Sureler
Mealler
Önceki
Nûr Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tüm insanlığa hidayetin, dünya ve âhirette kurtuluş, huzur ve saadetin yollarını gösteren bir öğüt ve uyarı olsun diye, Muhammed adındaki bir yetim kuluna hak ile batılı birbirinden ayıran bu Furkân'ı [105] gönderen Allah yüceler yücesi, lütuf ve keremi sınırsız, hayır ve ihsanı bol, muazzam ve muhteşem bir feyiz ve bereket kaynağıdır!
2 Bu Kur'an'ı gönderen Allah öyle bir ilahtır ki, göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca O'na aittir! O insanlardan ya da meleklerden, egemenliğini kendilerine devrettiği veya kendilerine evlat olma şerefi bahşettiği herhangi bir kimse ya da ulûhiyetten pay taşıyan imtiyazlı varlıklar yaratmamış; asla bir çocuk edinmemiştir! Kudret ve egemenliğinde eşi ve ortağı yoktur! Her şeyi yaratan, sonra da yarattığı her şeyi mükemmel bir ölçü ve denge ile düzenleyip takdir eden O'dur!

TEVHİD ve ŞİRK
3 Hâl böyleyken, Allah'ı yegâne yaratıcı olarak kabul eden o müşrikler, O'nun yanı sıra kulluk ve itaate layık gördükleri melekler, cinler, peygamberler, veliler, önderler ve bunları sembolize eden taştan tunçtan heykeller, putlar gibi birtakım düzmece ilâhlar edindiler. Oysa kendileri de çok iyi biliyor ki, tapınıp durdukları o varlıklar bir zerreyi bile yoktan var edemez, kesinlikle bir şey yaratamazlar. Bilakis diğer bütün varlıklar gibi onlar da yüce Allah tarafından yaratılmaktadırlar. O sözde ilâhlar öylesine aciz varlıklardır ki; bırakın o müşriklere fayda vermeyi, kendilerine bile herhangi bir zararı giderme veya fayda verme gücüne sahip değildirler. Ayrıca ne ölüme, ne hayata ve ne de yeniden dirilişe asla hükmedemezler. Allah'ın akıl ve idrak bahşederek yüceltmiş olduğu insan, böyle aciz ve zavallı varlıklara değil, her şeyi yoktan var eden, ölüme ve hayata hükmeden Allah'a kulluk etmeli, yalnızca O'ndan medet ummalı ve O'nun hükümlerine boyun eğmelidir.

KUR'ÂN MUHAMMED'İN SÖZÜ DEĞİLDİR
4 Eşya ve hadiseleri böylesine çarpık bir muhakeme ile değerlendiren inkârcılar, Kur'an âyetleri hakkında da, "Bunlar ancak Muhammed'in uydurduğu ve Allah'a nispet ettiği düzmece sözlerdir; başka birileri de ona bu hususta yardım etmiştir." dediler. Zira Muhammed (s)'in okuduğu bu muhteşem âyetlerin ona ait sözler olmadığını, olamayacağını çok iyi biliyorlardı. Geçmiş kavimler, peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, yaratılış ve ölüm ötesi hayat gibi konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler veren bir kitap beşer sözü olamazdı. Muhammed (s)'e bunları, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği ilim ve hikmet sahibi bir kudret öğretiyor olmalıydı. İşte tam bu noktada, "Evet; Kur'ân bir beşer sözü olamaz, o ancak Allah'ın kelamıdır!" demeleri gerekirken, kibir ve inada kapılarak ahmakça tevillere giriştiler. Kur'ân'ın Hristiyan bir köle yahut esrarengiz bir topluluk tarafından Peygamber'e öğretildiğini iddia ettiler. Böylece, bile bile gerçeği çarpıtarak hem kendilerine hem de Peygamber'e karşı apaçık bir haksızlık yapmış ve hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği çirkin bir iftira ortaya atmış oldular.
5 Ve insafsızca iftiraya devam ederek, "Bu Kur'an, önceki milletlerin dilden dile nakledilen masal ve efsanelerinden başka bir şey değildir. Muhammed okuma yazma bilmediği için onu başkalarına yazdırmış; bu hikâyeler, ezberlesin diye ona gece gündüz okunup duruyor!" dediler.
6 De ki: "Her bir âyeti birer mucize hükmünde olan bu Kur'an'ın bizzat kendisi şahittir ki, onu göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilen Allah göndermiştir. Samimi bir kalple Kur'an'ı incelediğiniz takdirde siz de bunu açıkça göreceksiniz. O halde, kibir ve inadı bırakın ve günahlarınızdan tövbe edip hakka yönelin. Unutmayın ki, Allah, hatasında ısrar etmeyip tövbe eden kullarına karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Kur'ân'a ve Peygamber'e karşı böyle küstahça iftirada bulunanların derhal helak edilmeyişi de, işte bu engin rahmet ve merhamet sayesindedir."

MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER ANLAYIŞI
7 Peygamberlerin gönderilmesindeki amaç ve hikmeti idrak edemeyen inkârcılar, "Bu ne biçim bir peygamber ki," dediler, "Ölümlü bir varlık gibi yiyip içiyor, sıradan insanlar gibi rızkını temin etmek için sokak ve çarşılarda gezip dolaşıyor! O gerçekten peygamber olsaydı, kendisine Allah tarafından bir melek gönderilmeli ve gözlerimizle görebileceğimiz bu melek, ona destek olup onunla birlikte insanları uyarmalı değil miydi?"
8 "Ya da ona gökten bir hazine indirilmeli yahut hiçbir emek harcamadan ürünlerini zahmetsizce devşirip yiyebileceği mucizevî bir bahçeye sahip olmalı değil miydi? Allah'ın Elçisi ve seçkin kulu olduğunu iddia eden birinin, böyle beşerî ihtiyaçlar içinde bulunması olacak şey midir?"

Hak ve hakikati insafsızca tersyüz ederek bizzat kendilerine haksızlık eden bu zalimler, önceki bütün iddialarını çürütecek bir başka iddia ortaya attılar ve Peygamber'in çağrısına gönül veren müminlere, "Siz ancak ilâhlarımızın lânetine uğrayıp büyülenmiş ve bu yüzden aklını yitirmiş bir adamın peşine takılmışsınız!" dediler. Peygamber'e büyülenmiş diyen bu inkârcılar; büyülenmiş bir akıldan Kur'ân gibi emsalsiz bir mucizenin nasıl çıktığını izah edemediler.
9 Ey Peygamber! Allah aşkına hele bir bak; o zalimler gerçeği çarpıtmak için senin hakkında kimi zaman büyücü, kimi zaman büyülenmiş, bazen zeki bir düzenbaz, bazen deli, bazen da şair diyerek nasıl saçma, tutarsız ve anlamsız örnekler getirdiler de, sağlıklı muhakeme yeteneklerini büsbütün kaybederek doğru yoldan saptılar. Bu tavırlarından vazgeçmedikleri sürece de, bir daha asla doğru yola gelemezler.

Demek o kâfirler, gökten indirilen bir hazineye ve mucizevî bir bahçeye sahip olmadığın için sana iman etmiyorlar, öyle mi?
10 Her türlü nimet, lütuf ve bereketin sahibi ve yaratıcısı olan o yüceler yücesi Allah, dilerse sana bu dünyada, inkârcıların sözünü ettiği o hazineden ve bir tek bahçeden çok daha iyisini; ağaçlarının altından ırmaklar akan eşi görülmemiş güzellikte bağlar, bahçeler ve her tarafı altın, gümüş, elmas gibi mücevheratla süslenmiş muhteşem köşkler, saraylar verebilir. Bütün bunları yapmaya Allah'ın elbette gücü yeter. Ancak o, bu dünyanın imtihan yurdu olmasını takdir etmiş ve bu nimetleri, çok daha fazlasıyla âhirette müminlere vereceğini vaad etmiştir.

Kâfirlerin bunca itirazlarının arkasında yatan gerçek sebep şudur:

"YETİŞ EY ÖLÜM, KURTAR BİZİ!"
11 Aslında onlar, kendilerine herhangi bir ahlaki ve insani sınırlama getirmeyen, istedikleri her türlü zulüm, günah ve haksızlığı rahatça yapabilecekleri sorumsuzca bir hayat yaşamak istedikleri için, diriliş ve hesaba çekilme saati olan kıyameti inkâr ediyorlar. Oysa biz, kıyamet saatini ve o saatte gerçekleşecek olan ilahi adaleti inkâr edenlere, alev alev yanan çılgın bir ateş hazırlamışızdır. Öyle ki:
12 Cehennem onları ta uzaktan görünce, zalimler onun kan donduran öfkeli kükreyişini ve harıl harıl yanarken çıkardığı korkunç uğultusunu işitecekler. Bu dehşet verici manzara karşısında, korku ve pişmanlıkla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacaklar.
13 Elleri boyunlarına zincirlerle bağlanmış bir hâlde cehennemin daracık bir yerine, üst üste yığıldıkları bir ateş çukuruna veya insanı mengene gibi sıkıp bunaltan daracık bir hücresine atıldıkları zaman, işte tam o sırada, "Yetiş ey ölüm, kurtar bizi bu azaptan!" diyerek ölümü çağıracaklar. Bunun üzerine, cehennem zebanileri onlara seslenecek:
14 "Bugün bir ölümü değil; çok, daha çok ölümleri çağırın! Bundan sonra öyle şiddetli azaba uğrayacaksınız ki, bir kez değil, binlerce kez ölmeyi, yok olup kurtulmayı isteyeceksiniz. Fakat ölüm imdadınıza yetişemeyecek; yanıp kavrulan vücudunuz her defasında yeniden yaratılacak ve bu azap sonsuza dek böyle sürüp gidecek!"
15 O hâlde, adım adım bu feci akıbete yaklaşmakta olan kâfirleri uyararak de ki:

"Şimdi söyleyin bakalım; zalimleri bekleyen bu korkunç son mu daha iyi, yoksa kötülükten sakınanlara vaad edilen ebedî cennet nimetleri mi? Ki o cennet, onların güzel davranışlarının ödülü ve zorlu hayat yolculuklarını muhteşem bir finalle noktalayan son durağı olacaktır.
16 Arzuladıkları her şey, orada ebedî olarak onların olacaktır. Bu, Rabb'inin bizzat söz verip taahhüt ettiği ve mutlaka yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.

İnkârcılara gelince:

MÜŞRİKLER İLAHLARIYLA YÜZLEŞTİRİLİYOR
17 O gün Rabb'in onları ve Allah'ın yanı sıra meleklerden, peygamberlerden, azizlerden kulluk ettikleri kimseleri yargılamak üzere huzurunda bir araya getirip yüzleştirecek ve ilâhlık yakıştırdıkları o kişilere soracak:

"Siz mi benim bu kullarımı yoldan çıkardınız; yoksa kendileri mi doğru yoldan saptılar? Sizi yüceltip ilahlaştırmalarını onlara siz mi emrettiniz, yoksa bu gibi bâtıl inançları onlar mı uydurup size nispet ettiler?"
18 Onlar da, "Seni her türlü kusur ve noksanlıktan tenzih ederiz ya Rab, kulluk ve ibadete lâyık olan yalnızca sensin!" diye cevap verecekler, "Senden başka hükmüne boyun eğilecek otoriteler, sığınılacak dostlar edinmek haddimiz değilken, nasıl olur da insanlara, "Bize de kulluk edin, bizi de tanrı bilin!" diyebiliriz? Biz onlara böyle şeyler emretmedik. Fakat sen onlara ve şirki miras aldıkları atalarına dünya nimetlerini bolca tattırdın. Onlar da refah ve zenginliğe daldıkça şımarıp küstahlaştılar. Bahşettiğin nimetlere şükredip sana kulluk edecekleri yerde, gönderdiğin kitabı ve kitapta yer alan öğüt ve uyarıları gözardı ederek unuttular ve böylece, cezayı hak eden yozlaşmış bir toplum hâline geldiler."
19 Bunun üzerine Allah kâfirlere seslenerek, "İşte görüyorsunuz ya," diyecek, "Tanrı yerine koyduğunuz kimseler, ileri sürdüğünüz bütün iddialarınızın yalan olduğunu ortaya koydular. Artık ne başınıza gelecek azabı geri çevirmeye, ne de sizi azaptan kurtaracak bir yardımcı bulmaya gücünüz yeter."

O hâlde, dinleyin ey insanlar! Sizden kim günah işleyerek yahut kendisine veya başkasına haksızlık ederek zulmeder ve özellikle de zulümlerin en büyüğü olan şirk günahını işleyip bu hâl üzere huzurumuza gelirse, ona cehennemde büyük bir azap tattıracağız!

