Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Göklerde ve yerde var olan her şey, daima Allah'ın sınırsız kudret ve azametini övgüyle anarak yüceltmektedir. Şu muhteşem kâinat nizamı içerisinde yer alan her varlık, kendisini yaratan Sanatkârın her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olduğunu vicdanlara haykırmakta, O'nun sınırsız ilim, kudret, merhamet, hikmet, iyilik, güzellik, adalet gibi yüce vasıflarını gözler önüne sermektedir. Eğer çevrenizdeki varlıklara ibret nazarıyla bakacak olursanız, her zerresinin Allah'ı zikrettiğini göreceksiniz. Gerçekten O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. Asla yersiz ve gereksiz hüküm vermeyen ve hükmüne karşı konulamayan Yüce Yaratıcıdır. İşte kudret ve hikmetinin bir örneği olarak:
2 Müslümanlarla yaptıkları antlaşmaya ihanet eden Medineli Yahudilere karşı başlatılan ilk büyük taarruzda, Kitap Ehlinden olduklarını öne süren, fakat Son Elçiyi inkâr eden Yahudi Nadir Oğulları kabilesine mensup kâfirleri Medine yakınlarındaki yurtlarından sürüp çıkaran O'dur.

Oysa siz ey müminler, tam teçhizatlı yüzlerce savaşçıya sahip olan bu insanların hiçbir direniş göstermeden kalelerinden çıkıp size teslim olacaklarını hiç beklemiyordunuz. Nitekim onlar da o sağlam ve korunaklı kalelerinin, kendilerini Allah'ın hükmünü yerine getiren İslâm ordusunun taarruzundan koruyacağını sanıyorlardı. Fakat Allah, bu küstah zalimlerin kalplerine müthiş bir korku salarak, onları hiç ummadıkları bir yerden bastırdı ve en can alıcı noktadan, tam yüreklerinden onları vurdu.

Öyle ki, onlar bu korkunun tesiriyle evlerini bizzat kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıkıp tahrip ediyorlardı. Müslümanlara sağlam bir şey bırakmamak ve giderken alabildikleri her şeyi götürebilmek için kendi elleriyle evlerinin duvarlarını yıkıyor, kapı ve pencerelerini söküyor, kereste ve eşyalarını tarumar ediyorlardı. Bu arada Müslümanlar da, kuşatma sırasında onlar tarafından siper olarak kullanılan duvarların bir kısmını çökerterek yıkıntı hâline getiriyorlardı. Sonunda, sayı ve silah bakımından İslâm ordusundan üstün olan bu büyük kabile, savaşmaya bile cesaret edemeden Müslümanlara teslim oldu.

Öyleyse, ey akıl sahipleri, Allah yolunda yürüyen bir toplumun ne büyük lütuf ve yardımlara nail olacağını görerek bundan dersler çıkarın ve ey kâfirler, bu zalimlerin başına gelenlerden ibret alın da, onların uğradığı akıbete uğramayın!

Peki, onlar savaşmayı tercih etselerdi acaba sürgünden kurtulabilecekler miydi? Hayır!
3 Allah onlara sürgünü takdir etmemiş olsaydı, bu dünyada onları İslâm ordusu karşısında büyük bir bozguna uğratıp ölüm ve esaretle cezalandırarak daha acı bir azaba uğratacaktı. Fakat asıl ceza ileride gelecektir: Âhirette onlara korkunç bir ateş azabı vardır.
4 Çünkü onlar, Allah'a ve Elçisine karşı geldiler. Kim Allah'a karşı gelirse, şunu iyi bilsin ki, Allah'ın cezası çok çetindir.

