az kişi vardı. En büyük zulüm (olan Allah’a şirk koşma) suçunu işledikleri gibi, insanların haklarına da tecavüz edip neticede kendilerine yazık edenlere gelince: onlar, içine dalıp gittikleri zevk ve safa peşinde koştular hep ve sürekli günah hasadıyla meşgul oldular.
117 Rabbin, halkı (hem kendi nefislerini hem de toplumu) ıslahla meşgul bulunan ve hakka, hukuka riayetkâr herhangi bir memleketi helâk etmek gibi bir zulmü asla işlemediği gibi, işleyecek de değildir.
118 Eğer Rabbin öyle dilemiş (ve insanlara irade vermeyip de onları bir yönde harekete zorlamış) olsaydı, bütün insanlık, aynı yolda yürüyen tek bir toplum olurdu. Fakat onlar, (kendi yollarını tayinde serbest bırakılmış varlıklar olarak ama sürekli uyarılmalarına rağmen),haktan ayrılıp farklı farklı yollarda gitmekten hiç bir zaman kurtulamamaktadırlar;
119 Ancak, (sahip bulundukları bazı önemli faziletler sebebiyle) Rabbinin hususî olarak rahmetine nail kılıp hakka hidayet buyurdukları müstesna. Budur, Allah’ın hususî bir fıtratta yarattığı insanlığın takip ettiği çizgi. Neticede, Rabbinin ta baştan buyurduğu, “Cehennem’i cinlerden ve insanlardan ona müstahak olanlarla dolduracağım.” sözü gerçek olacaktır.
120 Sana anlattığımız bütün bu kıssalar, rasûllerin hayatlarından senin kalbini pekiştirecek ibret dolu sahnelerdir. Bu anlatılanlarda sana gelen sadece hakkın ve hakikatin ta kendisidir; mü’minler içinse irşad adına bir öğüt, bir ibret, ikaz ve bir hatırlatmadır.
121 Şimdi, iman etmeyenlere de ki: “Gücünüz neye yetiyorsa var gücünüzle yapmaktan geri kalmayın; biz de yapmamız gerekeni yapıyoruz.
122 “O halde bekleyin bakalım netice nasıl tezahür edecek; nitekim biz de beklemekteyiz.”
123 Gökler ve yer neyi barındırıyor, gelecek adına ne saklıyorsa, hepsini bilen ve hakimiyeti altında tutan ancak Allah’tır; bütün işler, neticede varır O’nda biter ve O neye hükmederse o olur. Dolayısıyla, O’na ibadet et ve O’na dayanıp güven. Bil ki Rabbin, işleyip durduklarınızdan asla habersiz ve onlara karşı kayıtsız değildir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ 1
اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ 2
وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ 3
اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 4
اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ 5
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 6
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ 7
وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفاً عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ 8
وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ 9
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ 10
اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ 11
فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ 12
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 13
فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 14
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ 15
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 16
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ 17
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ 18
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ 19
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ 20
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ 21
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ 22
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 23
مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟ 24
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ 25
اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ 26
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ 27
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ 28
وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ 29
وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ 30
وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ 31
قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 32
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ 33
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ 34
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ 35
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ 36
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ 37
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ 38
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ 39
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ 40
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 41
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ 42
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ 43
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ 44
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ 45
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ 46
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 47
ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ 48
تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟ 49
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ 50
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 51
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ 52
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ 53
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ 54
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ 55
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 56
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ 57
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ 58
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ 59
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟ 60
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ 61
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ 62
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ 63
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ 64
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ 65
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ 66
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ 67
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟ 68
وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ 69
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ 70
وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ 71
قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ 72
قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ 73
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ 74
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَحَل۪يمٌ اَوَّاهٌ مُن۪يبٌ 75
يَٓا اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ اِنَّهُ قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ وَاِنَّهُمْ اٰت۪يهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ 76
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ 77
وَجَٓاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪يۜ اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ 78
قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ 79
قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ 80
قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ 81
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ 82
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟ 83
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ 84
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ 85
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ 86
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ 87
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ 88
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ 89
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ 90
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ 91
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ 92
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ 93
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ 94
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟ 95
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ 96
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ 97
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ 98
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ 99
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ 100
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ 101
وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ 102
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ 103
وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ 104
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ 105
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ 106
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ 107
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ 108
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟ 109
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ 110
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ 111
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ 112
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ 113
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ 114
وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 115
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ 116
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ 117
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِف۪ينَۙ 118
اِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَۜ وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْۜ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ 119
وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ 120
وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْۜ اِنَّا عَامِلُونَۙ 121
وَانْتَظِرُواۚ اِنَّا مُنْتَظِرُونَ 122
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 123
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ
ElifLâmRâ. Bu (Kur’ân) öyle bir kitaptır ki, her türlü şüpheden, değişmeden ve hükümleri ilga olunmaktan bütünüyle uzak bulunan âyetleri hikmetlerle donatılmış, sonra da bölüm bölüm art arda sıralanmış ve manâları açıklanmıştır. O, bütün hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan (Hakîm) ve her şeyden hakkıyla haberdar olan (Habîr) katındandır,
1
اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ
Ki, Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz: “–(Ey insanlar,) hiç şüphesiz ben sizin için Allah tarafından gönderilmiş, (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcı, (iman ve salih amel yolunun neticeleri hususunda ise) bir müjdeleyiciyim.–
2
وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ
“Ayrıca, tuttuğunuz yanlış yol ve işlediğiniz günahlar sebebiyle Allah’tan bağışlanma dileyip, sonra da O’na yönelesiniz ki, O sizi, sizin için takdir buyurulmuş olan kesin süre doluncaya kadar güzelce yaşatsın ve daha faziletli bir hayat sürenlere bol bol lütf u ihsanda bulunsun. Ama böyle yapmaz da davet edildiğiniz yoldan yüz çevirirseniz, bu durumda ben, başınızda patlayacak çok büyük bir günün azabından korkarım.
3
اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Allah’adır dönüşünüz; O, her şeye hakkıyla güç yetirendir.”
4
اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Yaptıklarına bakın ki (o inkârcılar, Kur’ ân’ın okunuşunu ve tebliğini duymamak için) Rasûlüllah’tan gizlenmeye çalışmakta, yine bakın ki, aynı maksatla elbiselerini başlarına çekmektedirler. Ama Allah, (kapılarını ve pencerelerini sıkı sıkıya kapayıp, yataklarında örtülerine büründükleri zaman bile) onların içlerinde gizlediklerini de, böyle yapmayıp açığa vurdukları (bütün niyet, söz ve davranışları)nı da bilmektedir. Hiç şüphesiz O, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilendir.