İNKÂRCILARIN İNKÂR BAHANELERİ

Ey Peygamber! Bir kimsenin peygamber olarak gönderilmesi için insanüstü ve ölümsüz bir varlık olması gerektiğini iddia eden, bu yüzden de sıradan insanlar gibi çarşı pazarda gezip dolaşan, yiyip içen fani insan olduğun için senin peygamberliğini reddeden müşrikler şunu iyi bilsinler ki:
20 Biz senden önce de melekleri değil, ancak senin gibi yiyip içen ve çarşı pazarda gezip dolaşan insanları peygamber olarak gönderdik. Zira insanoğluna rehberlik ve önderlik edecek olan birinin de yine insan olması ilahi hikmet ve adaletin gereğidir. Bunun içindir ki, sizin içinizden, tıpkı sizin gibi yiyip içen fani insanları elçi olarak gönderiyoruz. Ayrıca, kulluk ve ibadet konusunda sabır ve sebat gösterebilecek misiniz diye, peygamberleri ve onların yolunu izleyen müminleri hakkı tebliğ etmek ve zulme karşı mücadele etmekle görevlendiriyor, böylece bir kısmınızı diğerleriyle imtihan ediyoruz. Ey Peygamber! Bu imtihanda karşılaştığın zorluklardan dolayı üzülme, yılgınlığa kapılma. Unutma ki, Rabb'in her şeyi görmektedir. O'nun yolunda gösterdiğin samimiyet ve bağlılığın mükâfatını sana tam olarak verecek, zalimleri de hak ettikleri şekilde mutlaka cezalandıracaktır.
21 Hal böyleyken, yaptıklarının hesabını vermek üzere Hesap Günü bize kavuşacaklarını hiç ummayan ve ilahi adaletin gerçekleşmeyeceğini zanneden o inkârcılar, "Allah madem inanmamızı istiyor, o hâlde bize neden istediğimiz her türlü mucizeyi gösterecek melekler gönderilmiyor yahut neden Rabb'imizi gözlerimizle görmüyoruz?" diyorlar. Oysa göklerde ve yerde Allah'ın varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren sayısız mucizeler vardır. Ama inkârcılar bunları görmek istemez, imtihan hikmetini göz ardı ederek akıl ve iradelerini iptal edecek başka mucizeler isterler. Doğrusu onlar, sıradan bir kul olmayı içlerine sindiremeyerek içten içe kibirleniyor, her biri birer peygamber makamına yükselmedikçe iman etmeyeceklerini ima ederek büyük bir küstahlıkta bulunuyorlar. Bu yüzden melekleri görmedikçe iman etmeyeceklerini söylüyorlar. Gerçi istedikleri olacak ve günün birinde melekleri de karşılarında bulacaklar:
22 Fakat melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara sevindirici bir haber, bir müjde verilmeyecektir. Tam tersine, korkunç görünümlü ölüm melekleri kâfirlerin canlarını alırken, onlara, "Artık sevinç ve mutluluk size ebediyen yasaktır, yasak!" diyecekler. Yahut kâfirler, canlarını almaya gelen meleklere, "Bizden uzak durun; ne olur dokunmayın, dokunmayın!" diye yalvaracaklar. Dünya hayatında yapmış oldukları sözde iyilikler, riyakârca ibadetler de onları kurtaramayacak:
23 Onların iman ve samimiyet temeline dayanmayan bütün iyi amellerini çiğneyip sağa sola saçılan toz zerrelerine çevireceğiz.

İman edip salih amel işleyenlere gelince:
24 O gün cennetliklerin yerleşecekleri yurt muhteşem, safa sürecekleri makam harika olacaktır.

MAHŞER GÜNÜ KÂFİRİN PİŞMANLIĞI
25 Göğün kozmik patlamayı tetikleyen bir sis bulutu ile yarılıp parçalanacağı ve meleklerin birbiri ardınca mahşer alanına indirileceği gün;
26 O gün kulların tercih ve iradeleri ellerinden alınacak ve gerçek hükümranlık, tamamen ve yalnızca Rahman'ın olacaktır. İnsanoğluna imtihan için ödünç verilmiş olan her türlü yetki, güç ve saltanat, o gün hesabı sorulmak üzere geri alınacaktır. İnkârcıların hayal ve tasavvur dünyalarında kendilerine egemenlik ve tasarruf yetkisi atfettikleri melek, peygamber, aziz gibi varlıkların ilahi egemenlikten hiç şekilde pay sahibi olmadıkları görülecektir. Dünya hayatında sahip oldukları kudret ve saltanat ile küstahça kibirlenen zalimlerin, gerçekte ne kadar zayıf ve aciz oldukları o gün anlaşılacak ve hâkimiyetin yalnızca Allah'a ait olduğu gerçeği apaçık ortaya çıkacaktır. Ve o gün, kâfirler için gerçekten pek zorlu, pek çetin bir gün olacaktır. Öyle ki:
27 Dünya hayatında Allah'ın mesajını inkâr etmek, günah işlemek, zulüm ve kötülük yapmak suretiyle hem kendisine hem de insanlara zulmetmiş olan kişi, o gün utanç, üzüntü ve pişmanlıktan ellerini ısırarak şöyle feryat edecek: "Ah ne olurdu; keşke Peygamber'le aynı yolu tutmuş ve onun gösterdiği yolu izlemiş olsaydım!"
28 "Yazıklar olsun bana; keşke filancayı kendime dost edinmeseydim, keşke onun yaldızlı sözlerine kanmasaydım!"
29 "Hikmetli öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur'an tam da bana ulaşmışken, türlü vesveselerle aklımı çelerek; bazen nefsani duygularımı azdırarak, kimi zaman suret-i haktan görünüp Allah'ın adını kullanarak beni nasıl da ondan saptırdı!"

İşte böyle dost görünerek insana yaklaşan ve onu türlü vaadlerle Kur'an'dan uzaklaştırıp inkâra, şirke, zulme yönlendiren kişi kelimenin tam anlamıyla şeytandır ve şeytan, amelleriyle yüzleşeceği en zor anında insanı işte böyle yapayalnız, çaresiz ve yüzüstü bırakır.

PEYGAMBER'İN ŞİKÂYETİ
30 Derken, Peygamber veya onun yolunu izleyerek insanları hak dine çağıran İslâm davetçisi, "Ey Rabb'im!" diyecek, "Benim halkım bu Kur'an'ı terk edilmiş bir hâlde bıraktı! Ben onlara senin mesajını tebliğ ettim ama onlar, Kur'an'ın bu çağda geçerliliğini yitirmiş bir çöl kanunu, çağdışı bir kitap olduğunu ileri sürerek onu inkâr ettiler. Bazıları bu kitaba iman ettiğini söylediği hâlde onunla hiç ilgilenmeyip onu tozlu raflarda çürümeye terk etti. Bazıları onu anlamak ve yaşamak için değil, belli törenlerde adet yerini bulsun diye okumayı âdet hâline getirdi. Kur'an'a görünüşte büyük saygı gösterdiler; ama onun yerine başka eserleri "her derde deva" başucu kitabı hâline getirerek senin kitabını ikinci plana attılar. Kimileri onu, üzerinde bilimsel çalışmalar yapılacak akademik malzemeden, arkeolojik metinlerden ibaret gördü. Senin kitabına hak ettiği değeri vermeyen, onu dünya ve âhiret saadeti için yegâne kurtuluş reçetesi olarak benimsemeyen, onu anlamak ve hayatın her alanında uygulamak amacıyla okumayan, her ne sebeple olursa olsun onu hayatın dışına iten; onun hükümlerini red ve inkâr eden insanların yaptıklarından sana şikâyetçiyim ya Rab!"
31 Ey Peygamber! Kur'an'a karşı düşmanca tavır gösteren, ona hak ettiği değer ve önemi vermeyen o zalimlerin yaptıklarından dolayı üzülme, ümit ve cesaretini kaybetme! Biz sadece sana değil, senden önceki her peygambere, ilâhî buyruklara karşı gelerek suç işleyen insanları ve cinleri böyle düşmanlar kıldık. Hak ve hakikati dile getirip de zalimlerin düşmanlığına ve saldırısına maruz kalmayan bir tek peygamber, bir tek İslam davetçisi yoktur. Kur'an'da yer yer anlattığımız peygamber kıssalarında gördüğün gibi, ne zaman bir peygamber veya onun yolunu izleyen bir davetçi insanlara ilahi mesajı tebliğ ettiyse, o toplumun azgın liderleri öfke ve nefretle onun karşısına dikilmiş ve onun mesajını etkisiz kılmak için tüm güçleriyle savaşmışlardır. Elbette senin devrindeki zalimler de aynı düşmanlığı göstereceklerdir. Ama sen mahzun olma; korku ve yılgınlığa kapılma; hiç yılmadan mücadelene devam et! Onların zulüm ve entrikalarına karşı yol gösterici olarak da, yardımcı olarak da Rabb'in sana yeter!

KUR'ÂN PARÇA PARÇA İNDİRİLMESİNİN HİKMETİ
32 İnkâr edenler, sırf inkârlarına bahane olsun diye, "Muhammed mademki peygamber olduğunu iddia ediyor, o hâlde Kur'an ona parça parça değil de toptan bir defada indirilmeli değil miydi? Eğer o Allah kelamı olsaydı, bu kadar uzun bir süreç içerisinde böyle parça parça, taksit taksit indirilir miydi?" dediler. Ey Peygamber, sen onların sözlerine itibar etme! Kur'an'ın tamamını bir defada indirmeye bizim elbette gücümüz yeter. Ama bu, aşama aşama eğitip olgunlaştırmayı hedefleyen eğitim metodumuza uygun düşmezdi. Biz onunla imanını sürekli canlı ve taze tutarak yüreğini pekiştirelim diye Kur'an'ı böyle âyet âyet, sûre sûre indiriyor ve onu belli bir düzen içinde, tutarlı ve uyumlu bir bütün oluşturacak şekilde tane tane, ağır ağır, sindire sindire sana okutuyoruz.

وَلَا يَاْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يرًاۜ ﴿٣٣﴾
33 O inkârcılar, bâtıl iddialarını ispatlamak amacıyla sana ne zaman bir misal getirseler, biz mutlaka o meselenin içyüzünü ifade eden gerçeği ve yapılması gereken en güzel açıklamayı ortaya koyuyoruz. İnkârcıların öne sürdükleri bütün itirazlar, ortaya attıkları bütün şüphe ve iddialar, en güzel biçimiyle yine bu Kur'an'da cevabını bulmuştur; yeter ki, insanlar Kur'an'ın çağrısına gerektiği gibi kulak versinler ve akıllarını kullanarak, dürüst ve samimi bir yaklaşımla onu okuyup anlamaya çalışsınlar. O hâlde, müminler Kur'an dışında hikmet arayışında bulunmamalı, her konuda olduğu gibi tebliğ ve irşad konusunda da kendilerine Kur'an'ı rehber edinmelidirler.

Eğer bütün bunlara rağmen inkârcılar yine de inat edip haktan yüz çevirecek olurlarsa, o zaman şunu iyi bilsinler ki:
34 Mahşer Günü elleri ayakları kelepçelenmiş bir halde, yüzüstü cehenneme sürülecek olanlar… İşte onlar, hem insani ve ahlaki değerler ve hem de âhiretteki manevi dereceler bakımından en aşağılık, en kötü yerde bulunan ve Allah'ın varlığını, birliğini, insan hayatı üzerindeki mutlak egemenliğini, gönderdiği kitap ve peygamberleri, âhireti ve ilahi adaleti inkâr ederek yozlaşmış, böylece erdemlilik, dürüstlük, hak, adalet gibi değerleri yitirerek doğru yoldan tam anlamıyla sapmış olan kimselerdir. Oysa insanlık tarihini ibret nazarıyla incelemiş olsalardı, Peygamber'in mesajından yüz çevirip vahiyden uzaklaşan toplumları nasıl bir akıbetin beklediğini göreceklerdi:

TARİHTEN İBRET TABLOLARI
35 Doğrusu biz Musa'ya, daha sonraki çağlarda Tevrat adıyla anılacak olan kitabın ilk bölümlerini vermiş ve kendisi gibi peygamber yaptığımız kardeşi Harun'u, Firavun ve kavmini hakka davet etme görevinde ona yardımcı kılmıştık.
36 Sonra da onlara, "Yusuf Peygamber'in uzun yıllar önce tebliğ etmiş olduğu âyetlerimizi yalanlayan şu topluma gidin ve onları hakka davet edin!" demiştik. Fakat Firavun ve halkı zulüm ve inkârda direttiler; biz de onları denize batırıp tümüyle helak ettik!
37 Nuh kavmini de, Nuh'u inkâr etmek suretiyle onun şahsında bütün peygamberleri yalanladıkları için müthiş bir tufan ile sulara batırıp boğduk ve onları, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa inkârın ve zulmün feci akıbetini hatırlatan bir ibret belgesi yaptık.

