Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Bütün hamd, gökleri ve yeri yaratan ve (her türlü maddîmanevî) karanlıkları ve nuru, aydınlığı var kılan Allah içindir. Buna rağmen o küfredenler, (kendilerini besleyen, büyüten, yaşatan) Rabbilerine (göz göre göre birtakım putları, gök cisimlerini, bazı insanları vb.) denk ve ortaklar tutmaktadırlar.
2 O, sizi (ilk babanız itibariyle, ayrıca temelde gıdanızın kaynağı olarak, tavına gelmiş) bir tür çamurdan yaratan, sonra da sizin için hayatta kalacağınız bir süre takdir edip uygulamaya koyandır. O’nun katında (ilim ve meşieti dahilinde, bu sürenin ve insanlığın hayatının kesin süresi, ayrıca ötesi hakkında) belirlenmiş bir ecel de vardır. (Bizzat müşahede edip yaşadığınız bu gerçeklere) rağmen, (Allah ve O’nun birliği hakkında) halâ onulmaz şüpheler içinde bulunuyorsunuz.
3 O, (mutlak hakimiyeti, sıfatlarının ve isimlerinin bütün tecellileriyle) göklerde de yerde de Allah’tır; (bu bakımdan, ne göklerde ne de yerde başka ilâh, başka rab, başka melik vardır. O, her yerde hazır ve nâzır olmakla) sizin gizlinizi de, açığa vurduğunuzu da bilmekte, yine (hayır ve şer, haram ve helâl) ne kazanıyorsanız hepsini bilmektedir.
4 (Böyle iken,) onlara ne zaman Rabbilerinin (vahyedilmiş) âyetlerinden bir âyet, (bu gerçeği ortaya koyan) bir delil gelse, hiç düşünmeden hemen ondan yüz çevirmektedirler.
5 Gerçeğin ta kendisi (Kur’ân şeklinde) kendilerine gelince, onu da yalanladılar (ve ondaki gerçeklerle, ikazlarla, Âhiret haberleriyle alay ettiler). Elbette bir gün gelecek ve alay ettikleri bu gerçekler ne imiş göreceklerdir.
6 Onlardan önce (seyahatlerinde harabelerinin yanlarından geçip gittikleri) nice nesilleri, nice toplumları helâk ettiğimizi görüp, üzerlerinde düşünmezler mi? O toplumları, sizi yerleştirmediğimiz bir sağlamlıkla yeryüzünde yerleştirmiş, size vermediğimiz im kânları onlara vermiş, bereket ve bolluğuyla sanki göğü üzerlerine yağdırmıştık. Irmaklar da var etmiştik ki, ayaklarının ucundan akar giderdi. Ama gün geldi, (içinde boğuldukları) günahları sebebiyle kendilerini helâk ettik ve arkalarından onların yerini alacak başka nesiller, başka toplumlar meydana getirdik.
7 (Ey Rasûlüm!) Sana (Kur’ân’ı vahyetmek yerine,) kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik ve onlar da elleriyle ona dokunmuş olsalardı, o küfürlerinde diretenler hiç şüphesiz, “Bu, olsa olsa apaçık bir büyüdür!” derlerdi.
8 Nitekim durakoymuşlar, “Ona (rasûl olduğuna delil ve yanında yardımcı olarak) bizim de göreceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi?” diyorlar. Eğer (Lût kavmi gibi, bazı kavimlere gönderdiğimiz ve onların da göreceği şekilde) bir melek göndermiş olsaydık, (meleğin böyle gelmesi helâk manâsı taşıdığından,) elbette iş bitmiş olurdu ve kendilerine göz açtırılmaz, kıyametleri kopardı.
9 Şayet o Rasûlü bir melek yapmış (melek bir rasûl göndermiş) olsa idik, (rasûl olarak onlara her sahada rehberlik yapacağı ve dolayısıyla onlardan biri olacağı için,) onu her halükârda bir erkek şekline koyardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.
10 (Ey Rasûlüm!) Şurası bir gerçek ki, senden önce de nice rasûllerle alay edildi. Fakat alay konusu yaptıkları hakikatler, istihza ile karşıladıkları azap, maskaralıkla Rasûlleri küçük düşürmeye çalışanların üzerine çöküp onları mahvetti.
11 De (onlara): “Yeryüzünde gezin dolaşın; sonra da (rasûlleri ve getirdikleri Mesaj’ı) yalanlayanların sonları nasıl olmuş bir düşünün!”
12 De ki: “Göklerde ve yerde her ne varsa kimindir?” “Allah’ındır!” de. O, rahmetle muameleyi Zâtı’na yakışan bir muamele tarzı kılmıştır. (Bu sebeple de, rahmetinin tam tecellisi için) sizi, vukuunda asla şüphe bulunmayan Kıyamet Günü mutlaka bir araya toplayacaktır. (İlâhî rahmetten sermayeleri olan fıtratı asliyelerini, akıllarını, inanma istidatlarını kötüye kullanarak) bizzat kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki, işte onlar iman etmezler.
13 Halbuki gecenin karanlığı, gündüzün ışığı içinde mesken tutan her şey O’nundur. O, Semî‘ (her şeyi hakkıyla İşiten)dir; Alîm (her şeyi hakkıyla Bilen)dir.
14 De ki: “Ben, gökleri ve yeri yoktan var edip belli bir sistem ve prensipler üzerine oturtan, Kendisi her canlıyı beslemesine mukabil hiçbir şekilde beslenme ihtiyacı duymayan Allah’tan başkasını mı önümde rehber, ihtiyaçlarım için kendisine el açacağım bir mercî edineceğim!” Yine, de: “Kaldı ki bana, herkesten daha önde bütün varlığımla Allah’a teslim olmam emredildi ve ‘Sakın müşriklerden olma!’ buyruldu.
15 De: “Korkarım ben, eğer Rabbime isyan edecek olursam, çok dehşetli bir günün azabından (korkarım).”
16 Her kim o gün o azaptan uzak tutulursa, bu demektir ki Allah, ona rahmetiyle muamele etmiştir. İşte budur apaçık kazanç ve kurtuluş!
17 Eğer Allah sana bir sıkıntı verecek, bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan başka giderecek yoktur; eğer sana herhangi türde bir hayır dokundurursa, zaten O her şeye mutlak güç yetirendir.
18 O’dur kulları üzerinde Kendisine karşı çıkılamaz mutlak hükümran. Ve O, Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
19 De ki: “Neyin, kimin şahitliği en geçerli, en önemlidir?” De: “Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana, sizi ve ulaştığı herkesi kendisiyle uyarmam için bu Kur’ ân vahyolunuyor.” (Ey müşrikler!) Siz mi gerçekten Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunduğuna şahitlik ediyorsunuz? (Rasûlüm,) sen, “Ben böyle bir şeye şahit değilim!” de. Yine de: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, sizin O’na ortak koşmanızdan da, koştuğunuz ortaklardan da bütünüyle uzağım.”
20 Kendilerine Kitap verilenler, öz oğullarından nasıl şüphe etmeyip onları tanırlarsa, (Allah Rasûlü’nü bütün peygamberlik alâmetleriyle) aynı kesinlikte tanırlar. Fakat (buna rağmen, nefislerine ve nefsanîliklerine mağlûp olarak bu gerçeği gizleyen ve böylece) kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki, işte onlar iman etmezler.
21 Uydurdukları yalanları Allah’a isnat ederek O’na iftirada bulunan veya (kâinatta ve öz nefislerinde bütün iman hakikatlerini apaçık gösteren) O’na ait işaretleri ve O’ nun indirmiş olduğu âyetleri yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şurası bir gerçek ki, zalimler asla felâh bulmaz, muratlarına ermezler.
22 Gün gelecek, onların hepsini (kabirlerinden diriltip) bir araya toplayacak, sonra da dünyada iken Allah’a şirk koşmuş bulunanlara, “Hani nerede o, Allah’a ortak saydıklarınız?” diye soracağız.
23 İçine düştükleri bu çıkmazdan güya kurtulabilecekleri ümidiyle uyduracakları tek cevap, “Rabbimiz, Allah hakkı için, biz şirk koşanlardan değildik!” demek olacaktır.
24 Bak (Rasûlüm,) nasıl da halâ yalan söyleyip, hem de kendi kendilerini yalanlıyorlar! Dünyada iken uydurdukları sahte ilâhlar da onları nasıl yüzüstü bırakıp, görünmez oluverdi!
25 İçlerinde kendilerini alamayıp seni (Kur’ân okurken) dinleyenler var. Ama kalblerinin üzerine (suiniyetleri, zulümleri, kibirleri, kısaca inanma kabiliyetini yitirmiş bulunmalarının oluşturduğu ve) onu hakkıyla anlayıp da gerçeği görmelerine mani kat kat örtüler gerdik ve kulaklarının içine de duymalarına mani bir ağırlık yerleştirdik. Artık, (Allah’ın birliği ve diğer iman hakikatlerini apaçık gösteren) hangi delil, işaret ve mucizeyi görürlerse görsünler yine de iman etmezler. O kadar ki (ey Rasûlüm,) yanına geldikleri zaman seninle münakaşaya girişirler ve küfürde batıp gitmiş olanlar, “Bunlar, eskilerin uydurması masallardan, hurafelerden başka bir şey değil!” derler.
26 Onlar, hem başkalarını Kur’ân’dan uzaklaştırıyorlar, hem de kendileri ondan geri duruyorlar. Ama böyle yapmakla ancak kendilerini tehlikeye atıyorlar da, fakat bunu bile farkedecek bir şuura sahip değillerdir.
27 Nihayet Ateş’in üzerinde durdurulup, (onun dehşeti ve içine atılacak olmanın ürpertisi içinde, daha önce dünyada iken Allah’a şirk koştuklarını inkâr ederek kendi kendilerini yalanlamalarını unutmuş gibi,) “Ah, ne olur dünyaya geri gönderilsek! O zaman Rabbimizin (imanî gerçekleri apaçık gösteren) âyetlerini yalanlamaz ve biz de mü’minlerden oluruz!” diye nasıl hayıflanacaklarını bir görsen!
28 Hayır, (bu sözlerinde de samimi değildirler:) daha önce (dünyada iken) gizleyegeldikleri (hakikatler ve ayrıca iç halleri, gerçek yüzleri, mü’minlere karşı kurdukları tuzaklar) bütün açıklığıyla ortaya çıktığı için böyle diyorlar. Yoksa dünyaya geri gönderilecek olsalar, yine kendilerine yasaklanan aynı kötülükleri yapmaya girişir, aynı inkârlarında diretirler. Onlar, hiç şüphesiz yalancıdırlar.
29 (Dünyada iken kaç defa başları sıkıştığında aynı tavrı sergilemiş, fakat rahata erince yine de şöyle demişlerdi:) “Hayat ancak yaşadığımız şu dünya hayatından ibarettir; biz öldükten sonra bir daha diriltilecek değiliz.” (Nitekim öyle demiyorlar mı?)
30 Ama Rabbilerinin huzuruna getirilip de hesaba çekildikleri zaman nasıl davranacaklarını bir görsen: Rabbileri, “Diriltilip huzuruma getirilmeniz gerçek miymiş?” diye sorar; onlar da, “Evet, Rabbimiz hakkı için evet!” derler. (Allah, artık daha fazla konuşup kendilerini savunmaya kalkmalarına izin vermez ve) “Sürekli küfür içinde bulunmanızdan dolayı tadın şimdi azabı!” der.
31 Andolsun, bir gün Allah ile karşı karşıya geleceklerini yalan ve uydurma sayanlar kaybettiler. (Daha Allah’a mülâki olmadan) Kıyamet ansızın başlarına geliverince, sırtlarına yükledikleri suç ve günah yükleri altında “Eyvah, eyvahlar olsun bize! Bu an hiç gelmeyecek sanmıştık; ah, ne günahlar işledik!” diye haykırıp dövüneceklerdir. Gerçekten ne de kötü yükler yükleniyorlar!
32 Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun ve boş oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, Allah’a gönülden saygı besleyen ve O’na karşı gelmekten sakınanlar için çok daha hayırlıdır. Halâ akıllanmayacak mısınız?
33 (Ey Rasûlüm!) Onların sürekli söyleyip durdukları sözlerin, (yalanların, attıkları iftiraların, alayların) seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Fakat onlar (şahsın itibariyle) seni yalanlamıyorlar; o zalimler, bile bile ve manâsız bir inatla ancak Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.
34 (Sen, onların bu yaptıklarına üzülme!) Hiç şüphesiz senden önce de nice rasûller, (getirdikleri Mesaj itibariyle) yalanlandılar; fakat bütün bu yalanlanmalarına ve maruz bırakıldıkları sözlü, fiilî her türlü eziyete katlandılar. Derken kendilerine yardımımız yetişti de, nihayette kazananlar onlar oldu. Allah’ın hükümlerini, va’dini, icraatını, icraatının prensiplerini değiştirebilecek kimse yoktur. Daha önce gönderilen o rasûllerle ilgili ibret verici hadiselerden bir kısmı zaten sana ulaşmış bulunuyor.
35 Eğer onların yüz çevirmeleri sana çok ağır geliyor da (getirdiğin Mesaj’a inanmalarını sağlamak maksadıyla) onlara istedikleri türden mucizeler göstermek için yer altında bir geçit veya göğün derinliklerine doğru bir merdiven olsun istiyorsan bil ki, eğer Allah dilemiş olsa idi hiç şüphesiz onların hepsini (tek bir mucize veya bir icraatıyla) hidayet üzerinde toplayabilirdi. (Fakat Allah’ın iradesi başka yönde ise, O bu işin rasûller vasıtasıyla ve Kendi kurallarına göre cereyan edip, insanların kendi serbest tercihleriyle başbaşa kalmalarını diliyorsa,) artık sen farklı bir istek ve talep taşıyanlardan olma!
36 Şurası bir gerçek ki, ancak işitebilenler yapılan davete cevap verirler. Ölülere gelince, Allah onları mezarlarında diriltecek, sonra da O’na döndürüleceklerdir.
37 Kalkmışlar, “O’na Rabbisinden bizim istediğimiz türde bambaşka bir mucize indirilse ya!” deyip duruyorlar. De ki: “Allah’ ın her türden mucize göndermeye elbette gücü yeter.” Fakat onların çoğunun ilimle bir alâkası yoktur ki, (mucizeyi, peygamberliği, bunlardaki maksat ve keyfiyeti bilsinler).
38 (Rasûlümüzden mucize isteyenler, etraflarına şöyle bir bakmalı değiller mi?) Yerde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş türü yoktur ki, onların her biri (sizin gibi bir arada yaşama mevkiinde ve sosyal nizama tâbi) bir toplum teşkil ediyor olmasın. Biz, Kitap’ta (Levhı Mahfuz’da, takdir ve yaratmamızda) hiçbir ihmalde, nizamı bozacak hiçbir kusurda bulunmadık. Sonra bütün o varlıklar, (dünyanın yıkılıp yerine ebedî âlemin kurulmasıyla, hepsi ölmüş halde iken) yeniden diriltilecek ve Rabbilerinin huzurunda toplanacaklardır.
39 Ne var ki, hakikatı gösteren bunca delillerimizi ve vahyettiğimiz âyetleri yalanlayanlar, aslında kat kat karanlıklar içinde sağırdırlar, (sağır oldukları için de, kendilerine yapılan daveti duyup ona icabet edecek ve hakikati söyleyecek değildirler, çünkü) dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu saptırır; ve kimi de dilerse onu dümdüz bir anayolun üzerine bırakır.
40 De ki: “Söyleyin bakalım: Allah’ın bir cezasına uğrarsanız veya Kıyamet başınıza kopuverse Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer (vicdanınızın sesini itiraf edebilecek kadar olsun) doğruluktan nasibiniz varsa, haydi cevap verin!
41 Hayır hayır, sadece O’na yalvarırsınız –O da, eğer dilemişse (hikmeti öyle gerektirirse), duanıza sebep olan sıkıntıyı, musibeti giderir– ve o ana kadar şirk koşup durduğunuzu da, Allah’a ortak tanıdıklarınızı da unutursunuz.”
42 Andolsun, senden önce de pek çok topluluklara rasûller gönderdik de, (şirk, inkâr ve günahlarının affı için) boyun büküp yakarırlar (ve Hak’ka dönerler mi diye, gittikleri yolun neticeleri olarak) onları çetin musibetler, zorluk ve sıkıntılar içinde bıraktık.
43 Üzerlerine saldığımız bu zorluklar, musibetler başlarına geldiğinde olsun Bize yönelmeli ve yalvarıp yakarmalı değiller miydi? Ama gel gör ki, kalbleri kaskatı kesildi ve şeytan, yaptıklarını kendilerine süsleyip püsledi.
44 Ne zaman ki kendilerine yapılan hatırlatmaları, ikazları, verilen öğütleri bütün bütün unuttular, işte o zaman üzerlerine her şeyin kapısını ardına kadar açtık. Kendilerine bahşedilen nimetler içinde feruhferah yaşayıp giderlerken onları birden yakalayıverdik de, bir anda büsbütün ümitsiz kalakaldılar.
45 Ve zulmedip duran o güruhun kökü de böylece kesilmiş oldu. Hamdolsun Âlemlerin Rabbi’ne!
46 De ki: “Hiç düşündünüz mü: Eğer Allah işitme ve görme duyularınızı alır ve kalblerinizin üzerine de bir mühür vurursa, Allah’tan başka bir ilâh mı var ki, onu size geri verebilsin?” Bak, (iman hakikatleriyle ilgili) delilleri bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan nasıl da serdediyoruz ama, onlar yine yüz çeviriyorlar!
47 De ki: “Söyleyin bakalım, Allah’ın azabı üzerinize ansızın da gelse, göz göre göre de gelse, işi gücü zulüm olan topluluktan başkası mı helâk edilecek?”
