|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
حٰمٓۜ Hâ, mîm. [540] |
1 |
|
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ Açıklayıcı kitaba yemin olsun. |
2 |
|
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ Biz onu, mübarek bir gecede indirmeye başladık. Şüphesiz biz, uyarıcıyız. [541] |
3 |
|
ف۪يهَا يُفْرَقُ كُـلُّ اَمْرٍ حَـك۪يمٍۜ (4-5) O gecede katımızdan verdiğimiz bir emirle bütün hikmetli işler belirlenir. Şüphesiz biz peygamberler göndeririz. |
4 |
|
اَمْراً مِنْ عِنْدِنَاۜ اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ (4-5) O gecede katımızdan verdiğimiz bir emirle bütün hikmetli işler belirlenir. Şüphesiz biz peygamberler göndeririz. |
5 |
|
رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ Peygamber göndermemiz, Rabbinden olan bir rahmet gereğidir. Şüphesiz Allah her şeyi işitendir; her şeyi bilendir. |
6 |
|
رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ Eğer kesin olarak inanıyorsanız, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. |
7 |
|
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ O'ndan başka tanrı yoktur. O yaşatır ve öldürür. Sizin de, önceki atalarınızın da Rabbidir. |
8 |
|
بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ يَلْعَبُونَ Doğrusu onlar şüphe içerisinde oynamaktadırlar. |
9 |
|
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ (10-11) Artık sen, göğün, insanları bürüyecek apaçık bir duman çıkaracağı günü bekle! Bu, elem verici bir azaptır. [542] |
10 |
|
يَغْشَى النَّاسَۜ هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ (10-11) Artık sen, göğün, insanları bürüyecek apaçık bir duman çıkaracağı günü bekle! Bu, elem verici bir azaptır. [542] |
11 |
|
رَبَّـنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ اِنَّا مُؤْمِنُونَ İnsanlar, “Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz” derler. |
12 |
|
اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ Bu öğüt, kıyamet anında onlara ne fayda sağlar ki? Çünkü daha önce hakikati ortaya apaçık olarak koyan bir peygamber gelmişti. |
13 |
|
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌۢ Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Bu, öğretilmiş bir delidir!” dediler. |
14 |
|
اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلاً اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ Biz azabı biraz kaldırırsak, siz yine eski halinize dönersiniz. |
15 |
|
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰىۚ اِنَّا مُنْتَقِمُونَ Fakat biz büyük bir şiddetle vurup yakaladığımız gün, elbette kendilerinden intikam alacağız. |
16 |
|
وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ (17-18) Andolsun, biz onlardan önce de, Firavun'un toplumunu imtihan etmiştik. Onlara da değerli bir peygamber gelmiş ve şöyle demişti: “Ey Allah'ın kulları! Çağrıma uyarak bana karşı görevinizi yerine getiriniz. Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” [543] |
17 |
|
اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ (17-18) Andolsun, biz onlardan önce de, Firavun'un toplumunu imtihan etmiştik. Onlara da değerli bir peygamber gelmiş ve şöyle demişti: “Ey Allah'ın kulları! Çağrıma uyarak bana karşı görevinizi yerine getiriniz. Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” [543] |
18 |
|
وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ “Allah'a karşı baş kaldırmayınız. Çünkü ben size apaçık bir mucize getirdim.” |
19 |
|
وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ “Ben, beni taşlamanızdan dolayı benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım.” |
20 |
|
وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ “Eğer bana inanmıyorsanız, hiç olmazsa yanımdan uzaklaşınız.” |
21 |
|
فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ Bunun üzerine Mûsâ, bunların suç işleyen bir toplum olduğunu Rabbine arzetti. |
22 |
|
فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلاً اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ Allah, “O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz” dedi. |
23 |
|
وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ “Denizi sükûnetle geç/terk et; çünkü onlar boğulacak bir ordudur.” |
24 |
|
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ (25-27) Onlar arkalarında ne bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve safasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı. |
25 |
|
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ (25-27) Onlar arkalarında ne bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve safasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı. |
26 |
|
وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ (25-27) Onlar arkalarında ne bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve safasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı. |
27 |
|
كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ Böylece biz de bıraktıklarına başka bir toplumu mirasçı kıldık. |