Ayrıca o zalimlere, âhirette can yakıcı bir azap hazırladık.
38 Ad kavmini, Semud kavmini Ress halkını ve bu sayılanlar arasında gelip geçen daha nice ülkeleri, medeniyetleri ve nesilleri zulüm ve inkârları sebebiyle cezalandırdık. Bu toplumların isimleri, nerede ve ne zaman yaşadıkları önemli değildir; önemli olan, ilahi mesajı yalanlayıp bu yüzden helak edilmiş olmalarıdır.
39 Biz onların her birine elçilerimiz aracılığıyla hak ve hakikati apaçık ortaya koyan misaller verdik ve kendilerini bekleyen azaba karşı onları uyardık. Fakat onlar uyarılarımızı hiçe saydılar; biz de hepsini yerle bir ettik.
40 Fakat Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arap müşrikleri, helak edilmiş olan bu toplumların halinden ibret almadılar ve bile bile mesajımızı yalanladılar. Oysa onlar, kendilerinden önce azap yağmuruna tutulan o şehirlerin harabeleri yanından kervanlarla birçok defalar geçmişlerdi. Peki, ticaret yollarının üzerinde bulunan bu şehirlerin ibret verici hâlini görüp kendilerini de aynı akıbetin beklediğini hiç düşünmediler mi? Hayır; aslında onlar, ilahi adaletin gerçekleşeceğini beklemiyor, ölümden sonra dirilişi hiç ummuyorlar. İşte yaptıkları bütün kötülüklerin, ahlâksızlıkların asıl sebebi budur.

"ALLAH ELÇİ OLARAK BUNU MU GÖNDERDİ?"
41 Ey Peygamber! İnkârcılar seni her türlü kibir, şaşaa ve gösterişten uzak; orta halli, mütevazı ve sıradan bir kul olarak görünce alaya alıyor ve diyorlar ki: "Bu muymuş Allah'ın bize elçi olarak seçip gönderdiği adam? Bizim gibi soylu, zengin ve güçlü adamlar dururken, Allah bula bula bu yetim Muhammed'i mi peygamber olarak gönderdi?"
42 "Bu adam, âyet diye okuduğu o çarpıcı sözlerle aklımızı ve gönlümüzü öylesine derinden etkiledi ki, eğer putlarımıza ve putların sembolize ettiği inanç ve hayat tarzımıza bağlılık konusunda inatla direnip kararlılık göstermemiş olsaydık, az kalsın bizi tanrılarımızdan uzaklaştırıp saptıracaktı!"

Ey Peygamber, o zalimlerin incitici sözleri seni üzmesin! Onlar yakında azabı gördüklerinde, kimin doğru yoldan sapmış olduğunu çok iyi anlayacaklar.

ARZULARINI İLÂH EDİNENLER
43 Arzu ve tutkularını kendisine ilâh edinen kişinin içler acısı hâline bir baksana! Zevklerini, çıkarlarını, ihtiraslarını hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek bunları kendisine tanrı edinen kimsenin ne kadar zavallı, ne kadar aşağılık hâle geldiğini görüyorsun değil mi? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Onun inkârından sen mi sorumlu olacaksın? Ve yaptıklarının cezasını çekmek üzere cehenneme gireceği zaman onu ebedî azaptan sen mi kurtaracaksın?
44 Yoksa sen ey Peygamber, o kâfirlerden çoğunun öğüt ve uyarıları insaf ve aklıselim ile dinlediklerini yahut anlattığın gerçekler üzerinde sağlıklı bir şekilde düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır; hak ve hakikati idrak edememeleri bakımından tıpkı hayvan gibidir onlar; hatta takındıkları tavır ve izledikleri yol bakımından daha zavallı, daha şaşkın bir hâldedirler.

Oysa kâinatın her zerresinde, Kur'an'ın anlattığı hakikati başka bir dille ifade eden nice işaretler, nice deliler vardır:

EVRENDEKİ MUCİZELER
45 Rabb'inin sonsuz kudret ve ilmini gözler önüne seren muhteşem yaratılış mucizelerine bir baksana: O, tüm varlığa egemen kıldığı şaşmaz bir düzen ve ölçü içinde gölgeyi nasıl günün belli saatlerinde kısaltıyor, belli saatlerinde uzatıyor? Ve bu sistematik hareket, en ufak bir aksamaya uğramaksızın nasıl öylece sürüp gidiyor? Eğer Allah dileseydi, kâinatı durağan bir hâlde yaratarak gölgeyi hareketsiz kılardı. Böylece yeryüzünün bir tarafı sürekli gece ve soğuk, diğer tarafı sürekli gündüz ve sıcak olurdu ki, o zaman orada yaşama imkânı bulamazdınız.

Ayrıca biz, gölgenin varlığını güneş ışığına bağlı kılarak ve güneş ışınlarının yeryüzü ile oluşturduğu açı ile gölgenin uzunluğu arasında matematiksel bir oran var ederek güneşi gölgeye delil ve alamet kılmışızdır. Bu da kâinatın mükemmel bir düzen üzere yaratıldığını, orada asla tesadüf, karmaşa ve adaletsizliğe yer olmadığını gösteren apaçık işaretlerden biridir.
46 Güneş doğarken upuzun olan o gölgeyi, daha sonra güneşin yükselmesiyle birlikte, ani ısı değişikliği sebebiyle canlılara zarar vermesin diye azar azar kısaltmakta, yavaş yavaş kendimize [106] doğru çekmekteyiz.
47 O Allah ki, sizin için geceyi huzur ve sükûnet veren bir örtü, uykuyu ise yorgun düşmüş ruh ve bedenlere adeta yeniden hayat bahşeden bir dinlenme vesilesi kılmıştır. Gündüzü de, yeryüzüne yayılıp çalışma ve rızık temin etme vakti olarak belirlemiştir.
48 Rüzgârları, sınırsız lütuf ve rahmetinin önünde bolluk ve bereket kaynağı olan yağmurun müjdeleyicisi olarak gönderen ve böylece sizin için gökten tertemiz su indiren O'dur.
49 Ki onunla, bitki örtüsü kurumuş olan ölü toprağa yemyeşil bitkilerle yeniden hayat verelim ve ayrıca, yarattığımız nice hayvanları ve insanları, kana kana içebilecekleri tertemiz ve tatlı suya kavuşturalım.

TEBLİĞCİYE ÖĞÜTLER
50 Gerçekten biz, hak ve hakikati apaçık ortaya koyan muhteşem bir kitap gönderdik ve onu insanlar arasında böyle çeşitli misallerle akıl ve vicdanlarını harekete geçirecek şekilde açıkladık [107] ki, âyetlerimiz üzerinde düşünüp öğüt alsınlar. Fakat insanların çoğu, öğüt ve uyarılarımızdan yüz çevirerek nankörlükte diretmektedir.
51 Ey Peygamber! Eğer dileseydik, her şehre ayrı bir uyarıcı peygamber elbette gönderebilirdik. Fakat hikmetimiz gereğince, insanları birbirine kaynaştırmak ve bir bütün haline getirmek için sadece merkezî konumdaki bölgelere peygamberler gönderdik. Seni de Son Elçi olarak seçtik ve kıyamete kadar tüm insanlığın önderi ve rehberi kıldık. Senin mesajın Mekke'den dalga dalga tüm dünyaya yayılacak ve senden sonra Müslümanlar bu görevi üstlenerek Kur'an mesajını her şehre, her ülkeye, her topluma adım adım yayacaklardır.
52 Öyleyse, ey Peygamber, omuzlarındaki büyük sorumluluğun daima bilincinde ol ve sakın o inkârcılara boyun eğme! Onların baskı ve eziyetlerine karşı Rabb'ine tevekkül et, O'na dayan, O'na güven ve onlara karşı bütün gücünü toparlayarak bu Kur'an ile büyük bir cihat hamlesi başlat. İslam'ın hayata hâkimiyeti için doğrudan doğruya Kur'an'dan beslenerek ve yalnızca ondan ilham alarak geniş çaplı bir tebliğ ve irşat faaliyetine giriş. Bütün imkân ve fırsatları değerlendirerek elinle, dilinle, kaleminle, malınla ve canınla kâfirlere ve zalimlere karşı her cephede mücadele et.

İLÂHÎ NİMETLER ve NİMETLERE KARŞI NANKÖRLÜK EDENLER
53 O Allah ki, biri tatlı ve içilebilir, diğeriyse tuzlu ve acı olan iki su kütlesini birbirine temas edecek şekilde salıvermiş, fakat ikisinin arasına gözle görülmeyen bir perde, birbirlerine karışmalarını önleyen aşılmaz bir engel koymuştur. Bu yüzdendir ki, bazı deniz ve okyanuslarda yan yana, iç içe bulunan tatlı ve tuzlu sular, yoğunluklarının farklılığından kaynaklanan manyetik çekim alanı sebebiyle birbirlerine karışmazlar (Neml, 27/61; Fâtır, 35/12; Rahman, 55/19-22).

Ayrıca, göl ve akarsularda bulunan tatlı sular sürekli denizlere, okyanuslara akar ve oradan buharlaşarak kar ve yağmur şeklinde tekrar derelere, ırmaklara dökülür. Ama buna rağmen, tatlı ve tuzlu sular asla birbirine karışmaz. Yani deniz ve okyanuslardaki sular tuzlu ve acı olma özelliğini; insan için hayati öneme sahip olan göller, ırmaklar, pınarlar ve yeraltı suları da tatlı ve içilebilir olma özelliğini asla kaybetmezler.

İşte yeryüzündeki bu mükemmel sistem, kâinatta asla düzensizliğe ve başıbozukluğa yer olmadığını; Allah'ın her şeyi hak ve adalet üzere yarattığını; tatlı ve tuzlu suların birbirine karışmasını engellediği gibi, kötülük ile iyiliği, zulüm ile adaleti, inkâr ile imanı bir tutmayacağını, yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığını mutlaka vereceğini göstermektedir.
54 O Allah ki, meni denilen bir damla sudan insanı yaratmış ve ona, toplumsal dayanışmayı, yardımlaşmayı, birlik ve beraberliği sağlaması için kan bağı yoluyla akrabalık ve evlilik yoluyla hısımlık bahşetmiştir. Hiç şüphe yok ki, Rabb'inin her şeye gücü yeter.
55 Böyle iken, Allah'ı yegâne yaratıcı ve en büyük ilah kabul eden o inkârcılar, Allah'ın yanı sıra, kendilerine herhangi bir fayda veya zarar veremeyecek kadar aciz ve zavallı olan taştan tunçtan putlar ve putlaştırılmış liderler gibi varlıklara kulluk ediyorlar. Böylece, onlar aracılığıyla Allah'a yakınlaştıklarını sanıyorlar. Oysa Allah'tan başkasına taparak yahut birtakım varlıkları mutlak itaat makamına yücelterek kâfir olan kişi, —bunu Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapıyor olsa bile— gerçekte Rabb'ine isyan etmektedir.