48 Biz, gönderdiğimiz elçileri ancak (iman ve salih amelin karşılığında af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyiciler, (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcılar olarak gönderiyoruz. Dolayısıyla kim iman eder ve yolunu, halini düzeltirse, onlar hakkında (özellikle Âhiret’te) herhangi bir korku söz konusu olmayacak ve onlar asla üzülmeyeceklerdir de.
49 (İman hakikatlerini gösteren) bütün delilleri ve vahyettiğimiz âyetlerimizi yalanlayanlara gelince: onlara ise böyle açıktan isyan ederek yoldan çıkıp durmaları sebebiyle azap dokunacaktır.
50 De ki: “(Benden farklı farklı mucizeler istiyor, farklı beklentilere giriyorsunuz. Oysa) ben, hiçbir zaman size ‘Benim yanımda Allah’ın hazineleri var’ demiyorum; gaybı bilmediğim gibi, size ‘Ben, bir meleğim’ de demiyorum. Bana ne vahyediliyorsa ben ancak ona uyuyorum.” Yine de ki: “Körle gören bir olur mu? Hiç düşünmeyecek, zihninizi yormayacak mısınız?”
51 (Gerçek manâda henüz imanları olsun olmasın,) kalblerinde Rabbilerinin huzurunda toplanıp sorguya çekilme korkusu taşıyanları, kendileri için O’ndan başka ne bir koruyucu ve yardımcı, ne de bir şefaatçi olduğu konusunda Kur’ân’la uyar ki, şirk ve günahtan bütün bütün sakınıp, azaptan korunacak bir yola girebilsinler.
52 Sabah ve ikindiakşam saatlerinde sadece O’nu ve rızasını dileyerek Rabbilerine yalvaran (o fakir, kimsesiz mü’minleri ise müşrikler öyle istiyor diye) yanından kovma. Onlar kendi hesaplarını kendileri verecek ve onların hesabından sana bir şey sorulmayacağı gibi, senin hesabın da sana ait olup, bundan da onlara bir şey sorulmayacaktır. Şu halde onları kovma ki, zalimlerden olmayasın.
53 Biz, insanları bu şekilde birbirleriyle imtihan ederiz; (mevki, makam, ırk, renk, zenginlik, sosyal statü gibi unsurları üstünlük sahibi zannedenler, fakir, köle, kimsesiz ve toplumda kendilerine statü tanınmayan mü’minler için,) “Allah, aramızdan bula bula bunları mı lütfuna lâyık gördü?” derler. Oysa Allah, (bütün nimetleri verenin Allah olduğunun şuuru içinde O’na) şükredenleri (ve dolayısıyla lütfuna lâyık bulunanları) çok daha iyi bilmez mi?
54 Âyetlerimize inananlar sana geldikleri zaman onlara “Selâm size!” de. “Rabbiniz, rahmetle muameleyi Zâtı’na yakışan bir muamele tarzı kılmıştır. Bu bakımdan, içinizden kim yanılır, nefsine uyar ve bir kötülük işler de, sonra bunun ardından tevbe eder ve yolunu, davranışlarını düzeltirse, hiç şüphesiz O, günahları çok bağışlayandır; (Kendisi’ne tevbe ile yönelen mü’min kullarına karşı hususî) rahmeti pek bol olandır.”
55 Gerçekleri ve onları gösteren delilleri işte böyle açıklıyoruz ki, hayatları günah hasadından ibaret olan inkârcı suçluların yolu (nimetlerimiz karşısındaki nankörlükleri ve âyetlerimiz karşısındaki inat ve inkârları) bütün bütün ortaya çıksın (ve mü’minler o yoldan uzak dursun).
56 De ki: “Sizin Allah’tan başka ilâh tanıyıp kendilerine yalvardığınız varlıklara ibadet etmem bana kesinlikle yasaklanmıştır.” Yine de: “Sizin çarpık isteklerinize, kuruntularınıza uyacak değilim. Böyle yaparsam, belli ki sapıp gitmiş olurum ve her bakımdan hidayet üzerinde bulunanlardan olmam.”
57 De ki: “Hiç şüphesiz ben, Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanmaktayım, ama siz onu yalanladınız. (Sizi kendisiyle korkuttuğum azap için, ‘Eğer böyle bir azap gerçek ise durmasın, hemen gelsin!’ diyorsunuz;) ama böyle hemen gelmesini istediğiniz azap benim elimde değil ki. Her hususta hüküm sadece Allah’a aittir. O, hak ne ise hep onu buyurur ve O, her konuda daima en hayırlı hükmü veren, her meseleyi en hayırlı şekilde hall ü fasl edendir.
58 De ki: “Sizin acele istediğiniz o azap benim elimde olsa idi, benimle aranızdaki iş çoktan bitmiş olurdu.” Allah, o zalimleri çok iyi bilmektedir.
59 (Gizli bir hazine veya hazineler gibi olan) gaybın anahtarları O’nun katındadır; bu anahtarları (ve onlarla kapıları açılan gayb hazinelerinde neler bulunduğunu) ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa onların hepsini de bilir. (Dalından) bir yaprak düşmesin ki, onu da biliyor olmasın; bunun gibi, ne yerin karanlıkları içinde bir dane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Allah’ın İlmi’ne dayanan Kader Kitabı’nda ve Kudret’in kapsamı içinde) bulunmasın.
60 O’dur ki, geceleyin (ölümün kardeşi olan) uyku ile sizi kendinizden geçirip alır; o durumda, gündüz vücudunuzun organlarıyla ne yapmış, (sevapgünah olarak) ne kazanmışsanız hepsini bilmektedir. Sonra sizi, uykuda âdeta ölü halde iken diriltir ve takdir edilmiş bulunan ömür müddetiniz doluncaya kadar bu böyle devam eder. (Ömrünüz dolup da, ölüp kabre yattıktan sonra, her uykunun sonunda diriltildiğiniz gibi yine diriltilirsiniz) ve nihayet dönüşünüz O’nadır. Sonra o, dünyada iken ne yapıyordu iseniz size bir bir haber verecek ve bunlardan sizi sorguya çekecektir.
61 O, kulları üzerinde mutlak otorite sahibi olandır; sizi gözetleyici ve koruyucular olarak, ayrıca her yaptığınızı kaydeden melekler görevlendirir. Nihayet içinizden birine ölüm gelip çattığında elçilerimiz onun ruhunu alırlar; onlar, vazifelerini yerine getirmede hiçbir kusur ve ihmalde bulunmaz, hiçbir işi aksatmazlar.
62 Sonra, bütün ölenler, onların Hak Efendisi, Sahibi olan Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki, bütün hüküm ve tasarruf yetkisi O’na aittir ve O, hiç geciktirmeden, en çabuk biçimde hesap görendir.
63 De ki: “Kim kurtarır sizi karanın ve denizin karanlıklarına, tehlikelerine maruz kaldığınızda? –ki böyle anlarda büyük bir samimiyetle boyun bükerek O’na (bazen) sesli sesli yalvarıp yakarır, bazen içten içe dua eder ve ‘Eğer (Allah) bizi bu durumdan kurtarırsa, artık kesinlikle şükredenlerden, (iman ve salih amelle O’na yönelenlerden) olacağız!’ dersiniz.”
64 De ki: “Sizi o durumdan ve her türlü sıkıntıdan, belâdan ancak Allah kurtarır; ama sonra (şükredeceğinize), işte yine şirk koşuyorsunuz.”
65 De ki: “O, size ceza olarak üstünüzden veya ayaklarınızın altından başınıza bir belâ sardırmaya veya aranıza tefrika salıp sizi birbirinizle vuruşturarak, kiminizin gücünü ve hıncını kiminize tattırmaya kadirdir.” Bak, meselenin özünü kavrarlar mı diye (iman hakikatleriyle ilgili) delilleri bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan nasıl da serdediyoruz!
66 Fakat senin kavmin, gerçeğin ta kendisi olduğu halde onu (Kur’ân’ı) yalanladı. De ki: “Ben, başınızda yaptıklarınızın sorumluluğunu üzerine almış bir yetkili değilim.”
67 Verilmiş her haberin gerçekleşeceği kararlaştırılmış bir zaman vardır. Nitekim gün gelecek, siz de bileceksiniz.
68 Âyetlerimiz hakkında alaylı tavırlarla münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir konuya kapılıp gidinceye kadar kendilerinden uzak dur. Ama şeytan bunu sana bir an için unutturur da yanlarında kalacak olursan, hatırladığında derhal kalk ve o zalimler güruhuyla bir arada oturma!
69 İçleri Allah’a saygıyla dopdolu olan ve O’na karşı gelmekten sakınanlara, iman etmeyenlerin kendi hesaplarına geçen davranışlarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Şu kadar ki onlara düşen, (diğerleri de takip ettikleri yolun dünya ve Âhiret’te başlarına getireceği musibetlerden) korkar da o yolu bırakırlar mı diye onlara nasihatta bulunmaktır.
70 Dinlerini bir oyun ve eğlence edinip onunla diledikleri gibi oynayan ve dünya hayatı kendilerini aldatmış bulunanlarla uğraşma! Sen sadece, kimse (Allah’a şirk koşma gibi) günahlar işleyerek helâke sürüklenmesin diye Kur’ân’ı anlat, onunla nasihatta bulun. Her fert bilsin ki, onun için Allah’tan başka ne bir sahip ve yardımcı ne de bir şefaatçi vardır. (Allah’a karşı şefaatçim olur, beni sahiplenir gibi düşüncelerle O’na şirk koşan herhangi bir kimse şirk koşmasının) karşılığında (Âhiret’te cezadan kurtulmak için) kendince her türlü fidyeyi denkleştirse bile, bu ondan kesinlikle kabul edilmez. Öyleleri, bizzat işleyip de kazandıkları (günahlar) sebebiyle her türlü hayırdan mahrum kalıp helâke sürüklenmiş olanlardır. Sürekli küfür içinde bulunmalarından dolayı onların hakkı, ancak kaynar sudan bir içecek ve pek acı bir azaptır.
71 De ki: “Bize fayda da zarar da verebilecek durumda olmayan (putları, âciz yaratıkları, insan yapması nesneleri) Allah’tan başka ilâhlar edinip, kendilerine ibadet ve duada mı bulunalım? Allah bizi doğru yola koymuşken, ‘Gel bize katıl!’ diye yolun doğrusuna çağıran arkadaşlarına rağmen şeytanların arzu ve heves telkinleriyle kandırıp dalâlet vadilerinde şaşkın şaşkın dolaştırdığı bir ahmak durumuna düşerek, topuklarımızın üzerinde gerisin geriye şirke mi dönelim?” De: “Allah’ın gösterdiği yol, işte odur üzerinde yürünmesi gereken tek doğru yol ve bize bütün varlığımızla Âlemlerin Rabbi’ne teslim olmamız emredilmiştir.
72 “Bir de şu buyruldu bize: ‘Bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan namaz kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp takvaya sarılın!’” O Allah ki, (öldükten sonra diriltilip) O’nun huzurunda toplanacaksınız.
73 O Allah ki, gökleri ve yeri hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yaratmıştır. O “Ol!” dediği zaman her şey oluverir. O’nun (“Ol!” emri gibi) her sözü haktır, hakikattır ve yerine gelir. Sûr’a üfleneceği gün de bütün varlık ve mutlak hakimiyet O’nundur. O, gaybı da şahadeti de (duyu ötesini de, duyuların algı sahasına gireni de) bilendir. O, Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
74 Bir zaman İbrahim, atası Âzer’e şöyle demişti: “Şimdi sen, putları ilâh mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de, mensubu bulunduğun şu halkı da apaçık bir sapıklıkta görüyorum.”
75 Bu şekilde İbrahim’e (şirki çirkin gösterdiğimiz gibi), göklerin ve yerin melekûtunu (varlığın iç boyutunu, taşıdığı ve üzerine oturduğu asıl hakikatı) da gösteriyorduk; böyle yapıyorduk ki, imanda (o çok geniş kapasitesini dolduracak) nihaî kesinliğe ulaşsın.
76 Gece bastırdı ve İbrahim, (yıldızlar içinde) gördüğü (bir yıldıza işaret ederek), “İşte,” dedi, (iddianıza göre) Rabbim bu!” Ama o yıldız batıp gidince, “Ben, batıp gidenleri sevmem.” dedi
77 Sonra, bir başka gece ayı dolunay şeklinde doğmuş haliyle gördü ve hemen “İşte Rabbim!” dedi. Ne zaman ki ay da battı, bu defa, “Eğer Rabbim beni doğru yola iletmese, şüphesiz ben de sapıp gitmişlerden biri olurum!” diye sözünü bağladı.
78 Bir gün de, doğarken bütün parlaklığı ve güzelliğiyle güneşi gördü ve hemen “İşte Rabbim bu; bu hepsinden büyük!” dedi. Ama güneş de batınca, nihayet asıl gerçeği ortaya koydu: “Ey benim halkım! Ben, sizin Allah’a ortak tanıdığınız bütün bu şeylerden uzağım.
79 “Şunu bilin ki ben, bütün varlığımla ve dupduru bir iman ve teslimiyetle, gökleri ve yeri yoktan var edip belli sistem ve prensiplere bağlayan (Allah’a) yöneldim. Ben, katiyen müşriklerden değilim.”
80 Kavmi onunla tartıştı. O ise dedi ki: Siz benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Halbuki O bana doğru yolu göstermiştir. Ben sizin Ona ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbim dilemedikçe kimse birşey yapamaz. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hiç ibret almaz mısınız?
81 “Allah, elinize hiçbir delil vermemiş, hiçbir yetki tanımamışken siz O’na şirk koşmuş olmaktan dolayı korkmuyorsunuz da, ben sizin Allah’a ortak tanıdığınız o şeylerden niye korkacakmışım? Şimdi düşünün: bu iki taraftan, (sizle benden) hangimiz korkudan emin olmakta haklıdır? Eğer ilimle herhangi bir münasebetiniz varsa, haydi cevap verin!
82 İman edip, imanlarına en büyük zulüm olan şirki hiçbir şekliyle bulaştırmayanlar: işte onların hakkıdır emniyet ve onlardır her bakımdan hidayet üzere (doğru yolda) olanlar.
83 Bütün bunlar, halkı karşısında İbrahim’e verdiğimiz delillerdi. Kimi dilersek onu mertebe mertebe yükseltiriz. Muhakkak ki senin Rabbin, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi (ve elbette kimin neye liyakati olduğunu) hakkıyla bilendir.
84 Daha sonra İbrahim’e İshak’ı (ve torunu) Yakub’u ihsan ettik. Onların her birini her bakımdan doğru yola erdirdik (ve peygamberlikle serfiraz kıldık). Daha önce Nuh’u da her bakımdan doğru yola erdirmiş (ve peygamberlikle serfiraz kılmıştık); ve İbrahim’in soyundan Davud, Süleyman, Eyyûb, Yusuf, Musa ve Harun’u da. Biz, Allah’ı görüyormuşçasına, en azından O’nun kendilerini sürekli gördüğünün şuuru içinde davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.
85 Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da aynı nimetle nimetlendirdik. Onların hepsi, (inanç, düşünce, söz ve davranışları itibariyle bütünüyle doğru yolda, sağlam, bozgunculuktan uzak, ıslah ve tamir gayesi güden ve her yaptığını kusursuz yapan) salihlerdendi.
86 Aynı şekilde İsmail, Elyesa, Yunus ve Lût’u da. Onların her birini yaşadıkları dönemin insanlarından üstün kıldık.
88 Bu, Allah’ın takdir ve vaz buyurduğu hidayet (gerçek doğru yoldur) ki, Allah ona kullarından kimi dilerse onu iletir. Eğer onlar da Allah’a şirk koşmuş olsalardı, bu takdirde, işledikleri onca güzel amel, elde ettikleri onca kazanç heder olup gitmişti.
89 Bu seçkin zatlar, (bazılarına) Kitap (bazılarına Sahifeler verdiğimiz, bazılarını da bir önceki Kitab’a vâris kıldığımız, ayrıca hepsine) hüküm (manevî ve misyonları çerçevesinde maddî sahada hakimiyet, her meselede doğru ve yerinde karar verebilme, doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti, anlayış gücü, Allah’ın hükümlerini uygulama yetkisi) ve peygamberlik bahşettiğimiz şahsiyetlerdir. Bu bakımdan (ey Rasûlüm,) eğer şu inkârcılar sana da verdiğimiz bu şeyleri kabûl etmiyorlarsa, şüphe edilmesin ki onları kendisine emanet ettiğimiz bir topluluk her zaman için bulunacaktır ve o topluluk asla bunları inkâr eden değildir.
90 Bu seçkin zatlar, Allah’ın her bakımdan doğru yola erdirdiği kimselerdir ve (ey Rasûlüm), sen de (Allah’ın onları kendisine ilettiği) aynı doğru yolu takip et ve de ki: “Ben, (risalet vazifemi yerine getirme) karşılığında sizden hiçbir karşılık beklemiyorum. Bu Kitabı tebliğ etmekteki maksadım, akıl sahibi bütün varlıklar için bir hatırlatma ve bir öğütten ibarettir.”
91 (Bazı Yahudiler,) “Allah kimseye bir şey indirmedi!” demekle, Allah’ı Allah oluşunun gerektirdiği şekilde tanıyıp takdir etmediklerini ortaya koydular. Onlara de ki: “Peki, Musa’nın insanlar için (zihinlerini, kalblerini ve yollarını aydınlatan) bir nur ve doğruya ulaştıran bir rehber olarak getirdiği, ama sizin hiç korumayıp kâğıt parçaları haline dönüştürdüğünüz, (işinize gelen) bir kısmını açıklayıp, çoğunu gizlediğiniz ve sizin de, atalarınızın da bilmediği birçok şeyi sayesinde öğrendiğiniz o Kitabı kim indirdi?” (Ey Rasûlüm,) sen “Allah indirdi.” de ve sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!