5
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Yerde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, onun (yaşaması için gerekli) rızkına Allah kefil bulunmasın; yine Allah, (her canlının anne karnından başlayıp devam eden hayat yolculuğunun her basamağında) uğrayacağı menzili, orada kalacağı süreyi ve (bu her basamağın sonunda) tevdi edileceği yeri de bilir. Bütün bunlar, apaçık bir Kitap’ta kayıtlıdır.
6
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
O Allah ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır; Arş’ı suyun üzerinde idi; yaratmaktan maksadı, hanginizin O’nu görüyormuşçasına ve O’nun sizi gördüğünün şuuru içinde davranıp, daha güzel iş yapacağınız hususunda sizi denemek (ve kendinizi bizzat kendinize tanıtmaktır). Böyle iken, (ey Rasûlüm!) eğer insanlara desen ki, “(Asıl vatanınız Âhiret’tir ve orada dünyada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. Dolayısıyla) hepiniz, ölümden sonra diriltilmeye mahkûmsunuz,” inanmamakta diretenler, “Böyle bir söz, olsa olsa büyü ve aldatma maksatlı olabilir!” derler.
7
وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفاً عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Kendisiyle onları tehdit ettiğimiz azabı üzerlerine hemen göndermeyip, (birtakım sebep ve hikmetler gereği) belli bir süre için ertelesek, (alaylı alaylı,) “Bu azabı tutan nedir ki, gelmiyor?” derler. İyi bilin ki, o azap başlarına geldiği gün artık onlardan geriye çevrilecek değildir ve alaya aldıkları o azap, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.
8
وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ
Katımızdan insana bir rahmet tattırır, sonra da bu rahmeti ondan çekip alırsak, bu takdirde o, büyük hayal kırıklığı içinde son derece ümitsiz, olabildiğine nankör kesilir.
9
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ
Buna karşılık, başına gelen bir sıkıntıdan sonra kendisine bir nimet tattırsak, hiç şüphe etmeyin ki, bu defa “Artık bütün dertler, sıkıntılar bitti!” der. Dengesiz bir sevinç içinde tam bir şımarık ve mağrurun tekidir artık.
10
اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ
Ancak her iki durumda da sabredip (ümitsizliğe düşmeden, gurur ve şımarıklığa da kapılmadan) Allah’ın razı olacağı şekilde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapmaya devam edenler hariç. İşte bu (pek kıymetli) zatlar için (sürprizlerle yüklü) bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat vardır.
11
فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ
(Ey Rasûlüm! “Madem Allah’tan vahiy alıyorsa, bunu ispat için ne diye uğraşıyor ki?) Kendisine bir hazine indirilse ya!” veya, “Beraberinde kendisini tasdik eden bir melek gelse ya!” deme (şeklindeki tepkileri ve küfürde, zulümde diretmeleri sebebiyle bir musibete maruz kalırlar endişesi), olur ki içinde sana vahyolunan âyetlerden (bilhassa senin Risaletinle alâkalı bulunanlar gibi) bazılarını tebliğden geri durma hissi uyarabilir ve bunları tebliğ adına göksün daralabilir. Fakat sen, sadece bir uyarıcı (olup, onların iman etmelerini sağlamaya memur değilsin). Allah’tır her işi düzenleyen ve her şeyin dizginini elinde tutan.
12
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Yoksa onlar, (senin hakkında) “Kur’ân’ı kendisi uydurup, sonra da Allah’a mal ediyor” mu diyorlar? De ki: “(Madem onu bir insan uydurabiliyorsa ve küfürde diretmenize kendinizce bir mazeret aramıyor da) bu iddianızda gerçekten samimi iseniz, haydi belâğatta onun sûreleri seviyesinde, (manâ bakımından doğru olmasa bile masal, hikâye türünden de olsa) on sûre de siz uydurun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardıma çağırın.
13
فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Eğer yardıma çağırdığınız (putlarınız, sözde ilâhlarınız, bilgin ve edipleriniz) davetinize cevap veremiyorlarsa, bilin ki Kur’ân, ancak Allah’ın ilmine dayanmaktadır, O’ nun ilmine bağlı olarak inmektedir ve O’ndan başka ilâh yoktur. Artık, Allah’a teslimiyetle Müslüman olursunuz değil mi?”
14
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ
Kim iradesini dünya hayatını tercihte kullanır ve onun süsünü, şatafatını arzularsa, (hikmet ve sebepler dairesinde dilediğimize dilediğimiz ölçüde takdir buyurup vermekle birlikte,) onların bu gayeye yönelik olarak yaptıkları gerekli çalışmaları dünyada karşılıksız bırakmayız; bu hususta kendilerine haksızlık yapılmaz, mağdur da edilmezler.
15
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ama onlar öyle kimselerdir ki, kendileri için Âhiret’te Ateş’ten başka bir şey yoktur; dünyada meydana getirdikleri bütün eserler dünyada kalmış ve Âhiret açısından heder olmuş, yaptıkları bütün işler, hattâ iyilikler bile boşa gitmiştir.
16
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Öyleyse düşünün: Rabbisinden gelen apaçık bir belgeye (Kur’ân’a) dayanan, ayrıca, yine Rabbisinin nasip buyurduğu şahit(ler)le desteklenen ve daha önce bir rehber ve rahmet olarak gönderilmiş bulunan Musa’nın kitabı ile tasdik olunan kimse, hiç dünya hayatını tercih edenler gibi midir? Bu ikisi ve yolları arasındaki farkı görebilenler, Kur’ân’a iman ederler. Hangi zümreden her kim onu bile bile inkâr ederse bilsin ki, kendisine va’d edilen nihaî mekân Ateştir. Dolayısıyla (ey Rasûlüm,) onun sana tarafımızdan vahyedildiği konusunda sen nasıl şüphe duymazsan, (başka kimse de duymamalıdır). Hiç şüphesiz o, Rabbinden gelen gerçeğin ta kendisidir; ne var ki, insanların çoğu iman etmezler.
