Sureler
Mealler
Sonraki
Nahl Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif, Lâm, Râ (2. Bakara: 1, 23, 24). Bunlar, insanlığı aydınlatmak üzere gönderilen son ilâhî Kitabın, yani okunsun, anlaşılsın ve hayata hükmetsin diye gönderilen ve daima gündemde tutulması gereken apaçık ve anlaşılır Kur'an'ın ayetleridir.
2 Bu apaçık ayetlerden yüz çevirerek hakikati inkâr edenler, zaman zaman içlerinden, "Keşke Müslüman olsaydık!" diye derin bir özlem duyarlar. Fakat yersiz gururları ve dünya hayatına karşı tutkuları yüzünden, yüreklerinde zaman zaman depreşen bu duyguyu sürekli bastırır, iç dünyalarının derinliklerinden gelen sesi duymazlıktan gelirler. İşte bu yüzdendir ki, ölüm meleği karşılarına dikildiği gün, "Ah, keşke fırsat varken biz de Müslüman olsaydık!" diyerek hayıflanacaklar, fakat son pişmanlık fayda vermeyecek.
3 O hâlde, ey Müslüman! Onları şimdilik kendi hallerine bırak, yiyip içip zevklensinler ve sonu gelmeyen hevesleri, doymak bilmeyen arzuları, gözlerini kör eden ihtirasları ve boş ümitleri onları oyalasın dursun. Ama bu gidişin sonunda, kendilerini nasıl bir felâketin beklediğini yakında öğrenecekler! Doğru yola yönelmeleri için onlara azıcık daha mühlet vereceğiz, fakat vakti gelince işlerini bitireceğiz. Unutma ki:
4 Biz, insanlık tarihi boyunca hiçbir toplumu, önceden tarafımızdan bilinen bir yazgıları ve belirlenmiş hayat süreleri olmadan helâk etmedik. İlâhî hikmet uyarınca belirlenen bu yazgıya göre, her birine helâk edilmeden önce belli bir süre tanınmıştı:
5 İlâhî yasalara göre, helâk edilme vakti gelen hiçbir toplum ecelini bir an öne alamayacağı gibi, onu bir an geciktiremez de. Hal böyleyken:
6 İnkârcılar, seninle güya alay ederek, "Ey kendisine Kur'an adında bir uyarı gönderilen adam!" diyorlar, "Hiç kuşku yok ki, sen cinlerin istilasına uğramış bir deli, bir mecnunsun!"
7 "Eğer Peygamberlik iddianda doğru isen, haydi melekleri karşımıza getirsene!"
8 Ey kâfirler! Biz melekleri, kâfirlerin anlamsız isteklerini karşılamak için değil, ancak belli bir hikmet ve amaç doğrultusunda, yani hak ile göndeririz ve o zaman, onlara mühlet de verilmez, derhal işleri bitirilir. Çünkü melekler, ancak imtihan bittiğinde gönderilir ki, bu da zalimlerin sonu demektir.

Eğer onlar alay ve iftiralarla elçimizi susturabileceklerini, baskı ve işkencelerle Allah'ın nurunu söndürebileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar:
9 Şunu iyi bilin ki, bu zikri, yani Kur'an'ı indiren Biziz ve onu her türlü tahrifattan, ilave ve eksiltmelerden koruyacak olan da elbette yine Biziz!

Buna rağmen inkârlarından vazgeçmeyecek olurlarsa üzülme, ümitsizliğe düşme:
10 Doğrusu senden önceki toplumlara da nice elçiler, nice tebliğciler göndermiştik.
11 Onlara ne zaman bir elçi gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi. Çünkü yeryüzü nimetlerine aşırı bağlılık, kibir, inatçılık ve haksız önyargılar gözlerini kör etmişti. Demek ki hakikati inkâr eden bütün zalimlerin değişmez bir ortak özellikleri var: İlâhî davet karşısında küstahça takındıkları o alaycı tavır!
12 İşte Biz onu, yani inkârcılığı, tavır ve davranışlarıyla kâfirliği hak eden suçluların kalplerine böyle sokarız. Bundan dolayıdır ki:
13 Öncekilerin başına gelenler ortadayken, yine de bu Kur'an'a inanmıyorlar. Ve insanlık tarihinden ders alıp zulüm ve haksızlıktan vazgeçecekleri yerde, gereksiz yere mucize talebinde bulunuyorlar. Oysaki:
14 Eğer üzerlerine gökten Arş'a uzanan bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalardı,
15 Yine de, "Herhâlde büyülenerek gözlerimiz perdelendi; evet evet, bize mutlaka büyü yapıldı!" diyecek ve kesinlikle iman etmeyeceklerdi. Çünkü bundan çok daha büyük mucizeleri görüyor, yine de iman etmiyorlar:
16 Şüphesiz Biz, uzayın derinliklerine büyük takımyıldızları serpiştirerek, göğe muazzam burçlar yerleştirdik ve onu, hayranlık ve ibretle seyredenler için parlak birer inci demeti gibi ışıldayan gökcisimleri ile süsleyip güzelleştirdik.
17 Ve göğü, bütün lânetli şeytanların istilâsından koruduk. Dolayısıyla, ister cin ister insan olsun, hiçbir şeytan, evrenin boyutlarını aşıp melekler katına yükselemez. Gayble ilgili bilgiler çalmak üzere burçlara yükselemez, melekler arasındaki konuşmaları dinleyemez.
18 Ancak, meleklere yakın bir yapıya sahip olan bu cinlerden, onlar arasında geçen konuşmaları gizlice dinlemeye kalkışarak kulak hırsızlığı yapan olursa, onun da peşine derhal parlak bir alev şeklinde bir yıldız, bir göktaşı takılır ve onu yakıp küle çevirir. Şu hâlde, geleceği bildiğini iddia eden kâhinler, medyumlar, falcılar kesinlikle yalan söylüyorlar. Ve gaybî bilgilerle dolu olan bu Kur'an, hiçbir cin veya şeytanın müdahalesine maruz kalmadan, asıl şekliyle insanlığa ulaştırılmıştır.

Bunlar göklerdeki mucizelerdi.
19 Yeryüzüne gelince, onu canlıların üreyip gelişmesine uygun bir şekilde yayıp döşedik, üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdik ve orada, mükemmel bir denge kurarak miktarı, şekli ve tadı belli bir ölçüye göre ayarlanmış nice bitkiler yetiştirdik.
20 Orada hem sizin, hem de rızkını sizin vermenize imkân olmayan sayısız bitki ve hayvan türleri için hayatî öneme sahip nice besin kaynakları yarattık.