92 Bu Kur’ân da, feyiz ve bereket kaynağı, kendinden önceki (İlâhî) kitapları (aslî halleri, halâ ihtiva ettikleri gerçekler ve İlâhî kaynakları itibariyle) tasdik eden, beldelerin anası (olan Mekke halkını) ve bütün çevre beldeler halkını uyarman için indirdiğimiz bir kitaptır. Sürekli yenilenen ve güçlenen bir imanla Âhiret’e inananlar, aynı şekilde ona da inanırlar ve onlar, namazlarını vaktinde ve hiç aksatmadan kılarlar.
93 (“Allah kimseye bir şey indirmemiştir” diyerek ya da benzeri) yalanlarla Allah’a iftira atan veya kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde “Bana vahiy geliyor!” iddiasında bulunan kimseden, bir de, “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indiririm!” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri, (canlarını almakla vazifeli) melekler yakalarına yapışmış ve “Çıkarın canlarınızı!” diye bağırdıkları demde ölümün şiddetleri içinde kıvranırken bir görsen! Bugün, Allah’a karşı gerçekle asla alâkası bulunmayan şeyler söyleyip durduğunuz ve O’nun âyetlerine inanmayı hiçbir zaman kibirinize yediremediğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.
94 Sizi nasıl başta tek tek, fert fert yaratmışsak, işte şimdi de yine tek tek ve yapayalnız huzurumuza geldiniz ve dünyada iken size verdiğimiz her şeyi geride bıraktınız. (Dünya hayatınızı tanzim işinde ve işlerinizi görmede) Allah’a ortak ve güya O’na yaklaştırıcı aracı güçler edindiğiniz (her türden putlarınızı) da yanınızda görmüyoruz! Gördünüz ya, aranızdaki bütün bağlar bir bir koptu ve Allah’a ortak oldukları iddiasıyla kendilerine bel bağladığınız her şey sizi yüzüstü bırakıp, görünmez oluverdi.
95 Allah ki, (toprağa düşmüş) tohumu ve çekirdeği yarıp, (bir yandan onları toprak altında yok ederken, bir yandan da yepyeni bir hayata mazhar kılarak bütün bitkileri yaratan)dır. Ölüden diriyi çıkarır; diriden de ölüyü çıkarandır. Budur Allah; bu gerçek karşısında nasıl oluyor da akıllarınız ve kalbleriniz çelinip, bâtıl sevdalar peşinde başka başka vadilere yöneliyorsunuz?
96 Allah, karanlığı yarıp (onun döl yatağından) sabahı da ortaya çıkarandır. Geceyi dinlenme vakti ve vesilesi, güneşi ve ayı da vakitlerinizi hesaplama sebebi kılmıştır. Bu, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Alîm (her şeyi hakkıyla bilen Allah)’ın takdiridir.
97 O ki, yıldızları sizin için karanın ve denizin karanlıklarında onlarla yönünüzü tesbit edebilesiniz ve yolunuzu bulasınız diye (gördüğünüz) şekil ve konumlarında var etti. İlimle alâkası bulunan ve öğrenmek maksadıyla araştıranlar için (gerçeğin) işaretlerini ve delillerini işte böyle detaylarıyla sergiledik ve ilgili âyetlerimizi de aynı şekilde detaylarıyla açıklıyoruz.
98 O ki, sizi tek bir nefisten meydana getirdi; artık sizin için (anne karnından başlayıp Âhiret’te ebedî hayata uzanan yolculuğunuzun her basamağında) içinde bulunacağınız bir konum ve kalacağınız bir süre, bir de (her basamağın sonunda) tevdi edileceğiniz bir konum ve süre vardır. Gerçeği derinden ve etraflıca kavrama gayretinde olanlar için onun işaretlerini ve delillerini işte böyle detaylarıyla sergiledik ve ilgili âyetlerimizi de aynı şekilde detaylarıyla açıklıyoruz.
99 O ki, gökten su indirir. Sonra bu su ile her çeşit bitkiyi (toprağın altındaki tohumunu yararak) çıkarırız, ardından o bitkiden canlı bir filize boy verdirir ve ondan da yan yana ve üst üste yığılmış başaklar, taneler hâsıl ederiz. Hurmanın tomurcuklarından salkımlar sarkar; ayrıca birbirine hem benzer hem benzemez özellikte (aynı topraktan aynı gıda ile beslenmelerine rağmen kendi içlerinde farklı türlerde, farklı tat, koku ve görünüşe sahip) üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bütün bu işlerde iman edecekler için elbette işaretler, deliller vardır.
100 Buna rağmen tuttular, cinleri Allah’a ortak yaptılar; oysa onları da O yaratmıştır. Bundan başka, cahilce ve ilimle telifi imkânsız bir davranış olarak O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O, uydurageldikleri bütün bu nitelemelerden nihayet derecede uzaktır, mutlak manâda aşkındır.
101 Gökleri ve yeri yoktan, örneksiz ve eşsiz şekilde var eden O’dur. O’nun nasıl çocuğu olabilir ki, bir defa eşi yoktur. Her şeyi O yaratmıştır, (Yaratıcı olarak bir eşi ve dolayısıyla çocukları olması mümkün değildir.) Ve O, her şeyi hakkıyla bilendir.
102 Budur Rabbiniz olan Allah; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; her şeyin Yaratıcısıdır, şu halde yalnızca O’na ibadet edin. O’dur bütün meselelerin kendisine havale edileceği mercî, her işi düzenleyen ve her şeyin dizginini elinde tutan Zat.
103 Gözler O’nu idrak edemez, O’na ulaşıp O’nu göremez, fakat O bütün gözleri idrak eder, görür ve kuşatır. O, Lâtif (en derin, en görünmez şeylere de nüfuz eden)dir, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
104 İşte, gerçeği görmeniz için Rabbinizden size apaçık iç idrak ışıkları geldi. Artık kim bunlarla kalb gözünü açar ve maddî gözünü de onun hizmetine verirse, bu onun lehinedir; fakat kim de körlükte ısrar ederse, bu da onun aleyhinedir. (O halde de ki): “Ben, başınızda bir koruyucu ve gözetleyici değilim.”
105 Gerçeğin delillerini (Kur’ân’ın âyetleri olarak) bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan işte böyle serdediyoruz. (İnkârcılar,) “Sen bunları bir başkasından ders almış, bize anlatıyorsun!” diyeceklerdir. Ama Biz diliyoruz ki, ilimle alâkası bulunan ve öğrenmek niyetiyle araştıranlar için gerçeği Kur’ân’da apaçık ortaya koyalım.
106 Sen, Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa ona uy; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; ve müşrikler ne derse desin aldırma, onlara ehemmiyet verme.
107 Eğer Allah öyle dilemiş (ve kendilerine müsaade etmemiş) olsa idi, şirk koşmazlardı; (o halde, şirk içindeler diye kendini harap etme!) Seni onların başında bir koruyucu ve gözetleyici yapmadık; onların işlerinin vekili, yaptıklarından sorumlu da değilsin.
108 Onların Allah’tan başka ilâhlaştırıp kendilerine yalvarıp yakardıkları (varlıklar) hakkında kötü konuşmayın; yoksa onlar da cahillik edip kindarlıkla hadlerini aşarak Allah hakkında kötü sözler söylemeye kalkarlar. (Her şeyin genellikle tekvinî kanunlarımız çerçevesinde cereyan ettiği dünyada bu kanunlarımızdan olarak,) her topluluğa kendi yaptığını güzel gösteririz. Fakat sonunda hepsi (gerçek) Rabbileri (olan Allah’a) dönecek ve O da kendilerine bütün yaptıklarını bir bir haber verip, bunlardan dolayı onları hesaba çekecektir.
109 Eğer kendilerine istedikleri türde bir mucize gelirse mutlaka inanacaklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin ediyorlar. De ki: “Bütün mucizeleri yaratan Allah’tır ve onları gönderip göndermeme tamamen O’ nun yetkisindedir.” (Ey, böyle bir mucize gösterilse de, inanmayanlar inansa arzusu taşıyan mü’minler!) Onlara istedikleri mucizeler gösterilse bile, yine de inanmayacaklarının farkında değil misiniz?
110 (Gerçekten inanmak isteyeni iknaya yeten onca delile rağmen) nasıl bugüne kadar inanmadılarsa, (bugün de imana mani tutum ve davranışları sebebiyle) iman ve idrak merkezi kalblerini ve gözlerini ters çevirip başka yönlere çeker ve onları taşkınlıkları içinde gayesiz ve başıboş sürüklenip durmaya terk ederiz.
111 Onlara (arzuları üzere) istedikleri zaman melekler de indirsek, ölüler dile gelip kendileriyle konuşsa ve bütün varlıkları önlerine yığsak (da bunların hepsi senin kendilerine tebliğ ettiğin gerçeğe şahitlik yapsa), onlar yine de inanacak değillerdir; meğer ki Allah, (fazladan bir lütufla) iman etmelerini dilemiş olsun; ne var ki, çoğunluk itibariyle onlar nefsanî arzuları istikametinde cahilî bir hayat sürmekte olup, (imandan da, kendilerinden de) habersizdirler.
112 İşte, (tekvinî kanunlarımız çerçevesinde) her peygamberin karşısında insan ve cin şeytanlarından oluşan bir düşman şebeke var etmişizdir: birbirlerine tamamen aldanıştan ibaret yaldızlı sözler fısıldayıp telkinde bulunurlar –Eğer Rabbin dilemiş olsaydı, böyle yapmazlardı. (O’nun meşietine teslim ol, çünkü bu işin yolu budur). Bu bakımdan, onları düzmekte oldukları yalanlarla başbaşa bırak!
113 Âhiret’e inanmayanların gönülleri, o boş ve aldatıcı telkinlere, yalanlara, va’dlere meyleder, meyletmekle kalmaz, bütün bütün ısınır ve onlardan zevk alır hale gelir ve zaten tabiatları haline gelmiş kötülükleri işlemeye ve kazandıkları günahları kazanmaya devam ederler.
114 De ki: “Bu Kitabı, içinde neyin hak ve doğru, neyin bâtıl ve yanlış olduğu apaçık ortaya konmuş bir halde indiren O iken, ben Allah’tan başka bir hüküm koyucu (ve hak ile bâtıl, doğru ile yanlış arasında) hüküm verici mi arayacakmışım?” Daha önce kendilerine Kitap verdiğimiz (Yahudi ve Hırıstiyan âlimleri de) bilirler ki o, Rabbin katından gerçeğin ta kendisi olarak fasıl fasıl indirilmektedir. Dolayısıyla, (yolunun doğruluğuna) olan şüpheden uzak inanç ve itimadında devam et.
115 Rabbinin (insanlık tarihi boyunca dönem dönem ve her döneme has bölümüyle indirdiği) Kelimesi, (verdiği bütün bilgiler ve haberler itibariyle) doğrunun ve (Kıyamet’e kadar geçerli olmak üzere getirdiği hükümler itibariyle de) adaletin ta kendisi olarak (artık bu Kitap’la) tamamlanmaktadır. O’ nun (Kudret ve Kelâmı’nın) kelimelerini (yaratılışı, kâinat ve insan hayatı için takdir ve va’z buyurduğu hükümleri) değiştirmek olmaz. O, Semî‘ (her şeyi hakkıyla işiten) dir, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.
116 Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Oysa onlar, (ilim yerine) sadece zan peşinde gitmekte ve onlar, ancak nefsanî ölçülere, keyiflerine ve menfaatlerine göre değerlendirip yargılamaktadırlar.
117 Muhakkak ki Rabbin, O’nun yolundan kimin sürekli sapıp gittiğini en iyi bilendir. Ve O, kimlerin her bakımdan doğru yol üzerinde olduğunu da en iyi bilendir.
118 O bakımdan, (yemeiçmenizde de başkalarının söylediklerine uymayın.) Eğer O’nun âyetlerine hakkıyla inanmış mü’ minlerseniz, Allah’ın adı anılarak kesilmiş hayvanların etlerinden yiyebilirsiniz.
119 Hem, zaruret halinde zaruret miktarı yemenizin helâl olması dışında, yenmesi haram olan yiyecekleri size açıklamışken, Allah’ın adı anılarak kesilmiş hayvanların etlerinden niye yemeyecekmişsiniz? Bilin ki insanlardan pek çokları, (Allah’tan gelmiş) hiçbir doğru bilgiye dayanmadan kendi arzu ve kuruntularına göre halkı saptırmaktadırlar. Muhakkak ki Rabbin, haddi aşanları en iyi bilendir.
120 İşlenmesi yasaklanmış fiillerin (şirk, bozgunculuk ve zulüm gibi etki ve âkıbetleri itibariyle) açığa çıkanlarını da, (haram kılınmış ölü, kan, domuz eti yeme gibi) gizlenebilir olanlarını da terkedin. Şurası bir gerçek ki, sürekli günah kazananlar, elbette işledikleri günahların karşılığını göreceklerdir.
121 Üzerine Allah’ın adı anılarak kesilmeyen hayvanların etlerinden yemeyin; çünkü bu, davranışta Allah’ın yolundan çıkmadır, bir isyandır. Şurası muhakkak ki şeytanlar, kendileriyle işbirliği halindeki dostlarına, elemanlarına sizinle mücadele etsinler diye sürekli telkinde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, hiç şüphesiz müşriklerdensiniz demektir.
122 Öte yandan, (henüz hidayetle serfiraz olmadığı için mânen) ölü iken (imanla) kendisini dirilttiğimiz ve kendisi için onunla insanlar arasında yolunu hiç şaşırmadan rahatça hareket ettiği bir ışık var ettiğimiz kimse, içinde bulunduğu durum itibariyle karanlıklara gömülmüş ve artık çıkıp kurtulması mümkün bulunmayan biri gibi olur mu? Olmaz ama, (karanlıklar içinde boğulmuş gitmiş o) kâfirlere yapmakta oldukları işleri (şeytan tarafından) süslenmekte (ve dolayısıyla güzel görünmektedir).
123 Bu şekilde, her ülkede kendilerine yüksek mevki ve servet verdiğimiz önde gelen pek çoklarını, (iradelerini o yönde kullandıkları için tekvinî kanunlarımıza göre) o ülkenin sürekli günah hasadıyla meşgul bulunan gerçek suçluları kılarız ve onlar, (mevkilerini ve servetlerini korumak için ve mü’minler aleyhinde) daima tuzaklar kurarlar. Ama kurdukları tuzaklar sadece kendi aleyhlerinedir ama, bunun bile farkında değillerdir.
124 Bir âyet gelip de kendilerine tebliğ edilince, “Allah’ın rasûllerine verilenin bir benzeri bize de verilmedikçe asla inanmayız!” derler. Allah, risalet vazifesini kime vereceğini çok iyi bilir. Günah hasadına dalıp gitmiş inkârcı suçluların başlarına, sürekli kurup durdukları tuzaklar sebebiyle yakın bir gelecekte Allah katından bir zillet ve şiddetli bir azap gelecektir.
125 Buna karşılık, Allah kimi dilerse onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak dilerse, onun göğsünü ise göğe yükseliyormuşçasına sıkar ve daraltır. İşte Allah, (her türlü âyet ve delil karşısında bile) iman etmeyenleri böyle içinden çıkılmaz bir hale sokar.
126 İşte bu (hüküm ve icraatı), Rabbinin dosdoğru ve değişmez yoludur. İdraklerini kullanıp ders almasını bilenler için, (doğru ve eğri yolun) işaretlerini ve bunlarla ilgili âyetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz.
127 (İdraklerini kullanıp ders almasını bilen o (kutlu) zatlar için Rabbileri katında emniyet ve esenlik yurdu (olan Cennet) vardır ve Rabbileri, sürekli meşgul bulundukları (güzel) işlerden dolayı onların gerçek dostu ve yardımcısıdır.
128 Gün gelecek Allah, (inkârda direten insanların ve cinlerin) hepsini huzurunda toplayacak (ve onlara şöyle seslenecektir): “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çok dostlar edindiniz ve onları yoldan çıkarıp kendi sürünüze kattınız.” İnsanlardan onlara uymuş ve onlarla iyice yakınlık peyda etmiş olanlar ise, şöyle itirafta bulunurlar: “Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandık; (biz, dünyaya ve cazibelerine kapılmada onların vesvese ve telkinlerine uyduk; onlar da bizi kandırmakla lezzet aldılar) ve bu şekilde, bizim için takdir buyurduğun sürenin sonuna geldik.” Allah, buyurur: “Ateş, daimî ikametgâhınızdır; Allah elbette başka türlü de dileyebilir (ve nasıl dilerse öyle yapar) ama, artık o Ateş’te sonsuzca kalacaksınız.” (Ey Rasûlüm,) şüphesiz senin Rabbin, bütün hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi hakkıyla bilendir.
129 İşte Biz, bizzat işledikleri ve hesaplarına geçen (günahlardan) dolayı zalimleri (günah işlemede) birbirlerine yardımcı, tâbi ve metbûlar kılarız.
130 “Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi okuyup açıklayan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran rasûller gelmedi mi?” “Kendi aleyhimizde de olsa şahidiz ki, geldi!” derler. Ama onları dünya hayatı aldatmıştı ve (nasıl dünyada bizzat söz, tutum ve davranışları inanmadıklarına şahadet ediyor idiyse, işte bugün de) dünyada iken kâfir olduklarına bizzat kendileri kendi aleyhlerine olarak şahitlikte bulundular.
