Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif-Lam-Mim-Sad!
2 Bir sure indirildi sana, artık bundan dolayı için daralmasın ki, onunla (insanları) uyarabilesin ve mü'minlere de (şu) öğüdü verebilesin:
3 "Uyun Rabbinizin katından size indirilene! O'nun dışında birtakım otoritelere de asla uymayın!" Ne kadar da kıt hafızalısınız!
4 Biz nice (asi) toplulukları helak etmişizdir; kahredici gazabımız bir gece vakti ya da gün ortasında dinlenirken gelip çatıvermiştir.
5 Kahredici gazabımız kendilerine gelip çatınca, "Kesinlikle bizdik haksız olan, evet biz!" itirafından başka bir savunmaları olmayacaktır.
6 Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de (onlara) ilahi mesajı iletmekle görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz.
7 Ardından onlara (haklarındaki) bilgi arşivimizi mutlaka açacağız; hoş, onlardan hiç uzak olmadık ki...
8 Ölçme ve değerlendirme o gün hakkıyla gerçekleşir; sonuçta kimin sevabı tartıda ağır gelirse, işte o kesintisiz mutluluğa erişir.
9 Fakat sevabı tartıda hafif gelen kimseler var ya: işte onlar, mesajlarımıza ettikleri haksızlık yüzünden kendilerini harcayan kimselerdir.
10 (Ey insanlar!) Doğrusu sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada geçiminizi sağlayacak bir ortam hazırladık: (Bu gerçeğe rağmen) şükredenleriniz ne kadar azdır?
11 Doğrusu sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, ardından meleklere dedik ki: "Adem(oğlu) lehine emre amade olun!" Hemen emre amade oldular, İblis hariç: o emre amade olanlar arasında yer almadı.
12 (Allah) sordu: "Sana emrettiğim zaman seni emre amade olmaktan alıkoyan neydi?" (İblis) cevap verdi: "Ben ondan üstünüm; (çünkü) beni ateşten yarattın, oysa onu balçıktan yarattın!"
13 (Allah): "Öyleyse in o bulunduğun yerden!" dedi, "Çünkü o (makamda) büyüklük taslamak senin haddine düşmez! Hadi, çık git artık! Çünkü sen aşağılık birisin!"
14 (İblis) dedi ki: "Yeniden diriliş gününe kadar bana süre tanı!"
15 (Allah) "Sen zaten süre tanınmışlardan biriydin!" buyurdu.
16 (Ve İblis) şöyle dedi: "Madem ki sen beni saptırdın, yemin olsun ki ben de senin dosdoğru yolunun üzerine onlar için pusu kuracağım;
17 sonra da hem doğrudan ve açıktan, hem de dolaylı ve sinsice, hem suret-i haktan görünerek hem de zaafları ve güdüleri kullanarak sokulacağım onlara: Ve Sen onların çoğunu nankörlük eden kimseler olarak bulacaksın."
18 (Allah): "Aşağılanmış ve dışlanmış bir halde defol oradan!" dedi; "onlardan kim sana uyarsa, unutmayın ki cehennemi tıka basa sizlerle dolduracağım!"
19 Ve (sana gelince) Ey Adem! Sen ve eşin has bahçede yerleşin, canınızın çektiği her şeyden yiyin, ama sakın şu ağaca yaklaşayım demeyin: sonra zalimlerden olursunuz!
20 Bunun üzerine, Şeytan onlara (o zamana değin) cinsellikleri hakkında henüz farkına varmadıkları şeyi ifşa etmek için fısıldadı ve "Rabbinizin sizi bu ağaçtan uzak tutması, başka değil, sadece siz (ondan yiyince) iki melek (gibi) olursunuz ya da ölümsüzleşirsiniz de ondandır" dedi.
21 Ve her ikisine yeminler etti: "İnanın ki ben ikinizin de iyiliğini istiyorum."
22 İşte böylece onları aldanışa sürükleyecek telkinlerde bulundu. Bunun üzerine onlar o bitkiden tadar tatmaz cinselliklerinin farkına vardılar ve başladılar has bahçenin yapraklarından topladıklarıyla üzerlerini örtmeye. Rableri de ikisine birden şöyle seslendi: "Ben ikinizi de o ağaçtan men etmemiş miydim? Ve ben ikinize 'Kesinlikle Şeytan sizin için ayan açık bir düşmandır!' dememiş miydim?"
23 Her ikisi de dediler ki: "Rabbimiz! Biz kendi kendimize zulmetmişiz; eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, kesinlikle kaybedenler arasına gireriz!"
24 (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak çıkıp gidin! Zira yeryüzünde, geçici bir hayat alanı ve tadımlık bir haz sizi bekliyor."
25 (Ve) dedi ki: "Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz; nihayet oradan (ahiret yolculuğuna) çıkarılacaksınız."
26 Ey Ademoğulları! Size katımızdan, hem çıplaklığınızı örtmek hem de zarafet ve güzellik aracı olmak üzere giysi (yapma yeteneği) bahşettik; fakat takva elbisesi var ya: işte o en hayırlı olandır. Bunlar da Allah'ın ayetlerindendir; belki insanlar ders alırlar.
27 Ey Ademoğulları! Tıpkı atalarınızın hasbahçeden çıkışına sebep olduğu gibi, Şeytan'ın sizi şaşırtmasına fırsat vermeyin: Cinselliklerini keşfetmeleri için, her ikisinin örtüden yoksun bırak(ılmasını sağla)mıştı. Hiç kuşkunuz olmasın ki, o ve avanesi sizin kendilerini hiç göremeyeceğiniz bir boyuttan sizi görüyorlar! Çünkü Biz şeytanları, (hakkıyla) iman etmeyenlere otorite kılarız.
28 Ve ne zaman çirkin bir iş işleseler, (hemen) "Biz atalarımızı da bu iş üzerinde bulduk; demek ki bunu bize Allah emretmiştir" derler. De ki: "Şu kesin: Allah çirkin bir şeyi emretmez. Yoksa siz, hiç bilmediğiniz bir şeyi Allah'a mı yakıştırıyorsunuz?"
29 De ki: "Benim Rabbim, sadece doğru olanın yapılmasını emretmiştir: O halde siz, Allah'a sadakatinizi isbat için giriştiğiniz her eylemde bütün varlığınızla O'na yönelin ve dini yalnızca O'na has kılarak ta yürekten yalvarın. Başlangıçta sizi yarattığı gibi, sonunda yine O'na döneceksiniz.
30 O, bazılarını doğru yola sevk edecek; fakat bazıları için de doğru yoldan sapmak kaçınılmaz hale gelecek: Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytan(i duyguların)ın hakimiyetine girecek; üstelik doğru yolu bulduklarını sanarak...
31 Ey Ademoğulları! Allah'a sadakatinizi isbat için giriştiğiniz her eylemde ziynet ve zarafetinizi takının. Yiyin için ama israf etmeyin; çünkü O israf edenleri sevmez.
32 Sor bakayım: "Allah'ın kulları için yarattığı güzellikleri, temiz ve helal rızıkları yasaklayan kimmiş?" Cevap Ver: "Bunlar dünya hayatında (herkesle birlikte) imana erenler için, Kıyamet Günü ise yalnızca onlara has olacaktır." Kavrama yeteneği olan bir toplum için ayetlerimizi işte böyle açık ve net bir biçimde dile getiriyoruz.
33 De ki: "Benim Rabbim, yalnızca açık ya da gizli yüz kızartıcı davranışları, günahın her türünü, haksız yere başkasının malına göz dikmeyi, herhangi bir delil indirmediği halde Allah'tan başkasına ilahlık yakıştırmanızı, hakkında bilginizin olmadığı şeyi Allah'a atfetmenizi yasaklamıştır."
34 Her toplumun bir vadesi vardır: Vadeleri dolduğu vakit, onu bir an ne erteleyebilirler ve ne öne alabilirler.
35 Ey Ademoğulları! Size aranızdan benim mesajlarımı ileten elçiler geldiğinde, her kim sorumluluk bilinciyle hareket eder ve kendini düzeltirse, onlar gelecek kaygısı taşımayacak ve geçmişte yaptıkları için üzüntü duymayacaklar.
36 Mesajlarımızı yalanlayan ve onları küçümseyenlere gelince: onlar, içinde temelli kalmak üzere ateşe girecek.
37 Kendi uydurduklarını Allah'a isnat eden ya da O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim biri olabilir mi? Bu tipler için yazılan (ceza)lardan onların payına düşen gelip onları bulacak: En sonunda canlarını almak için elçilerimiz geldiğinde, onlara "Nerede Allah'ı bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardıklarınız?" diye soracak. Onlar (ise) "Bizi yüzüstü bıraktılar!" cevabını vererek, hakikati ısrarla inkar etmeleri konusunda yine kendi aleyhlerine tanıklık edecek.
38 (Ve Allah): "Sizden önce gelip geçmiş olan görünür görünmüz iradeli varlık gurupları arasına siz de katılarak ateşe girin!" diyecek. (Ateşe) giren guruplar her seferinde diğer guruba lanet edecek; öyle ki, onların tümü birbiri ardınca oraya doluşunca, sonrakiler önden gidenler için "Rabbimiz! İşte bizi yoldan çıkaran bunlar; bu yüzden onlara iki kat ateş azabı çektir!" diyecek. (Allah): "Hepiniz iki kat azabı hak ettiniz, fakat bunun dahi farkında değilsiniz!" diye cevap verecek.
39 Bu kez öncekiler sonrakilere: "İşte gördünüz, sizin bizden bir farkınız yok. Öyleyse, kendi işledikleriniz yüzünden tadın azabı!" diyecekler.
40 Hiç şüphesiz mesajlarımızı yalanlamaya kalkan ve onları küçümseyenlere yüce alemlerin kapıları açılmayacak; ve onlar, halat iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyecekler. Biz, günahta ısrar edenleri işte böyle cezalandırırız.
41 Onların (altlarında) cehennemden bir döşek, üstlerinde ateşten bir örtü olacak: İşte Biz, zulme gömülüp gidenleri böyle cezalandırırız.
42 Fakat kim imana erer ve imanıyla uyumlu işler yaparsa -(ki) Biz hiç kimseye taşıyacağından fazlasını yüklemeyiz- işte, içinde ebedi kalmak üzere cennete girecek olan da bunlardır.
43 Onları içlerine işlemiş olan her tür olumsuz duygu ve düşünceden tamamen arındıracağız, ayaklarının altından nehirler çağlayacak ve şu itirafta bulunacaklar: "Hamdin tamamı bizi bu (mutlu sona) ulaştıran Allah'a mahsustur; eğer Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı, biz asla doğru yolu bulamazdık. Doğrusu, Rabbimizin elçileri bize gerçeği söylemişler." Ve yankılanan bir nida: "İşte, yaptığınız (iyiliklere) karşılık mirasçısı olduğunuz cennet bu!"
44 Ve cennetlikler cehennemliklere: "Rabbimiz bize ne vaad ettiyse hepsini gerçekleşmiş bulduk; siz de Rabbinizin size vaad ettiklerinin hepsini gerçekleşmiş buldunuz mu?" diye seslenecekler. "Evet!.." diye cevap verecekler. Bunun üzerine içlerinden bir münadi haykıracak: "Allah lanet etsin tüm zalimlere!..
45 Onlar ki, insanları Allah'ın yolundan çevirirler ve onu çapraşık, dolambaçlı göstermeye çabalarlar; üstelik onlar ahireti (de) inkar ederler!"
46 O ikisi arasında bir engel bulunacaktır. Orada (iyilerle kötüleri) ayırdetme yetisiyle donatılmış kimseler olacak; onlar her iki kesimi de belirtilerinden tanıyacaklar ve henüz cennete girmeyen lakin girmek için sabırsızlanan cennetliklere "Selamün aleyküm!" diye seslenecekler.
47 Onların gözleri ateş kafilesine doğru çevrilince: "Rabbimiz! Bizi zalimlerin arasına katma!" diye yalvaracaklar.
48 Ve (sözkonusu) ayırdetme yeteneğine sahip olanlar, belirtilerinden kim olduklarını çıkardıkları kimselere seslenecekler: "Sahi, ne sağladı size taraftarlarınız / mal-mülkünüz ve böbürlendiğiniz o nesneler?"
49 (Cennet yolcularını işaret ederek) "İşte şunlar, bir zamanlar "Allah rahmetini onlara asla ulaştırmaz!" diye yeminler ettiğiniz, (şimdi ise) kendilerine "Girin cennete! Sizin için gelecek endişesi yok, geçmişten dolayı hüzün duymak da yok!" deniler kimseler değiller mi?"
50 Ve ateş yolcuları cennet yolcularına seslenecekler: "(Ne olur), üzerimize bir parça su dökün!.." ya da "Allah'ın size bahşettiği rızıklardan (bize de verin)!.." (Diğerleri):" Unutmayın ki Allah, inkar edenleri her ikisinden de mahrum bırakmıştır!
51 Onlar ki, dinlerini oyun ve eğlenceye çevirip dünya hayatının albenisine kanmıştılar!" cevabını verecekler. Dahası, onlar nasıl bu Hesap Günü'nün gelip çatacağını unuttular ve mesajlarımızı inkar ettilerse, Biz de bugün onları unutulmaya terk edeceğiz.
52 Zira Biz onlara, inanmaya gönüllü bir toplum için bir yol haritası ve rahmet pınarı olan, tarifsiz bir bilgiye dayalı izahlarımız bulunan bir kitap iletmiştik.