TEBLİĞCİNİN GÖREVLERİ
56 Ey Muhammed! Biz seni ancak ve ancak, rahmetimizi müjdeleyici ve azabımıza karşı uyarıcı olarak gönderdik.
57 Öyleyse onlara de ki: "Sizlere tebliğ etmiş olduğum bu Kur'an'a uyanları dünyada ve ahirette başarı, zafer ve kurtuluş ile müjdeliyor; onu inkâr edenleri ise ilahi azap ile uyarıyorum. Bu yaptığım davet ve uyarı karşılığında, sizden herhangi bir karşılık, bir mükâfat beklemiyorum; ben yalnızca, inat ve önyargılardan sıyrılıp Rabb'inin dosdoğru yoluna girmeyi benimseyen kimseler olmanızı istiyorum."
58 Ve bu zorlu mücadelende karşına çıkabilecek engellere ve tehlikelere karşı, daima diri ve hayatın biricik kaynağı olan o Hayat Sahibi'ne, o asla ölmeyecek ve ölmesi düşünülemeyecek olan Allah'a güven. En içten minnet ve şükran duygularıyla Rabb'ine bağlanarak O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini hem kendi iç dünyanda hissederek hem başkalarına tebliğ ederek övgüyle an! Unutma ki, kullarının bütün günahlarından haberdar olan sonsuz ilim, hikmet ve adalet sahibi bir kudret olarak, sana da onlara da Allah yeter! O kimlerin neler yaptığını çok iyi bilmektedir ve herkese yaptıklarının karşılığını muhakkak verecektir. Öyle ki:
59 Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunan bütün varlıkları her biri milyonlarca yıl süren altı günde yaratan, fakat sonra bir kenara çekilip mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan; aksine, gerek tabiat kanunları, gerekse inanç, hukuk ve ahlâk kurallarıyla ilgili bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtı'na oturan O'dur; O sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. Eğer hakikati en doğru kaynaktan, en doğru şekilde öğrenmek istiyorsan, onu her şeyden haberdar olan Allah'a sor!
60 Ne var ki, inkâra şartlanmış olanlar bu gerçekleri anlamak istemezler. Onlara, "Sınırsız rahmet, şefkat ve merhametiyle tüm varlıkları kuşatan Rahmân'a yürekten boyun eğin ve yalnızca O'na secde edin!" denildiği zaman, tüm mahlûkata karşı sevgi, şefkat ve merhameti temel prensip edinen bir dinin, zulüm ve zorbalığa dayalı sistemlerini altüst edeceğini bildiklerinden, "Rahmân da neymiş? Bu söylediğin şeye hiç secde eder miyiz?" derler ve bu küstahça davranışları, kalplerinin iyice katılaşıp haktan büsbütün uzaklaşmalarına sebep olur. Hem de, Rahmân'ın mûcizelerini her an her yerde gördükleri hâlde:

İLÂHÎ KUDRETİN DELİLLERİ
61 Gökyüzünü yıldız kümeleriyle donatan ve oraya bir kandil gibi ışık saçan bir Güneş ve o kandilden yayılan ışığı yansıtan aydınlatıcı bir Ay yerleştiren Allah lütuf ve keremi sınırsız, hayır ve ihsanı bol, muazzam ve muhteşem bir feyiz ve bereket kaynağıdır!
62 O Allah ki, düşünüp öğüt almak ve [108] bahşettiği bunca nimetlere karşılık O'na şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzün mükemmel bir sistem hâlinde birbiri ardınca gelmesini sağlamıştır.

Bütün bu ayetleri düşünüp öğüt alan, şükür ve minnet duygularıyla Rablerine kulluk edenler, şu üstün ahlaki özelliklere sahip olan kimselerdir:

RAHMÂN'IN HAS KULLARI
63 O Rahman'ın kulları ki, yeryüzünde zorba ve çalımlı bir edayla değil, engin bir vakar ve tevazu ile yürürler. İnsanlara karşı son derece merhametli, saygılı ve alçakgönüllü davranırlar. Rablerinin emirlerini tanımayan, ahlaki sınırları gözetmeyen cahiller kendilerine sataştığı zaman, onların seviyesine düşmeden onurlu ve efendice bir tavırla karşılık vererek, "Selâmetle!" deyip geçerler.
64 Onlar ki, Rablerinin hoşnutluğunu kazanmak için gece vakitlerinde namaz için secdeye kapanarak ve kıyama durarak ibadet ederler. Bütün ibadet ve iyiliklerine rağmen, "Allah'ın özel ve ayrıcalıklı kulları" oldukları ve cehennem azabının kendilerine dokunmayacağı şeklinde boş bir inanca, aptalca bir gurura kapılmazlar:
65 Onlar ki, imtihanı kaybetme endişesini daima yüreklerinde hissederek, "Ey Rabb'imiz!" diye yalvarırlar, "Sana hakkıyla kulluk edemedik; günah ve kusurlarımızı bağışla, kıyamet günü cehennem azabını bizden uzak tut! Gerçekten onun azabı, insanın yakasına bir yapıştı mı bir daha bırakmayan ebedî ve korkunç bir azaptır."
66 Gerçekten o ne kötü bir yurt, ne kötü bir konaklama yeridir!
67 Onlar ki, mallarını Allah yolunda veya başka herhangi bir iş için harcayacakları zaman ne kendilerini ve ailelerini muhtaç duruma düşürecek şekilde savurganlık yaparlar, ne de mala mülke aşırı bir tutkuyla bağlanıp cimrilik ederler; onların harcamaları, bu ikisi arasında ölçülü ve dengelidir.
68 Onlar ki, sadece Allah'a boyun eğer, ancak O'nun emir ve yasaklarını hayat ölçüsü edinirler; Allah'ın yanı sıra başka bir ilaha kulluk etmezler. Cinayet, ırza tecavüz, yol kesme gibi ölüm cezasını gerektiren suç işleyenlerin meşru hukuk otoritesi tarafından cezalandırılması veya meşru müdafaa gibi haklı bir gerekçeye dayanmadıkça, Allah'ın kutsal ve dokunulmaz ilan ettiği masum bir cana kıymazlar. Ve bir de, evlilik dışı veya sapıkça ilişkilere asla yönelmezler. Zira çok iyi bilirler ki, her kim bunları yapacak olursa, günahının acı neticesi ile mutlaka yüzleşecektir! Şöyle ki:
69 Bütün iyilik ve kötülüklerin hesabının görüleceği Diriliş Günü, işlediği çeşit çeşit, kat kat günahlar karşılığında ona kat kat azap edilecek ve orada, aşağılanmış bir hâlde sonsuza dek azap içinde kalacaktır.
70 Ancak kötülüklerden vazgeçip tövbe eden, Allah'ın âyetlerine yürekten inanan ve bu inancın gereği olarak iyi ve yararlı işler yapanlar bunun dışındadır. Allah böyle kimselere tertemiz bir hayat nasip etmek suretiyle onların kötülüklerini iyiliklere dönüştürecektir. Ayrıca samimi olarak tövbe edip terk ettikleri her bir günah sebebiyle onlara fazladan bir sevap verecektir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
71 Evet; her kim inkâr, şirk, zulüm gibi günahlardan vazgeçip içtenlikle tövbe eder ve güzelce iman edip imanına yaraşır güzel davranışlar ortaya koyarsa, muhakkak o, tövbesi kabul edilmiş bir hâlde Allah'a dönecektir.
72 Onlar ki, yakın dost ve akrabalarının cezalandırılması söz konusu olsa bile, asla yalancı şahitlik yapmazlar ve zulme, yalana, iftiraya seyirci kalmazlar. Boş ve yararsız işlerle uğraşan kimselerle karşılaştıklarında, onları imana ve hayırlı işlere yönlendirmeye çalışırlar. Bunu yapamadıkları takdirde ise, Müslüman'a yakışan ağırbaşlı,  edepli ve onurlu bir tavırla oradan uzaklaşırlar.
73 Onlar ki, Rab'lerinin âyetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman, inkârcıların yaptığı gibi anlamsız bir gurur ve kibre kapılmaz, bu âyetlere karşı kör ve sağırmış gibi davranmazlar. Kendilerini günah ve kötülüklere karşı uyarıp kulluk ve hidayete davet eden âyetler onlara okunduğu zaman, inat ve batıl önyargılarla uyarılara kulak tıkamazlar. Kur'an'ı okurken veya bir başkasından dinlerken Allah'ın âyetlerini doğru anlayıp doğru değerlendirmeye çalışır, onun mesajı üzerinde düşünüp öğüt ve ibret alırlar. Âyetlerin anlamları üzerinde hiç durmadan, sanki kör veya sağırmış gibi onları öylesine okuyup geçmezler.
74 Onlar ki, "Ey yüce Rabb'imiz! Bize, yüzümüzü güldürecek, gözümüzün aydınlığı olacak tertemiz eşler ve çocuklar bahşet ve bizi kötülüklerden sakınan kimselere kulluk görevini yerine getirme, iyilik ve güzellikleri yaşama ve yaygınlaştırma konusunda örneklik ederek yepyeni çığırlar açan, hayır yarışında en önde giden önderler, öncüler ve imamlar kıl!" diye yalvarırlar.
75 İşte onlar, Allah yolunda giriştikleri çetin mücadelede güçlüklere cesaretle göğüs gererek sabretmelerinin karşılığı olarak, cennette harikulâde nimetlerle donatılmış muhteşem saraylarla, köşklerle ödüllendirilecek ve orada melekler tarafından, "Sonsuz mutluluk yurduna hoş geldiniz, ne mutlu sizlere!" denilerek ebedî huzur, sağlık ve esenlik müjdeleriyle karşılanacaklar.
76 Ve orada, sonsuza dek huzur, esenlik ve saadet içinde yaşayıp gidecekler.  Evet; bu ne güzel bir yurt, ne üstün bir makamdır!

DUANIZ OLMASA!
77 Ey Peygamber! İslâm'ın temel ilkesi, kulluk ve ibadetin özü ve esası olan duanın önemini bildirmek üzere de ki: "Ey insanlar! Sizler Rabb'inize kulluk edip O'nun emir ve yasaklarına harfiyen riayet etmediğiniz sürece asla kurtuluşa eremez, gerçek anlamda şeref ve üstünlüğe nail olamazsınız. Öyle ya, sizin Allah'a kulluk ve ibadetiniz ve bu ibadetin ruhu, özü ve esası olan duanız olmasa, Rabb'im size ne değer verir ki?"

Fakat siz ey inkârcılar; Allah'a kulluk ve ibadeti reddederek O'nun âyetlerini yalanladınız. Şu hâlde, artık dünya ve âhirette felaketler, yıkımlar, bela ve musibetler sizin için kaçınılmaz olmuştur ve bir tek Allah'a kul olmadığınız sürece, ilâhî gazap asla yakanızı bırakmayacaktır!
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ 1
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً 2
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتاً وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُوراً 3
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌۨ افْتَرٰيهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَۚۛ فَقَدْ جَٓاؤُ۫ ظُلْماً وَزُوراًۚۛ 4
وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً 5
قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذ۪ي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً 6
وَقَالُوا مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يراًۙ 7
اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً 8
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً۟ 9
تَبَارَكَ الَّـذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْراً مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُوراً 10
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَاَعْتَدْنَا لِمَنْ كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَع۪يراًۚ 11
اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً 12
وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراًۜ 13
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً 14
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً 15
لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً 16
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ 17
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً 18
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفاً وَلَا نَصْراًۚ وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَاباً كَب۪يراً 19
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يراً۟ 20
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً 21
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ وَيَقُولُونَ حِجْراً مَحْجُوراً 22
وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً 23
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَراًّ وَاَحْسَنُ مَق۪يلاً 24
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً 25
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً 26
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً 27
يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً 28
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً 29
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً 30
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ هَادِياً وَنَص۪يراً 31
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلاً 32
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراًۜ 33
اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟ 34
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يراًۚ 35
فَقُلْنَا اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يراًۜ 36
وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ عَـذَاباً اَل۪يماًۚ 37
وَعَـاداً وَثَمُودَا۬ وَاَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُوناً بَيْنَ ذٰلِكَ كَث۪يراً 38
وَكُلاًّ ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ وَكُلاًّ تَبَّرْنَا تَتْب۪يراً 39
وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُوراً 40
وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً 41
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً 42
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ 43
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلاً۟ 44
اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّۚ وَلَوْ شَٓاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِناًۚ ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَل۪يلاًۙ 45
ثُمَّ قَبَضْنَاهُ اِلَيْنَا قَبْضاً يَس۪يراً 46
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِبَاساً وَالنَّوْمَ سُبَاتاً وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُوراً 47
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً طَهُوراًۙ 48
لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَاماً وَاَنَاسِيَّ كَث۪يراً 49
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُواۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً 50
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ نَذ۪يراًۘ 51
فَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَجَاهِدْهُمْ بِه۪ جِهَاداً كَب۪يراً 52
وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخاً وَحِجْراً مَحْجُوراً 53
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ مِنَ الْمَٓاءِ بَشَراً فَجَعَلَهُ نَسَباً وَصِهْراًۜ وَكَانَ رَبُّكَ قَد۪يراً 54
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْۜ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلٰى رَبِّه۪ ظَه۪يراً 55
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراً 56
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اَنْ يَتَّخِذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً 57
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذ۪ي لَا يَمُوتُ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِه۪ۜ وَكَفٰى بِه۪ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراًۚۛ 58
اَلَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۚۛ اَلرَّحْمٰنُ فَسْـَٔلْ بِه۪ خَب۪يراً 59
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اسْجُدُوا لِلرَّحْمٰنِ قَالُوا وَمَا الرَّحْمٰنُۗ اَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُوراً۟ 60
تَبَارَكَ الَّذ۪ي جَعَلَ فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجاً وَقَمَراً مُن۪يراً 61
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يَذَّكَّرَ اَوْ اَرَادَ شُكُوراً 62
وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً 63
وَالَّذ۪ينَ يَب۪يتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّداً وَقِيَاماً 64
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَۗ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَاماًۗ 65
اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً 66
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَاماً 67
وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ 68
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪۫ مُهَاناًۗ 69
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً 70
وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً 71
وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً 72
وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً 73
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَاماً 74
اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماًۙ 75
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً 76
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً 77
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ
Tüm insanlığa hidayetin, dünya ve âhirette kurtuluş, huzur ve saadetin yollarını gösteren bir öğüt ve uyarı olsun diye, Muhammed adındaki bir yetim kuluna hak ile batılı birbirinden ayıran bu Furkân'ı [105] gönderen Allah yüceler yücesi, lütuf ve keremi sınırsız, hayır ve ihsanı bol, muazzam ve muhteşem bir feyiz ve bereket kaynağıdır!
1
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً
Bu Kur'an'ı gönderen Allah öyle bir ilahtır ki, göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca O'na aittir! O insanlardan ya da meleklerden, egemenliğini kendilerine devrettiği veya kendilerine evlat olma şerefi bahşettiği herhangi bir kimse ya da ulûhiyetten pay taşıyan imtiyazlı varlıklar yaratmamış; asla bir çocuk edinmemiştir! Kudret ve egemenliğinde eşi ve ortağı yoktur! Her şeyi yaratan, sonra da yarattığı her şeyi mükemmel bir ölçü ve denge ile düzenleyip takdir eden O'dur!