131 Açık ki Rabbin, herhangi bir memleketi oranın halkı (gerçeklerden ve Allah’ın kendilerinden ne istediğinden) habersiz yaşayıp giderken helâk etme gibi bir zulmü asla işlememiştir ve işlemez de.
132 Herkes için yaptığı (iyi veya kötü) işler karşılığında farklı mertebeler vardır. Rabbin, onların yapmakta olduğu hiçbir şeyden habersiz ve yapılanlara karşı da kayıtsız değildir.
133 Rabbin, (kullarının Kendisine iman ve ibadet edip etmemeleri dahil) her şeyden, her ihtiyaçtan müstağnîdir, aynı zamanda sonsuz rahmet sahibidir. Nasıl sizi bir başka topluluğun soyundan getirip onların yerine ikame etmişse, aynı şekilde dilerse sizi de ortadan kaldırır ve peşinizden dilediği bir topluluğu yerinize yerleştirir.
134 Size (gelecek ve Âhiret adına) ne va’ dedilmişse, ne ile korkutulmuşsanız hepsi mutlaka yerine gelecektir; bunun önüne asla geçebilecek değilsiniz.
135 De ki: “Ey halkım, gücünüz neye yetiyorsa var gücünüzle yapmaktan geri kalmayın; ben de yapmam gerekeni yapıyorum. Şu dünya yurdu kime kalacak ve sonunda kim sevinip mutlu olacak elbette bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler asla kurtulmaz ve muratlarına ermezler.”
136 Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırıp kendi bâtıl iddialarınca “Bu Allah’a ait; şu da, (O’nun yanısıra ma’bud edindiğimiz) ilâhlarımızın!” diye bölüştürmede bulunurlar. Fakat (yine de işlerine geldiği gibi davranır ve) kendi ilâhlarına ayırdıklarını onlar için harcarken, Allah için ayırdıklarını ise Allah için sarfetmeyip, ilâhları uğruna kullanırlar. Ne kötü kanunlar koyup, kendi kanunlarını da ne kötü uyguluyorlar!
137 Allah’a ortak tanıdıkları o sözde ilâhlar(a bağlılıkları), gittikleri bu yolda müşriklerden pek çoğuna çocuklarını (anne karnında veya doğduktan sonra) öldürmeyi iyi bir iş göstermekte ve neticede bizzat kendilerini helâke sürüklediği gibi, dinlerini de karmakarışık hale getirmektedir. Allah başka türlü dilemiş, (insana irade vermeyip, onu dünya hayatında mecburi bir istikamete sevk etmiş) olsa idi, böyle yapmazlardı. Şu halde, (sen sana gerekli olanı yap ve) onları uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak; (elbette neticeyi hep birlikte göreceksiniz!)
138 Yine, (hayvanlardan ve ekinlerden bazılarını bir kenara ayırarak) “Bu hayvanlara ve ekinlere dokunmak yasaktır!” der ve kendi bâtıl iddialarınca “Onlardan, biz kimi istersek ancak onlar yiyebilir!” (diye hükmederler). Ayrıca, sanki o hükümleri Allah koymuşçasına O’na isnatta bulunarak, bazı hayvanların sırtlarından faydalanmayı haram ettikleri gibi, bazı hayvanları keserken de Allah’ın adını anmazlar. Allah, böyle iftiralar atıp durmalarından dolayı onları cezalandıracaktır.
139 Bunlarla da kalmayıp, (bir yana ayırdıkları bazı küçük ve büyük baş hayvanlar için de) şöyle derler: “Şu hayvanların karınlarında olan yavrular, (eğer canlı doğarlarsa) sadece erkeklerimize ait olup eşlerimize haramdır. Eğer ölü doğar veya doğduktan sonra ölürlerse, bu defa hepsi ona ortak olur.” Allah, onların bu kabil iddia ve hükümlerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, her yaptığında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi hakkıyla bilen (ve her icraatı kesin ilme dayanan)dır.
140 Çocuklarını bilgisizlik yüzünden cahilâne bir davranış olarak ve beyinsizce öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği (helâl) rızıkları hem de Allah’a isnatla haram kılanlar, elbette tam bir hüsran içindedirler. Onlar, şüphesiz doğru yoldan sapmışlardır ve zaten (bu halleriyle) doğru yolda olmaları ve (dünyada, da Âhiret’te de arzu edilen hedefe ulaşmaları) mümkün değildir.
141 (Sizi helâl ve temiz rızıklardan asla mahrum bırakmayan) O Allah ki, asmalı asmasız bağlarbahçelerbostanlar, hurmalıklar, istifade ve tüketim açısından farklı farklı ekinler, birbirlerine bazı yönlerden benzeyen bazı yönlerden benzemeyen zeytinler ve narlar yaratıp yetiştirmektedir. Her birinin meyve veya taneleri olgunlaştığında onlardan yiyin; hasat zamanı (fakirlerin, muhtaçların) onlardaki hakkını verin ve (gerektiğinden fazla yeme, bakmakla yükümlü bulunduğunuz kişileri mahrum bırakacak derecede verme, onları çürümeye terketme ve gerekli yerde ve şekilde kullanmama gibi yollarla) israfa gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, müsrifleri sevmez.
142 O, kimi yük taşır, kiminin de etinden, sütünden, tüyünden ve kılından faydalanılır büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da var etti. Allah’ın size ihsan buyurduğu rızıklardan (makûl ölçülerde ve muhtaçları da faydalandırmak suretiyle) istifade edin ve şeytanın adımları ardınca gidip de (farklı farklı hükümler, kurallar koymayın). Şüphesiz ki o şeytan, sizin için apaçık bir düşmandır.
143 Çiftler halinde sekiz baş hayvan: koyundan iki, keçiden iki. De ki: “Allah, bunlardan iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? (Kendi koyduğunuz âdet ve hükümleri, iddianıza göre eğer Allah koymuşsa ve) bu iddianızda gerçekten sadık ve samimi iseniz, haydi bilgi ve belgeye dayanarak bildirin bana!”
144 Ve deveden iki, sığırdan iki: De ki: “Allah, bunlardan da iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? Yoksa Allah, O’na isnat ettiğiniz yasağı koyarken o anda hazır ve şahit miydiniz?” Yalanlar uydurup sonra o yalanları Allah’a isnat ederek O’na iftirada bulunan ve hiçbir gerçek bilgiye dayanmayıp halkı da yanlış yollara sürükleyenden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, zalimler güruhunu doğruya ve emellerine ulaştırmaz.
145 De ki: “Bana vahyolunanlar içinde sizin haram dediğiniz bu yiyeceklerin hiçbirinin onları yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Haram olanlar, ancak leş, (kesimden sonda ciğer, dalak gibi organların damarlarında kalmış olan değil) akmış kan, domuz eti –çünkü o, murdardır– bir de, yoldan çıkma manâsında bir günah olarak Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanlardır. Bununla birlikte kim yemediği takdirde ölecek derecede mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak kaydıyla (bunlardan da yiyebilir); şüphesiz ki senin Rabbin, çok bağışlayandır, hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
146 Yahudi olanlara (sığır ve koyunkeçi hariç) bütün tırnaklı hayvanları, sığır ve koyun keçi cinsinden de sırtlarında ve bağırsaklarında bulunan veya kemiğe karışanları dışında onların iç yağını haram kılmıştık. (Sürekli haramhelâl sınırlarını çiğnemek, başkalarının haklarına tecavüz etmek ve insanları Allah’ın yolundan alıkoymak gibi) taşkınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Biz, sadece doğru olanı yapar ve doğru olanı söyleriz.
147 Buna rağmen yine de seni yalanlayacak olurlarsa, onlara şöyle de: “Rabbiniz, (her varlığı kapsamına alacak derecede) geniş rahmet sahibidir (–yaptıklarınızdan dolayı hemen ceza vermez; tevbe etmenizi bekler ve sizi affetmek diler. Bununla birlikte, eğer halinizi düzeltmezseniz bilin ki) O’nun o çok çetin azabı, günah hasadına dalmış inkârcı suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez.”
148 Şirkte diretenler, (şirk koşmalarına bahane olarak) bir de şöyle diyeceklerdir: “Eğer Allah dilemiş olsaydı, biz de, atalarımız da O’na ortak tanımaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böylesi bahanelerle peygamberleri yalanlamışlardı ama, neticede o çok çetin azabımızı tattılar. De ki: “Dayandığınız bir bilgi, bir belge mi var da böyle iddia ediyorsunuz; eğer öyle ise haydi o belgeyi bize gösterin! Gerçek şu ki, siz sadece kuru bir zanna uyuyorsunuz ve siz, ancak nefsanî ölçülere, keyfinize, menfaatlerinize göre konuşuyorsunuz.”
149 De ki: “(Lehinizde veya aleyhinizde) kesin ve eksiksiz delil Allah’ındır. (O ne şirki diler, ne de haramın helâl, helâlin haram kılınmasını). Eğer O (iradenizi iptal ederek hakkınızda) bir şey dileyecek olsa idi, (sizi iman etmeye mecbur bırakır ve) hepinizi doğru yola iletirdi.
150 De ki: “Haydi, şu haram dediklerinizi gerçekte Allah’ın haram kıldığına dair şahitlerinizi getirin de şahitlikte bulunsunlar!” (Ey Rasûlüm,) eğer onlar yalan yere şahitlikte bulunacak olurlarsa, sen de elbette onlarla birlikte şahitlikte bulunacak değilsin. Onca delillerimizi ve vahyettiğimiz âyetlerimizi yalanlayan ve Âhiret’e iman etmedikleri gibi, Rabbilerine denkler, ortaklar tanıyanların heva ve heveslerine uyma!
151 De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram ettiğini okuyup açıklayayım: Her şeyden önce, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Annebabanın (hukukuna riayetsizlikte bulunmak şöyle dursun,) onlara her zaman iyilikte bulunun ve Allah’ın her yaptığınızı gördüğünün şuuru içinde iyi davranın. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı (anne karnında da, doğduktan sonra da) öldürmeyin. Sizi Biz rızıklandırdığımız gibi, onları da rızıklandıran ve rızıklandıracak olan Biziz. Gizlisiyle açığıyla (zina, eşcinsellik ve namuslu kadınlara iftira gibi) bütün yüz kızartıcı çirkin fiillere yaklaşmayın (sizi bu fiillere götürecek sebeplerden de uzak durun). Allah’ın mutlak koruma altına aldığı ve katlini haram kıldığı cana, hukuken hak etmiş olma dışında asla kıymayın. İşte, akleder (de İslâm’a girip, Allah’ın ahkâmına uygun bir hayat sürersiniz) diye Allah size bunları emrediyor.
152 Rüşdüne erinceye kadar (koruma, kullanarak artırma ve zamanında teslim gibi) en güzel tasarruf şekli dışında yetimin malına da yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı tastamam yapın –Biz, hiç kimseye kapasitesi üzerinde bir sorumluluk yüklemeyiz–; konuştuğunuz zaman, en yakınlarınızın aleyhinde bile olsa hakkı ve doğruyu söyleyin; ve Allah hakkı ile ilgili bütün sorumluluklarınızı, Allah’a verdiğiniz sözleri ve Allah adına başkalarıyla yaptığınız sözleşmeleri yerine getirin. Bütün bunları Allah size buyuruyor ki, üzerlerinde düşünüp gereken öğüdü alasınız.
153 “İşte, (Allah’ın size okuyup açıkladığım hükümleriyle) benim dosdoğru yolum: o halde ona tâbi olun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarak Allah’a giden yoldan ayırmasın. O’na karşı saygılı olup itaatsizlikten sakınasınız ve O’nun koruması altına giresiniz diye Allah bunları size emrediyor.”
154 Nitekim bir zaman da Musa’ya, Allah’ı görüyormuşçasına, en azından Allah’ın kendilerini gördüğünün şuuru içinde davrananlara hidayet nimetimizi tamamlamak ve (hakbâtıl, doğruyanlış adına) her şeyi ayrıntılarıyla bildirmek için, ayrıca bir hidayet rehberi ve bir rahmet olarak o Kitabı vermiştik ki, bir gün Rabbilerine kavuşacaklarına gerçekten iman etsinler.
155 (Aynı şekilde) bu Kur’ân da, indirdiğimiz kutlu ve bereketli bir kitaptır; o halde ona tâbi olun ve onu inkârdan, ona isyandan sakının ki, (dünyada da Âhiret’te de) rahmete nail olasınız.
156 Ayrıca, “Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa (Yahudilere ve Hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okuyup üzerinde çalıştıkları gerçeklerden habersizdik.” demeyesiniz.
157 Veya, “Kitap bize de indirilmiş olsaydı, muhakkak ki biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk.” diye itirazda bulunmayasınız. İşte size Rabbinizden apaçık bir delil, hidayet rehberi ve bir rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden sürekli yüz çevirenleri bu yüz çevirip durmalarından dolayı yakında azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
158 Onlar neyi bekliyorlar? Kendilerine (canlarını almak ya da başlarına bir felâket getirmek üzere) meleklerin gelmesini mi? Haklarında Rabbinin azap hükmünü verip bunu icraya koymasını mı? Veyahut (üzerlerine gökten taş yağması ya da parçalar düşmesi gibi, Rabbinin kendilerine göstermeni istedikleri türden bir mucize yaratmasını veya Kıyamet’le ilgili) bazı alâmetlerinin ortaya çıkmasını mı? Rabbinin bunlar türünde bir âyeti geldiği gün, eğer kişi daha önce iman etmemiş veya imanı bir iddiadan ibaret kalıp onda hiçbir hayra ulaşmamış ise, artık iman etmesi ona fayda vermez. De ki: “Bekleyin bakalım, nitekim biz de beklemekteyiz!”
159 Dinlerini parça parça edip, kendileri de taraf taraf olanlar var ya, senin onların durumuyla hiçbir alâkan ve münasebetin yoktur. Onlar hakkındaki muamele şekli tamamen Allah’a aittir; O bir gün onlara yaptıklarını tek tek bildirecek (ve kendilerini sorguya çekecektir).
160 Kim güzel bir iş yapar ve Allah’a onunla gelirse, yaptığının on katıyla mükâfatlandırılır. Kim de bir kötülükle gelirse, sadece o kötülüğe denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez.
161 De ki: “Şüphesiz ki Rabbim beni dosdoğru bir yola iletmiştir: her bakımdan kusursuz, hiçbir eğriliği bulunmayan, doğruluğun ta kendisi bir Din’e, dupduru Tevhid inancına dayanan İbrahim’in milletine (yol, inanç ve yaşayış tarzına). İbrahim, hiçbir zaman müşriklerden olmadı.”
162 De ki: “Benim namazım, diğer ibadetlerim, hayatım ve ölümüm: hepsi, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
163 “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte bununla emrolundum ben ve O’na teslim olan (Müslüman)ların ilkiyim.”
164 De ki: “O her şeyin Rabbi iken, ben Rab olarak Allah’tan başkasını mı arayacakmışım? Herkes sevapgünah ne kazanırsa karşılığı ancak kendine ait olmak üzere kazanır; kimse bir başkasının suç yükünü yüklenmez ve onunla yargılanmaz. (Ne yaparsanız yapın, hangi ihtilâflar içinde bulunursanız bulunun,) neticede hepinizin dönüşü Allah’adır ve O, ihtilâf edegeldiğiniz hususları size bir bir bildirecek (ve aranızdaki hükmünü verecektir).
165 O ki, sizi yeryüzünün (onu imar etmekle ve orada Allah’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü) halifeleri yaptı ve size farklı farklı kabiliyetler verip, (mal, makam, servet, güç, zekâ gibi bazı hususlarda) kiminizi kiminizden farklı derecelerde üstün kıldı. Bu şekilde O, verdiği nimetlerle sizi imtihan ediyor. Unutmayın ki senin Rabbin, (vakti geldiğinde) cezalandırması pek çabuk olandır ve yine O, hiç şüphesiz günahları çok bağışlayan, (bilhassa tevbe ile Kendisi’ne yönelenlere ve mü’minlere karşı) hususî merhameti pek bol olandır.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ 1
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلاًۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ 2
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ 3
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ 4
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓـؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 5
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراًۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ 6
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَاباً ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ 7
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكاً لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ 8
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ 9
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ 10
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ 11
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ 12
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 13
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 14
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 15
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ 16
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 17
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ 18
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ 19
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟ 20
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ 21
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ 22
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ 23
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ 24
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ 25
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ 26
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ 27
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ 28
وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ 29
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟ 30
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ 31
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 32
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ 33
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ 34
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ 35
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ 36
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ 37
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ 38
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 39
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 40
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟ 41
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ 42
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 43
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ 44
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 45
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ 46
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ 47
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ 48
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 49
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟ 50
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ 51
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ 52
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ 53
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 54
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ 55
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ 56
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ 57
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ 58
وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 59
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ 60
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ 61
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ 62
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ 63
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ 64
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ 65
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ 66
لِكُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ 67
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ 68
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ 69
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ 70
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 71
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ 72
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ 73
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَـتَّخِذُ اَصْنَاماً اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 74
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ 75
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَباًۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ 76
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغاً قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ 77
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ 78
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ 79
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـٔاًۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ 80
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناًۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ 81
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ 82
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ 83
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ 84
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ 85
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًۜ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ 86
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ 87
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 88
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ 89
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟ 90
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ 91
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ 92
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ 93
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟ 94
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ 95
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ 96
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 97
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ 98
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 99
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟ 100
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ 101
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ 102
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ 103
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ 104
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 105
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ 106
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ 107
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 108
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ 109
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟ 110
وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ 111
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ 112
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ 113
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَماً وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ 114
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 115
وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ 116
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ 117
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ 118
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ 119
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ 120
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟ 121
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 122
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ 123
وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ 124
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ 125
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يماًۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ 126
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 127
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ 128
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضاً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟ 129
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ 130
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ 131
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ 132
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُوالرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ 133
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ 134
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ 135
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ 136
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ 137
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ 138
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ 139
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟ 140
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ 141
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ 142
ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّؤُ۫ن۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَۙ 143
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ 144
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّماً عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَماً مَسْفُوحاً اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقاً اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 145
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 146
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ 147
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ 148
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ 149
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟ 150
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ 151
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ 152
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ 153
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟ 154
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ 155
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ 156
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ 157
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْساً ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْراًۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ 158
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ 159
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ 160
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 161
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 162
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ 163
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ 164
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 165
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Bütün hamd, gökleri ve yeri yaratan ve (her türlü maddîmanevî) karanlıkları ve nuru, aydınlığı var kılan Allah içindir. Buna rağmen o küfredenler, (kendilerini besleyen, büyüten, yaşatan) Rabbilerine (göz göre göre birtakım putları, gök cisimlerini, bazı insanları vb.) denk ve ortaklar tutmaktadırlar.