53 (Şimdi) onları, O (Gün'ün) ne demeye geldiğinden başka bir şeyi bekleme hakları mı var? Onu vaktiyle göz ardı eden kimseler, onun ne demeye geldiğinin açıklandığı gün diyecekler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri bize hakikati söylemiş. Acaba şimdi bizden yana aracılık yapıp da bizi kayıracak birileri var mı? Veya geri dönmemize izin verilse de, şimdiye kadar yaptıklarımızdan başka türlü davransak olmaz mı?" Doğrusu onlar kendilerini (işte böyle) aldatacaklar ve uydurdukları kuruntu ürünü (şefaatçi)ler, kendilerini yüzüstü bırakacak.
54 Kuşkusuz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada yaratan; ve sınırsız güç ve kudret makamına kurulan Allah'tır. O'dur gündüzü aralıksız kovalayan geceyle örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine amade kılan O... Bakın, yalnız O'na aittir bütün yaratılış ve mutlak emir: Alemlerin Rabbi Allah en yüce, en ulvi bereket kaynağıdır.
55 Rabbinize alçak gönüllü olarak ve derin bir aciziyet duygusu içinde yalvarın! Şüphesiz O haddi aşanları sevmez.
56 Bu nedenle, iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın; derin bir ürperti ve büyük bir iştiyakla yalvarın O'na; çünkü Allah'ın rahmeti erdemli davrananlara pek yakındır.
57 O'dur rüzgarları rahmetinin önüne katıp müjdeci olarak gönderen; nihayet bunlar yağmur yüklü bulutları taşıyınca, onu ölü toprağa doğru sevkedip bu yolla su indiririz ve böylece her türlü ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız. Ölüleri de işte böyle dirilteceğiz: belki düşünür de ibret alırsınız.
58 Ya bereketli toprak! Onun bitkisi, -Rabbinin izniyle- gür ve gümrah olur. Ama kötüyse bir şey yetişmez, yetişse de işe yaramaz. Elindeki nimetin değerini bilen bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle çok boyutlu olarak dile getiriyoruz.
59 Doğrusu Biz Nuh'u kendi toplumuna göndermiştik. Dedi ki: "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yok. Kuşkusuz ben, korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum."
60 Toplumun seçkinleri: "Şu kesin ki, biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz" diye cevap verdiler.
61 "Ey kavmim!" dedi, "Ben sapıtmış değilim, aksine ben alemlerin Rabbi tarafından seçilen bir elçiyim.
62 Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyor ve öğüt veriyorum; çünkü ben Allah'tan gelen (vahiy) sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum.
63 Ne yani, sizi uyarsın, sorumluluğunuzu hatırlatsın ve bu sayede rahmete nail olasınız diye içinizden bir adam eliyle Rabbinizden size bir bildiri gelmesinde şaşılacak ne var?"
64 En sonunda onu yalanladılar. Bunun üzerine Biz de onu ve onunla birlikte gemide bulunanları kurtardık; ayetlerimizi yalanlayanları ise boğulmaya terk ettik: Onlar gerçekten de kör bir topluluk idiler.
65 Ad'a da soydaşları Hud'u (gönderdik). "Ey kavmim!" dedi, "yalnızca Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Şu halde hala (O'na ortak koşmaktan) sakınmayacak mısınız?"
66 Toplumunun inkarda direnen seçkinleri, "Gerçekte biz seni akıl zafiyetine uğramış biri olarak görüyoruz; üstelik biz senin yalan söylediğini düşünüyoruz" diye cevap verdiler.
67 Dedi ki: "Ey kavmim! Ben aklı kıt biri değilim; bilakis ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.
68 Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyoruz; zira ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.
69 Ne yani, sizi uyarsın diye içinizden bir adam eliyle Rabbinizden size bir bildiri gelmesine niçin şaşıyorsunuz? Bari Nuh kavminin ardından sizi nasıl (uygarlığa) mirasçı kıldığını, yaratılış bakımından sizi nasıl üstünlükleriyle takviye ettiğini hatırlayın! Artık Allah'ın nimetlerini unutmayın ki ebedi kurtuluşa erebilesiniz!"
70 Onlar dediler ki: "Sen bize bir tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapa geldiği şeyleri bırakmamız için mi geldin? Tamam, eğer sözünün arkasındaysan haydi getir bizi tehdit edip durduğun azabı!"
71 (Hud) dedi ki: "Rabbinizden (bir ceza olarak) üstünüze çökmüş bir (ahlaki) kokuşmuşluğun ve tarifsiz bir gazabın içindesiniz zaten. Şimdi, Allah'ın haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve atalarınızın yücelttiği isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O halde bekleyin, gerçek şu ki ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!"
72 Nihayet, katımızdan bir rahmet eseri olarak onu ve onunla birlikte olanları kurtardık; ve ayetlerimizi yalanlayanların kökünü kazıdık: nitekim onlar da (tehdidimizin gerçekliğine) inanmamıştılar.
73 Semud'a da soydaşları Salih'i (gönderdik). "Ey kavmim!" dedi, "Yalnızca Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Doğrusu Rabbinizden size açık ve net bir delil gelmiştir: İşte Allah'ın devesi; sizin için bir semboldür: O halde bırakın onu, (Allah'ın devesi) Allah'ın arzında otlasın ve sakın ona bir kötülük yapayım demeyin! Yoksa size elem veren bir azap dokunur.
74 Hem hatırlayın Ad'ın ardından O'nun sizi nasıl (uygarlığa) varis kıldığını ve şu malum yerde sizi yerleştirdiğini! (Siz ki) buranın düzlüklerinde köşkler inşa edip, dağlarındaki (kayalardan) evler yontarsınız. Artık hatırlayın Allah'ın nimetlerini de, kötülüğü yaygınlaştırarak ahlaki çürümeye meydan vermeyin!"
75 Toplumun güçsüzlere karşı büyüklük taslayan seçkinleri, ezilenler arasındaki inanan kimselere dediler ki: "Siz Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğine inanıyor musunuz?" Onlar "Elbette" dediler, "biz onunla gönderilene de iman etmiş kişileriz!"
76 Büyüklük taslayanlarsa: "Biz" dediler, "Sizin iman etmeye değer bulduğunuz şeyin inkarcısıyız!"
77 En sonunda dişi deveyi işkenceyle, vahşice katlettiler ve Rablerinin buyruğuna karşı geldiler; üstelik dediler ki: "Ey Salih! Eğer peygamberlerden biri olduğun gerçekse, haydi getir şu bizi tehdit ettiğin azabı!"
78 Derken şiddetli bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi ve kendi obalarında cansız donakaldılar.
79 Ve (Salih) onları ardında bırakırken "Ey kavmim!" diye mırıldanmıştı, "Doğrusu ben size Rabbimin mesajını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim; ne ki siz öğüt verenleri hiç sevmediniz!"
80 Lut'u da (gönderdik). Hani o toplumuna şöyle çıkışmıştı: "Sizden önceki toplumlardan hiç birinin yapmadığı (düzeyde) bir irtikap etmekte ısrarcı mısınız?
81 Siz ki, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz: Yoo, siz gerçekten de haddi aşan bir topluluksunuz.
82 Ama kavminin cevabı şundan ibaret oldu: "Sürüp çıkarın yurdunuzdan onları! Besbelli bunlar pek temiz insanlarmış!"
83 Bunun ardından onu ve yakınlarını kurtardık; ne ki eşi (yolda) dökülenlerden biri oldu.
84 Sonunda sağanak (gibi bela) yağdırdık üzerlerine: Gör ki günaha gömülüp gidenlerin sonu nice olurmuş!
85 Medyen'e de soydaşları Şuayb'i gönderdik. "Ey kavmim!" dedi, "Yalnızca Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilahınız yok: size Rabbinizden hakikatin apaçık belgeleri gelmiştir. Artık (her şeyde) ölçüyü ve tartıyı tam gözetin, insanları hakları olan şeylerden mahrum bırakmayın ve iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde fesat çıkarmayın! Bütün bunlar sizin hayrınızadır: tabi ki gerçekten Allah'a güveniyorsanız!
86 Bir de (Hakka varan) her yolun kenarına kurulup O'na iman eden kimseleri türlü tehditlerle Allah'ın yolundan döndürmeye ve onu eğri büğrü göstermeye çalışmayın! Ve hatırlayın ki, siz azınlık iken O sizi çoğalttı: işte, fesat çıkaranların akıbeti nasıl olurmuş görün!
87 Madem ki aranızda, getirdiğim mesaja inanan bir topluluk yanında inanmayan bir topluluk da var; o halde Allah aramızda hüküm verinceye kadar sabredin: Zira O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
88 Kavminin büyüklük taslayan seçkinleri "Ey Şuayb!" dediler, "Ya seni ve beraberindeki mü'minleri yurdumuzdan sürüp çıkarırız, ya da bizim inanç sistemimize geri dönersin!" (Şuayb) dedi ki: "Peki, ya razı olmazsak?
89 Hem Allah bizi ondan kurtardıktan sonra kalkıp sizin inanç sisteminize dönecek olursak, uydurduğumuz yalanı Allah'a isnat etmiş oluruz. Rabbimiz Allah istemediği sürece inancınıza dönmemiz asla mümkün değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır (ve) biz Allah'a güvenmişizdir: Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasındaki engelleri kaldır! Çünkü Sen, engel kaldıranların en hayırlısısın!"
90 Ve kavminden inkarda direnen seçkinler: "Eğer Şuayb'e uyacak olursanız kesinlikle kaybeden siz olacaksınız!" diye tehdit ettiler.
91 Derken şiddetli bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi ve kendi yurtlarında cansız donakaldılar.
92 Onlar ki Şuayb'i yalanlıyorlardı; kendilerine yalan oldular... Onlar ki Şuayb'i yalancı çıkarıyorlardı; kaybeden yine onlar oldu...
93 Ve (Şuayb) onları ardında bırakırken "Ey kavmim!" diye mırıldanmıştı, "Doğrusu ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim. Şu halde ben (sizin gibi) nankör bir kavim için nasıl gam çekeyim!?"
94 Biz hiçbir ülkeye bir peygamber göndermemişisizdir ki, (zamanında) oranın halkını belki (Allah'a) boyun eğerler diye şiddetli zorluk ve darlıkla sınamamış olalım.
95 Sonra (o) kötü durumu güzelliğe çevirmişizdir de, refaha kavuşup şımarmamışlar ve "(Bir zamanlar) atalarımız da sıkıntılı ve sevinçli günler yaşamışmış" demişlerdir. İşte bunun üzerine biz de onları, olup bitenin farkına dahi varmadan ansızın yakalayıvermişizdir.
96 Oysa ki, eğer bu ülkelerin insanları inansalar ve sorumlu hareket etselerdi, onlara göklerin ve yerin bereketini ardına kadar açardık, fakat yalanladılar. Bunun üzerine biz de yaptıklarından dolayı onları kıskıvrak yakaldık.
97 Şu halde bu ülkelerin insanları, azabımızın gece vakti onlar uykudayken ansızıp gelip çatmayacağından emin olabilirler miydi?
98 Ya da, (sözkonusu) ülkelerin insanları azabımızın gündüz gözüyle onlar (hayat) oyununu oynarken ansızıp gelip çatmayacağından emin olabilirler miydi?
99 Yani onlar, Allah'ın entrikayla alt edilemeyen düzenine karşı kendilerini güvencede sayabilirler miydi? Doğrusu, Allah'ın entrikayla alt edilemeyen düzenine karşı, sadece tükenmiş bir toplum kendisinin güvencede olduğunu sanır.
100 Artık önce gelip geçmiş (uygarlıkların) ardından yeryüzünün (medeniyet) mirasına konanlar için şu gerçek ortaya çıkmış olmuyor mu: Eğer istersek, günahları yüzünden onları da hedefe koyabiliriz; üstelik kalplerine mühür basarız da, onlar artık (gerçeği) işitmez olurlar.
101 Sana kıssalarını naklettiğimiz bu ülkeler... Doğrusu bütün bunlara kendi içlerinden elçiler hakikatin apaçık belgelerini getirdiler; fakat onlar, bir kez yalanlamış bulundukları için bir daha iman etmediler: İşte Allah inkarcılarının kalplerini böyle mühürler.
102 Ve biz onların çoğunu (fıtrat) sözleşmesine sadık bulmadık; aksine onların çoğunu sapıtmış bulduk.
103 Sonra, bu kavimlerin peşinden Firavun'a ve onun önde gelen adamlarına ayetlerimizle Musa'yı gönderdik; ona getirdiği ayetler yüzünden haksızlık ettiler ve bak nasıl oldu fesatçıların sonu.
104 Ve Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim!
105 Bana yakışan Allah hakkında hakikatten başka bir şey söylememektir. Elbet size Rabbinizden apaçık mucizelerle geldim. Artık bırak da İsrailoğulları benimle gelsinler.
106 (Firavun) dedi ki: "Madem ki bir mucizeyle geldin, o halde ortaya koy, tabi ki sözünün arkasında duruyorsan?"
107 Bunun üzerine (Musa) asasını yere bıraktı: Fakat o da ne? Düpedüz bır yılandı o!
108 Ve elini çıkardı: Bir de baktılar ki, göz kamaştırıcı bir parlaklık!
109 Firavun toplumunun seçkinleri dediler ki: "Anlaşıldı ki bu kişi, bu işleri iyi bilen bir sihirbazmış,
110 tüm arzusu (ise) sizi yerinizden yurdunuzdan etmek!" (Firavun): "O halde ne öneriyorsunuz?"
111 Şu cevabı verdiler: "Onu ve kardeşini alıkoy ve şehirlere görevliler yolla,
112 bütün bilgin sihirbazları toplayıp huzuruna getirsinler."