TEVHİD ve ŞİRK
2
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتاً وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُوراً
Hâl böyleyken, Allah'ı yegâne yaratıcı olarak kabul eden o müşrikler, O'nun yanı sıra kulluk ve itaate layık gördükleri melekler, cinler, peygamberler, veliler, önderler ve bunları sembolize eden taştan tunçtan heykeller, putlar gibi birtakım düzmece ilâhlar edindiler. Oysa kendileri de çok iyi biliyor ki, tapınıp durdukları o varlıklar bir zerreyi bile yoktan var edemez, kesinlikle bir şey yaratamazlar. Bilakis diğer bütün varlıklar gibi onlar da yüce Allah tarafından yaratılmaktadırlar. O sözde ilâhlar öylesine aciz varlıklardır ki; bırakın o müşriklere fayda vermeyi, kendilerine bile herhangi bir zararı giderme veya fayda verme gücüne sahip değildirler. Ayrıca ne ölüme, ne hayata ve ne de yeniden dirilişe asla hükmedemezler. Allah'ın akıl ve idrak bahşederek yüceltmiş olduğu insan, böyle aciz ve zavallı varlıklara değil, her şeyi yoktan var eden, ölüme ve hayata hükmeden Allah'a kulluk etmeli, yalnızca O'ndan medet ummalı ve O'nun hükümlerine boyun eğmelidir.

KUR'ÂN MUHAMMED'İN SÖZÜ DEĞİLDİR
3
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌۨ افْتَرٰيهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَۚۛ فَقَدْ جَٓاؤُ۫ ظُلْماً وَزُوراًۚۛ
Eşya ve hadiseleri böylesine çarpık bir muhakeme ile değerlendiren inkârcılar, Kur'an âyetleri hakkında da, "Bunlar ancak Muhammed'in uydurduğu ve Allah'a nispet ettiği düzmece sözlerdir; başka birileri de ona bu hususta yardım etmiştir." dediler. Zira Muhammed (s)'in okuduğu bu muhteşem âyetlerin ona ait sözler olmadığını, olamayacağını çok iyi biliyorlardı. Geçmiş kavimler, peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, yaratılış ve ölüm ötesi hayat gibi konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler veren bir kitap beşer sözü olamazdı. Muhammed (s)'e bunları, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği ilim ve hikmet sahibi bir kudret öğretiyor olmalıydı. İşte tam bu noktada, "Evet; Kur'ân bir beşer sözü olamaz, o ancak Allah'ın kelamıdır!" demeleri gerekirken, kibir ve inada kapılarak ahmakça tevillere giriştiler. Kur'ân'ın Hristiyan bir köle yahut esrarengiz bir topluluk tarafından Peygamber'e öğretildiğini iddia ettiler. Böylece, bile bile gerçeği çarpıtarak hem kendilerine hem de Peygamber'e karşı apaçık bir haksızlık yapmış ve hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği çirkin bir iftira ortaya atmış oldular.
4
وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً
Ve insafsızca iftiraya devam ederek, "Bu Kur'an, önceki milletlerin dilden dile nakledilen masal ve efsanelerinden başka bir şey değildir. Muhammed okuma yazma bilmediği için onu başkalarına yazdırmış; bu hikâyeler, ezberlesin diye ona gece gündüz okunup duruyor!" dediler.
5
قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذ۪ي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً
De ki: "Her bir âyeti birer mucize hükmünde olan bu Kur'an'ın bizzat kendisi şahittir ki, onu göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilen Allah göndermiştir. Samimi bir kalple Kur'an'ı incelediğiniz takdirde siz de bunu açıkça göreceksiniz. O halde, kibir ve inadı bırakın ve günahlarınızdan tövbe edip hakka yönelin. Unutmayın ki, Allah, hatasında ısrar etmeyip tövbe eden kullarına karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Kur'ân'a ve Peygamber'e karşı böyle küstahça iftirada bulunanların derhal helak edilmeyişi de, işte bu engin rahmet ve merhamet sayesindedir."

MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER ANLAYIŞI
6
وَقَالُوا مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يراًۙ
Peygamberlerin gönderilmesindeki amaç ve hikmeti idrak edemeyen inkârcılar, "Bu ne biçim bir peygamber ki," dediler, "Ölümlü bir varlık gibi yiyip içiyor, sıradan insanlar gibi rızkını temin etmek için sokak ve çarşılarda gezip dolaşıyor! O gerçekten peygamber olsaydı, kendisine Allah tarafından bir melek gönderilmeli ve gözlerimizle görebileceğimiz bu melek, ona destek olup onunla birlikte insanları uyarmalı değil miydi?"
7
اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً
"Ya da ona gökten bir hazine indirilmeli yahut hiçbir emek harcamadan ürünlerini zahmetsizce devşirip yiyebileceği mucizevî bir bahçeye sahip olmalı değil miydi? Allah'ın Elçisi ve seçkin kulu olduğunu iddia eden birinin, böyle beşerî ihtiyaçlar içinde bulunması olacak şey midir?"

Hak ve hakikati insafsızca tersyüz ederek bizzat kendilerine haksızlık eden bu zalimler, önceki bütün iddialarını çürütecek bir başka iddia ortaya attılar ve Peygamber'in çağrısına gönül veren müminlere, "Siz ancak ilâhlarımızın lânetine uğrayıp büyülenmiş ve bu yüzden aklını yitirmiş bir adamın peşine takılmışsınız!" dediler. Peygamber'e büyülenmiş diyen bu inkârcılar; büyülenmiş bir akıldan Kur'ân gibi emsalsiz bir mucizenin nasıl çıktığını izah edemediler.
8
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً۟
Ey Peygamber! Allah aşkına hele bir bak; o zalimler gerçeği çarpıtmak için senin hakkında kimi zaman büyücü, kimi zaman büyülenmiş, bazen zeki bir düzenbaz, bazen deli, bazen da şair diyerek nasıl saçma, tutarsız ve anlamsız örnekler getirdiler de, sağlıklı muhakeme yeteneklerini büsbütün kaybederek doğru yoldan saptılar. Bu tavırlarından vazgeçmedikleri sürece de, bir daha asla doğru yola gelemezler.

Demek o kâfirler, gökten indirilen bir hazineye ve mucizevî bir bahçeye sahip olmadığın için sana iman etmiyorlar, öyle mi?
9
تَبَارَكَ الَّـذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْراً مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُوراً
Her türlü nimet, lütuf ve bereketin sahibi ve yaratıcısı olan o yüceler yücesi Allah, dilerse sana bu dünyada, inkârcıların sözünü ettiği o hazineden ve bir tek bahçeden çok daha iyisini; ağaçlarının altından ırmaklar akan eşi görülmemiş güzellikte bağlar, bahçeler ve her tarafı altın, gümüş, elmas gibi mücevheratla süslenmiş muhteşem köşkler, saraylar verebilir. Bütün bunları yapmaya Allah'ın elbette gücü yeter. Ancak o, bu dünyanın imtihan yurdu olmasını takdir etmiş ve bu nimetleri, çok daha fazlasıyla âhirette müminlere vereceğini vaad etmiştir.

Kâfirlerin bunca itirazlarının arkasında yatan gerçek sebep şudur:

"YETİŞ EY ÖLÜM, KURTAR BİZİ!"
10
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَاَعْتَدْنَا لِمَنْ كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَع۪يراًۚ
Aslında onlar, kendilerine herhangi bir ahlaki ve insani sınırlama getirmeyen, istedikleri her türlü zulüm, günah ve haksızlığı rahatça yapabilecekleri sorumsuzca bir hayat yaşamak istedikleri için, diriliş ve hesaba çekilme saati olan kıyameti inkâr ediyorlar. Oysa biz, kıyamet saatini ve o saatte gerçekleşecek olan ilahi adaleti inkâr edenlere, alev alev yanan çılgın bir ateş hazırlamışızdır. Öyle ki:
11
اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً
Cehennem onları ta uzaktan görünce, zalimler onun kan donduran öfkeli kükreyişini ve harıl harıl yanarken çıkardığı korkunç uğultusunu işitecekler. Bu dehşet verici manzara karşısında, korku ve pişmanlıkla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacaklar.
12
وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراًۜ
Elleri boyunlarına zincirlerle bağlanmış bir hâlde cehennemin daracık bir yerine, üst üste yığıldıkları bir ateş çukuruna veya insanı mengene gibi sıkıp bunaltan daracık bir hücresine atıldıkları zaman, işte tam o sırada, "Yetiş ey ölüm, kurtar bizi bu azaptan!" diyerek ölümü çağıracaklar. Bunun üzerine, cehennem zebanileri onlara seslenecek:
13
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً
"Bugün bir ölümü değil; çok, daha çok ölümleri çağırın! Bundan sonra öyle şiddetli azaba uğrayacaksınız ki, bir kez değil, binlerce kez ölmeyi, yok olup kurtulmayı isteyeceksiniz. Fakat ölüm imdadınıza yetişemeyecek; yanıp kavrulan vücudunuz her defasında yeniden yaratılacak ve bu azap sonsuza dek böyle sürüp gidecek!"
14
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً
O hâlde, adım adım bu feci akıbete yaklaşmakta olan kâfirleri uyararak de ki:

"Şimdi söyleyin bakalım; zalimleri bekleyen bu korkunç son mu daha iyi, yoksa kötülükten sakınanlara vaad edilen ebedî cennet nimetleri mi? Ki o cennet, onların güzel davranışlarının ödülü ve zorlu hayat yolculuklarını muhteşem bir finalle noktalayan son durağı olacaktır.
15
لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً
Arzuladıkları her şey, orada ebedî olarak onların olacaktır. Bu, Rabb'inin bizzat söz verip taahhüt ettiği ve mutlaka yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.

İnkârcılara gelince:

MÜŞRİKLER İLAHLARIYLA YÜZLEŞTİRİLİYOR
16
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
O gün Rabb'in onları ve Allah'ın yanı sıra meleklerden, peygamberlerden, azizlerden kulluk ettikleri kimseleri yargılamak üzere huzurunda bir araya getirip yüzleştirecek ve ilâhlık yakıştırdıkları o kişilere soracak:

"Siz mi benim bu kullarımı yoldan çıkardınız; yoksa kendileri mi doğru yoldan saptılar? Sizi yüceltip ilahlaştırmalarını onlara siz mi emrettiniz, yoksa bu gibi bâtıl inançları onlar mı uydurup size nispet ettiler?"
17
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً
Onlar da, "Seni her türlü kusur ve noksanlıktan tenzih ederiz ya Rab, kulluk ve ibadete lâyık olan yalnızca sensin!" diye cevap verecekler, "Senden başka hükmüne boyun eğilecek otoriteler, sığınılacak dostlar edinmek haddimiz değilken, nasıl olur da insanlara, "Bize de kulluk edin, bizi de tanrı bilin!" diyebiliriz? Biz onlara böyle şeyler emretmedik. Fakat sen onlara ve şirki miras aldıkları atalarına dünya nimetlerini bolca tattırdın. Onlar da refah ve zenginliğe daldıkça şımarıp küstahlaştılar. Bahşettiğin nimetlere şükredip sana kulluk edecekleri yerde, gönderdiğin kitabı ve kitapta yer alan öğüt ve uyarıları gözardı ederek unuttular ve böylece, cezayı hak eden yozlaşmış bir toplum hâline geldiler."
18
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفاً وَلَا نَصْراًۚ وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَاباً كَب۪يراً
Bunun üzerine Allah kâfirlere seslenerek, "İşte görüyorsunuz ya," diyecek, "Tanrı yerine koyduğunuz kimseler, ileri sürdüğünüz bütün iddialarınızın yalan olduğunu ortaya koydular. Artık ne başınıza gelecek azabı geri çevirmeye, ne de sizi azaptan kurtaracak bir yardımcı bulmaya gücünüz yeter."