Müminlerin savaş esnasında yaptıkları tahribata gelince:
5 Ey inananlar! Nadir Oğulları'nın kalesini kuşattığınız sırada, askerî harekâtı engelleyen herhangi bir ağacı kesmeniz veya harekâta mani olmayanları kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve tamamen O'nun rızasına uygun idi. Çünkü O, yoldan çıkan inkârcıları cezalandırmak için müminlere bu izni vermiştir. Gerçi savaş halinde bile olsanız, düşmanınızın tarlalarını, bağlarını bahçelerini, evlerini, üretim yerlerini vs. gereksiz yere yakıp yıkmanıza izin verilmemiştir. Fakat yeryüzünü fesada boğan zalimlerin gücünün kırılması için bu tür bir tahribatın yapılması zorunluysa, o zaman bunda hiçbir günah yoktur.
6 Allah'ın, ciddi bir çarpışmanın yaşanmadığı bu kuşatma sonucunda onlardan alıp Elçisine verdiği mal, mülk, silah, arazi, bahçe ve benzeri fey'lere gelince, onlar diğer ganimetler gibi askerler arasında paylaşılmayacak, aşağıdaki ayette belirtilen gruplar arasında dağıtılacaktır. Çünkü siz ey mücahitler, bunları ele geçirmek için ne at, ne de deve sürüp düşmanla çarpışmaya girmediniz. Fakat Allah, İslâm nizamının temsilcisi olan Peygamberini kâfirlere galip kılarak, İslâm toplumunun güçlenmesinde kullanması için bu nimetleri onun tasarrufuna devretti. Çünkü Allah, elçilerini dilediğinin üzerine gönderir de, zalimlerin kalplerine korku salarak onları yenilgiye uğratır. İşte bu kuşatma da aynen böyle olmuştur. Unutmayın ki, Allah'ın her şeye gücü yeter.

Ganimet, savaş yoluyla düşman ordusundan ele geçirilen silah, teçhizat, hayvan, altın ve benzeri menkul mallardır. Bunun hükmü 8. Enfal:1 ve 41'de açıklanmıştı. Bir ülke savaşılarak fethedilmiş bile olsa, o ülkenin toprağı, evleri, menkul ve gayrimenkul malları ganimet değil, fey'dir. Aynı şekilde, savaşılmadan ele geçirilen "ganimetler" de fey'dir ve şu şekilde paylaştırılmalıdır:
7 Allah'ın, fethedilen bu şehirlerin halkından alıp Elçisine verdiği fey malları şu şekilde taksim edilir:

1-Bu mallar öncelikle Allah'ın, yani O'nun fakir ve muhtaç kullarının,

2-Peygamberin ve onun vefatından sonra İslâm Devlet başkanının,

3-Savaşta şehit düşen askerlerin yakın akrabalarının,

4-Yardıma muhtaç yetimlerin,

5-Diğer yoksulların

6-Ve evinden yurdundan uzak düşmüş, memleketine dönemeyecek şekilde yolda kalmış olanların hakkıdır.

Allah, bu tür düzenlemelerle aranızdaki fakirleri de kalkındırmak istiyor ki, böylece mal ve servet, sadece zenginlerinizin arasında dolaşıp duran bir güce dönüşmesin.