1
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلاًۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
O, sizi (ilk babanız itibariyle, ayrıca temelde gıdanızın kaynağı olarak, tavına gelmiş) bir tür çamurdan yaratan, sonra da sizin için hayatta kalacağınız bir süre takdir edip uygulamaya koyandır. O’nun katında (ilim ve meşieti dahilinde, bu sürenin ve insanlığın hayatının kesin süresi, ayrıca ötesi hakkında) belirlenmiş bir ecel de vardır. (Bizzat müşahede edip yaşadığınız bu gerçeklere) rağmen, (Allah ve O’nun birliği hakkında) halâ onulmaz şüpheler içinde bulunuyorsunuz.
2
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
O, (mutlak hakimiyeti, sıfatlarının ve isimlerinin bütün tecellileriyle) göklerde de yerde de Allah’tır; (bu bakımdan, ne göklerde ne de yerde başka ilâh, başka rab, başka melik vardır. O, her yerde hazır ve nâzır olmakla) sizin gizlinizi de, açığa vurduğunuzu da bilmekte, yine (hayır ve şer, haram ve helâl) ne kazanıyorsanız hepsini bilmektedir.
3
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ
(Böyle iken,) onlara ne zaman Rabbilerinin (vahyedilmiş) âyetlerinden bir âyet, (bu gerçeği ortaya koyan) bir delil gelse, hiç düşünmeden hemen ondan yüz çevirmektedirler.
4
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓـؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Gerçeğin ta kendisi (Kur’ân şeklinde) kendilerine gelince, onu da yalanladılar (ve ondaki gerçeklerle, ikazlarla, Âhiret haberleriyle alay ettiler). Elbette bir gün gelecek ve alay ettikleri bu gerçekler ne imiş göreceklerdir.
5
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراًۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ
Onlardan önce (seyahatlerinde harabelerinin yanlarından geçip gittikleri) nice nesilleri, nice toplumları helâk ettiğimizi görüp, üzerlerinde düşünmezler mi? O toplumları, sizi yerleştirmediğimiz bir sağlamlıkla yeryüzünde yerleştirmiş, size vermediğimiz im kânları onlara vermiş, bereket ve bolluğuyla sanki göğü üzerlerine yağdırmıştık. Irmaklar da var etmiştik ki, ayaklarının ucundan akar giderdi. Ama gün geldi, (içinde boğuldukları) günahları sebebiyle kendilerini helâk ettik ve arkalarından onların yerini alacak başka nesiller, başka toplumlar meydana getirdik.
6
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَاباً ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
(Ey Rasûlüm!) Sana (Kur’ân’ı vahyetmek yerine,) kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik ve onlar da elleriyle ona dokunmuş olsalardı, o küfürlerinde diretenler hiç şüphesiz, “Bu, olsa olsa apaçık bir büyüdür!” derlerdi.
7
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكاً لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ
Nitekim durakoymuşlar, “Ona (rasûl olduğuna delil ve yanında yardımcı olarak) bizim de göreceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi?” diyorlar. Eğer (Lût kavmi gibi, bazı kavimlere gönderdiğimiz ve onların da göreceği şekilde) bir melek göndermiş olsaydık, (meleğin böyle gelmesi helâk manâsı taşıdığından,) elbette iş bitmiş olurdu ve kendilerine göz açtırılmaz, kıyametleri kopardı.
8
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ
Şayet o Rasûlü bir melek yapmış (melek bir rasûl göndermiş) olsa idik, (rasûl olarak onlara her sahada rehberlik yapacağı ve dolayısıyla onlardan biri olacağı için,) onu her halükârda bir erkek şekline koyardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.
9
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
(Ey Rasûlüm!) Şurası bir gerçek ki, senden önce de nice rasûllerle alay edildi. Fakat alay konusu yaptıkları hakikatler, istihza ile karşıladıkları azap, maskaralıkla Rasûlleri küçük düşürmeye çalışanların üzerine çöküp onları mahvetti.
10
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
De (onlara): “Yeryüzünde gezin dolaşın; sonra da (rasûlleri ve getirdikleri Mesaj’ı) yalanlayanların sonları nasıl olmuş bir düşünün!”
11
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
De ki: “Göklerde ve yerde her ne varsa kimindir?” “Allah’ındır!” de. O, rahmetle muameleyi Zâtı’na yakışan bir muamele tarzı kılmıştır. (Bu sebeple de, rahmetinin tam tecellisi için) sizi, vukuunda asla şüphe bulunmayan Kıyamet Günü mutlaka bir araya toplayacaktır. (İlâhî rahmetten sermayeleri olan fıtratı asliyelerini, akıllarını, inanma istidatlarını kötüye kullanarak) bizzat kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki, işte onlar iman etmezler.
12
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Halbuki gecenin karanlığı, gündüzün ışığı içinde mesken tutan her şey O’nundur. O, Semî‘ (her şeyi hakkıyla İşiten)dir; Alîm (her şeyi hakkıyla Bilen)dir.
13
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: “Ben, gökleri ve yeri yoktan var edip belli bir sistem ve prensipler üzerine oturtan, Kendisi her canlıyı beslemesine mukabil hiçbir şekilde beslenme ihtiyacı duymayan Allah’tan başkasını mı önümde rehber, ihtiyaçlarım için kendisine el açacağım bir mercî edineceğim!” Yine, de: “Kaldı ki bana, herkesten daha önde bütün varlığımla Allah’a teslim olmam emredildi ve ‘Sakın müşriklerden olma!’ buyruldu.
14
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
De: “Korkarım ben, eğer Rabbime isyan edecek olursam, çok dehşetli bir günün azabından (korkarım).”
15
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
Her kim o gün o azaptan uzak tutulursa, bu demektir ki Allah, ona rahmetiyle muamele etmiştir. İşte budur apaçık kazanç ve kurtuluş!
16
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Eğer Allah sana bir sıkıntı verecek, bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan başka giderecek yoktur; eğer sana herhangi türde bir hayır dokundurursa, zaten O her şeye mutlak güç yetirendir.
17
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
O’dur kulları üzerinde Kendisine karşı çıkılamaz mutlak hükümran. Ve O, Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
18
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
De ki: “Neyin, kimin şahitliği en geçerli, en önemlidir?” De: “Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana, sizi ve ulaştığı herkesi kendisiyle uyarmam için bu Kur’ ân vahyolunuyor.” (Ey müşrikler!) Siz mi gerçekten Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunduğuna şahitlik ediyorsunuz? (Rasûlüm,) sen, “Ben böyle bir şeye şahit değilim!” de. Yine de: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, sizin O’na ortak koşmanızdan da, koştuğunuz ortaklardan da bütünüyle uzağım.”
19
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
Kendilerine Kitap verilenler, öz oğullarından nasıl şüphe etmeyip onları tanırlarsa, (Allah Rasûlü’nü bütün peygamberlik alâmetleriyle) aynı kesinlikte tanırlar. Fakat (buna rağmen, nefislerine ve nefsanîliklerine mağlûp olarak bu gerçeği gizleyen ve böylece) kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki, işte onlar iman etmezler.
20
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Uydurdukları yalanları Allah’a isnat ederek O’na iftirada bulunan veya (kâinatta ve öz nefislerinde bütün iman hakikatlerini apaçık gösteren) O’na ait işaretleri ve O’ nun indirmiş olduğu âyetleri yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şurası bir gerçek ki, zalimler asla felâh bulmaz, muratlarına ermezler.
21
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Gün gelecek, onların hepsini (kabirlerinden diriltip) bir araya toplayacak, sonra da dünyada iken Allah’a şirk koşmuş bulunanlara, “Hani nerede o, Allah’a ortak saydıklarınız?” diye soracağız.
22
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
İçine düştükleri bu çıkmazdan güya kurtulabilecekleri ümidiyle uyduracakları tek cevap, “Rabbimiz, Allah hakkı için, biz şirk koşanlardan değildik!” demek olacaktır.
23
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Bak (Rasûlüm,) nasıl da halâ yalan söyleyip, hem de kendi kendilerini yalanlıyorlar! Dünyada iken uydurdukları sahte ilâhlar da onları nasıl yüzüstü bırakıp, görünmez oluverdi!
24
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
İçlerinde kendilerini alamayıp seni (Kur’ân okurken) dinleyenler var. Ama kalblerinin üzerine (suiniyetleri, zulümleri, kibirleri, kısaca inanma kabiliyetini yitirmiş bulunmalarının oluşturduğu ve) onu hakkıyla anlayıp da gerçeği görmelerine mani kat kat örtüler gerdik ve kulaklarının içine de duymalarına mani bir ağırlık yerleştirdik. Artık, (Allah’ın birliği ve diğer iman hakikatlerini apaçık gösteren) hangi delil, işaret ve mucizeyi görürlerse görsünler yine de iman etmezler. O kadar ki (ey Rasûlüm,) yanına geldikleri zaman seninle münakaşaya girişirler ve küfürde batıp gitmiş olanlar, “Bunlar, eskilerin uydurması masallardan, hurafelerden başka bir şey değil!” derler.
25
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Onlar, hem başkalarını Kur’ân’dan uzaklaştırıyorlar, hem de kendileri ondan geri duruyorlar. Ama böyle yapmakla ancak kendilerini tehlikeye atıyorlar da, fakat bunu bile farkedecek bir şuura sahip değillerdir.
26
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Nihayet Ateş’in üzerinde durdurulup, (onun dehşeti ve içine atılacak olmanın ürpertisi içinde, daha önce dünyada iken Allah’a şirk koştuklarını inkâr ederek kendi kendilerini yalanlamalarını unutmuş gibi,) “Ah, ne olur dünyaya geri gönderilsek! O zaman Rabbimizin (imanî gerçekleri apaçık gösteren) âyetlerini yalanlamaz ve biz de mü’minlerden oluruz!” diye nasıl hayıflanacaklarını bir görsen!
27
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Hayır, (bu sözlerinde de samimi değildirler:) daha önce (dünyada iken) gizleyegeldikleri (hakikatler ve ayrıca iç halleri, gerçek yüzleri, mü’minlere karşı kurdukları tuzaklar) bütün açıklığıyla ortaya çıktığı için böyle diyorlar. Yoksa dünyaya geri gönderilecek olsalar, yine kendilerine yasaklanan aynı kötülükleri yapmaya girişir, aynı inkârlarında diretirler. Onlar, hiç şüphesiz yalancıdırlar.
28
وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ
(Dünyada iken kaç defa başları sıkıştığında aynı tavrı sergilemiş, fakat rahata erince yine de şöyle demişlerdi:) “Hayat ancak yaşadığımız şu dünya hayatından ibarettir; biz öldükten sonra bir daha diriltilecek değiliz.” (Nitekim öyle demiyorlar mı?)
29
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
Ama Rabbilerinin huzuruna getirilip de hesaba çekildikleri zaman nasıl davranacaklarını bir görsen: Rabbileri, “Diriltilip huzuruma getirilmeniz gerçek miymiş?” diye sorar; onlar da, “Evet, Rabbimiz hakkı için evet!” derler. (Allah, artık daha fazla konuşup kendilerini savunmaya kalkmalarına izin vermez ve) “Sürekli küfür içinde bulunmanızdan dolayı tadın şimdi azabı!” der.
30
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Andolsun, bir gün Allah ile karşı karşıya geleceklerini yalan ve uydurma sayanlar kaybettiler. (Daha Allah’a mülâki olmadan) Kıyamet ansızın başlarına geliverince, sırtlarına yükledikleri suç ve günah yükleri altında “Eyvah, eyvahlar olsun bize! Bu an hiç gelmeyecek sanmıştık; ah, ne günahlar işledik!” diye haykırıp dövüneceklerdir. Gerçekten ne de kötü yükler yükleniyorlar!
31
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun ve boş oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, Allah’a gönülden saygı besleyen ve O’na karşı gelmekten sakınanlar için çok daha hayırlıdır. Halâ akıllanmayacak mısınız?
32
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
(Ey Rasûlüm!) Onların sürekli söyleyip durdukları sözlerin, (yalanların, attıkları iftiraların, alayların) seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Fakat onlar (şahsın itibariyle) seni yalanlamıyorlar; o zalimler, bile bile ve manâsız bir inatla ancak Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.
33
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ
(Sen, onların bu yaptıklarına üzülme!) Hiç şüphesiz senden önce de nice rasûller, (getirdikleri Mesaj itibariyle) yalanlandılar; fakat bütün bu yalanlanmalarına ve maruz bırakıldıkları sözlü, fiilî her türlü eziyete katlandılar. Derken kendilerine yardımımız yetişti de, nihayette kazananlar onlar oldu. Allah’ın hükümlerini, va’dini, icraatını, icraatının prensiplerini değiştirebilecek kimse yoktur. Daha önce gönderilen o rasûllerle ilgili ibret verici hadiselerden bir kısmı zaten sana ulaşmış bulunuyor.
34
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Eğer onların yüz çevirmeleri sana çok ağır geliyor da (getirdiğin Mesaj’a inanmalarını sağlamak maksadıyla) onlara istedikleri türden mucizeler göstermek için yer altında bir geçit veya göğün derinliklerine doğru bir merdiven olsun istiyorsan bil ki, eğer Allah dilemiş olsa idi hiç şüphesiz onların hepsini (tek bir mucize veya bir icraatıyla) hidayet üzerinde toplayabilirdi. (Fakat Allah’ın iradesi başka yönde ise, O bu işin rasûller vasıtasıyla ve Kendi kurallarına göre cereyan edip, insanların kendi serbest tercihleriyle başbaşa kalmalarını diliyorsa,) artık sen farklı bir istek ve talep taşıyanlardan olma!
35
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
Şurası bir gerçek ki, ancak işitebilenler yapılan davete cevap verirler. Ölülere gelince, Allah onları mezarlarında diriltecek, sonra da O’na döndürüleceklerdir.
36
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Kalkmışlar, “O’na Rabbisinden bizim istediğimiz türde bambaşka bir mucize indirilse ya!” deyip duruyorlar. De ki: “Allah’ ın her türden mucize göndermeye elbette gücü yeter.” Fakat onların çoğunun ilimle bir alâkası yoktur ki, (mucizeyi, peygamberliği, bunlardaki maksat ve keyfiyeti bilsinler).
37
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
(Rasûlümüzden mucize isteyenler, etraflarına şöyle bir bakmalı değiller mi?) Yerde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş türü yoktur ki, onların her biri (sizin gibi bir arada yaşama mevkiinde ve sosyal nizama tâbi) bir toplum teşkil ediyor olmasın. Biz, Kitap’ta (Levhı Mahfuz’da, takdir ve yaratmamızda) hiçbir ihmalde, nizamı bozacak hiçbir kusurda bulunmadık. Sonra bütün o varlıklar, (dünyanın yıkılıp yerine ebedî âlemin kurulmasıyla, hepsi ölmüş halde iken) yeniden diriltilecek ve Rabbilerinin huzurunda toplanacaklardır.
38
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Ne var ki, hakikatı gösteren bunca delillerimizi ve vahyettiğimiz âyetleri yalanlayanlar, aslında kat kat karanlıklar içinde sağırdırlar, (sağır oldukları için de, kendilerine yapılan daveti duyup ona icabet edecek ve hakikati söyleyecek değildirler, çünkü) dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu saptırır; ve kimi de dilerse onu dümdüz bir anayolun üzerine bırakır.
39
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: “Söyleyin bakalım: Allah’ın bir cezasına uğrarsanız veya Kıyamet başınıza kopuverse Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer (vicdanınızın sesini itiraf edebilecek kadar olsun) doğruluktan nasibiniz varsa, haydi cevap verin!
40
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
Hayır hayır, sadece O’na yalvarırsınız –O da, eğer dilemişse (hikmeti öyle gerektirirse), duanıza sebep olan sıkıntıyı, musibeti giderir– ve o ana kadar şirk koşup durduğunuzu da, Allah’a ortak tanıdıklarınızı da unutursunuz.”
41
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Andolsun, senden önce de pek çok topluluklara rasûller gönderdik de, (şirk, inkâr ve günahlarının affı için) boyun büküp yakarırlar (ve Hak’ka dönerler mi diye, gittikleri yolun neticeleri olarak) onları çetin musibetler, zorluk ve sıkıntılar içinde bıraktık.
42
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Üzerlerine saldığımız bu zorluklar, musibetler başlarına geldiğinde olsun Bize yönelmeli ve yalvarıp yakarmalı değiller miydi? Ama gel gör ki, kalbleri kaskatı kesildi ve şeytan, yaptıklarını kendilerine süsleyip püsledi.
43
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
Ne zaman ki kendilerine yapılan hatırlatmaları, ikazları, verilen öğütleri bütün bütün unuttular, işte o zaman üzerlerine her şeyin kapısını ardına kadar açtık. Kendilerine bahşedilen nimetler içinde feruhferah yaşayıp giderlerken onları birden yakalayıverdik de, bir anda büsbütün ümitsiz kalakaldılar.
44
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Ve zulmedip duran o güruhun kökü de böylece kesilmiş oldu. Hamdolsun Âlemlerin Rabbi’ne!