O hâlde, dinleyin ey insanlar! Sizden kim günah işleyerek yahut kendisine veya başkasına haksızlık ederek zulmeder ve özellikle de zulümlerin en büyüğü olan şirk günahını işleyip bu hâl üzere huzurumuza gelirse, ona cehennemde büyük bir azap tattıracağız!

İNKÂRCILARIN İNKÂR BAHANELERİ

Ey Peygamber! Bir kimsenin peygamber olarak gönderilmesi için insanüstü ve ölümsüz bir varlık olması gerektiğini iddia eden, bu yüzden de sıradan insanlar gibi çarşı pazarda gezip dolaşan, yiyip içen fani insan olduğun için senin peygamberliğini reddeden müşrikler şunu iyi bilsinler ki:
19
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يراً۟
Biz senden önce de melekleri değil, ancak senin gibi yiyip içen ve çarşı pazarda gezip dolaşan insanları peygamber olarak gönderdik. Zira insanoğluna rehberlik ve önderlik edecek olan birinin de yine insan olması ilahi hikmet ve adaletin gereğidir. Bunun içindir ki, sizin içinizden, tıpkı sizin gibi yiyip içen fani insanları elçi olarak gönderiyoruz. Ayrıca, kulluk ve ibadet konusunda sabır ve sebat gösterebilecek misiniz diye, peygamberleri ve onların yolunu izleyen müminleri hakkı tebliğ etmek ve zulme karşı mücadele etmekle görevlendiriyor, böylece bir kısmınızı diğerleriyle imtihan ediyoruz. Ey Peygamber! Bu imtihanda karşılaştığın zorluklardan dolayı üzülme, yılgınlığa kapılma. Unutma ki, Rabb'in her şeyi görmektedir. O'nun yolunda gösterdiğin samimiyet ve bağlılığın mükâfatını sana tam olarak verecek, zalimleri de hak ettikleri şekilde mutlaka cezalandıracaktır.
20
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً
Hal böyleyken, yaptıklarının hesabını vermek üzere Hesap Günü bize kavuşacaklarını hiç ummayan ve ilahi adaletin gerçekleşmeyeceğini zanneden o inkârcılar, "Allah madem inanmamızı istiyor, o hâlde bize neden istediğimiz her türlü mucizeyi gösterecek melekler gönderilmiyor yahut neden Rabb'imizi gözlerimizle görmüyoruz?" diyorlar. Oysa göklerde ve yerde Allah'ın varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren sayısız mucizeler vardır. Ama inkârcılar bunları görmek istemez, imtihan hikmetini göz ardı ederek akıl ve iradelerini iptal edecek başka mucizeler isterler. Doğrusu onlar, sıradan bir kul olmayı içlerine sindiremeyerek içten içe kibirleniyor, her biri birer peygamber makamına yükselmedikçe iman etmeyeceklerini ima ederek büyük bir küstahlıkta bulunuyorlar. Bu yüzden melekleri görmedikçe iman etmeyeceklerini söylüyorlar. Gerçi istedikleri olacak ve günün birinde melekleri de karşılarında bulacaklar:
21
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ وَيَقُولُونَ حِجْراً مَحْجُوراً
Fakat melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara sevindirici bir haber, bir müjde verilmeyecektir. Tam tersine, korkunç görünümlü ölüm melekleri kâfirlerin canlarını alırken, onlara, "Artık sevinç ve mutluluk size ebediyen yasaktır, yasak!" diyecekler. Yahut kâfirler, canlarını almaya gelen meleklere, "Bizden uzak durun; ne olur dokunmayın, dokunmayın!" diye yalvaracaklar. Dünya hayatında yapmış oldukları sözde iyilikler, riyakârca ibadetler de onları kurtaramayacak:
22
وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً
Onların iman ve samimiyet temeline dayanmayan bütün iyi amellerini çiğneyip sağa sola saçılan toz zerrelerine çevireceğiz.

İman edip salih amel işleyenlere gelince:
23
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَراًّ وَاَحْسَنُ مَق۪يلاً
O gün cennetliklerin yerleşecekleri yurt muhteşem, safa sürecekleri makam harika olacaktır.

MAHŞER GÜNÜ KÂFİRİN PİŞMANLIĞI
24
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً
Göğün kozmik patlamayı tetikleyen bir sis bulutu ile yarılıp parçalanacağı ve meleklerin birbiri ardınca mahşer alanına indirileceği gün;
25
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً
O gün kulların tercih ve iradeleri ellerinden alınacak ve gerçek hükümranlık, tamamen ve yalnızca Rahman'ın olacaktır. İnsanoğluna imtihan için ödünç verilmiş olan her türlü yetki, güç ve saltanat, o gün hesabı sorulmak üzere geri alınacaktır. İnkârcıların hayal ve tasavvur dünyalarında kendilerine egemenlik ve tasarruf yetkisi atfettikleri melek, peygamber, aziz gibi varlıkların ilahi egemenlikten hiç şekilde pay sahibi olmadıkları görülecektir. Dünya hayatında sahip oldukları kudret ve saltanat ile küstahça kibirlenen zalimlerin, gerçekte ne kadar zayıf ve aciz oldukları o gün anlaşılacak ve hâkimiyetin yalnızca Allah'a ait olduğu gerçeği apaçık ortaya çıkacaktır. Ve o gün, kâfirler için gerçekten pek zorlu, pek çetin bir gün olacaktır. Öyle ki:
26
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً
Dünya hayatında Allah'ın mesajını inkâr etmek, günah işlemek, zulüm ve kötülük yapmak suretiyle hem kendisine hem de insanlara zulmetmiş olan kişi, o gün utanç, üzüntü ve pişmanlıktan ellerini ısırarak şöyle feryat edecek: "Ah ne olurdu; keşke Peygamber'le aynı yolu tutmuş ve onun gösterdiği yolu izlemiş olsaydım!"
27
يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً
"Yazıklar olsun bana; keşke filancayı kendime dost edinmeseydim, keşke onun yaldızlı sözlerine kanmasaydım!"
28
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً
"Hikmetli öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur'an tam da bana ulaşmışken, türlü vesveselerle aklımı çelerek; bazen nefsani duygularımı azdırarak, kimi zaman suret-i haktan görünüp Allah'ın adını kullanarak beni nasıl da ondan saptırdı!"

İşte böyle dost görünerek insana yaklaşan ve onu türlü vaadlerle Kur'an'dan uzaklaştırıp inkâra, şirke, zulme yönlendiren kişi kelimenin tam anlamıyla şeytandır ve şeytan, amelleriyle yüzleşeceği en zor anında insanı işte böyle yapayalnız, çaresiz ve yüzüstü bırakır.

PEYGAMBER'İN ŞİKÂYETİ
29
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً
Derken, Peygamber veya onun yolunu izleyerek insanları hak dine çağıran İslâm davetçisi, "Ey Rabb'im!" diyecek, "Benim halkım bu Kur'an'ı terk edilmiş bir hâlde bıraktı! Ben onlara senin mesajını tebliğ ettim ama onlar, Kur'an'ın bu çağda geçerliliğini yitirmiş bir çöl kanunu, çağdışı bir kitap olduğunu ileri sürerek onu inkâr ettiler. Bazıları bu kitaba iman ettiğini söylediği hâlde onunla hiç ilgilenmeyip onu tozlu raflarda çürümeye terk etti. Bazıları onu anlamak ve yaşamak için değil, belli törenlerde adet yerini bulsun diye okumayı âdet hâline getirdi. Kur'an'a görünüşte büyük saygı gösterdiler; ama onun yerine başka eserleri "her derde deva" başucu kitabı hâline getirerek senin kitabını ikinci plana attılar. Kimileri onu, üzerinde bilimsel çalışmalar yapılacak akademik malzemeden, arkeolojik metinlerden ibaret gördü. Senin kitabına hak ettiği değeri vermeyen, onu dünya ve âhiret saadeti için yegâne kurtuluş reçetesi olarak benimsemeyen, onu anlamak ve hayatın her alanında uygulamak amacıyla okumayan, her ne sebeple olursa olsun onu hayatın dışına iten; onun hükümlerini red ve inkâr eden insanların yaptıklarından sana şikâyetçiyim ya Rab!"
30
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ هَادِياً وَنَص۪يراً
Ey Peygamber! Kur'an'a karşı düşmanca tavır gösteren, ona hak ettiği değer ve önemi vermeyen o zalimlerin yaptıklarından dolayı üzülme, ümit ve cesaretini kaybetme! Biz sadece sana değil, senden önceki her peygambere, ilâhî buyruklara karşı gelerek suç işleyen insanları ve cinleri böyle düşmanlar kıldık. Hak ve hakikati dile getirip de zalimlerin düşmanlığına ve saldırısına maruz kalmayan bir tek peygamber, bir tek İslam davetçisi yoktur. Kur'an'da yer yer anlattığımız peygamber kıssalarında gördüğün gibi, ne zaman bir peygamber veya onun yolunu izleyen bir davetçi insanlara ilahi mesajı tebliğ ettiyse, o toplumun azgın liderleri öfke ve nefretle onun karşısına dikilmiş ve onun mesajını etkisiz kılmak için tüm güçleriyle savaşmışlardır. Elbette senin devrindeki zalimler de aynı düşmanlığı göstereceklerdir. Ama sen mahzun olma; korku ve yılgınlığa kapılma; hiç yılmadan mücadelene devam et! Onların zulüm ve entrikalarına karşı yol gösterici olarak da, yardımcı olarak da Rabb'in sana yeter!

KUR'ÂN PARÇA PARÇA İNDİRİLMESİNİN HİKMETİ
31
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلاً
İnkâr edenler, sırf inkârlarına bahane olsun diye, "Muhammed mademki peygamber olduğunu iddia ediyor, o hâlde Kur'an ona parça parça değil de toptan bir defada indirilmeli değil miydi? Eğer o Allah kelamı olsaydı, bu kadar uzun bir süreç içerisinde böyle parça parça, taksit taksit indirilir miydi?" dediler. Ey Peygamber, sen onların sözlerine itibar etme! Kur'an'ın tamamını bir defada indirmeye bizim elbette gücümüz yeter. Ama bu, aşama aşama eğitip olgunlaştırmayı hedefleyen eğitim metodumuza uygun düşmezdi. Biz onunla imanını sürekli canlı ve taze tutarak yüreğini pekiştirelim diye Kur'an'ı böyle âyet âyet, sûre sûre indiriyor ve onu belli bir düzen içinde, tutarlı ve uyumlu bir bütün oluşturacak şekilde tane tane, ağır ağır, sindire sindire sana okutuyoruz.

وَلَا يَاْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يرًاۜ ﴿٣٣﴾
32
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراًۜ
O inkârcılar, bâtıl iddialarını ispatlamak amacıyla sana ne zaman bir misal getirseler, biz mutlaka o meselenin içyüzünü ifade eden gerçeği ve yapılması gereken en güzel açıklamayı ortaya koyuyoruz. İnkârcıların öne sürdükleri bütün itirazlar, ortaya attıkları bütün şüphe ve iddialar, en güzel biçimiyle yine bu Kur'an'da cevabını bulmuştur; yeter ki, insanlar Kur'an'ın çağrısına gerektiği gibi kulak versinler ve akıllarını kullanarak, dürüst ve samimi bir yaklaşımla onu okuyup anlamaya çalışsınlar. O hâlde, müminler Kur'an dışında hikmet arayışında bulunmamalı, her konuda olduğu gibi tebliğ ve irşad konusunda da kendilerine Kur'an'ı rehber edinmelidirler.