Öyleyse, dünya ve âhirette kurtuluşa ermek istiyorsanız, Peygamberin Allah'tan aldığı yetkiyle size getirdiği hayat prensiplerini gönülden benimseyerek alın; sizi yasakladığı şeylerden de uzak durun. Diğer bir deyişle, Allah'tan gelen ilkeler ışığında hayatınıza yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının. Unutmayın, Allah'ın cezalandırması çok çetindir.
8 Evet, bu mallar, yoksulların, özellikle de, zulmün egemen olduğu öz yurtlarını terk ederek Allah yolunda İslâm diyarına hicret eden muhacirlerin hakkıdır. Çünkü onlar, yalnızca Allah'ın lütuf ve rızasını aradıkları bir de Allah'ı ve Elçisini destekledikleri için mallarına mülklerine el konularak yurtlarından sürülmüşlerdir. İşte onlar, gerçekten sözlerinde duran dosdoğru insanlardır.
9 Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan Medineli fedakâr Müslümanlara gelince, onlar, kendi ülkelerine göç eden bu muhacirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden dolayı içlerinde en ufak bir kıskançlık, bir burukluk duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, daha muhtaç durumda olan mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Unutmayın, her kim nefsinin bencillik, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük gibi tutkularından korunursa, işte dünyada ve âhirette kurtuluşa erecek olanlar onlardır.
10 Onlar, ta başından beri iman davasına gönül veren öncü Müslümanlardır. Onlardan sonra gelen ve kıyamete kadar gelecek olan müminler ise, "Ey Rabb'imiz!" diye yalvarırlar, "Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla. İnananlara karşı kalbimizde en ufak bir kırgınlık ve nefret duygusuna yer verme. Duamızı kabul eyle ey Rabb'imiz. Şüphesiz Sen çok şefkatli, çok merhametlisin."
11 Baksana şu ikiyüzlülerin yaptığı hainliğe: Kitap Ehlinden olduklarını iddia etmelerine rağmen Son Elçiyi inkâr eden "din" kardeşlerine arka çıkarak, "Sakın Müslümanların tehditlerini ciddiye alıp geri adım atmayın! Korkmayın, eğer sizler bu ülkeden çıkartılacak olursanız, biz de sizinle birlikte çıkacağız. Söz veriyoruz, size karşı yapılacak muhtemel bir harekâtta, Peygamber de dâhil, hiç kimseye itaat etmeyeceğiz. Eğer Müslümanlar sizinle savaşırlarsa, mutlaka sizi destekleyeceğiz." diyorlar. Fakat Allah şahittir ki, onlar böyle atıp tutarken kesinlikle yalan söylüyorlar. Şöyle ki:
12 Şayet Yahudiler topraklarından sürülüp çıkarılsalar, onlarla birlikte çıkmayacaklar. Onlara karşı savaş açılsa, onları desteklemeyecekler. İçlerinden bazıları onları savaşta desteklemeye kalksa bile, İslâm ordusu karşısında bozguna uğrayarak arkalarını dönüp kaçacak ve azabımıza karşı hiç kimseden yardım göremeyecekler.
13 Çünkü görkemli birer savaşçı gibi görünen o kâfirler aslında o kadar korkaktırlar ki, yüreklerinde size karşı duydukları korku, Allah'a karşı duyduklarından çok daha büyüktür. Çünkü onlar, âhiret, cennet, şehâdet gibi yüce hakikatleri idrak edemeyen bir topluluktur.
14 Onlar sizinle toplu hâlde göğüs göğse bir savaşa giremezler. Ancak iyi korunmuş kalelerde veya siperlerin arkasında sizinle savaşı göze alabilirler. Kendi aralarındaki çarpışmalar ise çok çetindir. Kuvvet ve yiğitlikleri birbirleriyle çarpıştıkları zamandır. Yoksa Allah için cihad eden müminlerin karşısında harp meydanına çıkacak olurlarsa, o kuvvet ve şiddetleri zayıflık ve yenilgiye dönüşür. Dışarıdan bakınca, onları birlik ve beraberlik içinde sanırsın, oysa kalpleri darmadağınıktır. Bir inanç etrafında toplanıp da gönül birliği ile hareket edemez, sürekli birbirleriyle didişip dururlar. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan ve bu yüzden de doğru bir inanca ve sağlam ahlâkî değerlere sahip olmayan inkârcı bir toplumdur.
15 Bu durumdaki bütün münafık ve kâfirlerin akıbeti, tıpkı kendilerinden kısa bir süre önce Bedir savaşında ve Beni Kaynuka Yahudilerinin topluca sürgün edilmesinde ihanetlerinin cezasını çeken ve âhirette can yakıcı bir azaba mahkûm olan inkârcıların uğradığı akıbet gibi olacaktır.
16 Yahudileri kışkırtan münafıkların durumu, şeytanın durumuna ne kadar da benziyor: Şeytan da insana vesvese vererek, "Allah'ın ayetlerini inkâr et! Korkma, ben senin yanındayım!" der, fakat insan onun sözüne güvenip Rabb'ini inkâr edince, Hesap Gününde onu yapayalnız bırakarak, "Ben seni tanımıyorum ve yaptıklarının sorumluluğunu da kabul etmiyorum. Çünkü ben her ne kadar emrine itaat etmesem de, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım." der. Nitekim şeytan, Bedir savaşı öncesinde de müşriklere zafer vaadinde bulunmuş, fakat daha savaş başlamadan onları oracıkta yüz üstü bırakıp kaçmıştı (8. Enfal: 48).
17 Böylece hem şeytanın hem ona uyanların, her ikisinin akıbeti de, sonsuza dek içinde kalacakları cehennem ateşi oldu. İşte zalimlerin cezası budur.
18 O hâlde, ey iman edenler! Allah'tan gelen ilkelere sımsıkı sarılın ve şeytanın adımlarını izlemekten titizlikle sakının. Herkes kendisini şimdiden hesaba çeksin ve yarınki ebedî hayat için ne hazırladığına baksın. Hayatınızın sonuna kadar, Allah'a yürekten bir saygıyla bağlanmaya devam ederek günah ve kötülüklerden sakının. Hiç kuşkusuz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
19 Ve sakın ola ki, Allah'ı unutan ve bu yüzden O'nun da kendi benliklerini ve kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Çünkü onlar, Allah'ın emrini göz ardı ederek yoldan çıkmış olan kimselerdir.
20 Bunun içindir ki, cennet halkıyla cehennem halkı asla bir olamaz. Dünyada ve âhirette kurtuluşa erecek olanlar, ancak cennet halkıdır.