17
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Uydurdukları yalanları Allah’a isnat ederek O’na iftirada bulunandan daha zalim kim vardır? Öyleleri Rabbilerinin huzuruna çıkarılacak ve o gün şahitler, “Allah’a karşı yalan söyleyenler bunlardı!” diyeceklerdir. Bilin ki Allah, bütün zalimleri rahmetinden tardetmiştir.
18
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
Onlar, insanları Allah’ın yolundan alıkoymakta ve o yolun eğri tanınmasını ve diledikleri şekilde eğilip bükülebilmesini arzu etmektedirler. Onlar, evet onlar, Âhiret’e kâfirdirler.
19
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
Onlar, yeryüzünde Allah’ın hüküm ve iradesini icra etmesine asla mani olamazlar ve (işlerini görme ve korunma adına kendilerine pek çok ilâh uydurmuş da olsalar), Allah’tan başka kendilerini gözetip işlerini görecek hiçbir ilâh yoktur. (Hem kendileri sapıp Allah’a karşı geldikleri, hem de başkalarını saptırdıkları için Âhiret’te) azap onlar için katlanır. (Dünyada iken, Allah’ın kendilerine verdiği gerçeği işitme ve görme kabiliyetlerini yitirdiklerinden) artık ne işitebiliyorlardı, ne de görebiliyorlardı.
20
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Onlardır bizzat kendilerini helâke sürükleyen ve ziyana uğratanlar; ve dünyada iken uydurdukları (sahte ilâhlar) da kendilerini yüzüstü bırakıp, görünmez oluverdi!
21
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
Hiç şüphe yok ki, onlardır Âhiret’te, evet onlardır en büyük ziyana uğrayanlar.
22
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Buna karşılık, iman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette doğru, yerinde, sağlam ve ıslaha yönelik işler yapanlar ve Rabbileri’ne gönülden bağlananlara gelince, onlar ise Cennet’in yârânı ve yoldaşlarıdırlar. Hem sonsuzca kalacaklardır orada.
23
مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟
Bu iki zümrenin misali, bir tarafta körler ve sağırlar ile, diğer tarafta görenler ve işitenler gibidir. Hiç bunlar birbirlerine müsavî olur mu? Böyle iken, artık düşünüp ibret almayacak mısınız?
24
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
Şurası bir gerçek ki, Biz Nuh’u kendi halkına rasûl olarak gönderdik. Onlara şu tebliğde bulundu: “Ben, iyiliğinize olarak size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.
25
اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ
“Sakın Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Ama bu halinizle başınıza gelecek gayet acı bir günün azabından korkuyorum.”
26
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ
Halkı içinde küfürde kökleşmiş bulunan ileri gelenler hemen tepkilerini ortaya koydular: “Bize göre sen de bizim gibi bir insansın; kaldı ki, içimizde görüşten, düşünceden yoksun ayak takımından başka peşinden gideni de görmüyoruz. Ayrıca, (ey Nuh ve O’na inananlar,) sizin bize karşı hiçbir üstünlüğünüz de yok ki! (Bize üstünlüğünüz olmak şöyle dursun,) sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.”
27
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Nuh, tebliğine şöyle devam etti: “Ey halkım! Böyle diyorsunuz da, ya ben Rabbimden gelen apaçık ve kesin bir delile dayanıyorsam; ya O bana bizzat Kendi katından hususî bir rahmet vermiş de, sizde onu görecek göz yoksa? Ne yapalım, siz istemeyip dururken onu size zorla da kabul ettiremeyiz ki!
28
وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ
“Hem, ey halkım! Bu tebliğimden ötürü ben sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan Allah’tır. Sonra ben, o iman edenleri de yanımdan kovamam. Elbette onlar da Rabbilerine kavuşacak (ve Rabbileri onlara nasıl dilerse, onlar neyi hak etmişlerse öyle muamele edecektir). Ama bir gerçek var ki, ben sizi cehalet içinde ve hep bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.
29
وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
“Ey halkım! Eğer o mü’minleri yanımdan kovacak olursam, Allah’a karşı bana kim yardım edebilir? Sizde düşünme, muhakeme edip değerlendirme diye bir şey yok mudur?
30
وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
“Sonra ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim elimdedir.’ demiyorum ki! Ayrıca ben gaybı da bilmem. Bir melek olduğum iddiasında da değilim. Kendinize göre küçümseyip hor gördüğünüz o mü’minler hakkında, ‘Allah, onlara hiçbir hayır, hiçbir meziyet vermez’ de diyemem. Onların içlerinde ne var ne yoksa, kalblerinden ne geçiyorsa, bütün bunları en iyi bilen Allah’tır. (Buna rağmen eğer ben onları kovacak olsam veya ‘Allah, onlara hiçbir hayır, hiçbir meziyet vermez!’ desem,) bu takdirde hiç şüphesiz zalimlerden olmuş olurum.”
31
قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
“Ey Nuh!” diye çıkıştılar: “Bizimle mücadele edip durdun; sonra, mücadelende de çok ileri gittin. Eğer bütün bu söylediklerinde, iddialarında samimi isen, gerçekten doğruyu söylüyorsan, haydi bizi tehdit edip durduğun şu azabı getir de görelim!”
32
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Nuh, şöyle cevap verdi: “Onu ben değil, dilerse Allah getirir. Eğer getirecek olursa, bu takdirde O’na asla mani olamazsınız.
33
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
“Eğer Allah’ın hükmü artan taşkınlığınıza ceza olarak helâkiniz yönünde ise, ben iyiliğinizi isteyip size ne kadar öğüt de versem, bunun size hiçbir faydası olmayacaktır. (Aslında, sizi sizden daha çok düşünen, yaratan, besleyip büyüten, koruyan) Rabbiniz O’dur ve O’na dönmektesiniz.”
34
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟
(Ey Rasûlüm,) yoksa o müşrikler senin hakkında, “Bütün bu kıssaları da, onları ihtiva eden Kur’ân’ı da kendisi uyduruyor” mu diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uyduruyorsam, günahı benim üzerime; ama, (ya siz inkârda diretmenize bahane olarak bana iftira atıyorsanız, bu takdirde) sizin hasat edip durduğunuz günahlardan da doğrusu ben berîyim.”