113 Ve sihirbizlar gelip Firavun'a dediler ki: "Şayet biz kazanacak olursak her halde bize bir ödül verilir?"
114 (Firavun): "Kesinlikle!" dedi, "üstelik siz (protokolde) maiyetimiz arasındaki yerinizi de alacaksınız."
115 (Sihirbazlar dönüp) "Ey Musa!" dediler, "Önce sen mi atacaksın (asanı), ya yoksa biz atalım mı?"
116 (Musa): "(Önce) siz atın!" dedi. Ve onlar attıkları zaman büyüyle insanların gözlerini bağladılar ve onlara korku saldılar: Sonuçta müthiş bir sihirdi sergiledikleri.
117 Biz de Musa'ya "Asanı bırak" diye vahyettik. Fakat o da ne! O, onların gözbağcıklarını bir bir silip süpürmesin mi!
118 Böylece hakikat ortaya çıktı ve (Allah) diğerlerinin yaptıkları sihri iptal etti.
119 Sonunda (Firavun ve avanesi) yenik düştüler. İşte orada ve o anda, onların küstahça gururunu yerle bir eden bir inkılab gerçekleşti;
120 ve sihirbazlar hep birden yere kapanarak
121 şöyle dediler: "İman ettik alemlerin Rabbine!
122 Rabbine Musa ve Harun'un!"
123 Firavun: "Demek siz ben izin vermeden ona inandınız ha?" dedi; "İyi dinleyin: Bu sizin kurduğunuz haince bir tuzaktır! (Üstelik bana ait) şehirde... Hem de şehrin ahalisini oradan çıkarmak için... Fakat yakında gününüzü göreceksiniz!
124 Kesinlikle dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim , sonra topunuzu asacağım!
125 Onlar şöyle cevap verdi: "(İyi ya), biz de Rabbimize kavuşmuş oluruz.
126 Çünkü sen, sadece Rabbimizin ayetlerine bize ulaşır ulaşmaz inandık diye bizden intikam alıyorsun." "Rabbimiz! Sabır yağdır üzerimize ve varlığımızı sana adamış olarak canımızı al!"
127 Firavun toplumunun seçkinleri dedi ki: "Şimdi sen Musa'yı ve halkını seni ve ilahlarını bırakıp ülkede kargaşa çıkarsınlar diye kendi başlarına mı bırakacaksın?" (Firavun): "Onların çocuklarını öldürdüp kadınlarını sağ bırakacağız: Ve böylece biz onların üzerindeki ezici baskımızı sürdürmüş olacağız" dedi.
128 Musa toplumuna dedi ki: "Allah'tan yardım isteyin ve dirençli olun! Bilin ki yeryüzü Allah'ındır, kullarından dilediğini oraya mirasçı kılar: mutlu son sorumulu davrananlarındır."
129 (Musa'nın toplumu): "Sen bize gelmeden önce de eza cefa görüyorduk, mucizelerle geldikten sonra da" diye çıkıştılar. (Musa): "Rabbiniz düşmanınızı yok ettikten sonra sizi ülkeye kesinlikle varis kılacak, bunun için de sizin tavır ve davranışlarınıza bakacaktır" dedi.
130 Doğrusu Biz Firavun'un halkını, akıllarını başlarına toplasınlar diye kuraklık ve ürün kıtlığına mahkum ettik.
131 Oysa ki onlar, kendilerine ne zaman bir iyilik ulaşsa "Bu (zaten) bizim hakkımızdı" derler; fakat ne zaman da bir kötülük dokunsa, Musa ve onunla birlikte olanların uğursuzluğuna yorarlardı. Yoo! Onların uğursuzluğa yordukları (şey) Allah katındandır; fakat onların çoğu bunun farkında değiller.
132 (Musa'ya) dediler ki: "Bizi büyülemek için hangi delili getirirsen getir yine sana inanmayacağız."
133 Bunun üzerine Biz de onlara tufanı, çekirge ve kurbağa sürülerini, zararlı böcekleri ve kan(kırmızı suyu) musallat etti; (bunlar) apaçık mesajlardı, fakat yine büyüklük tasladılar: Zira onlar günaha batmış bir topluluktular.
134 (Bu) musibet(ler)in başlarına geldiği her zaman şu vaadde bulunurlardı: "Ey Musa, seninle yaptığı peygamberlik ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et! Bu musibeti bizden uzak tutmayı sağlarsan, söz, sana inanacak ve İsrailoğullarının seninle gitmesine izin vereceğiz."
135 Fakat ne zaman sözlerini gerçekleştirmeye yetecek bir süre musibeti kaldırsak, her seferinde gerisin geri sözlerinden dönerlerdi.
136 En sonunda Biz de bunun acısını onlardan çıkardık: Ayetlerimizi yalanladıkları ve onlara karşı kayıtsız kaldıkları için onları suda boğduk.
137 Vaktiyle hor görülüp ezilen insanları, toprağını bereketli kıldığımız ülkenin en doğusundan en batısına kadar tamamına hakim kıldık. Ve Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel (bir gelecek) vaadi, onların sabırlarına karşılık (işte böyle) gerçekleşti. Firavun ve avanesinin yapıp yücelttikleri kibir uygarlığını tarihe gömdük.
138 Sonunda İsrailoğullarını denizden geçirdik; derken, birtakım putlara tapınan insanlarla karşılaştılar. "Ey Musa!" dediler, "Onların ilahı gibi bize de bir ilah tedarik ediver!" (Musa) cevaben dedi ki: "Siz sahiden de kendini bilmez bir yığınsınız.
139 O (putperestlere) gelince: Yaşam tarzları onları yok oluşa sürükleyecektir: zira onlar bir saçmalığı sürdürüyorlar."
140 (Ve) ekledi: "Size Allah'tan başka bir ilah arayayım, öyle mi; üstelik O, bütün insanlar arasından (vahyi taşıma) onurunu size bahşetmişken?"
141 Ve hatırlayın ki size en berbat acıları yaşatan, çocuklarınızı öldürtüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun toplumunun elinden kurtarmıştık sizi! İşte bu, Rabbiniz tarafından tabi tutulduğunuz ağır bir sınavdı.
142 Ve Musa'ya otuz gecelik bir süre tayin ettik ve buna on gece daha ekledik. Böylece Rabbinin tayin ettiği süre kırk geceye tamamlanmış oldu. Ve Musa kardeşi Harun'a dedi ki: "Halkımın arasındaki görevimi sen üstlen ve düzeni sağla: sakın bozguncuların yoluna sapma!"
143 Ve Musa tayin ettiğimiz vakitte tesbit ettiğimiz yere gelince Rabbi de ona konuştu: (Musa): "Rabbim! Göster bana zatını, göreyim seni!" dedi. (Allah) "Asla göremezsin beni!" dedi. "Fakat şu dağa bir bak; eğer o yerinde kalırsa, sen Beni ancak o zaman görebilirsin." Ve Rabbi dağa tecelli eder etmez, onu toza toprağa çevirdi; Musa ise baygın düştü. Kendine geldiği zaman dedi ki: "Şanın ne yücedir senin! Pişmanlık duyarak sana yöneldim ve ben (bu gerçeğe, yaşayarak) inananların öncüsüyüm.
144 (Allah) buyurdu ki: "Ey Musa, mesajlarım yoluyla ve hitabım sayesinde seni insanlar arasından seçip onurlandırdım; öyleyse sana bahşettiklerime sımsıkı sarıl ve şükredenlerden ol!"
145 Ve levhalara onun için her şey hakkında öğüt ve her konuda net açıklamalar yazdık: Artık onlara kuvvetle sarıl; halkına da emret: iyi niyetle onlar da sıkıca sarılsınlar! Daha durun, size yoldan çıkmışların dünyasını da göstereceğim!
146 Yeryüzünde haddini aşarak büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım; isterse onlar her türlü mucizeye şahit olsunlar, yine de ona inanmazlar; yine onlar hak yolu görüyor olsalar bile o yoldan gitmezler; fakat sapık yolu görünce hemen onu kendilerine yol olarak benimserler. İşte bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlara karşı umursamazlıkları nedeniyledir.
147 Nitekim, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselerin yapıp ettikleri boşa gidecek. Ne yani, onlar yaptıklarının karşılığından başka bir şeyle ödüllendirilmeyi mi bekliyorlar?
148 Ve Musa'nın halkı onun peşi sıra, takılardan mamul ses çıkaran bir buzağı heykelini ilah edindiler. Onlar onun kendileriyle konuşmayacağını, yol da göstermeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki! (Yine de onu) ilah edindiler; çünkü onlar bilinci altüst olmuş kimselerdi.
149 Pişmanlık içinde elleri kolları dökülüp de sapmış olduklarının farkına varınca "Eğer Rabbimiz bize acıyıp da bizi bağışlamazsa, işte o zaman büsbütün kaybedenlerden olacağız!" diye dövündüler.
150 Ve Musa halkının yanına döndüğünde, hüzünle karışık bir öfkeyle dedi ki: "Benim yokluğumda ne berbat bir yol tutturmuşsunuz öyle! Rabbinizin emrini çiğnemede bu ne acele böyle?" Hemen levhaları attı, kardeşinin başını kavrayıp kendine doğru çekti. (Harun): "Anamın oğlu! diye yakındı, "Bu topluluk beni etkisiz hale getirdi, hatta az kalsın canıma kastedeceklerdi! Sakin ol, beni düşmanıma karşı gülünç duruma düşürme ve bu zalimler güruhuyla beni bir tutma!"
151 (Musa): "Rabbim!" dedi, "Beni bağışla, kardeşimi de; ve bizi koruyucu şefkatinle kuşat! Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin."
152 (Harun'a yönelerek): "Şu buzağıyı ilah edinenlere gelince: Sonunda Rablerinin gazabı gelip onları bulacak, dünya hayatında ise onursuzluğa mahkum olacaklar!" Biz, (Allah'a) iftira edenleri işte böyle cezalandırırız.
153 Ama önce kötülük işleyip de ardından pişmanlık duyarak Allah'a güvenle yönelenlere gelince: Kuşkusuz senin Rabbin -hele de böyle bir tevbeden sonra- tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz merhamet sahibidir.
154 Ve öfkesi yatışınca, Musa, üzerinde Rablerinin (sevgisini yitirmekten) korkanlara rehberlik eden ve rahmet vaad eden öğretiler yazılı levhaları aldı.
155 Ve Musa, belirlediğimiz bir zaman ve mekanda hazır olmak üzere toplumu arasından yetmiş kişi seçti. O zaman onları derin bir sarsıntı tutunca, "Rabbim!" dedi, "Dileseydin bunları ve beni daha evvel helak ederdin. Şimdi içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizleri de helak eder misin? Bu Senin sınamandan başka bir şey değil; onunla dilediğini sapıklığa terk eden, dilediğini de doğru yola yöneltirsin! Sensin bizim velimiz: O halde bizi bağışla, bize merhamat et! Çünkü Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
156 Bizim için bu dünyada da güzellikler yaz, ahirette de; ki biz pişmanlık içinde Sana sığındık!" (Allah) buyurdu ki: "Dilediğin kimseyi azabıma hedef kılabilirim, fakat rahmetim her şeyi kuşatmıştır. En sonunda sorumlu davranan ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyen kimseler, -ki onlar ayetlerimize inanan kişilerdir- onu paylaştıracağım;
157 onlar ki, ellerinde Tevrat ve İncil'de tanıtılmış bulacakları Rasul'un, o Kitap Ehli'nden olmayan peygamberin izinden gidecekler; (o peygamber) onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak, temiz ve yararlı şeyleri onlara helal kılıp pis ve zararlı şeyleri onlara yasaklayacak; sırtlarına vurulmuş olan yüklerini indirip öteden beri (özgürlüklerine) vurulan zincirleri çözecek. Sonuçta ona inanan, onu el üstünde tutup destekleyen ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler kurtuluşa erenler olacak.
158 (Ey Peygamber) de ki: "Ey İnsanlar! İyi bilin ki ben Allah'ın hepinize gönderdiği elçisiyim. Öyle bir (Allah) ki; göklerin ve yerin egemenliği O'na aittir; O'ndan başka ilah yoktur; hayatı ve ölümü yaratan O'dur: o halde Allah'a ve O'nun elçisine inanın; Allah'a ve O'nun bütün mesajlarına inanan kitap ehlinden olmayan Haberci'ye... Ve ona uyun ki doğru yolu bulabilesiniz!
159 Musa'nın toplumu içerisinde öyle bir kesim de vardır ki, onlar hakkıyla rehberlik ederler ve o hakikat sayesinde adaletli davranırlar.
160 Derken, Biz onları on iki boydan oluşan (on iki) guruba ayırdık. Toplumu Musa'dan su talep ettiğinde, ona "Asanla taşa vur!" diye vahyettik: Bunun üzerine taştan on iki su gözesi fışkırdı da, bu sayede herkes nereden içeceğini öğrendi. Yine onları bulutla gölgeledik, onlara menn ve selva ikram ettik (ve dedik ki): "Size bahşettiğimiz rızıkların temiz ve güzel olanlarından yararlanın!" Fakat (onlar nankörlük etmekle) bize zulmetmiş olmadılar; asıl zulmettikleri kendi benlikleriydi.
161 Hani, bir zaman da onlara denilmişti ki: "Yerleşin şu ülkeye, oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yararlanın! Bir yandan da 'Bağışla!' diye yalvarın ve mahviyet içerisinde (kentin) kapısından girin; Biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım ve sonunda güzel davrananları ödüllendirelim!"
162 Fakat onlardan kendilerine kötülük edenler, sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Bunun üzerine Biz de, ettikleri kötülükler yüzünden onların üzerine gökten bela yağdırdık.