28 |
|
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟ Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi. |
29 |
|
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ (30-31) Andolsun biz, İsrâiloğulları'nı o alçaltıcı azaptan, yani Firavun'dan kurtardık. Çünkü o, aşırı gidenlerden bir zorba idi. |
30 |
|
مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِياً مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ (30-31) Andolsun biz, İsrâiloğulları'nı o alçaltıcı azaptan, yani Firavun'dan kurtardık. Çünkü o, aşırı gidenlerden bir zorba idi. |
31 |
|
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ Andolsun, biz bilerek İsrâiloğulları'nı çağların insanlarına tercih ettik. |
32 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ Onlara, her birinde açıkça bir sınav olan âyetler verdik. |
33 |
|
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ (34-36) Bu yalanlayanlar, kesinlikle şöyle derler: “Ölüm, sadece bizim bir kere ölmemizdir. Biz tekrar diriltilmeyeceğiz. Eğer doğru söylüyorsanız haydi, babalarımızı diriltip getiriniz.” |
34 |
|
اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ (34-36) Bu yalanlayanlar, kesinlikle şöyle derler: “Ölüm, sadece bizim bir kere ölmemizdir. Biz tekrar diriltilmeyeceğiz. Eğer doğru söylüyorsanız haydi, babalarımızı diriltip getiriniz.” |
35 |
|
فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ (34-36) Bu yalanlayanlar, kesinlikle şöyle derler: “Ölüm, sadece bizim bir kere ölmemizdir. Biz tekrar diriltilmeyeceğiz. Eğer doğru söylüyorsanız haydi, babalarımızı diriltip getiriniz.” |
36 |
|
اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ “Bunlar mı daha üstündür yoksa Tübba‘ kavmi ve onlardan öncekiler mi?” Hepsini helâk ettik. Çünkü onlar suçlu toplumlardı. [544] |
37 |
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. |
38 |
|
مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Biz onları, gerçek bir amaç için yarattık. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. |
39 |
|
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ م۪يقَاتُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ Haklıyı haksızdan ayırma günü, onların hepsinin toplanma günüdür. |
40 |
|
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـٔاً وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۙ O gün, hiçbir dostun dostuna bir faydası olmayacak ve yardım da görmeyeceklerdir. |
41 |
|
اِلَّا مَنْ رَحِمَ اللّٰهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Allah'ın acıdıkları hariç, çünkü O'nun her şeye gücü yeter; çok merhametlidir. |
42 |
|
اِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِۙ (43-44) Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. |
43 |
|
طَعَامُ الْاَث۪يمِۚۛ (43-44) Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. |
44 |
|
كَالْمُهْلِۚۛ يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ (45-46) Erimiş maden gibi, karınlarda kaynar, sıcak suyun kaynaması gibi. |
45 |
|
كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ (45-46) Erimiş maden gibi, karınlarda kaynar, sıcak suyun kaynaması gibi. |
46 |
|
خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ Meleklere şöyle emredilir: “Bu suçluyu yakalayın ve onu cehennemin ortasına atın.” |
47 |
|
ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِه۪ مِنْ عَذَابِ الْحَم۪يمِۜ “Sonra başından aşağı kaynar su azabından dökün.” |
48 |
|
ذُقْۙ ۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ Kendisine şöyle denir: “Tat bakalım, hani sen şerefli ve güçlü idin!” |
49 |
|
اِنَّ هٰذَا مَا كُنْتُمْ بِه۪ تَمْتَرُونَ İşte şüphe ettiğiniz azap budur. |
50 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler. |
51 |
|
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ Bahçelerde ve pınarların başlarında. |
52 |
|
يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِل۪ينَۚ İnce ve kalın ipekten elbiseler giyerek karşılıklı otururlar. |
53 |
|
كَذٰلِكَ۠ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ Aynı şekilde onlara çok güzel eşler veririz. |
54 |
|
يَدْعُونَ ف۪يهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ اٰمِن۪ينَۙ Orada güven içinde her türlü meyveden isterler. |
55 |
|
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا الْمَوْتَ اِلَّا الْمَوْتَةَ الْاُو۫لٰىۚ وَوَقٰيهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِۙ Orada, ilk ölümün dışında, başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur. |
56 |
|
فَضْلاً مِنْ رَبِّكَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ Rabbinden bir lütuf olarak işte, asıl büyük başarı budur. |
57 |
|
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ Böylece biz Kur'ân'ı senin kendi dilinde kolay anlaşılır kıldık ki, düşünüp öğüt alsınlar. |
58 |
|
فَارْتَقِبْ اِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ Öyleyse bekle, çünkü onlar da bekliyorlar. [545] |
59 |