35
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ
Derken, Nuh’a (tarafımızdan) şöyle vahyolundu: “Belli ki, halkından şu ana kadar iman edenler dışında artık daha fazla inanan olmayacak. Şu halde, ortaya koydukları davranışlardan, tepkilerinden, yapageldikleri kötülüklerden dolayı üzülme.
36
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
“Gözetimimiz, yönlendirmemiz ve manevî teyidimiz altında, sana tarif ettiğimiz gemiyi yap ve o zulme dalmış inançsızlar lehinde bana bir şey söyleme, haklarında şefaatçi olma! Çünkü onların boğulmaları artık mukadderdir.”
37
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ
Nuh gemiyi yapıyor, halkından ileri gelenler de ne zaman yanından geçseler onunla alay ediyorlardı. Nuh da, şöyle karşılık veriyordu: “Şimdi siz bizimle alay ediyorsunuz; ama nasıl şimdi siz bizimle alay ediyorsanız, bir gün gelecek, alay etmenin ne demek olduğunu elbette size göstereceğiz.
38
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
“O zaman, başına geleni rüsvay edecek, fakat niteliğini şu anda bilmeniz mümkün olmayan dehşetli bir azabın kimin başında patlayacağını, (Âhiret’te de) kalıcı bir azabın kimin üzerine ineceğini elbette bileceksiniz.”
39
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Derken, emrimiz geldi ve kazan kaynamaya durdu; o zaman Nuh’a, “Her hayvan türünden erkek ve dişi birer çift ile, haklarında helâk hükmü verilmiş olanları dışında aileni ve iman edenleri gemiye al!” diye buyurduk. O’nun beraberinde iman etmiş pek az insan vardı.
40
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Nuh, (gemiye alınacaklara) “Gemiye binin!” dedi. “Onun akıp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır (O’nun gücü, kuvveti ve izniyledir; onu Bismillâh der çalıştırır, Bismillâh der durdururuz.) Hiç şüphesiz Rabbim, (kullarının günahlarını ve hatalarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.”
41
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ
Gemi, içindekilerle beraber dağlar gibi dalgalar arasından akıp giderken Nuh, geminin dışında biraz ötedeki oğlunu gördü ve hemen, “Oğulcuğum, gel bizimle beraber gemiye bin de, kâfirlerle birlikte olma!” diye seslendi.
42
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ
Oğlu, “Şöyle büyük bir dağa sığınırım da, o beni sulardan korur!” karşılığını verdi. Nuh, “Bugün O’nun hususî rahmetine aldıkları dışında hiçbir şey bir başkasını O’ nun helâk emrinden kurtaramaz!” dedi. O anda aralarına dalga girdi ve oğlu, boğulanlardan oldu.
43
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Nihayet Allah’tan, “Ey yer, suyunu yut ve sen ey gök, suyunu tut!” emri geldi. Sular çekildi; Allah’ın iradesi icra edilip iş bitirildi ve gemi Cudi üzerine oturdu. Ve “Uzak olsun o zalimler topluluğu!” hükmü verildi.
44
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ
Nuh, Rabbisine nida edip şöyle dedi: “Yâ Rab! Boğulan oğlum da mü’min olarak aileme katılanlardandı, öz evlâdımdı. Sen’in, (mü’min olarak aileme dahil olanları kurtaracağına dair) va’din de elbette haktır ve Sen, Hakimler Hakimi’sin.”
45
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
“Ey Nuh!” buyurdu Allah, “O, senin ailenden değildi; çünkü onun bütün hayatı, yanlış inanç, yanlış tavır ve davranış üzerine kuruluydu. O halde, hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir meselede Ben’den istekte bulunma. Sana cahilce bir davranış içinde olmamanı öğütlerim.”
46
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Nuh, “Ya Rabbi!” dedi: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığım bir meselede Sen’den istekte bulunmaktan Sana sığınırım. Ne olur, eğer beni bağışlamaz ve bana rahmetinle muamele etmezsen, ben kaybedip gitmişlerden olurum.”
47
ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ona şöyle buyruldu: “Ey Nuh! Gemiden in; sana ve beraberinde bulunan mü’minlerle birlikte neslinizden gelecek mü’min topluluklara katımızdan artık selâmet, emniyet ve bereketler vardır. Ayrıca (inanmayan) topluluklar da olacaktır ki, onlara dünyada bir süre geçimlik vereceğiz ve ardından kendilerine tarafımızdan çok acı bir azap dokunacaktır.”
48
تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟
(Ey Rasûlüm!) Bütün bunlar, görüp yaşamadığınız ve hakkında kesin bilgi sahibi olmadığınız (gayb) haberlerine dahildir ki, Biz onları sana vahyediyoruz. Bundan önce ne sen, ne de senin halkın onları bilmezdiniz. (Rasûllerin tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri, kavimlerinin onlara olan tepkisi ve neticeler hususunda değişen bir şey olmadığına göre) sen, (maruz kaldığın bütün kötülüklere ve inkârda diretmelere karşı) sabret. Nihaî kazanç, elbette kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan, O’na itaatsizlikten, dolayısıyla O’nun azabından sakınanlar içindir.
49
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ
Âd kavmine rasûl olarak, (yine bizzat içlerinden çıkmış olan) kardeşleri Hûd’u gönderdik. O, şu tebliğde bulundu: “Ey benim halkım! Allah’a ibadet edin; sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Şirk koşmakla, Allah’a iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.
50
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Ey halkım! Ben, bu tebliğimin karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, beni bana has özelliklerle yoktan var eden Zât’tır. Aklınızı kullanıp, düşünce ve muhakemenizi hiç işletmeyecek misiniz?
51
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ
“Ey halkım! (Şimdiye kadarki günahlarınız için) Rabbinizden bağışlanma dileyip, sonra da bütün kalbinizle O’na yönelin ki O, göğü başınızdan aşağı âdeta yağmur olarak yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Ne olur, bu söylediklerime sırt dönüp de günah hasadına dalıp gitmiş suçlular olmayın!”
52
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
“Ey Hud!” diye tepki verdiler: “Sen bize iddianı ispat edecek açık bir delil, bir mucize göstermedin. Biz de, sadece senin sözüne bakarak ilâhlarımızı bırakacak değiliz; sana inanacak da değiliz.