Fakat bunu hak edebilmek için, yeryüzünde Allah'ın hükümlerini uygulamakla görevli bir kul olarak taşıdığınız sorumluluğun bilincinde olmanız ve kulluk görevinizin ifasında Kur'an'ın yerini, önemini ve değerini çok iyi idrak etmeniz gerekir. Gerçekten bu Kur'an'ın ruhlar üzerinde öyle bir ağırlığı, öyle bir gücü ve etkisi vardır ki:
21 Eğer Biz bu Kur'an'ı siz insanlara değil de, bir dağın üzerine indirseydik, o koskocaman dağın Allah korkusuyla ezilip paramparça olduğunu görürdün. Ama ne var ki, akıl ve bilinç yeteneğiyle donatılarak kulluk emanetini yüklenen insanoğlu, bir taraftan cehennem ateşi, diğer taraftan cennet nimetleriyle kuşatılmış bir geleceğe doğru yol alırken, pervasız ve gamsız davranıyor, bu muhteşem Kur'an karşısında tıpkı cansız ve şuursuz bir taş parçası gibi duyarsız kalıyor.

İşte Biz insanlara böyle ibret verici örnekler verip onları ruhen ve zihnen aydınlatıyoruz ki, düşünüp öğüt alsınlar.
22 O Allah ki, O'ndan başka emrine kayıtsız şartsız boyun eğilecek hiçbir otorite, hiçbir ilâh yoktur. O, yaratılmışların algılama sınırlarının ötesinde bir âlem olan gaybı da, duyularla kavranabilen şehâdet âlemini de en mükemmel şekilde bilmektedir. Görülen ve görülmeyen, bilinen ve bilinmeyen, açıkta ve gizli olan her şeyden haberdardır. Aynı zamanda O, sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir.
23 O Allah ki, Kendisinden başka kulluk edilecek bir otorite, bir ilâh yoktur.

O mutlak hükümranlık sahibidir, Melik'tir.

Her türlü kusurdan, noksanlıktan uzaktır, Kuddüs'tür.

Barış, kurtuluş ve esenlik kaynağıdır, Selâm'dır.

İmanı bahşeden, güven ve emniyet verendir, Mümin'dir.

Her an her şeyi gözetip koruyan, her muhtacın ihtiyacını karşılayandır, Müheymin'dir.

Gerçek anlamda kudret, izzet ve şeref sahibidir, Aziz'dir.

Gücüne karşı konulamayan sonsuz kudret sahibidir, Cebbâr'dır.

Her konuda yüceliğini gösteren, yüceliğiyle övünmeye hakkı olandır, Mütekebbir'dir.

Allah, müşriklerin düşünce ve anlayışlarının bozukluğundan kaynaklanan şirkin her şeklinden ve her türünden münezzehtir. Acziyet ve noksanlık anlamına gelebilecek her türlü nitelikten uzaktır. İnsanların ilâhlık payesi vererek O'na ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir.
24 O Allah ki, her şeyin yaratıcısıdır, Hâlık'tır. Yoktan var edendir, Bâri'dir ve her varlığa en uygun şekil ve özellikleri verendir, Musavvir'dir.

