|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ Elif, Lam, Ra. Bunlar kitabın ve Kur'an'ı Mübin'in ayetleridir. |
1 |
|
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ Kafirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir. |
2 |
|
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Bırak onları; yesinler, eğlensinler ve kendilerini emel, oyalayadursun. Sonra öğreneceklerdir. |
3 |
|
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ Biz, hiç bir kasabayı bilinen bir yazısı olmaksızın helak etmedik. |
4 |
|
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ Hiç bir ümmetin süresi öne geçmez, geciktiremezler de. |
5 |
|
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ Dediler ki: Ey kendisine kitab indirilen kişi; sen, mutlaka delisin. |
6 |
|
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ Doğru söyleyenlerden isen; bize, melekleri getirmeli değil misin? |
7 |
|
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ Biz, melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez. |
8 |
|
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Muhakkak ki Kur'an'ı Biz indirdik Biz. Onun koruyucusu da elbet Biziz. |
9 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ Andolsun ki; senden önce çeşitli milletler içinde de peygamberler göndermiştik. |
10 |
|
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ Onlara gelen her peygamberle alay ediyorlardı. |
11 |
|
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız. |
12 |
|
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ Kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar |
13 |
|
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ Onlara gökten bir kapı açsak da çıkmaya koyulsalardı; |
14 |
|
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ Gözlerimiz döndü, biz herhalde büyülendik, derlerdi. |
15 |
|
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ Andolsun ki; Biz, gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık. |
16 |
|
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ Ve onları kovulmuş her şeytandan koruduk. |
17 |
|
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa; apaçık görülen bir ateş onu kovalar. |
18 |
|
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit dağlar yerleştirdik. Ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik. |
19 |
|
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ Orada hem sizin için, hem de rızıklarını temin edemeyecekleriniz için geçimlikler meydana getirdik. |
20 |
|
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Hiç bir şey yoktur ki; hazinesi Bizim katımızda olmasın. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz. |
21 |
|
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ Rüzgarları da aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirip onunla sizi suladık. Yoksa siz onu biriktiremezdiniz. |
22 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Doğrusu Biz, hem diriltiriz, hem de öldürürüz. Hepsine varis de Biziz. |
23 |
|
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geride kalanları da Biz biliriz. |
24 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ Şüphe yok ki Rabbın, onları toplayacaktır. Gerçekten O, Hakim'dir, Alim'dir. |
25 |
|
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ Andolsun ki Biz; insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. |
26 |
|
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ Daha önce de cinnleri alevli ateşten yarattık. |
27 |
|
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ Hani Rabbın meleklere demişti ki: Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım. |
28 |
|
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ Onu yapıp ruhumdan üflediğimde; siz derhal onun için secdeye kapanın. |
29 |
|
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ Bunun üzerine meleklerin hepsi bütünüyle secde etti. |
30 |
|
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ Ancak İblis secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı. |
31 |
|
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ Buyurdu ki: Ey İblis, sen neden secde edenlerle beraber değildin? |
32 |
|
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ Ben, dedi: Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmem. |
33 |
|
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ Buyurdu ki: Öyleyse çık oradan. Sen, artık kovulmuş birisin. |
34 |
|
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ Muhakkak ki ceza gününe kadar la'net sanadır. |
35 |
|
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ Dedi ki: Rabbım; beni hiç olmazsa tekrar dirilecekleri güne kadar ertele, |
36 |
|
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ Buyurdu ki: Şüphesiz sen ertelenenlerdensin. |
37 |
|
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ Bilinen gün gelene kadar. |
38 |
|
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ Dedi ki: Rabbım; beni azdırdığın için, andolsun ki; ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım. |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak içlerinden ihlas verilen kulların müstesna. |
40 |
|
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ Buyurdu ki: İşte, Benim taahhüd ettiğim dosdoğru yol budur. |
41 |
|
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ Muhakkak ki kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesna. |
42 |
|
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ Şüphesiz onların hepsine vaadolunan yer, cehennemdir. |
43 |
|
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ Onun yedi kapısı vardır. Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır. |
44 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ Müttakiler ise; muhakkak ki cennetler ve pınarlar içindedirler. |
45 |
|
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ Selametle ve güven içinde girin oraya. |
46 |
|
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar. |
47 |
|
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ Onlara orada hiç bir yorgunluk ve zahmet değmez. Oradan çıkarılacak da değillerdir. |
48 |
|
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ Kullarıma bildir ki: Muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahim olan. |
