Sureler
Mealler
Sonraki
Hac Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 İnsanların hesaba çekilme vakti iyice yaklaştı, fakat onlar an be an yaklaşmakta olan tehlikeye karşı hâlâ umursamaz bir tavır içindeler ve bu yüzden de, gerçeklerden inatla yüz çeviriyorlar! Öyle ki:
2 Onlara ne zaman Rab'lerinden yeni bir öğüt ve uyarı içeren bir sure veya ayet gelse, onu ancak alaya alarak ve eğlenerek dinlerler.
3 Servet, makam, şöhret gibi dünyalıklara tutkuyla bağlanan ve bencillik, kibir, inat, haset duygularıyla dolup taşan kalpleri, hiçbir ahlâkî sınır tanımaya yanaşmadığı için tamamen zevk ve eğlenceye dalmıştır. İşte bu yüzdendir ki, hakikati kabullenmeye bir türlü yanaşmayan bu zalimler, Kur'an'ın kitlelerce benimsenmesini engellemek için kendi aralarında gizlice fısıldaşarak dediler ki:

"Okuduğu o büyüleyici sözlerle benliğinizi derinden etkileyen bu adam, sizin gibi ölümlü bir insandan başka nedir ki? Şimdi siz onun sözlerini dinleyip de göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız? Bize göre bu Kur'an mutlaka büyü ürünü bir sözdür. Yoksa okuma yazma bile bilmeyen bir insanın, bütün edebiyat ustalarını ve bilim adamlarını dize getiren ve bir beşer tarafından eşi benzeri yapılamayan böylesine harikulâde sözler söylemesi başka türlü izah edilemez."
4 Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, düzenledikleri gizli toplantılarla, kurdukları sinsi komplolarla Müslümanları yıldırabileceklerini, Allah'ın nurunu söndürebileceklerini sanan bu zalimlere seslenerek, "Benim Rabb'im, yerde ve gökte söylenen gizli ve açık bütün sözleri bilir. Çünkü O her şeyi işiten, her şeyi bilendir." dedi. Ve işte Rabb'im, zalimlerin komplolarını açığa çıkarıp yerle bir ediyor:
5 İnkârcılar, Kur'an'ın kitleler üzerindeki etkisini kırabilmek için olmadık iftiralar attılar. Fakat her defasında, kendi iftiralarını kendileri de beğenmeyerek fikir değiştirdiler. İlk önce, "Muhammed'in bu söyledikleri, aslında karmakarışık hayallerden ibarettir!" dediler. Sonra da, "Yok yok, bu kadar mükemmel sözlerin hayal ürünü olduğuna kimseyi inandıramayız, onu bilinçli olarak uyduruyor diyelim. Fakat hayır, Muhammed'in buna gücü yetmez ki! O hâlde, onun cinlerden bilgi alan bir şair olduğunu söyleyelim. Ama onun şiirle uzaktan yakından ilgisi olmadığını herkes biliyor. O hâlde şöyle diyelim: O madem Peygamber olduğunu iddia ediyor, öyleyse bize önceki ümmetlere gönderilen türden bir mucize gösterse ya!" dediler.
6 Oysa onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir toplum, bu tür bir mucizeye inanmamıştı. Şimdi aynen onların izinden giden bu zalim insanlar mı senin getireceğin mucizelere inanacak?
7 Ey Muhammed! Biz senden önce de, kendilerini vahiyle desteklediğimiz senin gibi yiyip içen, çarşı pazarlarda dolaşan ölümlü adamlardan başkasını elçi olarak göndermedik. Zira onlar, bütün hal ve hareketleriyle müminlere önder ve örnek olacaklardı. Ey insanlar! Eğer bu gerçeği bilmiyorsanız, Allah'ın gönderdiği kitap ve Peygamberleri iyi bilen dürüst ve güvenilir ilim adamlarına, yani zikir ehline sorun. Onlar da şahitlik edeceklerdir ki:
8 Biz Peygamberleri, yiyip içmeyen olağanüstü varlıklar olarak yaratmadık ve onlar ölümsüz birer varlık, bir melek de değillerdi. Sizin gibi fani birer insan olarak ümmetlerini uyarmış ve Allah yolunda her türlü baskı ve eziyete sabırla göğüs germişlerdi.
9 En sonunda, kendilerine verdiğimiz sözü gerçekleştirdik. Onları ve müminlerden lâyık gördüklerimizi kurtardık. Allah'a karşı gelerek azgınlık edenleri ise, korkunç bir azapla helâk ettik! Ey inkârcılar! Eğer mucize isteğinizde gerçekten samimî iseniz, dinleyin:
10 Gerçekten Biz size, içinde şanınız bulunan muhteşem bir Kitap indirdik. Size, insan benliğini eğitip mükemmel bir toplum oluşturabilmek için ihtiyaç duyduğunuz her türlü hikmet, öğüt, uyarı ve ibret derslerini içinde barındıran, sizi insanlığın önderi makamına getiren, size dillere destan olacak şan, şeref, onur ve yücelik kazandıran ve hem dünyada hem âhirette kurtuluşa ermenizi sağlayan bu Kur'an'ı gönderdik. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? Şimdi önünüzde iki seçenek var: Ya Kur'an'a sımsıkı sarılır kurtuluşa erersiniz, ya da onu inkâr edip zulmünüzün cezasını çekersiniz:
11 Sizden önceki çağlarda, halkı zulüm ve haksızlık yapan nice şehirleri yerle bir ettik ve onların ardından başka toplumlar meydana getirdik.
12 Helâki hak eden toplumlar azabımızın tepelerine bineceğini sezdikleri anda, derhal orayı terk edip kaçmaya çalışıyorlardı. Fakat nereye yönelseler, karşılarına azap melekleri dikiliyordu:
13 "Yoo, kaçmayın, şımarıp azgınlaştığınız o servet ve saltanata ve hiç ölmeyecekmiş gibi dayayıp döşediğiniz lüks evlerinize, villalarınıza, saraylarınıza dönün! Çünkü siz yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz!"
14 Artık kurtulamayacaklarını anlayınca, "Vay başımıza gelenler! Biz gerçekten de ne zalim kimselermişiz!" diye feryat ediyorlardı.
15 Ve hepsini kökünden biçip yok edinceye kadar, bu feryatları sürüp giderdi. Öyle ya:
16 Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakileri hikmet ve adaletten yoksun, anlamsız ve amaçsız, yani oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık ki.
17 Şayet bir eğlence edinmek isteseydik bunu herhâlde kendi katımızdan edinirdik, fakat böyle bir şey yapmayız!
18 Biz varlık âleminde başıbozukluğa, adaletsizliğe ve ölçüsüzlüğe yer vermeyiz. Zulüm ve haksızlıkları eğlence izler gibi izlemeyiz. Tam tersine, mutlak ve değişmez gerçeklik, doğruluk demek olan hakkı, kötülük, çirkinlik ve eğrilik temeline dayanan batılın tepesine çarparız da, onu paramparça eder ve böylece batıl yok olup gider. Ey inkârcılar! Allah'a yakıştırdığınız uygunsuz niteliklerden dolayı, vay hâlinize!
19 Göklerde ve yerde olan herkes, O'nun aciz birer kuludur. Dolayısıyla, O'nun katında bulunan ve müşrikler tarafından ilâhlaştırılan melekler, O'na kulluk etmekten asla kibre kapılmazlar ve ona ibadette en ufak bir kusur işlemez, hiçbir zaman bundan bıkıp yorulmazlar.
20 Gece gündüz bir an bile ara vermeden O'nun sınırsız yüceliğini tüm evrene ilan ederek tesbih ederler. Fakat bu nankörler, O'na kulluk etmeyi gururlarına yediremiyorlar.
21 Yoksa onlar yeryüzünde, canlılara hayat bahşeden ve Kıyamet Günü insanları yeniden diriltip hesaba çekebilen ilâhlar mı edindiler? Hâlbuki:
22 Göklerde ve yerde Allah'tan başka tanrılar olsaydı, aralarındaki çekişmeden dolayı her iki âlem de yıkılıp gider ve kâinattaki bu harika düzen görülmezdi. Oysa gördüğünüz gibi, gökler ve yer muazzam bir düzen içerisinde varlığına devam etmektedir. Mutlak hükümranlık sahibi olan Allah, müşriklerin batıl iddialarından tamamen uzaktır, yücedir.
23 O, yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermez, fakat O'nun dışındaki tüm varlıklar, yaptıklarından Allah'a karşı sorumludurlar.
24 Demek o müşrikler, uydurdukları sahte ilâhları ve batıl ideolojileri terk edip bir tek Allah inancını benimsedikleri takdirde, O'nun gönderdiği Kitaba göre hayatı yeni baştan kurmak zorunda kalacaklarını, böylece adalet ve eşitlik esaslarına dayalı bir toplumsal sistemde diledikleri gibi yaşayamayacaklarını çok iyi bildiklerinden, O'ndan başka tanrılar ediniyorlar, öyle mi?

Onlara de ki: "Eğer iddianızda samimî iseniz, bunun ilâhî kitaplara uygun olduğunu ispatlamak üzere delilinizi getirin! İşte bu tevhid inancı, hem benimle birlikte olan Müslümanların ve hem de benden önceki Elçilerin insanlık tarihi boyunca gündeme getirdiği ilâhî öğretidir."

Ama ne var ki, onların çoğu hakikat bilgisinden yoksundurlar. Bu yüzden de önyargılarının kurbanı oluyor ve alışageldikleri kültür ve anlayışa uymadığı için, aslında aklı başında hiçbir kimsenin ilgisiz kalamayacağı bu inanç sistemine karşı umursamaz bir tavır takınıyorlar. Hâlbuki:
25 Biz senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberlere, "Benden başka tanrı yoktur, öyleyse yalnızca Bana kulluk edin!" diye vahyetmiştik. Fakat o Peygamberlerin bu günkü izleyicileri, bakın bu hakikatten nasıl uzaklaşmışlar:
26 Bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, aciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Nitekim Hristiyanlar İsa'yı Allah'ın oğlu kabul ederken, müşrikler de melekleri Allah'ın kızları saydılar ve "Rahman çocuk edindi." dediler. Hâşâ! Çocuk edinmek, bir acizliktir, O ise her türlü acizlik ve noksanlıktan uzaktır, yücedir! Onların Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettikleri kimseler, gerçekte Allah tarafından ikrama lâyık görülen seçkin ve değerli kullardır. Öyle ki:
27 Onlar Allah'ın hükmüne aykırı bir söz söylemezler ve yalnızca O'nun emrine göre hareket ederler.
28 Allah onların geçmişte ve gelecekte, gördükleri ve göremedikleri, bildikleri ve bilmedikleri, açıkladıkları ve gizledikleri, kısacası önlerindeki ve arkalarındaki her şeyi tam olarak bilmektedir. Fakat onların bilgisi çok sınırlıdır. Bu yüzden, Allah'ın rızasını kazanmış olanlardan başkasına şefaat edemezler. Yani azabı hak eden kimseleri kayırıp cehennemden kurtarmak için Allah katında aracılık edemezler. Çünkü onlar, O'nun heybetinden tir tir titrerler.
29 Onlardan biri, "Ben de Allah'tan başka bir tanrıyım!" diyecek olsaydı, onu cehennemle cezalandırırdık. Çünkü Biz zalimleri böyle cezalandırırız.
30 Kur'an'ın ilâhî bir kelam olduğunu reddeden inkârcılar, içinde bulundukları evren üzerinde araştırma yaparak görüp anlamıyorlar mı ki, gökler ve yer başlangıçta bitişik bir hâlde idi de, Biz onları daha sonra birbirinden ayırdık ve yine hayatın kaynağını, canlıların özelliklerini, hücrenin yapısını araştırıp görmüyorlar mı ki, Biz her canlı varlığı sudan yarattık?