Kısacası, en mükemmel nitelikler, en güzel isimler hep O'nundur. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar, daima Allah'ın sınırsız kudret ve azametini övgüyle anarak yüceltmektedir. Şu muhteşem kâinat nizamı içerisinde yer alan her şey, kendisini yaratan Sanatkârın her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olduğunu vicdanlara haykırmakta, O'nun yüceliğini, mükemmelliğini gözler önüne sermektedir. Gerçekten O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. Asla yersiz ve gereksiz hüküm vermeyen ve hükmüne karşı konulamayan Yüce Yaratıcıdır.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 1
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ 2
وَلَوْلَٓا اَنْ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَٓاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَاۜ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ 3
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 4
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ 5
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 6
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ 7
لِلْفُقَـرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ 8
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ 9
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ 10
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَداً اَبَداًۚ وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ 11
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ 12
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ 13
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ 14
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يباً ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ 15
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ 16
فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟ 17
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 18
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ 19
لَا يَسْتَـو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُونَ 20
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 21
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ 22
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ 23
هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّـحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 24
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Göklerde ve yerde var olan her şey, daima Allah'ın sınırsız kudret ve azametini övgüyle anarak yüceltmektedir. Şu muhteşem kâinat nizamı içerisinde yer alan her varlık, kendisini yaratan Sanatkârın her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olduğunu vicdanlara haykırmakta, O'nun sınırsız ilim, kudret, merhamet, hikmet, iyilik, güzellik, adalet gibi yüce vasıflarını gözler önüne sermektedir. Eğer çevrenizdeki varlıklara ibret nazarıyla bakacak olursanız, her zerresinin Allah'ı zikrettiğini göreceksiniz. Gerçekten O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. Asla yersiz ve gereksiz hüküm vermeyen ve hükmüne karşı konulamayan Yüce Yaratıcıdır. İşte kudret ve hikmetinin bir örneği olarak:
1
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Müslümanlarla yaptıkları antlaşmaya ihanet eden Medineli Yahudilere karşı başlatılan ilk büyük taarruzda, Kitap Ehlinden olduklarını öne süren, fakat Son Elçiyi inkâr eden Yahudi Nadir Oğulları kabilesine mensup kâfirleri Medine yakınlarındaki yurtlarından sürüp çıkaran O'dur.

Oysa siz ey müminler, tam teçhizatlı yüzlerce savaşçıya sahip olan bu insanların hiçbir direniş göstermeden kalelerinden çıkıp size teslim olacaklarını hiç beklemiyordunuz. Nitekim onlar da o sağlam ve korunaklı kalelerinin, kendilerini Allah'ın hükmünü yerine getiren İslâm ordusunun taarruzundan koruyacağını sanıyorlardı. Fakat Allah, bu küstah zalimlerin kalplerine müthiş bir korku salarak, onları hiç ummadıkları bir yerden bastırdı ve en can alıcı noktadan, tam yüreklerinden onları vurdu.

Öyle ki, onlar bu korkunun tesiriyle evlerini bizzat kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıkıp tahrip ediyorlardı. Müslümanlara sağlam bir şey bırakmamak ve giderken alabildikleri her şeyi götürebilmek için kendi elleriyle evlerinin duvarlarını yıkıyor, kapı ve pencerelerini söküyor, kereste ve eşyalarını tarumar ediyorlardı. Bu arada Müslümanlar da, kuşatma sırasında onlar tarafından siper olarak kullanılan duvarların bir kısmını çökerterek yıkıntı hâline getiriyorlardı. Sonunda, sayı ve silah bakımından İslâm ordusundan üstün olan bu büyük kabile, savaşmaya bile cesaret edemeden Müslümanlara teslim oldu.

Öyleyse, ey akıl sahipleri, Allah yolunda yürüyen bir toplumun ne büyük lütuf ve yardımlara nail olacağını görerek bundan dersler çıkarın ve ey kâfirler, bu zalimlerin başına gelenlerden ibret alın da, onların uğradığı akıbete uğramayın!

Peki, onlar savaşmayı tercih etselerdi acaba sürgünden kurtulabilecekler miydi? Hayır!
2
وَلَوْلَٓا اَنْ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَٓاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَاۜ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ
Allah onlara sürgünü takdir etmemiş olsaydı, bu dünyada onları İslâm ordusu karşısında büyük bir bozguna uğratıp ölüm ve esaretle cezalandırarak daha acı bir azaba uğratacaktı. Fakat asıl ceza ileride gelecektir: Âhirette onlara korkunç bir ateş azabı vardır.
3
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Çünkü onlar, Allah'a ve Elçisine karşı geldiler. Kim Allah'a karşı gelirse, şunu iyi bilsin ki, Allah'ın cezası çok çetindir.