163 Mesela, sor onlara deniz kıyısındaki mamur kentin halini! Hani onlar, Sebt Günü dışında ortaya çıkmıyorlar diye, Sebt Günü'nde balıkların kendilerine akın akın gelişine tamah ederek Cumartesi geleneğini çiğniyorlardı! Biz, yoldan çıkmaları nedeniyle onları (dünyalığa) işte böyle mübtela ettik.
164 Ne zaman ki onlardan bir topluluk (söz konusu sapkınlara karşı çıkanlara), "Niçin Allah'ın (bu dünyada) helak edeceği, veya (ahirette) şiddetli bir azaba uğratacağı birilerine öğüt verip duruyorsunuz ki?" dediklerinde, onlar şu cevabı verdiler: "Rabbinizin katında sorumlu olmayalım diye; bir de, belki sorumluluklarını hatırlarlar umuduyla!"
165 Ve o (sapkınlar) kendilerine yapılan tüm uyarıları kulak ardı edince, Biz de kötülüğe engel olmaya çalışan (bu) kimseleri kurtardık; ve kendilerine kötülük eden kimseleri yoldan çıkmalarından dolayı kahredici bir azabın pençesine mahkum ettik.
166 Ve sonunda, kendilerine yasaklanan şeyleri işlemekteki inatçı tutumları yüzünden onlara dedik ki: "Maymundan beter olun!"
167 Nitekim Rabbin, Kıyamet Günü'ne kadar onların başına, kendilerini dehşet felaketlere uğratacak kimseleri bela edeceğini ilan etmişti. Unutma ki Rabbin cezalandırmada çok dakiktir; bununla beraber O, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
168 Ve onları gurup gurup yeryüzünün her tarafına dağıttık; onların aralarında dürüst ve erdemli kimseler olduğu gibi, böyle olmayanlar da var. Bu sonuncuları belki kendilerine dönerler umuduyla, hem bağış ve bollukla hem sıkıntı ve darlıkla sınadık.
169 Onların ardında, kendilerinin yerini alan yeni kuşaklar Kitab'a varis oldular; (fakat) bu değersiz dünyanın geçici hazlarına kapıldılar. Ayaklarına gelen bu türden her (dünyevi) hazzı fırsat bilip üzerine atladıkları halde, "Nasıl olsa sonunda bağışlanacağız!" bile dediler. Oysa ki onlardan Allah hakkında, gerçekten başka hiçbir şey söylemeyeceklerine dair vahiy (ile belgelenen) söz alınmamış mıydı? Dahası, onun kitapta kayıtlı bulunan dersini almamışlar mıydı? Tabii ki, sorumluluğunun bilincinde olanlar için ahiret hayatı en hayırlısıdır: Hala akıllanmayacak mısınız?
170 Ama kitaba sımsıkı sarılan ve Allah'a kulluğun hakkını verenler var ya: onlar iyi bilsinler ki Biz, kendilerini ve başkalarını düzeltmek için çaba gösterenlerin emeklerini zayi etmeyeceğiz.
171 Ve Biz (Sina) Dağı'nı bir gölgelik gibi tepelerine dikip, onların dağın üzerlerine yıkılacağını zannettikleri o zaman da (demiştik): "Size bahşettiğimiz vahye sımsıkı sarılın ve onun ilkelerini aklınızdan çıkarmayın ki, sorumluluğunuzu yerine getirmiş olasınız!"
172 Ve Rabbin, Ademoğlunun sulbünden onların nesillerini çıkardığı her zaman, onları kendileri hakkında tanık kıldı: "Ben değil miyim sizin Rabbiniz?" Onlar da "Kesinlikle" dediler, "buna biz şahidiz!" (Bunu hatırlattık) ki, Kıyamet Günü bizim bu gerçekten haberimiz yoktu demeyesiniz,
173 ya da "Doğrusu bizden önce babalarımız şirk koşmuştu, bizse sadece onların peşinden giden bir kuşağız; dolayısıyla, batılı icat edenlerin yaptıkları yüzünden bizi mi helak edeceksin?" gerekçesine sığınmayasınız.
174 İşte Biz, ayetlerimizi bu şekilde çok boyutlu olarak açıklıyoruz ki, belki tekrar gerçeğe dönerler.
175 Bir de onlara, mesajlarımızı ulaştırdığımız halde, onları elinin tersiyle itip şeytana uyan ve sonunda sapık olup çıkan kimsenin durumunu haber ver.
176 Ki, eğer Biz isteseydik onu mesajlarımızla yüceltirdik, ne ki o dünyaya sarıldı ve ihtirasının peşine düştü. İşte bu yüzden böyle birinin durumu, üstüne varsan da kendi haline bıraksan da hırlayıp duran köpeğe benzer. Mesajlarımızı yalanlamaya kalkanların durumu işte böyledir. Şu halde bu kıssaları aktar, belki üzerinde düşünürler.
177 Ne berbattır ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hali; üstelik onlar (böyle yapmakla) kendilerine zulmetmiş oluyorlar.
178 Kimin rehberi Allah olursa, doğru yola ulaşan o olur; O kimi de sapıklığa terk ederse, işte gerçekten kaybeden de onlar olurlar.
179 Doğrusu Biz, görünen görünmeyen iradeli varlıklar içinden akleden kalpleri olup da kavramayan, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen birçoklarını cehennemlik yapmışızdır. Hayvan gibidir onlar, belki daha da aşağı! Onlar gaflete gömülmüş olan zavallılardır.
180 En güzel nitelikler ve tüm mükemmelikler Allah'a mahsustur. Artık O'na yalvarıp yakarın ve O'nun yüceltilmesinde haktan sapan kimselerden uzak durun! Onlar, zamanı gelince yaptıklarından dolayı cezalandırılacaktır.
181 Yarattıklarımız içersinde hakikate giden yolu gösteren ve onun sayesinde adaletle davranan kimseler de vardır.
182 Ayetlerimizi yalan sayan kimselere gelince: onları bir süreç içerisinde yavaş yavaş eriteceğiz de farkına dahi varmayacaklar.
183 Onları bir süre kendi hallerine bıraksam bile, unutmayın ki onların entrikalarını başlarına geçiren düzenim çok sağlamdır.
184 İmdi, onlar (yıllar yılı tanıdıkları) hemşehrilerinde delilikten eser olmadığını düşünmezler mi? O yalnızca açıktan açığa uyaran biridir.
185 Hem bakmazlar mı göklerin ve yerin mutlak otoritesine, Allah'ın yarattığı her bir şeyin niteliğine? (Düşünmezler mi) ecellerinin yaklaşmış olma ihtimalini? Bu (vahiy) de değilse, artık hangi habere inanacaklar?!
186 Allah kimi sapmaya terk ederse, artık ona doğru yolu kimse gösteremez: zira onları ısrarlı tercihleri olan sapıklıkta debelenmeye terk edecektir.
187 Sana soruyorlar: "Son Saat ne zaman gelip çatacak?" diye. Cevap ver: "Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır; onun vaktini O'ndan başka ortaya koyacak kimse yoktur: O bütün ağırlığıyla göklerde ve yerde kopacak, sizi haberiniz olmadan ansızın yakalayacaktır. Sanki senin ısrarla o bilginin peşine düşüp elde etmen mümkünmüş gibi, onu sana soruyorlar. De ki: "Onun gerçek bilgisi yalnızca Allah katındadır, ne ki insanların çoğu bunu bilmezden geliyor."
188 De ki: "Allah dilemedikçe, ben (dahi) kendime ne yarar sağlayabilirim, ne de zararı önleyebilirim. Zira eğer gaybı bilseydim, kendime tüm güzelliklerden daha çok pay ayrılmasını sağlardım, üstelik kötülük de semtime uğrayamazdı. Ne ki ben, inanan insanlar için yalnızca bir uyarıcı ve müjdeciyim."
189 O'dur sizi bir tek candan yaratan ve kendisine ilgi duysun diye ona kendi cinsinden eşini var eden. Gün gelip o eşine sarılınca, (önce) eş hafif bir yük yüklenir ve o yükü bir süre taşır. Ardından yük ağırlaşınca eşler Rableri olan Allah'a: "Eğer bize eli ayağı düzgün, kusursuz bir çocuk bahşedersen; söz, Sana şükreden kimselerden olacağız!" diye yakarırlar.
190 Fakat O kendilerine eli ayağı düzgün, kusursuz bir çocuk bahşedince de, onlara bahşettiği çocuk üzerinden O'na ortak koşmaya kalkarlar: oysa ki Allah, onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir.
191 Şimdi siz O'na has birtakım nitelikleri, bir şey yaratmaktan aciz, aksine kendileri yaratılmış bulunan şeylere mi yakıştırıyorsunuz?
192 Kaldı ki, ne onlara yardımları dokunabilir ne de bizzat kendilerine yardımcı olabilirler.
193 Ve eğer yol göstersinler diye yakarsanız, size cevap bile veremezler. Onlara ister yalvarın ister susun; size karşı konumlarında hiçbir şey değişmez.
194 İyi bilin ki, Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız kimseler de sizin gibi yaratılmış varlıklardır. Nitekim eğer doğruluğunuzdan eminseniz, haydi yakarın da duanıza icabet etsinler!
195 Hem onların yürüyecek ayakları mı var? Ya da tutacak elleri veya görecek gözleri, yahut işitecek kulakları mı var? De ki: "Haydi çağırın Allah'a ortak koştuklarınızı, sonra önüme her türlü tuzağı kurun ve bana göz açtırmayın!
196 (Ama) unutmayın ki, benim savunucum Kitab'ı indiren Allah'tır: zira, dürüst ve erdemli olanları O savunacaktır.
197 Oysa ki, O'nun dışında yalvarıp yakardıklarınız ne size yardımcı olabilir ne de kendilerine yardımları dokunur.
198 Ve eğer yol göstersinler diye yakarsanız, sizi duymazlar bile; ve sanırsın ki sana bakıyorlar, fakat onlar görmezler."
199 Sen insan fıtratına uyan yolu tut, iyi olanı emret ve haddini bilmezlere aldırma!
200 Yine de Şeytan tarafından kurgulanan ayartıcı bir kışkırtmaya hedef olursan, hemen Allah'a sığın: unutma ki O her şeyi işitir, akıl sır ermez bir ilim sahibidir.
201 Şüphesiz, sorumluluk bilincini kuşanan kimselerin içine Şeytan tarafından kurgulanan mevhum bir görüntü yansıyacak olursa, (hemen fıtrat sözleşmesini) hatırlayıverirler ve işte o an gerçeği kavrarlar.
202 Kendi (fıtratlarına yabancılaşmış) kardeşleri onları azgın sulara sürüklemek isteseler dahi, sonuna (dek) mücadeleden el çekmezler.
203 Ve sen onlara istedikleri ayeti getirmediğin zaman hemen derler ki: "Onu (Rabbinden) almak için çabalasaydın ya!" De ki: "Ben yalnızca Rabbimden bana vahyedilene uyarım: bu (vahiy) Rabbiniz katından gelen bir bilinç kaynağıdır; inanacak bir toplum için de kapsamlı bir doğru yol haritası ve bir rahmet pınarıdır."
204 Artık Kur'an okunurken onu can kulağıyla dinleyin ve sesinizi kesin ki rahmete nail olabilesiniz!
205 Ve Rabbini, özbenliğinde, alçakgönüllülükle ve O'ndan sakınarak, sesini yükseltmeksizin gündüz gece an ve sakın kendine yabancılaşanlardan olma!
206 Unutma ki, Rabbinin tarafında olanlar O'na kullukta kibre kapılmazlar; ve O'nun adına/aşkına hareket ederler ve yalnız O'nun önünde secdeye kapanırlar.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓمٓصٓۜ 1
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ 2
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ 3
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ 4
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 5
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ 6
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ 7
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 8
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ 9
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟ 10
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ 11
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ 12
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ 13
قَالَ اَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 14
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ 15
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ 16
ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ 17
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ 18
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 19
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ 20
وَقَاسَمَـهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ 21
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ 22
قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 23
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ 24
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟ 25
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ 26
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ 27
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 28
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ 29
فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ 30
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ 31
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 32
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 33
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ 34
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ 35
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 36
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ 37
قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ 38
وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟ 39
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ 40
لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ 41
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 42
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 43
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ 44
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ 45
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ 46
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ 47
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ 48
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ 49
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ 50
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ 51
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 52
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ 53
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ 54
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ 55
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 56
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ 57
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟ 58
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 59
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 60
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 61
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 62
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 63
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟ 64
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ 65
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 66
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 67
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ 68
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 69
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 70
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ 71
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟ 72
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 73
وَاذْ‌كُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ 74
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ 75
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّـذ۪ٓي اٰمَنْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ 76
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ 77
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَ 78
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَـكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ 79
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ 80
اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ 81
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ 82
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ 83
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ 84
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ 85
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ 86
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ 87
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ 88
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ 89
وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ 90
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ 91
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ 92
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟ 93
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ 94
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 95
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ 96
اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ 97
اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ 98
اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ۟ 99
اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ 100
تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ 101
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ 102
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ 103
وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ 104
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 105
قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 106
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ 107
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ 108
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ 109
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ 110
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ 111
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ 112
وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ 113
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ 114
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ 115
قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ 116
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ 117
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ 118
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ 119
وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ 120
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 121
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ 122
قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ 123
لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ 124
قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ 125
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟ 126
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ 127
قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ 128
قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟ 129
وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ 130
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ 131
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ 132
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ 133
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ 134
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ 135
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ 136
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ 137
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ 138
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 139
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهاً وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ 140
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ 141
وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰث۪ينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ م۪يقَاتُ رَبِّه۪ٓ اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخ۪يهِ هٰرُونَ اخْلُفْن۪ي ف۪ي قَوْم۪ي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِـعْ سَب۪يلَ الْمُفْسِد۪ينَ 142
وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكاًّ وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقاًۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ 143
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ 144
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ 145
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ 146
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟ 147
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ 148
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 149
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ 150
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟ 151
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ 152
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 153
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ 154
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ 155
وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ 156
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟ 157
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 158
وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ 159
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 160
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ 161
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟ 162
وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 163
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ 164
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 165
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ 166
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 167
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 168
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 169
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ 170
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟ 171
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ 172
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ 173
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 174
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 175
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 176
سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ 177
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ 178
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يراً مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ 179
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 180
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟ 181
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ 182
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ 183
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ 184
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ 185
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ 186
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 187
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ 188
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ 189
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ 190
اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ 191
وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ 192
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ 193
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 194
اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ 195
اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ 196
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ 197
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ 198
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ 199
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ 200
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ 201
وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ 202
وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 203
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 204
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ 205
اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ 206
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓمٓصٓۜ
Elif-Lam-Mim-Sad!