Bugün bilim dünyasında genel kabul gören teoriye göre, evren sıfır hacimdeki ve sonsuz yoğunluktaki bir noktanın kozmik bir patlama (Big Bang) sonucunda parçalanıp dağılmasıyla meydana gelmiştir ve hâlen genişlemektedir.

Kur'an hakkında şüphe ve tereddüdü olanlar, evrendeki ayetlerle Kur'an ayetlerinin nasıl mükemmel bir uyumla örtüştüğünü görüp de, bu kitabın Allah'tan gelen bir hak olduğuna hâlâ inanmayacaklar mı?
31 Ve yine Biz, yerkürenin deprem, volkan patlaması, kıta kayması ve benzeri sebeplerle veya sistematik hareketlerindeki dengesi bozularak insanları sarsmaması için oraya sapasağlam dağlar yerleştirdik. Kolayca yollarını bulabilmeleri için orada vadiler, geçitler ve geniş yollar meydana getirdik.
32 Ve gökyüzünü, sapasağlam korunan bir kubbe hâline getirdik. Hal böyleyken, onlar gökyüzünde Allah'ın kudretini ve O'nun bilgisini gözler önüne seren bunca delillerden ve hayranlık verici mucizelerden yüz çevirip geçiyorlar. Oysaki:
33 Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Uzaydaki gök cisimlerinin her biri, kendisi için programlanmış belli bir yörüngede yüzüp gitmektedir.
34 Ey Peygamber! Biz sana bu dünyada ebedî bir hayat bahşetmediğimiz gibi, senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Bundan sonra da verecek değiliz. O hâlde, sen vakti zamanı gelir de ölürsen, senin ölümünü dört gözle bekleyen o insanlar dünyada ebedî mi kalacaklar? İmtihan hikmeti gereğince bir süre yaşasalar bile, eninde sonunda ölüp hesaba çekilmeyecekler mi? Unutma ki:
35 Her can mutlaka ölümü tadacaktır. Allah yolunda olmasa da, mutlaka ölecektir. Biz sizi, yeteneklerinizi açığa çıkarmak ve olgunluk mertebelerinde yücelmenizi sağlamak üzere bazen hastalık, fakirlik, deprem gibi kötülük olarak bildiğiniz şeylerle ve bazen de sıhhat, zenginlik, güç, başarı gibi iyilik olarak bildiğiniz şeylerle sınayarak imtihan ediyoruz. Bu dünyada kısacık bir hayat yaşayacak ve sonunda, yaptıklarınızın karşılığını görmek üzere Bize döneceksiniz.
36 Ey Peygamber! İnkârcılar seni her gördüklerinde, "Atalarımızın yüzyıllardan beri tapındığı ilâhlarımızı ve şirk inancına göre oluşturduğumuz hayat tarzımızı diline dolayan adam bu muymuş?" diyerek seni alaya alırlar. Oysa onlar gerçekte Rahman'ın hikmetlerle dolu apaçık öğüt ve uyarısı olan Kitabını inkâr ediyorlar.
37 Zaten insanoğlu pek aceleci yaratılmıştır. Sabırsızlanmayın, her şeyin bir zamanı var. Kur'an'ın ilâhî bir kitap olduğunu, nihaî zafer ve üstünlüğü müminlerin kazanacağını gözler önüne seren delillerimi yakında size göstereceğim, zalimlerin başına gelecek olan azabı Benden acele istemeyin.
38 İnkârcılar, "Eğer dedikleriniz doğru ise, bu savurduğunuz tehditler ne zaman gerçekleşecek?" diye soruyorlar.
39 Bu kâfirler, yüzlerinden ve sırtlarından cehennem alevlerini savamayacakları ve hiçbir şekilde yardım da göremeyecekleri zaman başlarına gelecekleri bir bilselerdi…
40 Gerçek şu ki, son saat ansızın gelip çatacak ve onları şaşkına çevirecek. İşte o zaman ne onu geri çevirebilecekler, ne de onlara ikinci bir fırsat verilecek!
41 Ey Muhammed! Doğrusu, senden önceki Elçilerle de alay edilmişti. Fakat onları alaya alan küstahları, sonunda alay ettikleri o korkunç azap çepeçevre sarıp helâk etmişti.
42 Onlara de ki: "Geceleyin uyuduğunuz veya gündüz vakti gezip dolaştığınız bir sırada size azap etmek istese, sizi Rahman'a karşı kim koruyabilir? Ebette onları tehlikelerden koruyan ve nimetler içinde yaşatan Allah'tır. Fakat onlar, bunu bile bile Rab'lerinin öğüt ve uyarısı olan şu Kur'an'dan yüz çeviriyorlar.
43 Yoksa onların, kendilerini Bize karşı koruyabilecek tanrıları mı var ki, bu kadar pervasızca ayetlerimizi inkâr ediyorlar? Hayır, o sözde tanrıları kendi kendilerini bile koruyacak güce sahip değiller ve Bizim tarafımızdan bir yakınlık da göremeyecekler.
44 Aslında Biz onları ve atalarını nimetler içinde yaşattık da, hayat gözlerinde hiç bitmeyecekmiş gibi uzun göründü. Sahip oldukları servet, güç ve saltanatın ebediyen süreceğini zannedip azgınlaşmaya, hiç ölmeyecekmiş gibi davranmaya başladılar. Oysa görmüyorlar mı ki, Biz hüküm ve kudretimizle yeryüzüne gelip onu her yanından nasıl peyderpey eksiltiyoruz?

Geçmişte yaşamış nice toplumların, azgınlıklarından dolayı yok edildiğini bilmiyorlar mı? Depremlerle, savaşlarla, toplumsal ve ekonomik krizlerle nüfuslarını nasıl kırıp dağıttığımızı, üzerlerindeki ablukayı her geçen gün daralttığımızı görmüyorlar mı? Çevrelerinden, dost ve akrabalarından birer ikişer mezara yolladıkları insanların hâlini düşünüp ibret almıyorlar mı? Bütün bunlar, yaklaşan felâketin habercisi değil mi?

Hal böyleyken, inkârcılar, hak ve hakikat karşısında hâlâ üstün geleceklerini mi zannediyorlar?
45 Ey Peygamber! Uyarılara devam ederek de ki: "Ey insanlar! Ben sizi kendi görüşlerimle, şahsi düşüncelerimle değil, ancak Allah katından gelen Kur'an gibi bir vahiyle uyarıyorum." Ne var ki, gerçeklere kulak tıkayan sağırlar ne kadar uyarılsalar da, kendilerini felâketten kurtaracak bu çağrıyı işitmezler. Bununla birlikte:
46 Onlara Rabb'inin azabından ufacık bir esinti bile dokunuverse, derhal "Eyvahlar olsun bize, meğer biz ne zalimmişiz!" diye feryat ederler. Peki, Büyük Mahkemede ne yapacaklar?
47 Hesap Günü adalet terazilerini kuracağız ve hiç kimseye en ufak bir haksızlık yapılmayacak. Öyle ki, yapılan her iyilik veya kötülük incir çekirdeği kadar küçük bile olsa, onu da hesaba katacağız.

Hesap görmek için Biz elbette yeteriz. İşte bunun için, kitap ve elçi göndererek insanlığı her devirde uyarmışızdır:
48 Doğrusu Biz, vaktiyle Musa ile Harun'a da, kötülüklerden titizlikle sakınan o takva sahipleri için gönülleri aydınlatan bir ışık kaynağı ve bir öğüt ve hikmet kitabı olarak Tevrat'ı, doğruyu eğriden ayırmaya yarayan o şaşmaz ölçüyü vermiştik.
49 O takva sahipleri ki, Rab'lerine gayben, yani O'nun zatını göremedikleri hâlde, varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren sayısız yaratılış mucizelerini görerek iman eder, O'na yürekten bir saygıyla bağlanır ve ecel vaktinin gelip çatacağı o Son Saatin korkusuyla titrerler.
50 Ey insanlar! İşte bu elinizdeki Kur'an da, doğru yolu göstermek üzere göndermiş olduğumuz hayır ve bereketlerle dolu bir hikmet, öğüt ve uyarı kitabıdır. Şimdi siz onu bile bile inkâr mı edeceksiniz?
51 Doğrusu Biz Musa'dan çok daha önce, İbrahim'e üstün ahlâkî özellikler ve sağlam bir muhakeme yeteneği vererek ona da hak ettiği olgunluğu bahşetmiştik. Onun buna lâyık olduğunu çok iyi biliyorduk.
52 Hani  İbrahim, babasına ve kavmine seslenerek, "Nedir bu tapıp durduğunuz heykeller?" demişti.
53 Onlar da, "Atalarımızın onlara tapmakta olduğunu gördük, biz de onları körü körüne izleyip aynı putlara tapıyoruz!" dediler.
54 İbrahim, "O zaman siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz!" dedi.
55 Onlar, "Bu sözlerinde gerçekten ciddi misin, yoksa bizimle oyun mu oynuyorsun?" diye sordular.
56 İbrahim, "Elbette ciddi söylüyorum!" dedi, "Sizin Rabb'iniz şu heykeller değil, gökleri ve yeri yoktan var eden ve tüm evrenin gerçek sahibi, efendisi, yöneticisi ve Rabb'i olan Allah'tır ve ben, buna bizzat şahitlik ederim!"
57 Ve içinden, "Allah'a yemin olsun ki, siz arkanızı dönüp buradan uzaklaşır uzaklaşmaz putlarınızın hakkından geleceğim!" dedi.
58 Böylece İbrahim, hiç kimsenin olmadığı bir saatte gizlice puthaneye girerek, eline geçirdiği bir baltayla bütün putları paramparça etti. Fakat en büyük puta hiç dokunmadı ki, olup bitenler hakkında bilgi edinmek üzere o putun tanıklığına başvursunlar. Böylece, onun konuşamadığı, göremediği gerçeğini idrak edip putlara tapmaktan vazgeçsinler.
59 Ertesi sabah mabede gelip putların halini gören müşrikler, "Kim yaptı bunu ilâhlarımıza?" diye bağırdılar, "Bunu yapan her kimse, gerçekten çok zalim biriymiş!"
60 İçlerinden bazıları, "İbrahim adında genç bir adamın putlarımız hakkında ileri geri konuştuğunu duymuştuk!" dediler, "Bunu ondan başkası yapmış olamaz!"
61 "Öyleyse, onu derhal yakalayıp insanlarla yüzleştirin ki, bu sözleri söylediğine şahitlik etsinler!" dediler. Böylece, İbrahim'i tutup getirdiler ve:
62 "Ey İbrahim, bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın?" diye sordular.
63 Zaten bu soruyu bekleyen İbrahim, "Hayır!" dedi, "Bunu olsa olsa, şu büyük put yapmıştır. İnanmıyorsanız kendilerine sorun, tabii eğer konuşabilirse!"
64 Bu sözler, beyinlerinde şimşek gibi çaktı. Bunun üzerine, bir an için vicdanlarının sesine kulak vererek, içlerinden, "Aslında İbrahim doğru söylüyor, bizim yaptığımız düpedüz saçmalık, bu aciz putlara tapmakla, asıl haksız durumda olan biziz!" dediler.
65 Ne var ki, yüzyıllardan beri süregelen bir sistemin yanlışlığını itiraf etmek ve "dünkü çocuğun" karşısında yenilgiyi kabullenip hakikate boyun eğmek onlar için hiç de kolay değildi. Dahası, tek tanrı inancını benimsemek ve bu inanca göre hayatı yeni baştan kurmak hiç mi hiç işlerine gelmezdi. Haksızlığın, hırsızlığın, sömürünün mahkûm edildiği, dürüstlük ve erdemliliğin en yüce değer hâline geldiği, hak ve adalet prensiplerinin egemen olduğu bir toplum düzeninde yaşamak onlar için ölüm demekti. Bunun için, eski kafalarına geri dönüp, "Lâf cambazlığı yapma, ey İbrahim!" dediler, "Sen de pekâlâ bilirsin ki, putlar konuşamaz!"
66 İbrahim, "Madem öyle!" dedi, "Ne diye Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda veya zarar veremeyecek kadar aciz olan bu şeylere tapıyorsunuz?"
67 "Güya aklı başında adamlarsınız, utanın şu hâlinizden! Size de, Allah'ı bırakıp taptığınız şeylere de yazıklar olsun! Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"
68 Bunun üzerine, küfrün elebaşları halkı kışkırtarak, "Bu adamın hakaretlerine daha ne kadar sessiz kalacaksınız?" dediler, "Haydi durmayın, onurunuzu kurtarmak için bir şeyler yapacaksanız,  derhal onu ateşe atın da ilâhlarınıza arka çıkın!"