21 Göklerde ve yerde, nimet ve lütuf sayılan hiçbir şey yoktur ki, ana kaynağı ve hazinesi Bizim katımızda olmasın. Fakat Biz onu öyle gelişigüzel değil, ancak belirli bir hikmet ve ölçü ile göndermekteyiz.
22 Gerek çiçek tozlarını taşıyıp bitkilerdeki erkek ve dişi unsurlar arasında döllenmeyi sağlamak, gerekse su buharlarını sürükleyerek yağmur yüklü bulutlar oluşturmak üzere, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderiyoruz. Böylece gökten sağanak sağanak su indiriyor ve bu sayede sizin su ihtiyacınızı karşılıyoruz. Yoksa siz onu böyle dağlarda, pınarlarda, bulutlarda ve yeraltında depolayamazdınız.
23 Gerçek şu ki, hayat veren de Biziz, öldüren de Biz. Ve bütün fâni varlıklar âleminin ölümünden sonra ebedi kalacak olan da sadece Biziz!
24 Hiç kuşkusuz Biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sizden sonra gelecek olanları da. Ayrıca iyilik yapmakta öne geçenleri de biliriz, hayır yarışında geride kalanları da.
25 Ve elbette Rabb'in, yaptıklarından dolayı hesaba çekmek üzere, insanların ve cinlerin hepsini mahşer gününde bir araya toplayacaktır. Öyle ya, Allah sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. O her konuda en âdil hükmü verir, sonsuz hikmetiyle her şeyi yerli yerince yapar. İşte bu hikmet gereğince:
26 Gerçekten Biz ilk insanı, vurulduğu zaman tın tın öten kuru bir çamurdan, belirli bir ölçü ve terkibe göre şekil verilmiş bir balçıktan yarattık.
27 Cinlerin atası olan İblise gelince, onu da Âdem'i yaratmadan çok daha önce, maddenin özüne işleme özelliğine sahip zehirli ve dumansız bir ateşten yaratmıştık.
28 Ve hani Rabb'in meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekil verilmiş balçıktan bir insan yaratacağım."
29 "Ona muntazam bir insan kıvamında şekil verip ruhumdan can üflediğim zaman, derhal onun önünde saygıyla boyun eğin!"
30 Böylece meleklerin hepsi, Allah'ın emrine uyup Âdem'in huzurunda saygıyla eğildiler.
31 Fakat aslen bir cin olan İblis hariç, o kibrinden dolayı Âdem'in önünde boyun eğmeye yanaşmadı.
32 Allah, "Ey İblis!" dedi, "Sana ne oluyor da, Âdem'in üstünlüğünü kabul edip onun önünde eğilmekten gocunuyorsun?"
33 İblis, "Kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insanın önünde boyun eğmek bana yakışmaz!" diye karşılık verdi.
34 Bunun üzerine Allah, "O hâlde, içerisinde yaşadığın bu cennet makamından çık! Çünkü melekler arasında yaşamaya hakkın yok senin! Artık sen, emrime başkaldırdığın için ilâhî rahmetten yoksun kalarak lânetlenmeye mahkûmsun!"
35 "Ve bu lânet, ta mahşer gününe kadar senin ve taraftarlarının peşini bırakmayacaktır."
36 İblis, "Ey Rabb'im! Öyleyse, hesaba çekilmek üzere tüm insan ve cinlerin yeniden diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver de, önünde eğilmemi emrettiğin bu insanın ne kadar değersiz bir varlık olduğunu göstereyim!" dedi.
37 Allah, "Pekâlâ, sana mühlet verilmiştir!" buyurdu.
38 "Ama Diriliş gününe kadar değil, vakti ancak benim tarafımdan bilinen Kıyamet Gününe kadar."

Allah dileseydi İblis'i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı amansız mücadele sayesinde içindeki güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti.
39 İblis hatasını anlayıp tövbe edeceği yerde, kendi günahını Allah'a isnat ederek daha büyük günahlara yöneldi: "Ey Rabb'im!" dedi, "Mademki beni saptırdın, ben de insanları saptırmak için yeryüzünde ne kadar çirkinlik ve kötülük varsa, hepsini allayıp pullayıp onların gözünde süslü göstereceğim ve böylelikle, hepsini kandırıp yoldan çıkaracağım!"
40 "Ancak içlerinden Sana yürekten bağlanan samimî kulların hariç! Çünkü onları saptırmama imkân yok!"
41 Bunun üzerine Allah, şöyle buyurdu: "Bu bahsettiğin samimî kullarımın izlediği yol var ya, işte her türlü şeytanî ayartmalara karşılık bizzat Benim koruma ve güvencem altında bulunan dosdoğru yol, budur."
42 "Gerçek şu ki, kendi özgür iradeleriyle senin peşine takılan azgınların dışında, Benim kullarım üzerinde senin hiçbir zorlayıcı gücün olmayacaktır."
43 "Ve buna rağmen senin peşinden gidecek olurlarsa, hepsinin varacağı yer kesinlikle cehennem olacaktır!" Öyle bir cehennem ki:
44 Onun tam yedi katı ve her katın ayrı birer kapısı olup, her kapı için, günahlarının derecesine göre o azgınlardan birer grup ayrılmıştır. Öte yandan:
45 Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınanlar ise, sonsuz nimetlerle bezenmiş cennet bahçelerinde, pınar başlarında olacaklar. Ve melekler, onları şu sözlerle karşılayacaklar:
46 "Cennete hoş geldiniz; huzur ve güven içerisinde girin oraya!"
47 Ve Biz, cennete giren bu bahtiyarların, dünyadayken aralarında çıkan tartışmalardan dolayı yüreklerinde kalmış olabilecek kin ve nefret duygularını söküp atarak onları bütün olumsuz duygu ve düşüncelerden arındıracağız. Öyle ki, birbirleriyle kardeş olarak köşkler üzerinde sevinç ve neşe içerisinde karşı karşıya oturacaklar.
48 Orada her arzuları anında gerçekleşecek ve hiçbir şekilde hastalık, yaşlılık, sıkıntı, zahmet, bıkkınlık ve yorgunluk dokunmayacak onlara ve onlar oradan asla çıkarılmayacaklar.
49 O hâlde, ey Peygamber! Kullarıma, —tövbe edip kötülükten vazgeçtikleri takdirde— Benim bütün günahları bağışlayan, son derece şefkatli ve merhametli bir Allah olduğumu anlat.