Eğer bütün bunlara rağmen inkârcılar yine de inat edip haktan yüz çevirecek olurlarsa, o zaman şunu iyi bilsinler ki:
33
اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟
Mahşer Günü elleri ayakları kelepçelenmiş bir halde, yüzüstü cehenneme sürülecek olanlar… İşte onlar, hem insani ve ahlaki değerler ve hem de âhiretteki manevi dereceler bakımından en aşağılık, en kötü yerde bulunan ve Allah'ın varlığını, birliğini, insan hayatı üzerindeki mutlak egemenliğini, gönderdiği kitap ve peygamberleri, âhireti ve ilahi adaleti inkâr ederek yozlaşmış, böylece erdemlilik, dürüstlük, hak, adalet gibi değerleri yitirerek doğru yoldan tam anlamıyla sapmış olan kimselerdir. Oysa insanlık tarihini ibret nazarıyla incelemiş olsalardı, Peygamber'in mesajından yüz çevirip vahiyden uzaklaşan toplumları nasıl bir akıbetin beklediğini göreceklerdi:

TARİHTEN İBRET TABLOLARI
34
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يراًۚ
Doğrusu biz Musa'ya, daha sonraki çağlarda Tevrat adıyla anılacak olan kitabın ilk bölümlerini vermiş ve kendisi gibi peygamber yaptığımız kardeşi Harun'u, Firavun ve kavmini hakka davet etme görevinde ona yardımcı kılmıştık.
35
فَقُلْنَا اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يراًۜ
Sonra da onlara, "Yusuf Peygamber'in uzun yıllar önce tebliğ etmiş olduğu âyetlerimizi yalanlayan şu topluma gidin ve onları hakka davet edin!" demiştik. Fakat Firavun ve halkı zulüm ve inkârda direttiler; biz de onları denize batırıp tümüyle helak ettik!
36
وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ عَـذَاباً اَل۪يماًۚ
Nuh kavmini de, Nuh'u inkâr etmek suretiyle onun şahsında bütün peygamberleri yalanladıkları için müthiş bir tufan ile sulara batırıp boğduk ve onları, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa inkârın ve zulmün feci akıbetini hatırlatan bir ibret belgesi yaptık.

Ayrıca o zalimlere, âhirette can yakıcı bir azap hazırladık.
37
وَعَـاداً وَثَمُودَا۬ وَاَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُوناً بَيْنَ ذٰلِكَ كَث۪يراً
Ad kavmini, Semud kavmini Ress halkını ve bu sayılanlar arasında gelip geçen daha nice ülkeleri, medeniyetleri ve nesilleri zulüm ve inkârları sebebiyle cezalandırdık. Bu toplumların isimleri, nerede ve ne zaman yaşadıkları önemli değildir; önemli olan, ilahi mesajı yalanlayıp bu yüzden helak edilmiş olmalarıdır.
38
وَكُلاًّ ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ وَكُلاًّ تَبَّرْنَا تَتْب۪يراً
Biz onların her birine elçilerimiz aracılığıyla hak ve hakikati apaçık ortaya koyan misaller verdik ve kendilerini bekleyen azaba karşı onları uyardık. Fakat onlar uyarılarımızı hiçe saydılar; biz de hepsini yerle bir ettik.
39
وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُوراً
Fakat Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arap müşrikleri, helak edilmiş olan bu toplumların halinden ibret almadılar ve bile bile mesajımızı yalanladılar. Oysa onlar, kendilerinden önce azap yağmuruna tutulan o şehirlerin harabeleri yanından kervanlarla birçok defalar geçmişlerdi. Peki, ticaret yollarının üzerinde bulunan bu şehirlerin ibret verici hâlini görüp kendilerini de aynı akıbetin beklediğini hiç düşünmediler mi? Hayır; aslında onlar, ilahi adaletin gerçekleşeceğini beklemiyor, ölümden sonra dirilişi hiç ummuyorlar. İşte yaptıkları bütün kötülüklerin, ahlâksızlıkların asıl sebebi budur.

"ALLAH ELÇİ OLARAK BUNU MU GÖNDERDİ?"
40
وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً
Ey Peygamber! İnkârcılar seni her türlü kibir, şaşaa ve gösterişten uzak; orta halli, mütevazı ve sıradan bir kul olarak görünce alaya alıyor ve diyorlar ki: "Bu muymuş Allah'ın bize elçi olarak seçip gönderdiği adam? Bizim gibi soylu, zengin ve güçlü adamlar dururken, Allah bula bula bu yetim Muhammed'i mi peygamber olarak gönderdi?"
41
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً
"Bu adam, âyet diye okuduğu o çarpıcı sözlerle aklımızı ve gönlümüzü öylesine derinden etkiledi ki, eğer putlarımıza ve putların sembolize ettiği inanç ve hayat tarzımıza bağlılık konusunda inatla direnip kararlılık göstermemiş olsaydık, az kalsın bizi tanrılarımızdan uzaklaştırıp saptıracaktı!"

Ey Peygamber, o zalimlerin incitici sözleri seni üzmesin! Onlar yakında azabı gördüklerinde, kimin doğru yoldan sapmış olduğunu çok iyi anlayacaklar.

ARZULARINI İLÂH EDİNENLER
42
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ
Arzu ve tutkularını kendisine ilâh edinen kişinin içler acısı hâline bir baksana! Zevklerini, çıkarlarını, ihtiraslarını hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek bunları kendisine tanrı edinen kimsenin ne kadar zavallı, ne kadar aşağılık hâle geldiğini görüyorsun değil mi? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Onun inkârından sen mi sorumlu olacaksın? Ve yaptıklarının cezasını çekmek üzere cehenneme gireceği zaman onu ebedî azaptan sen mi kurtaracaksın?
43
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلاً۟
Yoksa sen ey Peygamber, o kâfirlerden çoğunun öğüt ve uyarıları insaf ve aklıselim ile dinlediklerini yahut anlattığın gerçekler üzerinde sağlıklı bir şekilde düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır; hak ve hakikati idrak edememeleri bakımından tıpkı hayvan gibidir onlar; hatta takındıkları tavır ve izledikleri yol bakımından daha zavallı, daha şaşkın bir hâldedirler.

Oysa kâinatın her zerresinde, Kur'an'ın anlattığı hakikati başka bir dille ifade eden nice işaretler, nice deliler vardır:

EVRENDEKİ MUCİZELER
44
اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّۚ وَلَوْ شَٓاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِناًۚ ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَل۪يلاًۙ
Rabb'inin sonsuz kudret ve ilmini gözler önüne seren muhteşem yaratılış mucizelerine bir baksana: O, tüm varlığa egemen kıldığı şaşmaz bir düzen ve ölçü içinde gölgeyi nasıl günün belli saatlerinde kısaltıyor, belli saatlerinde uzatıyor? Ve bu sistematik hareket, en ufak bir aksamaya uğramaksızın nasıl öylece sürüp gidiyor? Eğer Allah dileseydi, kâinatı durağan bir hâlde yaratarak gölgeyi hareketsiz kılardı. Böylece yeryüzünün bir tarafı sürekli gece ve soğuk, diğer tarafı sürekli gündüz ve sıcak olurdu ki, o zaman orada yaşama imkânı bulamazdınız.

Ayrıca biz, gölgenin varlığını güneş ışığına bağlı kılarak ve güneş ışınlarının yeryüzü ile oluşturduğu açı ile gölgenin uzunluğu arasında matematiksel bir oran var ederek güneşi gölgeye delil ve alamet kılmışızdır. Bu da kâinatın mükemmel bir düzen üzere yaratıldığını, orada asla tesadüf, karmaşa ve adaletsizliğe yer olmadığını gösteren apaçık işaretlerden biridir.
45
ثُمَّ قَبَضْنَاهُ اِلَيْنَا قَبْضاً يَس۪يراً
Güneş doğarken upuzun olan o gölgeyi, daha sonra güneşin yükselmesiyle birlikte, ani ısı değişikliği sebebiyle canlılara zarar vermesin diye azar azar kısaltmakta, yavaş yavaş kendimize [106] doğru çekmekteyiz.
46
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِبَاساً وَالنَّوْمَ سُبَاتاً وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُوراً
O Allah ki, sizin için geceyi huzur ve sükûnet veren bir örtü, uykuyu ise yorgun düşmüş ruh ve bedenlere adeta yeniden hayat bahşeden bir dinlenme vesilesi kılmıştır. Gündüzü de, yeryüzüne yayılıp çalışma ve rızık temin etme vakti olarak belirlemiştir.
47
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً طَهُوراًۙ
Rüzgârları, sınırsız lütuf ve rahmetinin önünde bolluk ve bereket kaynağı olan yağmurun müjdeleyicisi olarak gönderen ve böylece sizin için gökten tertemiz su indiren O'dur.
48
لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَاماً وَاَنَاسِيَّ كَث۪يراً
Ki onunla, bitki örtüsü kurumuş olan ölü toprağa yemyeşil bitkilerle yeniden hayat verelim ve ayrıca, yarattığımız nice hayvanları ve insanları, kana kana içebilecekleri tertemiz ve tatlı suya kavuşturalım.

TEBLİĞCİYE ÖĞÜTLER
49
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُواۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً
Gerçekten biz, hak ve hakikati apaçık ortaya koyan muhteşem bir kitap gönderdik ve onu insanlar arasında böyle çeşitli misallerle akıl ve vicdanlarını harekete geçirecek şekilde açıkladık [107] ki, âyetlerimiz üzerinde düşünüp öğüt alsınlar. Fakat insanların çoğu, öğüt ve uyarılarımızdan yüz çevirerek nankörlükte diretmektedir.
50
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ نَذ۪يراًۘ
Ey Peygamber! Eğer dileseydik, her şehre ayrı bir uyarıcı peygamber elbette gönderebilirdik. Fakat hikmetimiz gereğince, insanları birbirine kaynaştırmak ve bir bütün haline getirmek için sadece merkezî konumdaki bölgelere peygamberler gönderdik. Seni de Son Elçi olarak seçtik ve kıyamete kadar tüm insanlığın önderi ve rehberi kıldık. Senin mesajın Mekke'den dalga dalga tüm dünyaya yayılacak ve senden sonra Müslümanlar bu görevi üstlenerek Kur'an mesajını her şehre, her ülkeye, her topluma adım adım yayacaklardır.
51
فَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَجَاهِدْهُمْ بِه۪ جِهَاداً كَب۪يراً
Öyleyse, ey Peygamber, omuzlarındaki büyük sorumluluğun daima bilincinde ol ve sakın o inkârcılara boyun eğme! Onların baskı ve eziyetlerine karşı Rabb'ine tevekkül et, O'na dayan, O'na güven ve onlara karşı bütün gücünü toparlayarak bu Kur'an ile büyük bir cihat hamlesi başlat. İslam'ın hayata hâkimiyeti için doğrudan doğruya Kur'an'dan beslenerek ve yalnızca ondan ilham alarak geniş çaplı bir tebliğ ve irşat faaliyetine giriş. Bütün imkân ve fırsatları değerlendirerek elinle, dilinle, kaleminle, malınla ve canınla kâfirlere ve zalimlere karşı her cephede mücadele et.

İLÂHÎ NİMETLER ve NİMETLERE KARŞI NANKÖRLÜK EDENLER
52
وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخاً وَحِجْراً مَحْجُوراً
O Allah ki, biri tatlı ve içilebilir, diğeriyse tuzlu ve acı olan iki su kütlesini birbirine temas edecek şekilde salıvermiş, fakat ikisinin arasına gözle görülmeyen bir perde, birbirlerine karışmalarını önleyen aşılmaz bir engel koymuştur. Bu yüzdendir ki, bazı deniz ve okyanuslarda yan yana, iç içe bulunan tatlı ve tuzlu sular, yoğunluklarının farklılığından kaynaklanan manyetik çekim alanı sebebiyle birbirlerine karışmazlar (Neml, 27/61; Fâtır, 35/12; Rahman, 55/19-22).

Ayrıca, göl ve akarsularda bulunan tatlı sular sürekli denizlere, okyanuslara akar ve oradan buharlaşarak kar ve yağmur şeklinde tekrar derelere, ırmaklara dökülür. Ama buna rağmen, tatlı ve tuzlu sular asla birbirine karışmaz. Yani deniz ve okyanuslardaki sular tuzlu ve acı olma özelliğini; insan için hayati öneme sahip olan göller, ırmaklar, pınarlar ve yeraltı suları da tatlı ve içilebilir olma özelliğini asla kaybetmezler.