Böylece dev bir ateş hazırladılar ve İbrahim'i mancınığa koyup ateşin ortasına attılar. Fakat bilmiyorlardı ki, Allah dilemedikçe bıçak kesemez, kurşun öldüremez, ateş yakamazdı. Nitekim:
69 "Ey ateş!" dedik, "İbrahim'e serinlik ve selâmet ol!" Bir de baktılar ki İbrahim, âdeta gül bahçesine dönen ateşin ortasında Rabb'ine secde etmekteydi.
70 Evet, bu zalimler ona hileler, tuzaklar kurmaya çalıştılar, fakat Biz hepsini büyük bir azapla helâk edip yıkıma uğrattık!
71 Ardından da, hem İbrahim'i hem de kardeşinin oğlu Lut'u kâfirlerin elinden kurtardık ve tüm insanlık için hayır, mutluluk ve bereket kaynağı kıldığımız Şam diyarına, yani bugünkü Suriye, Filistin ve Ürdün civarındaki kutsal topraklara ilettik. Artık tebliğ mücadelesi bu bölgelerde yürütülecekti.
72 İbrahim'i kurtarmakla kalmadık, ona oğulları İsmail'i, İshak'ı ve ayrıca torunu Yakup'u bir lütuf olarak armağan ettik. Onların her birinin dürüst ve erdemli kimseler olmasını sağladık.
73 Ve onları, buyruklarımız doğrultusunda insanlığa doğru yolu gösteren birer önder kıldık. Kendilerine iyi işler yapmayı, namazı kılmayı ve zekâtı vermeyi emrettik. Çünkü onlar, gönderdiğimiz hükümler doğrultusunda yaşayarak, yalnızca Bize kulluk eden kimselerdi.
74 Lut'a da katımızdan ilim ve hikmet bahşettik ve onu, çirkin işler yapmayı alışkanlık hâline getiren bir toplumun elinden kurtardık. Kadınları bırakıp erkeklere yönelen bu azgın halkı ise, tamamen helâk ettik. Çünkü onlar, gerçekten de yoldan çıkmış ahlâksız bir toplumdu.
75 Böylece, Lut'u da lütuf ve rahmetimizi hak eden kullarımız arasına kattık. O, gerçekten çok dürüst ve erdemli bir kimseydi.
76 Nuh'a da ilim ve hikmet verdik. Hani Nuh İbrahim'den yıllar önce, "Ey Rabb'im, kâfirlerle mücadelemde yenik düştüm, bana yardım et!" diye dua etmişti. Biz de çağrısına cevap vererek hem onu, hem de onunla birlikte olanları Nuh tufanı denen o büyük felaketten kurtardık.
77 Ve ayetlerimizi yalanlamaya kalkışan topluma karşı onu destekledik. Gerçekten onlar, tepeden tırnağa kötülüğe batmış bir toplumdu. Bu yüzden hepsini korkunç bir tufanla sulara batırıp boğuverdik.
78 Davud'a ve oğlu Süleyman'a da ilim ve hikmet vermiştik. Hani onlar, bir topluluğa ait koyun sürüsünün geceleyin girip ürünlerini harap ettiği bir ekin tarlası hakkında hüküm vermişlerdi. Biz, onların hüküm verirken doğru ve adalete uygun yargıya varabilmek için ne büyük çaba harcadıklarını, insanların haklarını korumak için ne kadar özen gösterdiklerini görüyorduk.

Bir adamın koyunları, geceleyin yanlışlıkla komşu tarlaya girip bütün ürünleri tahrip etmişti. Davud, tahrip edilen ürünlerin değerine eşit miktarda hayvanın tarla sahibine tazminat olarak verilmesine hükmetti.
79 Bunun üzerine, henüz genç yaştaki Süleyman'a, bu dava hakkında en âdilâne çözümü ilham ettik.

Süleyman babasının huzuruna gelerek, "Bence sürüyü bir yıllığına tarla sahibine verelim. Bu zaman zarfında koyunların sütü, doğuracağı yavrular, yünü vs. onun olsun. Bu arada, tarlayı da onarıp eski hâline getirmesi için sürü sahibine verelim. Böylece hem tarla sahibinin uğradığı kayıp telâfi edilmiş, hem de sürü sahibi mağdur edilmemiş olur." dedi. Bu hükmün daha âdil olduğunu gören Davud, kararını değiştirdi.

Gerçi Davud'un verdiği karar da yanlış değildi. Çünkü Biz her ikisine de sağlam bir muhakeme yeteneği ve ilim bahşetmiştik. Öyle ki;

Davud ile beraber sınırsız kudret ve yüceliğimizi dile getirip tesbih etmekte olan dağları, taşları ve hatta kuşları onun çağrısına boyun eğdirmiştik. Davud insanın ruhunu okşayan içli sesiyle Zebur'dan ayetler okurken, etrafında toplanan kuşların cıvıltılarına karışan nağmeleri dağlarda perde perde yankılanıyor, Allah'ın kudret ve egemenliğini tüm evrene ilân eden bir zikir olarak semalara yükseliyordu.