Müminlerin savaş esnasında yaptıkları tahribata gelince:
4
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ
Ey inananlar! Nadir Oğulları'nın kalesini kuşattığınız sırada, askerî harekâtı engelleyen herhangi bir ağacı kesmeniz veya harekâta mani olmayanları kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve tamamen O'nun rızasına uygun idi. Çünkü O, yoldan çıkan inkârcıları cezalandırmak için müminlere bu izni vermiştir. Gerçi savaş halinde bile olsanız, düşmanınızın tarlalarını, bağlarını bahçelerini, evlerini, üretim yerlerini vs. gereksiz yere yakıp yıkmanıza izin verilmemiştir. Fakat yeryüzünü fesada boğan zalimlerin gücünün kırılması için bu tür bir tahribatın yapılması zorunluysa, o zaman bunda hiçbir günah yoktur.
5
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Allah'ın, ciddi bir çarpışmanın yaşanmadığı bu kuşatma sonucunda onlardan alıp Elçisine verdiği mal, mülk, silah, arazi, bahçe ve benzeri fey'lere gelince, onlar diğer ganimetler gibi askerler arasında paylaşılmayacak, aşağıdaki ayette belirtilen gruplar arasında dağıtılacaktır. Çünkü siz ey mücahitler, bunları ele geçirmek için ne at, ne de deve sürüp düşmanla çarpışmaya girmediniz. Fakat Allah, İslâm nizamının temsilcisi olan Peygamberini kâfirlere galip kılarak, İslâm toplumunun güçlenmesinde kullanması için bu nimetleri onun tasarrufuna devretti. Çünkü Allah, elçilerini dilediğinin üzerine gönderir de, zalimlerin kalplerine korku salarak onları yenilgiye uğratır. İşte bu kuşatma da aynen böyle olmuştur. Unutmayın ki, Allah'ın her şeye gücü yeter.

Ganimet, savaş yoluyla düşman ordusundan ele geçirilen silah, teçhizat, hayvan, altın ve benzeri menkul mallardır. Bunun hükmü 8. Enfal:1 ve 41'de açıklanmıştı. Bir ülke savaşılarak fethedilmiş bile olsa, o ülkenin toprağı, evleri, menkul ve gayrimenkul malları ganimet değil, fey'dir. Aynı şekilde, savaşılmadan ele geçirilen "ganimetler" de fey'dir ve şu şekilde paylaştırılmalıdır:
6
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
Allah'ın, fethedilen bu şehirlerin halkından alıp Elçisine verdiği fey malları şu şekilde taksim edilir:

1-Bu mallar öncelikle Allah'ın, yani O'nun fakir ve muhtaç kullarının,

2-Peygamberin ve onun vefatından sonra İslâm Devlet başkanının,

3-Savaşta şehit düşen askerlerin yakın akrabalarının,

4-Yardıma muhtaç yetimlerin,

5-Diğer yoksulların

6-Ve evinden yurdundan uzak düşmüş, memleketine dönemeyecek şekilde yolda kalmış olanların hakkıdır.

Allah, bu tür düzenlemelerle aranızdaki fakirleri de kalkındırmak istiyor ki, böylece mal ve servet, sadece zenginlerinizin arasında dolaşıp duran bir güce dönüşmesin.