1
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Bir sure indirildi sana, artık bundan dolayı için daralmasın ki, onunla (insanları) uyarabilesin ve mü'minlere de (şu) öğüdü verebilesin:
2
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ
"Uyun Rabbinizin katından size indirilene! O'nun dışında birtakım otoritelere de asla uymayın!" Ne kadar da kıt hafızalısınız!
3
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ
Biz nice (asi) toplulukları helak etmişizdir; kahredici gazabımız bir gece vakti ya da gün ortasında dinlenirken gelip çatıvermiştir.
4
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Kahredici gazabımız kendilerine gelip çatınca, "Kesinlikle bizdik haksız olan, evet biz!" itirafından başka bir savunmaları olmayacaktır.
5
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de (onlara) ilahi mesajı iletmekle görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz.
6
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ
Ardından onlara (haklarındaki) bilgi arşivimizi mutlaka açacağız; hoş, onlardan hiç uzak olmadık ki...
7
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Ölçme ve değerlendirme o gün hakkıyla gerçekleşir; sonuçta kimin sevabı tartıda ağır gelirse, işte o kesintisiz mutluluğa erişir.
8
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
Fakat sevabı tartıda hafif gelen kimseler var ya: işte onlar, mesajlarımıza ettikleri haksızlık yüzünden kendilerini harcayan kimselerdir.
9
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟
(Ey insanlar!) Doğrusu sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada geçiminizi sağlayacak bir ortam hazırladık: (Bu gerçeğe rağmen) şükredenleriniz ne kadar azdır?
10
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ
Doğrusu sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, ardından meleklere dedik ki: "Adem(oğlu) lehine emre amade olun!" Hemen emre amade oldular, İblis hariç: o emre amade olanlar arasında yer almadı.
11
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
(Allah) sordu: "Sana emrettiğim zaman seni emre amade olmaktan alıkoyan neydi?" (İblis) cevap verdi: "Ben ondan üstünüm; (çünkü) beni ateşten yarattın, oysa onu balçıktan yarattın!"
12
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ
(Allah): "Öyleyse in o bulunduğun yerden!" dedi, "Çünkü o (makamda) büyüklük taslamak senin haddine düşmez! Hadi, çık git artık! Çünkü sen aşağılık birisin!"
13
قَالَ اَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
(İblis) dedi ki: "Yeniden diriliş gününe kadar bana süre tanı!"
14
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ
(Allah) "Sen zaten süre tanınmışlardan biriydin!" buyurdu.
15
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
(Ve İblis) şöyle dedi: "Madem ki sen beni saptırdın, yemin olsun ki ben de senin dosdoğru yolunun üzerine onlar için pusu kuracağım;
16
ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ
sonra da hem doğrudan ve açıktan, hem de dolaylı ve sinsice, hem suret-i haktan görünerek hem de zaafları ve güdüleri kullanarak sokulacağım onlara: Ve Sen onların çoğunu nankörlük eden kimseler olarak bulacaksın."
17
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ
(Allah): "Aşağılanmış ve dışlanmış bir halde defol oradan!" dedi; "onlardan kim sana uyarsa, unutmayın ki cehennemi tıka basa sizlerle dolduracağım!"
18
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Ve (sana gelince) Ey Adem! Sen ve eşin has bahçede yerleşin, canınızın çektiği her şeyden yiyin, ama sakın şu ağaca yaklaşayım demeyin: sonra zalimlerden olursunuz!
19
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ
Bunun üzerine, Şeytan onlara (o zamana değin) cinsellikleri hakkında henüz farkına varmadıkları şeyi ifşa etmek için fısıldadı ve "Rabbinizin sizi bu ağaçtan uzak tutması, başka değil, sadece siz (ondan yiyince) iki melek (gibi) olursunuz ya da ölümsüzleşirsiniz de ondandır" dedi.
20
وَقَاسَمَـهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ
Ve her ikisine yeminler etti: "İnanın ki ben ikinizin de iyiliğini istiyorum."
21
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
İşte böylece onları aldanışa sürükleyecek telkinlerde bulundu. Bunun üzerine onlar o bitkiden tadar tatmaz cinselliklerinin farkına vardılar ve başladılar has bahçenin yapraklarından topladıklarıyla üzerlerini örtmeye. Rableri de ikisine birden şöyle seslendi: "Ben ikinizi de o ağaçtan men etmemiş miydim? Ve ben ikinize 'Kesinlikle Şeytan sizin için ayan açık bir düşmandır!' dememiş miydim?"
22
قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Her ikisi de dediler ki: "Rabbimiz! Biz kendi kendimize zulmetmişiz; eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, kesinlikle kaybedenler arasına gireriz!"
23
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
(Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak çıkıp gidin! Zira yeryüzünde, geçici bir hayat alanı ve tadımlık bir haz sizi bekliyor."
24
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟
(Ve) dedi ki: "Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz; nihayet oradan (ahiret yolculuğuna) çıkarılacaksınız."
25
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ey Ademoğulları! Size katımızdan, hem çıplaklığınızı örtmek hem de zarafet ve güzellik aracı olmak üzere giysi (yapma yeteneği) bahşettik; fakat takva elbisesi var ya: işte o en hayırlı olandır. Bunlar da Allah'ın ayetlerindendir; belki insanlar ders alırlar.
26
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Ey Ademoğulları! Tıpkı atalarınızın hasbahçeden çıkışına sebep olduğu gibi, Şeytan'ın sizi şaşırtmasına fırsat vermeyin: Cinselliklerini keşfetmeleri için, her ikisinin örtüden yoksun bırak(ılmasını sağla)mıştı. Hiç kuşkunuz olmasın ki, o ve avanesi sizin kendilerini hiç göremeyeceğiniz bir boyuttan sizi görüyorlar! Çünkü Biz şeytanları, (hakkıyla) iman etmeyenlere otorite kılarız.
27
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Ve ne zaman çirkin bir iş işleseler, (hemen) "Biz atalarımızı da bu iş üzerinde bulduk; demek ki bunu bize Allah emretmiştir" derler. De ki: "Şu kesin: Allah çirkin bir şeyi emretmez. Yoksa siz, hiç bilmediğiniz bir şeyi Allah'a mı yakıştırıyorsunuz?"
28
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ
De ki: "Benim Rabbim, sadece doğru olanın yapılmasını emretmiştir: O halde siz, Allah'a sadakatinizi isbat için giriştiğiniz her eylemde bütün varlığınızla O'na yönelin ve dini yalnızca O'na has kılarak ta yürekten yalvarın. Başlangıçta sizi yarattığı gibi, sonunda yine O'na döneceksiniz.
29
فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
O, bazılarını doğru yola sevk edecek; fakat bazıları için de doğru yoldan sapmak kaçınılmaz hale gelecek: Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytan(i duyguların)ın hakimiyetine girecek; üstelik doğru yolu bulduklarını sanarak...
30
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
Ey Ademoğulları! Allah'a sadakatinizi isbat için giriştiğiniz her eylemde ziynet ve zarafetinizi takının. Yiyin için ama israf etmeyin; çünkü O israf edenleri sevmez.
31
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sor bakayım: "Allah'ın kulları için yarattığı güzellikleri, temiz ve helal rızıkları yasaklayan kimmiş?" Cevap Ver: "Bunlar dünya hayatında (herkesle birlikte) imana erenler için, Kıyamet Günü ise yalnızca onlara has olacaktır." Kavrama yeteneği olan bir toplum için ayetlerimizi işte böyle açık ve net bir biçimde dile getiriyoruz.
32
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
De ki: "Benim Rabbim, yalnızca açık ya da gizli yüz kızartıcı davranışları, günahın her türünü, haksız yere başkasının malına göz dikmeyi, herhangi bir delil indirmediği halde Allah'tan başkasına ilahlık yakıştırmanızı, hakkında bilginizin olmadığı şeyi Allah'a atfetmenizi yasaklamıştır."
33
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Her toplumun bir vadesi vardır: Vadeleri dolduğu vakit, onu bir an ne erteleyebilirler ve ne öne alabilirler.
34
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ey Ademoğulları! Size aranızdan benim mesajlarımı ileten elçiler geldiğinde, her kim sorumluluk bilinciyle hareket eder ve kendini düzeltirse, onlar gelecek kaygısı taşımayacak ve geçmişte yaptıkları için üzüntü duymayacaklar.
35
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Mesajlarımızı yalanlayan ve onları küçümseyenlere gelince: onlar, içinde temelli kalmak üzere ateşe girecek.
36
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Kendi uydurduklarını Allah'a isnat eden ya da O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim biri olabilir mi? Bu tipler için yazılan (ceza)lardan onların payına düşen gelip onları bulacak: En sonunda canlarını almak için elçilerimiz geldiğinde, onlara "Nerede Allah'ı bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardıklarınız?" diye soracak. Onlar (ise) "Bizi yüzüstü bıraktılar!" cevabını vererek, hakikati ısrarla inkar etmeleri konusunda yine kendi aleyhlerine tanıklık edecek.
37
قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ
(Ve Allah): "Sizden önce gelip geçmiş olan görünür görünmüz iradeli varlık gurupları arasına siz de katılarak ateşe girin!" diyecek. (Ateşe) giren guruplar her seferinde diğer guruba lanet edecek; öyle ki, onların tümü birbiri ardınca oraya doluşunca, sonrakiler önden gidenler için "Rabbimiz! İşte bizi yoldan çıkaran bunlar; bu yüzden onlara iki kat ateş azabı çektir!" diyecek. (Allah): "Hepiniz iki kat azabı hak ettiniz, fakat bunun dahi farkında değilsiniz!" diye cevap verecek.
38
وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟
Bu kez öncekiler sonrakilere: "İşte gördünüz, sizin bizden bir farkınız yok. Öyleyse, kendi işledikleriniz yüzünden tadın azabı!" diyecekler.
39
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ
Hiç şüphesiz mesajlarımızı yalanlamaya kalkan ve onları küçümseyenlere yüce alemlerin kapıları açılmayacak; ve onlar, halat iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyecekler. Biz, günahta ısrar edenleri işte böyle cezalandırırız.
40
لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ
Onların (altlarında) cehennemden bir döşek, üstlerinde ateşten bir örtü olacak: İşte Biz, zulme gömülüp gidenleri böyle cezalandırırız.
41
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Fakat kim imana erer ve imanıyla uyumlu işler yaparsa -(ki) Biz hiç kimseye taşıyacağından fazlasını yüklemeyiz- işte, içinde ebedi kalmak üzere cennete girecek olan da bunlardır.
42
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Onları içlerine işlemiş olan her tür olumsuz duygu ve düşünceden tamamen arındıracağız, ayaklarının altından nehirler çağlayacak ve şu itirafta bulunacaklar: "Hamdin tamamı bizi bu (mutlu sona) ulaştıran Allah'a mahsustur; eğer Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı, biz asla doğru yolu bulamazdık. Doğrusu, Rabbimizin elçileri bize gerçeği söylemişler." Ve yankılanan bir nida: "İşte, yaptığınız (iyiliklere) karşılık mirasçısı olduğunuz cennet bu!"
43
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Ve cennetlikler cehennemliklere: "Rabbimiz bize ne vaad ettiyse hepsini gerçekleşmiş bulduk; siz de Rabbinizin size vaad ettiklerinin hepsini gerçekleşmiş buldunuz mu?" diye seslenecekler. "Evet!.." diye cevap verecekler. Bunun üzerine içlerinden bir münadi haykıracak: "Allah lanet etsin tüm zalimlere!..
44
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
Onlar ki, insanları Allah'ın yolundan çevirirler ve onu çapraşık, dolambaçlı göstermeye çabalarlar; üstelik onlar ahireti (de) inkar ederler!"
45
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
O ikisi arasında bir engel bulunacaktır. Orada (iyilerle kötüleri) ayırdetme yetisiyle donatılmış kimseler olacak; onlar her iki kesimi de belirtilerinden tanıyacaklar ve henüz cennete girmeyen lakin girmek için sabırsızlanan cennetliklere "Selamün aleyküm!" diye seslenecekler.
46
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
Onların gözleri ateş kafilesine doğru çevrilince: "Rabbimiz! Bizi zalimlerin arasına katma!" diye yalvaracaklar.
47
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
Ve (sözkonusu) ayırdetme yeteneğine sahip olanlar, belirtilerinden kim olduklarını çıkardıkları kimselere seslenecekler: "Sahi, ne sağladı size taraftarlarınız / mal-mülkünüz ve böbürlendiğiniz o nesneler?"
48
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
(Cennet yolcularını işaret ederek) "İşte şunlar, bir zamanlar "Allah rahmetini onlara asla ulaştırmaz!" diye yeminler ettiğiniz, (şimdi ise) kendilerine "Girin cennete! Sizin için gelecek endişesi yok, geçmişten dolayı hüzün duymak da yok!" deniler kimseler değiller mi?"
49
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Ve ateş yolcuları cennet yolcularına seslenecekler: "(Ne olur), üzerimize bir parça su dökün!.." ya da "Allah'ın size bahşettiği rızıklardan (bize de verin)!.." (Diğerleri):" Unutmayın ki Allah, inkar edenleri her ikisinden de mahrum bırakmıştır!