Evet, bütün bunları Biz yapıyorduk. Ve Davud gibi Allah'a yönelirseniz, size de aynı nimetleri veririz.
80 Ayrıca Davud'a, demiri eritip şekillendirme imkân ve becerisi vererek savaşta sizi düşman saldırısından koruyacak örme zırh yapma sanatını öğrettik. İşte Biz, insanoğlunu böyle üstün yeteneklerle donattık. Fakat siz, bunca nimetler karşısında Rabb'inize gereğince şükrediyor musunuz?
81 Ve Süleyman'a, coşkun rüzgârları kontrol altına alıp dilediği yönde estirme gücü bahşettik. Öyle ki, bu rüzgârlarla akıp giden yelkenli gemiler, onun kontrolü altında dünyanın dört bir yanından taşıdığı hesapsız zenginlikleri yüklenerek, her karış toprağını nimet ve bereketlerle donattığımız ülkeye, yani Peygamberler diyarı Filistin'e doğru akıp giderlerdi. Evet, Biz her şeyi en mükemmel şekilde bilmekteyiz.
82 Ve cin şeytanlarından bir kısmını da onun buyruğuna vermiştik. Bunlar, onun için dalgıçlık yaparak denizin altından inci ve mercan çıkarıyor, bundan başka inşaat, oymacılık gibi ustalık gerektiren işler yapıyorlardı. İşte bu şeytanları da gözetim altında tutan, gerçekte yine Bizdik.
83 Eyyub'a da Peygamberlik vermiş ve zorluklar karşısında sabredip direnme konusunda onu müminlere örnek kılmıştık. Hani o Rabb'ine el açıp yalvararak, "Ey, Rabb'im!" diye seslenmişti, "Başıma öyle çetin bir belâ gelip çattı ki, ailemi, malımı-mülkümü ve sağlığımı tamamen kaybettim! Elimden tut, bana yardım et ya Rab! Şüphesiz sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin."
84 Biz de onun duasını kabul etmiş ve başındaki sıkıntıları gidermiştik. Sonra da katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere öğüt verici bir hatıra olmak üzere, ona malını mülkünü, ailesini ve bir o kadarını daha vermiştik.
85 İsmail'e, İdris'e ve Zülküf olarak da bilinen Zülkifl'e de katımızdan ilim ve hikmet vermiştik. Bunların hepsi de zorluk ve sıkıntılara karşı sabırla göğüs geren kimselerdi.
86 Bu yüzden onları lütuf ve rahmetimizi hak eden kullarımızın içine kattık. Gerçekten onlar, son derece dürüst ve erdemli kimselerdi.
87 Yaptığı hata yüzünden büyük bir balık tarafından yutulan ve üç gün boyunca balığın karnında kaldıktan sonra lütfumuz sayesinde kurtulan Zünnun (Balık Sahibi) lakaplı Yunus'a da katımızdan ilim ve hikmet vermiştik. Hani Yunus, bütün öğüt ve uyarılara rağmen bir türlü doğru yola gelmeyen kavminin inkârcı ve alaycı tutumu karşısında öfkeye kapılarak iznimizi almadan görev yerini terk edip gitmişti. Bu davranışından dolayı kendisini cezalandırıp sıkıntıya düşüreceğimizi hiç hesaba katmamıştı. Böylece, kasabadan ayrılıp deniz kenarına gitti. Bir yolcu gemisine binip denize açıldı. Fakat aniden gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bunu aralarında günahkâr bir kişinin bulunmasına bağlayan gemiciler, "Gelin aramızda kura çekelim de, bu felâketin kimin yüzünden geldiğini bulup onu gemiden atalım!" dediler. Çekilen kura sonucu Yunus denize atılıp da büyük bir balık tarafından yutulunca, karanlıklar içerisinde Rabb'ine el açıp şöyle yakardı: "Ey yüce Rabb'im, Senden başka ilâh yoktur. Acziyetimi itiraf ediyor ve senin sonsuz merhametine sığınıyorum. Sen eksiklik ve noksanlık ifade edebilecek bütün sıfatlardan uzaksın, insan hayalinin ulaşabileceği her türlü tasavvurun üstünde ve ötesinde, yüceler yücesisin! Doğrusu ben, emrini göz ardı etmekle kendime zulmettim!"
88 Biz de onun duasını kabul ettik ve içine düştüğü o sıkıntıdan onu kurtardık. İşte Biz, inananları böyle kurtarırız.
89 Ve hani Zekeriya Rabb'ine el açıp yalvararak, "Ey Rabb'im!" diye seslenmişti, "Beni bu çetin mücadelemde yapayalnız ve yardımcısız bırakma. Çünkü bu ümmetin, ona yeni bir ruh kazandıracak tertemiz bir nesle ihtiyacı var. Bana katından, tevhid sancağını omuzlayacak hayırlı bir nesil, gözümü arkada bırakmayacak güvenilir bir yardımcı, bir dost ihsan eyle ya Rab! Ben ümmetimi, ailemi, malımı mülkümü sana emanet ediyorum. Senden başka tüm varlıklar fânidir. Herkes göçüp gittikten sonra baki kalan, her şeyin vârisi olan ancak sensin ve sen vârislerin en hayırlısısın."
90 Bunun üzerine, onun duasını kabul ettik. Çocuk doğuramayacak durumda olan hanımını iyileştirdik ve ona hayırlı bir evlat olarak Yahya'yı armağan ettik. Gerçekten de onlar, iyilik yapmakta birbirleriyle yarışan, rahmetimizi umarak ve azabımızdan korkarak Bize yalvarıp yakaran ve emirlerimize saygıyla boyun eğen kimselerdi.
91 Ve o iffetini koruyan Meryem'e de katımızdan ilim ve hikmet bahşetmiştik. Tertemiz ahlâkının mükâfatı olarak da, ona babasız bir çocuk hediye etmek için ruhumuzdan hayat üflemiş ve hem onu hem de oğlunu, yani İsa Peygamberi tüm insanlığa sonsuz ilim, kudret ve rahmetimizi gösteren apaçık birer delil kılmıştık.
92 Ey insanlar! İşte sizin birer ferdi olmakla yükümlü olduğunuz milletiniz, yukarıdan beri anlatılan Peygamberlerin temsil ettiği ve aynı Allah'a, aynı kitaplara, aynı Peygamberlere inanan ve tevhid inancı etrafında kenetlenen bu biricik millettir ve Ben de sizin Rabb'inizim, öyleyse yalnızca Bana kulluk edin!
93 Ama gel gör ki, bu Peygamberlerin izinden gittiğini iddia edenler, aralarındaki bu birliği bozup paramparça ettiler! Oysa hepsi dönüp dolaşıp Bizim huzurumuza gelecektir. İşte O Gün:
94 Her kim —Allah'ın ayetlerine iman etmiş olmak şartıyla— güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyarsa, elbette emekleri boşa gitmeyecektir. Çünkü Biz, yapılan iyilik ve kötülüklerin hepsini bir bir kaydediyoruz.

İnkâr edenlere gelince, onlar da zulüm ve haksızlıklarının cezasını kısmen dünyada çekecekler. Fakat asıl cezayı öte dünyada görecekler:
95 Bizim helâk ettiğimiz bir toplumun, mahşer günü Bize dönmemesi ve yaptıkları kötülüklerin hesabını vermemesi mümkün değildir.

Bu ayeti şöyle anlamak da mümkündür:

Bizim helâk ettiğimiz bir toplumun, bir daha dünya hayatına dönmesi asla mümkün değildir.
96 Ta ki Ye'cüc ve Me'cüc denilen istilâcı toplumları dizginleyen setler yıkılıp açılınca, emperyalist devletler ve uluslararası sömürü şirketleri dünyayı ele geçirmek üzere akla hayale gelmedik yol ve yöntemler kullanarak her tepeden akın akın mazlum halkların üzerine saldıracaklar. Böylece insanlık, tüm dünyayı kuşatan müthiş bir bunalım ve kargaşanın pençesine düşecek.
97 İşte o zaman, gerçekleşeceğinde asla kuşku olmayan o vaad, yani kıyamet vakti yaklaşmış demektir. Kıyamet kopunca tüm insanlar yeniden diriltilip Rab'lerinin huzuruna getirilecekler. İşte o anda, inkârcıların gözleri korku ve dehşetle yerinden fırlayacak ve "Vay başımıza gelenlere!" diye feryat edecekler, "Biz nasıl oldu da, buna karşı böylesine umursamaz davrandık. Yok yok, aslında düpedüz zalim kimselerdik biz!" diyecekler. Fakat son pişmanlık fayda vermeyecek.
98 Allah onlara, "Ey zalimler!" diye seslenecek, "Siz ve Allah'tan başka taptığınız putlar, düzmece tanrılar, ilâhlık taslayanlar; hepiniz cehennem odunusunuz ve bir daha asla çıkmamak üzere oraya gireceksiniz!"
99 "Allah'a itaat edercesine sözünü dinlediğiniz, emrine itaat ettiğiniz şu zalim insanlar neyin doğru neyin eğri olduğunu belirleme konusunda yetki sahibi birer otorite, yani tanrı olsalardı, cehenneme girmezlerdi. Oysa işte hepiniz ateşe giriyorsunuz, üstelik sonsuza dek orada kalacaksınız!"
100 Onlar orada, acı ve ıstırap içinde çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlayacaklar. Cehennemin alevleri arasında öyle feci bir şekilde iç çekecekler ki… Orada, feryat ve iniltiden başka bir şey duymayacaklar.
101 İman edip güzel işler yaptıkları için tarafımızdan kendilerine en güzel mükâfat takdir edilmiş olanlara gelince, onlar cehennemden uzak tutulacaklardır. Öyle ki:
102 Onun o korkunç uğultusunu işitmeyecekler bile. Canlarının çektiği sonsuz nimetler içerisinde, sonsuza dek  orada yaşayıp gidecekler.
103 Kâfirleri dehşete düşüren o büyük korku, onları üzmeyecek. Melekler onları, "Size söz verilen mutlu gün işte bugündür!" müjdesiyle karşılayacaklar.
104 O gün kâinatı, kitap sayfalarını dürüp katlar gibi düreceğiz. Onu başlangıçta nasıl yoktan var ettiysek, aynen öyle, fakat farklı özelliklerle yeniden yaratacağız. Bu, yerine getirmeyi taahhüt ettiğimiz bir sözdür. Biz elbette sözümüzde duracak, bunu mutlaka yapacağız!" Nitekim daha öncekilere de aynı sözü vermiştik:
105 Andolsun Biz, diğer bir adı da Zikir olan hikmetli öğüt ve uyarılarla dolu Tevrat'ı gönderdikten sonra Zebur'da da şöyle yazdık: "Yeryüzüne, ancak ayetlerime iman eden dürüst ve erdemli kullarım vâris olacak ve sonunda cennet yurdu onların ebedî vatanı olacaktır."
106 İşte bu anlatılanlarda, yalnızca Allah'a kulluk ederek huzura, mutluluğa ulaşmak isteyen bir toplum için, doğru yola ileten nice öğütler vardır.
107 Ey Muhammed! Biz seni başka bir amaçla değil, ancak âlemlere ve tüm yaratılmışlara rahmet ve bereketimizi ihsan etmek ve böylece insanlığı inkâr ve cehalet karanlığından kurtararak hem dünyada hem âhirette mutluluğa ulaştırmak için gönderdik.
108 O hâlde, tüm insanlığa seslenerek de ki: "Ey insanlar! Bana ancak, ilâhınızın eşi ve ortağı olmayan tek bir İlâh olduğu vahyedilmiştir. Bana bildirilen en temel hakikat budur. O hâlde, siz de Müslüman olarak Rabb'inize yürekten boyun eğmek istemez misiniz?"
109 Eğer inat edip yüz çevirirlerse, onlara de ki: "Ben size Rabb'imin mesajını olduğu gibi duyurdum. Fakat size vadedilen azap yakın mıdır uzak mıdır, bunu bilemem. Onun için, bir an önce zulüm ve haksızlıklara son verip Rabb'inize yönelmenizi tavsiye ederim."
110 "Hiç kuşkusuz O, açıktan söylenen sözleri de bilir, içinizde gizlediğiniz gizli niyet ve düşüncelerinizi de bilir."
111 "Yaptığınız bunca kötülüklere rağmen hâlâ helak edilmemiş olmanız sizi sevindirmesin. Bilmiyorum, belki de başınıza gelecek azabın ertelenmesi sınanmanız ve ecel denilen süre gelip çatıncaya kadar dünyada yaşatılmanız içindir."
112 Peygamber, son uyarılarını yaptıktan sonra Rabb'ine el açıp yalvararak "Ey Rabb'im!" dedi, "Artık adaletinle aramızda hükmünü ver!" Ve inkârcılara seslenerek, "Ey zalimler!" diye haykırdı, "Bizim Rabb'imiz, tövbe eden kullarını bağışlayan sonsuz kudret ve merhamet sahibi Rahman'dır! Ama siz, "Allah kendisine ortaklar edinmiştir!" "O, kitap ve Peygamber göndermez, insanı başıboş bırakmıştır!" "Bizleri öldükten sonra dirilip hesaba çekmeyecektir!" "İnsanı herhangi bir ahlâkî kayıtla sınırlandırmamıştır!" diyorsunuz. Allah hakkında uydurduğunuz bu iftiralar karşısında, ancak O'nun yardımına sığınırız biz!"
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ 1
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ 2
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 3
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 4
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ 5
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ 6
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ 7
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ 8
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ 9
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ 10
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ 11
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ 12
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ 13
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 14
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ 15
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ 16
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ 17
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ 18
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ 19
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ 20
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ 21
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ 22
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ 23
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ 24
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ 25
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ 26
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ 27
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ 28
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟ 29
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ 30
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ 31
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ 32
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 33
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ 34
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ 35
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ 36
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ 37
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 38
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ 39
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ 40
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ 41
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ 42
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ 43
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ 44
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ 45
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 46
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ 47
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ 48
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ 49
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ 50
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ 51
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ 52
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ 53
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 54
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ 55
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ 56
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ 57
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ 58
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ 59
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ 60
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ 61
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ 62
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ 63
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ 64
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ 65
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ 66
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 67
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ 68
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ 69
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ 70
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ 71
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ 72
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ 73
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ 74
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟ 75
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ 76
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ 77
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ 78
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ 79
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ 80
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ 81
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ 82
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ 83
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ 84
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ 85
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 86
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ 87
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ 88
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ 89
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ 90
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ 91
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ 92
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ 93
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ 94
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ 95
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ 96
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ 97
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ 98
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ 99
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ 100
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ 101
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ 102
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ 103
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ 104
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ 105
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ 106
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ 107
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 108
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ 109
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ 110
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ 111
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ 112
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
İnsanların hesaba çekilme vakti iyice yaklaştı, fakat onlar an be an yaklaşmakta olan tehlikeye karşı hâlâ umursamaz bir tavır içindeler ve bu yüzden de, gerçeklerden inatla yüz çeviriyorlar! Öyle ki:
1
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Onlara ne zaman Rab'lerinden yeni bir öğüt ve uyarı içeren bir sure veya ayet gelse, onu ancak alaya alarak ve eğlenerek dinlerler.
2
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Servet, makam, şöhret gibi dünyalıklara tutkuyla bağlanan ve bencillik, kibir, inat, haset duygularıyla dolup taşan kalpleri, hiçbir ahlâkî sınır tanımaya yanaşmadığı için tamamen zevk ve eğlenceye dalmıştır. İşte bu yüzdendir ki, hakikati kabullenmeye bir türlü yanaşmayan bu zalimler, Kur'an'ın kitlelerce benimsenmesini engellemek için kendi aralarında gizlice fısıldaşarak dediler ki:

"Okuduğu o büyüleyici sözlerle benliğinizi derinden etkileyen bu adam, sizin gibi ölümlü bir insandan başka nedir ki? Şimdi siz onun sözlerini dinleyip de göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız? Bize göre bu Kur'an mutlaka büyü ürünü bir sözdür. Yoksa okuma yazma bile bilmeyen bir insanın, bütün edebiyat ustalarını ve bilim adamlarını dize getiren ve bir beşer tarafından eşi benzeri yapılamayan böylesine harikulâde sözler söylemesi başka türlü izah edilemez."
3
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, düzenledikleri gizli toplantılarla, kurdukları sinsi komplolarla Müslümanları yıldırabileceklerini, Allah'ın nurunu söndürebileceklerini sanan bu zalimlere seslenerek, "Benim Rabb'im, yerde ve gökte söylenen gizli ve açık bütün sözleri bilir. Çünkü O her şeyi işiten, her şeyi bilendir." dedi. Ve işte Rabb'im, zalimlerin komplolarını açığa çıkarıp yerle bir ediyor:
4
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
İnkârcılar, Kur'an'ın kitleler üzerindeki etkisini kırabilmek için olmadık iftiralar attılar. Fakat her defasında, kendi iftiralarını kendileri de beğenmeyerek fikir değiştirdiler. İlk önce, "Muhammed'in bu söyledikleri, aslında karmakarışık hayallerden ibarettir!" dediler. Sonra da, "Yok yok, bu kadar mükemmel sözlerin hayal ürünü olduğuna kimseyi inandıramayız, onu bilinçli olarak uyduruyor diyelim. Fakat hayır, Muhammed'in buna gücü yetmez ki! O hâlde, onun cinlerden bilgi alan bir şair olduğunu söyleyelim. Ama onun şiirle uzaktan yakından ilgisi olmadığını herkes biliyor. O hâlde şöyle diyelim: O madem Peygamber olduğunu iddia ediyor, öyleyse bize önceki ümmetlere gönderilen türden bir mucize gösterse ya!" dediler.
5
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Oysa onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir toplum, bu tür bir mucizeye inanmamıştı. Şimdi aynen onların izinden giden bu zalim insanlar mı senin getireceğin mucizelere inanacak?
6
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Ey Muhammed! Biz senden önce de, kendilerini vahiyle desteklediğimiz senin gibi yiyip içen, çarşı pazarlarda dolaşan ölümlü adamlardan başkasını elçi olarak göndermedik. Zira onlar, bütün hal ve hareketleriyle müminlere önder ve örnek olacaklardı. Ey insanlar! Eğer bu gerçeği bilmiyorsanız, Allah'ın gönderdiği kitap ve Peygamberleri iyi bilen dürüst ve güvenilir ilim adamlarına, yani zikir ehline sorun. Onlar da şahitlik edeceklerdir ki:
7
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
Biz Peygamberleri, yiyip içmeyen olağanüstü varlıklar olarak yaratmadık ve onlar ölümsüz birer varlık, bir melek de değillerdi. Sizin gibi fani birer insan olarak ümmetlerini uyarmış ve Allah yolunda her türlü baskı ve eziyete sabırla göğüs germişlerdi.
8
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
En sonunda, kendilerine verdiğimiz sözü gerçekleştirdik. Onları ve müminlerden lâyık gördüklerimizi kurtardık. Allah'a karşı gelerek azgınlık edenleri ise, korkunç bir azapla helâk ettik! Ey inkârcılar! Eğer mucize isteğinizde gerçekten samimî iseniz, dinleyin:
9
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Gerçekten Biz size, içinde şanınız bulunan muhteşem bir Kitap indirdik. Size, insan benliğini eğitip mükemmel bir toplum oluşturabilmek için ihtiyaç duyduğunuz her türlü hikmet, öğüt, uyarı ve ibret derslerini içinde barındıran, sizi insanlığın önderi makamına getiren, size dillere destan olacak şan, şeref, onur ve yücelik kazandıran ve hem dünyada hem âhirette kurtuluşa ermenizi sağlayan bu Kur'an'ı gönderdik. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? Şimdi önünüzde iki seçenek var: Ya Kur'an'a sımsıkı sarılır kurtuluşa erersiniz, ya da onu inkâr edip zulmünüzün cezasını çekersiniz:
10
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ
Sizden önceki çağlarda, halkı zulüm ve haksızlık yapan nice şehirleri yerle bir ettik ve onların ardından başka toplumlar meydana getirdik.
11
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ
Helâki hak eden toplumlar azabımızın tepelerine bineceğini sezdikleri anda, derhal orayı terk edip kaçmaya çalışıyorlardı. Fakat nereye yönelseler, karşılarına azap melekleri dikiliyordu:
12
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ
"Yoo, kaçmayın, şımarıp azgınlaştığınız o servet ve saltanata ve hiç ölmeyecekmiş gibi dayayıp döşediğiniz lüks evlerinize, villalarınıza, saraylarınıza dönün! Çünkü siz yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz!"
13
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Artık kurtulamayacaklarını anlayınca, "Vay başımıza gelenler! Biz gerçekten de ne zalim kimselermişiz!" diye feryat ediyorlardı.
14
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ
Ve hepsini kökünden biçip yok edinceye kadar, bu feryatları sürüp giderdi. Öyle ya:
15
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakileri hikmet ve adaletten yoksun, anlamsız ve amaçsız, yani oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık ki.
16
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ
Şayet bir eğlence edinmek isteseydik bunu herhâlde kendi katımızdan edinirdik, fakat böyle bir şey yapmayız!
17
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Biz varlık âleminde başıbozukluğa, adaletsizliğe ve ölçüsüzlüğe yer vermeyiz. Zulüm ve haksızlıkları eğlence izler gibi izlemeyiz. Tam tersine, mutlak ve değişmez gerçeklik, doğruluk demek olan hakkı, kötülük, çirkinlik ve eğrilik temeline dayanan batılın tepesine çarparız da, onu paramparça eder ve böylece batıl yok olup gider. Ey inkârcılar! Allah'a yakıştırdığınız uygunsuz niteliklerden dolayı, vay hâlinize!
18
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ
Göklerde ve yerde olan herkes, O'nun aciz birer kuludur. Dolayısıyla, O'nun katında bulunan ve müşrikler tarafından ilâhlaştırılan melekler, O'na kulluk etmekten asla kibre kapılmazlar ve ona ibadette en ufak bir kusur işlemez, hiçbir zaman bundan bıkıp yorulmazlar.
19
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ
Gece gündüz bir an bile ara vermeden O'nun sınırsız yüceliğini tüm evrene ilan ederek tesbih ederler. Fakat bu nankörler, O'na kulluk etmeyi gururlarına yediremiyorlar.
20
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ
Yoksa onlar yeryüzünde, canlılara hayat bahşeden ve Kıyamet Günü insanları yeniden diriltip hesaba çekebilen ilâhlar mı edindiler? Hâlbuki:
21
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Göklerde ve yerde Allah'tan başka tanrılar olsaydı, aralarındaki çekişmeden dolayı her iki âlem de yıkılıp gider ve kâinattaki bu harika düzen görülmezdi. Oysa gördüğünüz gibi, gökler ve yer muazzam bir düzen içerisinde varlığına devam etmektedir. Mutlak hükümranlık sahibi olan Allah, müşriklerin batıl iddialarından tamamen uzaktır, yücedir.
22
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
O, yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermez, fakat O'nun dışındaki tüm varlıklar, yaptıklarından Allah'a karşı sorumludurlar.
23
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Demek o müşrikler, uydurdukları sahte ilâhları ve batıl ideolojileri terk edip bir tek Allah inancını benimsedikleri takdirde, O'nun gönderdiği Kitaba göre hayatı yeni baştan kurmak zorunda kalacaklarını, böylece adalet ve eşitlik esaslarına dayalı bir toplumsal sistemde diledikleri gibi yaşayamayacaklarını çok iyi bildiklerinden, O'ndan başka tanrılar ediniyorlar, öyle mi?

Onlara de ki: "Eğer iddianızda samimî iseniz, bunun ilâhî kitaplara uygun olduğunu ispatlamak üzere delilinizi getirin! İşte bu tevhid inancı, hem benimle birlikte olan Müslümanların ve hem de benden önceki Elçilerin insanlık tarihi boyunca gündeme getirdiği ilâhî öğretidir."

Ama ne var ki, onların çoğu hakikat bilgisinden yoksundurlar. Bu yüzden de önyargılarının kurbanı oluyor ve alışageldikleri kültür ve anlayışa uymadığı için, aslında aklı başında hiçbir kimsenin ilgisiz kalamayacağı bu inanç sistemine karşı umursamaz bir tavır takınıyorlar. Hâlbuki:
24
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ
Biz senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberlere, "Benden başka tanrı yoktur, öyleyse yalnızca Bana kulluk edin!" diye vahyetmiştik. Fakat o Peygamberlerin bu günkü izleyicileri, bakın bu hakikatten nasıl uzaklaşmışlar:
25
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ
Bütün sapık inanç ve ideolojiler, Allah'ın herhangi bir konuda yetersiz, aciz, muhtaç ve zayıf olduğu varsayımından yola çıkarlar. Nitekim Hristiyanlar İsa'yı Allah'ın oğlu kabul ederken, müşrikler de melekleri Allah'ın kızları saydılar ve "Rahman çocuk edindi." dediler. Hâşâ! Çocuk edinmek, bir acizliktir, O ise her türlü acizlik ve noksanlıktan uzaktır, yücedir! Onların Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettikleri kimseler, gerçekte Allah tarafından ikrama lâyık görülen seçkin ve değerli kullardır. Öyle ki:
26
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ
Onlar Allah'ın hükmüne aykırı bir söz söylemezler ve yalnızca O'nun emrine göre hareket ederler.
27
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
Allah onların geçmişte ve gelecekte, gördükleri ve göremedikleri, bildikleri ve bilmedikleri, açıkladıkları ve gizledikleri, kısacası önlerindeki ve arkalarındaki her şeyi tam olarak bilmektedir. Fakat onların bilgisi çok sınırlıdır. Bu yüzden, Allah'ın rızasını kazanmış olanlardan başkasına şefaat edemezler. Yani azabı hak eden kimseleri kayırıp cehennemden kurtarmak için Allah katında aracılık edemezler. Çünkü onlar, O'nun heybetinden tir tir titrerler.
28
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟
Onlardan biri, "Ben de Allah'tan başka bir tanrıyım!" diyecek olsaydı, onu cehennemle cezalandırırdık. Çünkü Biz zalimleri böyle cezalandırırız.
29
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
Kur'an'ın ilâhî bir kelam olduğunu reddeden inkârcılar, içinde bulundukları evren üzerinde araştırma yaparak görüp anlamıyorlar mı ki, gökler ve yer başlangıçta bitişik bir hâlde idi de, Biz onları daha sonra birbirinden ayırdık ve yine hayatın kaynağını, canlıların özelliklerini, hücrenin yapısını araştırıp görmüyorlar mı ki, Biz her canlı varlığı sudan yarattık?