İşte yeryüzündeki bu mükemmel sistem, kâinatta asla düzensizliğe ve başıbozukluğa yer olmadığını; Allah'ın her şeyi hak ve adalet üzere yarattığını; tatlı ve tuzlu suların birbirine karışmasını engellediği gibi, kötülük ile iyiliği, zulüm ile adaleti, inkâr ile imanı bir tutmayacağını, yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığını mutlaka vereceğini göstermektedir.
53
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ مِنَ الْمَٓاءِ بَشَراً فَجَعَلَهُ نَسَباً وَصِهْراًۜ وَكَانَ رَبُّكَ قَد۪يراً
O Allah ki, meni denilen bir damla sudan insanı yaratmış ve ona, toplumsal dayanışmayı, yardımlaşmayı, birlik ve beraberliği sağlaması için kan bağı yoluyla akrabalık ve evlilik yoluyla hısımlık bahşetmiştir. Hiç şüphe yok ki, Rabb'inin her şeye gücü yeter.
54
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْۜ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلٰى رَبِّه۪ ظَه۪يراً
Böyle iken, Allah'ı yegâne yaratıcı ve en büyük ilah kabul eden o inkârcılar, Allah'ın yanı sıra, kendilerine herhangi bir fayda veya zarar veremeyecek kadar aciz ve zavallı olan taştan tunçtan putlar ve putlaştırılmış liderler gibi varlıklara kulluk ediyorlar. Böylece, onlar aracılığıyla Allah'a yakınlaştıklarını sanıyorlar. Oysa Allah'tan başkasına taparak yahut birtakım varlıkları mutlak itaat makamına yücelterek kâfir olan kişi, —bunu Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapıyor olsa bile— gerçekte Rabb'ine isyan etmektedir.

TEBLİĞCİNİN GÖREVLERİ
55
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراً
Ey Muhammed! Biz seni ancak ve ancak, rahmetimizi müjdeleyici ve azabımıza karşı uyarıcı olarak gönderdik.
56
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اَنْ يَتَّخِذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً
Öyleyse onlara de ki: "Sizlere tebliğ etmiş olduğum bu Kur'an'a uyanları dünyada ve ahirette başarı, zafer ve kurtuluş ile müjdeliyor; onu inkâr edenleri ise ilahi azap ile uyarıyorum. Bu yaptığım davet ve uyarı karşılığında, sizden herhangi bir karşılık, bir mükâfat beklemiyorum; ben yalnızca, inat ve önyargılardan sıyrılıp Rabb'inin dosdoğru yoluna girmeyi benimseyen kimseler olmanızı istiyorum."
57
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذ۪ي لَا يَمُوتُ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِه۪ۜ وَكَفٰى بِه۪ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراًۚۛ
Ve bu zorlu mücadelende karşına çıkabilecek engellere ve tehlikelere karşı, daima diri ve hayatın biricik kaynağı olan o Hayat Sahibi'ne, o asla ölmeyecek ve ölmesi düşünülemeyecek olan Allah'a güven. En içten minnet ve şükran duygularıyla Rabb'ine bağlanarak O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini hem kendi iç dünyanda hissederek hem başkalarına tebliğ ederek övgüyle an! Unutma ki, kullarının bütün günahlarından haberdar olan sonsuz ilim, hikmet ve adalet sahibi bir kudret olarak, sana da onlara da Allah yeter! O kimlerin neler yaptığını çok iyi bilmektedir ve herkese yaptıklarının karşılığını muhakkak verecektir. Öyle ki:
58
اَلَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۚۛ اَلرَّحْمٰنُ فَسْـَٔلْ بِه۪ خَب۪يراً
Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunan bütün varlıkları her biri milyonlarca yıl süren altı günde yaratan, fakat sonra bir kenara çekilip mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan; aksine, gerek tabiat kanunları, gerekse inanç, hukuk ve ahlâk kurallarıyla ilgili bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtı'na oturan O'dur; O sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. Eğer hakikati en doğru kaynaktan, en doğru şekilde öğrenmek istiyorsan, onu her şeyden haberdar olan Allah'a sor!
59
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اسْجُدُوا لِلرَّحْمٰنِ قَالُوا وَمَا الرَّحْمٰنُۗ اَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُوراً۟
Ne var ki, inkâra şartlanmış olanlar bu gerçekleri anlamak istemezler. Onlara, "Sınırsız rahmet, şefkat ve merhametiyle tüm varlıkları kuşatan Rahmân'a yürekten boyun eğin ve yalnızca O'na secde edin!" denildiği zaman, tüm mahlûkata karşı sevgi, şefkat ve merhameti temel prensip edinen bir dinin, zulüm ve zorbalığa dayalı sistemlerini altüst edeceğini bildiklerinden, "Rahmân da neymiş? Bu söylediğin şeye hiç secde eder miyiz?" derler ve bu küstahça davranışları, kalplerinin iyice katılaşıp haktan büsbütün uzaklaşmalarına sebep olur. Hem de, Rahmân'ın mûcizelerini her an her yerde gördükleri hâlde:

İLÂHÎ KUDRETİN DELİLLERİ
60
تَبَارَكَ الَّذ۪ي جَعَلَ فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجاً وَقَمَراً مُن۪يراً
Gökyüzünü yıldız kümeleriyle donatan ve oraya bir kandil gibi ışık saçan bir Güneş ve o kandilden yayılan ışığı yansıtan aydınlatıcı bir Ay yerleştiren Allah lütuf ve keremi sınırsız, hayır ve ihsanı bol, muazzam ve muhteşem bir feyiz ve bereket kaynağıdır!
61
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يَذَّكَّرَ اَوْ اَرَادَ شُكُوراً
O Allah ki, düşünüp öğüt almak ve [108] bahşettiği bunca nimetlere karşılık O'na şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzün mükemmel bir sistem hâlinde birbiri ardınca gelmesini sağlamıştır.

Bütün bu ayetleri düşünüp öğüt alan, şükür ve minnet duygularıyla Rablerine kulluk edenler, şu üstün ahlaki özelliklere sahip olan kimselerdir:

RAHMÂN'IN HAS KULLARI
62
وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً
O Rahman'ın kulları ki, yeryüzünde zorba ve çalımlı bir edayla değil, engin bir vakar ve tevazu ile yürürler. İnsanlara karşı son derece merhametli, saygılı ve alçakgönüllü davranırlar. Rablerinin emirlerini tanımayan, ahlaki sınırları gözetmeyen cahiller kendilerine sataştığı zaman, onların seviyesine düşmeden onurlu ve efendice bir tavırla karşılık vererek, "Selâmetle!" deyip geçerler.
63
وَالَّذ۪ينَ يَب۪يتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّداً وَقِيَاماً
Onlar ki, Rablerinin hoşnutluğunu kazanmak için gece vakitlerinde namaz için secdeye kapanarak ve kıyama durarak ibadet ederler. Bütün ibadet ve iyiliklerine rağmen, "Allah'ın özel ve ayrıcalıklı kulları" oldukları ve cehennem azabının kendilerine dokunmayacağı şeklinde boş bir inanca, aptalca bir gurura kapılmazlar:
64
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَۗ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَاماًۗ
Onlar ki, imtihanı kaybetme endişesini daima yüreklerinde hissederek, "Ey Rabb'imiz!" diye yalvarırlar, "Sana hakkıyla kulluk edemedik; günah ve kusurlarımızı bağışla, kıyamet günü cehennem azabını bizden uzak tut! Gerçekten onun azabı, insanın yakasına bir yapıştı mı bir daha bırakmayan ebedî ve korkunç bir azaptır."
65
اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً
Gerçekten o ne kötü bir yurt, ne kötü bir konaklama yeridir!
66
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَاماً
Onlar ki, mallarını Allah yolunda veya başka herhangi bir iş için harcayacakları zaman ne kendilerini ve ailelerini muhtaç duruma düşürecek şekilde savurganlık yaparlar, ne de mala mülke aşırı bir tutkuyla bağlanıp cimrilik ederler; onların harcamaları, bu ikisi arasında ölçülü ve dengelidir.
67
وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ
Onlar ki, sadece Allah'a boyun eğer, ancak O'nun emir ve yasaklarını hayat ölçüsü edinirler; Allah'ın yanı sıra başka bir ilaha kulluk etmezler. Cinayet, ırza tecavüz, yol kesme gibi ölüm cezasını gerektiren suç işleyenlerin meşru hukuk otoritesi tarafından cezalandırılması veya meşru müdafaa gibi haklı bir gerekçeye dayanmadıkça, Allah'ın kutsal ve dokunulmaz ilan ettiği masum bir cana kıymazlar. Ve bir de, evlilik dışı veya sapıkça ilişkilere asla yönelmezler. Zira çok iyi bilirler ki, her kim bunları yapacak olursa, günahının acı neticesi ile mutlaka yüzleşecektir! Şöyle ki:
68
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪۫ مُهَاناًۗ
Bütün iyilik ve kötülüklerin hesabının görüleceği Diriliş Günü, işlediği çeşit çeşit, kat kat günahlar karşılığında ona kat kat azap edilecek ve orada, aşağılanmış bir hâlde sonsuza dek azap içinde kalacaktır.
69
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Ancak kötülüklerden vazgeçip tövbe eden, Allah'ın âyetlerine yürekten inanan ve bu inancın gereği olarak iyi ve yararlı işler yapanlar bunun dışındadır. Allah böyle kimselere tertemiz bir hayat nasip etmek suretiyle onların kötülüklerini iyiliklere dönüştürecektir. Ayrıca samimi olarak tövbe edip terk ettikleri her bir günah sebebiyle onlara fazladan bir sevap verecektir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
70
وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً
Evet; her kim inkâr, şirk, zulüm gibi günahlardan vazgeçip içtenlikle tövbe eder ve güzelce iman edip imanına yaraşır güzel davranışlar ortaya koyarsa, muhakkak o, tövbesi kabul edilmiş bir hâlde Allah'a dönecektir.
71
وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً
Onlar ki, yakın dost ve akrabalarının cezalandırılması söz konusu olsa bile, asla yalancı şahitlik yapmazlar ve zulme, yalana, iftiraya seyirci kalmazlar. Boş ve yararsız işlerle uğraşan kimselerle karşılaştıklarında, onları imana ve hayırlı işlere yönlendirmeye çalışırlar. Bunu yapamadıkları takdirde ise, Müslüman'a yakışan ağırbaşlı,  edepli ve onurlu bir tavırla oradan uzaklaşırlar.
72
وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً
Onlar ki, Rab'lerinin âyetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman, inkârcıların yaptığı gibi anlamsız bir gurur ve kibre kapılmaz, bu âyetlere karşı kör ve sağırmış gibi davranmazlar. Kendilerini günah ve kötülüklere karşı uyarıp kulluk ve hidayete davet eden âyetler onlara okunduğu zaman, inat ve batıl önyargılarla uyarılara kulak tıkamazlar. Kur'an'ı okurken veya bir başkasından dinlerken Allah'ın âyetlerini doğru anlayıp doğru değerlendirmeye çalışır, onun mesajı üzerinde düşünüp öğüt ve ibret alırlar. Âyetlerin anlamları üzerinde hiç durmadan, sanki kör veya sağırmış gibi onları öylesine okuyup geçmezler.
73
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَاماً
Onlar ki, "Ey yüce Rabb'imiz! Bize, yüzümüzü güldürecek, gözümüzün aydınlığı olacak tertemiz eşler ve çocuklar bahşet ve bizi kötülüklerden sakınan kimselere kulluk görevini yerine getirme, iyilik ve güzellikleri yaşama ve yaygınlaştırma konusunda örneklik ederek yepyeni çığırlar açan, hayır yarışında en önde giden önderler, öncüler ve imamlar kıl!" diye yalvarırlar.
74
اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماًۙ
İşte onlar, Allah yolunda giriştikleri çetin mücadelede güçlüklere cesaretle göğüs gererek sabretmelerinin karşılığı olarak, cennette harikulâde nimetlerle donatılmış muhteşem saraylarla, köşklerle ödüllendirilecek ve orada melekler tarafından, "Sonsuz mutluluk yurduna hoş geldiniz, ne mutlu sizlere!" denilerek ebedî huzur, sağlık ve esenlik müjdeleriyle karşılanacaklar.
75
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً
Ve orada, sonsuza dek huzur, esenlik ve saadet içinde yaşayıp gidecekler.  Evet; bu ne güzel bir yurt, ne üstün bir makamdır!

DUANIZ OLMASA!
76
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً
Ey Peygamber! İslâm'ın temel ilkesi, kulluk ve ibadetin özü ve esası olan duanın önemini bildirmek üzere de ki: "Ey insanlar! Sizler Rabb'inize kulluk edip O'nun emir ve yasaklarına harfiyen riayet etmediğiniz sürece asla kurtuluşa eremez, gerçek anlamda şeref ve üstünlüğe nail olamazsınız. Öyle ya, sizin Allah'a kulluk ve ibadetiniz ve bu ibadetin ruhu, özü ve esası olan duanız olmasa, Rabb'im size ne değer verir ki?"

Fakat siz ey inkârcılar; Allah'a kulluk ve ibadeti reddederek O'nun âyetlerini yalanladınız. Şu hâlde, artık dünya ve âhirette felaketler, yıkımlar, bela ve musibetler sizin için kaçınılmaz olmuştur ve bir tek Allah'a kul olmadığınız sürece, ilâhî gazap asla yakanızı bırakmayacaktır!
77

Sureler

Mealler
Nûr Suresi
Önceki