50 Ve aynı zamanda, Benim azabımın can yakıcı bir azap olduğunu da…

İşte, rahmetimin ve gazabımın tecelli ettiği iki örnek, İbrahim Peygamber ve Lut kavmi:
51 Onlara, İbrahim'in gerçekte birer melek olan misafirlerinden söz et:
52 Hani insan suretindeki bu melekler onun yanına geldiklerinde, "Selâm sana ey İbrahim!" demişlerdi. İbrahim, ikram ettiği yemeği geri çevirdiklerini görünce, "Doğrusu şu tavrınızla bizi korkutuyorsunuz!" diye karşılık vermişti.
53 Bunun üzerine melekler, "Korkma, biz Allah'ın görevlendirdiği melekleriz ve seni eşin Sâre'den olacak İshak adında bilgili bir oğul ile müjdelemeye geldik!" dediler.
54 İbrahim, "Üzerime ihtiyarlık çökmüşken mi beni müjdeliyorsunuz? Ben kocamış bir ihtiyar, eşim de kısır olduğu hâlde nasıl çocuğumuz olabilir ki? Siz beni neyle müjdeliyorsunuz, farkında mısınız?" dedi.
55 Melekler, "Biz sana, gerçekleşmesinde asla kuşku olmayan bir müjde verdik, sakın Allah'ın lütuf ve rahmetinden ümitsizliğe düşenlerden olma!" dediler.
56 İbrahim, "Haklısınız!" dedi, "Yoldan çıkmış olanlardan başka kim kendisine bunca nimetleri bahşeden Rabb'inin sonsuz rahmetinden ümit keser?"
57 Ve ekledi: "Peki, öyleyse asıl geliş amacınız nedir, ey elçiler!"
58 "Aslında biz," dediler, "Lut Peygamberi yalanlayan suçlu bir topluma ilâhî gazabı tattırmak için gönderildik. "
59 "Ancak Lut ve ailesi hariç, onların hepsini kurtaracağız."
60 "Sadece Lut'un ailesinden olduğu hâlde inkârı tercih eden karısı bunun dışındadır, onun geride kalan ve helâk edilen inkârcılardan olmasına karar verdik." Bu konuşmanın ardından, melekler şehri helâk etmek üzere Sodom'a geldiler:
61 Nihayet elçiler, yakışıklı birer delikanlı suretinde Lut'un evine geldiler.
62 Lut onlara, "Doğrusu siz, buralarda tanınmayan kimselersiniz. Yabancı olduğunuz anlaşılıyor, şehir halkına karşı aman dikkatli olun!" dedi. Bu arada şehre yabancıların geldiğini duyan kâfirler, Lut'un evini basmaya kalktılar. Lut, çaresizlik içinde kıvrandığı bir sırada:
63 Melekler gerçek kimliklerini açıklayarak, "Hayır!" dediler, "Sakın ümitsizliğe düşme! Çünkü biz sana, onların şüphe edip durdukları şeyleri getirdik. Yani, onların ölüm fermanını infaz etmeye geldik."
64 "Çünkü kör bir tesadüf bizi getirmedi buralara. Aksine, belli bir hikmet doğrultusunda, Allah'ın hükmünü gerçekleştirmek için hak ile geldik sana. Elbette biz doğru söylüyoruz."
65 "Şu hâlde, gecenin uygun bir vaktinde şehri terk etmek üzere ailenle birlikte yola çık ve yürüyüş esnasında onları geriden takip et. İçinizden hiç kimse kâfirlerle birlikte olma özlemiyle geriye dönüp bakmasın! Ancak karın hariç, çünkü o kâfirlerle birlikte helâk edilecek. O hâlde, size emredilen yöne doğru hiç durmadan yürüyün!"
66 Böylece, elçilerimiz aracılığıyla Lut'a şu hükmü bildirdik: "Gün doğarken, bu azgınların kökü tamamen kazınmış olacak."

Şimdi olayın başına, meleklerin gerçek kimliklerini henüz açıklamadıkları ana geri dönelim:
67 Şehre gelen genç ve yakışıklı yolcuların Lut'un evinde misafir olduğunu haber alan şehir halkı —ki pek çoğu eşcinsel insanlardı— iğrenç zevklerini tatmin edeceklerini düşünerek sevinç içerisinde gelip Lut'un karşısına dikildiler.
68 Lut onlara, "Bunlar benim misafirimdir, ne olur beni utandırmayın!"
69 "Allah'tan korkun da, beni perişan etmeyin!" dedi.
70 Fakat onlar gözleri dönmüş bir hâlde, "Biz seni başkalarının işine karışmaktan men etmemiş miydik?" dediler.
71 Lut, "İşte kızlarım, cinsel duygularınızı tatmin etmek için bir şey yapacaksanız, erkek erkeğe sapık ilişkilere girmek yerine, kızlarımla veya şehirdeki diğer kadınlarla evlenip meşru ve doğal yollarla yapın bunu!" dedi. Fakat uyarılar fayda vermiyordu:
72 Ey Muhammed! Senin hayatına yemin olsun ki, gözlerini şehvet ve ihtirasın kör ettiği bu insanlar, ne yaptıklarını bilmez bir hâlde sarhoşlukları içerisinde bocalayıp duruyorlardı. Dolayısıyla, kendilerini Allah korkusuna çağıran, inansınlar ve kurtulsunlar diye durmadan çalışıp çabalayan Lut'un çabaları hiçbir yarar sağlamayacaktı. Bu yüzden, Lut'u ve ailesini o gece o şehirden çıkarıp kurtardık. İnkârcılara gelince:
73 Güneş doğarken, müthiş bir gürültü kıskıvrak yakalayıverdi onları.
74 Böylece, şiddetli bir azap ile onların yaşadığı şehrin altını üstüne getirdik ve üzerlerine, ateşte pişip sertleşmiş kızgın taşlar yağdırdık!
75 Şüphesiz bunda, ibret alabilenler için nice ibretler vardır. Olup bitenleri doğru yorumlayabilen, işaretlerden anlam çıkararak olayların altında yatan gerçekleri okuyabilen, Allah'ın verdiği akıl ve sağduyuyu bu yolda kullanabilen kimseler için Lut kavminin başına gelen bu felâkette birçok ibretler ve dersler vardır.
76 Üstelik geçmişte helâk edilmiş olan bu şehirlerin ibret verici kalıntıları, bugün hâlâ işlemekte olan bir yol üzerindedirler. Lut kavminin kalıntıları Hicaz ile Suriye arasında işlek bir yol üzerindedir. Oradan geçenler, Sodom ve Gomore'den kalma harabelerin işaretlerini rahatlıkla görebilirler. Onlara bakıp da ibret almıyorlar mı?
77 Evet, gerçekten de bütün bunlarda, Allah'ın bir tek Rab ve İlâh olduğuna iman etmek isteyenler için nice dersler ve ibretler vardır.