Bugün bilim dünyasında genel kabul gören teoriye göre, evren sıfır hacimdeki ve sonsuz yoğunluktaki bir noktanın kozmik bir patlama (Big Bang) sonucunda parçalanıp dağılmasıyla meydana gelmiştir ve hâlen genişlemektedir.

Kur'an hakkında şüphe ve tereddüdü olanlar, evrendeki ayetlerle Kur'an ayetlerinin nasıl mükemmel bir uyumla örtüştüğünü görüp de, bu kitabın Allah'tan gelen bir hak olduğuna hâlâ inanmayacaklar mı?
30
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Ve yine Biz, yerkürenin deprem, volkan patlaması, kıta kayması ve benzeri sebeplerle veya sistematik hareketlerindeki dengesi bozularak insanları sarsmaması için oraya sapasağlam dağlar yerleştirdik. Kolayca yollarını bulabilmeleri için orada vadiler, geçitler ve geniş yollar meydana getirdik.
31
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Ve gökyüzünü, sapasağlam korunan bir kubbe hâline getirdik. Hal böyleyken, onlar gökyüzünde Allah'ın kudretini ve O'nun bilgisini gözler önüne seren bunca delillerden ve hayranlık verici mucizelerden yüz çevirip geçiyorlar. Oysaki:
32
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Uzaydaki gök cisimlerinin her biri, kendisi için programlanmış belli bir yörüngede yüzüp gitmektedir.
33
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Ey Peygamber! Biz sana bu dünyada ebedî bir hayat bahşetmediğimiz gibi, senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Bundan sonra da verecek değiliz. O hâlde, sen vakti zamanı gelir de ölürsen, senin ölümünü dört gözle bekleyen o insanlar dünyada ebedî mi kalacaklar? İmtihan hikmeti gereğince bir süre yaşasalar bile, eninde sonunda ölüp hesaba çekilmeyecekler mi? Unutma ki:
34
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her can mutlaka ölümü tadacaktır. Allah yolunda olmasa da, mutlaka ölecektir. Biz sizi, yeteneklerinizi açığa çıkarmak ve olgunluk mertebelerinde yücelmenizi sağlamak üzere bazen hastalık, fakirlik, deprem gibi kötülük olarak bildiğiniz şeylerle ve bazen de sıhhat, zenginlik, güç, başarı gibi iyilik olarak bildiğiniz şeylerle sınayarak imtihan ediyoruz. Bu dünyada kısacık bir hayat yaşayacak ve sonunda, yaptıklarınızın karşılığını görmek üzere Bize döneceksiniz.
35
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ
Ey Peygamber! İnkârcılar seni her gördüklerinde, "Atalarımızın yüzyıllardan beri tapındığı ilâhlarımızı ve şirk inancına göre oluşturduğumuz hayat tarzımızı diline dolayan adam bu muymuş?" diyerek seni alaya alırlar. Oysa onlar gerçekte Rahman'ın hikmetlerle dolu apaçık öğüt ve uyarısı olan Kitabını inkâr ediyorlar.
36
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
Zaten insanoğlu pek aceleci yaratılmıştır. Sabırsızlanmayın, her şeyin bir zamanı var. Kur'an'ın ilâhî bir kitap olduğunu, nihaî zafer ve üstünlüğü müminlerin kazanacağını gözler önüne seren delillerimi yakında size göstereceğim, zalimlerin başına gelecek olan azabı Benden acele istemeyin.
37
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
İnkârcılar, "Eğer dedikleriniz doğru ise, bu savurduğunuz tehditler ne zaman gerçekleşecek?" diye soruyorlar.
38
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Bu kâfirler, yüzlerinden ve sırtlarından cehennem alevlerini savamayacakları ve hiçbir şekilde yardım da göremeyecekleri zaman başlarına gelecekleri bir bilselerdi…
39
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Gerçek şu ki, son saat ansızın gelip çatacak ve onları şaşkına çevirecek. İşte o zaman ne onu geri çevirebilecekler, ne de onlara ikinci bir fırsat verilecek!
40
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Ey Muhammed! Doğrusu, senden önceki Elçilerle de alay edilmişti. Fakat onları alaya alan küstahları, sonunda alay ettikleri o korkunç azap çepeçevre sarıp helâk etmişti.
41
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ
Onlara de ki: "Geceleyin uyuduğunuz veya gündüz vakti gezip dolaştığınız bir sırada size azap etmek istese, sizi Rahman'a karşı kim koruyabilir? Ebette onları tehlikelerden koruyan ve nimetler içinde yaşatan Allah'tır. Fakat onlar, bunu bile bile Rab'lerinin öğüt ve uyarısı olan şu Kur'an'dan yüz çeviriyorlar.
42
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ
Yoksa onların, kendilerini Bize karşı koruyabilecek tanrıları mı var ki, bu kadar pervasızca ayetlerimizi inkâr ediyorlar? Hayır, o sözde tanrıları kendi kendilerini bile koruyacak güce sahip değiller ve Bizim tarafımızdan bir yakınlık da göremeyecekler.
43
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
Aslında Biz onları ve atalarını nimetler içinde yaşattık da, hayat gözlerinde hiç bitmeyecekmiş gibi uzun göründü. Sahip oldukları servet, güç ve saltanatın ebediyen süreceğini zannedip azgınlaşmaya, hiç ölmeyecekmiş gibi davranmaya başladılar. Oysa görmüyorlar mı ki, Biz hüküm ve kudretimizle yeryüzüne gelip onu her yanından nasıl peyderpey eksiltiyoruz?

Geçmişte yaşamış nice toplumların, azgınlıklarından dolayı yok edildiğini bilmiyorlar mı? Depremlerle, savaşlarla, toplumsal ve ekonomik krizlerle nüfuslarını nasıl kırıp dağıttığımızı, üzerlerindeki ablukayı her geçen gün daralttığımızı görmüyorlar mı? Çevrelerinden, dost ve akrabalarından birer ikişer mezara yolladıkları insanların hâlini düşünüp ibret almıyorlar mı? Bütün bunlar, yaklaşan felâketin habercisi değil mi?

Hal böyleyken, inkârcılar, hak ve hakikat karşısında hâlâ üstün geleceklerini mi zannediyorlar?
44
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
Ey Peygamber! Uyarılara devam ederek de ki: "Ey insanlar! Ben sizi kendi görüşlerimle, şahsi düşüncelerimle değil, ancak Allah katından gelen Kur'an gibi bir vahiyle uyarıyorum." Ne var ki, gerçeklere kulak tıkayan sağırlar ne kadar uyarılsalar da, kendilerini felâketten kurtaracak bu çağrıyı işitmezler. Bununla birlikte:
45
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Onlara Rabb'inin azabından ufacık bir esinti bile dokunuverse, derhal "Eyvahlar olsun bize, meğer biz ne zalimmişiz!" diye feryat ederler. Peki, Büyük Mahkemede ne yapacaklar?
46
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Hesap Günü adalet terazilerini kuracağız ve hiç kimseye en ufak bir haksızlık yapılmayacak. Öyle ki, yapılan her iyilik veya kötülük incir çekirdeği kadar küçük bile olsa, onu da hesaba katacağız.