45
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
De ki: “Hiç düşündünüz mü: Eğer Allah işitme ve görme duyularınızı alır ve kalblerinizin üzerine de bir mühür vurursa, Allah’tan başka bir ilâh mı var ki, onu size geri verebilsin?” Bak, (iman hakikatleriyle ilgili) delilleri bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan nasıl da serdediyoruz ama, onlar yine yüz çeviriyorlar!
46
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Söyleyin bakalım, Allah’ın azabı üzerinize ansızın da gelse, göz göre göre de gelse, işi gücü zulüm olan topluluktan başkası mı helâk edilecek?”
47
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Biz, gönderdiğimiz elçileri ancak (iman ve salih amelin karşılığında af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyiciler, (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcılar olarak gönderiyoruz. Dolayısıyla kim iman eder ve yolunu, halini düzeltirse, onlar hakkında (özellikle Âhiret’te) herhangi bir korku söz konusu olmayacak ve onlar asla üzülmeyeceklerdir de.
48
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
(İman hakikatlerini gösteren) bütün delilleri ve vahyettiğimiz âyetlerimizi yalanlayanlara gelince: onlara ise böyle açıktan isyan ederek yoldan çıkıp durmaları sebebiyle azap dokunacaktır.
49
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
De ki: “(Benden farklı farklı mucizeler istiyor, farklı beklentilere giriyorsunuz. Oysa) ben, hiçbir zaman size ‘Benim yanımda Allah’ın hazineleri var’ demiyorum; gaybı bilmediğim gibi, size ‘Ben, bir meleğim’ de demiyorum. Bana ne vahyediliyorsa ben ancak ona uyuyorum.” Yine de ki: “Körle gören bir olur mu? Hiç düşünmeyecek, zihninizi yormayacak mısınız?”
50
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
(Gerçek manâda henüz imanları olsun olmasın,) kalblerinde Rabbilerinin huzurunda toplanıp sorguya çekilme korkusu taşıyanları, kendileri için O’ndan başka ne bir koruyucu ve yardımcı, ne de bir şefaatçi olduğu konusunda Kur’ân’la uyar ki, şirk ve günahtan bütün bütün sakınıp, azaptan korunacak bir yola girebilsinler.
51
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sabah ve ikindiakşam saatlerinde sadece O’nu ve rızasını dileyerek Rabbilerine yalvaran (o fakir, kimsesiz mü’minleri ise müşrikler öyle istiyor diye) yanından kovma. Onlar kendi hesaplarını kendileri verecek ve onların hesabından sana bir şey sorulmayacağı gibi, senin hesabın da sana ait olup, bundan da onlara bir şey sorulmayacaktır. Şu halde onları kovma ki, zalimlerden olmayasın.
52
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
Biz, insanları bu şekilde birbirleriyle imtihan ederiz; (mevki, makam, ırk, renk, zenginlik, sosyal statü gibi unsurları üstünlük sahibi zannedenler, fakir, köle, kimsesiz ve toplumda kendilerine statü tanınmayan mü’minler için,) “Allah, aramızdan bula bula bunları mı lütfuna lâyık gördü?” derler. Oysa Allah, (bütün nimetleri verenin Allah olduğunun şuuru içinde O’na) şükredenleri (ve dolayısıyla lütfuna lâyık bulunanları) çok daha iyi bilmez mi?
53
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Âyetlerimize inananlar sana geldikleri zaman onlara “Selâm size!” de. “Rabbiniz, rahmetle muameleyi Zâtı’na yakışan bir muamele tarzı kılmıştır. Bu bakımdan, içinizden kim yanılır, nefsine uyar ve bir kötülük işler de, sonra bunun ardından tevbe eder ve yolunu, davranışlarını düzeltirse, hiç şüphesiz O, günahları çok bağışlayandır; (Kendisi’ne tevbe ile yönelen mü’min kullarına karşı hususî) rahmeti pek bol olandır.”
54
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Gerçekleri ve onları gösteren delilleri işte böyle açıklıyoruz ki, hayatları günah hasadından ibaret olan inkârcı suçluların yolu (nimetlerimiz karşısındaki nankörlükleri ve âyetlerimiz karşısındaki inat ve inkârları) bütün bütün ortaya çıksın (ve mü’minler o yoldan uzak dursun).
55
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
De ki: “Sizin Allah’tan başka ilâh tanıyıp kendilerine yalvardığınız varlıklara ibadet etmem bana kesinlikle yasaklanmıştır.” Yine de: “Sizin çarpık isteklerinize, kuruntularınıza uyacak değilim. Böyle yaparsam, belli ki sapıp gitmiş olurum ve her bakımdan hidayet üzerinde bulunanlardan olmam.”
56
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
De ki: “Hiç şüphesiz ben, Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanmaktayım, ama siz onu yalanladınız. (Sizi kendisiyle korkuttuğum azap için, ‘Eğer böyle bir azap gerçek ise durmasın, hemen gelsin!’ diyorsunuz;) ama böyle hemen gelmesini istediğiniz azap benim elimde değil ki. Her hususta hüküm sadece Allah’a aittir. O, hak ne ise hep onu buyurur ve O, her konuda daima en hayırlı hükmü veren, her meseleyi en hayırlı şekilde hall ü fasl edendir.
57
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
De ki: “Sizin acele istediğiniz o azap benim elimde olsa idi, benimle aranızdaki iş çoktan bitmiş olurdu.” Allah, o zalimleri çok iyi bilmektedir.
58
وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
(Gizli bir hazine veya hazineler gibi olan) gaybın anahtarları O’nun katındadır; bu anahtarları (ve onlarla kapıları açılan gayb hazinelerinde neler bulunduğunu) ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa onların hepsini de bilir. (Dalından) bir yaprak düşmesin ki, onu da biliyor olmasın; bunun gibi, ne yerin karanlıkları içinde bir dane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Allah’ın İlmi’ne dayanan Kader Kitabı’nda ve Kudret’in kapsamı içinde) bulunmasın.
59
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
O’dur ki, geceleyin (ölümün kardeşi olan) uyku ile sizi kendinizden geçirip alır; o durumda, gündüz vücudunuzun organlarıyla ne yapmış, (sevapgünah olarak) ne kazanmışsanız hepsini bilmektedir. Sonra sizi, uykuda âdeta ölü halde iken diriltir ve takdir edilmiş bulunan ömür müddetiniz doluncaya kadar bu böyle devam eder. (Ömrünüz dolup da, ölüp kabre yattıktan sonra, her uykunun sonunda diriltildiğiniz gibi yine diriltilirsiniz) ve nihayet dönüşünüz O’nadır. Sonra o, dünyada iken ne yapıyordu iseniz size bir bir haber verecek ve bunlardan sizi sorguya çekecektir.
60
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
O, kulları üzerinde mutlak otorite sahibi olandır; sizi gözetleyici ve koruyucular olarak, ayrıca her yaptığınızı kaydeden melekler görevlendirir. Nihayet içinizden birine ölüm gelip çattığında elçilerimiz onun ruhunu alırlar; onlar, vazifelerini yerine getirmede hiçbir kusur ve ihmalde bulunmaz, hiçbir işi aksatmazlar.
61
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sonra, bütün ölenler, onların Hak Efendisi, Sahibi olan Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki, bütün hüküm ve tasarruf yetkisi O’na aittir ve O, hiç geciktirmeden, en çabuk biçimde hesap görendir.
62
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
De ki: “Kim kurtarır sizi karanın ve denizin karanlıklarına, tehlikelerine maruz kaldığınızda? –ki böyle anlarda büyük bir samimiyetle boyun bükerek O’na (bazen) sesli sesli yalvarıp yakarır, bazen içten içe dua eder ve ‘Eğer (Allah) bizi bu durumdan kurtarırsa, artık kesinlikle şükredenlerden, (iman ve salih amelle O’na yönelenlerden) olacağız!’ dersiniz.”
63
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
De ki: “Sizi o durumdan ve her türlü sıkıntıdan, belâdan ancak Allah kurtarır; ama sonra (şükredeceğinize), işte yine şirk koşuyorsunuz.”
64
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
De ki: “O, size ceza olarak üstünüzden veya ayaklarınızın altından başınıza bir belâ sardırmaya veya aranıza tefrika salıp sizi birbirinizle vuruşturarak, kiminizin gücünü ve hıncını kiminize tattırmaya kadirdir.” Bak, meselenin özünü kavrarlar mı diye (iman hakikatleriyle ilgili) delilleri bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan nasıl da serdediyoruz!
65
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
Fakat senin kavmin, gerçeğin ta kendisi olduğu halde onu (Kur’ân’ı) yalanladı. De ki: “Ben, başınızda yaptıklarınızın sorumluluğunu üzerine almış bir yetkili değilim.”
66
لِكُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Verilmiş her haberin gerçekleşeceği kararlaştırılmış bir zaman vardır. Nitekim gün gelecek, siz de bileceksiniz.
67
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Âyetlerimiz hakkında alaylı tavırlarla münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir konuya kapılıp gidinceye kadar kendilerinden uzak dur. Ama şeytan bunu sana bir an için unutturur da yanlarında kalacak olursan, hatırladığında derhal kalk ve o zalimler güruhuyla bir arada oturma!
68
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
İçleri Allah’a saygıyla dopdolu olan ve O’na karşı gelmekten sakınanlara, iman etmeyenlerin kendi hesaplarına geçen davranışlarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Şu kadar ki onlara düşen, (diğerleri de takip ettikleri yolun dünya ve Âhiret’te başlarına getireceği musibetlerden) korkar da o yolu bırakırlar mı diye onlara nasihatta bulunmaktır.
69
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Dinlerini bir oyun ve eğlence edinip onunla diledikleri gibi oynayan ve dünya hayatı kendilerini aldatmış bulunanlarla uğraşma! Sen sadece, kimse (Allah’a şirk koşma gibi) günahlar işleyerek helâke sürüklenmesin diye Kur’ân’ı anlat, onunla nasihatta bulun. Her fert bilsin ki, onun için Allah’tan başka ne bir sahip ve yardımcı ne de bir şefaatçi vardır. (Allah’a karşı şefaatçim olur, beni sahiplenir gibi düşüncelerle O’na şirk koşan herhangi bir kimse şirk koşmasının) karşılığında (Âhiret’te cezadan kurtulmak için) kendince her türlü fidyeyi denkleştirse bile, bu ondan kesinlikle kabul edilmez. Öyleleri, bizzat işleyip de kazandıkları (günahlar) sebebiyle her türlü hayırdan mahrum kalıp helâke sürüklenmiş olanlardır. Sürekli küfür içinde bulunmalarından dolayı onların hakkı, ancak kaynar sudan bir içecek ve pek acı bir azaptır.
70
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Bize fayda da zarar da verebilecek durumda olmayan (putları, âciz yaratıkları, insan yapması nesneleri) Allah’tan başka ilâhlar edinip, kendilerine ibadet ve duada mı bulunalım? Allah bizi doğru yola koymuşken, ‘Gel bize katıl!’ diye yolun doğrusuna çağıran arkadaşlarına rağmen şeytanların arzu ve heves telkinleriyle kandırıp dalâlet vadilerinde şaşkın şaşkın dolaştırdığı bir ahmak durumuna düşerek, topuklarımızın üzerinde gerisin geriye şirke mi dönelim?” De: “Allah’ın gösterdiği yol, işte odur üzerinde yürünmesi gereken tek doğru yol ve bize bütün varlığımızla Âlemlerin Rabbi’ne teslim olmamız emredilmiştir.
71
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Bir de şu buyruldu bize: ‘Bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan namaz kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp takvaya sarılın!’” O Allah ki, (öldükten sonra diriltilip) O’nun huzurunda toplanacaksınız.
72
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
O Allah ki, gökleri ve yeri hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yaratmıştır. O “Ol!” dediği zaman her şey oluverir. O’nun (“Ol!” emri gibi) her sözü haktır, hakikattır ve yerine gelir. Sûr’a üfleneceği gün de bütün varlık ve mutlak hakimiyet O’nundur. O, gaybı da şahadeti de (duyu ötesini de, duyuların algı sahasına gireni de) bilendir. O, Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
73
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَـتَّخِذُ اَصْنَاماً اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Bir zaman İbrahim, atası Âzer’e şöyle demişti: “Şimdi sen, putları ilâh mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de, mensubu bulunduğun şu halkı da apaçık bir sapıklıkta görüyorum.”
74
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
Bu şekilde İbrahim’e (şirki çirkin gösterdiğimiz gibi), göklerin ve yerin melekûtunu (varlığın iç boyutunu, taşıdığı ve üzerine oturduğu asıl hakikatı) da gösteriyorduk; böyle yapıyorduk ki, imanda (o çok geniş kapasitesini dolduracak) nihaî kesinliğe ulaşsın.
75
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَباًۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ
Gece bastırdı ve İbrahim, (yıldızlar içinde) gördüğü (bir yıldıza işaret ederek), “İşte,” dedi, (iddianıza göre) Rabbim bu!” Ama o yıldız batıp gidince, “Ben, batıp gidenleri sevmem.” dedi
76
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغاً قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ
Sonra, bir başka gece ayı dolunay şeklinde doğmuş haliyle gördü ve hemen “İşte Rabbim!” dedi. Ne zaman ki ay da battı, bu defa, “Eğer Rabbim beni doğru yola iletmese, şüphesiz ben de sapıp gitmişlerden biri olurum!” diye sözünü bağladı.
77
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
Bir gün de, doğarken bütün parlaklığı ve güzelliğiyle güneşi gördü ve hemen “İşte Rabbim bu; bu hepsinden büyük!” dedi. Ama güneş de batınca, nihayet asıl gerçeği ortaya koydu: “Ey benim halkım! Ben, sizin Allah’a ortak tanıdığınız bütün bu şeylerden uzağım.
78
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
“Şunu bilin ki ben, bütün varlığımla ve dupduru bir iman ve teslimiyetle, gökleri ve yeri yoktan var edip belli sistem ve prensiplere bağlayan (Allah’a) yöneldim. Ben, katiyen müşriklerden değilim.”
79
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـٔاًۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Kavmi onunla tartıştı. O ise dedi ki: Siz benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Halbuki O bana doğru yolu göstermiştir. Ben sizin Ona ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbim dilemedikçe kimse birşey yapamaz. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hiç ibret almaz mısınız?
80
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناًۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ
“Allah, elinize hiçbir delil vermemiş, hiçbir yetki tanımamışken siz O’na şirk koşmuş olmaktan dolayı korkmuyorsunuz da, ben sizin Allah’a ortak tanıdığınız o şeylerden niye korkacakmışım? Şimdi düşünün: bu iki taraftan, (sizle benden) hangimiz korkudan emin olmakta haklıdır? Eğer ilimle herhangi bir münasebetiniz varsa, haydi cevap verin!
81
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
İman edip, imanlarına en büyük zulüm olan şirki hiçbir şekliyle bulaştırmayanlar: işte onların hakkıdır emniyet ve onlardır her bakımdan hidayet üzere (doğru yolda) olanlar.
82
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Bütün bunlar, halkı karşısında İbrahim’e verdiğimiz delillerdi. Kimi dilersek onu mertebe mertebe yükseltiriz. Muhakkak ki senin Rabbin, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi (ve elbette kimin neye liyakati olduğunu) hakkıyla bilendir.
83
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ
Daha sonra İbrahim’e İshak’ı (ve torunu) Yakub’u ihsan ettik. Onların her birini her bakımdan doğru yola erdirdik (ve peygamberlikle serfiraz kıldık). Daha önce Nuh’u da her bakımdan doğru yola erdirmiş (ve peygamberlikle serfiraz kılmıştık); ve İbrahim’in soyundan Davud, Süleyman, Eyyûb, Yusuf, Musa ve Harun’u da. Biz, Allah’ı görüyormuşçasına, en azından O’nun kendilerini sürekli gördüğünün şuuru içinde davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.
84
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ
Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da aynı nimetle nimetlendirdik. Onların hepsi, (inanç, düşünce, söz ve davranışları itibariyle bütünüyle doğru yolda, sağlam, bozgunculuktan uzak, ıslah ve tamir gayesi güden ve her yaptığını kusursuz yapan) salihlerdendi.
85
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًۜ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
Aynı şekilde İsmail, Elyesa, Yunus ve Lût’u da. Onların her birini yaşadıkları dönemin insanlarından üstün kıldık.
86
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Bu, Allah’ın takdir ve vaz buyurduğu hidayet (gerçek doğru yoldur) ki, Allah ona kullarından kimi dilerse onu iletir. Eğer onlar da Allah’a şirk koşmuş olsalardı, bu takdirde, işledikleri onca güzel amel, elde ettikleri onca kazanç heder olup gitmişti.
87
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Bu seçkin zatlar, (bazılarına) Kitap (bazılarına Sahifeler verdiğimiz, bazılarını da bir önceki Kitab’a vâris kıldığımız, ayrıca hepsine) hüküm (manevî ve misyonları çerçevesinde maddî sahada hakimiyet, her meselede doğru ve yerinde karar verebilme, doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti, anlayış gücü, Allah’ın hükümlerini uygulama yetkisi) ve peygamberlik bahşettiğimiz şahsiyetlerdir. Bu bakımdan (ey Rasûlüm,) eğer şu inkârcılar sana da verdiğimiz bu şeyleri kabûl etmiyorlarsa, şüphe edilmesin ki onları kendisine emanet ettiğimiz bir topluluk her zaman için bulunacaktır ve o topluluk asla bunları inkâr eden değildir.