50
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Onlar ki, dinlerini oyun ve eğlenceye çevirip dünya hayatının albenisine kanmıştılar!" cevabını verecekler. Dahası, onlar nasıl bu Hesap Günü'nün gelip çatacağını unuttular ve mesajlarımızı inkar ettilerse, Biz de bugün onları unutulmaya terk edeceğiz.
51
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Zira Biz onlara, inanmaya gönüllü bir toplum için bir yol haritası ve rahmet pınarı olan, tarifsiz bir bilgiye dayalı izahlarımız bulunan bir kitap iletmiştik.
52
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
(Şimdi) onları, O (Gün'ün) ne demeye geldiğinden başka bir şeyi bekleme hakları mı var? Onu vaktiyle göz ardı eden kimseler, onun ne demeye geldiğinin açıklandığı gün diyecekler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri bize hakikati söylemiş. Acaba şimdi bizden yana aracılık yapıp da bizi kayıracak birileri var mı? Veya geri dönmemize izin verilse de, şimdiye kadar yaptıklarımızdan başka türlü davransak olmaz mı?" Doğrusu onlar kendilerini (işte böyle) aldatacaklar ve uydurdukları kuruntu ürünü (şefaatçi)ler, kendilerini yüzüstü bırakacak.
53
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Kuşkusuz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada yaratan; ve sınırsız güç ve kudret makamına kurulan Allah'tır. O'dur gündüzü aralıksız kovalayan geceyle örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine amade kılan O... Bakın, yalnız O'na aittir bütün yaratılış ve mutlak emir: Alemlerin Rabbi Allah en yüce, en ulvi bereket kaynağıdır.
54
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
Rabbinize alçak gönüllü olarak ve derin bir aciziyet duygusu içinde yalvarın! Şüphesiz O haddi aşanları sevmez.
55
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Bu nedenle, iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın; derin bir ürperti ve büyük bir iştiyakla yalvarın O'na; çünkü Allah'ın rahmeti erdemli davrananlara pek yakındır.
56
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
O'dur rüzgarları rahmetinin önüne katıp müjdeci olarak gönderen; nihayet bunlar yağmur yüklü bulutları taşıyınca, onu ölü toprağa doğru sevkedip bu yolla su indiririz ve böylece her türlü ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız. Ölüleri de işte böyle dirilteceğiz: belki düşünür de ibret alırsınız.
57
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟
Ya bereketli toprak! Onun bitkisi, -Rabbinin izniyle- gür ve gümrah olur. Ama kötüyse bir şey yetişmez, yetişse de işe yaramaz. Elindeki nimetin değerini bilen bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle çok boyutlu olarak dile getiriyoruz.
58
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Doğrusu Biz Nuh'u kendi toplumuna göndermiştik. Dedi ki: "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yok. Kuşkusuz ben, korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum."
59
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Toplumun seçkinleri: "Şu kesin ki, biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz" diye cevap verdiler.
60
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
"Ey kavmim!" dedi, "Ben sapıtmış değilim, aksine ben alemlerin Rabbi tarafından seçilen bir elçiyim.
61
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyor ve öğüt veriyorum; çünkü ben Allah'tan gelen (vahiy) sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum.
62
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ne yani, sizi uyarsın, sorumluluğunuzu hatırlatsın ve bu sayede rahmete nail olasınız diye içinizden bir adam eliyle Rabbinizden size bir bildiri gelmesinde şaşılacak ne var?"
63
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟
En sonunda onu yalanladılar. Bunun üzerine Biz de onu ve onunla birlikte gemide bulunanları kurtardık; ayetlerimizi yalanlayanları ise boğulmaya terk ettik: Onlar gerçekten de kör bir topluluk idiler.
64
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Ad'a da soydaşları Hud'u (gönderdik). "Ey kavmim!" dedi, "yalnızca Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Şu halde hala (O'na ortak koşmaktan) sakınmayacak mısınız?"
65
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Toplumunun inkarda direnen seçkinleri, "Gerçekte biz seni akıl zafiyetine uğramış biri olarak görüyoruz; üstelik biz senin yalan söylediğini düşünüyoruz" diye cevap verdiler.
66
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Dedi ki: "Ey kavmim! Ben aklı kıt biri değilim; bilakis ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.
67
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ
Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyoruz; zira ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.
68
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ne yani, sizi uyarsın diye içinizden bir adam eliyle Rabbinizden size bir bildiri gelmesine niçin şaşıyorsunuz? Bari Nuh kavminin ardından sizi nasıl (uygarlığa) mirasçı kıldığını, yaratılış bakımından sizi nasıl üstünlükleriyle takviye ettiğini hatırlayın! Artık Allah'ın nimetlerini unutmayın ki ebedi kurtuluşa erebilesiniz!"
69
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Onlar dediler ki: "Sen bize bir tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapa geldiği şeyleri bırakmamız için mi geldin? Tamam, eğer sözünün arkasındaysan haydi getir bizi tehdit edip durduğun azabı!"
70
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
(Hud) dedi ki: "Rabbinizden (bir ceza olarak) üstünüze çökmüş bir (ahlaki) kokuşmuşluğun ve tarifsiz bir gazabın içindesiniz zaten. Şimdi, Allah'ın haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve atalarınızın yücelttiği isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O halde bekleyin, gerçek şu ki ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!"
71
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟
Nihayet, katımızdan bir rahmet eseri olarak onu ve onunla birlikte olanları kurtardık; ve ayetlerimizi yalanlayanların kökünü kazıdık: nitekim onlar da (tehdidimizin gerçekliğine) inanmamıştılar.
72
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Semud'a da soydaşları Salih'i (gönderdik). "Ey kavmim!" dedi, "Yalnızca Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Doğrusu Rabbinizden size açık ve net bir delil gelmiştir: İşte Allah'ın devesi; sizin için bir semboldür: O halde bırakın onu, (Allah'ın devesi) Allah'ın arzında otlasın ve sakın ona bir kötülük yapayım demeyin! Yoksa size elem veren bir azap dokunur.
73
وَاذْ‌كُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Hem hatırlayın Ad'ın ardından O'nun sizi nasıl (uygarlığa) varis kıldığını ve şu malum yerde sizi yerleştirdiğini! (Siz ki) buranın düzlüklerinde köşkler inşa edip, dağlarındaki (kayalardan) evler yontarsınız. Artık hatırlayın Allah'ın nimetlerini de, kötülüğü yaygınlaştırarak ahlaki çürümeye meydan vermeyin!"
74
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Toplumun güçsüzlere karşı büyüklük taslayan seçkinleri, ezilenler arasındaki inanan kimselere dediler ki: "Siz Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğine inanıyor musunuz?" Onlar "Elbette" dediler, "biz onunla gönderilene de iman etmiş kişileriz!"
75
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّـذ۪ٓي اٰمَنْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
Büyüklük taslayanlarsa: "Biz" dediler, "Sizin iman etmeye değer bulduğunuz şeyin inkarcısıyız!"
76
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
En sonunda dişi deveyi işkenceyle, vahşice katlettiler ve Rablerinin buyruğuna karşı geldiler; üstelik dediler ki: "Ey Salih! Eğer peygamberlerden biri olduğun gerçekse, haydi getir şu bizi tehdit ettiğin azabı!"
77
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَ
Derken şiddetli bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi ve kendi obalarında cansız donakaldılar.
78
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَـكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ
Ve (Salih) onları ardında bırakırken "Ey kavmim!" diye mırıldanmıştı, "Doğrusu ben size Rabbimin mesajını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim; ne ki siz öğüt verenleri hiç sevmediniz!"
79
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Lut'u da (gönderdik). Hani o toplumuna şöyle çıkışmıştı: "Sizden önceki toplumlardan hiç birinin yapmadığı (düzeyde) bir irtikap etmekte ısrarcı mısınız?
80
اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
Siz ki, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz: Yoo, siz gerçekten de haddi aşan bir topluluksunuz.
81
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Ama kavminin cevabı şundan ibaret oldu: "Sürüp çıkarın yurdunuzdan onları! Besbelli bunlar pek temiz insanlarmış!"
82
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Bunun ardından onu ve yakınlarını kurtardık; ne ki eşi (yolda) dökülenlerden biri oldu.
83
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Sonunda sağanak (gibi bela) yağdırdık üzerlerine: Gör ki günaha gömülüp gidenlerin sonu nice olurmuş!
84
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
Medyen'e de soydaşları Şuayb'i gönderdik. "Ey kavmim!" dedi, "Yalnızca Allah'a kulluk edin! Sizin O'ndan başka ilahınız yok: size Rabbinizden hakikatin apaçık belgeleri gelmiştir. Artık (her şeyde) ölçüyü ve tartıyı tam gözetin, insanları hakları olan şeylerden mahrum bırakmayın ve iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde fesat çıkarmayın! Bütün bunlar sizin hayrınızadır: tabi ki gerçekten Allah'a güveniyorsanız!
85
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Bir de (Hakka varan) her yolun kenarına kurulup O'na iman eden kimseleri türlü tehditlerle Allah'ın yolundan döndürmeye ve onu eğri büğrü göstermeye çalışmayın! Ve hatırlayın ki, siz azınlık iken O sizi çoğalttı: işte, fesat çıkaranların akıbeti nasıl olurmuş görün!
86
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Madem ki aranızda, getirdiğim mesaja inanan bir topluluk yanında inanmayan bir topluluk da var; o halde Allah aramızda hüküm verinceye kadar sabredin: Zira O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
87
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ
Kavminin büyüklük taslayan seçkinleri "Ey Şuayb!" dediler, "Ya seni ve beraberindeki mü'minleri yurdumuzdan sürüp çıkarırız, ya da bizim inanç sistemimize geri dönersin!" (Şuayb) dedi ki: "Peki, ya razı olmazsak?
88
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
Hem Allah bizi ondan kurtardıktan sonra kalkıp sizin inanç sisteminize dönecek olursak, uydurduğumuz yalanı Allah'a isnat etmiş oluruz. Rabbimiz Allah istemediği sürece inancınıza dönmemiz asla mümkün değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır (ve) biz Allah'a güvenmişizdir: Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasındaki engelleri kaldır! Çünkü Sen, engel kaldıranların en hayırlısısın!"
89
وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ
Ve kavminden inkarda direnen seçkinler: "Eğer Şuayb'e uyacak olursanız kesinlikle kaybeden siz olacaksınız!" diye tehdit ettiler.
90
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ
Derken şiddetli bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi ve kendi yurtlarında cansız donakaldılar.
91
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ
Onlar ki Şuayb'i yalanlıyorlardı; kendilerine yalan oldular... Onlar ki Şuayb'i yalancı çıkarıyorlardı; kaybeden yine onlar oldu...
92
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟
Ve (Şuayb) onları ardında bırakırken "Ey kavmim!" diye mırıldanmıştı, "Doğrusu ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim. Şu halde ben (sizin gibi) nankör bir kavim için nasıl gam çekeyim!?"
93
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Biz hiçbir ülkeye bir peygamber göndermemişisizdir ki, (zamanında) oranın halkını belki (Allah'a) boyun eğerler diye şiddetli zorluk ve darlıkla sınamamış olalım.
94
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Sonra (o) kötü durumu güzelliğe çevirmişizdir de, refaha kavuşup şımarmamışlar ve "(Bir zamanlar) atalarımız da sıkıntılı ve sevinçli günler yaşamışmış" demişlerdir. İşte bunun üzerine biz de onları, olup bitenin farkına dahi varmadan ansızın yakalayıvermişizdir.
95
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Oysa ki, eğer bu ülkelerin insanları inansalar ve sorumlu hareket etselerdi, onlara göklerin ve yerin bereketini ardına kadar açardık, fakat yalanladılar. Bunun üzerine biz de yaptıklarından dolayı onları kıskıvrak yakaldık.
96
اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ
Şu halde bu ülkelerin insanları, azabımızın gece vakti onlar uykudayken ansızıp gelip çatmayacağından emin olabilirler miydi?
97
اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
Ya da, (sözkonusu) ülkelerin insanları azabımızın gündüz gözüyle onlar (hayat) oyununu oynarken ansızıp gelip çatmayacağından emin olabilirler miydi?
98
اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ۟
Yani onlar, Allah'ın entrikayla alt edilemeyen düzenine karşı kendilerini güvencede sayabilirler miydi? Doğrusu, Allah'ın entrikayla alt edilemeyen düzenine karşı, sadece tükenmiş bir toplum kendisinin güvencede olduğunu sanır.
99
اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Artık önce gelip geçmiş (uygarlıkların) ardından yeryüzünün (medeniyet) mirasına konanlar için şu gerçek ortaya çıkmış olmuyor mu: Eğer istersek, günahları yüzünden onları da hedefe koyabiliriz; üstelik kalplerine mühür basarız da, onlar artık (gerçeği) işitmez olurlar.
100
تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ
Sana kıssalarını naklettiğimiz bu ülkeler... Doğrusu bütün bunlara kendi içlerinden elçiler hakikatin apaçık belgelerini getirdiler; fakat onlar, bir kez yalanlamış bulundukları için bir daha iman etmediler: İşte Allah inkarcılarının kalplerini böyle mühürler.
101
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ
Ve biz onların çoğunu (fıtrat) sözleşmesine sadık bulmadık; aksine onların çoğunu sapıtmış bulduk.
102
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Sonra, bu kavimlerin peşinden Firavun'a ve onun önde gelen adamlarına ayetlerimizle Musa'yı gönderdik; ona getirdiği ayetler yüzünden haksızlık ettiler ve bak nasıl oldu fesatçıların sonu.