78 Medyen ve Eyke halkı da zulüm ve haksızlıkta çok ileri gitmiş ve kendilerine gönderilen Şuayb Peygamberi inkâr etmişlerdi.
79 Biz de onları, karanlık bir günün "gölge azabı" ile yok ederek gereken cezaya çarptırdık. Medyen ve Eyke; her ikisinin harabeleri de, Hicaz ile Filistin arasında, bugün hâlâ gözler önünde duran bir yol üzerindedir ve zalimleri nasıl bir akıbetin beklediğini anlatan birer ibret belgesi olarak orada durmaktadır.
80 Hicaz'ın kuzeyindeki Hicr denilen bölgede yaşamış olan Semud halkı da, kendilerine gönderilen Salih Peygambere başkaldırmış ve Allah'ın kitap ve elçi göndererek insanlığa yol göstereceği gerçeğini inkâr etmek suretiyle bütün Peygamberleri yalanlamışlardı.
81 Oysa Biz onlara, hakikati açıkça gözler önüne seren mucizelerimizi göstermiştik, fakat onlara inatla sırt çevirdiler.
82 Sarp kayalıkları oyarak, güya kendilerine güvenli evler yapıyorlardı.
83 Ama bir sabah vakti, kulakları sağır eden korkunç bir gürültü yakalayıverdi onları.
84 Ve âhireti kaybetme uğruna kazandıkları ne varsa, hiçbiri onları Allah'ın azabından kurtaramadı. Çünkü zaman zaman geçici bir üstünlük elde etmiş görünseler de, zalimler eninde sonunda yok olmaya mahkûmdurlar. Öyle ya:
85 Biz gökleri, yeri ve bunların arasındakileri ancak hak, hukuk ve adalet esaslarına göre, belli bir hikmet ve amaç doğrultusunda ve şaşmaz kanunlara bağlı mükemmel bir sistem hâlinde, yani hak ile yarattık. İşte bunun içindir ki, mutlak adaletin gerçekleşeceği Son Saat muhakkak gelecek ve her hak sahibine, hak ettiği karşılık tam olarak verilecektir. O hâlde, ey Müslüman! Allah'ın ayetleriyle henüz tanışmamış olan bu insanlara Kur'an'ı duyurmaya devam et! Onların kaba ve sert davranışlarına karşı, mümine yakışan bir edep ve olgunlukla cevap ver ve onlara güzellikle davran. Üzerine düşeni yaptıktan sonra, Rabb'inin hükmüne güven:
86 Çünkü senin Rabb'in, her şeyi yaratan ve her şeyi bilendir. Bunun içindir ki:
87 Gerçekten Biz sana, hayatın her cephesini kuşatan; yani insanın bulunduğu her yerde sürekli okunarak ve gündemde tutularak tekrarlanan yedi ayetli Fatiha suresini —ki Kur'an'ın anahtarı, özü ve esasıdır— ve Fatiha'nın açılımı olan şu yüce Kur'an'ı bahşettik. İşte bu, bir kula dünyada verilebilecek en büyük nimettir. O hâlde, bu nimetin kıymetini iyi bil, Kur'an'ı terk ederek mal ve servet yığma yarışına giren gafillere imrenme:
88 Sakın onlardan bazılarına geçici olarak verdiğimiz dünya malına gözünü dikip Allah'ın kitabını terk etme ve size karşı üstünlük taslıyorlar diye onlardan dolayı da üzülme. Onların hor ve hakir gördüğü müminlere, tam bir alçakgönüllülük ve şefkatle kol kanat germeye devam et!
89 Ve bu yüce Kur'an'ı tüm insanlığa tebliğ ederek de ki: "Hiç kuşkusuz ben, zulüm ve haksızlıklara son vermediğiniz takdirde, başınıza gelmesi kaçınılmaz olan felâketlere karşı sizi açıkça uyaran bir haberciyim!"
90 Ey insanlar! İşte size mesajımızı gönderdik, tıpkı daha önce kendilerine gönderilen Tevrat, Zebur ve İncil'i tahrif ederek düşman gruplara ayrılan o bölücülere indirdiğimiz gibi.
91 Onlar ki, şimdi de Kur'an'ı —bir kısmını kabul, bir kısmını reddederek— paramparça ediyorlar.
92 Rabb'ine yemin olsun ki, onların hepsini mutlaka hesaba çekeceğiz!
93 Hem de yaptıkları bütün tavır ve davranışlarından!
94 O hâlde, ey Müslüman! Sen, birilerini ürkütmeme adına veya kitlelerin anlayışına ters düşüyor gerekçesiyle bir kısım inanç ve ilkeleri örtbas etmeden, fakat nezaket ve hikmeti de elden bırakmadan ve bıkıp usanmadan, sana açıklaman emredilen hakikatleri korkusuzca haykır! Ve birtakım düzmece ilâhları Allah'a ortak koşan o müşriklerden ve onların hayat tarzından uzak dur! Sen onları Bize bırak:
95 Allah'ın dinini ve Müslümanları aşağılayan bu alaycılara karşı, Biz sana yeteriz!
96 Allah'a inanmakla birlikte, birtakım sahte ilâhları itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek veya gücü, makamı, şöhreti, serveti elde edilmesi gereken en yüce ideal kabul ederek Allah ile beraber başka tanrılar edinen bu insanlar, kimin aşağılık bir duruma düşeceğini yakında görecekler!
97 Ey Peygamber! Onların söyledikleri çirkin ve incitici sözler yüzünden yüreğinin daraldığını elbette biliyoruz.
98 Buna karşılık sen, Rabb'ini övgüyle yücelterek söz ve davranışlarınla O'nun mükemmelliğini ilan et ve iman cephesinde yerini alarak, O'nun huzurunda secdeye kapanan Müslümanlardan bir nefer, İslâm toplumunun aktif bir üyesi ol!
99 Ve ölüm denilen kesin gerçek kapını çalıncaya dek, Rabb'ine kulluk ve ibadete devam et!
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ 1
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ 2
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 3
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ 4
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ 5
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ 6
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 7
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ 8
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 9
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ 10
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 11
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ 12
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ 13
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ 14
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ 15
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ 16
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ 17
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ 18
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ 19
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ 20
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ 21
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ 22
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ 23
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ 24
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ 25
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ 26
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ 27
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 28
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 29
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 30
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 31
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 32
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 33
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ 34
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 35
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 36
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ 37
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 38
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 39
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 40
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ 41
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 42
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 43
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ 44
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ 45
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ 46
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 47
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ 48
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ 49
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ 50
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ 51
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ 52
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ 53
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ 54
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ 55
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ 56
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ 57
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ 58
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 59
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ 60
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ 61
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ 62
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ 63
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 64
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ 65
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ 66
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ 67
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ 68
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ 69
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ 70
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ 71
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ 72
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ 73
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ 74
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ 75
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ 76
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ 77
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ 78
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ 79
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ 80
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ 81
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ 82
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ 83
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ 84
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ 85
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ 86
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ 87
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 88
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ 89
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ 90
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ 91
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 92
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ 93
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ 94
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ 95
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 96
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ 97
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ 98
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ 99
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ
Elif, Lâm, Râ (2. Bakara: 1, 23, 24). Bunlar, insanlığı aydınlatmak üzere gönderilen son ilâhî Kitabın, yani okunsun, anlaşılsın ve hayata hükmetsin diye gönderilen ve daima gündemde tutulması gereken apaçık ve anlaşılır Kur'an'ın ayetleridir.