88
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ
Bu seçkin zatlar, Allah’ın her bakımdan doğru yola erdirdiği kimselerdir ve (ey Rasûlüm), sen de (Allah’ın onları kendisine ilettiği) aynı doğru yolu takip et ve de ki: “Ben, (risalet vazifemi yerine getirme) karşılığında sizden hiçbir karşılık beklemiyorum. Bu Kitabı tebliğ etmekteki maksadım, akıl sahibi bütün varlıklar için bir hatırlatma ve bir öğütten ibarettir.”
89
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟
(Bazı Yahudiler,) “Allah kimseye bir şey indirmedi!” demekle, Allah’ı Allah oluşunun gerektirdiği şekilde tanıyıp takdir etmediklerini ortaya koydular. Onlara de ki: “Peki, Musa’nın insanlar için (zihinlerini, kalblerini ve yollarını aydınlatan) bir nur ve doğruya ulaştıran bir rehber olarak getirdiği, ama sizin hiç korumayıp kâğıt parçaları haline dönüştürdüğünüz, (işinize gelen) bir kısmını açıklayıp, çoğunu gizlediğiniz ve sizin de, atalarınızın da bilmediği birçok şeyi sayesinde öğrendiğiniz o Kitabı kim indirdi?” (Ey Rasûlüm,) sen “Allah indirdi.” de ve sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!
90
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Bu Kur’ân da, feyiz ve bereket kaynağı, kendinden önceki (İlâhî) kitapları (aslî halleri, halâ ihtiva ettikleri gerçekler ve İlâhî kaynakları itibariyle) tasdik eden, beldelerin anası (olan Mekke halkını) ve bütün çevre beldeler halkını uyarman için indirdiğimiz bir kitaptır. Sürekli yenilenen ve güçlenen bir imanla Âhiret’e inananlar, aynı şekilde ona da inanırlar ve onlar, namazlarını vaktinde ve hiç aksatmadan kılarlar.
91
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
(“Allah kimseye bir şey indirmemiştir” diyerek ya da benzeri) yalanlarla Allah’a iftira atan veya kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde “Bana vahiy geliyor!” iddiasında bulunan kimseden, bir de, “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indiririm!” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri, (canlarını almakla vazifeli) melekler yakalarına yapışmış ve “Çıkarın canlarınızı!” diye bağırdıkları demde ölümün şiddetleri içinde kıvranırken bir görsen! Bugün, Allah’a karşı gerçekle asla alâkası bulunmayan şeyler söyleyip durduğunuz ve O’nun âyetlerine inanmayı hiçbir zaman kibirinize yediremediğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.
92
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
Sizi nasıl başta tek tek, fert fert yaratmışsak, işte şimdi de yine tek tek ve yapayalnız huzurumuza geldiniz ve dünyada iken size verdiğimiz her şeyi geride bıraktınız. (Dünya hayatınızı tanzim işinde ve işlerinizi görmede) Allah’a ortak ve güya O’na yaklaştırıcı aracı güçler edindiğiniz (her türden putlarınızı) da yanınızda görmüyoruz! Gördünüz ya, aranızdaki bütün bağlar bir bir koptu ve Allah’a ortak oldukları iddiasıyla kendilerine bel bağladığınız her şey sizi yüzüstü bırakıp, görünmez oluverdi.
93
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
Allah ki, (toprağa düşmüş) tohumu ve çekirdeği yarıp, (bir yandan onları toprak altında yok ederken, bir yandan da yepyeni bir hayata mazhar kılarak bütün bitkileri yaratan)dır. Ölüden diriyi çıkarır; diriden de ölüyü çıkarandır. Budur Allah; bu gerçek karşısında nasıl oluyor da akıllarınız ve kalbleriniz çelinip, bâtıl sevdalar peşinde başka başka vadilere yöneliyorsunuz?
94
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Allah, karanlığı yarıp (onun döl yatağından) sabahı da ortaya çıkarandır. Geceyi dinlenme vakti ve vesilesi, güneşi ve ayı da vakitlerinizi hesaplama sebebi kılmıştır. Bu, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Alîm (her şeyi hakkıyla bilen Allah)’ın takdiridir.
95
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
O ki, yıldızları sizin için karanın ve denizin karanlıklarında onlarla yönünüzü tesbit edebilesiniz ve yolunuzu bulasınız diye (gördüğünüz) şekil ve konumlarında var etti. İlimle alâkası bulunan ve öğrenmek maksadıyla araştıranlar için (gerçeğin) işaretlerini ve delillerini işte böyle detaylarıyla sergiledik ve ilgili âyetlerimizi de aynı şekilde detaylarıyla açıklıyoruz.
96
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
O ki, sizi tek bir nefisten meydana getirdi; artık sizin için (anne karnından başlayıp Âhiret’te ebedî hayata uzanan yolculuğunuzun her basamağında) içinde bulunacağınız bir konum ve kalacağınız bir süre, bir de (her basamağın sonunda) tevdi edileceğiniz bir konum ve süre vardır. Gerçeği derinden ve etraflıca kavrama gayretinde olanlar için onun işaretlerini ve delillerini işte böyle detaylarıyla sergiledik ve ilgili âyetlerimizi de aynı şekilde detaylarıyla açıklıyoruz.
97
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
O ki, gökten su indirir. Sonra bu su ile her çeşit bitkiyi (toprağın altındaki tohumunu yararak) çıkarırız, ardından o bitkiden canlı bir filize boy verdirir ve ondan da yan yana ve üst üste yığılmış başaklar, taneler hâsıl ederiz. Hurmanın tomurcuklarından salkımlar sarkar; ayrıca birbirine hem benzer hem benzemez özellikte (aynı topraktan aynı gıda ile beslenmelerine rağmen kendi içlerinde farklı türlerde, farklı tat, koku ve görünüşe sahip) üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bütün bu işlerde iman edecekler için elbette işaretler, deliller vardır.
98
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Buna rağmen tuttular, cinleri Allah’a ortak yaptılar; oysa onları da O yaratmıştır. Bundan başka, cahilce ve ilimle telifi imkânsız bir davranış olarak O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O, uydurageldikleri bütün bu nitelemelerden nihayet derecede uzaktır, mutlak manâda aşkındır.
99
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
Gökleri ve yeri yoktan, örneksiz ve eşsiz şekilde var eden O’dur. O’nun nasıl çocuğu olabilir ki, bir defa eşi yoktur. Her şeyi O yaratmıştır, (Yaratıcı olarak bir eşi ve dolayısıyla çocukları olması mümkün değildir.) Ve O, her şeyi hakkıyla bilendir.
100
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Budur Rabbiniz olan Allah; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; her şeyin Yaratıcısıdır, şu halde yalnızca O’na ibadet edin. O’dur bütün meselelerin kendisine havale edileceği mercî, her işi düzenleyen ve her şeyin dizginini elinde tutan Zat.
101
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ
Gözler O’nu idrak edemez, O’na ulaşıp O’nu göremez, fakat O bütün gözleri idrak eder, görür ve kuşatır. O, Lâtif (en derin, en görünmez şeylere de nüfuz eden)dir, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
102
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ
İşte, gerçeği görmeniz için Rabbinizden size apaçık iç idrak ışıkları geldi. Artık kim bunlarla kalb gözünü açar ve maddî gözünü de onun hizmetine verirse, bu onun lehinedir; fakat kim de körlükte ısrar ederse, bu da onun aleyhinedir. (O halde de ki): “Ben, başınızda bir koruyucu ve gözetleyici değilim.”
103
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
Gerçeğin delillerini (Kur’ân’ın âyetleri olarak) bütün yönleriyle ve farklı farklı açılardan işte böyle serdediyoruz. (İnkârcılar,) “Sen bunları bir başkasından ders almış, bize anlatıyorsun!” diyeceklerdir. Ama Biz diliyoruz ki, ilimle alâkası bulunan ve öğrenmek niyetiyle araştıranlar için gerçeği Kur’ân’da apaçık ortaya koyalım.
104
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sen, Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa ona uy; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; ve müşrikler ne derse desin aldırma, onlara ehemmiyet verme.
105
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Eğer Allah öyle dilemiş (ve kendilerine müsaade etmemiş) olsa idi, şirk koşmazlardı; (o halde, şirk içindeler diye kendini harap etme!) Seni onların başında bir koruyucu ve gözetleyici yapmadık; onların işlerinin vekili, yaptıklarından sorumlu da değilsin.
106
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Onların Allah’tan başka ilâhlaştırıp kendilerine yalvarıp yakardıkları (varlıklar) hakkında kötü konuşmayın; yoksa onlar da cahillik edip kindarlıkla hadlerini aşarak Allah hakkında kötü sözler söylemeye kalkarlar. (Her şeyin genellikle tekvinî kanunlarımız çerçevesinde cereyan ettiği dünyada bu kanunlarımızdan olarak,) her topluluğa kendi yaptığını güzel gösteririz. Fakat sonunda hepsi (gerçek) Rabbileri (olan Allah’a) dönecek ve O da kendilerine bütün yaptıklarını bir bir haber verip, bunlardan dolayı onları hesaba çekecektir.
107
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Eğer kendilerine istedikleri türde bir mucize gelirse mutlaka inanacaklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin ediyorlar. De ki: “Bütün mucizeleri yaratan Allah’tır ve onları gönderip göndermeme tamamen O’ nun yetkisindedir.” (Ey, böyle bir mucize gösterilse de, inanmayanlar inansa arzusu taşıyan mü’minler!) Onlara istedikleri mucizeler gösterilse bile, yine de inanmayacaklarının farkında değil misiniz?
108
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ
(Gerçekten inanmak isteyeni iknaya yeten onca delile rağmen) nasıl bugüne kadar inanmadılarsa, (bugün de imana mani tutum ve davranışları sebebiyle) iman ve idrak merkezi kalblerini ve gözlerini ters çevirip başka yönlere çeker ve onları taşkınlıkları içinde gayesiz ve başıboş sürüklenip durmaya terk ederiz.
109
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟
Onlara (arzuları üzere) istedikleri zaman melekler de indirsek, ölüler dile gelip kendileriyle konuşsa ve bütün varlıkları önlerine yığsak (da bunların hepsi senin kendilerine tebliğ ettiğin gerçeğe şahitlik yapsa), onlar yine de inanacak değillerdir; meğer ki Allah, (fazladan bir lütufla) iman etmelerini dilemiş olsun; ne var ki, çoğunluk itibariyle onlar nefsanî arzuları istikametinde cahilî bir hayat sürmekte olup, (imandan da, kendilerinden de) habersizdirler.
110
وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
İşte, (tekvinî kanunlarımız çerçevesinde) her peygamberin karşısında insan ve cin şeytanlarından oluşan bir düşman şebeke var etmişizdir: birbirlerine tamamen aldanıştan ibaret yaldızlı sözler fısıldayıp telkinde bulunurlar –Eğer Rabbin dilemiş olsaydı, böyle yapmazlardı. (O’nun meşietine teslim ol, çünkü bu işin yolu budur). Bu bakımdan, onları düzmekte oldukları yalanlarla başbaşa bırak!
111
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Âhiret’e inanmayanların gönülleri, o boş ve aldatıcı telkinlere, yalanlara, va’dlere meyleder, meyletmekle kalmaz, bütün bütün ısınır ve onlardan zevk alır hale gelir ve zaten tabiatları haline gelmiş kötülükleri işlemeye ve kazandıkları günahları kazanmaya devam ederler.
112
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ
De ki: “Bu Kitabı, içinde neyin hak ve doğru, neyin bâtıl ve yanlış olduğu apaçık ortaya konmuş bir halde indiren O iken, ben Allah’tan başka bir hüküm koyucu (ve hak ile bâtıl, doğru ile yanlış arasında) hüküm verici mi arayacakmışım?” Daha önce kendilerine Kitap verdiğimiz (Yahudi ve Hırıstiyan âlimleri de) bilirler ki o, Rabbin katından gerçeğin ta kendisi olarak fasıl fasıl indirilmektedir. Dolayısıyla, (yolunun doğruluğuna) olan şüpheden uzak inanç ve itimadında devam et.
113
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَماً وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
Rabbinin (insanlık tarihi boyunca dönem dönem ve her döneme has bölümüyle indirdiği) Kelimesi, (verdiği bütün bilgiler ve haberler itibariyle) doğrunun ve (Kıyamet’e kadar geçerli olmak üzere getirdiği hükümler itibariyle de) adaletin ta kendisi olarak (artık bu Kitap’la) tamamlanmaktadır. O’ nun (Kudret ve Kelâmı’nın) kelimelerini (yaratılışı, kâinat ve insan hayatı için takdir ve va’z buyurduğu hükümleri) değiştirmek olmaz. O, Semî‘ (her şeyi hakkıyla işiten) dir, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.
114
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Oysa onlar, (ilim yerine) sadece zan peşinde gitmekte ve onlar, ancak nefsanî ölçülere, keyiflerine ve menfaatlerine göre değerlendirip yargılamaktadırlar.
115
وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Muhakkak ki Rabbin, O’nun yolundan kimin sürekli sapıp gittiğini en iyi bilendir. Ve O, kimlerin her bakımdan doğru yol üzerinde olduğunu da en iyi bilendir.
116
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
O bakımdan, (yemeiçmenizde de başkalarının söylediklerine uymayın.) Eğer O’nun âyetlerine hakkıyla inanmış mü’ minlerseniz, Allah’ın adı anılarak kesilmiş hayvanların etlerinden yiyebilirsiniz.
117
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ
Hem, zaruret halinde zaruret miktarı yemenizin helâl olması dışında, yenmesi haram olan yiyecekleri size açıklamışken, Allah’ın adı anılarak kesilmiş hayvanların etlerinden niye yemeyecekmişsiniz? Bilin ki insanlardan pek çokları, (Allah’tan gelmiş) hiçbir doğru bilgiye dayanmadan kendi arzu ve kuruntularına göre halkı saptırmaktadırlar. Muhakkak ki Rabbin, haddi aşanları en iyi bilendir.
118
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
İşlenmesi yasaklanmış fiillerin (şirk, bozgunculuk ve zulüm gibi etki ve âkıbetleri itibariyle) açığa çıkanlarını da, (haram kılınmış ölü, kan, domuz eti yeme gibi) gizlenebilir olanlarını da terkedin. Şurası bir gerçek ki, sürekli günah kazananlar, elbette işledikleri günahların karşılığını göreceklerdir.
119
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
Üzerine Allah’ın adı anılarak kesilmeyen hayvanların etlerinden yemeyin; çünkü bu, davranışta Allah’ın yolundan çıkmadır, bir isyandır. Şurası muhakkak ki şeytanlar, kendileriyle işbirliği halindeki dostlarına, elemanlarına sizinle mücadele etsinler diye sürekli telkinde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, hiç şüphesiz müşriklerdensiniz demektir.
120
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟
Öte yandan, (henüz hidayetle serfiraz olmadığı için mânen) ölü iken (imanla) kendisini dirilttiğimiz ve kendisi için onunla insanlar arasında yolunu hiç şaşırmadan rahatça hareket ettiği bir ışık var ettiğimiz kimse, içinde bulunduğu durum itibariyle karanlıklara gömülmüş ve artık çıkıp kurtulması mümkün bulunmayan biri gibi olur mu? Olmaz ama, (karanlıklar içinde boğulmuş gitmiş o) kâfirlere yapmakta oldukları işleri (şeytan tarafından) süslenmekte (ve dolayısıyla güzel görünmektedir).
121
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Bu şekilde, her ülkede kendilerine yüksek mevki ve servet verdiğimiz önde gelen pek çoklarını, (iradelerini o yönde kullandıkları için tekvinî kanunlarımıza göre) o ülkenin sürekli günah hasadıyla meşgul bulunan gerçek suçluları kılarız ve onlar, (mevkilerini ve servetlerini korumak için ve mü’minler aleyhinde) daima tuzaklar kurarlar. Ama kurdukları tuzaklar sadece kendi aleyhlerinedir ama, bunun bile farkında değillerdir.
122
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Bir âyet gelip de kendilerine tebliğ edilince, “Allah’ın rasûllerine verilenin bir benzeri bize de verilmedikçe asla inanmayız!” derler. Allah, risalet vazifesini kime vereceğini çok iyi bilir. Günah hasadına dalıp gitmiş inkârcı suçluların başlarına, sürekli kurup durdukları tuzaklar sebebiyle yakın bir gelecekte Allah katından bir zillet ve şiddetli bir azap gelecektir.
123
وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
Buna karşılık, Allah kimi dilerse onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak dilerse, onun göğsünü ise göğe yükseliyormuşçasına sıkar ve daraltır. İşte Allah, (her türlü âyet ve delil karşısında bile) iman etmeyenleri böyle içinden çıkılmaz bir hale sokar.
124
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
İşte bu (hüküm ve icraatı), Rabbinin dosdoğru ve değişmez yoludur. İdraklerini kullanıp ders almasını bilenler için, (doğru ve eğri yolun) işaretlerini ve bunlarla ilgili âyetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz.
125
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يماًۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
(İdraklerini kullanıp ders almasını bilen o (kutlu) zatlar için Rabbileri katında emniyet ve esenlik yurdu (olan Cennet) vardır ve Rabbileri, sürekli meşgul bulundukları (güzel) işlerden dolayı onların gerçek dostu ve yardımcısıdır.
126
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Gün gelecek Allah, (inkârda direten insanların ve cinlerin) hepsini huzurunda toplayacak (ve onlara şöyle seslenecektir): “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çok dostlar edindiniz ve onları yoldan çıkarıp kendi sürünüze kattınız.” İnsanlardan onlara uymuş ve onlarla iyice yakınlık peyda etmiş olanlar ise, şöyle itirafta bulunurlar: “Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandık; (biz, dünyaya ve cazibelerine kapılmada onların vesvese ve telkinlerine uyduk; onlar da bizi kandırmakla lezzet aldılar) ve bu şekilde, bizim için takdir buyurduğun sürenin sonuna geldik.” Allah, buyurur: “Ateş, daimî ikametgâhınızdır; Allah elbette başka türlü de dileyebilir (ve nasıl dilerse öyle yapar) ama, artık o Ateş’te sonsuzca kalacaksınız.” (Ey Rasûlüm,) şüphesiz senin Rabbin, bütün hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi hakkıyla bilendir.