53
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ
“Diyeceğimiz şu ki, seni ilâhlarımızdan bir kısmı çok fena çarpmış!” Hud, cevap verdi: “Allah şahidimdir, siz de şahit olun ki ben, sizin Allah’a koştuğunuz ortaklardan hiç birini tanımıyorum –
54
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ
“(İlâh ve Ma’bud olarak) yalnız O’nu kabûl etmeyip de O’na ortak saydığınız hiç bir şeyi. Eğer buna bir diyeceğiniz varsa, toplanın bir araya ve bana istediğiniz tuzağı kurun; kurun da, bana hiç göz açtırmayın.
55
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
“Ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Hiç bir canlı yoktur ki, Allah onun perçeminden tutmuş da, mutlak hakimiyet ve tasarrufu altında bulunduruyor olmasın. Muhakkak ki Rabbim, hakimiyetini icrada, her hüküm ve tasarrufunda mutlak doğru, mutlak âdildir.
56
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ
“Eğer size tarif ettiğim bu doğru yola sırt dönerseniz, ne diyeyim? Ben, size ulaştırmakla görevli olduğum buyrukları bütünüyle tebliğ etmiş bulunuyorum. (Bunları kabul etmez ve aksi istikamette yolunuza devam edecek olursanız,) artık Rabbim dilerse sizi ortadan kaldırıp yerinize başka bir topluluk getirir. O’na mani olamaz, yolunuza devam etmekle bir zarar da veremezsiniz. Muhakkak ki Rabbim, her şeyi görüp gözetmekte ve bütün yapılanları kaydetmektedir.”
57
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
(Âd kavmi, yanlış yolda diretti.) Nihayet kendileriyle ilgili hükmümüz icraya konunca, Hûd’u ve iman etmiş olup da onunla beraber bulunanları (iman, salih amel ve sabırlarına karşılık) tarafımızdan bir lütufla kurtardık. Gerçekten, çok ağır bir azaptan kurtardık onları.
58
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ
Evet, işte Âd! Rabbilerinin âyetlerini (O’nun varlığını ve birliğini gösteren onca delilleri ve kendilerine gösterilen mucizeleri) bile bile inkâr ettiler; bununla kalmayıp, O’nun kendilerine gönderdiği Rasûl’e âsi olmakla bütün rasûllere âsi olmuş oldular ve hakka karşı çıkan her inatçı zorbanın emrine uydular.
59
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟
Ve hem bu dünyada, hem de Kıyamet Günü’nde rahmetten uzaklaştırılıp, lânetle anılmaya müstahak oldular. Evet, Âd kavmi Rabbilerini tanımayıp inkâr yolunu tuttular. Neticede yıkıldı gitti Hûd’un kavmi Âd!
60
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ
Semûd kavmine ise rasûl olarak kendi içlerinden kardeşleri Salih’i gönderdik. O da, şu tebliğde bulundu: “Ey benim halkım! Allah’a ibadet edin; sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Siz meydanda yokken O, yer menşe’li gıdalarla vücudunuzu inşa etti ve sizin yeryüzünde ömür sürüp, orayı imar etmenizi irade buyurdu. Şu halde, (şimdiye kadarki) günahlarınız için O’ndan bağışlanma dileyip, sonra da bütün kalbinizle O’na yönelin. Şurası bir gerçek ki Rabbim, kullarına çok yakındır; onların istek ve dualarına muhakkak cevap verendir.”
61
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
“Salih!” dediler: “Sen, şimdiye kadar içimizde kendisine ümit bağlanan biriydin. Şimdi ne oldu da bizi atalarımızın taptığı ilâhlara tapmaktan vazgeçirmeye çalışıyorsun? Doğrusu, bizi kabul etmeye çağırdığın bu yeni inanç konusunda ciddî şüphe içindeyiz, çok ciddî kuşkularımız var.”
62
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ
Salih, şöyle cevap verdi: “Ey benim halkım! Böyle diyorsunuz da, ya ben Rabbimden apaçık ve kesin bir delile dayanıyorsam ve O bana bizzat Kendi katından hususî bir rahmet vermişse? Bu durumda ben, (bana verdiği vazifeyi yerine getirmemek suretiyle) Allah’a âsi gelecek olursam, O’na karşı bana kim yardım edebilir? Sizin benim kaybımı, hüsranımı artırmaktan başka hiç bir faydanız olmaz ki!
63
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
“Ey halkım! Bakın: bu (davetimin doğruluğuna dair benden beklediğiniz) açık bir işaret, bir mucize olarak Allah’ın sizin için hususî yarattığı dişi devedir. Bırakın kendi halinde Allah’ın diyarında otlasın. Sakın ha, ona bir fenalık yapmayın, yoksa çok geçmez, sizi bir azap yakalayıverir.”
64
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
Fakat (ona daha fazla tahammül edemeyerek) deveyi boğazladılar. Salih, derhal ikaz etti: “(Zevk u safa sürdüğünüz) şu yurdunuzda sadece üç gün daha oturun bakalım; (ardından ne olacak, hep beraber göreceğiz)!” Bu, yalan çıkması mümkün olmayan bir tehdittir!”
65
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ
(Üç günün sonunda) haklarındaki hükmümüz uygulamaya konunca (iman, salih amel ve sabırlarına karşılık) tarafımızdan bir lütuf olarak Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları azaptan ve o günün rüsvaylığından kurdardık. (Ey Rasûlüm,) hiç şüphesiz senin Rabbin, Kavî (mutlak güçlü olandır); Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)tir.
66
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
(En büyük zulüm olan) şirkte direten ve hem başkalarına, hem kendilerine zulmedenleri ise korkunç bir çığlık yakalayıverdi de, (hiçbir kurtuluş zaman ve imkânı bulamadan) oldukları yerde yüzüstü kapaklanıp gittiler.
67
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟
Sanki bir zaman bolluk içinde orada hiç yaşamamışlardı! Gördünüz ya.. Semud, Rabbilerini inkârda diretti; gördünüz ya.. neticede yıkıldı gitti Semud!