49 |
|
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azabtır. |
50 |
|
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ Hem onlara İbrahim'in konuklarından haber ver. |
51 |
|
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ Onun yanına girip: Selam demişlerdi. O da: Doğrusu biz, sizden endişe ediyoruz, demişti. |
52 |
|
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ Demişlerdi ki: Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik. |
53 |
|
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ Ben, kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjdeliyorsunuz? dedi. |
54 |
|
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ Dediler ki: Seni gerçekten müjdeliyoruz, öyleyse ümidini kesenlerden olma. |
55 |
|
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ Dedi ki: Sapıklardan başka Rabbının rahmetinden kim ümidini keser? |
56 |
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ Ey elçiler; gerçek işiniz nedir? dedi. |
57 |
|
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ Dediler ki: Biz, günahkar bir kavme gönderildik. |
58 |
|
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ Şu kadar var ki Lut ailesi bunların dışındadır. Biz, onların hepsini behemehal kurtaracağız. |
59 |
|
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ Karısı müstesna. Karısının geride kalanlar arasında bulunmasını takdir ettik. |
60 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ Elçiler Lut ailesine varınca; |
61 |
|
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ Lut: Doğrusu siz, tanınmamış kimselersiniz, dedi. |
62 |
|
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ Onlar da: Biz, sana sadece onların şüphe edip durdukları azabı getirdik. |
63 |
|
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ Gerçekle geldik sana. Biz, şüphesiz doğru söyleyenleriz, dediler. |
64 |
|
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ O halde geceleyin bir ara aileni yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiç biriniz arkaya bakmasın ve emrolunduğunuz yere doğru yürüyün, demişlerdi. |
65 |
|
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ Böylece ona bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahlayacaklarını bildirdik. |
66 |
|
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ Şehir halkı sevinerek geldiler. |
67 |
|
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ Dedi ki: Bunlar benim konuklarımdır, onlara karşı beni mahcub etmeyin. |
68 |
|
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ Allah'tan korkun da beni rezil etmeyin. |
69 |
|
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ Dediler ki: Biz seni alemlerden men'etmemiş miydik? |
70 |
|
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ Dedi ki: Yapacaksanız işte bunlar, benim kızlarım. |
71 |
|
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ Senin ömrüne andolsun ki, onlar sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler. |
72 |
|
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ Tan yeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi. |
73 |
|
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ Ülkelerinin üstünü altına getirdi. Üzerlerine sert taş yağdırdık. |
74 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ Bunda görebilenler için ayetler vardır. |
75 |
|
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ O yerler, işlek yollar üzerinde hala durmaktadır. |
76 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ Muhakkak ki bunda, inananlar için ayetler vardır. |
77 |
|
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ Ormanlık yerde oturanlar da gerçekten zalim kimselerdi. |
78 |
|
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ Bunun için onlardan öc aldık. Her ikisi de hala işlek bir yol üzerindedir |
79 |
|
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ Andolsun ki Hicr ahalisi de peygamberlerini yalanlamışlardı. |
80 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ Onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde yüz çevirmişlerdi. |
81 |
|
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ Onlar, dağlardan emin evler yontup oyarlardı. |
82 |
|
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ Sabaha karşı çığlık onları da yakalayıverdi. |
83 |
|
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ Binaenaleyh yaptıkları da kendilerine bir fayda sağlamadı. |
84 |
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ Gökleri, yeri ve aralarındakini ancak hak ile yarattık. Kıyamet günü, muhakkak gelecektir. O halde sen yumuşak ve iyi davran. |
85 |
|
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ Muhakkak ki senin Rabbın, yaratan ve bilendir. |
86 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ Doğrusu sana; Biz, tekrarlanan yediyi ve şu Kur'an'ı verdik. |
87 |
|
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz geçimliğe gözlerini dikme ve onlara üzülme. İnananlara kanat ger. |
88 |
|
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ De ki: Ben apaçık bir uyarıcıyım. |
89 |
|
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ Tıpkı o bölüşenlere indirdiğimiz gibi. |
90 |
|
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ Onlar ki; Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı. |
91 |
|
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ Rabbına andolsun ki; onların hepsine birden mutlaka soracağız; |
92 |
|
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ Yapmakta oldukları şeyleri. |
93 |
|
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ Sen; emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. |
94 |
|
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz. |
95 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edinirler. Onlar yakında bileceklerdir. |
96 |
|
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ Andolsun; onların söylediğinden dolayı kalbinin sıkıldığını biliyoruz. |
97 |
|
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ Sen, hemen Rabbını hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. |
98 |
|
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ Ve sana yakin gelinceye kadar Rabbına ibadet et. |
99 |