1
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ
Bu apaçık ayetlerden yüz çevirerek hakikati inkâr edenler, zaman zaman içlerinden, "Keşke Müslüman olsaydık!" diye derin bir özlem duyarlar. Fakat yersiz gururları ve dünya hayatına karşı tutkuları yüzünden, yüreklerinde zaman zaman depreşen bu duyguyu sürekli bastırır, iç dünyalarının derinliklerinden gelen sesi duymazlıktan gelirler. İşte bu yüzdendir ki, ölüm meleği karşılarına dikildiği gün, "Ah, keşke fırsat varken biz de Müslüman olsaydık!" diyerek hayıflanacaklar, fakat son pişmanlık fayda vermeyecek.
2
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
O hâlde, ey Müslüman! Onları şimdilik kendi hallerine bırak, yiyip içip zevklensinler ve sonu gelmeyen hevesleri, doymak bilmeyen arzuları, gözlerini kör eden ihtirasları ve boş ümitleri onları oyalasın dursun. Ama bu gidişin sonunda, kendilerini nasıl bir felâketin beklediğini yakında öğrenecekler! Doğru yola yönelmeleri için onlara azıcık daha mühlet vereceğiz, fakat vakti gelince işlerini bitireceğiz. Unutma ki:
3
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ
Biz, insanlık tarihi boyunca hiçbir toplumu, önceden tarafımızdan bilinen bir yazgıları ve belirlenmiş hayat süreleri olmadan helâk etmedik. İlâhî hikmet uyarınca belirlenen bu yazgıya göre, her birine helâk edilmeden önce belli bir süre tanınmıştı:
4
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
İlâhî yasalara göre, helâk edilme vakti gelen hiçbir toplum ecelini bir an öne alamayacağı gibi, onu bir an geciktiremez de. Hal böyleyken:
5
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ
İnkârcılar, seninle güya alay ederek, "Ey kendisine Kur'an adında bir uyarı gönderilen adam!" diyorlar, "Hiç kuşku yok ki, sen cinlerin istilasına uğramış bir deli, bir mecnunsun!"
6
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
"Eğer Peygamberlik iddianda doğru isen, haydi melekleri karşımıza getirsene!"
7
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ
Ey kâfirler! Biz melekleri, kâfirlerin anlamsız isteklerini karşılamak için değil, ancak belli bir hikmet ve amaç doğrultusunda, yani hak ile göndeririz ve o zaman, onlara mühlet de verilmez, derhal işleri bitirilir. Çünkü melekler, ancak imtihan bittiğinde gönderilir ki, bu da zalimlerin sonu demektir.

Eğer onlar alay ve iftiralarla elçimizi susturabileceklerini, baskı ve işkencelerle Allah'ın nurunu söndürebileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar:
8
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Şunu iyi bilin ki, bu zikri, yani Kur'an'ı indiren Biziz ve onu her türlü tahrifattan, ilave ve eksiltmelerden koruyacak olan da elbette yine Biziz!

Buna rağmen inkârlarından vazgeçmeyecek olurlarsa üzülme, ümitsizliğe düşme:
9
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ
Doğrusu senden önceki toplumlara da nice elçiler, nice tebliğciler göndermiştik.
10
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Onlara ne zaman bir elçi gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi. Çünkü yeryüzü nimetlerine aşırı bağlılık, kibir, inatçılık ve haksız önyargılar gözlerini kör etmişti. Demek ki hakikati inkâr eden bütün zalimlerin değişmez bir ortak özellikleri var: İlâhî davet karşısında küstahça takındıkları o alaycı tavır!
11
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
İşte Biz onu, yani inkârcılığı, tavır ve davranışlarıyla kâfirliği hak eden suçluların kalplerine böyle sokarız. Bundan dolayıdır ki:
12
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ
Öncekilerin başına gelenler ortadayken, yine de bu Kur'an'a inanmıyorlar. Ve insanlık tarihinden ders alıp zulüm ve haksızlıktan vazgeçecekleri yerde, gereksiz yere mucize talebinde bulunuyorlar. Oysaki:
13
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ
Eğer üzerlerine gökten Arş'a uzanan bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalardı,
14
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟
Yine de, "Herhâlde büyülenerek gözlerimiz perdelendi; evet evet, bize mutlaka büyü yapıldı!" diyecek ve kesinlikle iman etmeyeceklerdi. Çünkü bundan çok daha büyük mucizeleri görüyor, yine de iman etmiyorlar:
15
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ
Şüphesiz Biz, uzayın derinliklerine büyük takımyıldızları serpiştirerek, göğe muazzam burçlar yerleştirdik ve onu, hayranlık ve ibretle seyredenler için parlak birer inci demeti gibi ışıldayan gökcisimleri ile süsleyip güzelleştirdik.
16
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ
Ve göğü, bütün lânetli şeytanların istilâsından koruduk. Dolayısıyla, ister cin ister insan olsun, hiçbir şeytan, evrenin boyutlarını aşıp melekler katına yükselemez. Gayble ilgili bilgiler çalmak üzere burçlara yükselemez, melekler arasındaki konuşmaları dinleyemez.
17
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ
Ancak, meleklere yakın bir yapıya sahip olan bu cinlerden, onlar arasında geçen konuşmaları gizlice dinlemeye kalkışarak kulak hırsızlığı yapan olursa, onun da peşine derhal parlak bir alev şeklinde bir yıldız, bir göktaşı takılır ve onu yakıp küle çevirir. Şu hâlde, geleceği bildiğini iddia eden kâhinler, medyumlar, falcılar kesinlikle yalan söylüyorlar. Ve gaybî bilgilerle dolu olan bu Kur'an, hiçbir cin veya şeytanın müdahalesine maruz kalmadan, asıl şekliyle insanlığa ulaştırılmıştır.

Bunlar göklerdeki mucizelerdi.
18
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
Yeryüzüne gelince, onu canlıların üreyip gelişmesine uygun bir şekilde yayıp döşedik, üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdik ve orada, mükemmel bir denge kurarak miktarı, şekli ve tadı belli bir ölçüye göre ayarlanmış nice bitkiler yetiştirdik.