Hesap görmek için Biz elbette yeteriz. İşte bunun için, kitap ve elçi göndererek insanlığı her devirde uyarmışızdır:
47
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Doğrusu Biz, vaktiyle Musa ile Harun'a da, kötülüklerden titizlikle sakınan o takva sahipleri için gönülleri aydınlatan bir ışık kaynağı ve bir öğüt ve hikmet kitabı olarak Tevrat'ı, doğruyu eğriden ayırmaya yarayan o şaşmaz ölçüyü vermiştik.
48
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
O takva sahipleri ki, Rab'lerine gayben, yani O'nun zatını göremedikleri hâlde, varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren sayısız yaratılış mucizelerini görerek iman eder, O'na yürekten bir saygıyla bağlanır ve ecel vaktinin gelip çatacağı o Son Saatin korkusuyla titrerler.
49
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
Ey insanlar! İşte bu elinizdeki Kur'an da, doğru yolu göstermek üzere göndermiş olduğumuz hayır ve bereketlerle dolu bir hikmet, öğüt ve uyarı kitabıdır. Şimdi siz onu bile bile inkâr mı edeceksiniz?
50
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
Doğrusu Biz Musa'dan çok daha önce, İbrahim'e üstün ahlâkî özellikler ve sağlam bir muhakeme yeteneği vererek ona da hak ettiği olgunluğu bahşetmiştik. Onun buna lâyık olduğunu çok iyi biliyorduk.
51
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Hani  İbrahim, babasına ve kavmine seslenerek, "Nedir bu tapıp durduğunuz heykeller?" demişti.
52
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Onlar da, "Atalarımızın onlara tapmakta olduğunu gördük, biz de onları körü körüne izleyip aynı putlara tapıyoruz!" dediler.
53
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İbrahim, "O zaman siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz!" dedi.
54
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
Onlar, "Bu sözlerinde gerçekten ciddi misin, yoksa bizimle oyun mu oynuyorsun?" diye sordular.
55
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
İbrahim, "Elbette ciddi söylüyorum!" dedi, "Sizin Rabb'iniz şu heykeller değil, gökleri ve yeri yoktan var eden ve tüm evrenin gerçek sahibi, efendisi, yöneticisi ve Rabb'i olan Allah'tır ve ben, buna bizzat şahitlik ederim!"
56
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
Ve içinden, "Allah'a yemin olsun ki, siz arkanızı dönüp buradan uzaklaşır uzaklaşmaz putlarınızın hakkından geleceğim!" dedi.
57
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Böylece İbrahim, hiç kimsenin olmadığı bir saatte gizlice puthaneye girerek, eline geçirdiği bir baltayla bütün putları paramparça etti. Fakat en büyük puta hiç dokunmadı ki, olup bitenler hakkında bilgi edinmek üzere o putun tanıklığına başvursunlar. Böylece, onun konuşamadığı, göremediği gerçeğini idrak edip putlara tapmaktan vazgeçsinler.
58
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Ertesi sabah mabede gelip putların halini gören müşrikler, "Kim yaptı bunu ilâhlarımıza?" diye bağırdılar, "Bunu yapan her kimse, gerçekten çok zalim biriymiş!"
59
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
İçlerinden bazıları, "İbrahim adında genç bir adamın putlarımız hakkında ileri geri konuştuğunu duymuştuk!" dediler, "Bunu ondan başkası yapmış olamaz!"
60
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
"Öyleyse, onu derhal yakalayıp insanlarla yüzleştirin ki, bu sözleri söylediğine şahitlik etsinler!" dediler. Böylece, İbrahim'i tutup getirdiler ve:
61
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
"Ey İbrahim, bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın?" diye sordular.
62
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
Zaten bu soruyu bekleyen İbrahim, "Hayır!" dedi, "Bunu olsa olsa, şu büyük put yapmıştır. İnanmıyorsanız kendilerine sorun, tabii eğer konuşabilirse!"
63
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
Bu sözler, beyinlerinde şimşek gibi çaktı. Bunun üzerine, bir an için vicdanlarının sesine kulak vererek, içlerinden, "Aslında İbrahim doğru söylüyor, bizim yaptığımız düpedüz saçmalık, bu aciz putlara tapmakla, asıl haksız durumda olan biziz!" dediler.
64
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
Ne var ki, yüzyıllardan beri süregelen bir sistemin yanlışlığını itiraf etmek ve "dünkü çocuğun" karşısında yenilgiyi kabullenip hakikate boyun eğmek onlar için hiç de kolay değildi. Dahası, tek tanrı inancını benimsemek ve bu inanca göre hayatı yeni baştan kurmak hiç mi hiç işlerine gelmezdi. Haksızlığın, hırsızlığın, sömürünün mahkûm edildiği, dürüstlük ve erdemliliğin en yüce değer hâline geldiği, hak ve adalet prensiplerinin egemen olduğu bir toplum düzeninde yaşamak onlar için ölüm demekti. Bunun için, eski kafalarına geri dönüp, "Lâf cambazlığı yapma, ey İbrahim!" dediler, "Sen de pekâlâ bilirsin ki, putlar konuşamaz!"
65
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
İbrahim, "Madem öyle!" dedi, "Ne diye Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda veya zarar veremeyecek kadar aciz olan bu şeylere tapıyorsunuz?"
66
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
"Güya aklı başında adamlarsınız, utanın şu hâlinizden! Size de, Allah'ı bırakıp taptığınız şeylere de yazıklar olsun! Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"
67
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Bunun üzerine, küfrün elebaşları halkı kışkırtarak, "Bu adamın hakaretlerine daha ne kadar sessiz kalacaksınız?" dediler, "Haydi durmayın, onurunuzu kurtarmak için bir şeyler yapacaksanız,  derhal onu ateşe atın da ilâhlarınıza arka çıkın!"

Böylece dev bir ateş hazırladılar ve İbrahim'i mancınığa koyup ateşin ortasına attılar. Fakat bilmiyorlardı ki, Allah dilemedikçe bıçak kesemez, kurşun öldüremez, ateş yakamazdı. Nitekim:
68
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
"Ey ateş!" dedik, "İbrahim'e serinlik ve selâmet ol!" Bir de baktılar ki İbrahim, âdeta gül bahçesine dönen ateşin ortasında Rabb'ine secde etmekteydi.
69
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
Evet, bu zalimler ona hileler, tuzaklar kurmaya çalıştılar, fakat Biz hepsini büyük bir azapla helâk edip yıkıma uğrattık!
70
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
Ardından da, hem İbrahim'i hem de kardeşinin oğlu Lut'u kâfirlerin elinden kurtardık ve tüm insanlık için hayır, mutluluk ve bereket kaynağı kıldığımız Şam diyarına, yani bugünkü Suriye, Filistin ve Ürdün civarındaki kutsal topraklara ilettik. Artık tebliğ mücadelesi bu bölgelerde yürütülecekti.
71
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
İbrahim'i kurtarmakla kalmadık, ona oğulları İsmail'i, İshak'ı ve ayrıca torunu Yakup'u bir lütuf olarak armağan ettik. Onların her birinin dürüst ve erdemli kimseler olmasını sağladık.
72
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Ve onları, buyruklarımız doğrultusunda insanlığa doğru yolu gösteren birer önder kıldık. Kendilerine iyi işler yapmayı, namazı kılmayı ve zekâtı vermeyi emrettik. Çünkü onlar, gönderdiğimiz hükümler doğrultusunda yaşayarak, yalnızca Bize kulluk eden kimselerdi.
73
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ
Lut'a da katımızdan ilim ve hikmet bahşettik ve onu, çirkin işler yapmayı alışkanlık hâline getiren bir toplumun elinden kurtardık. Kadınları bırakıp erkeklere yönelen bu azgın halkı ise, tamamen helâk ettik. Çünkü onlar, gerçekten de yoldan çıkmış ahlâksız bir toplumdu.
74
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟
Böylece, Lut'u da lütuf ve rahmetimizi hak eden kullarımız arasına kattık. O, gerçekten çok dürüst ve erdemli bir kimseydi.
75
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Nuh'a da ilim ve hikmet verdik. Hani Nuh İbrahim'den yıllar önce, "Ey Rabb'im, kâfirlerle mücadelemde yenik düştüm, bana yardım et!" diye dua etmişti. Biz de çağrısına cevap vererek hem onu, hem de onunla birlikte olanları Nuh tufanı denen o büyük felaketten kurtardık.
76
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ve ayetlerimizi yalanlamaya kalkışan topluma karşı onu destekledik. Gerçekten onlar, tepeden tırnağa kötülüğe batmış bir toplumdu. Bu yüzden hepsini korkunç bir tufanla sulara batırıp boğuverdik.
77
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ
Davud'a ve oğlu Süleyman'a da ilim ve hikmet vermiştik. Hani onlar, bir topluluğa ait koyun sürüsünün geceleyin girip ürünlerini harap ettiği bir ekin tarlası hakkında hüküm vermişlerdi. Biz, onların hüküm verirken doğru ve adalete uygun yargıya varabilmek için ne büyük çaba harcadıklarını, insanların haklarını korumak için ne kadar özen gösterdiklerini görüyorduk.

Bir adamın koyunları, geceleyin yanlışlıkla komşu tarlaya girip bütün ürünleri tahrip etmişti. Davud, tahrip edilen ürünlerin değerine eşit miktarda hayvanın tarla sahibine tazminat olarak verilmesine hükmetti.
78
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
Bunun üzerine, henüz genç yaştaki Süleyman'a, bu dava hakkında en âdilâne çözümü ilham ettik.

Süleyman babasının huzuruna gelerek, "Bence sürüyü bir yıllığına tarla sahibine verelim. Bu zaman zarfında koyunların sütü, doğuracağı yavrular, yünü vs. onun olsun. Bu arada, tarlayı da onarıp eski hâline getirmesi için sürü sahibine verelim. Böylece hem tarla sahibinin uğradığı kayıp telâfi edilmiş, hem de sürü sahibi mağdur edilmemiş olur." dedi. Bu hükmün daha âdil olduğunu gören Davud, kararını değiştirdi.

Gerçi Davud'un verdiği karar da yanlış değildi. Çünkü Biz her ikisine de sağlam bir muhakeme yeteneği ve ilim bahşetmiştik. Öyle ki;

Davud ile beraber sınırsız kudret ve yüceliğimizi dile getirip tesbih etmekte olan dağları, taşları ve hatta kuşları onun çağrısına boyun eğdirmiştik. Davud insanın ruhunu okşayan içli sesiyle Zebur'dan ayetler okurken, etrafında toplanan kuşların cıvıltılarına karışan nağmeleri dağlarda perde perde yankılanıyor, Allah'ın kudret ve egemenliğini tüm evrene ilân eden bir zikir olarak semalara yükseliyordu.