68
وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ
Bir zaman da, (semavî) elçilerimiz (birer delikanlı suretinde) İbrahim’e müjde ile gelip selâm verdiler. İbrahim, selâmlarına mukabelede bulundu ve hiç gecikmeden önlerine kızartılmış körpe bir dana eti koydu.
69
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Fakat ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, onların bu hali hoşuna gitmedi ve kalbine bir kuşku düştü. “Korkma!” dediler, “biz, Lût kavmi için gönderildik.”
70
وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ
Bu sırada, İbrahim’in hanımı da yanlarında ayakta durmuş, onları dinliyordu. Birden kendinde hayız alâmeti hissetti (ve gülümsedi). Biz de O’nu İshak’la ve İshak’ın peşinden Yakup’la müjdeledik.
71
قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ
“Vay başıma gelenlere!” dedi; “Ben bir yaşlı kadın ve şu kocam da bir pir iken nasıl çocuğum olabilir? Doğrusu çok şaşılacak bir şey bu!”
72
قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ
“Sen” dediler, “Allah’ın işine mi şaşırıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun ey ev halkı! Şüphesiz Allah, çok büyük lütf u ihsan sahibi olarak her türlü hamde ve yüceltilmeye lâyıktır.”
73
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ
Artık endişe İbrahim’in kalbinden sıyrılıp gitmiş, müjde de kendisine ulaştırılmıştı. Hemen Lût kavmi hakkında elçilerimizle tartışmaya girişti.
74
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَحَل۪يمٌ اَوَّاهٌ مُن۪يبٌ
Çünkü İbrahim, olabildiğince yumuşak ve sabırlı, son derece yufka yürekli, Allah’a çok yalvaran ve bütün kalbiyle O’na yönelmiş, O’na teslim olmuş bir kuldu.
75
يَٓا اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ اِنَّهُ قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ وَاِنَّهُمْ اٰت۪يهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ
(Elçilerimiz olan melekler) dediler: “Ey İbrahim! Bu tartışmadan vazgeç! Artık Rabbinin hükmü verilmiş ve hattâ icraya konmuş bulunuyor. Onların başına geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azabın gelmesi artık kesindir.”
76
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ
Derken elçilerimiz, (birer delikanlı suretinde) Lût’a geldiler. Lût, onları koruyamayacağı endişesiyle sıkıldı, daraldı ve “Bugün çok çetin bir gün!” diye söylendi.
77
وَجَٓاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪يۜ اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ
(Delikanlıların geldiğini haber alan) halkı, kirli arzularının dürtmesiyle Lût’un evine hücum ettiler; zaten ne zamandır kötülüklerle haşirneşir bulunuyorlardı. Lût, önlerine çıkıp “Ey halkım!” dedi: “İşte şunlar, kızlarım(ız); sizin için (nikâh edildiklerinde) temiz ve helâl olan onlardır. Allah’tan korkun ve misafirlerim konusunda beni rezil etmeyin. Sizin içinizde hiç aklı başında bir adam yok mudur?”
78
قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ
“Sen de bilirsin ki,” diye bağırdılar, “bizim o kızlarla bir alâkamız ve üzerlerinde bir hak iddiamız olamaz. Sen bizim ne istediğimizi pekalâ biliyorsun!”
79
قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ
“Keşke” dedi Lût, “size karşı koyacak gücüm olsaydı veya sağlam bir ‘kale’m bulunsaydı da, ona sığınsaydım.”
80
قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ
Elçilerimiz, şöyle deyip (onu rahatlattılar): “Ey Lût! Biz, Rabbinin elçileriyiz. Hiç endişelenme, sana el uzatamayacaklardır. Gecenin bir vaktinde ailenle çık ve içinizden kimse geriye dönmesin; ancak eşin hariç. Kavminin başına gelecek olan, onun da başına gelecektir. Helâkleri için tayin edilmiş vakit de sabahtır: yoksa sabah yakın değil mi?”
81
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
Nihayet emrimiz uygulamaya konunca, o (kirlenmiş) memleketin üstünü altına getirdik ve üzerine pişmiş balçıktan taş yağdırdık,
82
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟
(Taşlar yağdırdık) Rabbin katında her birinin kime gideceği belirlenmiş. Böyle bir taş yağmuru, her dönemde ve her yerdeki zalimlerden uzak değildir.
83
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ
Medyen halkına ise, yine kendi içlerinden kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. O da, (diğerleri gibi,) “Ey halkım!” dedi: “Allah’a ibadet edin; sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Ben, sizi (helâl yoldan kazanmadığınız ve şükrünü eda edemediğiniz) büyük bir servet içinde görüyor ve azabıyla sizi çepeçevre kuşatacak bir günden korkuyorum.
84
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
“Ey halkım! Ölçüyü ve tartıyı büyük bir titizlik ve tam bir doğrulukla yerine getirin; kendilerine ait mallarda haklarını eksiltmek suretiyle insanlara zulmetmeyin ve bozguncular kesilerek memlekette karışıklık çıkarmayın.
85
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
“Eğer mü’min iseniz bilin ki, Allah’ın kâr ve kazanç olarak helâlinden size bıraktığı, hakkınızda çok daha hayırlıdır. Ben, (sizin iyiliğinizi düşünerek öğüt veriyorum,) yoksa başınızda bir koruyucu ve gözetleyici değilim.”
86
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
“Ey Şuayb!” dediler: “Kendilerine atalarımızın tapageldiği ilâhlarımızı bırakmamızı ve mallarımızda dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmaktan vazgeçmemizi yoksa sana namazın mı emrediyor? Sen, aslında yumuşak ve akıllıuslu bir adamsın.”
87
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Şuayb, “Ey halkım!” dedi: “Ya ben, Rabbimden gelen apaçık ve kesin bir delile dayanıyorsam ve O bana katından peygamberlik vermiş, (lütuf ve kerem hazinesinden) beni (maddeten ve mânen) güzel bir şekilde rızıklandırmışsa..? Sonra, ben sizden vazgeçmenizi istediğim şeylerin aksini yapmak, (üzerinizde baskı kurarak bu ülkede bozgunculuk çıkarmak) istemiyorum ki! Tek gayem, gücüm yettiğince ıslahta bulunmaktır. Bunda başarılı olup olmamam da tamamen Allah’ın elindedir. Ben, yalnızca O’na dayanıp güvendim ve bütün kalbimle yalnızca O’na yönelirim.