103
وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
Ve Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim!
104
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
Bana yakışan Allah hakkında hakikatten başka bir şey söylememektir. Elbet size Rabbinizden apaçık mucizelerle geldim. Artık bırak da İsrailoğulları benimle gelsinler.
105
قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
(Firavun) dedi ki: "Madem ki bir mucizeyle geldin, o halde ortaya koy, tabi ki sözünün arkasında duruyorsan?"
106
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
Bunun üzerine (Musa) asasını yere bıraktı: Fakat o da ne? Düpedüz bır yılandı o!
107
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
Ve elini çıkardı: Bir de baktılar ki, göz kamaştırıcı bir parlaklık!
108
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
Firavun toplumunun seçkinleri dediler ki: "Anlaşıldı ki bu kişi, bu işleri iyi bilen bir sihirbazmış,
109
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
tüm arzusu (ise) sizi yerinizden yurdunuzdan etmek!" (Firavun): "O halde ne öneriyorsunuz?"
110
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
Şu cevabı verdiler: "Onu ve kardeşini alıkoy ve şehirlere görevliler yolla,
111
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
bütün bilgin sihirbazları toplayıp huzuruna getirsinler."
112
وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
Ve sihirbizlar gelip Firavun'a dediler ki: "Şayet biz kazanacak olursak her halde bize bir ödül verilir?"
113
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
(Firavun): "Kesinlikle!" dedi, "üstelik siz (protokolde) maiyetimiz arasındaki yerinizi de alacaksınız."
114
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ
(Sihirbazlar dönüp) "Ey Musa!" dediler, "Önce sen mi atacaksın (asanı), ya yoksa biz atalım mı?"
115
قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ
(Musa): "(Önce) siz atın!" dedi. Ve onlar attıkları zaman büyüyle insanların gözlerini bağladılar ve onlara korku saldılar: Sonuçta müthiş bir sihirdi sergiledikleri.
116
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Biz de Musa'ya "Asanı bırak" diye vahyettik. Fakat o da ne! O, onların gözbağcıklarını bir bir silip süpürmesin mi!
117
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
Böylece hakikat ortaya çıktı ve (Allah) diğerlerinin yaptıkları sihri iptal etti.
118
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ
Sonunda (Firavun ve avanesi) yenik düştüler. İşte orada ve o anda, onların küstahça gururunu yerle bir eden bir inkılab gerçekleşti;
119
وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ
ve sihirbazlar hep birden yere kapanarak
120
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
şöyle dediler: "İman ettik alemlerin Rabbine!
121
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
Rabbine Musa ve Harun'un!"
122
قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Firavun: "Demek siz ben izin vermeden ona inandınız ha?" dedi; "İyi dinleyin: Bu sizin kurduğunuz haince bir tuzaktır! (Üstelik bana ait) şehirde... Hem de şehrin ahalisini oradan çıkarmak için... Fakat yakında gününüzü göreceksiniz!
123
لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Kesinlikle dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim , sonra topunuzu asacağım!
124
قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
Onlar şöyle cevap verdi: "(İyi ya), biz de Rabbimize kavuşmuş oluruz.
125
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟
Çünkü sen, sadece Rabbimizin ayetlerine bize ulaşır ulaşmaz inandık diye bizden intikam alıyorsun." "Rabbimiz! Sabır yağdır üzerimize ve varlığımızı sana adamış olarak canımızı al!"
126
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
Firavun toplumunun seçkinleri dedi ki: "Şimdi sen Musa'yı ve halkını seni ve ilahlarını bırakıp ülkede kargaşa çıkarsınlar diye kendi başlarına mı bırakacaksın?" (Firavun): "Onların çocuklarını öldürdüp kadınlarını sağ bırakacağız: Ve böylece biz onların üzerindeki ezici baskımızı sürdürmüş olacağız" dedi.
127
قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
Musa toplumuna dedi ki: "Allah'tan yardım isteyin ve dirençli olun! Bilin ki yeryüzü Allah'ındır, kullarından dilediğini oraya mirasçı kılar: mutlu son sorumulu davrananlarındır."
128
قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟
(Musa'nın toplumu): "Sen bize gelmeden önce de eza cefa görüyorduk, mucizelerle geldikten sonra da" diye çıkıştılar. (Musa): "Rabbiniz düşmanınızı yok ettikten sonra sizi ülkeye kesinlikle varis kılacak, bunun için de sizin tavır ve davranışlarınıza bakacaktır" dedi.
129
وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Doğrusu Biz Firavun'un halkını, akıllarını başlarına toplasınlar diye kuraklık ve ürün kıtlığına mahkum ettik.
130
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Oysa ki onlar, kendilerine ne zaman bir iyilik ulaşsa "Bu (zaten) bizim hakkımızdı" derler; fakat ne zaman da bir kötülük dokunsa, Musa ve onunla birlikte olanların uğursuzluğuna yorarlardı. Yoo! Onların uğursuzluğa yordukları (şey) Allah katındandır; fakat onların çoğu bunun farkında değiller.
131
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
(Musa'ya) dediler ki: "Bizi büyülemek için hangi delili getirirsen getir yine sana inanmayacağız."
132
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Bunun üzerine Biz de onlara tufanı, çekirge ve kurbağa sürülerini, zararlı böcekleri ve kan(kırmızı suyu) musallat etti; (bunlar) apaçık mesajlardı, fakat yine büyüklük tasladılar: Zira onlar günaha batmış bir topluluktular.
133
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
(Bu) musibet(ler)in başlarına geldiği her zaman şu vaadde bulunurlardı: "Ey Musa, seninle yaptığı peygamberlik ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et! Bu musibeti bizden uzak tutmayı sağlarsan, söz, sana inanacak ve İsrailoğullarının seninle gitmesine izin vereceğiz."
134
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Fakat ne zaman sözlerini gerçekleştirmeye yetecek bir süre musibeti kaldırsak, her seferinde gerisin geri sözlerinden dönerlerdi.
135
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
En sonunda Biz de bunun acısını onlardan çıkardık: Ayetlerimizi yalanladıkları ve onlara karşı kayıtsız kaldıkları için onları suda boğduk.
136
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
Vaktiyle hor görülüp ezilen insanları, toprağını bereketli kıldığımız ülkenin en doğusundan en batısına kadar tamamına hakim kıldık. Ve Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel (bir gelecek) vaadi, onların sabırlarına karşılık (işte böyle) gerçekleşti. Firavun ve avanesinin yapıp yücelttikleri kibir uygarlığını tarihe gömdük.
137
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
Sonunda İsrailoğullarını denizden geçirdik; derken, birtakım putlara tapınan insanlarla karşılaştılar. "Ey Musa!" dediler, "Onların ilahı gibi bize de bir ilah tedarik ediver!" (Musa) cevaben dedi ki: "Siz sahiden de kendini bilmez bir yığınsınız.
138
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
O (putperestlere) gelince: Yaşam tarzları onları yok oluşa sürükleyecektir: zira onlar bir saçmalığı sürdürüyorlar."
139
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهاً وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
(Ve) ekledi: "Size Allah'tan başka bir ilah arayayım, öyle mi; üstelik O, bütün insanlar arasından (vahyi taşıma) onurunu size bahşetmişken?"
140
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Ve hatırlayın ki size en berbat acıları yaşatan, çocuklarınızı öldürtüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun toplumunun elinden kurtarmıştık sizi! İşte bu, Rabbiniz tarafından tabi tutulduğunuz ağır bir sınavdı.
141
وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰث۪ينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ م۪يقَاتُ رَبِّه۪ٓ اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخ۪يهِ هٰرُونَ اخْلُفْن۪ي ف۪ي قَوْم۪ي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِـعْ سَب۪يلَ الْمُفْسِد۪ينَ
Ve Musa'ya otuz gecelik bir süre tayin ettik ve buna on gece daha ekledik. Böylece Rabbinin tayin ettiği süre kırk geceye tamamlanmış oldu. Ve Musa kardeşi Harun'a dedi ki: "Halkımın arasındaki görevimi sen üstlen ve düzeni sağla: sakın bozguncuların yoluna sapma!"
142
وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكاًّ وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقاًۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ve Musa tayin ettiğimiz vakitte tesbit ettiğimiz yere gelince Rabbi de ona konuştu: (Musa): "Rabbim! Göster bana zatını, göreyim seni!" dedi. (Allah) "Asla göremezsin beni!" dedi. "Fakat şu dağa bir bak; eğer o yerinde kalırsa, sen Beni ancak o zaman görebilirsin." Ve Rabbi dağa tecelli eder etmez, onu toza toprağa çevirdi; Musa ise baygın düştü. Kendine geldiği zaman dedi ki: "Şanın ne yücedir senin! Pişmanlık duyarak sana yöneldim ve ben (bu gerçeğe, yaşayarak) inananların öncüsüyüm.
143
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
(Allah) buyurdu ki: "Ey Musa, mesajlarım yoluyla ve hitabım sayesinde seni insanlar arasından seçip onurlandırdım; öyleyse sana bahşettiklerime sımsıkı sarıl ve şükredenlerden ol!"
144
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ
Ve levhalara onun için her şey hakkında öğüt ve her konuda net açıklamalar yazdık: Artık onlara kuvvetle sarıl; halkına da emret: iyi niyetle onlar da sıkıca sarılsınlar! Daha durun, size yoldan çıkmışların dünyasını da göstereceğim!
145
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Yeryüzünde haddini aşarak büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım; isterse onlar her türlü mucizeye şahit olsunlar, yine de ona inanmazlar; yine onlar hak yolu görüyor olsalar bile o yoldan gitmezler; fakat sapık yolu görünce hemen onu kendilerine yol olarak benimserler. İşte bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlara karşı umursamazlıkları nedeniyledir.
146
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Nitekim, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselerin yapıp ettikleri boşa gidecek. Ne yani, onlar yaptıklarının karşılığından başka bir şeyle ödüllendirilmeyi mi bekliyorlar?
147
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ
Ve Musa'nın halkı onun peşi sıra, takılardan mamul ses çıkaran bir buzağı heykelini ilah edindiler. Onlar onun kendileriyle konuşmayacağını, yol da göstermeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki! (Yine de onu) ilah edindiler; çünkü onlar bilinci altüst olmuş kimselerdi.
148
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Pişmanlık içinde elleri kolları dökülüp de sapmış olduklarının farkına varınca "Eğer Rabbimiz bize acıyıp da bizi bağışlamazsa, işte o zaman büsbütün kaybedenlerden olacağız!" diye dövündüler.
149
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Ve Musa halkının yanına döndüğünde, hüzünle karışık bir öfkeyle dedi ki: "Benim yokluğumda ne berbat bir yol tutturmuşsunuz öyle! Rabbinizin emrini çiğnemede bu ne acele böyle?" Hemen levhaları attı, kardeşinin başını kavrayıp kendine doğru çekti. (Harun): "Anamın oğlu! diye yakındı, "Bu topluluk beni etkisiz hale getirdi, hatta az kalsın canıma kastedeceklerdi! Sakin ol, beni düşmanıma karşı gülünç duruma düşürme ve bu zalimler güruhuyla beni bir tutma!"
150
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟
(Musa): "Rabbim!" dedi, "Beni bağışla, kardeşimi de; ve bizi koruyucu şefkatinle kuşat! Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin."
151
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ
(Harun'a yönelerek): "Şu buzağıyı ilah edinenlere gelince: Sonunda Rablerinin gazabı gelip onları bulacak, dünya hayatında ise onursuzluğa mahkum olacaklar!" Biz, (Allah'a) iftira edenleri işte böyle cezalandırırız.
152
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ama önce kötülük işleyip de ardından pişmanlık duyarak Allah'a güvenle yönelenlere gelince: Kuşkusuz senin Rabbin -hele de böyle bir tevbeden sonra- tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz merhamet sahibidir.
153
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ
Ve öfkesi yatışınca, Musa, üzerinde Rablerinin (sevgisini yitirmekten) korkanlara rehberlik eden ve rahmet vaad eden öğretiler yazılı levhaları aldı.
154
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ
Ve Musa, belirlediğimiz bir zaman ve mekanda hazır olmak üzere toplumu arasından yetmiş kişi seçti. O zaman onları derin bir sarsıntı tutunca, "Rabbim!" dedi, "Dileseydin bunları ve beni daha evvel helak ederdin. Şimdi içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizleri de helak eder misin? Bu Senin sınamandan başka bir şey değil; onunla dilediğini sapıklığa terk eden, dilediğini de doğru yola yöneltirsin! Sensin bizim velimiz: O halde bizi bağışla, bize merhamat et! Çünkü Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
155
وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ
Bizim için bu dünyada da güzellikler yaz, ahirette de; ki biz pişmanlık içinde Sana sığındık!" (Allah) buyurdu ki: "Dilediğin kimseyi azabıma hedef kılabilirim, fakat rahmetim her şeyi kuşatmıştır. En sonunda sorumlu davranan ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyen kimseler, -ki onlar ayetlerimize inanan kişilerdir- onu paylaştıracağım;
156
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
onlar ki, ellerinde Tevrat ve İncil'de tanıtılmış bulacakları Rasul'un, o Kitap Ehli'nden olmayan peygamberin izinden gidecekler; (o peygamber) onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak, temiz ve yararlı şeyleri onlara helal kılıp pis ve zararlı şeyleri onlara yasaklayacak; sırtlarına vurulmuş olan yüklerini indirip öteden beri (özgürlüklerine) vurulan zincirleri çözecek. Sonuçta ona inanan, onu el üstünde tutup destekleyen ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler kurtuluşa erenler olacak.