Öyleyse, dünya ve âhirette kurtuluşa ermek istiyorsanız, Peygamberin Allah'tan aldığı yetkiyle size getirdiği hayat prensiplerini gönülden benimseyerek alın; sizi yasakladığı şeylerden de uzak durun. Diğer bir deyişle, Allah'tan gelen ilkeler ışığında hayatınıza yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının. Unutmayın, Allah'ın cezalandırması çok çetindir.
7
لِلْفُقَـرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ
Evet, bu mallar, yoksulların, özellikle de, zulmün egemen olduğu öz yurtlarını terk ederek Allah yolunda İslâm diyarına hicret eden muhacirlerin hakkıdır. Çünkü onlar, yalnızca Allah'ın lütuf ve rızasını aradıkları bir de Allah'ı ve Elçisini destekledikleri için mallarına mülklerine el konularak yurtlarından sürülmüşlerdir. İşte onlar, gerçekten sözlerinde duran dosdoğru insanlardır.
8
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ
Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan Medineli fedakâr Müslümanlara gelince, onlar, kendi ülkelerine göç eden bu muhacirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden dolayı içlerinde en ufak bir kıskançlık, bir burukluk duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, daha muhtaç durumda olan mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Unutmayın, her kim nefsinin bencillik, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük gibi tutkularından korunursa, işte dünyada ve âhirette kurtuluşa erecek olanlar onlardır.
9
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
Onlar, ta başından beri iman davasına gönül veren öncü Müslümanlardır. Onlardan sonra gelen ve kıyamete kadar gelecek olan müminler ise, "Ey Rabb'imiz!" diye yalvarırlar, "Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla. İnananlara karşı kalbimizde en ufak bir kırgınlık ve nefret duygusuna yer verme. Duamızı kabul eyle ey Rabb'imiz. Şüphesiz Sen çok şefkatli, çok merhametlisin."
10
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَداً اَبَداًۚ وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Baksana şu ikiyüzlülerin yaptığı hainliğe: Kitap Ehlinden olduklarını iddia etmelerine rağmen Son Elçiyi inkâr eden "din" kardeşlerine arka çıkarak, "Sakın Müslümanların tehditlerini ciddiye alıp geri adım atmayın! Korkmayın, eğer sizler bu ülkeden çıkartılacak olursanız, biz de sizinle birlikte çıkacağız. Söz veriyoruz, size karşı yapılacak muhtemel bir harekâtta, Peygamber de dâhil, hiç kimseye itaat etmeyeceğiz. Eğer Müslümanlar sizinle savaşırlarsa, mutlaka sizi destekleyeceğiz." diyorlar. Fakat Allah şahittir ki, onlar böyle atıp tutarken kesinlikle yalan söylüyorlar. Şöyle ki:
11
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
Şayet Yahudiler topraklarından sürülüp çıkarılsalar, onlarla birlikte çıkmayacaklar. Onlara karşı savaş açılsa, onları desteklemeyecekler. İçlerinden bazıları onları savaşta desteklemeye kalksa bile, İslâm ordusu karşısında bozguna uğrayarak arkalarını dönüp kaçacak ve azabımıza karşı hiç kimseden yardım göremeyecekler.
12
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Çünkü görkemli birer savaşçı gibi görünen o kâfirler aslında o kadar korkaktırlar ki, yüreklerinde size karşı duydukları korku, Allah'a karşı duyduklarından çok daha büyüktür. Çünkü onlar, âhiret, cennet, şehâdet gibi yüce hakikatleri idrak edemeyen bir topluluktur.
13
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
Onlar sizinle toplu hâlde göğüs göğse bir savaşa giremezler. Ancak iyi korunmuş kalelerde veya siperlerin arkasında sizinle savaşı göze alabilirler. Kendi aralarındaki çarpışmalar ise çok çetindir. Kuvvet ve yiğitlikleri birbirleriyle çarpıştıkları zamandır. Yoksa Allah için cihad eden müminlerin karşısında harp meydanına çıkacak olurlarsa, o kuvvet ve şiddetleri zayıflık ve yenilgiye dönüşür. Dışarıdan bakınca, onları birlik ve beraberlik içinde sanırsın, oysa kalpleri darmadağınıktır. Bir inanç etrafında toplanıp da gönül birliği ile hareket edemez, sürekli birbirleriyle didişip dururlar. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan ve bu yüzden de doğru bir inanca ve sağlam ahlâkî değerlere sahip olmayan inkârcı bir toplumdur.
14
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يباً ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ
Bu durumdaki bütün münafık ve kâfirlerin akıbeti, tıpkı kendilerinden kısa bir süre önce Bedir savaşında ve Beni Kaynuka Yahudilerinin topluca sürgün edilmesinde ihanetlerinin cezasını çeken ve âhirette can yakıcı bir azaba mahkûm olan inkârcıların uğradığı akıbet gibi olacaktır.
15
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Yahudileri kışkırtan münafıkların durumu, şeytanın durumuna ne kadar da benziyor: Şeytan da insana vesvese vererek, "Allah'ın ayetlerini inkâr et! Korkma, ben senin yanındayım!" der, fakat insan onun sözüne güvenip Rabb'ini inkâr edince, Hesap Gününde onu yapayalnız bırakarak, "Ben seni tanımıyorum ve yaptıklarının sorumluluğunu da kabul etmiyorum. Çünkü ben her ne kadar emrine itaat etmesem de, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım." der. Nitekim şeytan, Bedir savaşı öncesinde de müşriklere zafer vaadinde bulunmuş, fakat daha savaş başlamadan onları oracıkta yüz üstü bırakıp kaçmıştı (8. Enfal: 48).
16
فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟
Böylece hem şeytanın hem ona uyanların, her ikisinin akıbeti de, sonsuza dek içinde kalacakları cehennem ateşi oldu. İşte zalimlerin cezası budur.
17
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
O hâlde, ey iman edenler! Allah'tan gelen ilkelere sımsıkı sarılın ve şeytanın adımlarını izlemekten titizlikle sakının. Herkes kendisini şimdiden hesaba çeksin ve yarınki ebedî hayat için ne hazırladığına baksın. Hayatınızın sonuna kadar, Allah'a yürekten bir saygıyla bağlanmaya devam ederek günah ve kötülüklerden sakının. Hiç kuşkusuz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
18
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Ve sakın ola ki, Allah'ı unutan ve bu yüzden O'nun da kendi benliklerini ve kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Çünkü onlar, Allah'ın emrini göz ardı ederek yoldan çıkmış olan kimselerdir.
19
لَا يَسْتَـو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُونَ
Bunun içindir ki, cennet halkıyla cehennem halkı asla bir olamaz. Dünyada ve âhirette kurtuluşa erecek olanlar, ancak cennet halkıdır.