88
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ
“Ey halkım! Bana olan muhalefet ve düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin ya da Salih’in kavminin başına gelen felâkete benzer bir felâkete uğramanıza sakın sebep olmasın! (Benzer bir felâkete düçar olan) Lût kavminin ülkesi ise, hiç de uzağınızda değil.
89
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ
“(Şimdiye kadarki) günahlarınız için Rabbinizden bağışlanma dileyip, sonra da bütün kalbinizle O’na yönelin. Hiç şüphesiz Rabbim, (bilhassa samimiyetle Kendisine yönelen kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek boldur, onlara sevgisi pek derindir.”
90
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ
“Ey Şuayb!” dediler: “Senin söylediğin şeylerin çoğunu biz anlamıyoruz; sonra şurası kesin ki, seni içimizde zayıf görüyoruz; (o halde sana niye itaat edelim ki?) Şu (beşon kişilik) akraba grubunun hatırı olmasaydı, seni mutlaka taşa tutup linç ederdik. Bilmelisin ki, senin bizim yanımızda hiçbir değerin ve bize karşı hiçbir gücün yok!”
91
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Şuayb, şöyle karşılık verdi: “Ey halkım! Benim (beşon kişilik) akraba grubum sizin yanınızda Allah’tan daha hatırlı, daha mı itibarlı ki, hiç değeri yokmuşçasına O’na sırt dönüyor ve O’nu hiç hesaba katmıyorsunuz? Ama Rabbim, yaptığınız her şeyi tam olarak bilmekte, görmekte ve işitmektedir.
92
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ
“Ey benim halkım! Gücünüz neye yetiyorsa var gücünüzle yapmaktan geri kalmayın; ben de yapmam gerekeni yapıyorum. Başına geleni rüsvay eden, fakat niteliğini şu anda bilmeniz mümkün olmayan dehşetli bir azabın kimin başında patlayacağını ve o zaman yalancının kim olduğunu göreceksiniz. Şimdi gözleyip beklemeye durun; ben de sizinle birlikte gözlüyorum.”
93
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Nihayet haklarındaki azap hükmümüz uygulamaya kondu ve Şuayb’la birlikte, iman etmiş olup da beraberinde bulunanları (iman, salih amel ve sabırlarına karşılık) tarafımızdan bir lütuf olarak kurtardık. (En büyük zulüm olan) şirkte direten ve hem başkalarına, hem kendilerine zulmedenleri ise korkunç bir çığlık, bir patlama yakalayıverdi de, (hiçbir kurtuluş zaman ve imkânı bulamadan) oldukları yerde yüzüstü kapaklanıp gittiler.
94
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟
Sanki bir zaman bolluk içinde orada hiç yaşamamışlardı. Evet, yıkılsın ve yok olsun gitsin Medyen halkı, yok olup gittiği gibi Semûd’un!
95
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Musa’yı da (risaletini ispat eden) apaçık deliller (mucizeler)imizle ve aklîmanevî kesin bir güç ve selahiyetle gönderdik,
96
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ
Firavun’a ve ileri gelen yetkililerine; ama (o ileri gelenler gibi, Firavun’un halkı ve Musa’nın halkından pek çoğu) Firavun’ un idaresine tâbi oldular. Oysa Firavun’un idaresi hiç de âdil, doğru ve hakka dayalı değildi; (nitekim bütün Firavunî idareler de aynı şekilde âdil, doğru ve hakka dayalı değildir).
97
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ
O, Kıyamet Günü kavminin önüne düşer ve onları (hayvanların suya götürüldüğü gibi) Ateş’e götürür. Gerçekten ne kötü bir ‘su’dur o varılan Ateş!
98
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ
Hem bu dünyada, hem de Kıyamet Günü’nde rahmetten uzaklaştırılıp lânetle anılmaya müstahak oldular. Ne kötü bir bahşiş, ne kötü bir ikramdır bu lânet!
99
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ
(Ey Rasûlüm!) Bütün bu sana anlattıklarımız, o helâk olmuş ülkelerin tarihlerinden ibret dolu bazı safhalardır. Onlardan kiminin izleri halâ dururken, kimi biçilmiş ekin gibi yok olup gitmiştir.
100
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ
Biz onlara asla zulmetmedik, fakat onlar bizzat kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ve karşılarında durup dua ettikleri (sözde) ilâhlarının onlara hiç bir faydası dokunmadı; faydaları dokunmak şöyle dursun, kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
101
وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ
Rabbin, zulme dalıp gitmiş ülkeleri kıskıvrak yakaladığı zaman işte böyle yakalar. O’nun derdest edip yakalaması pek acıdır, çok çetindir.
102
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ
Bütün bu olup bitenlerde Âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret, bir mesaj vardır. Âhiret Günü, bütün insanların bir araya toplanacağı bir gündür; ve o gün, canlıların tamamının bütün duyularıyla tecrübe edip yaşayacakları bir gündür.
103
وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ
Biz onu, tarafımızdan takdir buyurulmuş kesin ve miktarı belli bir sürenin sonrasına tehir edecek değiliz.
104
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ
O gün gelince, Allah’ın izni olmadan kimse tek bir kelime söyleyemez. O gün kimileri bedbahttır, kimileri bahtiyar.
105
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ
Dünya hayatında içine daldıkları şekavetle kendilerini bedbahtlığa mahkûm edenler, evet onlar Ateş’tedirler. O Ateş kabarıp indikçe, onlar da hırıltılar, feryatlar ve hıçkırıklar içinde âdeta boğulurlar.
106
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ
(Âhiret’e ait) gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır; Rabbin başka türlü dilemiş olsa, elbette böyle olmaz. Muhakkak ki Rabbin, her ne irade buyurursa onu eksiksiz yapar.
107
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ
(Dünyada Allah’ın tarafından) hayırlı işlere sevk edilip bahtiyar kılınanlara gelince, onlar ise Cennet’tedirler; gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Rabbin başka türlü dilemiş olsa, elbette böyle olmaz. Kesintisiz bir lütuf, bir ihsandır bu onlara.