19
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ
Orada hem sizin, hem de rızkını sizin vermenize imkân olmayan sayısız bitki ve hayvan türleri için hayatî öneme sahip nice besin kaynakları yarattık.
20
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
Göklerde ve yerde, nimet ve lütuf sayılan hiçbir şey yoktur ki, ana kaynağı ve hazinesi Bizim katımızda olmasın. Fakat Biz onu öyle gelişigüzel değil, ancak belirli bir hikmet ve ölçü ile göndermekteyiz.
21
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ
Gerek çiçek tozlarını taşıyıp bitkilerdeki erkek ve dişi unsurlar arasında döllenmeyi sağlamak, gerekse su buharlarını sürükleyerek yağmur yüklü bulutlar oluşturmak üzere, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderiyoruz. Böylece gökten sağanak sağanak su indiriyor ve bu sayede sizin su ihtiyacınızı karşılıyoruz. Yoksa siz onu böyle dağlarda, pınarlarda, bulutlarda ve yeraltında depolayamazdınız.
22
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Gerçek şu ki, hayat veren de Biziz, öldüren de Biz. Ve bütün fâni varlıklar âleminin ölümünden sonra ebedi kalacak olan da sadece Biziz!
23
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ
Hiç kuşkusuz Biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sizden sonra gelecek olanları da. Ayrıca iyilik yapmakta öne geçenleri de biliriz, hayır yarışında geride kalanları da.
24
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟
Ve elbette Rabb'in, yaptıklarından dolayı hesaba çekmek üzere, insanların ve cinlerin hepsini mahşer gününde bir araya toplayacaktır. Öyle ya, Allah sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. O her konuda en âdil hükmü verir, sonsuz hikmetiyle her şeyi yerli yerince yapar. İşte bu hikmet gereğince:
25
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ
Gerçekten Biz ilk insanı, vurulduğu zaman tın tın öten kuru bir çamurdan, belirli bir ölçü ve terkibe göre şekil verilmiş bir balçıktan yarattık.
26
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ
Cinlerin atası olan İblise gelince, onu da Âdem'i yaratmadan çok daha önce, maddenin özüne işleme özelliğine sahip zehirli ve dumansız bir ateşten yaratmıştık.
27
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
Ve hani Rabb'in meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekil verilmiş balçıktan bir insan yaratacağım."
28
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
"Ona muntazam bir insan kıvamında şekil verip ruhumdan can üflediğim zaman, derhal onun önünde saygıyla boyun eğin!"
29
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Böylece meleklerin hepsi, Allah'ın emrine uyup Âdem'in huzurunda saygıyla eğildiler.
30
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
Fakat aslen bir cin olan İblis hariç, o kibrinden dolayı Âdem'in önünde boyun eğmeye yanaşmadı.
31
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
Allah, "Ey İblis!" dedi, "Sana ne oluyor da, Âdem'in üstünlüğünü kabul edip onun önünde eğilmekten gocunuyorsun?"
32
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
İblis, "Kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insanın önünde boyun eğmek bana yakışmaz!" diye karşılık verdi.
33
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ
Bunun üzerine Allah, "O hâlde, içerisinde yaşadığın bu cennet makamından çık! Çünkü melekler arasında yaşamaya hakkın yok senin! Artık sen, emrime başkaldırdığın için ilâhî rahmetten yoksun kalarak lânetlenmeye mahkûmsun!"
34
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
"Ve bu lânet, ta mahşer gününe kadar senin ve taraftarlarının peşini bırakmayacaktır."
35
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
İblis, "Ey Rabb'im! Öyleyse, hesaba çekilmek üzere tüm insan ve cinlerin yeniden diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver de, önünde eğilmemi emrettiğin bu insanın ne kadar değersiz bir varlık olduğunu göstereyim!" dedi.
36
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
Allah, "Pekâlâ, sana mühlet verilmiştir!" buyurdu.
37
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
"Ama Diriliş gününe kadar değil, vakti ancak benim tarafımdan bilinen Kıyamet Gününe kadar."

Allah dileseydi İblis'i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı amansız mücadele sayesinde içindeki güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti.
38
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
İblis hatasını anlayıp tövbe edeceği yerde, kendi günahını Allah'a isnat ederek daha büyük günahlara yöneldi: "Ey Rabb'im!" dedi, "Mademki beni saptırdın, ben de insanları saptırmak için yeryüzünde ne kadar çirkinlik ve kötülük varsa, hepsini allayıp pullayıp onların gözünde süslü göstereceğim ve böylelikle, hepsini kandırıp yoldan çıkaracağım!"
39
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
"Ancak içlerinden Sana yürekten bağlanan samimî kulların hariç! Çünkü onları saptırmama imkân yok!"
40
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ
Bunun üzerine Allah, şöyle buyurdu: "Bu bahsettiğin samimî kullarımın izlediği yol var ya, işte her türlü şeytanî ayartmalara karşılık bizzat Benim koruma ve güvencem altında bulunan dosdoğru yol, budur."
41
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
"Gerçek şu ki, kendi özgür iradeleriyle senin peşine takılan azgınların dışında, Benim kullarım üzerinde senin hiçbir zorlayıcı gücün olmayacaktır."
42
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
"Ve buna rağmen senin peşinden gidecek olurlarsa, hepsinin varacağı yer kesinlikle cehennem olacaktır!" Öyle bir cehennem ki:
43
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟
Onun tam yedi katı ve her katın ayrı birer kapısı olup, her kapı için, günahlarının derecesine göre o azgınlardan birer grup ayrılmıştır. Öte yandan:
44
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ
Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınanlar ise, sonsuz nimetlerle bezenmiş cennet bahçelerinde, pınar başlarında olacaklar. Ve melekler, onları şu sözlerle karşılayacaklar:
45
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ
"Cennete hoş geldiniz; huzur ve güven içerisinde girin oraya!"
46
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
Ve Biz, cennete giren bu bahtiyarların, dünyadayken aralarında çıkan tartışmalardan dolayı yüreklerinde kalmış olabilecek kin ve nefret duygularını söküp atarak onları bütün olumsuz duygu ve düşüncelerden arındıracağız. Öyle ki, birbirleriyle kardeş olarak köşkler üzerinde sevinç ve neşe içerisinde karşı karşıya oturacaklar.
47
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ
Orada her arzuları anında gerçekleşecek ve hiçbir şekilde hastalık, yaşlılık, sıkıntı, zahmet, bıkkınlık ve yorgunluk dokunmayacak onlara ve onlar oradan asla çıkarılmayacaklar.