157
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
(Ey Peygamber) de ki: "Ey İnsanlar! İyi bilin ki ben Allah'ın hepinize gönderdiği elçisiyim. Öyle bir (Allah) ki; göklerin ve yerin egemenliği O'na aittir; O'ndan başka ilah yoktur; hayatı ve ölümü yaratan O'dur: o halde Allah'a ve O'nun elçisine inanın; Allah'a ve O'nun bütün mesajlarına inanan kitap ehlinden olmayan Haberci'ye... Ve ona uyun ki doğru yolu bulabilesiniz!
158
وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ
Musa'nın toplumu içerisinde öyle bir kesim de vardır ki, onlar hakkıyla rehberlik ederler ve o hakikat sayesinde adaletli davranırlar.
159
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Derken, Biz onları on iki boydan oluşan (on iki) guruba ayırdık. Toplumu Musa'dan su talep ettiğinde, ona "Asanla taşa vur!" diye vahyettik: Bunun üzerine taştan on iki su gözesi fışkırdı da, bu sayede herkes nereden içeceğini öğrendi. Yine onları bulutla gölgeledik, onlara menn ve selva ikram ettik (ve dedik ki): "Size bahşettiğimiz rızıkların temiz ve güzel olanlarından yararlanın!" Fakat (onlar nankörlük etmekle) bize zulmetmiş olmadılar; asıl zulmettikleri kendi benlikleriydi.
160
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Hani, bir zaman da onlara denilmişti ki: "Yerleşin şu ülkeye, oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yararlanın! Bir yandan da 'Bağışla!' diye yalvarın ve mahviyet içerisinde (kentin) kapısından girin; Biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım ve sonunda güzel davrananları ödüllendirelim!"
161
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟
Fakat onlardan kendilerine kötülük edenler, sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Bunun üzerine Biz de, ettikleri kötülükler yüzünden onların üzerine gökten bela yağdırdık.
162
وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Mesela, sor onlara deniz kıyısındaki mamur kentin halini! Hani onlar, Sebt Günü dışında ortaya çıkmıyorlar diye, Sebt Günü'nde balıkların kendilerine akın akın gelişine tamah ederek Cumartesi geleneğini çiğniyorlardı! Biz, yoldan çıkmaları nedeniyle onları (dünyalığa) işte böyle mübtela ettik.
163
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Ne zaman ki onlardan bir topluluk (söz konusu sapkınlara karşı çıkanlara), "Niçin Allah'ın (bu dünyada) helak edeceği, veya (ahirette) şiddetli bir azaba uğratacağı birilerine öğüt verip duruyorsunuz ki?" dediklerinde, onlar şu cevabı verdiler: "Rabbinizin katında sorumlu olmayalım diye; bir de, belki sorumluluklarını hatırlarlar umuduyla!"
164
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Ve o (sapkınlar) kendilerine yapılan tüm uyarıları kulak ardı edince, Biz de kötülüğe engel olmaya çalışan (bu) kimseleri kurtardık; ve kendilerine kötülük eden kimseleri yoldan çıkmalarından dolayı kahredici bir azabın pençesine mahkum ettik.
165
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ
Ve sonunda, kendilerine yasaklanan şeyleri işlemekteki inatçı tutumları yüzünden onlara dedik ki: "Maymundan beter olun!"
166
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Nitekim Rabbin, Kıyamet Günü'ne kadar onların başına, kendilerini dehşet felaketlere uğratacak kimseleri bela edeceğini ilan etmişti. Unutma ki Rabbin cezalandırmada çok dakiktir; bununla beraber O, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
167
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ve onları gurup gurup yeryüzünün her tarafına dağıttık; onların aralarında dürüst ve erdemli kimseler olduğu gibi, böyle olmayanlar da var. Bu sonuncuları belki kendilerine dönerler umuduyla, hem bağış ve bollukla hem sıkıntı ve darlıkla sınadık.
168
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Onların ardında, kendilerinin yerini alan yeni kuşaklar Kitab'a varis oldular; (fakat) bu değersiz dünyanın geçici hazlarına kapıldılar. Ayaklarına gelen bu türden her (dünyevi) hazzı fırsat bilip üzerine atladıkları halde, "Nasıl olsa sonunda bağışlanacağız!" bile dediler. Oysa ki onlardan Allah hakkında, gerçekten başka hiçbir şey söylemeyeceklerine dair vahiy (ile belgelenen) söz alınmamış mıydı? Dahası, onun kitapta kayıtlı bulunan dersini almamışlar mıydı? Tabii ki, sorumluluğunun bilincinde olanlar için ahiret hayatı en hayırlısıdır: Hala akıllanmayacak mısınız?
169
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ
Ama kitaba sımsıkı sarılan ve Allah'a kulluğun hakkını verenler var ya: onlar iyi bilsinler ki Biz, kendilerini ve başkalarını düzeltmek için çaba gösterenlerin emeklerini zayi etmeyeceğiz.
170
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟
Ve Biz (Sina) Dağı'nı bir gölgelik gibi tepelerine dikip, onların dağın üzerlerine yıkılacağını zannettikleri o zaman da (demiştik): "Size bahşettiğimiz vahye sımsıkı sarılın ve onun ilkelerini aklınızdan çıkarmayın ki, sorumluluğunuzu yerine getirmiş olasınız!"
171
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ
Ve Rabbin, Ademoğlunun sulbünden onların nesillerini çıkardığı her zaman, onları kendileri hakkında tanık kıldı: "Ben değil miyim sizin Rabbiniz?" Onlar da "Kesinlikle" dediler, "buna biz şahidiz!" (Bunu hatırlattık) ki, Kıyamet Günü bizim bu gerçekten haberimiz yoktu demeyesiniz,
172
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
ya da "Doğrusu bizden önce babalarımız şirk koşmuştu, bizse sadece onların peşinden giden bir kuşağız; dolayısıyla, batılı icat edenlerin yaptıkları yüzünden bizi mi helak edeceksin?" gerekçesine sığınmayasınız.
173
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
İşte Biz, ayetlerimizi bu şekilde çok boyutlu olarak açıklıyoruz ki, belki tekrar gerçeğe dönerler.
174
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
Bir de onlara, mesajlarımızı ulaştırdığımız halde, onları elinin tersiyle itip şeytana uyan ve sonunda sapık olup çıkan kimsenin durumunu haber ver.
175
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Ki, eğer Biz isteseydik onu mesajlarımızla yüceltirdik, ne ki o dünyaya sarıldı ve ihtirasının peşine düştü. İşte bu yüzden böyle birinin durumu, üstüne varsan da kendi haline bıraksan da hırlayıp duran köpeğe benzer. Mesajlarımızı yalanlamaya kalkanların durumu işte böyledir. Şu halde bu kıssaları aktar, belki üzerinde düşünürler.
176
سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ
Ne berbattır ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hali; üstelik onlar (böyle yapmakla) kendilerine zulmetmiş oluyorlar.
177
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Kimin rehberi Allah olursa, doğru yola ulaşan o olur; O kimi de sapıklığa terk ederse, işte gerçekten kaybeden de onlar olurlar.
178
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يراً مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Doğrusu Biz, görünen görünmeyen iradeli varlıklar içinden akleden kalpleri olup da kavramayan, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen birçoklarını cehennemlik yapmışızdır. Hayvan gibidir onlar, belki daha da aşağı! Onlar gaflete gömülmüş olan zavallılardır.
179
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
En güzel nitelikler ve tüm mükemmelikler Allah'a mahsustur. Artık O'na yalvarıp yakarın ve O'nun yüceltilmesinde haktan sapan kimselerden uzak durun! Onlar, zamanı gelince yaptıklarından dolayı cezalandırılacaktır.
180
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟
Yarattıklarımız içersinde hakikate giden yolu gösteren ve onun sayesinde adaletle davranan kimseler de vardır.
181
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ
Ayetlerimizi yalan sayan kimselere gelince: onları bir süreç içerisinde yavaş yavaş eriteceğiz de farkına dahi varmayacaklar.
182
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
Onları bir süre kendi hallerine bıraksam bile, unutmayın ki onların entrikalarını başlarına geçiren düzenim çok sağlamdır.
183
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
İmdi, onlar (yıllar yılı tanıdıkları) hemşehrilerinde delilikten eser olmadığını düşünmezler mi? O yalnızca açıktan açığa uyaran biridir.
184
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Hem bakmazlar mı göklerin ve yerin mutlak otoritesine, Allah'ın yarattığı her bir şeyin niteliğine? (Düşünmezler mi) ecellerinin yaklaşmış olma ihtimalini? Bu (vahiy) de değilse, artık hangi habere inanacaklar?!
185
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Allah kimi sapmaya terk ederse, artık ona doğru yolu kimse gösteremez: zira onları ısrarlı tercihleri olan sapıklıkta debelenmeye terk edecektir.
186
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Sana soruyorlar: "Son Saat ne zaman gelip çatacak?" diye. Cevap ver: "Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır; onun vaktini O'ndan başka ortaya koyacak kimse yoktur: O bütün ağırlığıyla göklerde ve yerde kopacak, sizi haberiniz olmadan ansızın yakalayacaktır. Sanki senin ısrarla o bilginin peşine düşüp elde etmen mümkünmüş gibi, onu sana soruyorlar. De ki: "Onun gerçek bilgisi yalnızca Allah katındadır, ne ki insanların çoğu bunu bilmezden geliyor."
187
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
De ki: "Allah dilemedikçe, ben (dahi) kendime ne yarar sağlayabilirim, ne de zararı önleyebilirim. Zira eğer gaybı bilseydim, kendime tüm güzelliklerden daha çok pay ayrılmasını sağlardım, üstelik kötülük de semtime uğrayamazdı. Ne ki ben, inanan insanlar için yalnızca bir uyarıcı ve müjdeciyim."
188
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
O'dur sizi bir tek candan yaratan ve kendisine ilgi duysun diye ona kendi cinsinden eşini var eden. Gün gelip o eşine sarılınca, (önce) eş hafif bir yük yüklenir ve o yükü bir süre taşır. Ardından yük ağırlaşınca eşler Rableri olan Allah'a: "Eğer bize eli ayağı düzgün, kusursuz bir çocuk bahşedersen; söz, Sana şükreden kimselerden olacağız!" diye yakarırlar.
189
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Fakat O kendilerine eli ayağı düzgün, kusursuz bir çocuk bahşedince de, onlara bahşettiği çocuk üzerinden O'na ortak koşmaya kalkarlar: oysa ki Allah, onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir.
190
اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ
Şimdi siz O'na has birtakım nitelikleri, bir şey yaratmaktan aciz, aksine kendileri yaratılmış bulunan şeylere mi yakıştırıyorsunuz?
191
وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
Kaldı ki, ne onlara yardımları dokunabilir ne de bizzat kendilerine yardımcı olabilirler.
192
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ
Ve eğer yol göstersinler diye yakarsanız, size cevap bile veremezler. Onlara ister yalvarın ister susun; size karşı konumlarında hiçbir şey değişmez.
193
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
İyi bilin ki, Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız kimseler de sizin gibi yaratılmış varlıklardır. Nitekim eğer doğruluğunuzdan eminseniz, haydi yakarın da duanıza icabet etsinler!
194
اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ
Hem onların yürüyecek ayakları mı var? Ya da tutacak elleri veya görecek gözleri, yahut işitecek kulakları mı var? De ki: "Haydi çağırın Allah'a ortak koştuklarınızı, sonra önüme her türlü tuzağı kurun ve bana göz açtırmayın!
195
اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ
(Ama) unutmayın ki, benim savunucum Kitab'ı indiren Allah'tır: zira, dürüst ve erdemli olanları O savunacaktır.
196
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
Oysa ki, O'nun dışında yalvarıp yakardıklarınız ne size yardımcı olabilir ne de kendilerine yardımları dokunur.
197
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
Ve eğer yol göstersinler diye yakarsanız, sizi duymazlar bile; ve sanırsın ki sana bakıyorlar, fakat onlar görmezler."
198
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ
Sen insan fıtratına uyan yolu tut, iyi olanı emret ve haddini bilmezlere aldırma!
199
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Yine de Şeytan tarafından kurgulanan ayartıcı bir kışkırtmaya hedef olursan, hemen Allah'a sığın: unutma ki O her şeyi işitir, akıl sır ermez bir ilim sahibidir.
200
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ
Şüphesiz, sorumluluk bilincini kuşanan kimselerin içine Şeytan tarafından kurgulanan mevhum bir görüntü yansıyacak olursa, (hemen fıtrat sözleşmesini) hatırlayıverirler ve işte o an gerçeği kavrarlar.
201
وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ
Kendi (fıtratlarına yabancılaşmış) kardeşleri onları azgın sulara sürüklemek isteseler dahi, sonuna (dek) mücadeleden el çekmezler.
202
وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Ve sen onlara istedikleri ayeti getirmediğin zaman hemen derler ki: "Onu (Rabbinden) almak için çabalasaydın ya!" De ki: "Ben yalnızca Rabbimden bana vahyedilene uyarım: bu (vahiy) Rabbiniz katından gelen bir bilinç kaynağıdır; inanacak bir toplum için de kapsamlı bir doğru yol haritası ve bir rahmet pınarıdır."
203
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Artık Kur'an okunurken onu can kulağıyla dinleyin ve sesinizi kesin ki rahmete nail olabilesiniz!
204
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
Ve Rabbini, özbenliğinde, alçakgönüllülükle ve O'ndan sakınarak, sesini yükseltmeksizin gündüz gece an ve sakın kendine yabancılaşanlardan olma!
205
اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
Unutma ki, Rabbinin tarafında olanlar O'na kullukta kibre kapılmazlar; ve O'nun adına/aşkına hareket ederler ve yalnız O'nun önünde secdeye kapanırlar.
206

Sureler

Mealler