Evet, bütün bunları Biz yapıyorduk. Ve Davud gibi Allah'a yönelirseniz, size de aynı nimetleri veririz.
79
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ
Ayrıca Davud'a, demiri eritip şekillendirme imkân ve becerisi vererek savaşta sizi düşman saldırısından koruyacak örme zırh yapma sanatını öğrettik. İşte Biz, insanoğlunu böyle üstün yeteneklerle donattık. Fakat siz, bunca nimetler karşısında Rabb'inize gereğince şükrediyor musunuz?
80
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ
Ve Süleyman'a, coşkun rüzgârları kontrol altına alıp dilediği yönde estirme gücü bahşettik. Öyle ki, bu rüzgârlarla akıp giden yelkenli gemiler, onun kontrolü altında dünyanın dört bir yanından taşıdığı hesapsız zenginlikleri yüklenerek, her karış toprağını nimet ve bereketlerle donattığımız ülkeye, yani Peygamberler diyarı Filistin'e doğru akıp giderlerdi. Evet, Biz her şeyi en mükemmel şekilde bilmekteyiz.
81
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ
Ve cin şeytanlarından bir kısmını da onun buyruğuna vermiştik. Bunlar, onun için dalgıçlık yaparak denizin altından inci ve mercan çıkarıyor, bundan başka inşaat, oymacılık gibi ustalık gerektiren işler yapıyorlardı. İşte bu şeytanları da gözetim altında tutan, gerçekte yine Bizdik.
82
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Eyyub'a da Peygamberlik vermiş ve zorluklar karşısında sabredip direnme konusunda onu müminlere örnek kılmıştık. Hani o Rabb'ine el açıp yalvararak, "Ey, Rabb'im!" diye seslenmişti, "Başıma öyle çetin bir belâ gelip çattı ki, ailemi, malımı-mülkümü ve sağlığımı tamamen kaybettim! Elimden tut, bana yardım et ya Rab! Şüphesiz sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin."
83
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ
Biz de onun duasını kabul etmiş ve başındaki sıkıntıları gidermiştik. Sonra da katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere öğüt verici bir hatıra olmak üzere, ona malını mülkünü, ailesini ve bir o kadarını daha vermiştik.
84
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsmail'e, İdris'e ve Zülküf olarak da bilinen Zülkifl'e de katımızdan ilim ve hikmet vermiştik. Bunların hepsi de zorluk ve sıkıntılara karşı sabırla göğüs geren kimselerdi.
85
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Bu yüzden onları lütuf ve rahmetimizi hak eden kullarımızın içine kattık. Gerçekten onlar, son derece dürüst ve erdemli kimselerdi.
86
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
Yaptığı hata yüzünden büyük bir balık tarafından yutulan ve üç gün boyunca balığın karnında kaldıktan sonra lütfumuz sayesinde kurtulan Zünnun (Balık Sahibi) lakaplı Yunus'a da katımızdan ilim ve hikmet vermiştik. Hani Yunus, bütün öğüt ve uyarılara rağmen bir türlü doğru yola gelmeyen kavminin inkârcı ve alaycı tutumu karşısında öfkeye kapılarak iznimizi almadan görev yerini terk edip gitmişti. Bu davranışından dolayı kendisini cezalandırıp sıkıntıya düşüreceğimizi hiç hesaba katmamıştı. Böylece, kasabadan ayrılıp deniz kenarına gitti. Bir yolcu gemisine binip denize açıldı. Fakat aniden gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bunu aralarında günahkâr bir kişinin bulunmasına bağlayan gemiciler, "Gelin aramızda kura çekelim de, bu felâketin kimin yüzünden geldiğini bulup onu gemiden atalım!" dediler. Çekilen kura sonucu Yunus denize atılıp da büyük bir balık tarafından yutulunca, karanlıklar içerisinde Rabb'ine el açıp şöyle yakardı: "Ey yüce Rabb'im, Senden başka ilâh yoktur. Acziyetimi itiraf ediyor ve senin sonsuz merhametine sığınıyorum. Sen eksiklik ve noksanlık ifade edebilecek bütün sıfatlardan uzaksın, insan hayalinin ulaşabileceği her türlü tasavvurun üstünde ve ötesinde, yüceler yücesisin! Doğrusu ben, emrini göz ardı etmekle kendime zulmettim!"
87
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
Biz de onun duasını kabul ettik ve içine düştüğü o sıkıntıdan onu kurtardık. İşte Biz, inananları böyle kurtarırız.
88
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ
Ve hani Zekeriya Rabb'ine el açıp yalvararak, "Ey Rabb'im!" diye seslenmişti, "Beni bu çetin mücadelemde yapayalnız ve yardımcısız bırakma. Çünkü bu ümmetin, ona yeni bir ruh kazandıracak tertemiz bir nesle ihtiyacı var. Bana katından, tevhid sancağını omuzlayacak hayırlı bir nesil, gözümü arkada bırakmayacak güvenilir bir yardımcı, bir dost ihsan eyle ya Rab! Ben ümmetimi, ailemi, malımı mülkümü sana emanet ediyorum. Senden başka tüm varlıklar fânidir. Herkes göçüp gittikten sonra baki kalan, her şeyin vârisi olan ancak sensin ve sen vârislerin en hayırlısısın."
89
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ
Bunun üzerine, onun duasını kabul ettik. Çocuk doğuramayacak durumda olan hanımını iyileştirdik ve ona hayırlı bir evlat olarak Yahya'yı armağan ettik. Gerçekten de onlar, iyilik yapmakta birbirleriyle yarışan, rahmetimizi umarak ve azabımızdan korkarak Bize yalvarıp yakaran ve emirlerimize saygıyla boyun eğen kimselerdi.
90
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Ve o iffetini koruyan Meryem'e de katımızdan ilim ve hikmet bahşetmiştik. Tertemiz ahlâkının mükâfatı olarak da, ona babasız bir çocuk hediye etmek için ruhumuzdan hayat üflemiş ve hem onu hem de oğlunu, yani İsa Peygamberi tüm insanlığa sonsuz ilim, kudret ve rahmetimizi gösteren apaçık birer delil kılmıştık.
91
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
Ey insanlar! İşte sizin birer ferdi olmakla yükümlü olduğunuz milletiniz, yukarıdan beri anlatılan Peygamberlerin temsil ettiği ve aynı Allah'a, aynı kitaplara, aynı Peygamberlere inanan ve tevhid inancı etrafında kenetlenen bu biricik millettir ve Ben de sizin Rabb'inizim, öyleyse yalnızca Bana kulluk edin!
92
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
Ama gel gör ki, bu Peygamberlerin izinden gittiğini iddia edenler, aralarındaki bu birliği bozup paramparça ettiler! Oysa hepsi dönüp dolaşıp Bizim huzurumuza gelecektir. İşte O Gün:
93
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Her kim —Allah'ın ayetlerine iman etmiş olmak şartıyla— güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyarsa, elbette emekleri boşa gitmeyecektir. Çünkü Biz, yapılan iyilik ve kötülüklerin hepsini bir bir kaydediyoruz.

İnkâr edenlere gelince, onlar da zulüm ve haksızlıklarının cezasını kısmen dünyada çekecekler. Fakat asıl cezayı öte dünyada görecekler:
94
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Bizim helâk ettiğimiz bir toplumun, mahşer günü Bize dönmemesi ve yaptıkları kötülüklerin hesabını vermemesi mümkün değildir.

Bu ayeti şöyle anlamak da mümkündür:

Bizim helâk ettiğimiz bir toplumun, bir daha dünya hayatına dönmesi asla mümkün değildir.
95
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
Ta ki Ye'cüc ve Me'cüc denilen istilâcı toplumları dizginleyen setler yıkılıp açılınca, emperyalist devletler ve uluslararası sömürü şirketleri dünyayı ele geçirmek üzere akla hayale gelmedik yol ve yöntemler kullanarak her tepeden akın akın mazlum halkların üzerine saldıracaklar. Böylece insanlık, tüm dünyayı kuşatan müthiş bir bunalım ve kargaşanın pençesine düşecek.
96
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
İşte o zaman, gerçekleşeceğinde asla kuşku olmayan o vaad, yani kıyamet vakti yaklaşmış demektir. Kıyamet kopunca tüm insanlar yeniden diriltilip Rab'lerinin huzuruna getirilecekler. İşte o anda, inkârcıların gözleri korku ve dehşetle yerinden fırlayacak ve "Vay başımıza gelenlere!" diye feryat edecekler, "Biz nasıl oldu da, buna karşı böylesine umursamaz davrandık. Yok yok, aslında düpedüz zalim kimselerdik biz!" diyecekler. Fakat son pişmanlık fayda vermeyecek.
97
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
Allah onlara, "Ey zalimler!" diye seslenecek, "Siz ve Allah'tan başka taptığınız putlar, düzmece tanrılar, ilâhlık taslayanlar; hepiniz cehennem odunusunuz ve bir daha asla çıkmamak üzere oraya gireceksiniz!"
98
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
"Allah'a itaat edercesine sözünü dinlediğiniz, emrine itaat ettiğiniz şu zalim insanlar neyin doğru neyin eğri olduğunu belirleme konusunda yetki sahibi birer otorite, yani tanrı olsalardı, cehenneme girmezlerdi. Oysa işte hepiniz ateşe giriyorsunuz, üstelik sonsuza dek orada kalacaksınız!"
99
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
Onlar orada, acı ve ıstırap içinde çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlayacaklar. Cehennemin alevleri arasında öyle feci bir şekilde iç çekecekler ki… Orada, feryat ve iniltiden başka bir şey duymayacaklar.
100
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
İman edip güzel işler yaptıkları için tarafımızdan kendilerine en güzel mükâfat takdir edilmiş olanlara gelince, onlar cehennemden uzak tutulacaklardır. Öyle ki:
101
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ
Onun o korkunç uğultusunu işitmeyecekler bile. Canlarının çektiği sonsuz nimetler içerisinde, sonsuza dek  orada yaşayıp gidecekler.
102
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
Kâfirleri dehşete düşüren o büyük korku, onları üzmeyecek. Melekler onları, "Size söz verilen mutlu gün işte bugündür!" müjdesiyle karşılayacaklar.
103
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ
O gün kâinatı, kitap sayfalarını dürüp katlar gibi düreceğiz. Onu başlangıçta nasıl yoktan var ettiysek, aynen öyle, fakat farklı özelliklerle yeniden yaratacağız. Bu, yerine getirmeyi taahhüt ettiğimiz bir sözdür. Biz elbette sözümüzde duracak, bunu mutlaka yapacağız!" Nitekim daha öncekilere de aynı sözü vermiştik:
104
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Andolsun Biz, diğer bir adı da Zikir olan hikmetli öğüt ve uyarılarla dolu Tevrat'ı gönderdikten sonra Zebur'da da şöyle yazdık: "Yeryüzüne, ancak ayetlerime iman eden dürüst ve erdemli kullarım vâris olacak ve sonunda cennet yurdu onların ebedî vatanı olacaktır."
105
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ
İşte bu anlatılanlarda, yalnızca Allah'a kulluk ederek huzura, mutluluğa ulaşmak isteyen bir toplum için, doğru yola ileten nice öğütler vardır.
106
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Ey Muhammed! Biz seni başka bir amaçla değil, ancak âlemlere ve tüm yaratılmışlara rahmet ve bereketimizi ihsan etmek ve böylece insanlığı inkâr ve cehalet karanlığından kurtararak hem dünyada hem âhirette mutluluğa ulaştırmak için gönderdik.
107
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
O hâlde, tüm insanlığa seslenerek de ki: "Ey insanlar! Bana ancak, ilâhınızın eşi ve ortağı olmayan tek bir İlâh olduğu vahyedilmiştir. Bana bildirilen en temel hakikat budur. O hâlde, siz de Müslüman olarak Rabb'inize yürekten boyun eğmek istemez misiniz?"
108
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ
Eğer inat edip yüz çevirirlerse, onlara de ki: "Ben size Rabb'imin mesajını olduğu gibi duyurdum. Fakat size vadedilen azap yakın mıdır uzak mıdır, bunu bilemem. Onun için, bir an önce zulüm ve haksızlıklara son verip Rabb'inize yönelmenizi tavsiye ederim."
109
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
"Hiç kuşkusuz O, açıktan söylenen sözleri de bilir, içinizde gizlediğiniz gizli niyet ve düşüncelerinizi de bilir."
110
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
"Yaptığınız bunca kötülüklere rağmen hâlâ helak edilmemiş olmanız sizi sevindirmesin. Bilmiyorum, belki de başınıza gelecek azabın ertelenmesi sınanmanız ve ecel denilen süre gelip çatıncaya kadar dünyada yaşatılmanız içindir."
111
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
Peygamber, son uyarılarını yaptıktan sonra Rabb'ine el açıp yalvararak "Ey Rabb'im!" dedi, "Artık adaletinle aramızda hükmünü ver!" Ve inkârcılara seslenerek, "Ey zalimler!" diye haykırdı, "Bizim Rabb'imiz, tövbe eden kullarını bağışlayan sonsuz kudret ve merhamet sahibi Rahman'dır! Ama siz, "Allah kendisine ortaklar edinmiştir!" "O, kitap ve Peygamber göndermez, insanı başıboş bırakmıştır!" "Bizleri öldükten sonra dirilip hesaba çekmeyecektir!" "İnsanı herhangi bir ahlâkî kayıtla sınırlandırmamıştır!" diyorsunuz. Allah hakkında uydurduğunuz bu iftiralar karşısında, ancak O'nun yardımına sığınırız biz!"
112

Sureler

Mealler
Hac Suresi
Sonraki