48
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ
O hâlde, ey Peygamber! Kullarıma, —tövbe edip kötülükten vazgeçtikleri takdirde— Benim bütün günahları bağışlayan, son derece şefkatli ve merhametli bir Allah olduğumu anlat.
49
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ
Ve aynı zamanda, Benim azabımın can yakıcı bir azap olduğunu da…

İşte, rahmetimin ve gazabımın tecelli ettiği iki örnek, İbrahim Peygamber ve Lut kavmi:
50
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ
Onlara, İbrahim'in gerçekte birer melek olan misafirlerinden söz et:
51
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ
Hani insan suretindeki bu melekler onun yanına geldiklerinde, "Selâm sana ey İbrahim!" demişlerdi. İbrahim, ikram ettiği yemeği geri çevirdiklerini görünce, "Doğrusu şu tavrınızla bizi korkutuyorsunuz!" diye karşılık vermişti.
52
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ
Bunun üzerine melekler, "Korkma, biz Allah'ın görevlendirdiği melekleriz ve seni eşin Sâre'den olacak İshak adında bilgili bir oğul ile müjdelemeye geldik!" dediler.
53
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
İbrahim, "Üzerime ihtiyarlık çökmüşken mi beni müjdeliyorsunuz? Ben kocamış bir ihtiyar, eşim de kısır olduğu hâlde nasıl çocuğumuz olabilir ki? Siz beni neyle müjdeliyorsunuz, farkında mısınız?" dedi.
54
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ
Melekler, "Biz sana, gerçekleşmesinde asla kuşku olmayan bir müjde verdik, sakın Allah'ın lütuf ve rahmetinden ümitsizliğe düşenlerden olma!" dediler.
55
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ
İbrahim, "Haklısınız!" dedi, "Yoldan çıkmış olanlardan başka kim kendisine bunca nimetleri bahşeden Rabb'inin sonsuz rahmetinden ümit keser?"
56
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Ve ekledi: "Peki, öyleyse asıl geliş amacınız nedir, ey elçiler!"
57
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ
"Aslında biz," dediler, "Lut Peygamberi yalanlayan suçlu bir topluma ilâhî gazabı tattırmak için gönderildik. "
58
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
"Ancak Lut ve ailesi hariç, onların hepsini kurtaracağız."
59
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟
"Sadece Lut'un ailesinden olduğu hâlde inkârı tercih eden karısı bunun dışındadır, onun geride kalan ve helâk edilen inkârcılardan olmasına karar verdik." Bu konuşmanın ardından, melekler şehri helâk etmek üzere Sodom'a geldiler:
60
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ
Nihayet elçiler, yakışıklı birer delikanlı suretinde Lut'un evine geldiler.
61
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
Lut onlara, "Doğrusu siz, buralarda tanınmayan kimselersiniz. Yabancı olduğunuz anlaşılıyor, şehir halkına karşı aman dikkatli olun!" dedi. Bu arada şehre yabancıların geldiğini duyan kâfirler, Lut'un evini basmaya kalktılar. Lut, çaresizlik içinde kıvrandığı bir sırada:
62
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
Melekler gerçek kimliklerini açıklayarak, "Hayır!" dediler, "Sakın ümitsizliğe düşme! Çünkü biz sana, onların şüphe edip durdukları şeyleri getirdik. Yani, onların ölüm fermanını infaz etmeye geldik."
63
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
"Çünkü kör bir tesadüf bizi getirmedi buralara. Aksine, belli bir hikmet doğrultusunda, Allah'ın hükmünü gerçekleştirmek için hak ile geldik sana. Elbette biz doğru söylüyoruz."
64
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
"Şu hâlde, gecenin uygun bir vaktinde şehri terk etmek üzere ailenle birlikte yola çık ve yürüyüş esnasında onları geriden takip et. İçinizden hiç kimse kâfirlerle birlikte olma özlemiyle geriye dönüp bakmasın! Ancak karın hariç, çünkü o kâfirlerle birlikte helâk edilecek. O hâlde, size emredilen yöne doğru hiç durmadan yürüyün!"
65
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
Böylece, elçilerimiz aracılığıyla Lut'a şu hükmü bildirdik: "Gün doğarken, bu azgınların kökü tamamen kazınmış olacak."

Şimdi olayın başına, meleklerin gerçek kimliklerini henüz açıklamadıkları ana geri dönelim:
66
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
Şehre gelen genç ve yakışıklı yolcuların Lut'un evinde misafir olduğunu haber alan şehir halkı —ki pek çoğu eşcinsel insanlardı— iğrenç zevklerini tatmin edeceklerini düşünerek sevinç içerisinde gelip Lut'un karşısına dikildiler.
67
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ
Lut onlara, "Bunlar benim misafirimdir, ne olur beni utandırmayın!"
68
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ
"Allah'tan korkun da, beni perişan etmeyin!" dedi.
69
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
Fakat onlar gözleri dönmüş bir hâlde, "Biz seni başkalarının işine karışmaktan men etmemiş miydik?" dediler.
70
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ
Lut, "İşte kızlarım, cinsel duygularınızı tatmin etmek için bir şey yapacaksanız, erkek erkeğe sapık ilişkilere girmek yerine, kızlarımla veya şehirdeki diğer kadınlarla evlenip meşru ve doğal yollarla yapın bunu!" dedi. Fakat uyarılar fayda vermiyordu:
71
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ey Muhammed! Senin hayatına yemin olsun ki, gözlerini şehvet ve ihtirasın kör ettiği bu insanlar, ne yaptıklarını bilmez bir hâlde sarhoşlukları içerisinde bocalayıp duruyorlardı. Dolayısıyla, kendilerini Allah korkusuna çağıran, inansınlar ve kurtulsunlar diye durmadan çalışıp çabalayan Lut'un çabaları hiçbir yarar sağlamayacaktı. Bu yüzden, Lut'u ve ailesini o gece o şehirden çıkarıp kurtardık. İnkârcılara gelince:
72
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ
Güneş doğarken, müthiş bir gürültü kıskıvrak yakalayıverdi onları.
73
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ
Böylece, şiddetli bir azap ile onların yaşadığı şehrin altını üstüne getirdik ve üzerlerine, ateşte pişip sertleşmiş kızgın taşlar yağdırdık!
74
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ
Şüphesiz bunda, ibret alabilenler için nice ibretler vardır. Olup bitenleri doğru yorumlayabilen, işaretlerden anlam çıkararak olayların altında yatan gerçekleri okuyabilen, Allah'ın verdiği akıl ve sağduyuyu bu yolda kullanabilen kimseler için Lut kavminin başına gelen bu felâkette birçok ibretler ve dersler vardır.