108
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
Artık şu müşriklerin tapınmalarının mahiyeti ve bu tapınmanın onları sürükleyeceği âkıbet konusunda nasıl senin hiç bir şüphen yoksa, (kimsenin de olmamalıdır). Daha önce ataları neye nasıl tapıyor idiyse, onlar da aynı şeylere aynı şekilde tapmaktadırlar. Biz de neyi hak etmişlerse kendilerine hiç eksiksiz ödeyeceğiz.
109
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
(Şimdi sana Kitap verdiğimiz gibi,) aynı şekilde Musa’ya da Kitap verdik ve o Kitap hakkında da ihtilâf edildi; (bazıları ona inandı, bazıları inanmadı ve daha sonra onda değiştirmelere, tahriflere gidildi). Eğer insanlar hakkında Rabbinin daha önce verilmiş (ve onları yeryüzünde belli bir süre yaşatma ve Din’e itaat veya muhalefetlerinin karşılığını daha çok Âhiret’e bırakma) iradesi bulunmamış olsa idi, hiç şüphesiz aralarında hüküm çoktan verilmiş ve uygulanmış olurdu. Gerçekten onlar, kitapları hakkında kat kat şüpheler içindedirler.
110
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Hiç kuşkusuz Rabbin, (Kitap hakkında ihtilâfa düşen) her kesime yaptıklarının karşılığını eksiksiz ödeyecektir. Muhakkak ki O, onların işledikleri her şeyden hakkıyla haberdardır.
111
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Şu halde ey Rasûlüm, her hususta sana nasıl davranman emredilmişse o şekilde dosdoğru hareket et ve (daha önce takip ettikleri yolları bırakarak) artık Allah’a yönelen ve senin maiyetine girenler de aynı şekilde davransınlar. İstikametten çıkıp, hak yoldan dışa taşmayın. Muhakkak ki Allah, her ne işliyorsanız hepsini hakkıyla görmektedir.
112
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
(Allah’a şirk koşmakla en büyük) zulmü işleyen ve insanların haklarına da riayet etmeyen, böylece kendilerine yazık eden o zalimlere asla meyletmeyin; aksi halde (dünyada da, Âhiret’te de) size ateş dokunur. Aslında sizin için Allah’tan başka hiç bir yardımcı, koruyucu ve sizi sahiplenecek hiç bir güç yoktur. Sonra, O’ndan da yardım görmezsiniz.
113
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ
Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın üç vaktinde bütün şartlarına riayet ederek namaz kıl. Şurası bir gerçek ki, iyilikler kötülükleri giderir. Anlayıp öğüt alacaklar için bir hatırlatma, bir nasihattır bu.
114
وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Ve (daima iyilik yapmada, muhtemel hatalardan kaçınmada, bir de Allah yolunda maruz kaldığın musibetlere ve zamana karşı) sabret. Hiç şüphesiz Allah, O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde sürekli iyilik duygusuyla davranan ve güzel işler yapanların mükâfatlarını asla zayi etmez.
115
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Ne olurdu, sizden önce (helâk edilen) nesiller içinde (iman, ilim, ahlâk ve salih davranışlar gibi) kalıcı faziletler sahibi ve Allah yanında kalıcılığı olan değerleri gaye edinmiş bazı insanlar bulunsaydı da, yeryüzünde bozgunculuk çıkmaması için çalışsalardı. Ne yazık ki, onların içinde bu vazifeyi yapıp da kurtardığımız pek az kişi vardı. En büyük zulüm (olan Allah’a şirk koşma) suçunu işledikleri gibi, insanların haklarına da tecavüz edip neticede kendilerine yazık edenlere gelince: onlar, içine dalıp gittikleri zevk ve safa peşinde koştular hep ve sürekli günah hasadıyla meşgul oldular.
116
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
Rabbin, halkı (hem kendi nefislerini hem de toplumu) ıslahla meşgul bulunan ve hakka, hukuka riayetkâr herhangi bir memleketi helâk etmek gibi bir zulmü asla işlemediği gibi, işleyecek de değildir.
117
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِف۪ينَۙ
Eğer Rabbin öyle dilemiş (ve insanlara irade vermeyip de onları bir yönde harekete zorlamış) olsaydı, bütün insanlık, aynı yolda yürüyen tek bir toplum olurdu. Fakat onlar, (kendi yollarını tayinde serbest bırakılmış varlıklar olarak ama sürekli uyarılmalarına rağmen),haktan ayrılıp farklı farklı yollarda gitmekten hiç bir zaman kurtulamamaktadırlar;
118
اِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَۜ وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْۜ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ
Ancak, (sahip bulundukları bazı önemli faziletler sebebiyle) Rabbinin hususî olarak rahmetine nail kılıp hakka hidayet buyurdukları müstesna. Budur, Allah’ın hususî bir fıtratta yarattığı insanlığın takip ettiği çizgi. Neticede, Rabbinin ta baştan buyurduğu, “Cehennem’i cinlerden ve insanlardan ona müstahak olanlarla dolduracağım.” sözü gerçek olacaktır.
119
وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Sana anlattığımız bütün bu kıssalar, rasûllerin hayatlarından senin kalbini pekiştirecek ibret dolu sahnelerdir. Bu anlatılanlarda sana gelen sadece hakkın ve hakikatin ta kendisidir; mü’minler içinse irşad adına bir öğüt, bir ibret, ikaz ve bir hatırlatmadır.
120
وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْۜ اِنَّا عَامِلُونَۙ
Şimdi, iman etmeyenlere de ki: “Gücünüz neye yetiyorsa var gücünüzle yapmaktan geri kalmayın; biz de yapmamız gerekeni yapıyoruz.
121
وَانْتَظِرُواۚ اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
“O halde bekleyin bakalım netice nasıl tezahür edecek; nitekim biz de beklemekteyiz.”
122
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Gökler ve yer neyi barındırıyor, gelecek adına ne saklıyorsa, hepsini bilen ve hakimiyeti altında tutan ancak Allah’tır; bütün işler, neticede varır O’nda biter ve O neye hükmederse o olur. Dolayısıyla, O’na ibadet et ve O’na dayanıp güven. Bil ki Rabbin, işleyip durduklarınızdan asla habersiz ve onlara karşı kayıtsız değildir.
123

Sureler

Mealler
Yusuf Suresi
Sonraki