Fakat bunu hak edebilmek için, yeryüzünde Allah'ın hükümlerini uygulamakla görevli bir kul olarak taşıdığınız sorumluluğun bilincinde olmanız ve kulluk görevinizin ifasında Kur'an'ın yerini, önemini ve değerini çok iyi idrak etmeniz gerekir. Gerçekten bu Kur'an'ın ruhlar üzerinde öyle bir ağırlığı, öyle bir gücü ve etkisi vardır ki:
20
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Eğer Biz bu Kur'an'ı siz insanlara değil de, bir dağın üzerine indirseydik, o koskocaman dağın Allah korkusuyla ezilip paramparça olduğunu görürdün. Ama ne var ki, akıl ve bilinç yeteneğiyle donatılarak kulluk emanetini yüklenen insanoğlu, bir taraftan cehennem ateşi, diğer taraftan cennet nimetleriyle kuşatılmış bir geleceğe doğru yol alırken, pervasız ve gamsız davranıyor, bu muhteşem Kur'an karşısında tıpkı cansız ve şuursuz bir taş parçası gibi duyarsız kalıyor.

İşte Biz insanlara böyle ibret verici örnekler verip onları ruhen ve zihnen aydınlatıyoruz ki, düşünüp öğüt alsınlar.
21
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ
O Allah ki, O'ndan başka emrine kayıtsız şartsız boyun eğilecek hiçbir otorite, hiçbir ilâh yoktur. O, yaratılmışların algılama sınırlarının ötesinde bir âlem olan gaybı da, duyularla kavranabilen şehâdet âlemini de en mükemmel şekilde bilmektedir. Görülen ve görülmeyen, bilinen ve bilinmeyen, açıkta ve gizli olan her şeyden haberdardır. Aynı zamanda O, sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir.
22
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
O Allah ki, Kendisinden başka kulluk edilecek bir otorite, bir ilâh yoktur.

O mutlak hükümranlık sahibidir, Melik'tir.

Her türlü kusurdan, noksanlıktan uzaktır, Kuddüs'tür.

Barış, kurtuluş ve esenlik kaynağıdır, Selâm'dır.

İmanı bahşeden, güven ve emniyet verendir, Mümin'dir.

Her an her şeyi gözetip koruyan, her muhtacın ihtiyacını karşılayandır, Müheymin'dir.

Gerçek anlamda kudret, izzet ve şeref sahibidir, Aziz'dir.

Gücüne karşı konulamayan sonsuz kudret sahibidir, Cebbâr'dır.

Her konuda yüceliğini gösteren, yüceliğiyle övünmeye hakkı olandır, Mütekebbir'dir.

Allah, müşriklerin düşünce ve anlayışlarının bozukluğundan kaynaklanan şirkin her şeklinden ve her türünden münezzehtir. Acziyet ve noksanlık anlamına gelebilecek her türlü nitelikten uzaktır. İnsanların ilâhlık payesi vererek O'na ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir.
23
هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّـحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
O Allah ki, her şeyin yaratıcısıdır, Hâlık'tır. Yoktan var edendir, Bâri'dir ve her varlığa en uygun şekil ve özellikleri verendir, Musavvir'dir.

Kısacası, en mükemmel nitelikler, en güzel isimler hep O'nundur. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar, daima Allah'ın sınırsız kudret ve azametini övgüyle anarak yüceltmektedir. Şu muhteşem kâinat nizamı içerisinde yer alan her şey, kendisini yaratan Sanatkârın her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olduğunu vicdanlara haykırmakta, O'nun yüceliğini, mükemmelliğini gözler önüne sermektedir. Gerçekten O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. Asla yersiz ve gereksiz hüküm vermeyen ve hükmüne karşı konulamayan Yüce Yaratıcıdır.
24

Sureler

Mealler