75
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ
Üstelik geçmişte helâk edilmiş olan bu şehirlerin ibret verici kalıntıları, bugün hâlâ işlemekte olan bir yol üzerindedirler. Lut kavminin kalıntıları Hicaz ile Suriye arasında işlek bir yol üzerindedir. Oradan geçenler, Sodom ve Gomore'den kalma harabelerin işaretlerini rahatlıkla görebilirler. Onlara bakıp da ibret almıyorlar mı?
76
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ
Evet, gerçekten de bütün bunlarda, Allah'ın bir tek Rab ve İlâh olduğuna iman etmek isteyenler için nice dersler ve ibretler vardır.
77
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ
Medyen ve Eyke halkı da zulüm ve haksızlıkta çok ileri gitmiş ve kendilerine gönderilen Şuayb Peygamberi inkâr etmişlerdi.
78
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟
Biz de onları, karanlık bir günün "gölge azabı" ile yok ederek gereken cezaya çarptırdık. Medyen ve Eyke; her ikisinin harabeleri de, Hicaz ile Filistin arasında, bugün hâlâ gözler önünde duran bir yol üzerindedir ve zalimleri nasıl bir akıbetin beklediğini anlatan birer ibret belgesi olarak orada durmaktadır.
79
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Hicaz'ın kuzeyindeki Hicr denilen bölgede yaşamış olan Semud halkı da, kendilerine gönderilen Salih Peygambere başkaldırmış ve Allah'ın kitap ve elçi göndererek insanlığa yol göstereceği gerçeğini inkâr etmek suretiyle bütün Peygamberleri yalanlamışlardı.
80
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ
Oysa Biz onlara, hakikati açıkça gözler önüne seren mucizelerimizi göstermiştik, fakat onlara inatla sırt çevirdiler.
81
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ
Sarp kayalıkları oyarak, güya kendilerine güvenli evler yapıyorlardı.
82
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ
Ama bir sabah vakti, kulakları sağır eden korkunç bir gürültü yakalayıverdi onları.
83
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ
Ve âhireti kaybetme uğruna kazandıkları ne varsa, hiçbiri onları Allah'ın azabından kurtaramadı. Çünkü zaman zaman geçici bir üstünlük elde etmiş görünseler de, zalimler eninde sonunda yok olmaya mahkûmdurlar. Öyle ya:
84
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ
Biz gökleri, yeri ve bunların arasındakileri ancak hak, hukuk ve adalet esaslarına göre, belli bir hikmet ve amaç doğrultusunda ve şaşmaz kanunlara bağlı mükemmel bir sistem hâlinde, yani hak ile yarattık. İşte bunun içindir ki, mutlak adaletin gerçekleşeceği Son Saat muhakkak gelecek ve her hak sahibine, hak ettiği karşılık tam olarak verilecektir. O hâlde, ey Müslüman! Allah'ın ayetleriyle henüz tanışmamış olan bu insanlara Kur'an'ı duyurmaya devam et! Onların kaba ve sert davranışlarına karşı, mümine yakışan bir edep ve olgunlukla cevap ver ve onlara güzellikle davran. Üzerine düşeni yaptıktan sonra, Rabb'inin hükmüne güven:
85
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
Çünkü senin Rabb'in, her şeyi yaratan ve her şeyi bilendir. Bunun içindir ki:
86
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ
Gerçekten Biz sana, hayatın her cephesini kuşatan; yani insanın bulunduğu her yerde sürekli okunarak ve gündemde tutularak tekrarlanan yedi ayetli Fatiha suresini —ki Kur'an'ın anahtarı, özü ve esasıdır— ve Fatiha'nın açılımı olan şu yüce Kur'an'ı bahşettik. İşte bu, bir kula dünyada verilebilecek en büyük nimettir. O hâlde, bu nimetin kıymetini iyi bil, Kur'an'ı terk ederek mal ve servet yığma yarışına giren gafillere imrenme:
87
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Sakın onlardan bazılarına geçici olarak verdiğimiz dünya malına gözünü dikip Allah'ın kitabını terk etme ve size karşı üstünlük taslıyorlar diye onlardan dolayı da üzülme. Onların hor ve hakir gördüğü müminlere, tam bir alçakgönüllülük ve şefkatle kol kanat germeye devam et!
88
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ
Ve bu yüce Kur'an'ı tüm insanlığa tebliğ ederek de ki: "Hiç kuşkusuz ben, zulüm ve haksızlıklara son vermediğiniz takdirde, başınıza gelmesi kaçınılmaz olan felâketlere karşı sizi açıkça uyaran bir haberciyim!"
89
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ
Ey insanlar! İşte size mesajımızı gönderdik, tıpkı daha önce kendilerine gönderilen Tevrat, Zebur ve İncil'i tahrif ederek düşman gruplara ayrılan o bölücülere indirdiğimiz gibi.
90
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ
Onlar ki, şimdi de Kur'an'ı —bir kısmını kabul, bir kısmını reddederek— paramparça ediyorlar.
91
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Rabb'ine yemin olsun ki, onların hepsini mutlaka hesaba çekeceğiz!
92
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Hem de yaptıkları bütün tavır ve davranışlarından!
93
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
O hâlde, ey Müslüman! Sen, birilerini ürkütmeme adına veya kitlelerin anlayışına ters düşüyor gerekçesiyle bir kısım inanç ve ilkeleri örtbas etmeden, fakat nezaket ve hikmeti de elden bırakmadan ve bıkıp usanmadan, sana açıklaman emredilen hakikatleri korkusuzca haykır! Ve birtakım düzmece ilâhları Allah'a ortak koşan o müşriklerden ve onların hayat tarzından uzak dur! Sen onları Bize bırak:
94
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ
Allah'ın dinini ve Müslümanları aşağılayan bu alaycılara karşı, Biz sana yeteriz!
95
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Allah'a inanmakla birlikte, birtakım sahte ilâhları itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek veya gücü, makamı, şöhreti, serveti elde edilmesi gereken en yüce ideal kabul ederek Allah ile beraber başka tanrılar edinen bu insanlar, kimin aşağılık bir duruma düşeceğini yakında görecekler!
96
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ
Ey Peygamber! Onların söyledikleri çirkin ve incitici sözler yüzünden yüreğinin daraldığını elbette biliyoruz.
97
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ
Buna karşılık sen, Rabb'ini övgüyle yücelterek söz ve davranışlarınla O'nun mükemmelliğini ilan et ve iman cephesinde yerini alarak, O'nun huzurunda secdeye kapanan Müslümanlardan bir nefer, İslâm toplumunun aktif bir üyesi ol!
98
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
Ve ölüm denilen kesin gerçek kapını çalıncaya dek, Rabb'ine kulluk ve ibadete devam et!
99

Sureler

Mealler
Nahl Suresi
Sonraki