127
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İşte Biz, bizzat işledikleri ve hesaplarına geçen (günahlardan) dolayı zalimleri (günah işlemede) birbirlerine yardımcı, tâbi ve metbûlar kılarız.
128
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضاً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
“Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi okuyup açıklayan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran rasûller gelmedi mi?” “Kendi aleyhimizde de olsa şahidiz ki, geldi!” derler. Ama onları dünya hayatı aldatmıştı ve (nasıl dünyada bizzat söz, tutum ve davranışları inanmadıklarına şahadet ediyor idiyse, işte bugün de) dünyada iken kâfir olduklarına bizzat kendileri kendi aleyhlerine olarak şahitlikte bulundular.
129
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Açık ki Rabbin, herhangi bir memleketi oranın halkı (gerçeklerden ve Allah’ın kendilerinden ne istediğinden) habersiz yaşayıp giderken helâk etme gibi bir zulmü asla işlememiştir ve işlemez de.
130
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Herkes için yaptığı (iyi veya kötü) işler karşılığında farklı mertebeler vardır. Rabbin, onların yapmakta olduğu hiçbir şeyden habersiz ve yapılanlara karşı da kayıtsız değildir.
131
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Rabbin, (kullarının Kendisine iman ve ibadet edip etmemeleri dahil) her şeyden, her ihtiyaçtan müstağnîdir, aynı zamanda sonsuz rahmet sahibidir. Nasıl sizi bir başka topluluğun soyundan getirip onların yerine ikame etmişse, aynı şekilde dilerse sizi de ortadan kaldırır ve peşinizden dilediği bir topluluğu yerinize yerleştirir.
132
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُوالرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
Size (gelecek ve Âhiret adına) ne va’ dedilmişse, ne ile korkutulmuşsanız hepsi mutlaka yerine gelecektir; bunun önüne asla geçebilecek değilsiniz.
133
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
De ki: “Ey halkım, gücünüz neye yetiyorsa var gücünüzle yapmaktan geri kalmayın; ben de yapmam gerekeni yapıyorum. Şu dünya yurdu kime kalacak ve sonunda kim sevinip mutlu olacak elbette bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler asla kurtulmaz ve muratlarına ermezler.”
134
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırıp kendi bâtıl iddialarınca “Bu Allah’a ait; şu da, (O’nun yanısıra ma’bud edindiğimiz) ilâhlarımızın!” diye bölüştürmede bulunurlar. Fakat (yine de işlerine geldiği gibi davranır ve) kendi ilâhlarına ayırdıklarını onlar için harcarken, Allah için ayırdıklarını ise Allah için sarfetmeyip, ilâhları uğruna kullanırlar. Ne kötü kanunlar koyup, kendi kanunlarını da ne kötü uyguluyorlar!
135
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Allah’a ortak tanıdıkları o sözde ilâhlar(a bağlılıkları), gittikleri bu yolda müşriklerden pek çoğuna çocuklarını (anne karnında veya doğduktan sonra) öldürmeyi iyi bir iş göstermekte ve neticede bizzat kendilerini helâke sürüklediği gibi, dinlerini de karmakarışık hale getirmektedir. Allah başka türlü dilemiş, (insana irade vermeyip, onu dünya hayatında mecburi bir istikamete sevk etmiş) olsa idi, böyle yapmazlardı. Şu halde, (sen sana gerekli olanı yap ve) onları uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak; (elbette neticeyi hep birlikte göreceksiniz!)
136
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Yine, (hayvanlardan ve ekinlerden bazılarını bir kenara ayırarak) “Bu hayvanlara ve ekinlere dokunmak yasaktır!” der ve kendi bâtıl iddialarınca “Onlardan, biz kimi istersek ancak onlar yiyebilir!” (diye hükmederler). Ayrıca, sanki o hükümleri Allah koymuşçasına O’na isnatta bulunarak, bazı hayvanların sırtlarından faydalanmayı haram ettikleri gibi, bazı hayvanları keserken de Allah’ın adını anmazlar. Allah, böyle iftiralar atıp durmalarından dolayı onları cezalandıracaktır.
137
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Bunlarla da kalmayıp, (bir yana ayırdıkları bazı küçük ve büyük baş hayvanlar için de) şöyle derler: “Şu hayvanların karınlarında olan yavrular, (eğer canlı doğarlarsa) sadece erkeklerimize ait olup eşlerimize haramdır. Eğer ölü doğar veya doğduktan sonra ölürlerse, bu defa hepsi ona ortak olur.” Allah, onların bu kabil iddia ve hükümlerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, her yaptığında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi hakkıyla bilen (ve her icraatı kesin ilme dayanan)dır.
138
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Çocuklarını bilgisizlik yüzünden cahilâne bir davranış olarak ve beyinsizce öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği (helâl) rızıkları hem de Allah’a isnatla haram kılanlar, elbette tam bir hüsran içindedirler. Onlar, şüphesiz doğru yoldan sapmışlardır ve zaten (bu halleriyle) doğru yolda olmaları ve (dünyada, da Âhiret’te de arzu edilen hedefe ulaşmaları) mümkün değildir.
139
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
(Sizi helâl ve temiz rızıklardan asla mahrum bırakmayan) O Allah ki, asmalı asmasız bağlarbahçelerbostanlar, hurmalıklar, istifade ve tüketim açısından farklı farklı ekinler, birbirlerine bazı yönlerden benzeyen bazı yönlerden benzemeyen zeytinler ve narlar yaratıp yetiştirmektedir. Her birinin meyve veya taneleri olgunlaştığında onlardan yiyin; hasat zamanı (fakirlerin, muhtaçların) onlardaki hakkını verin ve (gerektiğinden fazla yeme, bakmakla yükümlü bulunduğunuz kişileri mahrum bırakacak derecede verme, onları çürümeye terketme ve gerekli yerde ve şekilde kullanmama gibi yollarla) israfa gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, müsrifleri sevmez.
140
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
O, kimi yük taşır, kiminin de etinden, sütünden, tüyünden ve kılından faydalanılır büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da var etti. Allah’ın size ihsan buyurduğu rızıklardan (makûl ölçülerde ve muhtaçları da faydalandırmak suretiyle) istifade edin ve şeytanın adımları ardınca gidip de (farklı farklı hükümler, kurallar koymayın). Şüphesiz ki o şeytan, sizin için apaçık bir düşmandır.
141
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
Çiftler halinde sekiz baş hayvan: koyundan iki, keçiden iki. De ki: “Allah, bunlardan iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? (Kendi koyduğunuz âdet ve hükümleri, iddianıza göre eğer Allah koymuşsa ve) bu iddianızda gerçekten sadık ve samimi iseniz, haydi bilgi ve belgeye dayanarak bildirin bana!”
142
ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّؤُ۫ن۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَۙ
Ve deveden iki, sığırdan iki: De ki: “Allah, bunlardan da iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? Yoksa Allah, O’na isnat ettiğiniz yasağı koyarken o anda hazır ve şahit miydiniz?” Yalanlar uydurup sonra o yalanları Allah’a isnat ederek O’na iftirada bulunan ve hiçbir gerçek bilgiye dayanmayıp halkı da yanlış yollara sürükleyenden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, zalimler güruhunu doğruya ve emellerine ulaştırmaz.
143
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
De ki: “Bana vahyolunanlar içinde sizin haram dediğiniz bu yiyeceklerin hiçbirinin onları yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Haram olanlar, ancak leş, (kesimden sonda ciğer, dalak gibi organların damarlarında kalmış olan değil) akmış kan, domuz eti –çünkü o, murdardır– bir de, yoldan çıkma manâsında bir günah olarak Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanlardır. Bununla birlikte kim yemediği takdirde ölecek derecede mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak kaydıyla (bunlardan da yiyebilir); şüphesiz ki senin Rabbin, çok bağışlayandır, hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.
144
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّماً عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَماً مَسْفُوحاً اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقاً اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Yahudi olanlara (sığır ve koyunkeçi hariç) bütün tırnaklı hayvanları, sığır ve koyun keçi cinsinden de sırtlarında ve bağırsaklarında bulunan veya kemiğe karışanları dışında onların iç yağını haram kılmıştık. (Sürekli haramhelâl sınırlarını çiğnemek, başkalarının haklarına tecavüz etmek ve insanları Allah’ın yolundan alıkoymak gibi) taşkınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Biz, sadece doğru olanı yapar ve doğru olanı söyleriz.
145
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Buna rağmen yine de seni yalanlayacak olurlarsa, onlara şöyle de: “Rabbiniz, (her varlığı kapsamına alacak derecede) geniş rahmet sahibidir (–yaptıklarınızdan dolayı hemen ceza vermez; tevbe etmenizi bekler ve sizi affetmek diler. Bununla birlikte, eğer halinizi düzeltmezseniz bilin ki) O’nun o çok çetin azabı, günah hasadına dalmış inkârcı suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez.”
146
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Şirkte diretenler, (şirk koşmalarına bahane olarak) bir de şöyle diyeceklerdir: “Eğer Allah dilemiş olsaydı, biz de, atalarımız da O’na ortak tanımaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böylesi bahanelerle peygamberleri yalanlamışlardı ama, neticede o çok çetin azabımızı tattılar. De ki: “Dayandığınız bir bilgi, bir belge mi var da böyle iddia ediyorsunuz; eğer öyle ise haydi o belgeyi bize gösterin! Gerçek şu ki, siz sadece kuru bir zanna uyuyorsunuz ve siz, ancak nefsanî ölçülere, keyfinize, menfaatlerinize göre konuşuyorsunuz.”
147
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
De ki: “(Lehinizde veya aleyhinizde) kesin ve eksiksiz delil Allah’ındır. (O ne şirki diler, ne de haramın helâl, helâlin haram kılınmasını). Eğer O (iradenizi iptal ederek hakkınızda) bir şey dileyecek olsa idi, (sizi iman etmeye mecbur bırakır ve) hepinizi doğru yola iletirdi.
148
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
De ki: “Haydi, şu haram dediklerinizi gerçekte Allah’ın haram kıldığına dair şahitlerinizi getirin de şahitlikte bulunsunlar!” (Ey Rasûlüm,) eğer onlar yalan yere şahitlikte bulunacak olurlarsa, sen de elbette onlarla birlikte şahitlikte bulunacak değilsin. Onca delillerimizi ve vahyettiğimiz âyetlerimizi yalanlayan ve Âhiret’e iman etmedikleri gibi, Rabbilerine denkler, ortaklar tanıyanların heva ve heveslerine uyma!
149
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram ettiğini okuyup açıklayayım: Her şeyden önce, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Annebabanın (hukukuna riayetsizlikte bulunmak şöyle dursun,) onlara her zaman iyilikte bulunun ve Allah’ın her yaptığınızı gördüğünün şuuru içinde iyi davranın. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı (anne karnında da, doğduktan sonra da) öldürmeyin. Sizi Biz rızıklandırdığımız gibi, onları da rızıklandıran ve rızıklandıracak olan Biziz. Gizlisiyle açığıyla (zina, eşcinsellik ve namuslu kadınlara iftira gibi) bütün yüz kızartıcı çirkin fiillere yaklaşmayın (sizi bu fiillere götürecek sebeplerden de uzak durun). Allah’ın mutlak koruma altına aldığı ve katlini haram kıldığı cana, hukuken hak etmiş olma dışında asla kıymayın. İşte, akleder (de İslâm’a girip, Allah’ın ahkâmına uygun bir hayat sürersiniz) diye Allah size bunları emrediyor.
150
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Rüşdüne erinceye kadar (koruma, kullanarak artırma ve zamanında teslim gibi) en güzel tasarruf şekli dışında yetimin malına da yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı tastamam yapın –Biz, hiç kimseye kapasitesi üzerinde bir sorumluluk yüklemeyiz–; konuştuğunuz zaman, en yakınlarınızın aleyhinde bile olsa hakkı ve doğruyu söyleyin; ve Allah hakkı ile ilgili bütün sorumluluklarınızı, Allah’a verdiğiniz sözleri ve Allah adına başkalarıyla yaptığınız sözleşmeleri yerine getirin. Bütün bunları Allah size buyuruyor ki, üzerlerinde düşünüp gereken öğüdü alasınız.
151
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
“İşte, (Allah’ın size okuyup açıkladığım hükümleriyle) benim dosdoğru yolum: o halde ona tâbi olun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarak Allah’a giden yoldan ayırmasın. O’na karşı saygılı olup itaatsizlikten sakınasınız ve O’nun koruması altına giresiniz diye Allah bunları size emrediyor.”
152
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Nitekim bir zaman da Musa’ya, Allah’ı görüyormuşçasına, en azından Allah’ın kendilerini gördüğünün şuuru içinde davrananlara hidayet nimetimizi tamamlamak ve (hakbâtıl, doğruyanlış adına) her şeyi ayrıntılarıyla bildirmek için, ayrıca bir hidayet rehberi ve bir rahmet olarak o Kitabı vermiştik ki, bir gün Rabbilerine kavuşacaklarına gerçekten iman etsinler.
153
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
(Aynı şekilde) bu Kur’ân da, indirdiğimiz kutlu ve bereketli bir kitaptır; o halde ona tâbi olun ve onu inkârdan, ona isyandan sakının ki, (dünyada da Âhiret’te de) rahmete nail olasınız.
154
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
Ayrıca, “Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa (Yahudilere ve Hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okuyup üzerinde çalıştıkları gerçeklerden habersizdik.” demeyesiniz.
155
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
Veya, “Kitap bize de indirilmiş olsaydı, muhakkak ki biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk.” diye itirazda bulunmayasınız. İşte size Rabbinizden apaçık bir delil, hidayet rehberi ve bir rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden sürekli yüz çevirenleri bu yüz çevirip durmalarından dolayı yakında azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
156
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Onlar neyi bekliyorlar? Kendilerine (canlarını almak ya da başlarına bir felâket getirmek üzere) meleklerin gelmesini mi? Haklarında Rabbinin azap hükmünü verip bunu icraya koymasını mı? Veyahut (üzerlerine gökten taş yağması ya da parçalar düşmesi gibi, Rabbinin kendilerine göstermeni istedikleri türden bir mucize yaratmasını veya Kıyamet’le ilgili) bazı alâmetlerinin ortaya çıkmasını mı? Rabbinin bunlar türünde bir âyeti geldiği gün, eğer kişi daha önce iman etmemiş veya imanı bir iddiadan ibaret kalıp onda hiçbir hayra ulaşmamış ise, artık iman etmesi ona fayda vermez. De ki: “Bekleyin bakalım, nitekim biz de beklemekteyiz!”
157
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْساً ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْراًۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Dinlerini parça parça edip, kendileri de taraf taraf olanlar var ya, senin onların durumuyla hiçbir alâkan ve münasebetin yoktur. Onlar hakkındaki muamele şekli tamamen Allah’a aittir; O bir gün onlara yaptıklarını tek tek bildirecek (ve kendilerini sorguya çekecektir).
158
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Kim güzel bir iş yapar ve Allah’a onunla gelirse, yaptığının on katıyla mükâfatlandırılır. Kim de bir kötülükle gelirse, sadece o kötülüğe denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez.
159
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
De ki: “Şüphesiz ki Rabbim beni dosdoğru bir yola iletmiştir: her bakımdan kusursuz, hiçbir eğriliği bulunmayan, doğruluğun ta kendisi bir Din’e, dupduru Tevhid inancına dayanan İbrahim’in milletine (yol, inanç ve yaşayış tarzına). İbrahim, hiçbir zaman müşriklerden olmadı.”
160
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: “Benim namazım, diğer ibadetlerim, hayatım ve ölümüm: hepsi, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
161
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
“O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte bununla emrolundum ben ve O’na teslim olan (Müslüman)ların ilkiyim.”
162
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
De ki: “O her şeyin Rabbi iken, ben Rab olarak Allah’tan başkasını mı arayacakmışım? Herkes sevapgünah ne kazanırsa karşılığı ancak kendine ait olmak üzere kazanır; kimse bir başkasının suç yükünü yüklenmez ve onunla yargılanmaz. (Ne yaparsanız yapın, hangi ihtilâflar içinde bulunursanız bulunun,) neticede hepinizin dönüşü Allah’adır ve O, ihtilâf edegeldiğiniz hususları size bir bir bildirecek (ve aranızdaki hükmünü verecektir).
163
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
O ki, sizi yeryüzünün (onu imar etmekle ve orada Allah’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü) halifeleri yaptı ve size farklı farklı kabiliyetler verip, (mal, makam, servet, güç, zekâ gibi bazı hususlarda) kiminizi kiminizden farklı derecelerde üstün kıldı. Bu şekilde O, verdiği nimetlerle sizi imtihan ediyor. Unutmayın ki senin Rabbin, (vakti geldiğinde) cezalandırması pek çabuk olandır ve yine O, hiç şüphesiz günahları çok bağışlayan, (bilhassa tevbe ile Kendisi’ne yönelenlere ve mü’minlere karşı) hususî merhameti pek bol olandır.
164
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined offset: 164

Filename: views/sure_view.php

Line Number: 347

Backtrace:

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/views/sure_view.php
Line: 347
Function: _error_handler

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/libraries/Template.php
Line: 222
Function: view

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/controllers/Sureler.php
Line: 83
Function: render

File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/index.php
Line: 315
Function: require_once

165

Sureler

Mealler